(Örgütsel Rapor)
Bundan dört yıl önce gerçekleştirdiğimiz 5. Konferansımız sonunda TİKB olarak “proleter sosyalist devrimi örgütleme iddiamızı büyütme” bağlamında önümüze şu hedefleri koymuştuk:
“1) İşçi sınıfı içinde çalışmayı esas almayı sürdürerek faaliyet alanlarını genişletip büyütmek, yeni güçlere ve alanlara açılmak,
2) İşçi sınıfı içindeki çalışmayı büyütmek ve güçlendirmek, sınıfın siyasal ve sendikal örgütlenmesinde ön açıcı militan sosyalist bir çekim merkezi haline gelmek,
3) 1990’ların ortalarından itibaren yaşanan iç kriz süreçlerinde fazlasıyla ihmal edilip boş bırakılan kadın çalışmasını yeniden canlandırmak, bu alanın kendi güçlerine dayanarak örgütlenmesine hız vermek,
4) Bağımsız gündemini takip etmekte herhangi bir zayıflama ya da ihmale meydan vermeden kendi dışındaki samimi devrimci-sosyalist güçlerle değişik düzeylerde işbirliği arayışlarını sürdürmek,
5) Proletarya sosyalizmine yeniden çekim gücü kazandırmak doğrultusundaki teorik-siyasal-pratik çabalarını yoğunlaştırmak, 20. yüzyılda yaşanan sosyalizm deneyimleri ve geriye dönüş sorunları üzerine teorik bir yoğunlaşma yönelimine girmek,
6) Propaganda ve ajitasyon araç ve yöntemlerini zenginleştirip çoğaltarak genç kuşaklara ulaşmanın yollarını bulmak,
7) Yeni bir enternasyonal ilişkiler ağının örülmesine yönelmek.”
Bunlardan “faaliyet alanlarımızı genişletip yeni güçlere açılmak” ile “yeni bir enternasyonal ilişkiler ağının örülmesine yönelmek” konularında -kimi adımlar atmakla birlikte- istediğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Fakat bunlar dışında koyduğumuz hedefler doğrultusunda belirgin ilerlemeler kaydettik.
Dünyada olduğu gibi Türkiye özgülünde de devrimin nesnel koşullarındaki olgunlaşma düzeyi yanında devrimin aciliyeti ve yakıcılığını gözönüne getirdiğimiz zaman kaydettiğimiz gelişmelerin cılızlığı ve yetersizliğinin de bilincindeyiz. Bu nedenle bir rehavet içinde değiliz. Tam tersine, başardıklarımızın yetersizliğinden ve hâlâ gideremediğimiz eksiklerimizden kaynaklanan boşlukların acısını ve gerilimini yaşıyoruz. Bu aynı zamanda kendimizden olduğu kadar elimizde olmayan nedenlerden kaynaklanan engelleri aşma konusundaki kararlılığımızı kamçılıyor.
Güçlerimizin nicel zayıflığı ve kadro yetersizliği aşamadığımız engellerin başında geliyor. Bunun başta gelen nedeni ise örgütçü özelliklerimizdeki zayıflık. Dönemin insan malzemesinin geçmiş dönemlerle kıyas kabul etmez farklılığı başta olmak üzere bunun sadece bizlerden kaynaklanmayan nedenleri de var elbette. Ama bu nesnelliğe teslim olmadan yeni güçler kazanmakta, kendimize yeni yol ve kanallar açmakta yetersiziz.
Bu zayıflığımızı gidermek için yıllardır değişik yol ve yöntemler denedik. TİKB olarak yapısal özelliklerimiz arasında yer alan kimi sekter anlayış ve alışkanlıklarımızı aşmak için özellikle çeper güçlerimizle ilişkilerimizde denemediğimiz yol kalmadı. O kadar ki, Marksist-Leninist karakterde militan bir proleter sosyalist devrimciliği esas alan TİKB’yi başkalarından farklı kılan temel devrimci değer ve ilkelerimizden fazla mı uzaklaştık kuşkusuna kapıldık sık sık. Ki bu kaygımızı doğrulayan örneklerle de karşılaştık. Buna rağmen mevcut ilişkilerimizi bulundukları noktalardan daha ileriye çekip kadrolaşma yönünde derinleştirmeyi başaramadık.
Devrimci faaliyette örgütsel bir tıkanıklık, en başta o tıkanıklığa meydan vermeyecek, buna rağmen yaşanacak olursa da giderecek politika ve taktiklerin yokluğu veya yetersizliğinden kaynaklanır. Mevcut ilişkilerimizi kadrolaşma yönünde ilerletirken yeni güçlere ve alanlara açılma konusunda aşamadığımız tıkanıklığın bizim özgülümüzde politik perspektif zaafiyeti ya da politika yokluğundan kaynaklandığını iddia etmek haksızlık olur. Bu açıdan bıraktığımız boşluklar ya da göremediğimiz yönler olmuştur kuşkusuz. Ama biz asıl tıkanıklığı ortaya koyduğumuz politikaların ve öngörülerimizin hayata geçmesi/geçirilmesi noktasında yaşadık.
Keza güçlerimizin ve olanaklarımızın sınırlılığı nedeniyle çeşitli türde dernekler, kültür ve sanat kurumları, farklı üretim dalları gibi zengin bir araç ve yöntem setine sahip olamadık bu konuda belki ama emekten ve emekçilerden yana anlamlı bir faaliyetin işlevli bir bileşeni olarak bunun siyasal ve ruhsal hazzını duyumsamak isteyenlerin önüne farklı açılım ve alternatifler koymadığımız da söylenemez. Bunların hemen herbirinde de mayayı tutturduk. Fakat kendilerini genişleterek üretme süreçleri umduğumuz ölçüde ilerlemedi.
Bu noktada karşımıza TİKB kadroları olarak tarihimiz boyunca aşamadığımız yapısal bir zaafımız -örgütçü yönümüzün zayıflığı- dönemin koşullarıyla da birleşik yeni çizgiler kazanmış olarak çıktı. Değişik alanlardaki faaliyetin yükünü omuzlayan yoldaşlarımız pratik mücadelede sergiledikleri kararlılık, devletin saldırıları ve terörü karşısında titreklik göstermeyen militan duruşları, yükü omuzlamakta gösterdikleri fedakarlık, verdikleri sözün başkalarıyla birlikte alınan kararların hakkını verme konusundaki tutarlılıkları gibi temel hasletleriyle dışımızdaki devrimci güçlerin de saygısını kazanan bir duruş sahibi olarak tanınıyorlar. Çevrelerinde saygın bir konuma sahipler. Fakat iş pratikleriyle yarattıkları bu saygı ve çekimi kalıcı örgütlü ilişkilere dönüştürmeye gelince akıl almaz bir tutukluk ve kısırlık kendini gösteriyor.
Bunun nedeni kişilerin özelliklerine bağlı olarak farklılaşıyor. Fakat bugün değişik alanlarda faaliyeti omuzlayan temel kadrolarımızın herbirini farklı doz ve biçimlerde kesen ortak özellikler nedir diye soracak olursak, bunları üç ana başlık altında toplayabiliriz: 1) Teorik-siyasal yetersizlikten kaynaklı darlıklar, 2) Faaliyetlerin yürütülmesi sırasında sonuç odaklı düşünme, 3) Dar grup/çevre zihniyetinin kalıntısı anlayış ve alışkanlıklar.
Teorik-siyasal yetersizlik ve bundan kaynaklı darlıklar neredeyse tarihimiz boyunca fakat özellikle 12 Eylül sonrası TİKB kadrolarının adeta yapısallaşmış bir zaafı olmuştur. Yalnız geçmişten farklı olarak bu zaaf bugün onun yeterince farkında olmayan, dolayısıyla rahatsızlığını duyarak giderme yönelimine de girmeyen bir kendinden hoşnutlukla birleşmiş olarak karşımıza çıkıyor. Asıl korkutucu yönünü de bu rahatlık oluşturuyor. Kadroların teorik-siyasal yetersizliklerinin aşılması, kolektif bazı yöntem ve mekanizmaları işletmek kadar planlı ve ısrarlı bireysel çabayı da gerektiren bir süreç işidir. Yalnız bu sürecin arzulanan sonuçları doğurması her şeyden önce bireylerin kişisel çaba ve performansına bağlıdır. Bu konudaki eksikliğinin farkında olan ve bunun sıkıntısını yaşayan bir kadro, bu zaafını aşma yönünde güçlü bir istek duymaz ve ısrarlı bir yönelime girmezse kolektif yöntem ve mekanizmaların faydası da haliyle düşük olur. Sonucu değiştirmeye yetmez.
Faaliyetlerin yürütülmesi sırasında sonuç odaklı düşünme, o sonuca gitmenin yolunu çizerken her faaliyetin aynı zamanda bir örgütlenme boyutu taşıdığı gerçeğini genellikle gözden kaçırır. Belki biraz daha fazla emek ve zaman gerektiren dolambaçlı bir yol pahasına da olsa başkalarını da sürecin işlevli bir parçası haline nasıl getirebileceğine kafa yoran bir yaklaşım yerine alışageldiği yöntemlerle hareket etmeyi tercih eder. O işi çoğu kez ya kendisi ya da kolayca uyum sağlayabildiği yoldaşlarla kotarmaya çalışır. Sonuçta faaliyet yürür, kimi politik ve moral sonuçlar da elde edilir fakat gelişmenin örgütsel ayağı eksik kalır. Bu aslında devrimin ancak sınıfın ve kitlelerin geniş ölçeklerde örgütlenmesiyle mümkün olabileceği gerçeğini gözden kaçıran, bu anlamda devrimci iktidar iddiası ve perspektifi zayıf dar pratikçi bir tarzdır.
Çevreci tarz bugün bizde kendisini daha çok mevcut durumumuzu koruyup sürdürmeyi yeterli gören plansız-programsız bir faaliyet anlayışı olarak gösteriyor. Sınıf ve kitle hareketinin mevcut geri düzeyi, ilerici kamuoyunda etkin olan yasalcı anlayışlar, kaygı ve tereddütlerin baskın karakteri bizi de sınırlıyor. Uzun vadeli cesur planlar yapma istek ve iradesini zayıflatıyor. Bu yönde öneri ve niyetler her şeyden önce “kimlerle, nasıl yapacağız” sorusunun duvarına çarpıyor. Öte yandan faaliyetler sırasında kişisel tarzlar fazlasıyla belirleyici oluyor. Çevreciliğe özgü bu durum tercihimiz değil elbette. Bizim mevcut gerçekliğimizin nesnel bir sonucu. Kadro yetersizliğinden dolayı organlara dayalı bir sistem kuramayışımızdan kaynaklanıyor. 2000 sonrası örgütlenen kadrolarımızın organ işlerliğini esas alan bir örgütsel yaşam deneyimlerinin olmayışı da bu çevreci tarzı besleyip canlı tutuyor.
İşçi sınıfı içinde çalışmayı esas almayı ve dışımızdaki devrimci güçlerle ilkeli birliktelikler temelinde çekim gücü yüksek militan devrimci bir odak inşası konusundaki ısrarımızı 5. Konferansımız sonrasında da sürdürdük. Bu iki stratejik yönelime ek olarak Türkiye ve yurtdışında bağımsız bir kadın faaliyeti ve örgütlenmesinin temellerini attık, ML çizgide militan sosyalist bir teorik-siyasal odak olarak 1990’ların ilk yarısında sahip olduğumuz prestij ve yeniden kazandık.
Sınıf hareketinde militan sınıf sendikacılığı çizgisinde dostlarımız tarafından da teslim edilen ön açıcı bir rol ve konum sahibiyiz. Olanaklarımızın kısıtlılığı yanında uğradığımız ağır kayıplara rağmen bu tarihsel onur ve sorumluluğu devralan yoldaşlarımız bayrağı yere düşürmediler, tersine biraz daha yükseğe çıkardılar. Ne var ki sınıf çalışmamızda da belirli bir eşiğe dayandığımızı görerek hareket etmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Bu eşik, anlayış ve yönelim olarak bizim tercihlerimizden ya da bıraktığımız boşluklardan kaynaklanmıyor. Bu asıl olarak dışımızdaki nedenlerden, en başta da sınıfın mevcut bilinç ve örgütlenme düzeyiyle sınıf hareketinin genel düzeyinden kaynaklanıyor.
Sınıf hareketinin genelinde olduğu gibi bizim faaliyet yürüttüğümüz alanlarda da faaliyet sendikal taleplerle sınırlı savunma eylemleri çizgisini henüz aşabilmiş değil. İşçiler ancak hak gasplarıyla karşılaşıp bıçak kemiğe dayandığı zaman ya da ücret artışı talebiyle sendikaların kapısını çalıp harekete geçmeye açık hale geliyorlar. Sınıfın hiçbir kesim ya da bölüğü bundan daha fazlasına henüz açık ve hazır değil. Marksist teori açısından baktığımız zaman bu öz olarak sendikalizm çerçevesini aşmayan bir faaliyet ve hareketlenmedir. Ne var ki 1980 sonrası kapsamlı bir yapısal dönüşüm geçirmesinin ve yaşanan kuşak kopukluğunun ardından yeniden sınıflaşma sürecinin henüz başlarında olan Türkiye işçi sınıfının günümüzdeki gerçeği budur. Yani bu durum sınıf çalışması yürüten komünistlerin ve devrimcilerin politikaları ve tercihlerinden kaynaklanmıyor. Dolayısıyla görünürdeki benzerliğine karşın Marksist hareketin tarihinde haklı olarak mahkum edilen ekonomizm ve kuyrukçuluktan özsel farkı da burada yatıyor.
Gerçi bu durumu olağanlaştırıp mutlaklaştıran, hatta sınıfın bu yolla adım adım devrimcileşeceğini iddia eden yaklaşımlarla da karşılaşıyoruz. Fakat kendi adımıza şunun altını net bir dille çizelim: İstesek de üzerinden atlayamayacağımız bu gerçekliğin bilincinde olmakla ona teslim olmak arasındaki farkın farkındayız. Türkiye işçi sınıfının devrimci militan bir sınıf bilinci edinmesi anlamında yeniden sınıflaşabilmesi için bu yolların yürünmesi gerektiğinin ne kadar bilincindeysek, bu nesnelliğe teslim olmayıp bu etabın bir an önce aşılabilmesinin sınıfa yol gösterme iddiasının hakkını verme çabası içinde olan komünistler ve devrimciler olarak hareketi devrim ve sosyalizm yolunda ilerletme konusunda sergileyeceğimiz performansa bağlı olduğunun da o kadar bilincindeyiz. Tabanı ve hedef kitlesi içinde şovenizmin etkinliğinden dolayı devrimci sendikaların dahi tutuk davranma baskılanmasını hissettikleri Kürt sorununda yıllardan beri sergilediğimiz net duruş dışında kadın sorunundan hayvan katliamı yasasına kadar gündemdeki toplumsal-siyasal sorunlar konusunda sergilediğimiz pratik bunun kanıtı olsa gerektir.
Aralarına aşılmaz çitler çekmeden sendikal ve siyasal alanda sınıfın ve emekçi kitlelerin gözünde çekim gücü yüksek, güven veren etkili bir devrimci odak inşası konusunda yıllardır gösterdiğimiz çabayı 5. Konferansımız sonrasında da sürdürdük. Bu konudaki girişimlerin bir çoğuna ön ayak olduk, dışımızda gelişenlere de samimiyetle katıldık. Ne var ki umut verici bir gelişme çizgisi yakalananlar bile bir süre sonra tıkandı, yavaşladı, hedeflenen sonuca ulaşamadı. Bunun nedenleri her durumda ve herkeste aynı değil. Yalnız sorunun bütün muhataplarında değişik biçim ve yoğunlukta kendisini gösteren iki nedenin altını kalınca çizmek gerektiği görüşündeyiz: Bunlardan birincisi, sorunun tarihsel önemini, aciliyetini ve yakıcılığını yeterince derin hissetmemek, ikincisi ise neoliberal dönemde uğranılan yenilgiler, güç, güven, konum ve prestij kaybı ortamında filizlenen siyaset anlayışı ve tarzının etkilerinden hâlâ bütünüyle arınamamış olmak. Bunlar aslında birbirlerinin hem nedeni hem sonucu. Halbuki işçi ve emekçi kitleleri peşine takacak güven veren militan devrimci bir odak ihtiyacı oyalanma ve savsaklanmayı daha fazla kaldıramayacak kadar acil ve yakıcı bir ihtiyaç. Sadece Türkiye’de değil dünyada da insanlığın ve evrenin bugününü ve geleceğini tehdit eden tehlikelerin kazandığı ürkütücü boyutlar ortada. Buna rağmen sürece hâlâ kendimizi merkeze koyan dar bir odaktan bakmak salt korkunç bir subjektivizm olmakla kalmaz tarihsel açıdan affedilmez bir aymazlık anlamına gelir. Bu anlayışta olduğumuz için yıllardan beri birleşik devrimci bir odak inşasında ısrarlıyız.
Politikanın güçle yapıldığı yasasının elbette farkındayız. Fakat her şeyi nicelikle ölçüp salt aritmetik güce indirgeyen ilkesiz Mevlânacı yaklaşımlara da ortak olmadık ve olmayacağız! Proletarya sosyalizmini hedefleyen ML komünistler olarak niceliği nitelikle birlikte düşünüp birbirlerinden koparmadan ele almakta ısrarlı olacağız! Dışımızdaki devrimci güçlerle ittifak ve birlikte güçlü bir devrimci odak yaratma yönelimimizi de bu ilkesel yaklaşım temelinde sürdüreceğiz! Bu konuda bugüne dek yaşadığımız hayal kırıklıklarına karşın sınıfın ve emekçi kitlelerin yaşamına dokunan net ve sade bir dönemsel program temelinde militan bir mücadele çizgisinde ortaklaşabileceğimiz devrimci güçlerle devrimci bir odak yaratma konusundaki ısrar ve arayışlarımızdan vazgeçmeyeceğiz!
6. Konferansımızın ardından yeni bir örgütlenme atağına girişmeyi başa yazacağız. Aslında Konferansımızın hazırlık sürecinde atmaya başladığımız adımları hızlandıracağız. Hedeflediğimiz bu atılımı dört ana eksende ilerletip derinleştirme amacındayız: 1) Sınıfa yönelim ekseninde yeni alanlara ve güçlere açılmak, 2) Yurtiçi ve yurtdışında temellerini attığımız kadın çalışmamızı çok yönlü ilerletip derinleştirmek, 3) Hâlâ hiçbir varlık gösteremediğimiz gençlikle ilişkilenmenin yeni yol ve yöntemlerini bularak bu zayıflığımıza bir son vermek, 4) Yurtdışı çalışmamızı Türk ve Kürt göçmen emekçilerle eski çevre ilişkilerini ayakta tutmaya çalışma sınırlarının dışına çıkararak güçlerimizin bulunduğu ülkelerin işçi sınıfı ve emekçileriyle değişik düzeylerde yan yana gelmeyi esas alan bir düzleme taşımak, irili-ufaklı enternasyonalist birlikler kurmayı esas almak.
TİKB Yaşıyor, Savaşıyor!
Krize ve Savaşa Karşı Devrim, Emperyalist Kapitalisme Karşı Sosyalizm!
21. Yüzyıla Sosyalizmi Yazacağız!