Hizip Süreci I

[“Hizip süreci” genel başlığını taşıyan bu bölümdeki belgeler, 4. Konferans sürecinin son etabında açığa çıkan hizipçi ilişkilere dair yazılı bir belgenin OKHK’ye (Konferans sürecinin eşit ve adil koşullarda tüm delegelere güven verecek tarzda yürütülüp sonuçlandırılması amacıyla Merkez Komitesi ve MÖK yerine kurulan Konferans Hazırlık Komitesi-nba) iletilmesinin ardından yaşanan tartışma sürecinde sergilenen yaklaşımları yansıtıyor.]

Tüm delege yoldaşlara,

Yoldaşlar içinde bulunduğumuz olağanüstü sürecin içinde ortaya çıkan yeni bir olağanüstülükle karşı karşıyayız. Sürecimizin olağanüstülüğünün ifadesi olan OKHK içerisinde yer alan 2 yoldaşın (İ ve J) bu organ dışında yer alan 3 yoldaş ile (Fatma/Aliye, Can/Teo, Fuat/Yazar) meşru kanallar dışında kurumsallaşmış bir ilişki içerisinde oldukları kanıtları ile birlikte ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu veriler bu yoldaşların hiçbir açıklama ile meşrulaştıramayacakları açıklıkta bir hizip faaliyeti içerisinde olduklarını göstermektedir.


Bu durum belgeleri ile açığa çıkmadan önce de bu organda yer alan bizlerin (Hejar ve Tahsin) bu yoldaşlara dair farklı düzeylerde şüphelerimiz vardı. Fakat bunlar somut verilere dayanmadığından şüphe olarak kalıyordu. Bunlar, diğer delelege yoldaşlardan gelen çeşitli “şüphe”ler ve kendi gözlemlerimiz üzerinden gelişen şeylerdi. Bu yüzden de üzerinde özel olarak durulmadı. Fakat pek çok şeyin üstüste geldiği son dönemde bu yöndeki şüphe Tahsin yoldaş tarafından bu belgeler ortaya çıkmadan birkaç gün önce J, Hejar ve Tahsin′in bir vesile ile bir araya geldiği bir görüşmede açıkça da dile getirildi. Tahsin o görüşmede, “Bahar dışındaki eski MÖK (ülkedeki pratik faaliyetin yönetiminden sorumlu Merkezi Örgütlenme Komitesi-nba) üyelerinin bir araya gelerek düzenli toplantılar yaptıklarını, bu toplantıların hangi evlerde yapıldığını tahmin ettiğini, bu ev sahipleri ile görüşmek istediğini, somut kanıt olmadığı için bu durumu delegelere açıp yeni bir kargaşa istemediğini, ama bunun kendi içimizde soruşturulmasını istediğini” ifade etti.

2-3 gün sonra da resmi olarak ilişkide olduğu Bahar yoldaşın acil görüşme talebi ile yapılan görüşmede ekte sunacağımız belgelerle karşı karşıya kaldık.


Bahar yoldaş Fatma ile aynı evi paylaşmaktadır. Belgelere ulaşması da ortalıktaki flaşları açması ile oluyor. Yani Fatma ile birlikte paylaşılan evde Fatma’ya ait flaşlara bakılması ile bu belgelere -Fatma’nın İ’ye yazdığı bir not ve İ’nin parti yazısına (Yusuf tarafından Konferans’a sunulan 21. yüzyılın parti modeli üzerine bir çalışma-nba) ilişkin yazısının henüz delegelere açılmamış hali- ulaşılıyor. (Kendisinin kaleme aldığı yazıda belgelere nasıl ulaştığının bilgisi vardır) Bu 2 yazı dışında şifreli olan (açık ve kapalı anahtarlar şu an elimizdedir, fakat bunların paswordunu bilemediğimiz için içeriğine dair bilgi sahibi değiliz) birçok belge de mevcuttur.

Bu durum her şey bir yana son derece kuralcı olan ve başkalarının komünistliğini bile bu kurallar içerisinde yargılayan Fatma yoldaşın uzun süredir tüm belgeleri evinde bulundurduğu gibi, yazılarını da aynı mekanda yazdığını gösteren çarpıcı bir veri de sunmaktadır.


Bizce tek başına bu belge bu yoldaşların hizipçi bir ilişki-faaliyet içerisinde olduklarının açık kanıtıdır. Fakat buna rağmen bu sürecin tüm boyutları ile açığa çıkarılması için bir soruşturma konusu yapılması gerektiğine inanıyoruz. Bu çerçevede;


1- Bu yoldaşların toplantı yaptıklarından şüphelendiğimiz 2 evin sahipleri ile soruşturma kapsamında görüşmeler yapılmalıdır,


2- Bu yoldaşlar açılmayan diğer belgelerin paswordunu delegasyona vermelidirler,


3- Fatma yoldaşla aynı evi paylaşan Bahar yoldaş onun belirli periyotlarla şehir dışına çıktığını ve birçok kere il içinde de nerede olduğu bilinmeyen 2-3 günlük çekilmeler yaptığını söylemektedir. Bu çıkışlardan OKHK’nın ve özelde de onunla resmi ilişkisi olan Tahsin yoldaşın bilgisi yoktur. (Sadece biri bilgimiz dahilindedir) Fatma yoldaş yazılarını vs. evde okuyup-yazdığına göre bu çekilmeler okuma-yazma amaçlı çekilmeler de değildir. Bu açıdan da bu yoldaşın hangi nedenlerle, nerelere gittiğini de açıklaması gerekmektedir.


4- İstifa eden eski OKHK üyesi ile (OKHK kurulurken organa seçilen eski gençlik sorumlularından bir kadro-nba) bu çerçevede tekrar görüşülmesi gerekliliği doğmuştur. Bu o yoldaş üzerinde herhangi bir şaibe olduğundan değil, tersine o yoldaşın istifa nedeninin de bu olayla bağlantılı olduğu ve bu konuda delegasyona açık davranmadığı düşüncesi ile dile getirdiğimiz bir şeydir.


5- Fatma yoldaş bundan birkaç hafta önce Kent Yoksullarına (BD bağlamında Fuat tarafından Konferans’a sunulan bir çalışma-nba) dair eleştiri yazan komisyon üyeleri ile görüşmek istemiştir. Görüşme talebini onların yazılarına ilişkin konuşmak istediği ile gerekçelendirmiştir.

O görüşmeye katılan Tahsin yoldaşın ve yine görüşmeye katılan Zeki (Maviş-Serdar Ben-nba) yoldaşların OKHK’ya anlatımlarından bu görüşmede kent yoksullarına ilişkin tek bir satır etmediği anlaşılmaktadır. Tek bir satır etmediği gibi, karşısındakileri kimi yoldaşların görüşlerine karşı açık bir şekilde manüple edecek tarz ve içerikte konuşmalar yaptığı her 2 yoldaş tarafından da anlatılmıştır. (Fatma’nın İ’ye yazdığı anlaşılan notta da bu görüşmelerin yarattığı sonuçlara ilişkin kendi aralarında değerlendirmeler yaptıkları anlaşılıyor.)

Fatma yoldaş bu görüşmeleri hangi mantıkla ve hangi hakla yaptığını tüm delegelere açıklamalıdır. Çünkü ekteki notta yer alan kimi bilgiler bu durumun da tek başına Fatma yoldaşın yaptığı bir şey olarak değil, bu hizipçi oluşumun kendi içinde yaptığı işbölümünün bir sonucu olduğunu düşündürtmektedir.


6- Aynı notta sözü edilen “Fuat’ın notları” delegasyona açıklanmalıdır.


Yoldaşlar,


Gelinen noktada bu yoldaşların bundan sonra hiçbir resmi bağlayıcılıkları kalmamıştır. Organda yer alan 2 yoldaş bu koşullarda bu organda yer alamazlar. Hiçbir yoldaş ile bu sıfatla görüşemezler. Tüm delege yoldaşların da delege sorumluluğu ile hareket ederek bu tür bir ilişkiye girmemeleri gerekmektedir.

Gerek bu yoldaşların durumu, gerekse sürecimizin bundan sonra nasıl yürütülmesi gerektiğine dair son kararı delege çoğunluğunun iradesi belirleyecektir. Bu bağlamda OKHK’nın bu şekilde (yani 2 kişi ile) yürütülemeyeceği ortadadır.

Bizce önümüzde 2 yol vardır. Birincisi; hızla yeni bir OKHK seçiminin yapılması, ikinci yol da önceki seçimde en fazla oyu alan 3 del yoldaşın bu organa dahil olmasıdır. Bu konuda hızla ortak bir irade oluşturmamız gerekmektedir. Delege yoldaşların hepsi bu soruna dair ne düşünüyorlarsa hızla (durumun aciliyetinden kaynaklı olarak 1-2 gün içerisinde yazılı olarak) belirtirse sürecin ciddi bir kaosa dönüşmesinin önü alınmış olur. Hizipçi faaliyet içerisinde yer alan yoldaşların durumları da yine delege iradesi ile belirlenecektir.


Not: Ekte Bahar yoldaşın anlatımı olan bir mektup ve açık 2 belge vardır. Bahar’ın ifade ettiklerine katıldığımızı da belirtelim.


Tahsin, Hejar 27.08.09


***

FUAT ÖZEL ÖRGÜTÜ


Benim için adı ancak “Fuat Özel Örgütü” olabilecek bir oluşumu açıklayacağım. Ancak, çirkin spekülasyon ve dedikodulara meydan vermemek için, aşağıda sunacağım belgenin elime nasıl geçtiğini kısaca anlatacağım.


Biz, Fatma ile aynı evde kalıyoruz. Bu nedenle, onun bütün hareket tarzından, OKHK seçiminden sonra da, eski MÖK’ün (benim dışımda kalan 4 kişinin) ilişkilerini koparmadıklarını, Fuat da dahil sürekli görüştüklerini biliyordum. Bunu da gizlemedim. Fatma’nın kendisine açıktan, “Bizi OKHK değil, siz yönetiyorsunuz, buna neden ihtiyaç duyuyorsunuz, ne yapacaksanız açıktan yapın” dedim. Zaman zaman bu görüşmelerle ilgili tartışmalarımız da oldu. O hep inkar etti.

Benim için -eğer onlar gibi kirli yöntemlere başvursa idim- bunu kanıtlamak pek de zor olmazdı. Giderek de bende, bunların görüşmelerle sınırlı olmayıp, toplantılar ve örgütlü davranış biçimleri şeklinde seyrettiği kanaati güçlendi. Benim ellerimi kirletmeme çabam, onları cesaretlendirdi. Daha pervasız oldular. Fatma, gittikleri evi bile açık edecek bir rahatlık sergiledi. (Ancak o evlerden birinden alabileceği bir eşyayı eşine hediye olarak götürdü örneğin.)

Yaşadığımız eski hizip sürecinin deneyimiyle, ben bu gizli ilişkilerin nasılsa patlayacağını düşünerek, yine de beklemeyi tercih ettim. Gözlem ve kuşkularımı ise OKHK’den ilgili yoldaşa aktardım. Oradan yapılabilecek, açığa çıkarılabilecek şeyler de vardı. Bugüne dek yapılmadı. Eğer kendime yakıştırabilseydim, Fatma’nın elimin altında duran flash’larından tutalım, gittikleri evlere gidip durumu açığa çıkarmaya kadar bir dizi şey yapabilirdim, üstelik de onlar toplantı halindeyken. Ancak hafiyelik onların başvurdukları yöntemlerdi, yapmadım. (Aşağıdaki yazıda göreceğiniz gibi Fatma benim bildiklerimi nereden bildiğimi sorguluyor. Alemi kör ve aptal sanmanın bir sorgulaması bu.)


En sonu aşağıda göreceğiniz belge elime geçti. Kısaca şöyle: Bir süredir aşırı para sıkıntısı yüzünden yazıları alamıyorduk. Aramızda “Sen al, hayır sen al” diyalogları yaşandı. Sonra Fatma bana 3 lira verdi ve yazıları almamı istedi. Bir nedenle vakit sıkıntım vardı, o aldı. Ancak bilgisayar sorunundan ötürü, ben yazıları ondan almakta acele etmedim. En sonu, Fatma bir geceyarısı yola çıktığını söyleyerek, yine bir şehirlerarası seyahate gitti. Nihayet bilgisayar boşalmıştı. Ben de onun flashından yazıları almak ve okumak istedim. (Çünkü flashları adeta ortalık bir yerdeydi. Yani benim bir zula patlatmama vb. gerek olmadı. Sadece durdukları yerden aldım.) Yazıların bir kısmı açılmıyordu, ortak şifreyle şifreli değillerdi. Hangilerini almam gerektiğini araştırırken, birkaç açık -silinmiş ama yok olmamış- yazıya rastladım. Okudum. Çok öfkelendim ama asla şaşırmadım. Ve şimdi ikisini sizlere sunma göreviyle karşı karşıyayım.


Bu yazıları ne yapacağımı uzunca düşündüm. İki şey yapabilirdim, yazıp, yazı alışverişi yapılan adreslere atabilirdim. Ya da OKHK’den ilgili yoldaşa verebilirdim. Kendi kayıtlarımla birlikte ikinci seçeneği seçtim. Dolayısıyla yoldaşı görmem de bir zamana mal oldu (10 gün kadar).
Aşağıda iki yazı var. Birincisi Fatma’nın İ’ye yazdığı bir “değerlendirme” yazısı. İkincisi ise, İ’ın değerlendirmeye konu olan “Bir Yol Ayrımı” yazısı.


Bu iki yazı arasındaki ilişki, bu ‘derin örgütün kendi arasındaki ilişki ve trafik hızının da göstergesi olacaktır. Fatma’nın değerlendirme yazısındaki “değiştirme” tarihi 14 Ağustos. İ’nin değişiklikleri yapıp yeniden Fatma’ya pas ettiği yazının değiştirme tarihi 16 Ağustos. Günübirlik sürdürülen bir ilişki. İ’nin yazısı, sadece Fatma’nın yazısının kanıtı niteliğindedir. Bu gözle okunduğunda anlaşılacaktır. Asıl tüm hikayeyi ele veren ise Fatma’nın yazısıdır.


Bu yazı:


1-) İçlerinde kendileri de olmak üzere, tüm delegasyonun ortak iradesi ile seçilmiş ve bizi temsil etmekte olan OKHK’ne paralel hatta onun üzerinde bir örgütlenmeye gidilmiştir. Üzerindedir çünkü, OKHK’nin iki üyesi bu oluşumun içindedir ve oradan çıkan kararları OKHK’ne taşımıştır. OKHK’yi bir alt komite derekesine düşürmüştür. Bu nedenle hem OKHK’nin hem de tümümüzün iradesi çiğnenmiştir. Yazıda da görüleceği gibi “kolektif irade eşittir keyfiyet” biçiminde bir kodlama ile kolektif irade aşağılanmakta ve adeta alay konusu haline getirilmektedir.


2-) Kendileri dışında tüm bir örgütün ne yaptığını bilmez bir sürü yerine konulması, her şeyi ancak kendilerinin bilebileceği, ancak onların yönetebileceği, örgüt iradesini ancak ve ancak kendilerinin oluşturabileceği, o seçkinci, üsttenci bildik tarzı “yeni” masalları eşliğinde yeniden karşımıza dikmektir bu.


3-) Fuat’ın başında olduğu bir merkez hizbidir söz konusu olan. Bu yanıyla da birçok hizip oluşumundan (örneğin bizde 3 sürecinde görülen hizip gibi) ayrılır. Bir nedenle alttakilerin isyanını, muhalefetini, iktidar olma isteğini vb. yansıtmaz. İktidar olanların, iktidarı yitirmeme hırsı vardır burada. Örgüt iradesine güvenmeme, kendi çizgilerinin onaylanmaması ya da kendilerinin seçilmemesi ihtimaline karşı (ve bu korkuyla) kendini garantiye alma çabası vardır. Gerek bu hizbi oluşturanların bir önceki konumları (eski MK, MÖK üyeleri olmaları), gerekse bu konumdan dolayı ellerinde tuttukları ilişki ve olanakların, örgüt çoğunluğuna karşı kullanılması vardır. (Ki İ ve J şu anda da OKHK olmaları itibariyle bu olanakları, gücü ellerinde tutuyorlar.)


Bu nedenle herhangi bir “taban” hizbinden kat be kat daha ağır, daha kirli, daha hesapçı ve mide bulandırıcıdır. Bu nedenle daha uzlaşmaz olmayı ve daha sert hesaplaşmayı gerektirir.


4-) Fatma, yazısının iki yerinde Fuat’ın bu ikili durumun Konferanstan sonra da süreceğini söylediğini belirtiyor. Yani bu hizip oluşumunun, -muhtemelen bu çetenin MK olamama ihtimaline karşı- Konferanstan sonra da sürdürülmesi planlanmakta, peşinen seçilecek yeni MK’nin de altı oyulmakta, iradesi hiçlenmektedir.


5-) Fuat’ın yazdığı notlardan söz edilmektedir. Delegeler bu notlardan haberdar olmadığına göre (kendimden hareketle söylüyorum), demek ki Fuat bu notları kendi hizbine yazmaktadır.

Fatma’nın yazısı neyi anlatıyor:


İlk paragrafta kolektivizmi kuvveden fiile çıkaranlar, ‘kolektivizmi soyut bir kavram olmaktan’ çıkaranlar ile kastedilen kendileridir, Fuat özel örgütüdür. Bu övünmeyle başlıyor yazı. Ve kendi görüşme trafiklerini ele verecek esprileşmelerle.


İkincisi, t (toplantı) yaptıklarını ve yapmakta olduklarını görüyoruz. Ne olarak, kim olarak?

Üçüncüsü, kararlar alıyorlar.


Dördüncüsü, işbölümü yaparak çalışıyorlar.

Beşincisi, delegasyona sundukları tüm yazılar bu toplantılarda kararlaştırılıyor, yazılıyor, daha sonra değerlendirmesi yapılıyor. Hatta çalışma komisyonlarına sunacakları yazıları da birlikte hazırlıyorlar.
Altıncısı, Aralarında adeta günübirlik bir ilişki var. Fatma, OKHK olmadığına göre, yazıların dağıtılıp dağıtılmadığından tutalım, tek tek kişilerin davranış biçimlerine kadar her şeyi harfiyen biliyor (Elimizde bir yazısı olmasa da burada anlatılanlar Fuat’ın da bu bilgilere anında vakıf olduğu doğrultusundadır).


Yedincisi, bizim evde geçen şeyler bile, diğerleri tarafından anında öğreniliyor. (Aşağıda bahsi geçen teyze ben oluyorum. Ve Fatma’nın sözünü ettiği ‘demokratik devrimi savunanlar da çıkabilir meselesi teyzeyi çok üzecek’ ibaresi, Fatma ile aramızda geçen bir konuşmaya göndermedir. Bu konuşma diğerlerine aktarılıyor hatta İ bunu yazısında geçiriyor, Fatma ‘teyze üzülecek’ diye aklınca dalga geçiyor.)


Sekizincisi, Fatma, teyzenin (benim) yazısının delege yoldaşlar üzerinde bıraktığı etkinin kırılması için, ellerinde tuttukları herkesle görüşme olanağını kullanmaları için ötekilere talimatlar veriyor.


Dokuzuncusu, Fuat ile sürekli ilişki içindeler, Fuat bunları not ve yazılarla yönlendiriyor.


Onuncusu, bu hizip eliti dışında herkes geri ve gerici olarak görülüyor. Hatta “Biz işçiler…” diye başlayan delegelere meydan okunuyor.

Vb. vb.


Örgüt içinde “derin örgüt” olmak için başka ne gerekiyor?

Yazının bu özel örgütü ele veren bölümleri benim tarafımdan boldlanmıştır.

Yazılar aşağıdadır. Bir kez daha: Benim için bu bir merkez hizbidir. Onları özeleştiriye çağırmıyorum. Çünkü en tepeden örgütlenen bir hizbin gerekçesi de özeleştirisi de olmaz, olamaz. Tersine, bu çetenin geriye doğru da işlediği suçlar açığa çıkarılarak teşhir edilmeli, bunun için gerekiyorsa bir komisyon kurulmalıdır. (X13 yoldaşın istifası meselesi bu yeni durumda yeniden ele alınmalıdır. X13 yoldaş ise artık konuşmalıdır. Kimi koruduğunu düşünmelidir: Kişileri mi, bugüne dek geriliğe mahkum edildiği, tasfiyeciliğe yuvarlandığı yetmiyormuş gibi şimdi de arkadan hançerlenen Örgütü mü?)


Bugüne dek, birçok yoldaşın başka yoldaşlar için söylediği, “O varsa ben yokum” anlayışında olmadım. Çünkü bana göre, açık bir mücadele yaşanır ve bunun kazananı da kaybedeni de olurdu. Herkes de kendi eyleminin sonuçlarına katlanırdı. Bu nedenle o varsa ben yokum yollu düşünce ve söylemleri doğru bulmadım. Ancak tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan söz konusu çirkinlikten sonra, o kaydı burada netlikle düşmek istiyorum: Tümümüzü, tümümüzün iradesini ve bu iradeyi temsil eden OKHK’yı arkadan hançerleyen bu beşli çete ile hiçbir koşulda yürünemeyeceğini, yürünmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu hizbin üyelerini, örgütün geleceğinde ve hiçbir kademesinde görmek istemiyorum. Kendi adıma da onların olduğu hiçbir yerde olmayacağım. Tüm delege yoldaşları bu derin örgütü mahkum etmeye, tavırlarını netlikle ortaya koymaya çağırıyorum.

Bahar, 24.08.09


****

Bu belgelerin ele geçirilme sürecini Bahar yazdı. Benim okumamsa günler sonra (sanırım 2 gün önce) mümkün olabildi. Zira Bahar yoldaş ilk olarak OKHK’ya iletmek gerektiğinden hareketle ilgili randevusuna kadar bekletti. Bu mahiyette bir durum karşısında işleyiş vb. denmesini doğru bulmuyorum. Hele yazıdaki “üslupsuzluğa” şahit olduktan sonra. Bahar yoldaşın çıkardığı sonuç ve önerilerine katılıyorum. Bugüne kadarki yanlış hareket tarzı bu hizip sonucunu doğurdu. Eğer böylesi bir durumda ML ilkesel yine alınmaz da iyimser bir yol izlenilmeye kalkılırsa, bu yolun sonu ancak cehennem olacaktır. Ben de böylesi bir yanlışlığa ortak olmam. Hiçbir yoldaşın da bu yanlışlığa ortak olmasını önermem. Artık ilkesel tavır neyse ya o alınacak ya da biz biz olmaktan çıkacağız.


X7

FATMA’NIN YAZISI


Sürenin kısalığından dolayı yazıyı kısaca değerlendireceğim. Ama en önce, kolektivizmin soyut bir kavram olmaktan çıkması, sadece “durum üzerinden fikir belirtme” değil, sadece kurucu bir fikir değil kurucu bir pratik olarak yaşam bulabilmesi yönünden önemsiyorum, bunu belirteyim. Çünkü her şeyin başı “sağlık” diyorsak, burada atılan adımın arkasının küçüklü büyüklü adımlarla gelmesi ama mutlaka gelmesi: Asıl önemli olan bu. (Mizah duygun olmadığı için bu atasözünde sağlık’ı kolektivizm yerine kullandığımı da söyleyeyim. Yoksa sen bana “Nasıl yani?” diye sorarsın ve yeni bir “kol saati” faciası yaşayabiliriz )


O yüzden ben öncelikle bu yazıya o gözle bakıyorum. Devamının hazırlanıyor olması da iyi. Ama toplantıda da söylediğim gibi her şey gelir örgüt sorununa bağlanır (örgütsel sorunlar anlamında değil, “Bir örgütü niteliğini belirleyen şey onun eyleminin içeriğidir” -çizgisidir, ideolojisidir, sınıf karakteridir vb anlamında) dediğimiz yerde, hele ki bu konuda ciddi ve çok haklı bir kafa karışıklığı/güvensizlik, aynı zamanda ciddi ve çok “haksız“, liberter bir durum da varsa, örgütsel dönüşüm, kadrosal dönüşüm sorununun içinden de bu “devam“ın yapılması, sadece durumun gerektirdiği bir şey değil. Aynı zamanda bu alanda -artık dönüşümün eskittiği ve dönüşmeye de zorladığı- bir uzmanlığı da daha gelişkin, hassas “örgütsel sorunlar” zemininde de kopmuş bir önderlik niteliği haline getirmek, her birimizin gözbağlarını açmak açısından da çok önemli görüyorum. Bu sulara girmen(iz)/girmemiz gerekiyor ve bir karar çıkarmış olmak da en başta bu anlamda iyi oldu.


Yazıya geçelim. Yazının bir bölümü, sanırım üçte biri, çizgi ve karakter bazlı sorunlara ilişkin yaklaşımlarının ana hatlarıyla koyulmasına ayrılmış. Birçoğu üzerinde konuştuğumuz, birleştiğimiz şeyler. Yazının konusu parti modeli ağırlıklı olmasıyla da birleşik, ama sadece ondan değil, kabaca koymaktan da gelen “düzlemeci” yaklaşımlar da var bence. Bunlara belki başka bir yazıda -faşist diktatörlük konusu muhtemelen- gireceksindir. Benim yazıda da söylediğim gibi birinci halkam bu değil. Ama sorunlu yönler olduğunu düşünüyorum, zaten biliyorsun. İkincisi ise, her birimizde olduğu gibi sende de kopuşun derinliği konusunda bir dizi zayıflık ve boşluk olduğunu düşünüyorum -eh, bunu da biliyorsun. O yüzden bir şeyi en büyük harfle söylemiş olmanın, en kopmuşluk anlamına gelmediğini, “geçiş“lerin bu kadar kolay olamadığını, olamayacağını, senin özelinde de oturmayan çok fazla yönünün olduğunu… söyleyip geçeyim.


Parti modeli eleştirisi konusunda kendi vurgu noktalarımı yazımda belirtmiştim. Senin yazının vurgu noktalarından biri Yusuf’un dönüşümü nasıl değerlendirdiği konusunda bir veri ortaya koymadığı, bu olmadan, Sosyalist Devrim konusu ve sosyalizm konusunda zemin atmadan parti modelinin ortaya koyulamayacağı. Bense, toplantıda konuştuklarımız, Can’ın yazdıkları vb dahil tersten bir şey söyleyeceğim -ki şimdi yazsam bu noktadan daha fazla derinleştirirdim kendi yazımı da. Aslında bu yazı kendi platformunu koymak açısından -ki hala titreklikleri var bu yönden- bence “çok başarılı” bir yazı! O kadar öyle ki, “tarihin dinamosu parti“ye gönderme yapacak olursak, yazıdaki yaklaşım için direkt “tarihi bir odaya kilitleyip anahtarını kuyuya atan parti“, “burjuvazinin egemenliğini ebedileştiren parti“, “dönüşüm karşısında ezik parti“, “depresif parti” gibi bir sürü ad bulabiliriz.

Yusuf’un dönüşümü nasıl değerlendirdiği belli değil mi? “Krizden zafere“! Nerde kaldı had safhada çelişkiler, bir yüklenişte yıkılacak “kağıttan kaplan“? Nerede kaldı “sürece devrimci taktiklerle müdahalede bulunmak“, nerede kaldı bırakalım sınıfın en geri eğilimleri karşısında bile teslim olmayı, bizim tüzüğün ruhu ve felsefesinde koyulduğu gibi örgütün kendisini kendi içindeki en geri durum ve duruşa göre uyarlamaması? Bu yazıdan çıkan anlayış, tv kanallarından birinde, siyasal tarihteki olayları liberal bir tarzda sorgulayan bir programın adına benziyor: Programın adı “Keşke olmasaydı“. Bu yazı sosyalizm için bir “Keşke olmasaydı” yazısı işte. Çünkü yazı, dönüşümü nasıl değerlendirdiğini, duygularıyla birlikte ortaya koyuyor ve çok fazla sos da kullanmadan “Bir daha olmasın…” diyor. Kullanılan sos ise, BD’ye, devrimci eksene atılan tasfiyecilik çamuru. Bence tam buradan vurmalıyız.


Yazıda rejim tipi tartışmasına kısmen girilmiş ve tutum belirtilmiş. Tamam. Öte yandan parti modelinin kendisinin “yeni tipte faşizm” ile çelişkisi olsun, bir bütün olarak burjuva egemenlik altında bir partinin merkeziyetçilik yönünün ağır basması (bu konuya dair dar bir algılamaya yol açmamak boyutuyla parti komisyonu yazısı bazında konuşmuştuk zaten) zorunluluğu ve bunun programın, taktiğin vb bir gereği olması konusunu kesinlikle es geçmemeliyiz. Biz bile sorunu koyarken -Can kendi yazısını gerek merkeziyetçilik sorunu gerekse görecilik tehlikesinin önemini atlamamak gerektiği konusunda analiz etti ve bu doğruydu da- savrulma demesek bile bir dönemin basıncını çoğu durumda bu yönden işliyorsak ve mevcut liberter durum sadece merkezi kurumlara güvensizliğe bağlanamaz ise, o zaman buraya her vesileyle vurgu. Ha, “yeni tipte faşizm” ile çelişkisi tabii bu partinin çöktüğü yer, orada zirveye bayrak çekiliyor onun da altı kuvvetle çizilmeli. Ama bununla kalınmamalı. Yasal parti konusunda ise direkt bir ifadelendirme olabilir de, olmayabilir de. Aslında böyle bir partinin gerektirdiği kadar gizlilik, EMEP’te bile vardır. Gönüllerde de yatabilir. Ama asıl vurgu, burjuva demokrasisi olsun, faşizm olsun bu partiyi yutar, her türlü yutar, ezer olmalı. Yani tasfiyecilik…

Parti içinde iki çizgi mücadelesi yönüyle daha güçlü bir işleme olabilirdi. Yine de köylü kardeşlerimizden yapılan alıntı iyi olmuş. Ne yazık ki, insan okurken artık bu yaklaşımlar delegeler bazında gönüllere hitap ediyor diye düşünüyor. O yüzden daha güçlü bir işleme olabilirdi diyorum. Burada kuvvetli bir vurguyu da -bir adım ileri iki adım geri’ye bakılabilir- işçi sınıfı partisi ve aydınlar konusuna yapabiliriz. Sebep? Şu malum “çoğunluğun keyfi” meselesi, “kolektif irade = keyif” kodlaması. Bu noktada tam da “Biz işçiler…” diye söze başlayan delegelerin -özel olarak anmasak da- “sınıf” vurgusunun altının ne kadar zayıf olduğunu bile bile sınıfın karakteristik özelliklerine gönderme yapmalıyız. O yoldaşlar “aydınlar“a bu kadar “taktılarsa“, işte meydan! (Bu arada “demokratik devrim diyen de çıkabilir” örneğini vermenizle, bu tezi dillendiren teyzemi çok üzeceğinizi de belirtirim )


Sosyalizmde çoğulculuk, doğrunun tekeli konularında Mahir Sayın’lardan alıntılarla desteklenmesi iyi olmuş. Çoğulculuğa kendilerinin ne kadar tahammül ettiğinin de tabii! İnsan okurken… Evet işte bu noktada bu tarih bizim demeliydik. Daha açığı ise şudur. Yusuf’un parti modeli, sosyalizm için değil kapitalizm için bir parti modelidir. Sosyalizm için değil kapitalist egemenliği güçlendirecek, sınıf içinden ona kan taşıyacak… partidir. Her türden önderlik fikrinin, parti içi dahil önderlik fikrinin tasfiyesi bir partidir. Merkeziyetçiliği en başta içerik, aynı zamanda biçim olarak tasfiye eden bir partidir.


Bahsi geçen Kurtuluş’ta yanlış hatırlamıyorsam 12 Eylül öncesi de uygulanan liberal bir iç demokrasi modeli var. Aslında DY vb. de, büyük örgüt olmaktan gelen, bölgelere vb göre değişebilen yaklaşımları barındırıyor. DY’nin sitesinde eski belgeler içerisinde 12 Eylül’den sonra Karadeniz tarafında dağa çıkıp örgütünün adım atmasını nafile bekleyen bir grup samimi militanın günlükleri, tartışma gündemleri vb yer alıyor. Belgelerde modern revizyonizm ve sosyal emperyalist tespit ve tavrı içerisinde olmamalarına rağmen, “reel sosyalizm” deneyimine belli bir eleştirelliği de taşıyan -daha çok da anarko yaklaşımların yer aldığı- görüşler var ki, bu görüşlerin kökü DY çizgisinde zaten. Bunlar da dahil, 12 Eylül yenilgisi, Mamak pasifikasyonu vb üzerinden revizyonizmin çöküşü ile birlikte Kuruçeşme kıyılarından tasfiyeci reformizm gemisine binmenin köprüsü oluyor. Biz hani nasıl göremedik dönüşümü diyoruz ya, mesela onların yerel seçim tartışmaları kitabında daha 90′larda dönüşümün unsurları ve yerel yönetimler bazında tartışmalar yürütüyorlar -hatta bu iktidarların da sınırı vardır gibi cılız not düşmeler de var. Bizden farklı olarak genetik kodlu olmadıklarından, zaten tasfiyeci bir süreç yaşamışlar, bu zemine geçişleri dönüşüme bu tarz uyarlanma anlamında daha kolay oluyor -şimdi aynı yoldan biz yürütülmek isteniyoruz.
Sonuçta geldiğimiz noktada, bu yazının bir an önce çıkması başka birçok şeyden daha önemli. Hızla yola devam edelim.

Bitirmeden şunları da belirteyim (yoksa içimde kalır )

Yazman için bazan “düzgün” bir tarzda, çoğu zaman ise kelimelere dökmesem de yansıttığım bir kızgınlıkla epeydir konuşuyorum, konuşuyoruz. Bu konuşmalarda iki tür karşılık alıyordum(k). Biri “Evet yazacağım…” diğeri ise işbölümünün sende somutlanan, birçoğu artık “alışkanlık” durumuna gelmiş (kötü anlamda söylüyorum tabii ki), örgütsel becerilerle kolaylıkla yapabildiğin, dolayısıyla hem bir şekilde seni bulan, ama senin de “atladığın” konularının sana yıkılmasından yakınıyordun. Bu da bende açıkçası hep “realizasyon” etkisi yapıyordu. İki yönden:

1) Kendi eğilimlerin ve birikimlerin doğrultusunda yaptıklarınla kısa vadeli sorunları çözmeye eğilim ve bunları başaramayanların, hatta yönelmeyenlerin yükünü de omuzlayarak yürütülen bir işlevsellik. Bunun zayıf olduğun, kendini sistemli olarak zorladığında ise sonuç alacağını düşündüğün kulvarlardan kaçmak için düşünsel, duygusal örtü olması. Çünkü son döneme kadar konu açıldığında genellikle yaklaşım, “tonlama” vb bu oluyordu. Son dönem -sürecimiz- ise iç dinamiklerimizi zorlayan bir, deyim yerindeyse, “dış dinamik” olarak iyi oldu.

2) İşte tam da bu “işlevselliğin” sınırlarını gerçek anlamda görmediğini düşünüyordum. Yanlış anlama, kendinin de söylediği gibi “otomatiğe bağlanmış gibi konuşmalar yapmak“, örgütsel alanda dahi hiçbir geliştiriciliği olmayan hep alt, daha alt konu ve kişi sorunları vb ile iştigal etmek insanda “Ben dün, bugün… ne yaptım, yarın ne yapacağım, ya öbür gün…” etkisi yaratır ve böyle bir sorgulamanın, bu durumu yadsıma isteğinin olmadığını düşünmüyorum. Ama daha derin bir yüzleşmeden söz ediyorum. Örneğin geçen yılki 1 Mayıs raporunun daha ilk cümlesindeki “1 Mayıs’ı 2 Mayıs’a bağlamak…” klasiğinin ve rapor içeriğinin bana hissettirdikleri, örneğin geçen yıl birlikte gittiğimiz (…) toplantısında yaptığın “örgütsel müdahale” üzerine G’nin seni boşa çıkarması (ve haklı olması), örneğin gençlikte ve gerçek bir kitle çalışması yürütmek gerektiği her durumda politika ve örgütsel politika üretememek, bir “olay“ın düzenlenmesi, kişilerin mevzilendirilmesi, “görmek“, şekil vermek, kişilerin örgütsel bir gözle yakalanabilecek ve atlanmaması da gereken boşluklarını görmek… vb dışında elle tutulur bir üretim yapamamak.

Açıkçası geçmişte bunlar bende hadi küçülteyim, “sezi” düzeyindeyse, şimdi artık son derece elle tutulur bir somutluk halini almış durumda. Tek başına kişiye/sana bağlamıyorum elbette fakat Can’ın da dediği gibi sorun çizgi sorunudur ama… İşte o “ama” durumu…

Bak ben bu cephelerde atılan adımları, irade koymayı, sonuç almayı ve bunun toplamı da etkileyen yararlarını -İMT meselesi gibi gibi- (MÖK’ü temsilen Fatma ve Can’ın da katılımıyla 2008 Mart’ında yapılan MK-MÖK ortak toplantısında ittifakla karar alınmasına rağmen sürece sonradan müdahil olan İ tarafından sabote edilen alan temsilcisi Konferans delegeleriyle yapılması planlanan toplantı kastediliyor-nba) kesinlikle atlamıyorum ve atlamam da. Fuat’ın son notunda da vardı, biz Konferanstan sonraki etapta bunlara da zorunlu olarak başvuracağız, ikili gideceğiz diyordu.

Burada aklıma, onun sistem dinamiği değerlendirmesi yazısının değerlendirmeden sonraki bölümlerinde tam da bu yaklaşımın olduğu geliyor. Yani bir yandan eski tarzdan kopuşu ararken aynı zamanda yeni’nin belirimlerinin, güçlerinin, iç dinamizmin zayıflığını da görerek boşluk da yaratmayacak tarzda ikili gitmek yaklaşımı. O yazıda fiili tasfiyecilikden bir çıkış yaklaşımı olarak da bu önemliydi. Bizim kullanmadığımız, ele bile almadığımız bir görüştür ve Yusuf’larınkinden farklıdır.

Neyse, ne diyorduk, ben bunları atlamıyorum, atlamam, ama sen “atla“. Bir kopuş için, daha yüksek bir bileşke (kendinde ve hepimizde) yaratabilmek için bilinçli olarak “atla“. Söz konusu ikili taktik meselesinde, yöntemin kendisini zorunlu olarak kullanırken bile, “Olması gereken bu değil, bu bir geçiş durumu…” diyebil(elim) ki, “konjonktüre” saplanıp kalmayalım.

Son olarak ise, yazı sadece yazı değil bunu biliyoruz. Ha, bazı yazılar, tıpkı örgütsel alandaki bazı durumlar, bazı sorunlar gibi insanda otomatiğe bağlanma etkisi yapar, öyle yazarsın işte. Belki birkaç küçük değişik fırça darbesi, o kadar… Ama son yazdığımız türden kendi kendimizle de konuştuğumuz, kendimizin ve birbirimizin canını bile isteye ve devrimci bir etkide bulunma saikiyle yaktığımız… yazılar hiç de sadece “yazı” değildir. Her birimizin de, bunlar yazıldıkça karşılığını birbirimizde artık görmek gibi bir sabırsızlıkla dolu olmamız da herhalde olağanüstü değildir. Birbirimize dönük olarak bir hak, aynı zamanda görevdir.

Bu koşullarda, olay, olgu ve süreçlerin her tür iç bağıntısından soyundurularak ele alınmasının “canımıza tak ettirmesi” de normaldir. En son bana yönelen, senin de katıldığın “Biri bu yoldaşı durdursun“da ifadesini bulan yaklaşımı tam da böyle görüyorum. Çok kolay ve kestirmeci, uyandırdığı tepkiyi hak edecek kadar büyük harfli, aynı zamanda durumu da, toplamımızın ve her birimizin durumdaki rolünü görme problemi olan bir yaklaşım. Bizim görüş mesafemiz bu kadar kolay kısalabiliyor işte. Zihniyet ve “paketleme” bu olunca, herhangi birimiz hemen “dart” oyunundaki hedef haline geliyor.


Parti modeli, Fuat’ın yazısı, benimki vd. geldikten sonra 3 haftadan fazla zaman geçmiş; bunlar dağılmamış, 8′linin önemli bir bölümü tarafından okunmamış, tatillere vb gidilmiş… Bizim bu konularda söylediğimiz bir şey yok. Buradan ve başka şeylerden çıkardığımız bir sonuç yok.

Okuyanları da görüyoruz” denebilir, demeyelim. O kadar görüşme yapıyorsunuz, etkileşimde bulunuyorsunuz, ama örneğin teyzenin yazısının nasıl bu kadar etkili olabildiği, neye dayandığı, bunun zeminleri konusunda bir şey yok. Teyzenin yazısını sen ve Can okumamışsınız bile. Neden? Tepki siyaseti! Ama Tahsin, teyzenin yazısındaki aynı cümlelerle konuşuyor. Onu da geçtim; X4′nin yazısını düşünelim. Bütün iç zayıflıklarına, yanlışlarına vb rağmen X4′nin yazısını ben hem gri hücrelerini harekete geçirme çabasına, hala var olan bir samimiyete sevinerek, ama aynı zamanda da böyle okudum. Tam da burada teyzenin yazısının bütün o geri ve gerici içeriğine rağmen, “politikayı seven” bir yoldaşın bile teyzeye olumlu referans yapmasını kendi yönümüzden sorgulamamalı mıyız? Teyzenin geriye doğru oynadığı ve oynattığı (tabii sadece ona bağlı sebepler değil) rolü, biz “bunun doğrusu şöyle olmalıdır” diyerek kendi cephemizden oynamaya neden girişmiyoruz? Sen bu sulara girmezsen teyze orada su balesi yapar, bunu görmek çok mu zor? Bu saatten sonra etkili olmaz, zaten kulaklarını kapatmışlar demek içimizi rahatlatıyor mu? Onun yerine “Biri bu y.yi durdursun” var. Y. “durmasını gerektiren” “beş hatalı hareket“i yapmadan önce ne durumdaydık ki? Bunun bir açıklaması yok!

Durumdan benim örgütsel dönüşüm-kadrosal dönüşümü ele almalıyız ve direkt o “Büyük resim bahanesiyle gerçek sorunlardan kaçınılıyor” denilen alanın içinden de konuşmalıyız, bu yaklaşımların çıkmaz olduğunu görmeli ve göstermeliyiz diye ifade ettiğim bir sonuç çıkarma yok. Bizde ya geriden gelen bir basıncı göğüsleyememek var -ki bu konuda hepimiz kendi tekrarlarımızı yapıyoruz- ya da protest bir tarzda “Ne halleri varsa…” yaklaşımı. İkincinin zemini güçlü, burada hemen ortaklaşıp vites de takabiliyoruz. Basıncı göğüsleyemediğimiz durumlar da az değil. Bence örgütçülük buralarda ve sonuç çıkarıp “bişey yapma” çerçevesinde “konuşmalı“.

Elbette ki bu “yazma” sorunu falan da değil, bir mentalite ile kendimizden başlayarak “uğraşabilme” meselesi. Bu bağlamda Can’ın benim örgütsel dönüşüm-kadrosal dönüşüme dair yazılması önerimi gerekçelendirme çabamı da ‘doğrudan olmayan, boş konuşma‘ derekesinde ele alması da -kızdım tabii- sadece bugün değil yarın için de yanlış bir yaklaşım! Açıkçası Can’ın görüşüne ilişkin bir değerlendirme yapmadığınız için ne düşündüğünüzü de bilmiyorum fakat önemli olan bence bu yönlü bir çalışmaya J’nin ve senin girmeni kararlaştırmamızdır da olması gerekendir, önemli olan sonuçtur deyip de geçemedim.

(Bana yönelen “eleştiri“nin mentalitesini değil, son dönemki “performansı” ile Tahsin′in söylemlerini de değil, bir tek K’nın sadece bana bağlı olmayan, başka etmenlerle de birleşik ruh halini önemsiyorum. Bunu da belirteyim …)

Sevgiler…

(Bu yönlendirmenin altında İ’nin dolaşıma sokulmadan önceki “Bir yol ayrımı” başlıklı yazısı bulunmaktadır. -nba-)