Dünya proletaryasının ‘özel’ günlerinden biri olan 1 Mayıs her şeyden önce bir kavga günüdür! Burjuvazinin açgözlülüğüne isyan eden emeğin insanca yaşam ve çalışma koşulları için kavgası içinde doğmuş ; sonrasında da bu kavga ateşinin harlanıp burjuvazi ve uşaklarına meydan okunan bir gün olarak evrenselleşmiştir.
Bu nedenledir ki zaten 1 Mayıs’ların gözüpek çatışmalara sahne olup zaman zaman kana bulanmadığı tek bir ülke yoktur yeryüzünde.
Bu ruhun değişik biçimlerde dile gelişini Türkiye proletaryasının tarihinde de görebiliriz. Bu irade, özellikle 1870’ler sonrasında kimi yıllar değişik sektörlerde grevler ve kitlesel gösteriler biçiminde kendisini gösterir, istibdat ve işgalin baskısının koyulaştığı koşullarda yakalara iliştirilen bir kırmızı karanfil ya da o gün kırmızı eşarp ve fular takmak biçimine bürünür.
Biçimler farklılaşsa da hepsinin mesajı aynıdır: 1 Mayıs, baskı-yasak tanımaz! Burjuvazi ve devletinin çizdiği icazet sınırlarına sığmaz! Aksi taktirde 1 Mayıs 1 Mayıs olmaktan çıkar!..
Türkiye’de proletaryanın başkenti İstanbul’dur, İstanbul’da ise 1 Mayıs’ın adresi Taksim’dir!.. o alan 1970’lerin ortasında çığ gibi kabaran işçi ve emekçi halk hareketinin gücüyle 1 Mayıs’lara açıldı; bu kabarışın katlanarak büyümesinden korkan burjuvazi tarafından 1977’de bu yüzden kana bulandı. Sınıf düşmanının bu kanlı yıldırma girişimine Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin yanıtı, Taksim Meydanı’nı ertesi yıl çok daha kalabalık ve öfkeli bir kitlesellikle doldurmak oldu.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri için Taksim herhangi bir meydan olmaktan 1977’de çıkmıştır. Burjuvazinin cellat soğukkanlılığıyla kanımızı dökerek bize meydan okuduğu o alan, o günden sonra bizim sınıf kinimizi ve düşmanımızdan hesap sorma irademizi konuşturacağımız adres özelliğini kazanmıştır. Bu nedenle Taksim’de ısrar, bir “alan fetişizmi” değil sınıfsal kimlik ve hafızamızın silinmediğini ve silinemeyeceğini burjuvazi ve gericiliğe göstermekte ısrardır.
12 Eylül askeri faşist cunta yıllarında kesintiye uğrayan Taksim’de ısrar iradesi 1987’den itibaren tekrar canlanıp dişe diş kavgalarla yolu açtı. 2010 1 Mayıs’ı yıllar sonra bir kez daha yüzbinlerin katılımıyla Taksim’de kutlanmışsa bu ne liberal ahmakların o zamanlar gördükleri “demokratikleşen Türkiye” rüyasının sonucuydu ne de o güne burjuva devlet nereyi göstermişse oraya koşan oportünist korkaklığa ve sendikal bürokrasiye verilen bir ödüldü. O kilidi açanlar, gerektiğinde bedel ödemekten korkmayan ve kaçmayan devrimcilerdi. Onların Taksim’de ısrar iradesi, bu konuda yıllar boyu sergiledikleri gözü karalıktı.
Aynı yasa, o güne dek “yasak” meydanlar arasında yer alan Kadıköy’ün açılması sürecinde de işledi. Devrimcilerin etkin bir rol oynadıkları kitle hareketinin o kesitteki gücü ve militan toplumsal atmosferin basıncı, burjuvazi ve devleti 1996 1 Mayısı’nda Kadıköy tavizini vermek mecburiyetinde bıraktı. İcazetli alanlara toplanan ruhsuz kalabalıklardan farklı olarak o izinli eyleme baştan hakim olan militan ruh hali devleti panikletti, Kadıköy’ün açılışı bile kanlı oldu.
Burjuvazinin tahammül ve hoşgörü sınırları içinde “solculuk” ve “sendikacılık” anlayışında olan oportünizm ve çürümüş sendikal bürokrasi, bugüne dek her seferinde “kitlesellik” ölçütünü Taksim’den kaçma bahanesi olarak kullandı. Sınıfın ve emekçi kitlelerin en geri kesimlerinin korku ve kaygılarını esas alan bu bahanenin kendisi hem 1 Mayıs ruhuna ihanetti, onu burjuvaziyi ve devleti rahatsız etmeyecek ‘kavgasız-gürültüsüz’ bir karnaval gününe çevirmenin kılıfıydı hem de sınıf hareketini her fırsatta bulunduğu noktadan daha ileri çekmeyi hedeflemesi gereken devrimci öncülük misyonunun yerine kuyrukçuluğu meşrulaştırıp teorize etmekti.
Bu oportünist korkaklık ve kuyrukçuluk bu yıl kitlelerin de gerisine düştü. Yıllardır “sokak korkusunu” kışkırtıp iktidarı ürkütmemeyi esas alan CHP yönetimini dahi “yasakları ve barikatları tanımama” çağrıları yapmak mecburiyetinde bırakan 19 Mart isyanı hâlâ sürerken Taksim’den kaçmak, ruhsuzluğun olduğu kadar sınıfa ve kitlelere yabancılaşmanın da doruğuydu. DİSK ve KESK yönetimleri başta olmak üzere onlarla birlikte hareket eden reformist parti ve çevreler öylesine utanç verici bir konuma düştüler ki, geçen 1 Mayıs’ta ona güvenip arkasına saklandıkları devlet partisi CHP yönetimi bile bu kez onların arkasına saklanıyor. Mart İsyanı’nın öncüleşen gücü gençlik, sınıf ve emek örgütlerinin yönetimine çöreklenmiş bu ruhsuz bürokratları biraz olsun sarsıp kendilerine getirebilmek için çırpınıyor.
Bu utanç onlara yeter!.. Tarih, sergilenen bu düşkünlüğü ne unutacak ne de affedecektir!
Yasalcı oportünist ruhsuzluğun ve çürümüş sendikal bürokrasinin suç ortağı konumuna düşmek istemeyen samimi her sosyalist ve devrimci, onları bu tarihsel utançla baş başa bırakmalıdır!.. “Taksim’i kitlelerle birlikte zorlayabilecekleri” yanılsamasına kapılarak geçen sene yaşanan Saraçhane fiyaskosu bu kez değişik biçimde, Kadıköy karnavalında boy gösterip bayrak dalgalandırmayı esas alan bir yancılık şeklinde tekrarlanmamalıdır!..
İstanbul’da 1 Mayıs’ın adresi Taksim’dir!.. Ve 2025 1 Mayıs’ı her yerde burjuvazinin çizdiği icazet sınırlarına boyun eğmeyen bir ruh ve iradeyle kutlanmalıdır!..
1 Mayıs’ta Kavga Bayrağını Yükselt!
Yaşasın 1 Mayıs! Biji Yek Gulan!
Krize Karşı Devrim, Kapitalizme Karşı Sosyalizm!
26 Nisan 2025
TİKB Merkez Komitesi