AĞUSTOS 2004
“Merhaba,
25 Temmuz tarihli yazınız üzerine ilk ve en genel değerlendirme kapsamındaki görüşlerimiz aşağıdadır. Önceden planlanmış çalışma takvimi ve iş yoğunluğunun yanı sıra, yazınızın geç açılabilmesi nedeniyle bu düşünceler hızlı yapılmış bir ön okumanın ilk reaksiyonları olarak görülmelidir.
İlgi yazınızda ifade edilen görüş ve değerlendirmelerin bazılarına veya bazı ilişkilendirmelere bütünüyle katılmamız mümkün ve söz konusu değilse de, büyük çoğunluğuna ve hepsinden önemlisi, yazının ruhunda gördüğümüz palyatif olmayan samimi çözüm arayışına bütünüyle katıldığımızı belirtmeliyiz. Farklı görüş ve değerlendirmeler, bu ruh ve içtenliğin olduğu zeminde bizce daha kolay giderilebilir; giderilemediği durumlarda bile tartışma ve ikna mekanizmaları bir süreç olarak işlemeye devam ederken, bir taraftan da şirketin genel faaliyetlerinin gereken hız ve kararlılıkla yürümesinin önünde kanımızca bir engel oluşturmaz.
Bu noktada, ifade edilen görüşlerin büyük çoğunluğunu paylaşmanın ötesinde ve bundan da önce, belirsizliğe girmiş bir sürecin önünün açılması, bunun zemininin nihayet yaratılmış olması bizim için ayrıca başlı başına bir sevinç kaynağıdır.
Genele dair yaklaşımımızın özünü özetleyen bu girizgahtan sonra, ilk etapta dikkatlerinizi çekmek istediğimiz ana noktalara gelecek olursak:
- Şirketin bugünkü durumu ve bugünkü duruma geliş nedenleri konusunda çoğu isabetli değerlendirmeler yapılmış olmakla birlikte, bunlar her şeyden önce sanki esas olarak 3. Genel Kurul sonrasına ilişkinmiş gibi ‘dar bir tarihsel kesit’le sınırlı -adeta buna indirgeyen- bir yaklaşımla kaleme alınmıştır. Oysaki sorun, daha derin tarihsel köklere sahip ve bir yerde yapısallaşmış nedenlerden kaynaklıdır. Her şey bir yana, 3 öncesinde de şirket tarihinin değişik dönemlerinde irili ufaklı ama adeta periyodikleşmiş krizlere sürüklenmemizin nedenleri nelerdir? Bizzat 3’ün kendisi ve ona öngelen süreç neyin sonucudur? Sadece böyle bir iki soru bile, sorunu, belirli bir kesitte yoğunlaşmış ya da bir dönemin kendine özgü şekillenmesinde daha baskın rol oynamış, vb. vb. etkenlere bağlamanın yetersizliğini ve zayıflığını gösterir. Katılınır ya da katılınmaz, o ayrı bir konu belki ama, daha önceki genel kurul rapor taslağında ifade edilmeye çalışılan “erk (iktidar-nba) iddiasının zayıflığı” işte bu nitelikte etkenlerden biridir. Örneğin bu etkenin bir dizi sonucunu şirket tarihi boyunca bulmak ve izlemek mümkündür. Tabii sorun salt bununla sınırlı değildir; burada sadece bir örnekle yetinilmektedir. Sizlerin de işaret ettiği “iktisat şuurunun zayıflığı” ya da “kurumlaşma ve yönetmelik diliyle konuşma zayıflığı” vb. vb. etkenlerin hepsinin bile temelinde, bir biçimde bu ve bununla birleşik yapısallaşmış tarihsel etkenlerin rolü vardır; onun için dikkatler şu an görünenin sadece bir veya birkaç adım altına inmekle yetinmeyip daha derinlere inmeye yönelmelidir. Öte yandan bu tabii ki öyle hemen bir çırpıda sonuca gidilebilecek bir süreç değildir. Bundan dolayı da, önümüzdeki Sempozyum (Konferans-nba), bu sürecin ilk çıkış noktalarının belirlenmesinin yanı sıra, takvimsel planlanmasının da yapıldığı güçlü bir başlangıç adımı işlevini görmeyi esas almalıdır. Bir başka anlatımla, Sempozyumun kendisi bu konuda bir derinleşmeye tabi kılınmamalı, bu ya da zaman gerektiren bir başka ihtiyacın çözümlenmesi koşuluna bağlanarak daha fazla geciktirilmesine meydan verilmemelidir.
- Bu temel zayıflık (yani her şeyin adeta ya da esas olarak “3’ün sindirilememesi, çözümlemelerinin derinleştirilmemesi”ne bağlanması) dışında, 3 süreci ve sonrasına ilişkin kimi konulardaki ilişkilendirmeleri de isabetli bulmadığımızı belirtmeliyiz. Örneğin “tipitip sonrası(F tipi saldırısı ve ÖO süreci-nba) planlanmadı”, “bir B planımız yoktu” gibi tespitler bunlardan sadece biridir. Bütün tahmin ve tasavvurları aşan uzunluktaki bir sürecin arkasının planlanmasından ne anlaşıldığı ve ne beklendiğini anlamak doğrusu güçtür. Böyle bir beklenti, şirket yönetimi açısından öngörülü davranma vs.yi de aşan, düpedüz bir kehanet beklentisi demektir. Dolayısıyla, yine ‘yukarıdan’ ve ‘bir yerlerden’ bekleme mantığının değişik bir tezahürü olarak karşımıza çıkan bu idealist düşünce, bize göre aynı zamanda, üzerinde konuştuğumuz metni kaleme alan idare müdürlerinin de içinde bulundukları kurumun (MÖK-nba) bu konuda oynaması gereken rolü oynayamayışının ve bundan kaynaklanan sonuçların görülmesinin önünde de bir perde oluşturur. İdare Müdürlerinin toplam olarak -yani İdare Müdürleri meclisi olarak- asgari bir performansın dahi gerilerine, üstelik tipitip sürecinin çok öncesinden başlayarak düşmüş olmasının süreç üzerindeki etki ve sonuçları, bu durumda dışsallaştırılmış olmaktadır. Bu dışsallaştırmayı son 3 yıla ilişkin ve kimi sürecin daha sonraki gelişimi üzerinde de belirleyici rol oynayan başka konularda da (örneğin, sadece basit bir iletişim sorunu olmayan CEO’lar arası iletişim konusunda sergilenen akıl almaz ihmal ve umursamazlık ya da yayın konusunda önceden belirlenmiş olanın bir çırpıda farklılaştırılması gibi konulardaki sorumluluk…) görmekteyiz. Bunlar, organize ve kişisel sorumlulukların dışında, asıl olarak “Neden bu hale geldik?” kapsamında irdelenmesi gereken yapısallaşmış kimi özelliklerin daha bütünlüklü ve isabetli görülebilmesi için çıkış noktası oluşturmaları yönüyle önemlidirler ve üzerlerinde durmamızın nedeni de budur.
- Daha önceki Genel Kurul taslaklarına yönelik en önemli ve en haklı bulduğumuz “yetersizlik” eleştirilerinin başında, “Peki buradan çıkış için somut hedef, yönelim ve adım olarak ne yapılacağının yanıtı yok” itirazı gelmekteydi. Ancak görebildiğimiz kadarıyla iletilen yazı da aynı zayıflıkla maluldür. Maddeler halinde ifade edilen ‘dilek ve temenniler’in büyük çoğunluğu, Genel Kurul’un konusu olmaktan daha çok, onun çizeceği hat doğrultusunda idare kurulunun zaten yapacağı ve yapması gereken uygulamalar kapsamındaki tedbirlerdir. Örneğin, “vizyon sorunu”, “bütünsellik”, “uzun vadeli şuur”, “bilim-teknik”, “vasıflandırma” ya da “değişim mühendisliği yöntemlerinin de kullanıldığı reorg(anizasyon)” gibi öneriler, artık zaten söylenmekle de kalınmayıp bugüne kadar, hayata geçirilmiş olması gereken pratik adım sorunlarıdır (Zaten idare müdürlerine en büyük sitemlerimizden biri de buna ilişkindir. Yazmaya ya da konuşmaya geldiği zaman çok iyi söylenip üzerinde ısrarla durulan konularda dahi, en temel ilke ve gerekler akıl almaz bir biçimde bir kenara bırakılmış, bunları bugüne dek uygulayıp yetkinleştirmek şurada dursun, ‘cumartesi toplantıları’ gibi başlamış olan ve “Çok önemli, mutlaka sürdürülmeli” dediklerimiz bile bir süre sonra nedense terkedilmiştir. Örneğin, sizlerin “kurumsallaşma” başlığı altında önerdiklerinizin büyük çoğunluğu burada bir buçuk yıldır zaten uygulanmaktadır). Tek başına bunlar bir hedef ve hedeflendirme işlevini yerine getirmezler. Elbette bu madde elbirliğiyle geliştirilip güçlendirilebilir; burada sadece “hedeflendirme – hat çizme” görevinin bu sınırlar içerisinde kalınmayarak düşünülmesine işaret etmeye çalışıyoruz.
Bu bölümde dile getirilen “kalorifer ve kapıcı dairesi” (yeraltı-nba) sorununa daha derinlemesine ve daha farklı bir perspektifle yaklaşılması (sorunu dar bir biçim/biçimler sorununa indirgemeden, asıl işlevin doğru tanımı ve işlevsellik ölçütü temelinde bir yaklaşım getirilmesi) görüşünde olduğumuz için bu ve buna benzer konulara şimdilik hiç girmiyoruz. Keza, başka şeylerin yanı sıra, “İdare Müdürlüğü’nün kaldırılıp CEO’lar içine dahil edilmesi” gibi önerileri halihazırda biz de kafamızda tartışıyoruz. Hangisinin doğru olacağına henüz karar verebilmiş değiliz. Ancak bunlar nispeten kolay çözümlenebilecek sorunlar olduğu için şu aşamada çok önemli görmüyoruz.
SONUÇ YERİNE
Görüşlerinizi nihayet ve yazılı olarak öğrenmiş olmak, dediğimiz gibi ilerletici bir adım oldu. Daha önceden “geri çektiğimizi” belirttiğimiz taslağın yeniden ve genişletilerek yazımı sırasında bunlardan da büyük ölçüde yararlanma imkanını bizlere sunmuş oldunuz. Gerek bu metni gerekse daha önce iletilmiş olanları, yeni taslağın hazırlanması sırasında elbette göz önünde bulunduracağız. Bunu aynı zamanda kolektif akıl ve katılımın bir gereği olarak görüyoruz. Ama tabii bu, her görüşü aynı ölçüde benimsediğimiz ve paylaştığımız anlamına gelmiyor.
Söz buradan açılmışken, ortaya çıkan ve bilgi sahibi olduğumuz yaklaşım ve eğilimlerin ışığında yeni taslağı iki ana bölüm olarak düşünüyoruz.
Birinci bölümde “Bugün ne haldeyiz ve bu duruma neden geldik?” sorusunun yanıtlarını vermeye çalışacağız. İkinci bölüm ise, “O halde bu durumdan çıkmak için hangi alanda neleri nasıl yapmak gerekiyor?” sorusunun yanıtını vermeye çalışacak. Her ikisinin içeriklendirilmesini kafanızda canlandırabileceğinizi düşünüyoruz. Örneğin, birinci bölüm esas olarak daha önceki taslağın biraz daha genişletilmiş ve bazı konularda daha dolaysız ve doğrudan konuşulan bir hali olacak. Bu anlamda, sizin şu son yazdıklarınızla da epey örtüşecek.
Obez sürecini ise(ÖO Direnişi-nba) -o konuda sergilenen yaklaşımları da dikkate almakla birlikte- rap’ın dışında ayrı ve bağımsız bir madde olarak ele almanın -ama mutlaka genel kurul iradesi haline getirmenin- daha uygun olacağını düşünüyoruz. Yalnız, konunun içeriği ve ele alınışına ilişkin olarak sizin işaret ettiğiniz kimi noktaların altını belki biraz daha kalınca çizmek mümkün görünmekle birlikte, özellikle daha önce iletilen bir yaklaşımda önerildiği gibi “yoğunlaştırılmış daha özlü ve konsantre bir anlatımının” nasıl olacağını kafamızda canlandırabilmiş değiliz. Bizzat işin içinde yer alan hissedarlar (Konferans delegeleri-nba) çoğunluğunun dahi sürecin arka planında neler olup bittiğini bilmediği bir sürecin değerlendirilmesi sırasında önce bu gerçekler ve tarihsel akış anlatılmadan neyi ne kadar kısaltıp konsantre etmek mümkün olabilir? Öte yandan, özellikle şirketimizin konumu açısından bakıldığında akışın kendisinin anlatılması zaten başlı başına yorum gerektirmeyecek kadar açık ve etkili bir değerlendirmeden başka nedir? Bu konuda şimdilik küçük bir dipnot olarak şunu da belirtelim ki, bu bölümdeki “dil”e ilişkin eleştiri ve uyarıları anlamakta güçlük çekiyoruz. Bunun, jübilesini bu kadar ağır bir bedel karşılığı yapan “ömrünü tamamlamış bir tarz”a duyulan bilinçli bir öfkenin yansıması olduğunu göremeyip bir “huy” ya da “polemik tarzı” olarak algılanışını, doğrusu şu “ömrünü tamamlamış tarz”ın kavranışındaki zayıflığın bir ifadesi olarak görüyoruz.
Bir “ön düşünceler” kapsamında belirttiğimiz bu ilk yaklaşımımızın arkasını artık yazınızın ayrıntılı bir değerlendirmesini yaparak değil, sözünü ettiğimiz taslağın kendisiyle verme niyetindeyiz. Bu hem zamandan hem de emekten tasarruf sağlayacaktır. Dolayısıyla sizlerin de anlayışla karşılayacağınıza güveniyoruz. Bu arada hala farklı değerlendirme konusu olan noktalardaki görüş alışverişimizi yine sürdürmeliyiz; zaten yeni taslağın nihai şekillenişi sadece sizlerin değil bütün ilgililerin (delegelerin-nba) uyarı, öneri ve eleştirileri temelinde gerçekleşecektir. Ne demiş atalarımız; “Bariha-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar”.
Selam ve sevgilerimizle…
4 Ağustos 2004
ZORUNLU EK
- Yukarıdaki ön düşünceler, girişinde de ifade ettiğimiz gibi elimize zaten Temmuz sonunda geçen, bizden kaynaklanmayan nedenlerle de geç açabildiğimiz, ancak hızlı bir ön okuma fırsatını bulabildiğimiz bir mektuba cevaben ilk ağızda işaret etmeyi gerekli ve yararlı gördüğümüz temel noktalara değinmeyle sınırlıdır. Ayrıntılara girilmemiştir. Ancak bu metnin, şirket içi eli kulağında bir seminerde değerlendirme konusu/ekseni yapılma olasılığının bulunduğu bilgisi bizlere daha sonra ulaşmıştır. Daha önce ilettiğimiz yazı ve önerilere aylarca yanıt alamamanın sıkıntı ve sancılarını yaşarken, şimdi ise bu denli acul hareket edilmesinin asıl olarak yeni ve gereksiz kafa karışıklıkları ve tartışmalar doğurmasından belli bir kaygı duyduğumuz bilinmelidir.
- Bu seminer bilgisini öğrendiğimiz yazışmada teati edilen görüşleri göz önünde bulundurarak bir noktanın altını kalınca çizme gereği duyuyoruz: Şirketimizin bugünkü duruma gelişinde 3. Genel Kurul sürecinin yeteri kadar özümsenip sindirilememesinin de payı bulunduğu görüşünü bizler de taşıyoruz. Ancak, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, her şeyi buna bağlayan ve bu kesite indirgeyen bir yaklaşım içinde de değiliz.
Zaten kaotik bir seyir izleyen o sürecin daha sonra daha soğukkanlı, derinlemesine ve kolektif bir çözümlemesinin yapılmamış olması, gerçekten de bir sürü sorunun köküne inmemizi engellemek ve geciktirmekle kalmamış; çözdüğü sorunların yanı sıra bir dizi yeni sorunun, düşünsel ve ruhsal olumsuz birikimin bugüne kadar sürmesine de zemin oluşturmuştur. Bu birikimler bugün karşımıza değişik biçimler altında çıkmaya devam etmektedir. Bu yönüyle herkesin kendi 3 algılamasını kendinde yaşattığı bu ‘kişisel resmi tarih’ yorumlarına olabildiğince bir son vererek kolektif aklın, insafın ve vicdanın ürünü bir değerlendirme yapılmak zorundadır. Hepsinden önemlisi, benzer etkenlerin benzer süreçlere bir kez daha yol açmasının önünü sağlıklı bir biçimde alabilmek için, bu dönemin değerlendirilmesinin üzerinden bir kez daha atlanmamalıdır.
Ancak, bunu başka yönlerden elimizi çabuk tutmamız gereken 4’ü geciktirecek bir etken haline getirmek kadar, hala tam giderilememiş sağlıksız iletişim koşullarında dar bir zamana sıkıştırarak çözmeye çalışmak da hem doğru hem de sağlıklı olmayacaktır. Kimse bunu, bir şeylerin üzerini kapatma çabası olarak yorumlamaya kalkışmamalıdır. Öte yandan, son günlerde okuma fırsatını bulduğumuz Asım Bey’e mektup da içinde olmak üzere, bugün gündemimizde asıl çözüm bekleyen sorunların tartışılması sırasında neredeyse her şeyi getirip o dönemin kişisel algılamalarına dayalı tezlere bağlayan tutumlardan da olabildiğince uzak durulmalıdır. Çünkü bunlar, “cevap versen bir türlü, vermesen başka türlü” çelişkisini yaratmakta ve yaşatmaktadır. Örneğin, “Hzp’lerin (’95 hizipçileri-nba) gönderilmesiyle bütün sorunların çözüldüğü” yanılsaması bir yönüyle yaygın bir yanılsama olarak karşımıza çıkmıştır ama; daha sürecin başından itibaren ve özellikle sonlarına doğru bunun çok tehlikeli ve yanıltıcı bir yanılsama olduğuna dair ısrarlı uyarı ve vurgulamalarda bulunanlar da olmuştur. Keza, idare kurulu seçimlerinin genel kuruldan 1.5 yıl sonra sonuçlanmasının nedenlerini bugün hala tutup olmayan bir “güç mücadelesi”ne bağlamak, yüzeysel bile sayılamayacak olan tamamen farazi bir fantezi olmanın ötesinde asıl bugünlere gelmemizin nedenini “yönetmeliğin diliyle ve kurallarla konuşmamaya” bağlayan temel bir tezin kendisiyle çelişkilidir. Kısacası her şeyi 3’e bağlayıp bugün o süreci apar topar yeniden tartışmaya açmak -bize göre-, asıl olarak bir iç boşaltma seansının ötesinde çok fazla geliştirici sonuç doğurmaz. Yaratacağı yeni ve kısır tartışmalar da sadece zaman ve enerji kaybına neden olur. Ama tekrar edelim, bu, o dönemde de kendini kendine özgü biçimlerde dışa vuran yapısal-tarihsel zaaflarımızın üzerinden atlanması anlamına gelmez, bu şekilde okunmamalıdır.
Selam ve sevgilerimizle…
6 Ağustos 2004