3. Konferans Belgeleri

TİKB 3. Konferans Belgelerine buradan ulaşabilirsiniz..

TİKB 3. Genel Konferansı Sonuç Bildirgesi

Örgütümüzün 3. Genel Konferansı, olağan olmayan bir sürecin sonunda, olağan olmayan bir biçimde gerçekleşti.

Bu olağanüstülük asıl olarak, birbiriyle yakından ilişkili iki etkenden kaynaklanmıştır: Bunlardan birincisi, asıl ve temel olanı, ʹ89 Atılımı ve 2. Konferans sonrası süreçte kaydettiğimiz gelişmedir. Ge‐ çen bu yıllar zarfında örgütümüz gelişmiş, büyümüş, sınıf mücadelesinin bazı cephelerinde ve sınırlı bazı alanlarda faaliyet yürüten dar bir örgüt kabuğunu kırarak mücadelenin belli başlı bütün cephele‐ rinde varlığını hissettiren, geleneksel çalışma alanlarının dışında yeni bölge ve alanlara da açılan ve artık PARTİLEŞMENİN eşiğine gelip dayanan geniş bir örgüt yapısına ulaşmıştır. Militan komünist bir hareketin gelişmesi için nesnel bakımdan fazla elverişli olmayan bir tarihsel kesitte, üstelik yetersiz güçlerle gerçekleştirilen bu gelişme elbette ki istenen hız ve ölçüde olmadığı gibi hatasız ve sancısız da olmadı. Teori, taktikler, örgütlenme ve sürece pratik müdahale alanlarında değişik ölçülerde ileri bir düzey yakalanmış, öncü politikalar ve tutumlar geliştirilmiş, örgütümüzün tarihinde birçok ʹilkʹ gerçek‐ leştirilmiş olmakla birlikte; bu alanların her birinde bazıları ciddi nitelikte hata ve yetersizliklerimiz de olmuştur. Fakat 2. Konferans sonrası örgütsel sürecimiz bir bütün olarak değerlendirildiği taktirde, ağır basan yön gelişme ve büyümedir. Ayrıca örgütümüz, bazıları kendi yetersizliklerimizden kaynaklanan ama önemli bir kısmı büyüyen bir örgütün karmaşıklaşan süreçlere daha ileri bir düzeyden müdahale çabaları sırasında ister istemez karşılaşacağı bu sorunların üstesinden gelebilecek güce, birikim ve potansiyellere sahiptir. 3. Konferansımıza öngelen ve belli başlı bütün çalışma alanlarımızı temsilen temel kadrolarımızın büyük bir bölümünün katıldığı iç tartışma sürecimiz (TP) sırasında bunun teorik, taktik ve örgütsel unsurları çok daha fazlasıyla birikmiş, güçlenmiş ve açığa çıkmıştır.

2. Konferansımızın önümüze koyduğu hedeflere doğru ilerleyişimizin istenen hız ve ölçülerde olma‐ yışı, bu arada çeşitli konularda ortaya çıkan hata ve yetersizliklerimiz, küçük burjuvaziye özgü kararlı‐ lık yoksunu, sallantılı ve istikrarsız bir ruh halinin bizim saflarımızda da boy göstermesini kolay‐ laştıran bir etken olmuştur. Temelde, olağan herhangi bir dönemden çok daha sıkı bir ML ideolojik sağlamlık, çok daha berrak bir teorik‐siyasal perspektif açıklığı, çok daha güçlü bir komünist irade ve çaba gerektiren dönemin temel taleplerine yanıt vermekte yetersiz kalmaktan kaynaklanan bu ruh hali, TP öncesi süreçte daha çok bireysel planda düşünsel bir darlaşma, pratikteki sıkışmanın daha fazla yaşandığı alan veya kesitlerde geliştirici olmayan bir sorgulayıcılık, devrimci iç dinamiklerde bir zayıflama, yan duruş eğilimleri ve nihayet bazılarında mücadeleden kaçış biçimlerinde kendini gös‐ terdi. Ama TP sürecine gelindiğinde, işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketinde süreklilik kazanmış güçlü bir devrimci patlamanın gerçekleşmeyişi, bu arada yenilen darbeler nedeniyle örgütsel yapımızda ortaya çıkan boşlukların yarattığı karamsarlıkla da birleşerek, giderek hizipçiliğe evrilen yıkıcı ve dağıtıcı bir sapma özelliğini kazanmış olarak karşımıza çıktı. 3. Konferansımızın gelişme sürecini olağanüstü kılan ikinci etken budur.

Önceleri bir Tartışma Platformu (TP) olarak başlayan bu süreç, giderek kongre içeriğine sahip bir Konferans niteliğini kazandı. Onun örgütlenmemizin aksak ve gelişmeyen yönlerinin değerlendirildiği ilk aşaması, Türkiye Devrimci Hareketi (TDH)ʹnin geri, sorunları kişiselleştiren dar polemikçi tarzının, daha da kötüsü kimi örgüt politikalarına karşı sağlıksız ve yanlış bir eleştirelliğin darlık ve sancılarını yaşadı. Bu arada en temel örgütsel değerlerimiz dahi kötü bir biçimde kirletildi. Fakat örgüt tarzı ve yöntemlerinin hakim kılınmasıyla, örgütsel gelişme ve sorunlarımızın ML bir yaklaşım temelinde

açıklanmasıyla, sürecin sadece açıklanmasıyla da yetinilmeyip gelişkin perspektifler ve güçlü alter‐ natiflerin ortaya konulmasıyla TP, parti düzlemine sıçramanın önkoşullarının güçlendirilip derinleş‐ tirildiği bir zemine dönüştü. Örgütsel gelişme sürecimiz, TP boyunca, tüm yönleriyle ve her bir aşamasıyla değerlendirildi. Örgütün dönemdeki konumlanışı, politik ve örgütsel görevler, süreçle taktiksel ilişki kuruş, çalışma tarz ve yöntemleri, örgütün iç yaşamı, kadrosal yapımızın güçlü ve zayıf yönleri, örgütsel kurumsallaşma, işçi sınıfı hareketinin durumu ve sınıf içindeki çalışmalarımız, Kürt ulusal hareketinin gelişimi, silahlı mücadele, cephe ve eylem birlikleri sorununa yaklaşım ve daha pek çok konu ve sorun değişik yönlerden ele alındı. Komünist ve devrimci hareketin tarihsel süreçleri, emperyalist kapitalizmin bugünkü gelişme düzeyi, Kürt ulusal sorunu devrimin koşul ve olanakları perspektifiyle irdelendi. Bunlardan bazıları olgunlaşmış net görüşler olarak ortaya konuldu, bazıları ise sistematize edilmeyi bekleyen ön açılımlar olarak birikim hazinemizi güçlendirdi.

TP ve Konferansın üzerinde yükseldiği tarihsel zemin; uluslararası komünist ve devrimci hareketin içinde bulunduğu durum, dönemin koşul ve ihtiyaçları, bu arada örgütsel gelişimimizin ortaya çıkar‐ dığı sorun ve görevlerin büyüklüğü yaşadığımız süreci karmaşıklaştırıp ağırlaştıran, onun özünün kavramlısını güçleştiren bir etken rolünü oynadığı gibi; bu iç içelikteki sorunların bütününe yanıt verme perspektifi, ufkumuzu genişletmiş ve daha geniş bir açılım yakalamamızı sağlamıştır. Bu özelliği 3. Konferansımıza, her türlü dönemsel‐kesitsel bakışın üzerinde bir anlam ve ayırdedicilik kazandırır.

Türkiye devrimci hareketinde bir dönem artık kapanmakta ve önümüzdeki on yılların gelişim seyrini belirleyecek yeni bir dönem açılmaktadır. Kapanan dönem, tarihsel bakımdan, 12 Eylül yenil‐ gisi ve tasfiyeciliğinin arkasından gelen yeniden toparlanma dönemidir, içeriksel bakımdan ise, belirli biçimlerin içine sıkışmış antifaşist direnişçilikle karakterize olan bir devrimcilik anlayışının sınırlarına dayanılmıştır.

Devrimci radikal güçler, 12 Eylül sonrası toparlanmalarını elverişsiz tarihsel koşullar içerisinde gerçek‐ leştirmeye çalıştılar. 12 Eylül döneminin ezilen yığınların saflarında yarattığı yılgınlık, korku ve devrimcilere güvensizlik eğilimlerinin güçlülüğü, sosyalizmin dünya çapında uğradığı prestij kaybının derinleştirdiği ütopya yoksullaşması, burjuvazinin radikal güçleri fiziki olarak da imhayı hedefleyen saldırıları ile birleşen tasfiyecilik ve liberal oportünizmin saldırılarındaki yoğunlaşma bu olumsuz etkenlerin başlıcalarını oluşturur. Uzun süren yenilgi yıllarının devrimci saflarda yarattığı değer eroz‐ yonu, bu arada kitlelerle olan bağların hemen hemen sıfırlanmış olması alt edilmesi gereken bir başka olumsuzluk etkeni olmuştur. Sınıf ve kitle hareketinin sık sık durgunluğa dönüşen sancılı ve tutuk gelişimiyle de birleşen bu olumsuz koşullar ortamında geçmişin devrimci değerlerinin savunulma‐ sında, militan tutum ve politikalarda ısrar bile tarihsel‐siyasal bakımdan başlı başına büyük bir önem ve değer taşımaktaydı. Fakat süreç ilerledikçe, tek başına bunun yetmediği ve yetmeyeceği görülmüş‐ tür.

Günümüzde komünist ve devrimci güçlerin önlerindeki görevler, dünya çapında olduğu gibi tek tek ülkeler düzleminde de tarihin başka herhangi bir döneminde olduğundan çok daha kapsamlı, karma‐ şık ve zorludur. Bunun en başta gelen nedeni, burjuvazinin sömürü ve egemenlik yöntemlerinde mey‐ dana gelen değişikliklerdir. Burjuvazi, teknolojideki gelişmelerden de yararlanarak sömürü ve egemenlik yöntemlerini sürekli yenilemekte ve tahkim etmektedir. Bu sayede geliştirdiği yeni üretim teknikleri ve üretimin örgütlenmesinin yeni modelleri ona, işçi sınıfı, emekçi kitleler ve ezilen halklar üzerindeki kapitalist‐emperyalist sömürüyü derinleştirme olanağının yanı sıra oldukça geniş bir hare‐ ket yeteneği kazandırmıştır. Emperyalist burjuvazi ve işbirlikçileri, 1980 sonrası yıllarda geliştirdikleri neoliberal saldırılar sonucu, ekonomik planda olduğu kadar siyasal, toplumsal, ideolojik ve kültürel alanlarda da ileri mevziler kazandılar. Devrim ve ulusal kurtuluş mücadeleleri dalgasının dünya ça‐ pında dibe vurmasının yanı sıra revizyonist sistemdeki çözülme ve çöküşle de birleşen bu süreçte proletarya ve halklar, yalnızca büyük ekonomik hak kayıplarına uğramakla kalmadılar, siyasal ve moral bakımlardan da ciddi kayıplara uğradılar. Devrimin öznel etkenlerindeki zayıflama, bu kayıp‐ lar içerisinde en ciddi ve belirleyici nitelikte olanıdır. Burjuvazi bugün asıl bundan yararlanarak ekonomik, siyasal, toplumsal ve ideo‐kültürel bakımlardan sürüklendiği en düşkün durumların bile içinden çıkmanın bir yolunu bulabilmekte, hatta bunları ʺsistemin dayanıklılığı ve kendini yenileme

gücünün bir göstergesiʺ olarak gösterip hegemonyasını güçlendirmenin fırsatları haline dönüştüre‐ bilmektedir. Onun karşısına proletarya ve emekçi halkların süreklilik kazanmış, tutarlı, militan, çok yönlü ve yığınsal devrimci eylem ve direnişleri ile çıkılamadığı sürece bu çemberi kırabilmenin olanağı yoktur. Öznel etkenlerdeki zayıflık ve yetersizliklerin giderilmesi bu noktada çok daha yaşamsal bir önem kazanmıştır.

ʺGloballeşmeʺ ve ʺYeni Dünya Düzeniʺ olarak adlandırılan kapitalist emperyalist sistemin güncel bi‐ çimlenişi, dünya ölçeğinde olduğu gibi tek tek ülkeler düzleminde de proletarya ve ezilen halklar ile onların komünist ve devrimci öncülerinin önüne yeni sorunlar ve tehlikeler kadar yeni fırsatlar ve olanaklar da getirmektedir. Ancak bu fırsat ve olanakların devrimin ilerletilmesi yönünde değerlendirilebilmesi için, komünist ve devrimci güçler, teoriden taktiklere, örgütlenmeden süreçlere pratik müdahale tarzına kadar her alanda devrimci bir atılımı gerçekleştirmek zorundadırlar. Geç‐ mişte devrimci bir anlam ve değer taşıyan ama bugünün yeni olgu ve gelişmelerine yanıt vermekte eksik ve yetersiz kalan dar bir politik çerçeve ve belirli biçimlerin içine sıkışıp kalmış bir devrimcilik anlayışı ile günün görevlerinin üstesinden gelebilmek zor olmanın da ötesinde artık olanaksızdır. Bugün hâlâ ʺdünʺde ısrar, onun aynen korunmaya çalışılması devrimciliğin doğasına da aykırı bir tutu‐ culuğun ve donmanın ifadesidir. Kuşkusuz bu yenilenme, günümüzde en büyük tehlikeyi oluşturan sağ tasfiyeciliğin, liberal oportünizmin, yasalcı küçük burjuva sosyalizm anlayışlarının savundukları türden bir ʺyenilenmeʺ değildir. Bunun tam tersine, ister yavaş yavaş evrim yoluyla olsun isterse tarihsel koşullardaki değişime ve günün gerçeklerine gözlerini ısrarla kapatan bir devrimciliğin sürecin bir noktasında kaçınılmaz bir biçimde uğrayacağı kırılmanın sonucunda zıddına (sosyal reformizme) dönüşmesi biçiminde olsun ʺYDD solculuğuʺnun zeminlerine kayılmak istenmiyorsa, geçmişin komünist veya devrimci militan özü ve ruhu bugün her zamankinden çok daha büyük bir özenle korunmalıdır. Bu anlamda, Türkiye komünist ve devrimci hareketinin ihtiyacı olan yenilenme, geçmişten geleceğe uzanan süreklilik içinde bir kopuştur. Günün yeni olgu ve gelişmelerinin, emperyalizm ve proleter devrimleri çağının Leninist tahlilinin özsel belirlemelerine uygun olarak devrimci olanakların büyütülmesi yönünde değerlendirilmesidir. Türkiye devrimci hareketi bugün her şeyden önce düşünsel darlıklarını yenmek zorundadır. Bütün dikkatini ve enerjisini sadece burjuva‐ zinin siyasal iktidarının devrimle yıkılması sürecinin sorunları üzerinde toplayan ama bunu tutarlı, somut ve kapsamlı bir alternatif toplumsal düzen projesi ile birleştiremeyen bir devrimcilik anlayışı artık terkedilmeli, her alanda ölçü ve alışkanlıklar da buna uygun bir düzleme sıçratılmalıdır. Bu tarz bir devrimciliğin ufku, küçük burjuva halkçı bir demokratizm veya ulusal kurtuluşçulukla sınırlıdır. Düşünsel‐programatik düzeydeki bu darlık, pratiğe doğru inildikçe haliyle yeni kırılmalara uğramakta; verili politik koşullardaki dalgalanmalardan fazlaca etkilenen, bu arada belirli mücadele ve örgütlen‐ me biçimlerinin içine sıkışıp kalan dar bir siyasal devrimciliğin sınırlarını pek fazla aşamamaktadır. Kendisini daha çok antifaşist veya ulusalcı karakterde bir direnişçilikle ifade eden bu tarz bir devrimcilik, ne kadar güçlü ve gelişmiş devrimci özelliklere sahip olursa olsun, sürecin bir noktasında kaçınılmaz bir biçimde gelişiminin sınırlarına çarpmaktadır. Nihai olarak kapitalizmin çerçevesini aşmayan programatik görüşlerinden kaynaklanan bu soluksuzluğuyla küçük burjuva devrimciliği, kapitalizm karşısında güçlü bir alternatif olma özellik ve yeteneğinden yoksundur. Siyasal savaşıma ne kadar kararlı başlarsa başlasın, bu savaşımı isterse en radikal biçimlere bürünsün, güçlü bir devrimci proletarya hareketinin ve sosyalizmin çekim ve desteğinden yoksun olduğu bugünkü tarihsel koşullarda, emperyalist kapitalizmin ağlarına takılmaktan, onun siyasal, ekonomik ve sosyal tuzakla‐ rına düşmekten kurtulamamaktadır. Bu süreç kendisini genellikle önceleri taktik planda başlayan deformasyonun, dönemsel etkenlerden kaynaklanan güçlüklerin yoğunlaşması, bu arada devrimin uzamasının yarattığı yorgunluklardan da beslenerek stratejik yaklaşımları ve sahip olunan devrimci özellikleri kemirmeye başlaması biçiminde seyretmektedir. Bu bakımdan TDH bugün yeni bir sağ tasfiyeci dalganın tehdidi altındadır.

Günümüzün ekonomik koşulları gibi siyasal‐sosyal koşulları da kapitalizm karşısında tutarlı bir sosya‐ list alternatifin geliştirilmesini, siyasal savaşımın gücünü bundan alarak yürütülmesini gerekli kılmaktadır. Bu temel perspektif, derin ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin önünü açacak bir siyasal devrim anlayışının olduğu kadar, aynı zamanda güncel siyasal savaşımın gücünün ve etkisinin

büyütülebilmesinin de zorunlu bir koşulu haline gelmiştir. Üretimin toplumsallaşması ve toplumsal işbölümündeki artış, bunun uluslararası ölçekte gelişimiyle proletarya enternasyonalizminin maddi temellerini de güçlendirecek şeklide evrensel boyutlar kazanması, buna karşın sömürüdeki yoğun‐ laşma, proletarya, emekçiler ve ezilen halkların çektikleri yoksulluk ve sefaletin derinleşmesi, zengin‐ lik ve yoksulluğun kutuplardaki birikimi, burjuvazinin siyasal şiddetindeki yoğunlaşma, sistemdeki tıkanıklık ve yozlaşma, gericiliğin tüm tarihsel birikimini bünyesinde toplayan emperyalist kapitaliz‐ min yaşamın her alanında neden olduğu çürüme, kültürel ve ahlâki çöküntü, insanal yabancılaşma, doğanın ve evrenin geleceğinin bile büyük bir tehditle karşı karşıya kalışı,… güçlü bir programın ve bundan çıkış alan güncel propagandanın çekim unsurlarıdır.

Emperyalist kapitalizmin neden olduğu ekonomik, sosyal, ahlaki ve kültürel yıkımın kazandığı boyut‐ lar gözönüne getirilecek olursa, insanlığın bugün sosyalizme olan ihtiyacı artmıştır. Bu ihtiyacı yakıcı hale getiren genel ve evrensel nedenler de bir yana, Türkiyeʹde bugün devrimci hareketin yığınsallaşa‐ bilmesi, istikrarlı bir gelişim gösteren güçlü ve militan bir işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketinin örgütle‐ nebilmesi gibi güncel pratik bir neden bile bu zorunluluğun önemini görmek için yeterlidir. Bugün burjuvazinin her geçen gün biraz daha vahşileşen ekonomik ve siyasi terörünün baskısı ve yıldırıcı sonuçları altında bunalan, öte yandan sistemdeki çürüme ve yozlaşmaya karşı büyük bir tiksinti ve öfke birikimi içinde bir çıkış yolu arayan kitlelerin önüne somut, canlı ve çekici bir alternatif toplumsal düzen projesi konulmak zorundadır. Aksi takdirde onlar İslami gericiliğin veya şoven milliyetçiliğin ya da burjuva liberalizmin en demagojik söylem ve manevralarının peşine takılmaktan kurta‐ rılamazlar. Uğrunda ölünmeye değecek kadar cazip ve inandırıcı buldukları bir ütopyanın sahibi kılınmadıkları sürece, burjuvazinin icazet ve tahammül sınırlarını çiğneyen en küçük bir muhalefet eyleminin üzerine bile acımasız bir terörle giden faşist rejimin baskı ve saldırıları karşısında yılmamak şurada dursun, işten atılmayı dahi göze alamayan bir tutukluğun çürütücü sinikliğini parçalayamazlar. Öte yandan bugün koşullar, kapitalizmin yegane alternatifi olarak tutarlı ve militan bir sosyalizm idealinin başta proletarya olmak üzere geniş emekçi yığınlara benimsetilebilmesi açısından 1989ʹu izleyen yıllara oranla çok daha elverişlidir. O zamanlar büyük gürültülerle reklam edilen ʺYDDʺnin de foyası dökülmüştür. ʺDemokrasi, insan hakları, refah artışıʺ beklentileri, dünyanın her yerinde yaşanan gerçeklikler karşısında tuzla buz olmuştur. Ancak bu durum, burjuvazi ve yardakçılarının ellerini kaldırarak teslim bayrağını çektikleri anlamına gelmemektedir. Onlar sistemi tehdit edici devrimci patlama potansiyelleri taşıyan toplumsal muhalefet dinamiklerini soğutmak için bir taraftan yıldırıcı bir baskı ve terörü elden bırakmazlarken, öte taraftan onu kendi kendini tüketeceği kanallara yön‐ lendirme çabası içindedirler. Bu konuda burjuvazinin en büyük yardımcısı, sosyal reformist veya sendikalist yönleri ağır basan biçimleriyle liberal oportünizmdir. Burjuvazinin çoğu kez bunlar aracılı‐ ğıyla dillendirdiği toplumsal muhalefeti soğutma yönündeki demagojik çabaları bazen keskin görü‐ nümlü bir sistem eleştirisi ve buna dayalı siyasal reform programları biçimini alabilmektedir. Kimi zaman burjuvazinin bizzat kendisinden de gelebilen bu tür girişim ve önerilerin özüne inildiği tak‐ dirde, bunların aslında emperyalizmin ve burjuvazinin egemenliğini en zayıfladığı noktalarda güçlen‐ dirme amacını taşıyan yönelimler olduğunu görmek zor değildir. Fakat bunun görülebilmesi yine tutarlı bir toplumsal devrimci stratejiye ve bütünlüklü bir dönem kavrayışına sahip olmakla mümkün‐ dür.

Yalnız, sosyalizmi hedefleyen tutarlı bir toplumsal devrimcilik, mekanik ve slogancı bir ʺsosyalist dev‐ rimcilikʺ ile karıştırılmamalıdır. Küçük burjuva aydın bir sosyalizm anlayışının tezahürü olarak ortaya çıkan bu eğilim, devrimin bu kez anti‐emperyalist demokratik görevlerine uzak ve kayıtsızdır. Genel bir sosyalizm propagandası ve temel sloganların yinelenmesi ile yetinen bir faaliyet anlayışına sahip olduğu için ne gelişkin bir siyasal taktik önderlik yeteneği sergileyebilir ne de bizzat işçi sınıfı içinde bile geniş kitleleri örgütleyebilir. Taktik planda çoğu kez başkalarının kuyruğuna takılır, sık sık keskin zikzaklar çizmekten kurtulamaz. Devrimci militan yönünün zayıflığı onun bir diğer temel zafiyetidir.

Sosyalist bir toplumsal model geliştirip bunun gerçekleştirilmesine öncülük edebilecek tek sınıf, kapitalist sömürünün en özsel biçimiyle karşı karşıya bulunan ve kendi kurtuluşuyla diğer sınıfların kurtuluşuna da önderlik edebilecek yegane sınıf olan proletaryadır. Onun için örgütümüz, genel bir

ʺhalkçılıkʺ veya ʺtoplumculukʺta ifadesini bulan şekilsiz küçük burjuva formülasyonlara karşı proletar‐ yanın hegemonyasını ve proletarya diktatörlüğünü, devrimin kesintisiz gelişimi ve sosyalizme ulaşmanın yegane biçimi ve güvencesi olarak görmektedir. Bu yüzden, her türlü güncel veya dönemsel bakışın üzerindeki bu temel yaklaşımı ve ayırdedici özelliğinin doğal bir gereği olmanın ötesinde emekçi kitle hareketinin tutarlı ve istikrarlı bir devrimci çizgide gelişimini sağlayabilmenin zorunlu bir gereği olarak da önümüzdeki süreçte işçi sınıfı içindeki çalışmalarını yoğunlaştırmayı, bunu daha ileri ve kompleks bir düzleme sıçratmayı özel bir hedef olarak önüne koymuştur.

Geçmişin belirli biçimler ve alışkanlıklarla sınırlı dar bir devrimcilik anlayışından devrime öncülük ve önderlik misyonunun tarihsel ve güncel gereklerine yanıt verebilen bir düzleme çıkılabilmesi, program ve parti anlayışından taktik önderliğe, örgütlenme ve çalışma tarzından kadro ölçütlerine kadar sınıf mücadelesinin ve örgütsel yaşamın bütün alanlarında farklı bir politika ve mücadele tarzı geliştirmeyi zorunlu kılan çok yönlü bir sıçrama sorunu olarak kavranmak zorundadır. Yaşamın dayatmaları sonucu parçayla sınırlı, çoğu kez sezgisel bu anlamda da kendiliğinden ve evrimci bir ilerleme bu ihtiyaca yanıt veremez. Bu yol aynı zamanda giderek yozlaşma tehlikesini içinde taşıyan melez bir yapılanma ortaya çıkarır sadece. Bundan ötürü, devrimci bir muhalefet örgütü olmaktan devrimi örgütleme yeteneğine sahip bir sosyal devrim örgütü düzlemine sıçrama, pratikte de yansımasını bulan devrimsel bir atılımı gerektirmektedir. Bunu gerçekleştiremeyen örgütler ve devrimci bireyler, girilen süreçte öncü bir rol oynamak şurada dursun, kendi dışlarındaki etkenlerin belirlediği geliş‐ melerin peşinden sürüklenen süreç devrimciliğinin kısır çemberinden kurtulamayacaklardır. Bu gerçeği, artık kapanmakta olan bir dönemin yaşandığı Türkiyeʹdeki devrimci siyasal mücadelenin son 8‐10 yıllık süreçteki gelişim seyrinden de görmek mümkündür.

Süreç devrimciliği, belirli biçim ve ölçülerin içerisine sıkışıp kalmış direnişçi bir kimlik taşıdığı durum‐ larda bile dönemin koşulları ve kitle hareketinin ritmindeki iniş çıkışlara göre dalgalanma göster‐ mesiyle karakterize olur. Türkiyeʹdeki sınıf ve kitle hareketinin 12 Eylül sonrası süreçteki gelişim seyrine baktığımız zaman ise bunun keskin iniş çıkışlar sergilediğini görürüz. Gelişmenin seyri genel anlamda devrimci bir yükseliş yönündedir. Fakat bu yükseliş, hareketi geriye çekici tarihsel ve güncel zaaflarından büyük ölçüde kurtulmuş güçlü ve tempolu bir yükseliş özelliğini de kazanabilmiş değildir. Daha çok kendiliğinden bir karaktere sahiptir. Bundan ötürü; ağırlıklı olarak sendikal‐ekonomik talepler üzerinde yükselen sınırlı bir demokratik mücadelenin çerçevesini aşamamakta, yasalcı bir meşruiyet anlayışının bağlarından kurtulamamakta, yığın hareketinin eşitsiz ve dengesiz gelişiminin sorunlarını daha derinden yaşamakta, daha keskin iniş çıkışlar sergilemekte, ara durgunluk dönemleri daha sık ve daha uzun süreli olmaktadır. Toplumsal muhalefet hareketinin son 8‐10 yıllık gelişim süre‐ cine kuşbakışı bir göz attığımız taktirde; ʹ89‐ʹ91 yılları arasında işçi hareketinin, ʹ92‐ʹ94 arasında emekçi memur hareketinin, ʹ95 Gazi Direnişi sonrası daha çok büyük kentlerde Alevi emekçilerin yoğun olduğu bazı semtlerde antifaşist dinamiğin ve semt yoksullarının, değişik dönemlerde öğrenci gençlik eylemlerinin öne çıktığını görürüz. Özellikle ʹ91‐ʹ92 serhıldanlarıyla doruğuna çıkan Kürt ulusal direnişinin kitlesel kabarmaları da dahil devrimimizin bütün bu dinamiklerinin hareketi, bazıları çarpıcı atılımlar biçiminde gerçekleşen yükseliş evrelerinden sonra birleşik bir hareket özelliğini kazanamayarak belli bir kırılmaya uğramış, bunların ardından arada en fazla kısmi bazı eylemlilikle‐ rin yaşandığı durgunluk dönemleri içine girilmiştir. Değişik zamanlarda, değişik düzeylerde yükseliş ve hareketlilik gösteren devrimimizin öne çıkan toplumsal dinamiklerinin hareketinin gelişim seyri ve bunların bugünkü durumları, hareketin temposundaki yavaşlık, politik gelişimindeki sınırlılık ve za‐ aflar, iç içe geçmiş tarihsel ve dönemsel zaafların da etkisiyle hareketin kendiliğinden seyrinin aşılamayışı –bütün bunlar öznel alandaki yetersizliği göstermekte, mücadelenin düzey ve derinliğinde artık bir farklılaşmayı gerçekleştirebilecek daha yetkin bir önderliğin ortaya konulmasını gerektirmektedir. Bunun bir tek anlamı vardır: Devrimimizin Leninist tipte önder ve yönetici bir partiye olan ihtiyacı büyümüştür. Bu parti, programından örgütlenmesine, çalışma tarzından kadro yapılanmasına kadar her konuda egemen sınıflara karşı savaşımı siyasal, ekonomik, ideolojik‐kültürel ve sosyal yaşamın her alanında birbirini bütünleyecek çok yönlü bir tarzda yürütebilme yeteneğine ulaşmış, siyasal savaşımı sınıfsal politik bir eksenden derinleştirebilecek, askeri biçimlerden yasal olanaklara kadar bütün mücadele ve örgütlenme biçimlerini kullanmakta ustalaşmış, burjuva kapita‐

list egemenliğe alternatif çekirdeksel bir yapı olmak zorundadır. Devrimimizin içerisinde bulunulan aşamasının baskın karakterine göre biçimlenmiş, sadece belli yönleri gelişkin, ölçüleri ve ufku dar küçük burjuva devrimciliği bu ihtiyacı karşılayamaz. TDH işte bu darlığı kıramadığı sürece, emperya‐ list kapitalizmin genel ve yoğunlaşan baskısına, faşizmin artan saldırılarına rağmen kendisini sürekli büyütebilen anlamlı bir siyasal‐toplumsal güç düzeyine çıkamaz. İşçi sınıfı ve emekçi yığınların geniş kitleleriyle büyük ölçekte, kalıcı, hepsinden önemlisi derin devrimci dönüşümler temelinde örgütlü bağlar kurmayı başaramaz. Siyasal ve örgütsel bakımlardan elde edebileceği en ileri başarılar bile göreli ve dönemsel olmaktan kurtulamaz.

Bu dönem bitmiştir. Bu görülmelidir.

TİKB 3. Konferansıʹnın hazırlık ve olgunlaşma evresini oluşturan TP sürecinin anlamı ve tarihsel öne‐ mi, bugün geleceğini belirleyecek bir yol ayrımında bulunan TDHʹnin önündeki bu zorunluluk çerçevesinde ele alındığı takdirde anlaşılabilir. Başlangıcı ve gelişim seyri sırasında yaşanan bütün olumsuzluklara, üzerine düşürülen lekelere, bu arada eksik kalan yönler taşımasına rağmen TP süreci‐ miz ve onu taçlandıran 3. Konferansımız, militan komünist, fakat dar bir muhalefet örgütü olarak şekillendiğimiz geçmişimiz ile devrime ve sosyalizmin inşasına önderlik iddiası ve potansiyelleri güçlenmiş partili geleceğimiz arasında bir köprü kurmuştur.

Bu süreç en başta kendi eksiklik, yetersizlik ve zaaflarımıza karşı açtığımız devrimci bir iç savaş biçi‐ minde gelişti. Hiçbir devrimci gelecek perspektifine sahip olmayan, ʹdünʹde kalmış ve bu yüzden ʹdünʹü sömürü konusu haline getiren yorgun devrimciliğin temsilcileri bu savaşı her ne kadar yozlaştır‐ maya kalkıştılarsa da başarılı olamadılar. TPʹnu oluşturan örgütümüzün temel kadrolarının ezici çoğunluğu, onların geriye çekici demagojik iddia ve eleştirilerini reddederek, özsel değerlerimizi tarihsel süreklilik içinde günün ve geleceğin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir düzleme sıçratan MKʹnın ortaya koyduğu temel eksen etrafında birleştiler. TP sırasında örgütümüzün tarihsel gelişme süreci, özellikle ʹ89 sonrası kesit, birçok yönden ele alındı. Eksiklerimiz ve zayıflıklarımız kadar güçlü ve geliş‐ kin yönlerimizin de altı çizildi. Bunlar yalnızca tespit edilmekle kalınmadı, bizi hedeflediğimiz Leninist tipte bir parti düzlemine sıçratacak tarzda çözümlerinin politika ve araçları ortaya konuldu. Bunlar arasında, Leninist parti öğretisini günün ve geleceğin ihtiyaçlarına yanıt verecek tarzda bugüne taşıyan ve ʺbizim nasıl partileşebileceğimizʺ somut sorusunun somut yanıtını da içeren parti anlayışımızın daha sistematik ve kapsamlı bir tarzda ortaya konuluşu ile gelişkin bir tüzüğün kabulü özellikle önemlidir.

Örgütümüz, proletaryanın öncü komünist partisine dönüşmeyi, daha kuruluşundan itibaren stratejik bir hedef ve görev olarak önüne koydu ve bütün bu yıllar zarfında gerçek anlamda Leninist bir parti haline gelebilmeyi hem niteliksel hem de niceliksel açıdan ML karakterde çok yönlü, tutarlı ve birbi‐ rini bütünleyen diyalektik bir gelişme sorunu olarak ele aldı. Partinin inşasının teori, politika, örgüt‐ lenme ve pratik alanlarında birbirini bütünleyen niteliksel ve niceliksel bir gelişme sorunu olarak ele alınışı, Menşevik ʺaşamalı inşaʺ anlayışlarıyla olduğu kadar partileşmeyi sadece şu veya bu yönde sağlanan basit bir gelişme sonucu ʺtabela değişikliğineʺ indirgeyen ve böylelikle parti fikrini ayağa düşüren oportünist anlayışlarla da aramızdaki temel ayrım noktalarından birini oluşturdu. Bu konu‐ daki bir diğer ayrım noktamız, parti öncesi çekirdek örgütlenme ile hedeflenen partinin özsel nitelik‐ leri arasında tam bir uyumun olması zorunluluğun savunulmasıydı. Parti önceki örgütlenme ile hedeflenen ihtilalci komünist parti arasında özsel bir devamlılık ilişkisinin kuruluşu, bizi sadece partileşebilmeyi nicel bir büyüme sorununa indirgeyen, kitleselleşebilmek için ise kitleleşmeye yönelen küçük burjuva devrimcilik ve kuyrukçu ekonomist yaklaşımlardan ayırmakla kalmadı; örgütsel gelişim sürecimizde sorunların ve görevlerin ele alınışı sırasında kendimizi sürekli ileri hedeflerle donatarak parti ölçütlerini yakalamamızın zeminini oluşturdu.

Sadece bu saydıklarımız ve bunlardan çıkan sonuçlarla sınırlı olmayan ayrım noktalarımız içerisinde en özsel ve en temel olanı, Leninist partinin kendisi gibi parti öncesi örgütlenmeyi de her şeyden önce bir sosyal devrim örgütü olarak ele alışımızdı. TİKB, kökleri daha gerilere giden bu stratejik anlayış üzerine inşa edildiği içindir ki zaten teoriden taktiklere, örgütsel yapılanması ve ölçütlerinden pratik‐

teki tutumlarına kadar sınıf mücadelesinin her cephesinde tutarlı ve gözüpek bir proleter militanlığın temsilcisi olarak tanınmıştır. 2. Konferans sonrası sürecimizde bu anlayışımızı, ʺpartiyi ve devrimi birlikte örgütlemekʺ temel sloganı ile formüle ettik. Sosyal devrimci karakteri zayıf küçük burjuva aydın çevreler tarafından anlamı kavranamayan bu slogan, parti anlayışımızın ayırdedici temel özel‐ liği ve ruhunun kristalize olmuş bir ifadesiydi. Öncü parti ile devrim ve iktidar ilişkisinin kuruluşunda olduğu kadar Leninist partinin diğer genel özelliklerini hatta partinin kendisini kendi içinde amaçlaştırarak anlamsızlaştıran her türlü ʺsolʺ lafazanlıkla da aramızdaki ayrım çizgilerini kalınlaş‐ tırdı. Devrimi başarma ve sosyalizmi inşanın temel aracı olarak partinin kendisini ulaşmak istediği hedefle birlikte tanımlayan bu düşünce, aynı zamanda, günün devrimci görevlerinin parti ve iktidar odağından ele alınarak süreçlere daha gelişkin ve iddialı bir perspektifle müdahale çabalarının zeminini oluşturdu. Bunun hakkını her konuda tam olarak veremedik belki ama belirgin bir öncü niteliğine sahip dönemsel ve güncel politika ve taktiklerin formüle edilebilmesinden değişik tipteki mücadele ve örgütlenme biçimlerinin komünist militan bir ruhla ele alınıp uygulanmasına kadar bir‐ çok konuda gerçekleştirilen yeni açılım ve atılımların sırrı en başta burada aranmalıdır.

TP sürecimiz, parti anlayışımızı her bakımdan daha ileri taşıdı, onu yeni ve daha üst bir senteze ulaştır‐ dı. Bu sentez somut ifadesini en başta Leninist parti öğretisinin esaslarının ve örgütümüzün parti anlayışının günün sorunlarına yanıt verecek tarzda bütünlüklü olarak ele alındığı kapsamlı bir parti teorisinin ortaya konulmasında buldu. Leninist parti öğretisinin, burjuvazi ve oportünizmin her çeşidi tarafından sadece açıkça saldırıya uğramakla kalmayıp çeşitli yönlerden bozulduğu ve sıradanlaştırıl‐ dığı bir tarihsel kesitte, onun tutarlı ve bütünlüklü bir savunusu dahi başlı başına ideolojik bir değer taşır. Fakat parti anlayışımızı taşıdığımız düzlem, burjuvazi ve oportünizmin ʺYDDʺ ideolojisinin mev‐ zilerinden yönelttiği bütün saldırılara yanıt verici özelliği ile olduğu kadar somut olarak bizim nasıl partileşebileceğimiz sorusunun yanıtını içeren özelliği ile, Leninist parti öğretisinin genel bir özet niteliğindeki pasif savunusundan öte bir anlam ve işleve sahiptir, içerik ve kapsamı, dünyanın birçok yöresinde çoğu boz bulanık görüşlere sahip yeni ML çevre ve yapılanmaların ortaya çıktığı bir tarihsel kesitte ona aynı zamanda evrensel bir önem kazandırır.

Proletaryanın sosyal devrim örgütü olarak öncü parti düşüncesinin, yaşamın her alanında burjuvazi‐ nin iktidarına ve kapitalizme alternatif olma iddiasını taşıyan bir örgüt olarak örgütlenmesi düşüncesine taşınması, parti anlayışımızın sıçratıldığı yeni düzlemin ayırdedici özelliğini oluşturur. Proletarya ve emekçi yığınların yaşamlarının her alanını kucaklayıcı bir öncü faaliyetin örgütlenmesi zorunluluğunu beraberinde getiren alternatif parti düşüncesi, devrim ve iktidar bilincini çok daha güç‐ lü kılar. Her türlü ilkellik ve amatörlük, ölçü ve ufuk darlığı, sınırlı gelişmelerle yetinen dar çevre alışkanlıkları ile tam ve kesin bir kopuşu şart koşar. Komünist öncü faaliyetin örgütlenmesi ve yürütülmesi sırasında her konuda yetkin bir devrimci profesyonellik düzeyini ve kurumsallaşmayı gerektirir. Bu kavrayış, örgütün iç yaşamından süreçlere müdahale tarzına kadar her alanda zincirsel sonuçların önünü açan yeni bir düşünce devrimine temel teşkil eder. Düşüncede ve davranışta parti tarzının yakalanmasını kolaylaştırır.

Bu kavrayış düzlemine çıkılamadığı dolayısıyla bu tarz yakalanamadığı sürece, işçi sınıfı ve emekçi yı‐ ğınların geniş kitleleriyle devrimci sosyalist bir içeriğe sahip kalıcı ve örgütlü bağlar kurulamaz. Bu du‐ rumda ne kadar devrimci özelliklere sahip olunursa olunsun, sınıf mücadelesinin ülke çapında gelişim seyri üzerindeki etkisi sınırlı, dar bir sosyal muhalefet örgütü olmaktan kurtulup, burjuvazinin iktidarını yıkma yeteneği sürekli güçlenen tehdit edici maddi‐siyasal bir güç konumuna gelmek olanaksızdır. Halbuki proletaryanın öncü partisi, burjuvazinin iktidarını yıkmaya ve kapitalizmi or‐ tadan kaldırmaya yetenekli yegane sınıf olarak proletaryanın bağımsızlığını koruyabilmek için her şeyden önce ideolojik bir güç olmak zorundadır. Gücü ve etkisi sınırlı yerel ve dar bir muhalefet örgü‐ tünden farklı olarak ülke çapında politik bir etki ve ağırlığa sahip siyasal bir güç olmak zorundadır. Ama o aynı zamanda, devrimi ve sosyalizmi bir düş olmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştürebilmek için sınıfı ve emekçi kitleleri peşinden sürükleyebilen maddi bir güç olmak zorundadır. Bu üç temel özelliği bünyesinde toplayamayan bir örgütün, partinin nitelikleri veya devrim ve sosyalizm hakkında söylediği her şey son tahlilde anlamsızlaşır. Çünkü dünyayı değiştirme eylemi, maddi sınıf güçleri

arasında cereyan eden bir mücadelenin sonucuna göre şekillenir. Bu yüzden, kendisini ʹpartiʹ olarak tanımlayacak bir örgüt, yaşamın her alanında alternatif politika ve taktiğin uygulanması için gerekli olan maddi siyasal gücü oluşturmayı başarmalıdır. Genel bir teorik mücadeleyle, genel bir programın savunulmasıyla veya sadece temel devrimci sloganlarla öncü bir parti çalışması yürütülemez.

Ekonomik, siyasal, toplumsal, ideolojik ve kültürel alanlarda daha gelişkin ve kompleks bir hal alan burjuvazinin egemenliğine ve kapitalizme karşı çekirdeksel alternatif bir güç olarak öncü parti düşün‐ cesi, örgütlenmeyi boyutlandırmanın yanı sıra partileşmenin kadrosal ölçütlerini de büyütmektedir. Gelişkin bir parti düşüncesi, bizzat onun yaratıcısı olacak kadroların da amaçlanan partiye uygun bir düzey, biçimleniş ve normlara sahip olmalarını zorunlu kılmaktadır. Bu, Lenin tarafından çizilen profesyonel devrimci kadro tipinin, TİKB kadrolarında ifadesini bulan düzenden kopma, her koşul altında mücadele, güçlü direnişçilik, örgüte bağlılık gibi özsel değerlerin üzerinde yükselen, kitlesel hareketin genişleme döneminde kimi yeni özellikler kazanmış kadro şekillenişinin devamı olan, fakat proleter sınıf savaşımının ihtiyaçlarına ileri düzeyden yanıt veren bir kadrosal düzey olmalıdır. Dar örgüt çalışma tarzı ve alışkanlıklarının, koşullardan gelme her türlü sınırlılığın üstüne çıkabilen, proletaryanın geniş yığınsal eylemini ve diğer emekçi sınıfların hareketini örgütleme yeteneğinde olan, güçlü bir tarih bilinci, dönem kavrayışı ve gelecek perspektifi ile donanmış, profesyonel bir yetkinleşme düzeyine ulaşmış, taktik önderlik yeteneği gelişkin, sonuç alıcı üretken bir çalışma geliştirebilen bir kadro yapısını şart koşar. Bu kadrosal düzey, kapitalizmin geliştirdiği profesyonel kadro tipinin karşıtı olarak tarihsel ve dönemsel koşullar ile partileşmenin ihtiyaçlarından doğmakta‐ dır. Ancak bu nitelikteki komünist kişilik özellikleriyle, yüksek bir bilinç, yüksek bir disiplin anlayışı ve proleter saflık düzeyine ulaşmış moral‐etik değerlerle donanmış bir kadro yapısı sistemin karşısına dikilebilir.

Bugün burjuvazinin dünya çapında proletarya, emekçi yığınlar ve ezilen halkların tepki birikimleri ve muhalefet eylemlerini denetim altında tutabilmek için geliştirdiği politikalarla birlikte düşünülecek olursa, geniş yığınlarla devrimci bir temelde kalıcı ve örgütlü bağlar kurabilmenin, basit bir niceliksel büyüme sorununun çok ötesinde, devrimci radikal güç ve örgütlerin geleceğini belirleyici bir önem kazandığı gerçeği daha iyi görülür. Burjuvazi, ʺdevleti yeniden yapılandırmaʺ adını verdiği stratejik bir yönelim çerçevesinde, bir taraftan merkezi devlet iktidarını güçlendirir, sınıf egemenliğinin aracı olarak burjuva devletin baskıcı terörist özünü çok daha dolayımsız biçimlerde ortaya koyduğu yöntemlere giderek daha fazla başvururken diğer taraftan ezilen yığınların tepki birikimini kendi kontrolü altındaki liberal reformist kanallara yöneltmeyi teşvik etmektedir. Siyasal planda sınırlı bazı reform adımları ile birleşik bir tarzda orta sınıflar için yerel ölçeklerde kırıntı niteliğinde kimi sömürü ve yağma olanakları yaratarak rejimin kitle temelinin genişletilmeye çalışılması, bu yönelimin tamamlayıcı halkası durumundadır. Böylelikle komünist ve devrimci radikal güçler, beslenme kanal‐ ları tıkanarak iyice marjinal bir konuma sürüklenmeye, imha tehdidi ya da rejim için fazla tehlike teşkil etmeyen sınırlı bir muhalefet konumunun içine hapsolma ikilemi içine sıkıştırılmaya çalışıl‐ maktadır. İşçi sınıfı ve emekçi kitleleri yaşamın her alanından kucaklayıcı alternatif bir parti düşüncesi, işte bu çemberin yarılabilmesi açısından da geleceği belirleyici yaşamsal bir öneme sahiptir.

TP sürecimiz, parti anlayışımızı daha ileri bir teorik‐siyasal düzleme taşımakla kalmadı; onu çeşitli konularda somutlayarak zenginleştirdi ve ayrıntılandırdı. Bu adımlar içerisinde yeni bir tüzüğün ka‐ bulü, çeşitli konulardaki taktiklerimizin yeni açılımlarla tamamlanıp geliştirilmesi ve sürecin kadroları‐ mızda yarattığı dönüşüm, onlara kazandırdığı ufuk genişliği ve atılımcı ruh hali özellikle önemlidir.

TP sürecinde parti tarz ve yöntemlerinin hakim kılınması, tüzüksel düşüncenin gelişmesi ve yeni bir tü‐ züğün ortaya konulmasıyla dar örgüt yapısı ve onun içerisine yerleşmiş çevresel ilişki biçimlerinin aşıl‐ ması için güçlü bir temel yaratıldı. Bizim gibi sıkı örgütsel normlara sahip bir örgütün iç yaşamı ve gelişiminde büyük öneme sahip kongre ve konferanslar başta olmak üzere örgüt yaşamının temel alanlarının ihmale yer vermeyecek şekilde tüzüğe göre düzenlenmesi, tüzüğe göre düşünme ve yaşam sürdürme başlı başına bir öneme sahiptir. Tüzük, örgütümüzün geldiği gelişme düzeyi itibarıyla da özgül bir önem taşımaktadır. Örgüt faaliyetinin sınırlarının genişlemesiyle birlikte farklı alanlar, deği‐ şik sınıf ve tabakalar içerisinde yürütülen çalışmaların sonucu çevresel ilişki ağımızın genişlediği koşul‐

larda örgütün sınırlarının net olarak çizilmesinin, örgütün organik birliğinin en üst düzeyde politik ve örgütsel bir irade birliği temelinde sağlanıp korunmasının güvencesidir tüzük. Yeni bir tüzüğün kabulü bu nedenle, ciddi bir eksikliğimizin giderilmesinin ötesinde bir anlama sahiptir.

Yeni tüzüğümüz, örgütümüzün kaydettiği gelişme düzeyine ve önümüzdeki parti hedefine uygun bir kapsam ve içerikte hazırlanmıştır. Bu özelliği nedeniyle, dar bir örgüt yapısına sahip olduğumuz eski tüzüğümüzden farklı olarak bir dizi yeni kurum ve mekanizmayı getirmektedir. Ancak özü itibarıyla Leninist parti anlayışı temelinde aynı ilkesel tutum ve yaklaşımlara sahiptir. Bu anlamda eski tüzüğü‐ müzle özsel bir devamlılık ilişkisi içindedir. Aynı örgüt çatısı altında irade ve eylem birliğimizin hangi esaslar üzerine kurulup sürülebileceğinin iki stratejik belgesinden biri olan (diğeri programdır) yeni tüzüğümüzün ruhunu ve eksenini, sıkı bir merkeziyetçiliği esas alan Leninist demokratik merkeziyetçilik ilkesi oluşturmaktadır. Bu en başta, sosyal bir devrim örgütü olarak gördüğümüz Leninist parti ve devrim anlayışımızın doğal ve mantıki bir sonucudur ve bu özelliği ile de ayırdedici ideolojik bir tutum sorunudur. Yeni tüzüğümüz, 12 Eylül sonrası birinci tasfiyeci sağ dalganın örgüt anlayışı konusundaki iki temel sloganından biri olan (diğeri gizliliğin reddidir) Kuruçeşmeci ʺdaha fazla demokrasiʺ talebinin içimizdeki tezahür biçimi ile kesin ve net bir sınır çizmiştir. Leninist de‐ mokratik merkeziyetçilik ilkesinin iki ana yönü arasında basit bir vurgu farkı olmanın ötesinde nasıl bir parti, nasıl bir devrim, nasıl bir devrimcilik anlayışına sahip olunduğunun göstergesi niteliğindeki bu ideolojik tutum sorununda sıkı bir merkeziyetçiliği esas almakla, Leninizmin özüne ve ruhuna uygun bir tutum benimsenmiştir.

Sıkı bir merkeziyetçilik temelinde örgütlenme gereği, Leninist partinin sosyal devrimci karakterinin emrettiği zorunluluklardan biridir. Devrim gibi zorlu bir savaşa öncülük ve önderlik etme iddiasında samimi olan bir örgüt, her şeyden ve herkesten önce kendisi savaşın yasa ve kurallarına göre örgütlen‐ mek zorundadır. Saflarında birlik ve disiplin olmayan, cephenin farklı noktalarındaki birlikleri tek bir plana göre (merkezi politika, taktik ve kararlar) uyumlu hareket etmeyen, herkesin ancak ʺdoğru bul‐ duğunuʺ ya da kavradığını kavradığı kadarıyla uyguladığı, fiilen eyleme ancak uzun tartışmalardan ya da iç uzlaşmalardan sonra geçebilen gevşek, disiplinsiz, başıbozuk bir yapılanma ile öncü bir rol oynanamaz.

Bugün içinde bulunulan dönemin özellikleri, komünist öncülük iddiasını taşıyan bir örgütün yerine getirmesi gereken görevler kadar onu bekleyen tehlikelerin de büyüklüğü, devrimci hareketin bugünkü kadro yapısının taşıdığı genel zaaflar gibi etkenler sıkı bir disiplin ve merkeziyetçiliği çok daha zorunlu ve yaşamsal kılmaktadır. İçinde bulunulan dönem, devrimci militan bir çizgide gelişmenin olanak ve potansiyellerini içermekle birlikte bunları her zaman çok elverişli fırsatlar olarak sunma‐ maktadır. Komünist ve devrimci radikal güçler, bir taraftan sınıf ve kitle hareketinin henüz alt edilememiş zaafları ile diğer taraftan rejimin günümüzde artık asıl olarak takibe ve ajan sızdırmaya dayalı çökertme stratejisi ve fiziki imha saldırıları ile boğuşarak yollarını açmak zorundadırlar. Bu koşullarda komünist faaliyet, örgüt çizgisi ve politikaları temelinde hem çok sabırlı ve inatçı bir kararlılıkla hem de karşısına çıkan en küçük bir fırsatı bile olabilecek en etkin tarzda değerlendirmesini bilen bir serilik ve inisiyatifle yürütülmek durumundadır. Aksi takdirde ne eldeki güçlerin tam olarak seferber edilebildiği süreklilik kazanmış merkezi bir örgütsel faaliyetten söz edilebilir ne de politika ve taktiklerin zamanında yaşama geçmesi sağlanabilir. Sıkı bir disiplin ve merkeziyetçiliğin rolü ve önemi bu noktada ortaya çıkar. Pratikte adım atmanın ve hızlı hareket etmenin gerektiği durumlarda bile örgüt, politika ve taktiklerin tartışılmasıyla zaman yitiremez. Onların özünü, amacını ve öncü karakterini kavramamakta adeta inat eden kadrolarının ʺönce ikna olmalarınıʺ bekleyemez. Bu noktada disiplin ve zorlama öne geçer. Küçük burjuva entelektüel bir tartışma kulübü veya Menşevik bir yapılanmadan farklı olarak Leninist tipte savaşçı bir devrim örgütü olabilmenin zorunlu bir gereği‐ dir bu.

Aynı zorunluluk, taktik önderlik konusunda olduğu gibi bugün çok daha kompleks önlemlerin uygulanmasını gerektiren örgütsel güvenliğin sağlanabilmesi konusunda da çıkar karşımıza. Faşist bir diktatörlük rejimi altında burjuvazinin iktidarını yıkmayı hedefleyen bir sosyal devrim örgütü, faaliyetlerinin sürekliliğini sağlayabilmek için gizlilik temelinde örgütlenmek ve yasadışı çalışmayı

esas almak zorundadır. Fakat bunu yaparken öte taraftan da kendi başına bir amaç olmayan gizliliğin bu kez kendisini boğan, sınıfın, emekçilerin geniş kitleleriyle buluşmasını sınırlandıran bir kozaya dönüşmesine de meydan vermemek durumundadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin geniş yığınlarıyla buluşa‐ bilmenin zorunlu kıldığı hareket genişliği ile ancak çok sıkı kurallar temelinde sağlanabilecek olan gizliliğin gerekleri arasındaki çelişkinin devrimci bir tarzda doğru bir biçimde çözümlenebilmesi ilkeli bir esnekliği şart koşar. Bu denge, her somut tarihsel evrede, devrimle karşı devrim arasındaki güç dengelerinin somut biçimlenişine, proletarya ve devrimci kitle hareketinin gelişme düzeyine ve gelişmenin yönüne, bu arada burjuvazinin hiçbir zaman sabit kalmayan devrimci güçlere karşı izlediği taktik ve yöntemlerdeki değişmelere bağlı olarak dinamik bir tarzda kurulmak zorundadır. Bu ba‐ kımdan örgütsel güvenliğin sağlanabilmesi, bunun temel koşullarından en başta gelenini oluşturan gizlilik temelinde örgütlenme ve yasa dışı çalışma, değişmeyen belirli bazı biçimlerin uygulanmasına indirgenemez. Her somut tarihsel evrede bunların doğru belirlenip örgüt çapında uygulanabilmesinin temel gereklerinden biri de sıkı bir disiplin ve merkeziyetçiliktir. Merkeziyetçilik ve disiplinin olma‐ dığı veya zayıf olduğu bir örgütte, örgütün sınıf mücadelesinin koşullarındaki değişmelere her bakım‐ dan hızla uyum sağlamasını beklemek bir hayal olur.

Bizim özgülümüzde bugün sıkı bir merkeziyetçilik ve disiplini çok daha önemli kılan etkenlerden biri de parti hedefimiz ile güçlerimiz ve olanaklarımız arasındaki açı farkıdır. Önümüzdeki dönemde bütün çaba ve faaliyetlerimizin odak noktasını, partileşme sürecimizin hızlanması ve bu rüyamızın gerçek‐ leştirilmesi oluşturacaktır. Ancak bu stratejik görevin zorunlu kıldığı her biri birbirinden zorlu ve kapsamlı görevleri, sadece nicel açıdan değil, nitel yönlerden de zayıf ve yetersiz güçlerle başarmak durumundayız. Hedef ile eldeki güçler arasındaki bu açı farkının kapatılabilmesi, bir yerde iç bünye‐ mizde yapacağımız devrimci atılımın hızına, kapsamına ve derinliğine bağlıdır. Partiye doğru yürüyü‐ şümüzün istenen tempoda ve sonuç alıcı bir tarzda yürütülebilmesi için örgüt kendisini geride kalana, ayağını sürüyerek hareket edene, sıradan bir gelişme gösterene uydurmayacak; onlardan kendilerini öncü ve ileri olana uydurmalarını isteyecektir. Sıkı bir disiplin ve merkeziyetçilik olmadan bu başarı‐ lamaz. Geride kalanın ileriye doğru çekilmesi, örgütün bütün güçlerinin ileri olana göre ko‐ numlandırılmaları mümkün olmaz.

Sıkı bir merkeziyetçiliği esas alması, yeni tüzüğümüzün, örgüt içi demokrasiyi tümüyle dışladığı ya da önemsiz gördüğü anlamına gelmemektedir. Merkeziyetçiliği boğucu bir bürokratizm ile karıştıran çarpık anlayışlardan tümüyle farklı olarak örgütümüz, Leninist demokratik merkeziyetçilik ilkesinin her iki yönünün kopmaz bir bütünlük oluşturduğu görüşündedir. Sıkı bir merkeziyetçiliğin amaca uygun bir biçimde uygulanabilmesi, içerisinde bulunulan koşullarla çelişmeyecek gelişkin bir demokrasiyle birlikte mümkündür. Merkeziyetçiliğin olmadığı yerde nasıl ki demokrasinin partinin sa‐ vaş yeteneğini zayıflatıp ortadan kaldıran Iiberal anarşist bir başıbozukluk olarak yozlaşması tehlikesi varsa, olabilecek en geniş demokrasinin olmadığı yerde de merkeziyetçiliğin partinin iç yaşamını boğucu bürokratik bir cendereye dönüşmesi tehlikesi vardır. Leninist demokratik merkeziyetçilik ilkesinin bu diyalektik yorumu, yeni tüzüğümüzün de temelini oluşturur. Bu düşünce, MK dışındaki organ ve görevlere seçimle değil, atama yoluyla gelinmesi dışında, burjuvazinin iktidarı altında onu yıkmak için savaşan Leninist bir örgütte olabilecek en geniş iç demokrasinin hemen hemen tüm kurum ve mekanizmalarına yeni tüzüğümüzde yer verilmesiyle somutlanmıştır. Yeni tüzüğümüz, demokrasiyi, kolektif inşanın, politik ve örgütsel irade birliğinin üst düzeyden sağlanması ve örgütün iç yaşamının çok yönlü gelişiminin aracı kılarken, iç demokrasinin gelişiminin kadroların ideolojik‐politik düzeyinin yükseltilmesinden geçtiğini göstermektedir. Bu özelliği ile o, her türlü şekilsel demokrasi anlayışının ötesine geçmektedir. Keza daha gelişkin bir tüzüksel düşüncenin ortaya çıkması ve bunun maddelerdeki somutlanmasıyla, geçmiş dönemde kendini gösteren, kongre ve konferansların örgütü geliştirici öneminin kavranılışındaki eksiklik ve ihmalleri, kurumsal işlerlik zayıflıklarını giderici ön‐ lemler alınmış; fakat bunların istismarından doğan ʺdemokratizmʺ eğilimleri ile de kesin bir sınır çekilmiştir. Yeni tüzüğümüzün bu konuda getirdiği yeni kurallar ve mekanizmaların dışında ayrıca MKʹne, örgütün burjuvazinin iktidarı altında, faşist bir diktatörlük rejimine karşı savaşan bir örgüt olduğu gerçeğini unutmaksızın sınıf mücadelesinin gelişim seyrine, işçi sınıfı ve devrimci kitle hareketinin açtığı fiili özgürlük alanlarının genişlemesine bağlı olarak örgüt içi demokrasinin sınırlarını

genişletme sorumluluğunu vermesi, onun örgüt içi demokrasiye verdiği önemin bir başka temel gös‐ tergesidir.

2. Konferansımızdan bugüne kadar geçen süreçte örgütümüzün çok belirgin bir gelişme kaydettiği alan‐ ların başında taktik önderlik alanı gelir. Bu süreç zarfında her biri kendi içinde örgütümüzün önüne yeni gelişme perspektifleri açmakla kalmayan, sürece devrimci müdahale açısından öncü karakteri sonraki gelişmelerle de doğrulanan bir dizi dönemsel ve güncel taktik politika ortaya konulmuştur. ʺKurultayʺ, AFMK, GGGD, SAG Taktiği, devrimci 1 Mayıs taktikleri… bazıları stratejik nitelikteki bu dönemsel politika ve taktiklerin başlıcalarıdır. Taktik önderlik alanındaki bu gelişme ve yetkinleşme kuşkusuz bir tesadüfün ürünü değildir. O en başta proletaryanın sosyal devrim örgütü olarak öncü parti düşüncesinin doğal ve mantıki bir sonucudur. Gündemdeki sorunlara zamanında ve doğru yanıtlar üretemeyen, süreçlere ʹtaktikʹ olarak adlandırılmaya layık bütünlüklü bir plan dahilinde müdahale çabası içinde olmayan bir örgüt, bırakalım öncü bir rol oynamayı, çoğu zaman kuyruk olmayı bile başaramaz. Sınıf savaşımında kendi çizgisi ve hedefleri doğrultusunda bağımsız bir inisiyatif ve etkinlik sergileyemez. Sınıf mücadelesini mevcut koşullar dahilinde proletaryanın devrim ve sosya‐ lizm hedefi doğrultusunda ilerletmeyi amaçlayan öncü politika ve taktikler, sınıf savaşımını devrimci bir yönde geliştirmenin araçları oldukları kadar, örgütün sınıf ve kitlelerle devrimci bir zeminde buluş‐ masını sağlayacak halkalar işlevine sahiptir. Bu özelliği nedeniyle taktikler ve taktik önderlik alanında yetkinleşme, büyüme, kitleselleşme ve sınıf mücadelesi arenasında ciddiye alınır bir güç haline gelebilmenin zorunlu ve temel bir gereğidir. Bu bakımdan taktik önderlik alanında sağladığımız gelişme, partileşme sürecimizde atılması gereken stratejik adımlardan biri olarak önümüze ʺbüyüme ve kitleselleşmeʺ hedefini koymuş olan 2. Konferansımızın çizdiği hatta bir ilerleme anlamına gelir.

Fakat yine bu süreç, taktik önderlik ve süreçlere taktik müdahale alanındaki zayıflıklarımızı da açığa çıkarmıştır, içerik olarak isabetli ve uzak görüşlü devrimci öncü taktikler ortaya koymuş olmamıza rağmen pratikte onların yaşama geçirilmesinde sergilediğimiz zayıflık, bu zaaflarımızın en başta gele‐ nini oluşturur. Bu yönüyle örgütümüzün teorisi ile pratiği arasında tehlikeli bir açıklık doğmuştur. Bunun, politika ve taktiklerimizin özünün kavranışı ve kavratılışındaki yetersizlikler, teorik‐siyasal gelişmede istenen temponun yakalanamamış olması, çalışma tarzımızdaki hantallık ve refleks zayıflık‐ ları, durgunluk dönemlerine özgü alışkanlıklardan bütünüyle kurtulamamış olmak, çoğunluğu genç kadrolarımızın deneyim ve birikim yetersizliği vb. gibi kendimizden kaynaklanan nedenleri vardır. Fakat sınıf ve kitle hareketinin sancılı ve tutuk bir gelişme seyri göstermesinin sınırlandırıcı etkilerinin payı da büyük olmuştur. Uzun yıllar dar kadro güçleriyle mücadele etmiş olan örgütümüzün, devrimci politikanın kitlelere dayanılarak yapılması ve kitlelerle farklı dönemler içerisinde dahi çok yönlü ilişkiler kurmadaki zayıflığı ile bunun araçları olan geniş bir çevresel örgütler ağı geliştirerek politik maddi güç yaratmakta yaşadığı zorlanmalar, politikalarımızın pratiğe etkin bir şekilde taşınmasını güçleştiren bir diğer önemli etkendir. Örgütümüz, deneyimlerinden çıkardığı bu sonuçlar üzerinden ilerleyerek önümüzdeki süreçte, dönemsel politika ve taktikler ortaya koyma alanında sağladığı yetkinleşmeyi arada açı farkı bırakmayacak şekilde pratiğine taşıyacaktır.

Taktiklerimizin yaşama geçirilmesinde ve onlarla hedeflenen sonuçların alınmasında yaşanan zor‐ lanma ve tıkanıklıklar, bir dizi sorun ve tehlikeyi de beraberinde getirdi. Öncü politika ve taktiğin ʺkafalarda eskimesiʺ, giderek onun doğruluğundan kuşku duymaya başlama bu olumsuz sonuçlardan en başta geleni ve en yıkıcı sonuçlar doğuranı oldu. Temelinde politika ve taktiklerin özünün kavrana‐ mayışının, onların uygulanmasında yaşanan zorlanma ve tıkanıklıkların dönemle ilişkisi içinde bütün‐ lüklü olarak ele alınmayışının yarattığı bu olumsuz sorgulayıcılık, ideolojik sağlamlık eksikliği ve devrimci iç dinamiklerde zayıflama ile de birleşince, günün devrimci görevlerinden kaçışı perdele‐ meye çalışan bir dizi mazeret teorilerine kaynaklık etti. Bu ruh hali, TP sürecinde, belli başlı bütün taktiklerimizin yer yer keskin lafazan bir söylem altında özünde sağdan gözden geçirilmesi talebi biçimini aldı. Ancak TP çoğunluğu, örgütün devrimci öncü politika ve taktiklerinin özünü ve ruhunu zerrece kavramadığını sergileyen bu girişim ve çabaları kesin ve kararlı bir tutumla reddetti.

Ancak ideolojik‐örgütsel bakımdan bu kararlı ve sağlam duruş, TPʹnin, taktiklerimizi ve süreçlere taktik müdahale yeteneğimizi devrimci eleştirel bir tutumla ele alıp irdelemediği anlamına gelmez.

Tam tersine bu konuda kendisini sadece politika ve taktiklerimizin devrimci özünün savunulması ile sınırlamayan geliştirici bir tartışma yaşandı. Taktik önderlik alanında sağladığımız gelişmeler kadar zayıf ve yetersiz kaldığımız yönler üzerinde de duruldu. Mevcut politika ve taktiklerimizi geliştirip zenginleştirici yeni açılımlar ortaya konuldu. Onların özünün kavranışında bir derinleşme sağlandı. Bu arada taktiklerimizin uygulanmasında olsun, örgütsel faaliyetin bütününde olsun gelişme ve ilerle‐ menin belirleyici etkeni olarak kadrolar sorunu üzerinde duruldu. Küçük burjuva zaaflara hitap eden bir kadro popülizmi yaparak güç toplamaya kalkışan oportünist yaklaşımlardan farklı olarak kadro yapımız, kadrolarımız ve kadro adaylarımızın özellikleri çeşitli yönleriyle irdelendi. Komünist örgüt adamı kişiliğinin gelişimini ivmelendirme amacına uygun olarak bu çözümlemeler, bu kez kadrolarda devrimci bir atılım isteği ve mecali bırakmayacak ezici bir eleştirelliğe de düşmeden, onların güçlü ve zayıf yanlarının, zaafları ve komünist gelişme potansiyellerinin süreçle ve geldikleri alanlarla bağı içerisinde ortaya konulduğu devrimci diyalektik materyalist bir yaklaşımla yapıldı. Dönemin nesnel koşullarındaki bütün elverişsizliğe rağmen bunun eğitici ve dönüştürücü sonuçları daha süreç içinde kendini göstermeye başladı.

Zaten TP sürecimizin örgütümüze kazandırdıkları içinde belki de en önemlisi, kadrolarımıza ka‐ zandırdığı ufuk genişliği ve sağladığı düşünsel sıçramadır. Örgütü sahiplenme bilinci ve parti perspektifinin güçlenmesi bu kazanımların en başında gelir. Her ne kadar bir taraftan en temel örgüt‐ sel değerlerimizi dahi tahrip edici tutum ve yaklaşımlarla da karşılaşılmış olmasına rağmen sonuçta ağır basan yön bu olmuştur. Parti rüyamızın gerçekleştirilmesi başta olmak üzere ulaşmak zorunda olduğumuz hedefler, bu süreçte, sınırlı sayıdaki yoldaşın bilincinde şekillenmiş ütopya ve yönelimler olmaktan çıkarak kadrolarımız arasında kitleselleşti. Önümüzdeki görevler ve sorunların büyüklüğü kadar gelişme dinamikleri ve potansiyellerimizin parçalarla sınırlı yüzeysel bir algılanışının yerini da‐ ha derinlikli ve bütünsel bir kavranışı aldı. Pratikteki somut yansımalarını önümüzdeki süreçte çok daha belirgin olarak göreceğimize inandığımız bu değişim, bizi bekleyen zorlu ve kapsamlı görevlerin üstesinden geleceğimize dair inancımız ve güvenimizin en büyük dayanaklarından biridir. Bu süreç bize, örgütümüzün güçlü ve gelişmekte olan yanları kadar geride kalan ve aşılması gereken zayıf yanla‐ rını da gösterdi. Bunu da en büyük kazanımlarımızdan biri olarak görüyoruz. Çünkü bu sayede kadrolarımızın örgütü kavrayışları daha somut ve gerçekçi bir temele oturmakla kalmadı; örgütle ve devrimle daha ilerden bir bütünleşmenin, örgütümüzün ihtiyaçları ve önümüzdeki görevlerle daha sorumlu bir ilişki kuruş tarzının zeminini güçlendirdi. Ne kadar devrimci bir niyet ve karakter taşırsa taşısın eskinin dar örgüt ölçüleri ve alışkanlıkları ile geleceğe yürünemeyeceği, büyük ve iddialı ge‐ lişmelerin sağlanamayacağı, sonuçta komünist öncü misyonunun hakkının verilemeyeceği gerçeği bi‐ linçlere daha derinlemesine kazındı. Komünist gelişme ve mükemmelleşmenin sürekli ve çok yönlü bir iradi çaba gerektirdiği, aksi takdirde proletaryanın devrim ve komünizm kavgasının tarihsel gelişim sürecinin şu veya bu evresinde, şu veya bu biçimde politik ölümün kaçınılmazlığı, teoriden ve tarihsel deneyimlerden ʹbilinenʹ bir ders almanın ötesine geçerek bizzat kendi içimizde yaşanan pratik örnekler temelinde alınan bir ders oldu. Bunlar örgütün geleceği açısından siyasal önemi büyük kaza‐ nımlardır.

Örgüt olarak hatasız ve sorunsuz olmayan tarihsel gelişim sürecimizin irdelenmesine dayalı yeni bir dönüşüm sürecinin kendisinin de sorunsuz ve sancısız gerçekleşmesi beklenemezdi. Çünkü bu basit bir reformasyon hareketi ya da sıradan bir düzeltme kampanyası değildi. Sadece örgütün geldiği gelişme düzeyinin değil tarihsel sürecin de zorunlu kıldığı devrimci bir sıçramanın gerçekleştirilmesi gereken bir momentti. Dolayısıyla dünde kalmış olanla gelecek perspektifine sahip olanın, dar örgüt döneminin düşünce tarzı ve alışkanlıklarıyla devrimi örgütleme iddiasının gerektirdiği parti tarzının, durağanlık ve gerileme eğilimleri ile gelişme ve ileri atılma yöneliminin çatışması kaçınılmazdı.

Özü ve doğası gereği bu çatışma bazı tahrip edici sonuçlar da doğurdu. Örgütümüzün tarihinde örneği görülmedik tutum ve gelişmelerle karşılaştık. Örneğin kuruluşumuzdan bu yana ilk kez bir hizip çıktı saflarımızda. Temel örgütsel değerlerimiz akıl almaz bir biçimde kirletildi. Önceleri devrimci olmayan sağlıksız bir muhalefet eğilimi biçiminde başlayıp TP ile birlikte yıkıcı bir birikim patlamasına dönüşen bu eğilimin temsilcileri, TP süreci ilerleyip savundukları görüşlerin, ileri sürdükleri iddia ve

eleştirilerin örgüt çoğunluğu tarafından kabul görmeyeceği açığa çıkmaya başlayınca hizipçi bir faaliyete yöneldiler. Görüşleri ve yönelimleri, ideolojik‐siyasi özü ve kapsamı itibarıyla küçük burjuva bir sapma özelliğine sahipti. Örgütün gelişme düzeyini ve gelişmenin yönünü doğru belirlemekten uzak, başlangıçta istismar konusu yaptığı kimi eksiklikleri dile getirmenin dışında geleceğe dair hiçbir devrimci perspektife sahip olmayan, sadece hatalar ve eksiklikler temelinde örgütün bugünüyle dü‐ nünü karşı karşıya getirerek kendisine alan açmaya çalışan bu sapma, bir yönüyle de mücadelenin ve örgütün ihtiyaçlarına yanıt veremeyen, kendisini daha ilerden konumlandıramayan, dünkü biçimlerin arkasına gizlenmeye çalışan yorgun devrimciliğin başkaldırısıydı.

Bu yorgun devrimcilik, başlangıçta keskin bir devrimci lafazanlıkla ortaya çıktı. Örgütün ve kadro‐ ların sürecin karmaşıklığı ve görevlerin büyüklüğü karşısında zorlanma yaşadıkları bir dönemde bu yolla yanılsama yaratmaya çalıştı. Kendisini örgütün partiye doğru yürüyüşüne uyduramadığı için örgütü kendisinin alışkın olduğu bir önceki dönemin anlayışları, mücadele ve örgüt biçimlerinin geri düzlemine çekmeyi denedi. Bu onu en başta sorunların ele alınışı sırasında, bunların örgütün gelişimi, geldiği düzey, içinde hareket ettiği koşullardan kopartarak ele alan bir inkarcılığa sürükledi. Bu inkarcılık, yasadışı örgütlenme, yasal alan ilişkisinin ele alınışı ve bu konudaki örgütsel pratiğin değer‐ lendirilmesi konusunda otzovizm biçimine büründü. Ama daha sonra ʺkurultayʺ ve AFMK politikaları ve pratiğine yaklaşım başta olmak üzere örgütün dönemsel ve güncel politika ve taktiklerinin ele alınışı sırasında, bu arada yenilen darbeler sonrası örgütsel güvenliğin korunmasına yaklaşım gibi konularda asıl özünü ele verdi, keskin lafazanlık ve otzovizm yerini bariz ve dolaysız bir biçimde sağ tasfiyeci yaklaşımlara bıraktı. En fazla spekülasyon konusu yaptıkları, ʺbütün sorunlarımızın adeta tek nedeni ve çözüm yoluʺ olarak gösterdikleri tüzük sorununda savundukları görüşler (ʺdemokratizminʺ bayraktarlığını yapmışlardır) ve sergiledikleri pratik (süreç boyunca en çevreci yöntemleri kullanmışlardır), bu sapmanın içyüzü ve yönelimi hakkında ayrıca yeterince fikir vericidir.

Esasında örgütün devrimci baskısı karşısında yalpalayan, kendisini tam olarak sistematize edememiş silik oportünist görüşlerdir bunlar. Bu görüşlerin savunucuları, içerisinden geçilen dönemin karmaşık yapısının bütünsel ve derinlikli bir devrimci çözümlemesinden, örgütün süreçteki konumlanışını gelişti‐ rerek sorunların partileşme düzlemine yöneliş ve sıçrayışla çözüleceği perspektifi ve kavrayışından, buna uygun bir yönelim ve dönüşüm içerisine girerek, kendilerini bu doğrultuda ileriye doğru konumlandırmaktan uzaktırlar. TP sürecinin başlangıçtaki örgütsüz ve kaotik gelişiminden de yararlanarak belli bir kafa karışıklığı yaratmayı başarabilmişlerdir. Fakat süreç ilerleyip tartışılan konu‐ lardaki görüş ayrılıklarının özü açığa çıktıkça, örgütün geleceğini belirleyecek temel eksenler netleştikçe TP üyelerinin ezici bir çoğunluğu bu görüşleri mahkum etti. Bu arada, 2. Konferans sonrası süreçte örgütümüzün ʺalttan alta çöktüğünüʺ ve ʺLeninist bir örgüt olmaktan çıktığınıʺ ileri sürerek ʺbir iç devrim başlatmakʺ iddiasıyla ortaya çıkanlar, ne bu süreç boyunca çoğu dedikodu ve iftira niteli‐ ğindeki eleştiri ve görüşlerinin altını doldurabildiler ne de kendilerine karşı gösterilen sabrı ve es‐ nekliği doğru yönde yorumlayıp değerlendirdiler. Ortaya çıkan görüş ayrılıklarını ideolojik, siyasi zeminde ve örgüt kuralları içinde kalarak tartışacakları yerde, eleştirinin bayağılaştırması ve hizipçilik dahil her türlü parti dışı yönteme başvurdular. Buna rağmen kayda değer bir azınlık bile oluşturamadı‐ lar.

MK bütün bu süreç boyunca, örgütün birliğini koruma sorumluluğunun yanı sıra örgüt içinde ortaya çıkan görüş ayrılıklarının ele alınıp çözümlenmesi sırasında Türkiye devrimci hareketinde yaygın olan kestirmeci tutum ve yaklaşımlardan farklı bir tarz ve kültürün örneğini yaratma perspektifiyle hareket etti. Devrimci bir geçmişe ve gelişkin kimi devrimci özelliklere sahip olmalarına karşın dünkü biçim ve alışkanlıklara saplanıp kalan, tutuculuk sergileyen, komünist mükemmelleşme yönündeki gelişimleri durmuş veya zayıflamış güçlerinin silkinip kendilerine gelerek süreci kavramalarını, örgütün hedef‐ leriyle buluşup dönüşebilmelerini sağlamayı esas aldı. Bu arada büyüyen, genişleyen, içinde bulunulan tarihsel dönemin özelliklerine de bağlı olarak farklı düzeylerde devrimci niteliklere sahip olmakla birlikte devrimci komünist militan kişiliği henüz tam olarak oturup olgunlaşmamış güçlerin de saflarına katıldığı bir örgütte, burjuvazinin fiziki olduğu kadar ideolojik baskı ve saldırıları ile de birleşen dönemdeki sıkışma ve benzeri konjonktürel etkenlere bağlı olarak her zaman ortaya çıkabile‐

cek devrimci proletaryaya ve örgüte yabancı tutum ve sapmalarla mücadele ve bunlarla Leninist parti tarzı çözümü konusunda örgütümüzde yeni bir gelenek yaratmayı amaçladı. Bu tarzın özüne uygun olarak ideolojik‐siyasi bakımdan çok net ve uzlaşmaz bir duruş sergilerken, pratik tutum bakımından idari‐örgütsel önlemlere başvurmadan önce sorunu siyaseten çözmeyi esas alan sabırlı ve kazanıcı bir yaklaşımı benimsedi. Fakat saplandıkları düşünsel ve ruhsal yabancılaşmadan kurtulamayanlar, çev‐ reci ve hizipçi tutum ve faaliyetlerinden buna rağmen vazgeçmediler. Örgütün çoktan açığa çıkmış olan çoğunluk iradesini dikkate alarak devrimci özeleştirel bir tutuma yönelecekleri yerde bildikleri gibi hareket etmeyi sürdürdüler. Yaptıkları bütün her şeye rağmen örgütümüz şimdi onlara son bir dev‐ rimci şans daha tanımaktadır: Örgütün büyük bir çoğunluk iradesiyle ortaya çıkan doğrultusu temelinde dürüst ve içten bir siyasal özeleştiri yapmalıdırlar, hizipçi faaliyetlerini açık yüreklilikle ortaya koymalı ve kurdukları her türlü çevreci, grupçu, hizipçi ilişkilere derhal son vermelidirler. Aksi takdirde Konferansımız onları örgüt dışına düşmüş kabul edecektir.

3. Konferansımız ile birlikte PARTİYE ve DEVRİME doğru yürüyüşümüzde zor ve sancılı bir dönemi geride bıraktık. Şimdi önümüzde iddialı hedefler ve kapsamlı görevlerin bizi beklediği daha zorlu bir süreç uzanıyor. Bunun bilincindeyiz. Önümüzdeki görevlerin ve zorlukların büyüklüğü gözümüzü korkutmuyor. Geleceğe dair içimizde hiçbir kuşku, kaygı ve güvensizlik yok! Tam tersine, ayakları yere basan komünist bir iyimserlik, umut ve özgüvenle doluyuz. Nereden geldiğimizi, hangi noktada bulunduğumuzu ve nereye varmak istediğimizi bugün daha iyi görüyoruz çünkü. Bu yolu netleştirdik ve derinleştirdik. Bizi parti hedefimize ulaştırmakla kalmayıp bugün asıl olarak düşünsel bir darlaşma, sıkışma yaşayan TDH içinde ve giderek enternasyonal harekette SİYASAL ÖNCÜ bir konuma sıçrata‐ cak kapsamlı bir gelecek perspektifi ortaya koyduk. Bunun içerdiği iddialı hedefleri önümüzdeki süreçte maddi birer gerçekliğe dönüştüreceğiz. Örgüt olarak bu konuda en başta kendimize, sahip olduğumuz komünist devrimci niteliklerimize, birikim ve potansiyellerimize güveniyoruz. Tarihin tanıdığı en devrimci sınıfın öncüleri olarak ML ideolojimizin şekillendirdiği irade gücümüzü ve dev‐ rimci dinamiklerimizi en üst düzeyden konuşturmakta kararlıyız. Nicel güçlüklerimizin zayıflığı bizi ürkütmüyor. Çünkü tarihsel bakımdan devrimci öncü yönelim ve politikaların kendi güçlerini büyütüp çoğaltarak yolunu açacağını biliyoruz. Örgütümüzün tarihsel hedef ve iddialarıyla daha ileri bir düzeyden bütünleşme yönelimine şimdiden girmiş olan yoldaşlarımızın sayısının her şeye rağmen hiç de az olmayışı, bu umut ve güvenimizi pekiştiriyor. Zayıflıklarımızın nerelerde yattığını ve bunları nasıl giderebileceğimizi de biliyoruz. Bütün kazandırdıklarına rağmen sınıf mücadelesi pratiğine var gücümüzle yüklenmemizi engelleyen bir sürecin geriye çekici etkileri ve dağınıklığından da kurtulmuş olarak şimdi bunların üzerine gideceğiz. Sıradan hiçbir gelişme tatmin etmeyecek bizi. Çünkü parti hedefimiz ve tarih, TİKB ve onun kadroları olarak bizden sıradan bir devrimciliğin üzerine çıkmamızı istiyor. Tarihin bu beklentisini boşa çıkartmayacağız!

PARTİYE ve DEVRİME BİR ADIM DAHA! YASASIN 3. KONFERANSIMIZ! YASASIN MARKSİZM‐LENİNİZM! YAŞASIN TİKB!

TİKB 3. Konferans Belgelerine buradan ulaşabilirsiniz..

3 konferans