Aşağıdaki ‘Gözlem Raporu’, yurtdışındaki alanların durumunu doğrudan gözleme amacıyla 2004 Nisan’ında oradan sorumlu olan YDK üyesiyle birlikte İngiltere’ye giden bir MK üyesinin YDK’ya sunduğu rapordur.
Yurtdışı çalışmasının çok yönlü örülüşü konusunda göreli olarak ‘en ileri örnek’ sayılabilecek İngiltere’deki tablo, YD çalışmasının bütünündeki ‘görüntü’ ile ‘gerçeklik’ arasındaki çelişkinin çarpıcı somut bir örneğini oluşturur.
“Yıkıntı” standart tuğlalarla onarılamaz
Bir şeyin öyle olduğunu bilirsiniz; fakat görüp tanıyınca, çok daha derinlemesine anlarsınız. Bu kez, durumun neden böyle olduğuna dair kafanızdaki açıklamalar da yetersiz kalmaya başlar. Zaten belli bir nesnelliği olan yanıtlar, kolaycılığa kaçmadan çeşitlendirilmeye ve zenginleştirilmeye çalışılmalı; alan, araç, yöntem üzerine yeniden düşünülmelidir. Çünkü tanık olduğumuz doku ve çalışmanın ‘düzeyi’, bu olanağı vermektedir.
Gözlem ve değerlendirmelerimizi sunacağımız alana “yıkıntı” diyelim. Alanın diğer parçalardan özde bir farkı yok aslında; diğer taraflardan farklı olan en büyük dezavantajı, yakın bir denetim ve yön çizme aracından (kendini ortaya koyan kadro anlamında) mahrum oluşu.
Herkesçe bilinen ve harabeleşmesine neden olan etkenleri buraya taşımıyoruz. Ne var ki, bunlar oradaki bileşim üzerinde henüz bizim bile sınırlarını tam olarak çizemediğimiz bir harabiyete neden olmuş. Kimse kimseye güvenmiyor; en ‘ileri’ olanlarda bile adı konulmayan bir güvensizlik hali mevcut. Alan, tam bir ‘bataklık’ görünümünde. Elinizi uzattığınızda yosunlar (geçmişte yaşanan halleriyle en çirkef ilişkiler, adamcılık, çıkarcılık, hesapçılık, asalaklık, yalancılık, birbirinin kuyusunu kazma eğilimleri,..) her yanınızı kuşatmaya çalışıyor. Elinizi çektiğinizde bataklık için için kaynamaya devam ediyor.
Gazeteci M. ile konuşmamızın bir aşamasında; “Sence ne yapmak gerekir?” diye bir soru sormuş ve ondan da otomatiğe bağlanmış gibi “Organ kurmalıyız!” yanıtını almıştım. “Peki kiminle?” dediğimde ise, kendisi de içinde olmak üzere hiç kimseyi sayamadı. Bu organ kurma denilen mekanizmanın suyu çıkarılmış buralarda, durmadan organlar kurulmuş, platformlar oluşturulmuş, kimi insanlar o gün fiziken oradalarsa, ‘kaybetmemek için bununla bir şeyler yapmak gerekir’ kafasıyla önü ardı fazla düşünülmeden kimi birimler kurulup kurulup dağıtılmış. Bu arada bu birimlerin -dolayısıyla organizmanın- hiçbir otoritesi ve saygınlığı da kalmamış!
Güvensizlik had safhada. Fakat bu sadece geçmişte yaşananlardan kaynaklanan bir durum değil. Bugün de, durumun üretilmesi için uygun bir zemin sunuyor. Kendisini ortaya koyan tek bir kadromuz yok -Mus. hariç fakat o da kendini ortaya koymanın fiziki olanaklarından yoksun. Herkes bulunduğu yerden, işlerin hiç de iyi gitmediğine dair söylenip duruyor. Dedikodu, yakınma ve bezginlik en yaygın gözlemlenen durumlar… Kendini ortaya koyan bir irade ortaya çıktığında buna eklemlenmeye hazır güçler de var. Sözgelimi, ESF sürecinde bizim gidemeyeceğimiz anlaşıldığında, hazır metinleri sunma konusunda “yapamayız” eğilimi ortaya çıkmış. O noktada Mezarcı H. yumruğunu masaya vurarak “Yaparız” deyince, bu sefer topluluk o yöne kanalize edilivermiş.
Özellikle son yıllarda yaşananlar açısından söylüyorum; insanlar ve onların bir arada bulunuşları konusunda bile nesnellik yitirilmiş. Kurum varken kendilerine -itiraf etsinler ya da etmesinler bu büyük bir çoğunluk için böyle- bir sığınak arayanlar; o ortadan kalkınca boşluğa düşmüşler ve şimdi ‘ihtiyacını duydukları şey’ sadece bu! Yapılan toplantı -bu toplantıya yaklaşık 25-30 kişi davet edilmiş fakat gelen sadece 8 kişiymiş-sonrasındaki bir değerlendirmede olduğu gibi; oradaki güçlerimiz “siyasal bir topluluk” olmaktan ziyade “sosyal bir bileşim”. Her türlü hayali ve kendi kendimizi kandırma gerekçelerimizi bir yana bırakarak önce bu gerçeği görmeliyiz. Ancak bundan sonra orada neler yapılabileceği konuşulabilir.
Yakın gelecekte oraya atanmış birilerini gönderemeyeceğimize göre; alandaki güçleri kendi içinde tasnif edip kiminle neyi yapabileceğimizi görmemiz gerekiyor. Adı olup kendi olmayan birimler kurmak yerine, biraz uzaktan kumandayla da olsa -ilgi ve isteğini hala koruyanları- buralardan yönlendirmek gerekiyor. Sözgelimi, “yıkıntı” uluslararası ilişkiler geliştirme açısından en elverişli alan ve oradaki hemen herkes dille bir biçimde ilgili (çoğu dil okullarına gidiyor). Kimileri bayağı iyi düzeyde dil biliyor, çeviri yapabiliyor, kimileri ise kendi kendini idare edebilecek kadar… Başlangıçta mail üzerinden yürütülecek olsa da Ent. Büro ayağı olabilecek bir ekip oluşturmak, onlara yapmak istediklerimizi yazılı olarak anlatmak, küçük-büyük kimi görevler koymak gerekiyor. Bu alanda yapılacak olanlar gençlik alanını da, sendikaları da, kadın kuruluşlarını da taramayı, onlarla bir biçimde ilişkiye geçmeyi zorunlu kılacaktır.
Alanı ve Türkiyeliler açısından bizim hedef kitlemizin yerleşim bölgelerini gördükten sonra, YDun’nın dağıtımı ve satışının orası açısından diğer yerlerdeki gibi bir etki yaratmayacağını ve bir örgütleme aracı olamayacağını da gördük. Birincisi alan çok geniş; iki büyük caddede Türkiyeli esnaflar yerleşik; onun dışındaki kitle olağanüstü dağınık bir halde. Yani Ydun, diğer yerlere hitap ettiği gibi hitap etmez oralara… Klasik bir tarzda gazete ve dergi dağıtımı düşünürsek çuvallarız ve zaten çuvallamış durumdayız. Fakat Ydun için haber ve yazı üreten bir ekip yaratabiliriz; bu onları da işlevli kılacaktır.
Bizim dışımızda başlamış, çok fazla bir yol alamamış olsa da varlığını koruyan bir çalışma var. Yürüten arkadaş destek istiyor; fakat varolan güçler içinde buna boylu boyunca dalacak kimse yok. Kimileriyle konuşuldu; çalışmanın baştan beri içinde olan arkadaşla da belli temaslar yürütüldü. Sürekli bir biçimde yönsüzlükten ve yöntem eksikliğinden yakınıyor. Burada hem genişlemesine büyüme olanağı var hem de maddi olanaklar çıkabilir.
“Siyasi” değil sosyal bir çevreden söz ettiğimiz için 3 ay önce konulan “görevler” (aidat, gazete ve dergi satışı) bile doğru dürüst yapılmamış. Görev algısı, olması gereken ve umduğumuz gibi değil; tek bir kişinin bunları denetlemesi ise olanaksız; tümüyle serbest olsa da fiziken imkansız.
Bu yüzden, güçleri kendi özgüllükleri içinde değerlendirmeliyiz. Bizim daha yakınımızda bulunan güçlerin eğitime ve y.ca paylaşıma ihtiyaçları büyük. Fakat ellerine dergi bile doğru dürüst ulaşmıyor -parası gitmediği için göndermiyorlarmış! Bir kısmının ‘konut’tan dahi haberleri yok. Orada alınan kararlardan, bunların yaşama geçirilmesi için kimin ne yaptığından, kendilerinden neler beklendiğine dair bir fikirleri yok. Bize görece yakın olanları, birlikteliğin olanaklarını mümkün olduğunca yaratmaya çalışarak beslemeli, bunun farklı araçları üzerine kafa yormalı; en kötü halde mailler yoluyla sıkı bir temas içinde olmalıyız.
YDK, oraya dönük bir master plan hazırlamalı ve adımlar mütevazı da olsa bunun üzerinden yürümeli. Orası için -şu an işlerin göbeğinde ve haliyle boğulmuş durumda olan Mus.y.ı saymazsak- ruhu ve yönelimleri taşıyacak bir ekip şart. Bu başlangıçta tek bir y. bile olabilir. Her şey öyle yıpranmış bir durumda ve kendini ortaya koyan kimse yok ki; “birilerini” gördükleri zaman yanından ayrılmak istemiyorlar. Bu bir yanıyla sosyal bir ihtiyaç; fakat herkes açısından böyle yaşanmıyor. Sınırlı sayıda da olsa kimi y. için siyasal ve moral bir ihtiyaç aynı zamanda.