Hizip Süreci II

FUAT/ 29 Ağustos 2009


Yakaladık, bulduk, ele geçirdik, sunuyoruz?!


Neyi yakaladınız, neyi buldunuz, neyi ele geçirdiniz, neyi sunuyorsunuz? Devrimci ahlakı ayaklar altına alan bu polisiye yöntemle, çürümüş revizyonist partilerin yöntemiyle bulduğunuz, yakaladığınız, çalarak ele geçirdiğiniz nedir?


Onunla neyi yakalamış, neyi bulmuş, neyi ele geçirmiş oluyorsunuz? Bundan nasıl bir fayda sağlamayı düşünüyor, bunun size neyi kazandıracağınızı sanıyorsunuz? Bunlar üzerinde inşa edeceğiniz, edebileceğiniz ne olacak?


Önce aynanın karşısına geçin orada göreceklerinize bakın!


Gazetede boykotu kim örgütledi?


Farklı bölge ve komitelerde yer alan 8 yoldaş yatay ilişkilerle nasıl bir araya geldi? Bu sağlıksız ve çevreci ilişki tarzıyla bir araya gelişi, biçimi ve yöntemindeki yanlışını öne çıkartmadan tepkinin içeriğinin doğruluğunu ve özneleşme isteğini görerek davrandık. Buna göre değerlendirdik. Buna göre değer verdik. Doğru olan buydu, hala da budur.


MK nin üç üyesi grup tavrıyla ve bastırmacı bürokratik bir tutumla çıktılar. Bu tutumlarına ydk sekreterini ortak ettiler ve ydk’yı da yedeklediler. Bunun grup tutumu olmasına, daha önemlisi bastırmacı bürokratik niteliğine karşı durduk. Bu tutumun mahkum edilmesini önerdik. Bu grup tutumuna, bu dogmatik, betonlaşmış, yüzünü geriye dönmüş görüşlerle içiçe geçmiş bastırmacı bürokratik tutuma karşı kör, sağır ve dilsiz kalındı.


Alt organların ve delegelerin gerçekleştirilmediğinde kongre düzenleyebilmesinin olanağını veren tüzüğün 11. maddesinin b bendi MK çoğunluğu ve YDK sekreteri tarafından yok gösterildi; bu açık tüzük tahrifatına karşı suskun kalındı.


OKHK nın gruplaşmaya yol açmayacak, grup adaylarına dönüşmeyecek biçimde delegelerin onayıyla sonuçlandırılması yöntemi yerine MK çoğunluğu MÖK üyelerini bu şekilde tasfiye edebileceğini sanarak seçimi zorladı. Bunun için en sağlıksız ilişkilere girip işe uygunluk ve temsil yönleriyle dahi yeterli olmayan bir listeyi kabul ettirmeye çalıştı. Kaybetti, istediği sonucu elde edemedi.Ama gruplaşmaları, sağlıksız ilşkileri fiilen ortaya çıkartan bir sonucu da yarattı.


MK çoğunluğu daha ilk baştan, OKHK’nın oluşturulma sürecinde Kongre platformunda siyaseten tartışma başlamamışken MK’nin diğer üyesine ve MÖK üyelerine olmadık sıfatlar yükleyerek korku yaymaya ve bastırmaya girişti. Tartışma için en uygun ortamı yaratmaya çalışma ve bunun teminatı olmak yerine saldırgan sıfatlamalarla korku dağları yaratmaya girişen, ortamı terörize eden, kendi sözleriyle “düşünce zaptiyeliği” yapan MK çoğunluk üyeleri oldu.


Üç yoldaş örgütün yan bir kurumuna giderek, sürecin bilgisine sahip olmayan yoldaşları kendi görüşleri üzerinden örgütlemeye yöneldiler. Bu hizipçi girişimin peşine düşmek gibi bir tutuma girmeyip görüşlerin tartışılması ve bu yoldaşlarada görüşlerini ifade etme çağrısında bulundum. Tüm bu süreç boyunca görüşlerin ortaya konulması, görüşlerin temel konular ve eksenler üzerinden tartışılması benim ve diğer yoldaşların açık ve net tutumlarımız oldu. Her birimiz ayrı ayrı ve birbirimizi de eleştirerek görüşlerimizi örgüt üyeliği ve delege sorumluluğuyla ortaya koyduk. Bu sürece azami katılan ve katkı sağlamaya çalışanlar olduk. Kolektivizmi düşünceden fiile indirmeye çalışanlar olduk.


Eğer nedenler arıyorsanız bunu bizlerin tutumlarında aramak yerine dönüp kendinize bakın!


Yakaladık, bulduk, ele geçirdik bağırmalarıyla sunulan bu “kanıt“da nedir? Siyasal bir yazışmadır. Bir delege yoldaşın örgüt platformuna sunacağı bir yazıya bir başka delege yoldaşın eleştirel bir değerlendirme yapmasıdır. Ve süreçteki gelişmeler ve görüş ve tutumlarla ilgili değerlendirmeler de yapılmaktadır. Orada söylenip örgüt platformunda söylenmeyen hiç bir şey yoktur.

Bu değerlendirmelerde gösterilmek istenenden çok farklı olarak asıl görülmesi gereken başka bir şey vardır? Bugüne kadar hiç ama hiç olmayan bir şey vardır! ”Birbirini eleştirmeme”, “sen beni tut ben seni” biçimiyle yanlışları görmezden gelme ve örtbas etme tutumlarının, grup ruhsallığının, davranışının tam karşıtı olan bir ilişki biçimi; siyaseten tartışan, birbirini kıyasıya eleştiren yeniyi bu şekilde kavrayan ve bu şekilde kurmaya çalışan son derece devrimci bir yaklaşım biçimi vardır.

Onlarda asıl görülmesi gereken budur. Şu dönemde , şu anda eski MK üyeleri ve bağlantıda oldukları yoldaşlar, alan içi çevrecilikten alan içi grup tutumuna geçmiş olan sınıf çalışması içerisinde yer alan yoldaşlar ve bağlantıda oldukları diğer yoldaşlar, hanginizin arasında bu tarzda bir ilişki var? Siyaseten konuşan, siyaseten tartışan ve birbirini kıyasıya eleştiren! İşte bu hizip belgesi diye sunulanlarda asıl görülmesi gereken budur.


Örgütü karşı sorumluluk ve komünist tutum, grupsallığı aşamayan, içinde çevrelerin, çevreciklerin fışkırdığı çözülmüş, bozunuma uğramış dar bir örgüt te bir parti kültürü ve ruhuyla tartışarak onu inşa etmeye yönelmektir. Tam da bizim bugünkü çevreselleşmiş, çevrelerin, çevreciklerin boy attığı, grup hizip oluşumlarının içiçe geçtiği örgütsel ortamımızda asıl görmemiz ve asıl yapmamız gereken budur.


Her tarafta, hem de en açık ortamlarda vıdı vıdıcılık, kişileri çekiştirme, ahbab çavuşluk bunun üzerinden ilişki kurma, gerici birlik ve ittifak arayışları almış yürümüş. Çevreler, çevrecik oluşumları almış yürümüş, siz neyi ve kimi suçluyorsunuz? Aynanın karşısına geçin görmek istediğinizi orada göreceksiniz. Aynada göreceğiniz kendi yüzünüz olacaktır, çevreciliğiniz, vıdı vıdıcılığınız, boykotçuluğunuz, apolitikliğiniz, aranızda kurmuş olduğunuz bağları ve o bağların nasıl bağlar olduğunu göreceksiniz. Örgütü geri, doğmatikleşmiş, tutuculaşmış, bugüne yanıt vermeyen bir çizgiye, çevreciliğe, parçalanmaya, part-time devrimciliğe, mış gibi yapmalara, küçük burjuva yaşam tarzına mahkum etmeyi göreceksiniz.

Dönün sonra o yazışmayı tekrar okuyun. Onda grupsallığın ve çevreciliğin değil ideolojik, teorik, siyasal, örgütsel bir eksen oluşturarak örgüt birliğini bu temelde kuma çabasının emeğini göreceksiniz. Onda çevreselleşmiş ve atomizasyona uğramış bugünkü örgütsel ortamda bir parti üyesinin, bir delegenin örgüte karşı duyduğu sorumluluğu, dağılmış ve parçalanmış olanı partiye doğru götürme çabasını göreceksiniz. Onda kolektivist bir ilişki kurmayı, proleter sosyalist bir eksen ortaya çıkartmak için konulan emeği, bir birlik yaratmaya çalışırken yoldaşların bağımsız görüşleriyle nasıl var olduğunu göreceksiniz.


ÖRGÜTÜMÜZÜN İÇİNDE BULUNDUĞU PARÇALANMIŞ DURUMDA , İDEOLOJİK-TEORİK, SİYASAL, ÖRGÜTSEL BİRLİĞİNİN BOZUNUMA UĞRADIĞI VE ÇÖZÜLDÜĞÜ, HER TÜRLÜ ÇEVESELELŞME VE GRUPLAŞMANIN FIŞKIRDIĞI EKSEN FARKLILKLARININ, TEMEL GÖRÜŞ FARKLILKLARININ OLDUĞU BİR ORTAMDA ÖRGÜTÜMÜZÜ DEVRİMCİ BİR EKSENDE, PROLETARYA SOSYALİZMİ EKSENİNDE VAR ETMEK VE BİRLEŞTİRMEK İÇİN GERÇEKLEŞTİRİLEN ÇABADAN DAHA DEVRİMCİ VE DAHA MEŞRU BİR ÇABA OLAMAZ.

Bu sürecin başından bu yana, bugün tasfiye edilmek istenen bizler örgüt üyesi ve delege sorumluluğuyla görüşlerimizi açık, net ve eksen koyucu biçimde ifade ettik. Varolan örgütsel dağılma ve çevreselleşmeyi, kaosu hot-zotla, sağlıksız gerici birlik arayışlarıyla, durumu sürdürmenin değil, İdeolojik-teorik, siyasal, örgütsel üst düzeyde bir birlik ekseni ortaya çıkartarak devrimci bir kopuş ve dönüşümle Örgütümüzü ileriye taşıyacak görüşlerle birarada olmanın, üst düzeyde bir birlik kurmanın savunucusu olduk. Bütün delegelerin görüşlerini ifade etmesinin, sürecin canlı tartışmalarla, kolektif katılımla gerçekleşmesinin tüm koşullarını yaratmaya çalıştık. Bunun için gereken her çabayı gösterdik. Sunmayı taaahhüt ettiğimiz çözüm bekleyen, örgütmüzün bu durumdan çıkışı için zorunlu olan temel konulardaki görüşlerimizi açık ve kapsamlı bir şekilde sunduk. Örgütsel sürecimizin bütünüyle ilgili son derece eleştirel, son derece özeleştirel olduk. Hizip olarak gösterilmek istenen bizler birbirimize dönük olarak da grupçu bir tutumla, yanlışları görmezden gelen bir yaklaşımla davranmadık, görüş ve eleştirilerimizi açık bir şekilde ifade ettik. Önceki mök ile ilgili değerlendirme ve eleştirilerimi yaptığım yazılı değerlendirmelerde örgüt platformunda açıkça ifade etttim. MÖK üyesi yoldaşlarda benimle ilgili görüş ve eleştirilerini açık bir şekilde ifade ettiler.


Çöken revizyonist partilerin kirli yöntemine baş vuranlar, siz neyi yakaladınız, siz neyi ele geçirdiniz? Bu kirli yönteme başvuranlar, ona destek verenler, bu kirli yönteminizle, hırsızlıkla, birbirinizin yüzüne bakabilecek misiniz, birbirinize yoldaş diyerek sırtınızı dönebilecek misiniz? Siz neyi yakaladınız, Siz neyi ele geçirdiniz? Bizim PROLETER SOSYALİST GÖRÜŞLERİMİZİ! EN BÜYÜK GÜCÜNÜ BİRBİRİNİ ELEŞTİRMEKTEN ALAN GÖRÜŞLERİMİZİ. ONLARI ORTAYA ÇIKARTMAK İÇİN KONULAN EMEĞİ. ÖRGÜTÜMÜZÜN GELECEĞİNDEN DUYDUĞUMUZ DERİN KAYGI VE YÜKSEK SORUMLULUK DUYGUMUZU! VE GELECEĞİMİZİ KURMA GÜCÜNÜ. İşte yakaladık, ele geçirdik, işte kanıtlar dedikleriniz bunlardır. BU KİRLİ YÖNTEMİNİZLE, BU ÇÜRÜMÜŞ REVİZYONİST PARTİ YÖNTEMİYLE, HIRSIZLIKLA ELE GEÇİRİLMİŞ “KANIT”LA ONLARI MAHKUM EDEBİECEĞİİNİZİ Mİ SANIYORSUNUZ?


Evet, vesile oldu iyi oldu! En bayağı yöntemle, polisiye tarzda çalıp ortaya çıkartan ve sunanlara ve bundan sevinç duyacaklara açıkça söylemeliyim ki, yaptığınızla büyük bir yarar sağladınız. Bu yarar amaçladığınız, sizin düşündüğünüz yönde bir yarar değildir. Siz bambaşka bir amaçla kirli ve çürümüş bir yöntemle işte “kanıt” diye vurmak isterken sunulan o siyasal yazışmada gelişmekte olanı ve gelişeni, siyaseten konuşan, sorunları bütün yönleriyle değerlendirmeye çalışan, birbirlerinin hatalarını açıkça, hatta sertçe eleştiren, birbirini eleştirerek birbirini geliştiren yeni ve tam da olması gereken bir partili ilişki tarzının ve onun ruhunun doğmakta olduğunu gösterdiniz. Evet, bu, merkezi niteliğini kaybetmiş, ideolojik-teorik, siyasal ve örgütsel birliği kalmamış ve eksensel farklılaşmaların ve gruplaşmaların olduğu sağlıksız bir ortamda onun bir parçası olarak doğmaktadır. Ve doğumun diğer lekeleriyle birlikte bunun da bilincindeyiz. Bizim bundan kurtulmamız güç olmayacaktır.


Karalanmaya ve tasfiye edilmeye çalışılan bizler, her birimiz tek tek örgüt platformunda görüşlerimizi belirttik. Bu görüşler, halkçılıktan kopamayışın, ara akım ve ara güç olma tutumunun küçük burjuva toplumsalcı bir sosyalizm biçimiyle sürdürülmesinin karşısına konulmuş olan proleterya sosyalizminin görüşleridir. Her birimiz bunları ayrı ayrı ifade ettik. Bu görüşlerimizle varız, bu görüşlerimizle varolacağız ve onlar için savaşacağız.

Artık tümüyle açık olan şudur ki, görüş ayrılıklarımız eksenleşmiştir. Örgütümüzün bu konudaki çok açık görüşlerine karşın ÖDP yi doğuran Kuruçeşmeci parti görüşü, “yeni ihanet çağı”nın görüşü Örgüt platfomumuza sunulabilmektedir.İşte karşı çıkılması gereken, siyaseten tereddütsüz mahküm edilmesi gereken budur. Mahkum edilmesi gereken eklektik görüşler ve gerici birlik arayışlarıyla küçük burjuva toplumsalcı sosyalizm görüşlerinin kabul ettirilmek istenmesidir. Mahkum edilmesi gereken görüşlerimizi yenemeyen, doğru dürüst görüş bile ortaya koyamayanların, taahhütlerini yerine getirmeyenlerin, bir ekseni olmayanların bu kirli yöntemleri uygulayarak ve bundan fayda umarak bizi karalamaya ve mahkum etmeye girişmeleridir. Mahkum edilmesi gereken ilkesiz bir birlik cephesi oluşturarak bizleri tasfiye etmeye çalışma tutumudur. Bizler bu görüşleri, bu çürümüş revizyonist partilere özgü tutumları mahkum etmeyi örgütümüze, tarihimize ve geleceğimize, işçi sınıfına karşı bir sorumluluk olarak görüyoruz, bunun davranışı içerisinde olduk, bunun davranışı içerisinde olmaya devam edeceğiz.


Yoldaşlar, bugün gelmiş olduğumuz aşama birbirinden farklı görüşlerin olduğu, temel konularda ve eksenleşmiş görüş ayrılıklarımızın olduğu bir aşamadır. Böylesi bir düzlemde ilkesiz bir birlik cephesi oluşturarak farklı görüşlere sahip olanları, görüşlerini en açık ve kapsamlı olarak örgüt platformuna sunmuş olanları tasfiye etmeye yönelik hiç bir girişimi kabul etmeyeceğim. OKHK nın görüşleri bizlere karşı olan iki ayrı çevreden olan iki üyesinin OKHK da yer alan iki yoldaş bu organdan tasfiye etmek için getirdikleri önerlerde kabul edilemez. Bunu öneren iki yoldaşın kendileri de iki ayrı grubun mensubudurlar. Birisi MK nın üç üyesiyle birlikte açık bir grup tutumuyla ortaya çıkmıştır. Siyaseten doğru dürüst bir görüşü bile olmayan diğeri ise farklı bölge ve komitelerden yoldaşlarla yatay ilişkileri kurup bir tepki grubu örgütlemeye gidenlerden birisidir. Şimi ikisi birlikte ilkesiz bir birlik tutumuyla tasfiyeci önerilerle ortaya çıkmaktadırlar. Karşımızda doğru dürüst görüş bile koyamayanlar, şimdi böylesine çürümüş bir tasfiyeci yönteme başvuruyorlar. Bunu açık bir şekilde bizleri tasfiye etme girişimi ve örgütü bölme tutumu olarak görüyorum. Bu öneri siyaseten tartışma ortamını da ortadan kaldırmaktadır.

1) OKHK nin iki üyesinin tasfiyesini amaçlayan seçim önerisinin bugünkü örgütsel ortamımızda hiç bir meşruiyeti yoktur. OKHK oluşturulmuş, görüşler ortaya konulmuştur, OKHK nın her üyesi de siyaseten farklı görüşlere ve farklı tutumlara sahiplerdir.


2) Kendileri de farklı grupların içerisinde yeralan iki OKHK üyesinin ilkesiz birlik oluşturarak gerçekleştirdikleri bu öneriler ve tutumlar, siyaseten tartışmanın ortamını da ortadan kaldırmaktadır. Proleter sosyalist görüşlerimizi delege olarak ayrı ayrı açık ve kapsamlı bir şekilde örgüt platformuna sunmuş olan bizleri tartışarak yenemeyenler çürümüş revizyonist parti yöntemleriyle tasfiye etmeye çalışmaktadır.

3) OKHK nın diğer iki üyesinin önerileri, ilkesiz bir birlik oluşturmaya çalışarak bizleri açık bir şekilde tasfiye etme girişimidir. Hırsızlıkla ve polisiye bir kafayla geliştirilen bu tasfiye yöntemi, çürümüş revizyonist partilerin yöntemidir.

4) Bu girişimi bizleri tasfiye etme ve örgütü bölme girişimi olarak görüyorum. Hemen geri çekilmelidir. Bu önerileri getiren OkHK nın iki üyesi yoldaşa öncelikle seslenmek istiyorum. Bu önerinizi hemen geriye çekin. Kendiniz de birer grubun mensubusunuz. Bu önerinizle çok ağır bir sonucun yaratıcısı olacaksınız, ayrıca çalma ve polisiye düşünüşle getirilen bir “kanıt”a dayanarak , çürümüş revizyonist partilere özgü bir yöntemin uygulanmasının başlatıcısı olacaksınız. İç karışıklığımızın artmış olduğu bugünkü örgütsel ortamımızda örgütsel ve siyasal anlamını ve sonuçlarını iyi düşünmediğinizi düşünüyorum. bir an bu ortamın dışına çıkarak bu tutumunuzu değerlendirin. Kendinizi lekelemeyin. Geleceğinize taşıyacağınız bu olmasın.

Hiç bir yoldaşda bu tasfiye girişimine destek vermemeli, ortak olmamalıdır. Görüş ayrılıklarımız bir çok temel konuyu kapsamaktadır, bazı yoldaşlarla da görüşlerimiz arasındaki ayrımlar eksen karşıtlığı düzeyindedir. Bunu açıkça ifade ettik ve ediyoruz. Ve bu birlikte yürümenin koşullarını çok güçleştirmiştir. bununla birliktegörüşler görüşler olarak tartışılmalıdır.Yollarımız ayrılacaksa da bu şekilde ayrılmalıdır. Çürümüş revizyonist partilere özgü yöntemlerle bizleri tasfiye etmeye girişerek değil. Hiç bir yoldaş böylesi bir yönteme destek vermemeli bu tasfiyeci suça ortak olmamalıdır.

Yaşasın proletarya sosyalizmi –

29 Ağu. 2009/ Fuat


****

FUAT/29 AĞUSTOS 2009

DOSYA ÇALARAK VE HAFİYECE DÜŞÜNEREK “KANITLAR BULAN” BAHAR’IN -ONUN İÇİN ARTIK YOLDAŞ DEYİP BU KAVRAMI KİRLETEMEM- VE ONA KATILDIKLARINI SÖYLEYEN OKHK ÜYESİ İKİ YOLDAŞIN KANITLARINA İLİŞKİN BİRKAÇ SÖZ:

Eski mök üyeleriyle görüşme, görüş alışverişinde bulunma talebim mök döneminin sonlarında bu sürece girilmeden önce oldu. OKHK oluştuktan sonrada bu talebimi tekrarladım ve Can ve Fatma yoldaşlarla bu yazışma ve görüşme olanağı geç olarak da olsa kabul edildi ve gerçekleşti.

Benim tarzım ve tutumum ideolojik-teorik, siyasal ve örgütsel olarak görüşlerimi ortaya koymak, ortaya çıkan gelişmeleri, süreçleri, yaklaşım ve tutumları bu temelde değerlendirmektir. Siyaseten yakın ya da uzak olsun, aynı görüşleri paylaşayım ya da paylaşmamayayım her yoldaşla ilişki kurma biçimim budur.

Mök le ilgili olarak ve bu organın üyesi olan her yoldaşla ilgili olarak da görüşlerimi imkan olduğu zaman her zaman kendilerine karşı ve örgüt platformumuzda da açıklıkla ifade ettim. Bu yoldaşlar da benimle ilgili, gerek görüşlerim gerekse tutumlarımla ilgili olarak görüşlerini açıklıkla ifade ettiler ve Örgüt platformuna sundukları yazılarda da bunları belirttiler.


Sunduğum üç bölümlük değerlendirme ve dördüncü bölümü de katarak söyleyeyim, ilk okumanın ve dar zamanda okumanın ve bu sürecin önyargılarının dışına ve üstüne çıkılarak tekrar okunup değerlendirildiğinde görülecektir, bu uzun dönemin değişik aşamalarında ve karşı karşı karşıya kaldığımız sorunları ele alırken ne düşündüğümü, nasıl davrandığımı, neyi karşıma alıp neleri yarmaya çalıştığımı bunları yaparken kendimdeki sınırlılıkların ve iç engellerin neler olduğunu açık bir şekilde belirtttim. Teorik, siyasal ve örgütsel her konu ve sorunu ele alırken izlediğim yöntemlerden biri de bu oldu.


“Fuat Özel örgütü” bayağı bir suçlamadır. Değerlendirmemin üçüncü bölümünde nasıl bir örgüt ve önderlik anlayışına sahip olduğumu da açıklıkla koyuyorum. Komünizmden çıkışını alan kolektivizm ilkesi ve örgütsel emeğin kolektif birliği ilkesi ve demokratik merkeziyetçiliğin 4×4 le birlikte yeni içeriklendirilmesi yeni bir önderlik kavrayışını ortaya çıkartmaktadır. Bu her birimizin ayrı ayrı ve her komitenin organsal emeğini, katkısını yok saymayacak, tersine onun gelişme ve özneleşmesinin önünü kolektif katkıyla azami açacak, kollektifleşen ve bir bütün olarak örgütün organik faaliyetinde somutlanan önderlik anlayışıdır. Kişiler ve organlar bunun içerisinde etkin bir şekilde rol oynayabilirler ama onlar artan ölçüde kolektifin ürünü olarak vardırlar, onun içerisinde gelişmekte ve özneleşmektedirler.

Bu kişilerin ve organların bağımsız gelişimlerini ve özneleşmelerini kolektifin gelişiminin de koşulu gören bir önderlik anlayışıdır. Dar örgüt grupsallığı ve kişiye dayalı bir önderlik tarzını da yıkmaktadır. Kendi gelişimini yoldaşının gelişiminde görmektedir. O, “kanıt” diye sunduğunuz yazılara bakarsanız bunun iyi bir örneğini göreceksiniz.

Mök üyesi iki yoldaşın (Fatma ve Can kastediliyor-nba) MK diğer üyelerinin yazmamamaları nedeniyle sürecin önünü açmak için yazdıkları raporun ikinci yazımına bakarsanız oradaki özelleştirellikte bunun iyi bir örneğini göreceksiniz.

Değerlendirmelerimin tümüne, örgütsel tüzüksel sorunlara doğrudan girdiğim 3.bölümdeki eleştirel özeleştirel ve kurucu perspektife bakarsanız orada da nasıl bir önderlik sorusunun yanıtını da içeren iyi bir örnek göreceksiniz.

Nasıl bir davranış bozukluğu içerisinde olduğunu ortaya koymuş bu kişi, bu görüşünü de kendi çöplüğüne servis etmektedir. En başta kendilerindeki geri olanı yıkarak ilerleyenler, acemi sarsak adımlarla kendi içinde de tutarlı yeni bir parti görüşünün ve onun önderlik anlayışının yolunu tutanlar için dönüp bakacak kadar dahi bir değeri yoktur.

Belge çalan, polisiye düşünüşlü kişi suçlamalarının bir yerinde şunu söylüyor.
“4-) Fatma, yazısının iki yerinde Fuat’ın bu ikili durumun K’dan sonra da süreceğini söylediğini belirtiyor. Yani bu hizip oluşumunun, -muhtemelen bu çetenin km olamama ihtimaline karşı- K’dan sonra da sürdürülmesi planlanmakta, peşinen seçilecek yeni km’nin de altı oyulmakta, iradesi hiçlenmektedir.”


Bu suçlamasına dayanak yaptığı Fatma yoldaşın değerlendirme yazısındaki şu bölümdür.
“Bak ben bu cephelerde atılan adımları, irade koymayı, sonuç almayı ve bunun toplamı da etkileyen yararlarını (İMT meselesi gibi gibi) kesinlikle atlamıyorum ve atlamam da. Fuat’ın son notunda da vardı, biz K.dan sonraki etapta bunlara da zorunlu olarak başvuracağız, ikili gideceğiz diyordu. Burada aklıma, onun sistem dinamiği değerlendirmesi yazısının değerlendirmeden sonraki bölümlerinde tam da bu yaklaşımın olduğu geliyor. Yani bir yandan eski tarzdan kopuşu ararken aynı zamanda yeni’nin belirimlerinin, güçlerinin, iç dinamizmin zayıflığını da görerek boşluk da yaratmayacak tarzda ikili gitmek yaklaşımı. O yazıda fiili t.den bir çıkış yaklaşımı olarak da bu önemliydi. Bizim kullanmadığımız, ele bile almadığımız bir görüştür ve Yusuf’larınkinden farklıdır. Neyse, ne diyorduk, ben bunları atlamıyorum, atlamam, ama sen “atla”. Bir kopuş için, daha yüksek bir bileşke (kendinde ve hepimizde) yaratabilmek için bilinçli olarak “atla”. Söz konusu ikili taktik meselesinde, yöntemin kendisini zorunlu olarak kullanırken bile, “Olması gereken bu değil, bu bir geçiş durumu…” diyebil(elim) ki, “konjonktüre” saplanıp kalmayalım.”


Bu bölüm, Fatma yoldaşın İ yoldaşa kendi içinde teori ve pratik ilişkisini nasıl kurması gerektiği, kendi içimizdeki eskiyle kendi içimizdeki yeni arasındaki ilişkiyi nasıl kurmamız, bu çelişkiyi nasıl ve ne yönde çözmemiz gerektiğiyle ilgili önceki eleştirilerini ve atmış olduğu adımın bu yönden değerini belirten uzun bir bölümün ardından geliyor ve benim önceki bir yazıma ve bir notuma gönderme yapılıyor.

İçerdeyken Sistem Dinamiği (Can tarafından 2001 başlarında kaleme alınan bir çalışma-nba) bana ulştıktan sonra onun çözüm arayışını olumlamış fakat temel önemde gördüğüm yanlışlarını da eleştirmiştim. İzleyen bir bölümde de kısaca eski ve yeni örgütsel biçimler ilişkisini, ikisinin birlikte var oluşunu, bunu realize etmeden ikisi arasındaki ilişkiyi nasıl kurmamız gerektiğini yazmıştım. Kongre sonrasında da bu ikili var oluş durumunun bir dönem daha süreceği, örgütsel iç zayıflıklarımız, fiili tasfiyecilik halinin etkileri yeniyi kurmakta yaşayacağımız güçlükler nedeniyle bir ekseni ortaya çıkarttıktan sonra da bu ikili var oluş durumunun bir anda ortadan kalkmayacağını, bunun bir parçası olarak yeni bir önderlik biçimini geliştirirken iradeci ve bu şekilde sonuç alıcı bazı biçimleri de kullanmamızın da gerekeceği, proleter sınıf militanlığını geliştirirken dar örgütsel eylemlere de başvuracağımızı, bu nedenle kopuş ve dönüşümün tek hamleli olmayacağını, tek tek kendi içlerimizdeki savaş dahil bilinçlice yürütlmesi gereken bir süreçtir vb.

Bu görüşlerimin hepsi üç bölüm halinde sunduğum değerlendirmemin birinci bölümünde ve üçüncü bölümünde var. Eğer dördüncü bölümü de son şeklini verip iletebilseydim, orada da kurucu önderlik ve yeni süreç yönüyle incelenecekti.


İşte benim sürmekte olan ve Kongre sonrasında da bir çırpıda değişmeyeceğini ve bunu bu şekilde kavramamız gerektiğine ilişkin olan “ikili durum” görüşüm budur. 3. Konferans da ifade ettiğimiz “bir dönem kapanmıştır” deyip kapatamadığımız dönemi, iç inşa dahil her yönden aşarak kapatmak için kurulmuş cümlelerdir.

Kafasının içine tilkileri ve yılanları dolduranlar, bu kadar polisiye düşüneceklerine ve bu kadar kendilerini düşkünleştireceklerine keşke bir parça bu yönde düşünmeye ve çözüm üretmeye çalışsalardı.


Fuat / 29 Agustos 2009


Not:Kent yoksulları broşüründeki bazı görüşleri eleştiren yoldaşların yazılarını da Birkaç gün içinde yanıtlayacağım. İkinci bölüm bir hayli sonradan geldiği için yanıtımı beklettim. Eleştirileri ve tam da bizim şu dönemde aşmamız ve sınır çekmemiz gereken yanlış görüşleri içeriyor. Bununla birlikte iç yazınımızda çok zayıf olan bir alandan böyle bir çalışmanın ortaya konulmuş olmasıyla ve iç sürecimize de canlılık katmasıyla değerli.


***

J ve İ/ 30 Ağustos 2009

Delegasyona,

Konferansımızın sonlanmasına çok az bir zaman kala hakkımızda hizip faaliyetinde bulunma, çete oluşturma ve örgüt içinde derin örgüt kurma suçlamalarında bulunuldu. Bu suçlamalar ortaya atılan iki belge ile ispat edilmeye çalışılıyor. Hejar ve Tahsin, belgelere dayanarak OKHK’nın bu noktada resmi bir bağlayıcılığının kalmadığını, J ve İ olarak OKHK’dan çıkartılmamız gerektiğini, hakkımızda soruşturma başlatılarak, yeni bir OKHK seçimi yapmak gerektiğini söylüyorlar.

Bahar da benzer şeyleri yazıyor ve fakat o hızını alamayarak örgütten atılmamız gerektiğini de buyuruyor.


İçinden geçtiğimiz k sürecinde, iç ortamımızın BUGÜNKÜ GÖRÜNÜMÜNDE tarafımıza yöneltilen bu suçlamaları ve kopartılan bu gürültüyle büyütülmeye çalışılan vitesi nasıl değerlendirmeliyiz, nereye oturtarak düşünmeliyiz? Bugün ve geriye doğru ö.nün işlediği tüm günahların ve bu günahların nedenlerinin tek, ebedi ve evrensel failleri olarak resmedilmeye çalışmamızın arkasında yatan gerçek nedenler nelerdir? NE OLDU DA BU İDDİA SAHİPLERİ KENDİLERİ DE AYNI MECRADA GRUP OLUŞUMLARI İÇİNDE HAREKET EDİYORLARKEN VE ÜSTELİK BU GRUP OLUŞUMLARINI BİZZAT KENDİLERİ ÇEŞİTLİ KONUŞMALARDA TEYİT ETMİŞ, MEŞRU VE “NORMAL” GÖRÜYORLARKEN şimdi bizleri grup oluşturmak = hizip faaliyetinde bulunmak = örgüt içinde derin örgüt kurmak = Fuat özel örgütü içinde yer almakla suçluyorlar? (İKİ DİPNOT)


Belirtelim ki, içinden geçtiğimiz k sürecinde geldiğimiz noktada fikirler öznelerle buluşuyor, aynı fikrin sahibi özneler bir araya geliyor, aynılar aynı yerlerde toplanıyor. Kendi kadrosal gelişim sürecimizin özgünlüğü içinden düşünüldüğünde bu “normal” bir durumdur da. Konferansın bitmesine çok az bir zaman kala grup oluşumları; k sürecimizin sağlıksız gelişimi, öncesindeki ideolojik düzeydeki fikir ayrılıkları bağlamından da düşünüldüğünde önüne geçilemeyen bir durumdur. Grup oluşumlarının içimizde artık bir realite olduğu, perdeyi MK çoğunluğunun ve YDK sekreterinin açtığı ve ardından diğerlerinin geldiği bu ortamımızda YAPILACAK EN DOĞRU ŞEY, KONFERANS FİNALİNİ ÖRGÜTLEMEK VE AYNI TOPLANTIDAN ÇIKILABİLİYORSA TEK BİR İDEOLOJİK EKSENE SAHİP OLARAK ÇIKMAKTIR. AYNI TOPLANTIDA EKSENLERİ TARTIŞMAKTIR. Ötesi, bugün konferansımızın geldiği aşama içinden konuşacak olursak, yok sen grup oluşturdun, yok sen hizipcilik yapıyorsun, yok sen bilmem ne yapıyorsun diyerek birbirimize karşılıklı suçlamalarda bulunmanın hiçbir anlamı bulunmuyor. ARTIK BULUNMUYOR!

Eğer sorgulamayı buradan başlatırsak, bu örgütte son süreçte bilinegelen anlamıyla hizip faaliyetinde bulunmayan, kendini her hangi bir grup içinde tanımlamayan birkaç yoldaş dışında hiçbir delelege kalmaz. Birkaç delege yoldaşın dışında bunun tersini iddia edecek olan, “hayır ben böyle değilim” diyen herhangi bir del yalan söylemiş olur. Grup oluşumlarını, asla normal karşılamamakla birlikte -ki olağan koşullarda işleyen bir k sürecinde böyle durumlar zaten olmaz- yukarıda da belirttiğimiz gibi bu artık önüne geçilemeyecek, geçilemeyen bir gerçekliktir. Ve bunu aşmanın tek çözümü tek bir ideolojik eksene sahip olmaktır.

Bugünkü durumumuzda aynı fikirler sahiplerinin birbirleriyle etkileşim içinde olması mı hiziptir? Bu etkileşim o veya bu araçla grupların içinde yer alanlar tarafından gerçekleştirilmiyor mu? Eğer buna hizip diyorsak o zaman örgü içinde delegelerin ağırlıklı bir kısmı hizipcidir. Bir durumun hizip olarak değerlendirilebilmesi için öncelikle o fikrin-eksenin-bakış açısının aşağıya doğru fiili olarak örgütlenmesi gerekir. Kendi açımızdan böyle bir durum yoktur ve olamaz. OKHK’da Tahsin′in de içinde olduğu grup tarafımızdan bilinmektedir. Ve zaten birlikte hareket edildiğini kendisi isim vererek ifade de etmiştir. Ancak biz bunu yukarıda da bahsettiğimiz gibi kendi k sürecimizin özgünlü içinden değerlendiriyoruz. Tahsin’e itirazımız (Dipnot’ta da ifade ettiğimiz) 3 ken 5 olmak için OKHK’un altının dinamitlenmesidir.

Tüm delegelerin bilindiği üzere alanlarla yapılan görüşmeler OKHK içinde bir işbölümü üzerinden gerçekleşmektedir. J ve İ olarak görüştüğümüz alanlarda delegelerle nasıl konuşuyoruz, 3′ü 5 yapmaya çalışıyor muyuz asıl soruşturulması gereken nokta burasıdır ve öneriyoruz. Bahar haddini aşarak örgütün tüm gücü ve imkanları J ve İ’ın elinde diyor. Burada güç ve imkan ile kastedilen nedir? OKHK içinde işbölümü vardır ve bu işbölümü üyelerinin oybirliğiyle yapılmıştır. Bu noktada Bahar’a laf düşmez. Bu OKHK ve iç işleyişi ile ilgili bir durumdur. Bahar çürüdükçe etrafını da çürütüyor. Tüm delegelerde infail yaratarak bu tip basit provakasyonlardan medet umuyor.


Peki, iki OKHK üyesi ve Bahar bu gerçekliği bilmelerine, kendileri de birer grup oluşumunun içinde yer alıp örgütleyicisi olmalarına karşın bile bile neden bu pis yönteme başvurmak zorunda kaldılar? Bu provakatif saldırı ve manipülasyonun amacı ne? “Atılmalılar” diye YÜKSEKTEN açılan ihale neye hizmet ediyor?


Suçlamalar iddia sahiplerinin kendilerini aklama çabası olarak sırıtıyor ama, asıl amaç sadece bu değildir. Kendini aklama, günahlarının üzerini örtme, başkasının günahları üzerinden arınma çabası konferansın sonucunu etkilemeye dönüktür. HESAPLAR TİKB’NİN -KALDIĞI KADARIYLA- MİRASINI YAĞMALAMAYA YÖNELİKTİR.

Bu iddia ve yöntem sahipleri devrimcilik adına İSTİLACI KUZGUNLARIN yöntemlerini dahi kullanmakta hiçbir beise kapılmıyorlar artık. Sizler yağmacılık yapıyorsunuz, buna soyunuyorsunuz! Bu yağmaya ortak olmaları için tüm delegeleri “göreve” çağırıyorsunuz. İçerikten, net bir gelecek ekseninden, teorik ve politik düzeyden değil, Nasrettin Hoca’nın koskoca göle yoğurt çalmasındaki gibi “ya tutarsa” aczi içerisinden ayak oyunlarına başvuruyorsunuz.

Ayak oyunu çünkü, içeriğin olmadığı, eklektizmin bayraklaştırıldığı, kör tepkisellciliğin hüküm sürdüğü, o veya bu kişinin hedefe çakılarak ona karşıtlık temelinde varolunmaya çalışıldığı, geleceğe dair doğru düzgün hiçbir şeyin söylenmediği ve daha da önemlisi bunun gerçekte kaygısının duyulmadığı yerde ayak oyunları ve bundan medet umma vardır. Kariyerizm vardır, koltuk kapma savaşı vardır, mirasın bölüşülmesi hesapları vardır. HİÇBİR MİRAS SİYASAL DÜRÜSTLÜK KADAR ZENGİN OLAMAZ!


Şimdi bazı yoldaşlar bu grup oluşumunun içinde hareket ediyor, ve bazıları bu oluşumdan nasıl nemalanabilirim diye HALİ HAZIRDA plan üzerine plan yapıp pusuda bekliyor. Bu grubun içindeki yoldaşlar görecekler ki, bu oluşumun motivasyon kaynakları kısa değil çok kısa menzillidir ve bu varoluş asıl tepkiyle kodlanmış reaksiyonerlikten çıkışını aldığı için çözülecektir, çözülmeye mahkumdur. Çünkü bu oluşum ideolojik temelde steril olmadığı, olamayacağı ve zaten böyle bir derdin de bulunmadığı gibi, kelimenin gerçek anlamıyla yengeç sepetidir. Bu yol devrimci bir yol değildir. Çürümeye açılan kapıdır.


Öne sürülen suçlamalarla, bu tarz ayak oyunları bir devrimcinin acz içine düştüğü, çürüdüğü bir durumdur. Belirtelim, “ya tutursa” diye çalmaya çalıştığınız bu maya tutmaz, tutturamazsınız!

Bugün k sürecimiz açısından ortaya çıkan net devrimci proleter eksenin üzerini bu beyhude atraksiyonlarla örtemezsiniz, onu gözden düşürüp, k.nın içeriğine ve geleceğe dair doğru düzgün hiçbir şey söyleyemiyor oluşunuzla kendi içeriksizliğinizi ve içi yıllar önce boşalıp çürümüş küçük burjuva devrimciliği hakim kılamazsınız, kılamayacaksınız!

Konferans sürecinde bir delege eksenler üzerinden, ayrışmayı ya da bağdaştırıcılığı buradan düşünmüyorsa, o delege artık başka arayışlara, hesaplara girer. Hep böyle olmuştur. Konferans süreci açısından durum bağlamından kopar. Tıpkı bu durumda olduğu gibi. Önce fikirden -eksenden nasıl kurtulabiliriz diye düşünülür, bunun başarılamadığı yerde o ekseni savunan kişilere yönelinir. Örgütün en geri güdüleri mazlum edebiyatı, devrimcilik, özneleşme adına kaşınır, eksen ve eksenden tartışma ısrarla gözden uzak tutulmaya çalışılır. Ve en nihayetinde -Kİ ISRARLA BELİRTİYORUZ, FİNALE ÇOK AZ BİR ZAMAN KALA- varacağı nokta da “atılmalılar” olur.

Kimsenin haddine değildir. Kimse boyundan büyük laflar etmesin! Siz kimsiniz ki atılmamızı istiyorsunuz. Sizi buna cüret ettiren şey Konferans sonrası kirli hesaplarınıza yöneliktir. Esnaf kafadır bu, devrimcilikle hiçbir ilgisi yoktur. Eğer varolmayı diliyorsanız bu tarz ucuz numaralarla değil eksensel, teorik, ideolojik-siyasal düzeyde koyun kendinizi ortaya. DEVRİMİN VE ÖRGÜTÜN ÖNDERİ OLMAYI GERÇEKTEN İSTİYORSANIZ BURADAN OLUN. ÖZNELEŞMEYİ İSTİYORSANIZ BURADAN YÜRÜYÜN! Ekseni mahkum edebiliyorsanız buradan edin. Bunu yapamadığınız için, şimdi, tam da Konferans finaline az bir zaman kala “atılmalılar” diyorsunuz. Sizleri BU ATRAKSİYONA, BU HESAPLARA, MİRAS YAĞMALAMA GÜDÜSÜNE sokan şey kaybedebileceğinizi gördüğünüz MEŞRUİYETİNİZDİR. Ama nafile!


İstenen ve içine çekilmeye çalıştığımız “Günaha karşı günah savaşı”na düşmeyeceğiz, bundan geleceğe sorumluluğumuzdan dolayı ısrarla kaçınacağız. Çünkü bu geri zeminin asıl hizmet ettiği şey, eksen sahipleri üzerinden eksenlerin gözden düşürülmesi, tartışılmaması, K.nın kendisinin apolikleştirilmesi, depolizite edilerek tasfiye edilmesidir. Bu iddia ve yöntem sahiplerine cevabımız savunduğumuz eksenle nettir. OKHK’dan çıkartılmamız, biz de dahil ismi geçen diğer yoldaşların atılması, yeni bir OKHK seçimi, hizip suçlaması … bunlar FİNAL TOPLANTISINI ENGELLEMEYE DÖNÜKTÜR. SÜRECİ KİLİTLEMEYE DÖNÜKTÜR. HESAPLAR BU ENGELLEME VE KİLİTLEME İÇİNDEN YAPILMAKTADIR. Bunlar savunduğumuz eksenin-fikrin, siyasal tartışmaların, işleyiş adı altında bastırılması, olabiliyorsa tümden susturulmasıdır. Vites takılıp geçilmeye çalışılan durum, iç tartışma sürecimizin bu tip yöntemlerle engellenmesi, SİYASAL BASTIRMACILIKtır. Bu tarzın kullanılması, siyasal linç histerileri, atılmamız, kısıtlanmamız, ekarte edilmemiz vs. bugün artık net bir biçimde ortaya çıkan ayrışmanın ideolojik düzeyden değil, subjektivizm temelinde örgütlenmesidir.

Ama heyhat!! Bu iddia ve suçlama sahiplerinin buna ihtiyacı vardır işte. Örgütten atılmamızı isteyen bu arkadaşlar, bastıramadıkları, engelleyemedikleri net ideolojik eksenden K finalini yapmaksızın bir hamlede kurtulmayı umuyorlar. Bu atraksiyon sahipleri kendilerine o kadar güvensiz ve acizdirler ki, artık bu tip yöntemlere başvuruyorlar, başvurmak zorunda kalıyorlar. ÜSTELİK KONFERANSIN SONLANMASINA ÇOK AZ BİR ZAMAN KALA!

Bu atraksiyon eksensel olarak ortaya konulan net içeriğe karşı başlatılan kirli savaşın uzantısı, farklı bir versiyonudur. Daha önce MK çoğunluğunun kullandığı yöntemler bu sefer bu kişiler tarafından kullanılmaktadır. Bu, ideolojik ve siyasal düzeydeki tartışma sürecimizde kendimizi ifade edebilmenin zemininin ortadan kaldırılması çabasıdır. İstenen budur. Çıkış sağlanmaya çalışılan yer tam da burası, kendimizi siyasal düzeyde ifade edebilmemizin önüne geçme çabasıdır. Yazılanlara, kullanılan argümanlara, kopartılan yaygaranın şiddetine bakılırsa iddia sahipleri bu atraksiyondan çok şey bekliyorlar. Plan bunun üzerine kuruludur. Tahsin′in OKHK’u dinamitleyen her şey mübah, “normal”, ve “doğru buluyorum, yapacağım” yaklaşımı ile Bahar’ın hizip kurdular atılsınlar yaklaşımı bir ve aynı planın parçalarıdır. Bu binilen son gemidir, başka tutunacak hiçbir dal kalmamıştır sizin için. Kendinizle birlikte süreci ve insanları da çürütüyorsunuz! K sürecimizin dibine dinamit koyan bu iddia ve suçlamalardan derhal vazgeçilmelidir, Konferans finaline az bir zaman kala final örgütlenmeli ve eksenler tartışılmalıdır.

  1. OKHK MEŞRUDUR. OKHK’YA DOKUNULMAMALI VE FİNAL ZAMANINDA ÖRGÜTLENMELİDİR. BU NOKTADAN SONRA FİNAL’İN ÖRGÜTLENMESİNİN DIŞINDA YAPILACAK BAŞKA HİÇBİR ŞEY KALMAMIŞTIR. HİÇ KİMSE BAŞKA ARAYIŞLARA GİRMEMELİDİR.


    2. SÖZÜ EDİLEN SORUŞTURMAYI ASLA KABUL ETMİYORUZ, ETMEYECEĞİZ. DERHAL GERİ ÇEKİLMELİDİR!


    [DİPNOT 1: Bu grup oluşumuna dair Tahsin’in J’e, Zeki (Serdar Ben)’nin de X16’e ifadeleri vardır. Tahsin J’ye isimleri de sayarak birlikte hareket ettiklerini söylemiştir. Bu grubun genişletilmesine yönelik çalışmalarda da bulunan OKHK’dan Tahsin’dir. Tahsin yakın zamanda G ile görüşmüş ve G’nın deyimiyle Tahsin’in kendisini “kendince” oluşturmaya ve etkilemeye çalıştığnı söylemiştir. Bu konuşmada Tahsin konuyu “kime oy vereceksin”e kadar vardırmıştır. OKHK toplantısında bu tip konuşmaların doğru olmadığı, OKHK olarak bir iç hukuğumuzun bulunduğu, bunu çiğnememek gerektiği, dışımızdaki yoldaşlara ve özellikle de delgelere bu şekilde gitmemek gerektiği, eğer ille de gidilecekse tıpkı daha önce Hejar’a da söylediğimiz gibi istifa edip normal bir delege olarak öyle gitmesi gerektiğini söylediğimizde, Tahsin, artık bu tip konuşmaları doğru bulduğunu, meşru gördüğünü, dileyen herkesin bu tip konuşmalar yapmakta serbet olduğunu ifade etmiştir. Bunun OKHK açısından doğru olmadığı ısrarla vurgulandığında “ben doğru buluyorum ve yapacağım” olmuştur. Bu OKHK’nın dibini dinamitlemeye çalışmaktır. Artık kimseyi takmayacağız, normal karşılıyoruz, dileyen istediğini yapmakta serbestir demektir ve zaten söylenen de bunlardır. Grubun fiili olarak büyütülmesini, 3-5 ken 6-7 yapılması çabasıdır bu. Bunu hizipçilik olarak değerlendirelim mi? Üstelik bunu yapan OKHK’dan birisidir. DİPNOT BİTTİ]


    [DİPNOT 2: Bundan yaklaşık 1 hafta önce Zeki X16 görüşmesinde Zeki, OKHK üyesi Tahsin’in de yeraldığı 5 kişilik bir grup (AMA çoğalma eğiliminde olduklarını da belirterek) olduklarını açıkça ifade etmiştir. Bu konuşma X16’in son duruma dair görüş bildirdiği yazıda vardır. DİPNOT BİTTİ]

    J – İ, 30 Ağustos ‘09


    ***
    Fatma/ 31 Ağustos 2009

    Yoldaşlar, son günlerde sürecimize bir sis bombası atıldı. İ yoldaş ile politik ve örgütsel süreçlerimize dair bir yazışmamızın Bahar tarafından konspiratif yöntemlerle “ele geçirildiği” ilanı üzerine “hizip faaliyeti” içerisinde olduğumuz öne sürülüyor. Bahar örgütten atılmamızı, OKHKdan iki delegenin de İ ve J yoldaşların OKHKdan çıkarılmasını, ayrıca hizip faaliyetinde olduğu iddia edilen bizlerle ilgili soruşturma açılmasını, hakkımızda delegelerin karar vermesini istiyorlar.

    Hiç sözü dolandırmadan, bu, açıkça karşısına çıkılamayan politik görüşlerimi bastırma, aynı zamanda kendi politik olmayan çevreci gruplaşmalarını gizleme amaçlı bir tasfiye operasyonudur. Gerek politik görüşlerimizi bastırma, gerekse de politik olmayan gruplaşmayı gizleme çabası hiç de yeni değildir. Ancak sözde “ele geçirilen” belge ile süreç telafisi mümkün olmayacak noktalara doğru tırmandırılmaktadır. Öneri sahibi OKHK üyeleri (Tahsin ve Hejar yoldaşlar) bazında, bu öneri, kafalarının konferans gündemlerinin bütünsel içeriğine değil, eski tarzın en geri haliyle içe gömülü olmasından dolayı politik, örgütsel sonuçlarının farkında bile olamadan ortaya atılmıştır. Bahar şahsında ise, kendi pozisyonunu sürdürme saikiyle politik, örgütsel “bedelleri”nin, yani faturanın kendisine falan değil, direkt örgüte çıkması göze alınarak yapılmış bir çağrı söz konusudur.

    Her iki çağrı ve öneriyi kesinlikle reddediyorum. Örgütsel sağduyu ve nitelik sahibi tüm delege yoldaşları da bu öneri ve çağrıları reddetmeye, hiçbir gerekçelendirmesi yapılamayacak bu tasfiyeyi boşa çıkarmaya davet ediyorum.


    NE YAPILIYOR?


    Yoldaşlar, sürecimizin olağanüstü konferans olarak belirlenmesinden ve OKHK seçiminden sonra belirlenen süremiz doldu. Süre koyulmasından amaç, her delelegenin mümkün olduğunca bir iç bütünlüğe ulaşacak tarzda ideolojik, teorik, programatik, politik, örgütsel, kadrosal, pratik gündemlere, sınıf mücadelesinin gelişim sürecine ve bunun içerisindeki konumlanışımıza ilişkin görüş ve önerilerini, değerlendirmelerini, bugüne dek öne sürülen farklı görüşlere ilişkin yaklaşımları ile birlikte ortaya koymalarıydı.

Koyulan süre ve süreç, aynı zamanda ivmelenmiş siyasal gelişmelerin meydana geldiği bir döneme denk düşmesiyle de çalışmalarımızı en geniş görüş açısıyla derinleştirme, sınıf mücadelesinin stratejik ve taktik sorunlarına yönelme, örgütsel sorunlarımızı, iç yaşam ve pratiğimizi de bununla ilişkilendirerek ele alma imkanlarını veriyordu. Önümüzde bizi yalnızca fiili tasfiyecilikden değil bir bütün olarak önceki devrimcilik anlayışımızın her türlü kısıtlarından çıkarabilecek yeni bir hat üzerinden bir örgütsel birlik oluşturulma fırsatı duruyordu. Çalışmalarımızın ürün ve sonuçlarını, sınıf mücadelesinin gündemleri ve bununla direkt bağlantılı tartışma gündemlerinin içerisinden, tüm delegasyonun inceleyebileceği şekilde yazılı ve “imzamızı atmış, parmağımızı basmış”, sorumluluğunu almış olarak ortaya koyacaktık.

Şimdi soruyorum: Bu süre nasıl değerlendirildi? Neler tartışıldı? Sorumluluğu alınmış görüş, değerlendirme, öneri ve tezler olarak neler ortaya koyuldu? Özneleşme imkan ve mekanizmasının işte tam da varlığı koşullarında, zaten düşük profilde giden çalışmalarda el freni de çekilmiş olarak neler yapıldı? Bu imkan ve mekanizmanın yokluğundan acı çeken ve dillendiren delegeler olarak, resmi olarak belirlenmiş sürenin sonunda arkada bırakılan, geleceğe dair ortaya koyulan ne oldu? Sınıf mücadelesinin stratejik-taktik sorunları, ideolojik, teorik, programatik konumlanışımız, dünya ve Türkiye’deki dönüşüm süreci, sosyalist devrimin nasıl içeriklendirildiği, sosyalist devrim üzerinden politik, örgütsel, kadrosal dönüşümün ne olması gerektiği, çalışmalarımızın bu bakış açısıyla değerlendirilmesi… bütün bunlara dair neler öne sürüldü? Başlangıçtaki “anlaşılabilir” toz duman ve merdiven altı depolitize ortam ne kadar aşıldı?
Yanıtlıyorum: Bu süre, birçok delege tarafından çok kötü değerlendirildi. Sınıf mücadelesinin gündemleri, ideolojik, stratejik, politik, örgütsel, kadrosal sorunlarımıza ilişkin olağanüstü sürecin öncesinden başlanarak ortaya koyulmuş görüşler, eski tarzın en geri haliyle “kişilere” kodlandı. “Kişilerle birlikte tutum almama” adı altında apolitisizm bir tutum olarak benimsendi, daha önemlisi, korundu. “Özne olma“nın en temel kriteri, ideolojik, politik, örgütsel… önermelerde bulunmanın yerine geri ve gerici bir spekülasyon, dedikodu atmosferi sürdürüldü. Politik gündem ve tartışmaların açılmasından rahatsız olundu ve şimdi yenilerine başvurulan merdiven altı, “indymedia” tarzı -”Fuat’cılık” gibi- kodlamalarla bastırılmaya çalışıldı.

Devam ediyorum: Bu tavrı benimseyen delegeler, yukarda kapsamı belirtilen delege sorumluluğunun yerine getirilmesi adına hiçbir şey yapmadılar. Şimdiye dek hangi yönde olursa olsun görüş açıklamış olan delegeler imzalarıyla bellidir. Geri kalanların bir kısmı, 8′li yoldaşların bir bölümü gibi, özne olmaya dair anlamlı bir çıkışın ardından arkasında tam da bu yönlü, delege sorumluluğuna dair bir iz bırakmayacak şekilde sessiz kalmışlardır. Görüşlerini açıklamaktan imtina etmiş olanlar da vardır. Leyla yoldaş ile birlikte örgütsel rapor üzerinde çalıştığını ve ayrıca geriye dönüşler konusunda yazdığını (daha toplantı öncesinde) bildirmiş olan Çiçek yoldaş ise (mealen) ‘oyun oynandığı’ iddiasıyla şimdiye kadar yazılarını çekmecede tuttuğunu deklare etmiştir. Muhtemelen bundan sonra da sadece bu “son dakika gelişmesi“ne dair yazacaktır.

Ne var ki, şimdiye dek görüş açıklayanlardan bir kısım delege, gündemin en temel konularında hiçbir şey söylemeden, söyleyemeden yazılar yazmışlardır. Ne vardır bu yazılarda? Hangi önermeler, hangi değerlendirmeler, hangi çıkarsamalar, tartışmanın, sınıf mücadelesinin temel konularına dair hangi tezler vardır? Bunları da içerecek tarzda ortaya koyulan eksenlere dair hangi yaklaşımlar vardır? Bu delegeleri aradan geçen onca süreden sonra biz hangi görüşün sahibi olarak tanımlayabiliriz? Örneğin rejim tipi konusunda neyi savunmaktadırlar? Çok çizgili parti modeli konusunda? Dönüşüm konusunda? Sosyalist Devrim anlayışı konusunda? Çok partili “parlamenter” sosyalizm konusunda? Örgütsel çalışmalarımızın değerlendirilmesi, nasıl bir içerikle yürütülmesi gerektiği konusunda? En fazla üzerinde durdukları önderlik tarzının nasıl olması gerektiği konusunda? Kadrosal durumumuz, örgütsel kadrosal dönüşüm konusunda? Gerçekten, işledikleri konulara baktığımızda bu delegelerin yazılarında işledikleri konular nelerdir? Nasıl bir bütünlük oluşturmaktadır? Şimdiye kadar bütün bu konularda tek sözcük etmemiş olmalarını neye yormalıyız?

Bu delegeler, bir konferans sürecine “katkıları“nın işte ancak ve ancak bu kadar olduğuyla yüzleşmelidirler. Birbiriyle çeşitli türden paylaşımlarının denk düştüğü yer, devlete çoktan yapılmış deşifrasyon sorumsuzluğu ile birlikte merdiven altı dedikodu ve spekülasyon sanayiidir. Bununla yüzleşmelidirler. Yeni ihanet çağının parti ve sosyalizm anlayışına tek kelimeyle dahi karşı çıkmamış olmalarıyla yüzleşmelidirler. Konunun suçlanan del yoldaşlar tarafından açılmasına tepki gösterirken, farklı delegelerle ikili görüşmelerde ise bu tezleri onayladıklarını söyleyecek kadar siyasal olarak belkemiksiz olmalarıyla yüzleşmelidirler. Şimdiye dek dedikodu ve spekülasyon sanayii dışında hiçbir üretimde bulunamamış, görüşlerinin imzalı sorumluluğunu alamamış olmalarıyla yüzleşmelidirler. Yazılan yazıların dağıtılmaması, okunmaması, tatillere gitmeler, kafaya göre takılmalar, örgüt sırrını geri taraftarlara, çevre ilişkilerine taşımalarla… yüzleşmelidirler.

Yüzleşmelidirler çünkü konspirasyon ve konspiratif yöntemler dışında bir mentalitesi olmayan ve ancak çevresel ortamlarda, gayrısiyasi bir hayatiyet gösterebilen H’nin yaptığı çağrının tek motivasyonu, ideolojik, teorik, politik, örgütsel politik konulardaki tezleri örgütsel tasfiye yoluyla bastırmaya, boşa çıkarmaya çalışmaktır. Yapılan, tam da sorunların gerçek kaynağının tanımlanmasının önünü almaya, bunca hasar görmüş bir örgüt ve kadro yapısı içinde örgütsel kadrosal dönüşümün hepimiz için gerekli arıtıcılığından kaçınmaya çalışmak, tüm örgütü de bu bataklığa çekmektir.
Bu çağrı ve Tahsin ve Hejar’ın çağrıları geri çevrilmelidir. Tüm delegeler, tasfiye edilmeye çalışılan delegelerin görüş ve önerileri bu k sürecinden çekildiğinde “ellerinde kalacak” olanın “yaşam öyküleri” ve 21. yy parti modelinde ifadesini bulan yeni ihanet çağı görüşü olduğunun bilincine varmalıdır.

Kendi durumuyla tam bir denklik içinde olduğu için bu bayrağı taşımak isteyenler, taşımaya mecbur olanlar olabilir. Fakat bu görüşler daha şimdiden yeniktir. Sadece TİKB’nin adını bir tarih siliciliği ile birleştirmenin, “ele güne karşı” bu tezleri savunacak olmanın çıkmazı değildir bu. Asıl önemlisi, geleceğe, yeniye, sınıf mücadelesine, işçi sınıfının devrimci öncüsü olmaya dair hiçbir yönü olmadığı için yeniktir. Tdh’nin şu haliyle bile karşısına çıkamayacak olmasıyla yeniktir. [DİPNOT: Bu tip tanımlamaların sahipleri ve bizi hizip olarak niteleyip tasfiye etmek isteyenler farkında bile değildirler ama şu en zayıf haliyle tdh bile bundan çok daha ötesini görebilecektir. Misal, bu örgütün dışında herhangi bir kişi, TİKB’nin kişiler arası değil merkezi düzeyde ideolojik, stratejik, politik bir tartışma yürüttüğünü derhal anlayacak, tasfiye ve bastırma operasyonunu da direkt bu çerçevede ele alacaktır. Hele hele birileri tasfiye edildikten sonra geride kalanların elindeki tezleri incelediğinde, bu çok daha bariz olacaktır. Bunun bir örneği, ters yönden hizbin durumunun ta kendisi olmuştur. DİPNOT BİTTİ]

Bir tek elle tutulur görüş oluşturmada sergilenemeyen yoğunlaşma, hız ve “motivasyon”un bu çağrıyı yaparken gösterilmiş olmasının bir önemi yoktur. Bu, ideolojik politik bir firar operasyonudur. OKHK ile ilgili yapılan çağrıları da direkt aynı amaca yönelik tasfiye girişimidir. Delegeler yanıtlarını bunun sorumluluğunun ve sonuçlarının bilincinde olarak vermelidirler.

EVET, SOMUTLUK! 

Şimdi biraz da spekülasyon ve tasfiyeci operasyona zemin hale getirilmek istenen gelişmelerin kendisi hakkında doğrudan konuşalım:

Ele geçirilen” not, J yoldaşın parti modeli eleştirisi çalışmasına ve k seyrine dair siyasal bir notumdur. Delegasyona sunulan yazılarımız da benzer türde görüş belirtmeler sürecinden geçmiştir. Bahsi geçen yoldaşlarla ilişkilerimizin zeminine ve başlangıcına dair Fuat yoldaş bir açıklamada bulunmuş. Doğrudur ve zemini de faşizmin çözüldüğü görüşüne ulaşmamız, bunu birbirimizle ve Fuat yoldaş ile paylaşmamızdır. [DİPNOT: Faşizm konusundaki görüşümü MÖK’deki diğer yoldaşlarla eşzamanlı olarak daha o zaman Bahar’a da söyledim. Aynı şekilde, toplantıda da gündem şeklinde geçmese bile, bu yönlü eğilimimi de belirtmiştim. DİPNOT BİTTİ]

Temel bir gündem üzerinden ve önceki görüşlerim(iz)le böyle bir farklılaşma bulunmasaydı, farklı ideolojik-siyasal gündemlere doğru da genişlemeseydi, birbirimizle bu tür bir ilişki içerisinde bulunmamız için de herhangi bir neden olmayacaktı. Bunu kendim için olduğu gibi, diğer yoldaşlar için de net olarak söylüyorum.

Kendi adıma da, Fuat yoldaşın görüşlerini ilk ortaya attığı zamanki yaklaşımımla, hatta Yusuf yoldaşın “sözel iletiler“inin etkileri de dahil, o toz duman içerisinde Fuat yoldaşın uzun süre “ara duruş” olarak eleştirdiği düşüncelere sahiptim. Görüşlerimizde ortaklaşmalar oluşmaya başladıktan sonra da Ağustos başında dolaşıma giren yazım dahil kendisiyle ilgili özgül eleştirilerimi de belirttim. “Ele geçirilen” yazışmamızın içeriği de, gerek kendi yazımda, gerekse de Can yoldaş ile birlikte yeniden üzerinde çalıştığımız örgütsel raporda belirtilenlerden farklı değildir. Bu yanıyla, biraz okuma yazması olan hiç kimse, yazışmadaki yaklaşımları ilk kez gördüğünü, delegasyona başka, “aramızda başka” konuştuğumu iddia edemeyecektir.

Buna karşılık, beyaz ırktan olanların Çinlilere bakışını örnek verecek olursak, bu ilişki bizi “Bütün Çinliler birbirine benzer” şeklinde bir aynılaşmaya da götürmedi. Fuat yoldaşın eksensel görüşlerine dair bir ortaklaşma oldu fakat bu bizi halk devrimciliğinin bir alt kültürü olan “semt devrimciliği“nin, “indymedia” tarzı paylaşımların tanımladığı tarzda “Fuat’cı” falan da yapmadı! Her yoldaş, artısıyla eksisiyle, kendi birikimi, dili, özdeneyimi ile konuşabilecek verilere de sahipti ve Fuat yoldaşa dair eleştirileri dahil muhtelif konulardaki görüşlerini ortaya koydu.


İdeolojik, siyasal, örgütsel birlik, en yüksek, bilinçli, gönüllü ve disiplinli birliktir ve 21. yüzyılın parti modelinde savunulduğu gibi “azınlık bahçesi” şeklinde, tüzüksel güvenceye alınmış oluşumlara izin veremez, vermemelidir! X16 yoldaş durumu birikim, gözlem ve öz deneyimlerini birleştirerek doğru tanımlamış: En yüksek örgütsel birliği sağlayabilmek için ideolojik birlik gerekir. Bunun olmadığı bugünkü koşullarımızda, eksensel ayrımlardan söz edilen Konferans gibi bir süreçte ise, “fikirlerin kendilerine bu biçimde istemeseler de bir vücut aramaları“nın, gruplaşmaların bir zemini vardır -’keşke olmasa’dır ama ondan daha kötüsü, “bir şekilde grupsal bir vücuda sahip olup fikre sahip olamamak“tır.

Ne demek istediğimi örneklerle de anlatacağım. Ama ondan da önce vurgulanması gereken, hizbin ne olduğudur. Hizip, hele ki “merkez hizbi” gibi kavramlar, her zaman aşağıya doğru örgütlenmekle birlikte kullanılır. Böyle bir durum olmadığı gibi, ortaya atılan zorlama suçlamaların hiçbirinde bu yönlü bir gönderme yoktur. O zaman kavramların doğru kullanılması, hele hele çığırmak yerine “lafımızı bilerek konuşmak” en doğrusudur! Üstelik sürecimizi aşağıya, çevre güçlere doğru dedikodu ve spekülasyonlarla taşıyanlar, iddia sahiplerinin bizzat kendileridir!

Ve yine elbette ki, böyle bir süreçte, eksensel farklılığı olan görüşler söz konusuysa, o görüşlerin kendilerini toplumsallaştırması da delegasyona dağılan görüşler ve delege etkileşimleri üzerinden gerçekleşebilir. Bu etkileşimlerde diğer delelege(ler)e ideolojik, politik, örgütsel görüşlerinizi ve ortaya atılmış farklı görüşlere ilişkin değerlendirmelerinizi taşımaya, onların görüşlerini öğrenmeye ve kendi görüşünüz doğrultusunda etkilemeye çalışırsınız -muhatabınız da aynı şeyi yapar; zaten dolaşımdaki yazıların da -eğer kendi kendimize konuşmuyorsak!- amacı budur. Dolayısıyla politik konuların gündemleştirilip tartışılmasından rahatsız olmak, bunu “empoze” ve “manipüle” olarak görmek de, kendi görüşlerine güvensizliğin ifadesi, açıkçası da çocukça bir yaklaşımdan başka bir şey değildir. Dolaşımdaki yazılara “manipüle” diyor muyuz? Demiyoruz!.. O halde??

Bir görüşü benimsemiyorsanız, onu temelleriyle birlikte eleştirir, karşıt görüş ve tabii ki savsaklanamaz bir durum olarak görüşler bütünlüğünüzü ortaya koyarsınız. Karşınızdaki de bunları değerlendirme, ikna olduysa destekleme, olmadıysa çürütme hakkına sahiptir. Bu hak da kimsenin elinden alınamaz. Ama bunu yapamadığınız için birilerini örgütten bile tasfiye etmeyi bile kafaya koyduysanız, o zaman bunun da adı koyulur!

Evet, üç grup var. Bunlardan biri 8 yoldaşın deklarasyonunu bürokratizm ve tüzük tahrifatına başvurarak bastırmaya girişen ve muhataplarının delegeliğini sorgulayan -”Siz kimsiniz, siz delege misiniz?” şeklindeki unutulmaz soru!- MK çoğunluk + YDK sekreterinden oluşan, ancak öncesinde de grup ve çevre gibi yaşayan, parti modeli ve sosyalizme dair görüşleri bulunduğu alanda merkezi görüş gibi ortaya koyan bileşimdir. Toplantı öncesinde grup tavrını “darbeci, tasfiyeci koalisyon ortakları” gibi ifadeleri yazınımıza geçirerek, OKHK bileşimini liyakat değil “yakınlık” esasına göre belirlemeye girişerek sürdürmüşlerdir -”yakınlık”, çünkü önerdikleri delegeler (Hejar, X11, X10, X8) şimdiye dek konferans gündemlerine ilişkin hiçbir görüş açıklamadılar. Bileşimden Yusuf yoldaş, görüşlerini 21. yüzyılın parti modeli yazısında ortaya koydu. MK çoğunluktaki diğerleri (Leyla ve Çiçek yoldaşlar) hiçbir görüş açıklamadılar -ancak gelinen noktada kendilerini Yusuf yoldaşın görüşleri üzerinden ifade ettiklerini kabul etmek, “zorlama” bir yaklaşım olmaz! Bunu aynı zamanda L yoldaşın “Zamanı gelen fikirler” yazısı değerlendirmesinden ve Yusuf yoldaşın dilini kullanmasından anlıyorum. Şimdi söz konusu çağrıları yapanlar, kendileri de birer gruba dahil iken, bu konularda ne yapmışlardır?


Diğer bir gruba dair kesinlik, daha önceki tutumları ile birlikte kendi beyanları üzerinden görülebilir. Kent yoksulları yazısına X11 yoldaşın da imza atacağı da belirtilerek bana da benzer bir beyanda bulunuldu -yazının altında X11 yoldaşın imzası yok. Zaten kullanılan söylem de baştan beri “biz” şeklindedir. Yazımda da sordum bu biz’in temel gündemlerimiz karşısında ne olduğunu, tepkisellik dışında hangi bayrağı tuttuğunu… Bu grubun bir mensubu olan X8 yoldaşın kurultay öncesi ve süreci ile ilgili, X18 yoldaşın da kurultay sonrası ile ilgili çalışma yürüttüğünü, hatta X18 yoldaşın X8 yoldaşı kişisel anlatımda bulunmaması yönünde uyardığını, yine kendi beyanlarından biliyorum. Yine aynı gruptan X8, X10 ve böyle bir süreçte nasıl oluyorsa uzun süre uzaklarda kalan X9 yoldaşın toplantı sürecinde bir kuruma giderek ve gençlere de yönelerek örgütlenmeye giriştiklerini -işte hizipçilik böyle olur- da biliyorum, biliyoruz. Bunlara karşı bile hiçbir örgütsel bastırmacılıkta bulunulmadı. Hatta Fuat yoldaş onları bu yolları tutmak yerine görüşlerini açıklamaya çağırdı. Şimdi ise bahsi geçen “biz“in “örgütün üçe bölünmesi” dahil “opsiyonlar” üzerine çalıştıklarını -X16 yoldaşın işaret ettiği- kendi beyanlarından anlıyoruz.

BİR “ÇÖP EV”

Baharı’n yazısı/mentalitesi -yine kendi tarzımda bir benzetme yapacağım- bir “çöp ev“di. O “çöp ev“den sonuçta çıka çıka ancak bizim atılmamıza dair bir çağrı çıktı. Yazımda adını anmadan -bu “adını anmama” bile, nerede durduğunu düşünmesi için bir çağrıydı- onu en az on yıldır yaptığı gibi “karnından konuşmaya” son vermeye çağırmıştım. Beni anlamış ve esas niyetini, “Nöbetçiler, atın şunları dışarı!” “buyruğu” şeklinde ortaya koymuş. Ama “kötü denemeydi” ve “game over” (oyun bitti)! [DİPNOT: Bahar’ın yazısına ek yapan X7 yoldaş, tepki göstermek ve “gereğinin yapılmasını istemek” dışında somut bir şey söylemiyor. Bu tür durumlarda net konuşulur X7 yoldaş, formüllerle konuşulur. “Arkadaşa katılıyorum” da denmez, herkes kendi cümlelerini kurar. Görüşünü somut, en azından bu saatten ve diğer yanıtları da okuduktan sonra “düşünmüş olarak” ifade etmeni beklerim. DİPNOT BİTTİ]


Bahar’ı da işlediği konular ve ele alış biçimleri, ruh hali vb bakımından yukarda bahsettiğim gruba dahil ediyorum -gruptakiler ne der bilmiyorum ama en azından Bahar bunu istiyor. Bahar’ın yazısı, kendisini var etmenin tek yolu olarak gördüğü Fuat yoldaş başta olmak üzere bir kısım yoldaşa kişisel, bel altı saldırılar, kadro popülizmi ve subjektif bir yaşam öyküsü anlatımı dışında hiçbir şey içermiyor. [DİPNOT: Bahar’ın gazete boykotuna yeşil ışık yakması bu kapsamdadır. Yanı sıra, o süreçte Zeki yoldaş ile yaptığımız bir görüşmede Bahar, Zeki yoldaşa “Sen benim elimde büyümüş olabilirsin ama bu ben senin arkandan gitmeyeceğim anlamına gelmez” ifadesini kullandı. Hem “elimde büyümüş” gibi çevre bile değil, direkt aile içi bir ifadenin kullanılmasından, hem de özne olmaktan söz eden bir yoldaşın buna hiçbir tepki vermemesinden dolayı ben yine kalakaldım. MÖK’te de gündemleştirdim. Diğer yoldaşlar eleştiriyle bir yere artık varılamayacağını düşündüklerinden -ki benim için de öyleydi, fakat bir ayna tutmak gerekiyordu- ses vermediler. Bahar ise “kelimelere takıldığımı” söyledi. Ancak bazı yoldaşlara kendisiyle ilişkilerine göre “daha fazla popülizm” uygulamak, bazılarına ise son derece didikleyici, alaycı ve ezici davranmak da aynı başlık altında ele alınmalıdır. DİPNOT BİTTİ]


Bahar, tartışma gündemlerine dair görüşlerini ise, delegasyona açıklamış değil. Bu durumda, bilgim dahilinde olanları yorumsuz olarak ben aktarayım!… Temmuz ayında yaptığımız bir konuşmada, Bahar, rejim tipi konusunda tek tereddüdünün Kürt sorunu olduğunu, Kürt sorununda gelinen noktayla birlikte ise “Çözülüyor” diye düşündüğünü söyledi. Hatta X7 yoldaşın yaptığı bir haberde faşist diktatörlük geçmesi üzerine ona “Boşarım seni” diye takıldığını da aktardı. “Şaka” bile olsa yaptığının doğru olmadığını, X7 yoldaşın Bahar’dan farklı düşüneceğini tahmin ettiğimi, onun kendi bağımsız görüşünü koyması gerektiğini söyledim. Konuşmayı yaptığımız kesitte yazısını evde yazıyordu. Ben okumuş olduğum parti modeline ilişkin en temel yönleri ile eleştirilerimi belirttim. Sosyalizmde çok partililik tezine karşı çıktı. Parti içi “tüzüksel güvenceli azınlık kontenjanı” meselesinde önce Fuat’ın da 2005′te rejim tipine karşı görüşlerinin ucunu kırma yönlü yaklaşımına işaret etti. Daha sonra da İ yoldaşın yazısında belirttiği “Demokratik devrim diyen de çıkabilir” yorumunu yaptı (Bahar, bu konunun İ yoldaşın yazısında yine kendi adı anılmadan ama bir zihniyetin abesliğine işaret etmek için delegasyona getirilmesinden, yazışmamızla da bu görüşlerin sahibinin kendisi olduğunun açığa çıkmasından rahatsız oldu). Ben de parti modeli yazısında ideolojik ayrılıktan söz edildiğini, sosyalist devrim demiş bir örgütte hala demokratik devrim diyen varsa çoğunluk görüşü olmak için bir sonraki konferansı beklemesinin umutsuz vaka olacağını, kimsenin zamanını almamak gerektiğini, böyle bir azınlığın örgüt programı doğrultusunda çalışamayacağını, ayrıca onlar için bir sürü demokratik devrimci örgüt olduğunu vb söyledim. O da bunun üzerine son söz olarak yazıdaki gibi bir yaklaşımı onaylamayacağını, fakat örgütsel bastırma yöntemlerine de karşı olduğunu belirtti. Bu minvallerde konuştuk. Şimdi ise, Bahar’ın kendisini var edeceğini düşündüğü kulvarda görüşlerini bu biçimde ifade etmemesi, hatta aktardığım konuşma içeriğini tamamen inkar etmesi beni şaşırtmayacaktır. Çok “hassas” olduğunu iddia ettiği örgütsel bastırma yöntemine ise en çirkin yöntemlerle kendisi başvurdu!!!


Bahar, yazısındaki gibi burada da köklü ve gitgide depolitize bir çevrecilik, kişileri direkt kendisine örgütleme ve asla tatmin edilemeyecek bir kariyerizm üzerinden hareket etti. Bu tür ortamlarda “temiz” kalınmıyor, ama Bahar tüm yaşamını sorguladığını (aile, okul bağlarını kesmiş olması vb vb) bana -Bahar, Tahsin yoldaşa da bunları söylediğini ve Tahsin yoldaşın kendisini “Bizim değerlerimiz var” diye eleştirdiğini, kendisinin de “Geç bunları” diye tepki gösterdiğini anlatmıştı- ifade ettiği bu kesitte, tam da kendi kendini kışkırttığı ruh haline uygun olanı, kirliliği icra etti. Hiç de “ortalıkta” durmayan bir malzemeye, “haneye tecavüz” etti, “yasadışı delil toplamaya” girişti, dosyaları karıştırdı, ve hırsızlık yaptı. Yalan söyleyenler bir şeyi açıklamak için lafa boğmalarından anlaşılır. Dosyalara nasıl ulaştığına dair anlattığı “mahkeme ifadesi“nin kimseyi inandıracağını sanmıyorum. Zaten Tahsin yoldaşın eşyalarının karıştırılmış olması da -eğer devlet tarafından yapılmamışsa- burada Bahar’ın “mahkeme ifadesi“ni boşa çıkaran, “organize bir ‘kepçe operasyonu’nun” varlığını ortaya koyuyor. “Ele geçirilen” yazışmamızda adı bile geçmeyen Tahsin yoldaş için çıkarılan “arama emri“nin tek gerekçesi, parti komisyonunun yazısındaki imzası olmalıdır! Görüldüğü gibi burada işlenen suç, daha fazla katmerlenmekte ve saf olarak ortaya çıkmaktadır.


Bahar, taşıdığı ağır yüklerle birlikte var. Hala speküle edilen X3 yoldaşın durumunun başlangıç noktalarından biri odur -şimdi yazacaklarımı her delege yoldaş biliyor mu bilmiyorum ama OKHK’nın X3 bahsi nedeniyle bilmesi zorunludur. Bahar, X3 yoldaşa geçen yılın Eylül ayında belgeleri nihayet verecekti. Ancak ona belgeleri değil, bütün bir arşivimizi vermiş. “Flash’ın içinden şu dosyaları oku, geri kalanına dokunma” demiş. X3 yoldaş flash’ta sadece belgelerin olduğunu sandığından, kendisine belli dosyaların gösterilip diğerlerinin gösterilmediği, o halde güvenilmediği düşüncesine kapılmış. Olayın X3 yoldaş cephesinden devamını, İ yoldaşın farketmesi ve üzerine gitmesiyle herkes biliyor. Bahar cephesinden ise şöyledir: Başımızdan kaynar sular döktüren bu olayı İ yoldaşın öğrenmesiyle aynı günlerdeki MÖK toplantısına da sonrakilere de -ki delege toplantısı öncesindeki birçok toplantı böyledir- Bahar sağlık nedeniyle gelmedi. Dolayısıyla MÖK’de yüzüne karşı konuşulamadı. MÖK toplantıları sonrasında ben Bahar’a aktarımlarda bulunuyordum. Bu olayı da anlattım ve kendisine eleştirilerimizi bildirdim. Önce doğruyu söylemedi, hatta suçlayıcı ifadeler kullandı. Ben yine eleştiriyi yineledim. Daha sonra bir süre çalışmak için evden gittiler -bilinen bir yere… Tekrar görüştüğümüzde olayı hatırladığını, ilk anda dediği gibi olmadığını, flash’ı çoğaltmak için teknik (para vb değil) sorun yaşadığını, o yüzden X3 yoldaşa arşivi verdiğini söyledi. Hiçbir özeleştiri de yapmadı.


Bahar’ın bahsettiği “yazıların dağıtılmadığı ve diğer bilgileri nereden edindiğim“e gelince. Bunu yine “şok” halinde Temmuz sonu-Ağustos ayının başındaki sınıf komisyonu toplantısında öğrendim. 10 gün sonra Tahsin, X14, X18 ve Zeki yoldaşla yaptığım görüşmede durumun değişmediğini öğrendim. Her iki toplantıda da eleştirdim, Tahsin yoldaşın orada bulunması nedeniyle ikinci görüşmede bu kez OKHK’yı organ olarak daha da fazla eleştirdim. Tahsin yoldaş da çeşitli gerekçelendirmelere başvurmakla birlikte bir şekilde eleştirilerimi kabul etti. Tatillere gidildiği bilgisi, direkt beyanlardan geliyor -örneğin X8 yoldaşın. X18 yoldaşın “noktasal olarak” nerede olduğunu, önceki yıllardaki durumunu bilerek çıkardım -bu konuları Bahar ile de konuştuk. Zaten bu verilerle birlikte, güçlerimizin genel durumunu da görerek bu tip çıkarsamaları yapmak hiç zor değil ve hiç kimseyle bağlantılı olmak da gerekmiyor!


Bahar görüşmelerinin bir bölümünü komisyon süsü vererek yaptı. Hejar yoldaşın önerisi olan -ve kurulmayan, kurulsa deklare edilirdi- “politik rapor komisyonu“na Bahar’ın “katılışını” kastediyorum. X11 yoldaş ve Bahar, Hejar yoldaş ile komisyon adı altında görüştüler. Bahar, komisyona “katılışını“, “Hejar yoldaşın yalnız kalmamasını düşünmesiyle” açıkladı! Hejar yoldaş ile ikili görüşmemizde Hejar bu tutuma tepkisini dile getirdi, her ikisini de eleştireceğini vb söyledi. Ben özellikle X11 yoldaş için Hejar’a, önce dinlemesini, yoldaşlarımızın dinlenmeden eleştirilmeye zaten alışık olduğunu, onları olumlu anlamda “şaşırtmak gerektiğini” söyledim. Yazsa da yazmasa da, doğru da yanlış da bulsam Hejar yoldaşın politik yönünü biliyorum. Fakat politik rapor içerikli bir tek önermesi olmayan Bahar’ın Hejar yoldaş ile yaptığı iki (2) adet görüşmede politik sorunlara hiçbir giriş olduğunu sanmıyorum.


OKHK üyelerinin katıldıklarını söyledikleri Bahar’ın “buyruğu” ile paralel çağrılarını geri çekmeleri, delege yoldaşla de reddetmeleri gerektiğini, işte bu “çöp ev“le bir ortak yanlarının bulunmaması için de söylüyorum. Herkes kendi bacağından…


ÖZNE OLMAK, ÖRGÜTSEL VE POLİTİK SORUMLULUK


Kendisini “8″li olarak ifade eden yoldaşlar, “özne olma” kavramını öne çıkardılar. Zaten “8li deklarasyon” da bu kavrama uygun olarak atılmış devrimci bir örgütsel adımdı. Bahar’ın öncesinden haberdar olduğu bu toplantının örgütlenişindeki -cep tlf ile gelme faciası dahil- durumları biliyoruz fakat bunlar, bütün bizim sebep olduğumuz ihmal ve ihlallerin yarattığı söz konusu adımın haklı ve devrimci niteliğini ortadan kaldırmıyor.


Eğer “özne olmak“tan söz ediyorsak, o zaman bu devrimci adımdan geriye değil ileriye gidilmeliydi. Yapılması gereken, ilk atılan adımın devrimci değeri ile birlikte iç zayıflıklarını analiz etmek, bunları gidermeye yönelmek, yazımın “Ne yapılıyor?” ara başlığında belirttiğim gibi dedikodu, spekülasyon, birkaç yoldaşa karşı olma gibi zeminlerden çıkmak, kendisini ideolojik politik olarak ortaya koymaktır. İster ikili, ister beşli, ama tek tek bağımsız tarzda da açılımı yapılan görüşler sunabilmektir. Tepkisellik üzerinden oluşmuş bir duygudaşlığı -bunu bir yere anlayabilirim demiştim- yıkıp -ama işte bu, olması gerekendir de demiştim- bir bütün olarak sürecimize, çizgimize ve birbirine eleştirel olabilmek, “kankalık” ilişkisini, en ideolojik konuları boşa çıkarmaya çalışmayı, merdiven altı kültürünü bombardıman etmektir.


Ne yazık ki, “özne olma” söylemiyle uyuşan bir durum yoktur. 8li yoldaşın ezici bölümü arasındaki tepkisellik üzerine kurulu çevreci duygu atmosferi yıkılmadı. Buradan oluşan bir “sevgi yumağı“nın ömürsüz olduğu ve bir gelecek olamayacağı, ideolojik, politik olarak varabileceği sonuçların daha baştan buradan kısıtlı ve yanlışlarla yüklü olduğu görülemedi. [DİPNOT: Sözü uzatmak pahasına, mlkp’den üç yıl önce ayrılan bir grubu örnek vereceğim. Bizimle görüşmek istediler. X9 yoldaş görüştü. Görüşmeyi bize aktardı. Toplamda izlenimini sordum. “Hiçbir gelecekleri yok, yazık…” dedi. Daha sonra elimize yayınları geçti. Yoldaşın yorumu doğruydu. “Peki ideolojik politik olarak ne diyorlar, mlkp’nin liberal çizgisi karşısında hangi pozisyondalar” sorusunun yanıtı ancak satır aralarında geçiyor (o da ‘mlkp’nin özüne dönelim’ şeklinde), geri kalan sayfalar tdh’nin artık bunaltı veren malum anlatımlarla dolduruluyordu. Daha sonra yine onlardan gelen ve kendilerine yönelik fiziksel saldırıları vb de anlatan bir arkadaşa, söylenmesi gereken diğer şeylerin yanında indymedia’ya kendi süreçlerini taşımamalarını, oranın bir çöplük olduğunu vb belirttik. DİPNOT BİTTİ]


Bu süreçte, bir dizi grupsal görüşme, sınıf komisyonunun alt komisyonu ya da görüş alışverişi adı altında yapıldı. Sınıf komisyonunun alt komisyonları da bu grup ilişkisine uygun oluşturuldu -görülmesi çok kolay olan bu gerçeği gündemleştirmedim, önemli olan düşünce oluşturulabilmesiydi; bu görüşler hepimize katkı olabilirlerdi. Tabii, yazılar komisyonda tartışma ortamından geçmedi. Elbette ki komisyonların görüş bağlayıcılığı yoktur, etkileşim ortamıdırlar fakat sınıf komisyonundaki pek çok yoldaş da, farklı görüşlere sahip yoldaşlarla bir araya gelmekten nedense rahatsız oldular. Halbuki bu sonuç itibariyle en yanlış görüşler bile öne sürülse bence çok da yararlı bir etkileşim olacaktı.


Yine aynı bağlamda, sürecimiz direkt çevre ilişkilerimize taşıdı. Bu gruptan bir delegenin çevremizdeki bir antifaşiste şiddet kullanmasının yol açtığı, OKHK’nın da uğraşmak zorunda kaldığı malum meseleyi kastediyorum. Tahsin ve Hejar yoldaşların, Bahar’ın bahsettiği “bizim şu anda bilmem nerede toplantı yaptığımız” konusunun ve diğer şeylerin antifaşistlerin ağzında ne işi var -üstelik bu söylentinin çevre güçlere dağılımı hiç de yeni değil? Bu söylentiler onlara nasıl ulaştı? Antifaşistlerle ilgili o kadar tahlil yapılıyor, onlara nasıl bu kadar çok güveniliyor? Bu sırrı kimden niye saklasınlar ki? Yayılan söylentilerin devlete gitmesinin çok kolay olduğu bilinmiyor mu? Evlerde toplantı yapıp bunlar konuşuluyor, düşünmüyorsunuz ama satır satır dinleniyorsunuz.

Sözde dışarda görüşülüyor ama benim bile iki kez çarptığım bu randevuların -evet, ikisinde de farkına bile varmadınız, ben de derhal uzaklaştım zaten- güvenli olduğu mu düşünülüyor? O kadar dinleme ve gözetim olanağı varken, malum açık kurumdan yd ile “darbeciler” gibi konuşmalar yapılırken, bu rahatlık nasıl oluyor?

Şimdi de hele ki bu aşamada, su, doğal gaz, kanalizasyon, bütün borular patlamış haldeyken, soruşturma adı altında durum tırmandırılmaya çalışılıyor! Bir yoldaşın evine hırsızlık süsü verilerek girilmiş, bilgisayarı vb. çalınmış, devlet kokan bu olayı bile yorumlamak çok mu zor? Başka şeyleri anmıyorum bile. Bunların tümü bir şekilde servis yapmak anlamına gelmiyor mu? Böylesi süreçleri düşmanın elini oğuşturarak kaydettiğini ve neyi beklediğini bilmiyor musunuz? Yarın bunların sonuçlarını kim neyle açıklayacak?!


İdeolojik politik tartışmadan kaçınılıyor fakat MK bileşimi gibi konular konuşuladuruluyor. Neden ve hangi çizgi zemininde?… Toplantıda, hatırlanacaktır, böyle bir olaya isim vermeye gerek duymadan işaret etmiştim ve ideolojik politik olarak bir noktaya varmadan bunlar konuşululmasını eleştirmiştim. Zeki yoldaş, Tahsin yoldaşla birlikte kendisini kastettiğimi anlamıştı ve bir açıklama yapmak zorunda hissetmişti. Ama bir şekilde sürdürüldü -yapan yapar tabii. Rejim tipi, sd ve daha bir dizi konuda hiçbir fikir beyan etmeden, bunlarla oyalanıldı. İşte merdiven altı budur yoldaşlar. En geri tarz budur. “Özne olmak” bu değildir. Varsa bir görüş, tek tek koyulur, en sonda da “benim kafamdaki bileşim işte tam da bu görüşe dayanarak şunlardan oluşuyor” denir.

O kadar tepki gösterdiğiniz, örneğin “lafazan” kelimesinin politik içerikte kullanıldığını düşünmeden, Lenin’in “Devrimci Lafazanlık Üzerine” diye makalesinin olduğunu dahi unutarak daha lafın girişinde hedefe çaktığınız Can yoldaşın yazısında en fazla gündemleştirilen konulardan biri de budur -konum ve alan fetişizmi. Hem önderlik tarzından, konum meselelerinden o kadar yakındığınızı söylüyorsunuz, hem de başkalarıyla ilişkiyi direkt bunların üzerinden kuruyorsunuz. Pozisyon vb hiçbir ahlaki yargıya vb. başvurmadan söylüyorum; eski çemberden çıkamamak, onu yeniden üretmekten başka bir şey değildir bu…


Bahar’ın İ yoldaş ile yazışmamda geçen, kışkırtma unsuru olarak kullanmaya çalıştığı parti modelindeki “işçiler ve aydınlar” meselesine de anlaşılırlık getireyim. Sizin savınız, “işçi yoldaşların” bastırıldığı, değersizleştirildiği şeklinde. Ben şu yoldaşa böyle bu yoldaşa bu zaman böyle davranıldı, niye öyle oldu vb.den çok daha ötede, çizgisel bağlamda görüşlerimi açıkladım. Sizin söylediklerinizden çok daha geniş bir içerimle ve öyle laf arası değil “ideolojik” yaklaştığımı, “ağır konuştuğumu” da düşünüyorum. Öte yandan verdiğim az sayıdaki işçi kökenli sorumlu yoldaş örneği de, bizim mevcut “işçi yoldaş” profilimizin çok ötesindedir, bunun da altını çizeyim. Biraz da tüm zayıflıklarına rağmen onlarda özsel olanı, bana, bize yansıyanı idealleştirmek için, onlarda gördüğüm haliyle ösel pratik emeğe her zaman değer yükleyerek, duygularımla birlikte de yazdım.

Bahar’ın kışkırtmaya çalıştığı türden “teori yapanlar ve kadrolar” gibi ayrımların da güdülerden kaynaklandığını düşünüyorum. Her çalışma, hele hele örgütsel pratik çalışma kafa emeği kullanılarak yürütülmelidir. Hele hele işin başındakiler bu konularda Bahar gibi yakınıcı değil, sorumluluk üstlenen olmalıdırlar. Buna da döne döne işaret ettim. Söz konusu gerici görüşlerin 21. yüzyılın proletaryası ve kolektif emeği ile de, partinin kolektif çaba ve emeği ile de hiçbir ilgisi yoktur. Bunun yerine yapılması gereken, neyin yanlış ama aynı zamanda neyin kurucu ve doğru olduğunu ortaya koymaktır. Tahsin yoldaş, görüşmemizde kurultay ve önderlik tarzı konusunda yazdığını söylemişti. Ben de peki bu konuda aynı zamanda eleştiriyi daha da güçlendirmeyi sağlayacak kurucu bir yaklaşım koyabildiniz mi diye sorduğumda, olumlu yanıt verememişti. İşte kastettiğim, ihtiyaç duyduğumuz tam da budur.


Konuya gelirsek, eğer bir örgütde “iki hatta çok çizgili parti anlayışı“, “çok partili sosyalizm anlayışı“, “öncülükten feragat eden kendiliğindenci parti görüşü” gündeme getiriliyorsa, parti iradesinden “çoğunluğun keyfi” diye söz ediliyorsa, o zaman burada somut bir ideolojik mücadele konusu vardır. Bu görüşler, aydınlar arasında sınıfsal konum ve çıkarlarına denklik üzerinden çok kolay yayılmış, ama işçi sınıfını da etkileyebilmişlerdir. Hatırlatıyorum, İngiltere, Fransa vd vd birçok ülkedeki revizyonist kp.ler, sınıf zemininde kitlesel partilerdir. Demek ki, işçi olmak, bu kendiliğinden sınıf konumu, hatta partili işçi olmak, hiç kimseyi oportünizm ve revizyonizme karşı doğuştan aşılı hale getirmez. İşçi olmak, “küçükken kazana düşmek” anlamına gelmez. Aksi takdirde, gelişmiş kapitalizmin ve proletarya hareketinin bulunduğu her yerde partili işçileri, hatta genel olarak işçileri de peşine takan hiçbir oportünizm türüne rastlamamak gerekirdi. Aksini savunmak, işçiciliğin dik alasıdır.

Burada ideolojik, politik, örgütsel, pratik bir başka bütünlük, bakış açısı ve çizginin konuşması gerekir. İşte tam da bu yüzden ama ısrarla, yukarda bahsedilen parti modeline direkt karşı durulmayan bir “işçi yoldaşlar” -bu arada, bu bir tanım olarak geri bir kavramdır, hangi kökenden gelinirse gelinsin delegeler, örgütünün geleceğini tayin etmekle yükümlüdür, bu “işçi yoldaşlar” gibi bir kategorilendirmeye hiç mi hiç sığmaz; beş kuşak buluşmasında da Fatih yoldaş işte tam da bu işçici bakış açısıyla “öncü işçi” olarak tanımlanmıştı, ona da karşı çıkmıştım- savına karşı, tam da bu savın gereğinin ne olduğunu hatırlatmak gerektiğini düşündüğüm içindir ki, İ yoldaşa yazıda bunun geçmesini önerdim.


Ne yazık ki, 8liden tek bir yoldaş bile parti modeline dair resmi görüş belirtmedi. Ne olumlu -olumlu gördüğünü gayrıresmi söyleyen oldu- ne de olumsuz… 8′lideki inisiyatif burada gösterilmedi. Bütün oklar bir iki kişiye yöneltildi. Burada sorun Fuat yoldaşın, Can yoldaşın vb eleştirilmesi falan da değildir. Bugün elbette ki gördüğümüz bütün zayıflıkları, hataları eleştirmeliyiz. Fakat eleştiriye herkesin ihtiyacı vardır. Ama Mao’nun, Troçki’nin, Pol Pot’un vb marksist ilan edildiği bir yazıya dair ağzımızı açmıyorsak, bundan dolayı bir eleştiri de alıyorsak, burada ideolojik bir sorun var demektir. Ne diyorlar, “Susmak onaylamaktır“. Onaylanmıyorsa da onaylanıyorsa da bu resmen açıklanmalı, sorumluluğu da alınmalıdır…


SONUÇ


Kendileri de bir grup davranışı içinde olan Hejar ve Tahsin yoldaşlar OKHK üyesi sıfatıyla yaptıkları “hizip” tanımlamasını ve çağrıyı geri çekmelidirler. OKHK’dan tasfiye kabul edilemez.
TİKB’nin bir “Watergate skandalı“na ihtiyacı yoktu. Bahar’ın -ve başka her kiminse- konspiratif hareketleri açıklanmalı ve mahkum edilmelidir.


Bahar’ın örgütten atılmamıza yönelik çağrısı yalnız red değil, aynı zamanda örgütsel tasfiye girişimi olarak mahkum edilmelidir.


Örgütsel birlik, ideolojik siyasal görüşler üzerinden sağlanacak ya da sağlanmayacaktır. Hiçbir konspirasyon, bastırma ve tasfiye yöntemine başvurulamaz.


Örgütsel güvenliğin bütün açıkları tespit edilmeli ve delegelere uygun şekilde sunulmalıdır.

Her delege yoldaşı, sonuçları ile birlikte düşünüp tarih ve örgüt karşısındaki sorumluluğunu, delege ve örgüt sorumluluğunu alarak hareket etmeye çağırıyorum.


Fatma, 31.08.09


***

Can/ 31 Ağustos 2009

BÜYÜK BİR AMAÇ VE KÜÇÜK ZAPTİYECİKLER

Ortaya ne tarihin ne geleceğin komünist açıdan değerlendirilmesi üzerine kurucu bir şey koyabilenler, bundan köşe bucak kaçanlar, bu doğrultuda atılan her adımı bürokratik biçimde boğmaya çalışanlar, gelecek dinamiklerini yitirenler, yaşam ve kapitalizm içinde çözülenler, şimdi yine bürokratik bir bastırmacılık ve tasfiyecilik harekatı ile kendi çaresizliklerini rasyonalize etmeye çabalıyorlar.

Bu seferki neymiş? Bahar, polisiye bir sinsilikle gasp ettiği bir “şok şok şok belge”(!!) üzerinden yine polisiye bir kafayla bir “iddianame” türetiyor, son kademelerine gelinen sürecin provokatörlüğüne soyunuyor; bana ve dört yoldaşa devlet ağzıyla “çete” diyor ve ortaya gerici kompleksleriyle yağladığı bir urgan atıyor.

Savcı” koltuğuna kimin oturtulduğuna bakmak yeterli bir ilk fikir verir.

İkincisi, sinsice gasp edilmiş “şok şok şok belge”ye (!!) yamanmaya çalışılan “suçlamalar”ın, okuduğunu bile anlamamaktan değil, fakat en geri içgüdüleri komünist eksene karşı kışkırtmaya çabalayan kasıtlı provokatif karakteridir. Okuma yazma bilen ve iç sürecimize, eksenlere, görüşlere, bugüne kadar yazılıp çizilenlere asgari düzeyde hakim olan biri, o yazıda neyin hangi bakış açısından söylendiğini anlamakta zorlanmaz. Bahar ise, ileri sürülen o yazıda geçen “ikili taktik” kavramından mevkii merakını, “çoğunluğun keyfi” kavramından kolektif iradenin alaya alınmasını, vb vb türetmeyi başarıyor. “İkili taktik” kavramını mevkiciliğe doğru yorumsamak için, kişinin gerçekten aklında sefil pırpırcıklardan başka bir şeyin olmaması, ha tabii bir de, bir burjuva kasaba politikacısının demogoji ve manipulasyon yeteneğine sahip olması gerekir.

Çoğunluğun keyfi” meselesi ise, Yusuf’un “parti modeli”ndeki “çoğunluk keyfi/despotizmi”, “azınlık hakları” vb türünden liberal oportünist görüşlerin eleştirisinden ibarettir. Bunu görmek için Yusuf’un liberal oportünizm “model”inin devrimci bir gözle incelenmiş olması yeterdi. Bahar burada da baltayı taşa vuruyor, Yusuf’un liberal oportünist “parti modelini” istemeden kolektif iradeyi alaya almakla suçlamış oluyor!!

Hele şu “bizi OKHK üzerinden bunlar yönetti” pek dehşetli suçlamasına ne demeli? OKHK nin teknik süreç dışında neyi yönettiği bir yana, savcı efendinin bu suçlamayla kanıtlamayı başardığı tek şey, kendisinin OKHK üyelerinden X5′i nasıl oluşturduğu ve manipule ettiğidir!. Bunu açıkça itiraf etmektedir.

Ancak burada daha tuhaf olan, savcı efendi tarafından OKHK daki iki yoldaşın OKHK’yı yönetmekle suçlanmasıdır!! Bir parça vicdan sahibi herkes, sürecin kıyısından bile, OKHK üyelerinden hangilerinin OKHK nin en büyük yükünü sırtladığını, devrimci emeğini ve çabasını ortaya koyduğunu, devrimci bir inisiyatif ile hareket ettiğini; hangilerinin ise ya büyük bir siliklik içinde olduğu ya da asgari görevlerinden bile yan çizdiğini görür.

Asıl rahatsızlık bundandır çünkü, tüm o “teorisist-elitistler” ile “somut emekçiler” demogojisini de yaşamda sınayıp ters yüz eden deneyimdir bu. Kimin görev ve inisiyatif kaçkını, kimin görev adamı olduğunu da apaçık göstermiştir. Tahsin, Temmuz başında gelen en kapsamlı ve uzun 3 yazının kendi sorumluluğu altındaki delegelere ulaştırılmasını, hem de en ciddi zaman sıkışması yaratacak biçimde 1 aya yakın geciktirdi. Benden sorumlu olmasına karşın 2 aydır görüşmedi, vb. X16 yoldaşın yazdığına göre, Tahsin apaçık bir hizip faaliyeti yürütüyor ve “örgütü 3′e bölmekten” bahsediyor! Ve şimdi büyük bir iki yüzlülükle, kalkmış savcı pozları takınıyor.

Bir uzun görüşme yaptığım, 3-4 komisyon toplantısında gördüğüm Hejar ise, olağanüstü bir edilgenlik, siliklik, kararsızlık, titreklik, iradesizlik, inisiyatifsizlik, bağımlılık, ruhsal yorgunluk ile maluldur. Kendine özgü, bağımsız tek bir görüşüne tanık olmadım, savunmaya çabaladığı Yusuf görüşlerinin üzerine bir iki sağlam tez ya da hararetli bir tartışmayla gidince hemen yalpalamaya başlamasına ise bu 4-5 görüşmede bile sayısız kez tanık oldum. Onu bu haliyle, Yusuf ve Çiçek’in önderlik tarzının ve “parti modeli”nin prototipi olarak görüyorum. Yd’deyken 3 mk üyesi ile oluşturduğu grupta, her türlü demogoji metninin altına pek bir anlı şanlı ydk sekreteri olarak imza atarken, artık Yusuf ve Çiçek’in dizinin dibinde olmadığı için olsa gerek, süreç biterken daha tek bir temel konuda dahi kendi görüşünü ortaya koyabilmiş değildir. Şimdi de Bahar’ın ortaya attığı provokatif savlara “katılıyor”. Muhtemelen şimdi de “Tahsin ve arkadaşları” grubuna yedekleniyor ve onlar tarafından yönetiliyordur.

İşte size iki farklı OKHK, iki farklı eksen ve pratikleri! Yusuf ve Bahar gibilerin tüm demagojilerini yüzüne çarpan iki OKHK üyesinin neden tasfiye edilmek istendiği açık değil mi?


Bahar’ın polisiye entrika ve provokasyonlarının altına büyük bir ikiyüzlülükle şıpın işi imza atan, ikisi de grupçu OKHK üyeleri, Tahsin ve Hejar, onun tetikçisi pozisyonuna düşmüşlerdir. Hejar’ın yd’den hiç yabancısı olmadığı, Tahsin′in de “yukarıya” çıkınca hemen öğreniverdiği bu bürokratik bastırma harekatının birinci dereceden sorumlusudurlar. Tümüyle katıldıklarını söyledikleri Bahar’ın bu bölücülük provokasyonundan da sorumludurlar!

Bahar’ın benimle ve 4 yoldaşla bugün ve gelecekte birlikte olmak istemediğini söylemesine gelince, hiç tasalanma, senin gibilerin zaten bir geleceği yok ki, bu çürümüş yöntemlere bel bağlamak durumunda kalıyorsunuz.


Eski içerik ve biçimlerin, kişiliklere varana dek çözüldüğü ve kapitalizmle iç içe geçtiği yerde, tek yol, yeni ve daha yüksek bir komünist yol açmanın çetin savaşımına girmektir: Bir bütün olarak kapitalizm ile ve içindeki kapitalizm ile ileri bir komünizme doğru kopmak için çetin ve soluklu bir savaş. Bunun ufku, bunun bilinci, bunun uzlaşmaz savaşımı, bunun bedelleri, bunun dağlayıcı acısı ve çoğaltıcı tutkusu, bunun kuruculuğu ile kendini ve sınıfını bir üst düzeyde örgütlemek ve kişiliklendirmek. Birlik bu temelde sağlanır.

Bunu fazlaca meşakkatli, belki de “imkansız” bulanlar açısından, artık yalnızca kapitalizmden bağımsız bir çizgi değil, kişilik de yoktur. Liberal oportünist “parti modeli” vardır, hafiye ve savcı karikatürü olmak vardır.


Rosa’dan bir uyarlamayla: “TİKB’de bürokratik bastırmacılık hüküm sürüyor hala!” Sizi gidi küçük budala zaptiyeler sizi! Kum üzerine kurulu sizin bürokratik bastırmalarınız da, liberal parti modelleriniz de! Komünist eksen vurulmak istendiği zincirleri kıra kıra, serpilip gelişmeye devam edecek: Vardı, var, varolmaya da devam edecek!”


Bahar, Hejar ve Tahsin′in provokatif, tasfiyeci, bürokratik bastırma çabaları derhal geri çekilmelidir. OKHK mevcut bileşimiyle süreci tamamlamalıdır.

Can, 31 Ağustos 2009

*****

Sabit/5 Eylül 2009

DEĞERLENDİRMEMDİR:

Okuyanlar hatırlayacaktır, Mayıs ayında yazdığım yazıda birbirine karşıt iki ayrı bütünü, iki ayrı sistemi tarif etmiştim. “Söz konusu iki karşıt sisteme ilişkin ekler, genişletmeler yapabiliriz. Esas önemli olan ise şu: Hangisini seçeceğiz? Biz hangisiyiz? Hangisine yürümek istiyoruz?” demiştik.

Bu ilk yazıdan sonra yazılan yazılar, belirtilen görüşler oldu. Hiç yazılı görüş belirtmeyenler de çoktu. Ama sonuç itibariyle hangi sistemin seçileceği, bizim hangisi olduğumuz ve hangisi olmak istemediğimiz, hangisine nasıl yürümemiz gerektiği yönüyle görüşler ortaya çıktı.

SORUN ÖRGÜTSELDİR: “Örgüt”ü geniş ve kapsamlı içerimiyle kullanıyoruz. Hayata-sınıf mücadelesine-nesnelliğe devrimci faaliyet, devrimci teorik ve pratik müdahalenin, “praksis”in, özel olarak daha derinleştirilerek kavramlaştırılmış biçimiyle 4*4 (her bir kategorinin içiçeliği ve diğerlerini içerimlemiş haliyle teorik-politik-örgütsel-pratik bütünsellik) biçimiyle öznel yönden müdahalenin billurlaşmış hali olarak kavrıyoruz.


Bizim durumumuzda örgütü konuşmak zordu. O örgütün parçası olan, olmuş, olmak isteyen bireylerin verili nesnel durumun üzerine çıkan bir bilinç geliştirmeleri zor olandır. Bir sistemin, bir üretim sisteminin parçası iken, o sistem sizi belirlemişken ve halen belirlerken, o sistemi yeniden üretenlerin, “Durun!” demesi, örgütü eleştirmesi ve bu eleştiriden doğru devrimci sonuçlar çıkarması, eleştirel görüşlerin kurucu bir eksen oluşturması, iç bağıntıların kurulması, yeni bir sistemin kuruluşuna sıçranması zor olandır.


Kendiliğinden biçimde olmaz. Mümkün değildir. Düşünsel-eylemsel bir cesaret ve dinamizm, canlı ML bir kavrayış ve birikim, yönü ileriye doğru olan bir hareket yaratmayı gerektirir. En başta kendi varoluş ve hareketini sorgulamayı, farklılaştırmayı, yaygınlaştırmayı, bununla birlikte bütünsel hareketin ileriye doğru olan farklı dinamiklerini eleştirel bir kapsamayla içerimine olmayı, toplamda sürece önderlik özellikleri göstermeyi gerektirir.


Bizde ortaya çıkan örgütsel yönden eleştiri ve değerlendirmeleri dört ayrı kategoride değerlendirebiliriz.


Birincisi, liberal eksende teorisize edilen küçük burjuvaca örgüt eleştirisidir.


İkincisi, dar örgütsel eleştirilerdir.


Üçüncüsü, (yazılı) eleştirisiz ve (yazılı) değerlendirmesiz varoluştur.


Sonuncusu, devrimci proleter örgüt ve önderlik sorununu bütünselliği ve tarihselliği içerisinde ele alan, tüzük ve program değişikliğini gündemine alarak, geleceğimize dönük yeni bir örgüt, ML bir Parti kavrayışına sıçrayan değerlendirmelerdir.


Küçük burjuvaca örgüt eleştirisi Yusuf yoldaş tarafından kaleme alındı. “Parti” komisyonunda yer alan yoldaşların ortak açıklamasıyla, ayrıca kimi delegelerin ayrı ayrı değerlendirmeleriyle, bildiğim ve sayabildiğim kadarıyla şimdiden 9 yoldaş tarafından net biçimde tam karşıt temelde yazılı olarak eleştirildi, kendisine yazısını geri çekmesi söylendi.

Yusuf’un yazısını tekrar değerlendirmeyeceğim. Yöneltilen devrimci temelde eleştirilerin tümüne katıldığımı, tarihsel bir yenilgi psikolojisiyle kaleme alınmış yazısının liberal-revizyonist bir geriye doğru kırılma yazısı niteliğini taşıdığını, dahası önerilen kanatlı parti yaklaşımının güncel durumumuz açısından örtük bir “pazarlık” önerisinden başka bir şey olmadığını, ilkesel olanda, devrimci proleter ML Parti anlayışında böylesi bir pazarlığın ve anlaşmanın mümkün olamayacağını söylemeliyim, yeterlidir.


İkincisi, dar örgütsel eleştirilerdir. Bu yaklaşımda, yaşadığımız son örgütsel çözülme ve tasfiyecilik sürecinin köklü bir eleştirisi perspektifi yoktur. Tasfiyecilik tespiti -doğru olarak- yapılmaktadır, ama son durum içerisinden, dip noktasından, kuyunun dibinden gökyüzünün görüldüğü ufukla sınırlı, olgusal bir eleştiri geliştirilmektedir. Daha önce yazdığım yazıda, bu dar olgusal yaklaşımı -geçmişimizdeki somut tarihsel çözülme ve tasfiye dönemeçlerinin hatırlatılması biçimiyle de- son tasfiyeciliğin kişilere bağlı bir “tesadüf” olarak değil, sistemimizin ikili karakterinin geri yönünün baskın çıkması biçimiyle bir sonuç olarak tarihimizde sıkça yaşandığını kanıtlayarak çürütmeye çalıştım.


Dar örgütsel eleştiri, strateji-program-politika-taktik-sınıfçı çizgi konularına tek tek ve bir bütün olarak girmeden sonuç alınabileceği yaklaşımına sahipti. Birikim sınırlılıklarımla ve düşünsel derinliği ve olgunluğu zayıf dinamizmimle bir dönem başta ben hepimizi belirleyen bu yaklaşımdı. (Bahar’ın o zamanki ifadesiyle “Biz tasfiye ettik, yine biz toplayacaktık kardeşim”!)

Sorunun derinliği benim açımdan verilen -canlı ancak ilk anti tasfiyeci toparlanma etkisi sonrası çokça yüzeysel kalan- emeğin bir süre sonra parmaklardan kayan kum misali boşa düşmesiyle hem pratikten, hem de özellikle yoldaşlardan Fuat’ın, ve şu an delegasyona yazı sunmamış başka bir y.ın düzeltme ve vurgularının etkisi ile bir süre sonra düşünsel yönden de kavranmaya başlanmıştır. Farklı yollardan giderek, son tartışmalarımızla da bir çok yoldaşın da bu derinlikli kavrayışa ulaşmaya başladığını düşünüyorum.


Bu dar olgucu örgütsel eleştiri, gelişimi içerisinde -bilindiği üzere- “neo koordinasyonculuk” tespitine taşındı. Eleştiri kişilere doğru indirildi, bizdeki sorunun derinliğini sergilemeye dönük çabalar “teorisizm” ile, “Bernsteincılık” vb. ile suçlandı. MK çoğunluğu ve YDK’nın kimi üyelerine doğru da genelleşti. En sonunda sorun olağanüstü Konferans kararının alınmasıyla tüm delegasyona açılmış oldu.


Konferans sürecinde dar örgütsel eleştirinin çekim etkisi halen sürmektedir. Katılımcılardan Bahar, sorunu özellikle ezilen-kişiliksizleştirilen “alt” ile ezen-sömüren “üst” arasındaki ilişki odağından kurduğu yazısıyla ortaya çıktı. Kendisini “alt”a, hatta X7′nin yazısı ile “alt”ta olmasına karşın “üst”e rağmen “örgütün pratik önderi” konumuna yerleştiren Bahar’ın 10 yıllık gerçeği ve varoluşu bu değildi. Bildiğim kadarıyla hiç bir zaman da olmadı. Ancak bu kişisel çelişkiden daha beteri, Bahar’ın provokatif bir adımla “hizip” icadı ve “bu ‘üst’ 5′li varsa ben yokum” duyurusuyla birleşik dağıtıcı bir ‘isyan önderi’ rolüne soyunmasıydı.


Bu çabanın altında örgütsel durumun salt ‘örgütsel’ alandan ele alınması eğiliminin halen yaygın olduğuna dönük -kısmen de doğru- bir tahmin vardır. Bu anlayış hakim olursa, K.(onferans) üst organlardaki yoldaşları “cezalandıracak”, yeni bir MK seçilecek ve “kendi kendimizi yöneteceğiz”. Böylece sorun çözülmüş olacak. Örgütümüzde “tasfiyeciler tasfiye edilecek” ve ilerleyeceğiz. Kabaca düşünüş budur.


Oysa tasfiyecilik bir sonuçtur. Teorik-programatik-siyasal-taktiksel- örgütsel-kadrosal-pratik-ruhsal bir bütün olarak tıkanma sonucu, “karakter” ve “çizgi” sorunu olarak tarihsel bir derinliğe sahiptir. Son büyük antifaşist kavgasını varlık-yokluk sorunu olarak F tipi saldırısına karşı vermiş TDH’nin ve onun içerisinde bizim neoliberal gerici dönüşümün altında çift yönden preslendiği, geriye doğru çözüldüğü bir sürecin ürünüdür. Yeni bir düzlem ve yaklaşım içerisinden devrimci proleter bütünsel bir yanıt oluşturacak KP düzeyine sıçranmadan engellenemeyecek ve kendisini tekrar edecek olandır. Dar örgütsel ele alış bu yüzden yetersizdir.

Aslında çoğumuz süreç içerisinde giderek gericileşen bir iç ilişkiler sisteminin içerisine doğduğumuz, ‘96′larda, 2000′lerde örgütlendiğimiz için bu yaklaşıma sıçramamız bizim için daha da zor oluyor. Bu boşluk sayesinde de kimilerince tarihi yeniden öznel yönden yazmak mümkün olabiliyor.”Biz 90′larda böyle miydik” ya da hatta “80′lerde böyle miydik” diyerek bir kaç örgütsel düzeltme ve “yeniden ruh kazanmak”la sorunların aşılabileceği propagandasına açık kapı kalıyor. Oysa bu kolay yanıt kapısından girmek, hayat ve sınıf ilerlerken daraldıkça çevreselleşen bizi geçmişe tekrar tekrar, ufalarak ve karakter yitimiyle taşımak anlamına geliyor. Bu fasit çembere mahkum değiliz.


Üçüncüsü, (yazılı) eleştirisiz ve (yazılı) değerlendirmesiz varoluştur, demiştim. Örgütsel eleştirilerin belki de en kötüsü yapılmayan örgüt eleştirisidir. En kötü örgütsel değerlendirme, yapılmayan örgütsel değerlendirmedir. Bu pasif ya da protestocu bir örgütsel varoluşa işaret eder. Objektif olarak önderlik sorumluluğunda bir zayıflama, bazen de erime anlamına gelir. Sorunun da, çözümün de merkezine kendisini ve subjektif faktörün geliştirilmesini koymadan ilerleme sağlanamaz. Çevreleyen nesnel engeller ancak böyle aşılabilir. Teori de, teorik düşünüş de bunun için vardır. Bizler delegeleriz. Komünizmin ve sınıfın geleceğini temsile -andaki, “kuyunun içindeki” durumumuz ne olursa olsun,- adayız. Eleştirilerimiz de değerlendirmelerimiz de var ve olmalı. Bunlar yazılı olursa ürüne dönüşür, kalıcı olur, sistemlilik kazanır ve kazandırır. Salt sözlü ve sistemsiz olursa heba olur, ya içe kapanmaya ya da vıdı-vıdıcılığa savrulur.


Yazılı eleştiri ve değerlendirmelerin azlığı, dar örgütsel eleştiriyi güncel tutmakla kalmamakta, küçük burjuvaca eleştirilere cesaret kazandırmaktadır. Bütünsel bir gelişmeye omuz vermemek, kendisini ifade etmemek, var etmemek, bundaki zayıflık sonuçlarını geleceğimize de taşır. Bundan sonra ne yapacaksak birlikte yapacağız. Konferansımızı da hepimizin emeğiyle birlikte buraya taşıdık, -mahkemede değil- burada sonuçlandıracağız. Yaklaşım bu ise, katkı çoğaltılmalıdır.

Örgütsel yönden sonuncu eleştiri ve değerlendirme kategorisi ise, özeleştirel bir nitelik kazanmıştır. Özümüzü değerlendiriyoruz. Sonuçlar çıkarıyoruz. Emperyalizm çağının çelişkilerini, burjuvazinin diğer sınıflarla, özelde proletarya ile ilişkisini, emperyalist kapitalizm karşısında enternasyonal proletaryanın, ve onun kolu olarak Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının mücadele ve örgütlülük düzeyini, SD stratejisini tartışıyor, sonuçlar çıkarıyoruz. Çıkardığımız sonuçlar çerçevesinde proleter devrim (devrimci proletarya) ile burjuva karşıdevrim (karşıdevrimci burjuvazi) arasındaki mücadelede gelişkin bir KP düzeyinde konumlanmayı hedefliyoruz. Bu hedeften bizi alıkoyan ve alıkoyacak olan iç ve dış engelleri tespit ederek bunların çözümüne hırs ve tutku ile yönelmeyi istiyoruz. Yeni bir programa, yeni bir tüzüğe ihtiyaç duyuyoruz. Bu program ve tüzüğün temel ilkelerini ve çıkış noktalarını belirginleştiriyoruz. Burjuvazi-proletarya çelişmesini nihai olarak çözmeye, sınıf hareketiyle sosyalist hareketin tarihsel birleşmesi ve kaynaşmasını sağlamaya, çitlerin olmadığı, sınıfsız, sömürüsüz sosyalist toplum hedefimiz olan komünizme önderlik etme tarihsel görevine aday, buna yönelen bir sistem kuracağız. Bu zor! Hemen olmayacak. Ama imkansız değil, biz bunun için varız, var olacağız.


SORUN İDEOLOJİKTİR: İdeolojik açıdan bizi karakterize eden proletarya ideolojisi, canlı ML ideoloji olmalıydı. Öte yandan son dönemde daha net biçimde ideolojik açıdan etkiye, burjuva ideolojisine açık ara akım düşünüş ve ideolojilere kayma riskini yaşadık. Buna kayan görüş ve değerlendirmeler içimizden çıktı, taraftar buldu, yer yer örgütü belirler hale geldi.

Tarihimizin eleştirel değerlendirilmesinde proletarya ideolojisinin temsilciliğinden kayma ve patinaj biçimiyle varoluşumuzun sıkıştığı kapan olarak görüş ve eylemlerimizin halkçı devrimci demokratik muhtevasına işaret edildi. Katılıyorum.

20. yüzyılda Bolşevik devrimin kendisini çoğaltamaması, işçi devrimlerinin mevzi kalması, ağırlığın ulusal devrimlere kayması,yüzyılın ikinci yarısında ML ideolojik üretimdeki donma, ülkedeki geri ML birikim, bizdeki özel zayıflıklar, devrimin görevlerinin ağırlığının antiemperyalist demokratik görevler yönünde olması ve bunun göreli geriye çekici etkisi, revizyonizmin çöküşüyle yüzyılın burjuva ideolojik saldırının vites büyütmesiyle sonlanması, bunlara yanıt verememek bizi ve TDH’yi sınırlayan engeller oldular. Sınıfın temsilcisi olma, işçi devrimini örgütleme, sendikal-sınıfsal-siyasal-toplumsal sorunlara bu odaktan yaklaşma yönelimi, “yönelim” düzeyinde kaldı.

Burjuva ideolojisindeki katmanlılaşma, egemenliğindeki derinleşme, araçların zenginliği, çözücülüğü yönünde savunmasızlık bugün karşıt yönden 4*4′ü içeren ve onu aşan bir ağırlığın yaratılmasını zorunlu kılıyor. İdeolojik mücadelemiz, iki yönden, hem içerde sızma biçimiyle yaşanan küçük burjuva ideolojik tutum, duruş, yaklaşım ve önerilere karşı çıkma ve partiyi savunma, hem de bunun da zeminini oluşturan bizdeki tarihsel ara akım özelliği ile köklü bir hesaplaşma ve kopuşu zorunlu kılıyor.


K’miz öncesinde yapılan tartışmalarımız örtük, “Parti Modeli” yazısı üzerine yürütülen tartışmalar ise açık olarak ideolojik bir tartışma özelliği taşımaktadır. Proletarya ideolojisinin, ML’in tarihsel-güncel tıkanmasının aşılması açısından burjuva demokrasisi ve liberal ideolojiye karşı net ve temelden bir duruş geliştirilmesi zorunludur. İki demokrasi vardır: Proletarya demokrasisi ve burjuva demokrasisi. Kendinde bir demokratik mücadele değil, söz konusu ve güncel olan proleterya demokrasisi, sosyalist demokrasi için mücadeledir.

Demokrasi”, diktatörlülüğü içerir. Burjuva demokrasisi, burjuvalar için demokrasi, sermaye için özgürlük anlamına gelir. Burjuva demokrasisi, işçi sınıfı ve emekçiler için diktatörlüktür; o, temelde sınıf için emekgücünü satma, bedenini burjuvaların hizmetine sunma, meta egemenliğini kabullenme özgürlüğüdür. Proletarya demokrasisi ise, işçi sınıfı ve emekçi kitleler için demokrasidir, bizim özgürlüğümüzdür. Proletarya demokrasisi (sosyalist demokrasi), burjuvalar için bir diktatörlük rejimidir. Sömürü yasaklanır, değer yasasının etkime alanı daraltılır.
Tartışmalarımızda açığa çıkmıştır, bazılarımız için demokrasi demokrasidir. Nokta.

Bir şey hem kendisi, hem başka bir şey olamaz”. Böyle düşünülmektedir. Demokrasinin sınıfsal niteliği ve diktatörlük yönü görülmemektedir. Sınıfsal, sınıf odaklı bir bakış yitime uğramıştır. Bu küçük burjuvaca bir bakıştır. Demokrasinin sınıfsızlaştırılması, burjuva demokratik bir yaklaşımdır. Bizim açımızdan ideolojik bir sapmaya tekabül eder. Buradan liberal ideolojiye kapı açılmaktadır.

Halkçı demokratik programımız, ülke ve dünya kapitalizminin son onyıllarda geçirdiği dönüşümün, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin keskinleşmesi, emek-sermaye çelişmesinin merkeze oturması başta gelmek üzere siyasal-toplumsal-kültürel alanda bir dizi farklılaşmanın karşısında yanıt oluşturmamaktadır. Bu programın mevzilerinde tutunmak imkansız hale gelmiştir. “Büyük Kırılma” gerçekleşmektedir, ve bu geriye doğrudur. Burjuva ideolojisine doğrudur.

Geriye doğru kırılan halkçı demokratizm, özellikle liberal tespitler, liberal siyasetler, liberal formülasyonlar, liberal akımlara karşı savunmasız kalmakta, burjuva milliyetçilik ile burjuva liberalizm arasında gelgitlerle politik alanda daha net görüleceği üzere sarkaç misali bir salınım yaşamaktadır.

Kapitalizm tam karşıt yönden ve temelleriyle değil, sonuçlarıyla eleştirilmektedir. Kapitalizmin orta ve ara sınıfçı küçük burjuva ahlaki eleştirilerine geçiş yapılmaktadır. Siyasal zora ve baskıya karşı çıkılmakta, azami kara, para-sermayeye karşı çıkılmakta, zorbalıklara, zorla el koymaya karşı çıkılmakta, “başka bir dünya” denmekte ve burada tutunmaya çalışılmaktadır. Bu muğlak Latin sosyalizmi, işçi devrimi, sosyalist devrim perspektifi olmaksızın, ancak savunmacı, “aşırılıklar”ı düzeltici, ideal bir kapitalizm ve demokrasi peşinde koşmak anlamına gelebilir. Burjuva demokratik bir hayal ve yalandır bu.

Nitekim faşizmin çözülmesi ve rejim tipindeki değişiklik üzerine tartışmaya set oluşturulmaya çabalanması tesadüf değil, bir sonuçtur. “Liberal parti” önerisi de bir tesadüf değil, bir sonuçtur. Çünkü kuyunun dibindeki ufuk budur.


SORUN SINIFSALDIR: Sınıfsal açıdan küçük ve orta burjuvaziye, ara sınıflara mı dayanacağız, proletaryaya mı?


Soru budur. Amaç hangisidir? Yön hangisine çevrilecektir? Hangi sınıf temeline oturacağız? Hangi sınıfın politikalarını oluşturacağız? Kimin temsilcisiyiz? Salt ideolojik değil, sosyal-politik-örgütsel, pratik açıdan kimin sesiyiz, hangi sınıfın önderliğine adayız?


Geniş anlamıyla tüm bir örgütsel yapı, teorik-siyasal-örgütsel-kadrosal-pratik tüm faaliyet, bütünsel emek sistemimiz bu temel parametreye göre gözden geçirilmeli, yeniden oluşturulmalıdır. Palyatif, rötüş cinsinden bir düzeltme ile yetinmemeli, yeni bir sistem kurmalıyız.


Dar bakış ve eleştirilerde görülmeyen, sorunun bu derin temelidir. Bizdeki bu eğilim, sorunu dar örgütsel sınırlar içerisinden almakta, kabaca kimi beceriksiz yöneticiler görevden alınıp aynı şekilde gidilirse, zaten doğru yolda olacağımız düşünülmektedir. Oysa, sınıfla “ilişkimiz” dışarıdan, objektif bir gözle değerlendirildiğinde, işlerin en iyi gittiği dönemlerde dahi hep bir “uzaktan sevme” düzeyinde kalmıştır.

Burada tüm suç “nesnel koşullara”, “devletin operasyonlarına” vb. atılabilir, bizde öznel yönden gel-git oluşturan, bizi sınıf hareketinin yüzeye vurduğu koşullarda dışarıda, izleyici bırakan, önceliklerimizi sıkça kaydıran zemin sorgulanmaksızın ilerlenebilir mi?

Sosyalist devrim, sınıfçı sosyalizm, işçi devrimi yaklaşımı bir fırsat oluşturmaktadır, ancak bu tespit kendi başına sihirli bir değnek değildir. Tüm politikalarımızı bu odaktan bakarak yeniden oluşturmalıyız, sosyal varoluşumuzu (ev, aile, Beyoğlu, tek bir il vb) sınıf devrimciliği odağından devrimci bir kopuşla farklılaştırmalıyız. Geçmişte demokratik halkçı perspektiften oluşturulmuş “örgütsel alanlar” tanımını devrimci proleter odaktan yeni baştan kurmalıyız. Kadrosal politikalar açısından belki “Sınıfa!”, “Sınıf örgütçülüğüne!” sloganını seferberlik biçiminde kullanmalı, bunun süreklileşmiş araçlarını çoğaltarak yaratmalı, iç işbölümümüzde gelişkin bir uzmanlaşmanın zorunluluğu parametresini gözden kaybetmeden, bütünsel emeğimizi kolektif biçimde bu hedefe odaklamalıyız.

Hedef sosyalist hareketle sınıf hareketinin kaynaştırılmasıdır. Sendikal politikamızı bu odaktan geliştireceğiz. “Sınıf”ı dar değil genişleyen kapsam ve içerimiyle kavrayarak örgütleyeceğiz. Salt yarı-proleter ya da bizde olağanüstü zayıf olan salt nitelikli emek yönüyle de değil, kapitalizmin gelişimiyle her bir mesleğe (öğretmenlik, mühendislik, doktorluk, avukatlık vd), ezilen ulus, ezilen cins, gençlik, yd.ındaki göçmenler dahil “iki ayrı sınıf” olgusundan hareketle proleter yönden yaklaşmalıyız.

Sınıf içerisinde kolektif işçi bilincinin geliştirilmesine yöneleceğiz. Politikalarımızda bu yaklaşım içerilenecek. Fabrika, havzalar, sanayi bölgelerinde komünist işçi çekirdekleri oluşturulacak. Daha önce ifade ettiğim Lenin’in “parti” kategorilendirmesinde özellikle ikinci kategoriden partili işçi örgütlerini, üçüncü ve dördüncü kategoriden çevre ve çevreleyen işçi örgütlenmelerini çoğaltmalıyız. İşçi yoldaşların sayısı çoğalmalı. Geçişlerde tutucu değil, eğitsel ve geliştirici, yaklaşım ve yöntemleriyle de yeni işçi y.ları partili düzeyine taşıma ısrarında olmalıyız.

Kolektivizm, sınıfın örgütlenme ve hareket tarzı, gelişkin bir partili y.lar topluluğunun kolektivizmi olarak içimizde örgütsel emeğin gelişkin kolektif niteliği biçiminde bir bütünleme ilişkisi olarak somutlanmalı. Anlayacağınız, bizim gündemimiz budur, bu olmalı. Her bir yoldşın, her bir delegenin sürece katkısını, sonramıza katkısını da bir değerlendirme ölçütü olarak bu odaktan kurmalıyız.

Tartışmalarımızın arka planında bu hedefe uygun bir sıçramaya açık ve örtük bir direniş, geçemeyiş ile eleştirel devrimci, tarihsel örgütsel bir yenilenmeyle kurucu, militan bir KP’nin örgütlenmesine tutkuyla yönelme arasındaki gerilim yatmaktadır. Önce ön kesmeye dönük, gelişmeleri salt tehlike yönünden okuyan, bürokratik dar grupçu yönelimin, küçük burjuva sosyalizmi yönünde, liberal demokratik parti önerileriyle giderek eksenleşmesi, buna “hizip” bombalarıyla, keskin “ezilen işçici” lafazanlıkla katılanlar, burada ısrar edenler ve Konferans içerisinde bir tasfiyeye yönelenler için bu, gerilimin geriye doğru çözülmesi anlamına gelecektir.

Hangi sınıfın temsilcisiyiz? Soru budur, yanıtı delegeler olarak bizler vereceğiz.


SORUN SİYASALDIR: Siyaseti, temel anlamıyla, bir sınıfın diğer bir sınıfa karşı mücadelesi anlamında kullanıyoruz.

Burjuva siyaset, emperyalist kapitalizmin siyaseti; temelde artı-değere dayalı sömürü sisteminin, değer yasasının etkime alanı ve hakimiyetinin genişletilerek güvence altına alınmasına dayanır. Kapitalist egemenlik sisteminin temel halkaları, ideolojik-teorik-ekonomik-toplumsal-siyasal-örgütsel-bireysel düzlemlerde bu amaçla ve esas bu “kırmızı çizgi” ile bağlantılı olarak daha yetkin ve etkin bir hakimiyet düzeyi kazanmıştır.

İlk sosyalist pratiklerin -tarihsel açıdan geçici- yenilgisi, sınıf ve emekçi kitlelerin değişik düzeylerdeki örgütlülüklerinin çözülmesi, var olanların yozlaştırılarak sistem içine çekilmesi, salt işsizlik tehdidiyle sınırlı kalmayacak biçimde sistemin içerden çözücü ve tutucu bağlarındaki artış, sonuç itibariyle meta egemenlik sistemi olarak kapitalizmin işçi sınıfı ve emekçi kitlelere doğrudan ve dolayımlanmış biçimlerde daha etkin bir diktatörlük rejimi olarak yönelmesi gerçekleşmektedir.

Kapitalizm, emperyalist kapitalizm gelişmektedir. Burjuva diktatörlüğü niteliği belirginleşmektedir. Kapitalizmin tarihsel yasası işliyor, ara sınıflar çözülüyor. Proletarya sayıca çoğaldığı gibi, toplam toplumsal üretimdeki belirleyici rolü hem artı-değerin biricik kaynağı olması yönüyle, hem de (hizmet, tarım vd. sektörler dahil) toplam üretimdeki ağırlığının belirginleşmesiyle açığa çıkıyor. İçerisinde yaşadığımız emperyalizm ve proleter devrimleri çağında, yeni bir proleter devrimler dalgasının tarihsel eşiğindeyiz.

Sayılanlar, gelişmelere öznel yönden müdahalenin en ileri billurlaşmış ve kolektif önderlik düzeyi olarak Komünist Parti’nin inşasını şart kılıyor. Politikayı, burjuva siyasetin kapsama alanının dışına taşıracak, proletaryayı toplumsal siyasetin merkezine yerleştirecek, ittifakları üzerinde de bir çekim gücü oluşturmayı içeren büyük işçi devrimi perspektifini güncel pratiğimize indirebilmeyi öğrenmeliyiz. Sınıfa karşı sınıf duruşu, sınıfın bağımsız örgütlenmesini yaratmayı başa yazmayı gerektirir. Görev budur. Bizim varlık ve mücadelemiz bunun içindir.

TDH’nin tasfiyecilik dalgalarıyla girdaplaşan durumundan bakıldığında da, devrimci faaliyetin yeni bir proleter devrimci özle dolması gerektiği anlaşılmaktadır. Emperyalist kapitalist sistemle daha ileri bir entegrasyon yönünde ilerleyen Türkiye burjuvazisi gelişmekte, eski yönetim biçimi olarak faşist rejimin çözülüşü görülmektedir. Faşist diktatörlük biçimiyle 12 Eylül’le taşlaşmış faşist rejim neoliberal birikim modeline adaptasyon yönüyle sermayenin stratejik hareketi açısından bir iç engel olarak belirmektedir.

Bizde faşizm, yükselen bir antifaşist halk hareketinin devrimsel zaferi sonucu çözülmemektedir. Kürt ulusal kurtuluş hareketi, serhildanlarla, gerilla mücadelesi ile, halkçı kitleselliği ve militanlığı ile faşizmin burçlarını dövmüş, kayıplar verdirmiş, ancak Kürt işçi ve emekçilerinin kazanılmış (şu an reformize ve liberalize edilen) bilinç, eylem ve örgütlülük düzeyine karşın, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halk hareketiyle birleşemeyerek yenilgiye uğramıştır.

TDH’nin yenilgisi ise daha açık bir görünümdedir. Bahar eylemleri ile başlayan kitlesel işçi hareketi süreç içerisinde sistem tarafından atomize edilebilmiş, emekçi memur hareketi önce tıkanmış ardından çözülmüş, büyük oranda ezilen mezhebe dayalı antifaşist semt devrimci dinamiği absorbe edilebilmiş, anti emperyalist demokratik bir devrim programı etrafında birleştirilemeyen dinamiklerin tümü ve her biri dışarıdan baskı ve içerden çözülmeyle birleşik sönümlendirilebilmiştir.

90′lı yılların yeni devrimci kuşağı olarak son büyük antifaşist mücadelede, F tiplerinde ölümüne bir mücadele yürütülmesine karşın, stratejik açıdan saldırıdan burjuvazi kazançlı çıkmıştır. 3. K’da tespit edilen “dar antifaşist devrimcilikle malul bir dönemin devrimciliği”, böylelikle sona ermiştir.

Sayılanlar, siyasal açıdan burjuvazinin tarihsel faşist birikimini kısmen koruyarak, gerici bir neoliberal demokrasiye geçiş yapmasının önünü açmıştır.


SORUN PROGRAMATİKTİR: Sosyo-ekonomik bir temele sahip olan burjuva siyasetindeki dönüşüm, geçiş sürecine özgü bir çatallanma olarak yaşanmaktadır. Denklemden proletarya eksiltilmiş haliyle, proletaryaya ve emekçi sınıflara egemenlik açısından burjuvazi içi çelişmenin ana eksenleri, burjuva milliyetçi politika ile burjuva liberal politikalar arasında gelişmektedir.
Burjuvazi içerisindeki bu çelişki ve gerilim küçük burjuva siyasete de neredeyse aynıyla yansımaktadır. SD genelgesinde belirtilmişti.


THKP-C kökenli hareketler (ve zaten TKP-ML vb.) baş çelişki olarak gördükleri emperyalizm-ezilen halklar çelişmesinin gereği olarak, programlarına uygun biçimde küçük burjuva milliyetçi bir çizgiye savrulmaktadırlar. “Sömürge ülke Türkiye”, “yeniden sömürgeleşme”,”neo sömürgecilik”, “vahşi kapitalizm”, “faşizm-neofaşizm” tezleri, temel çalışma alanları olarak mahalleler belirlemesi, emperyalizmin bağımlı ülkelerde kapitalizmi geliştirmeyeceği mutlak kabulüyle birleşik olarak savunulmaktadır. DY-DS-DHKP/C çizgisi, DY-HDY-Halkevleri çizgisi, DY-ÖDP (Uras’sız) reformcu partisi ve birkaç başka çevre bu yaklaşım içerisinden hareket etmektedirler. Keza eski İP, bugün TKP diğerlerinin bir adım ilerisinde Genelkurmay çizgisindedirler. Söylemlerinde CHP-MHP çizgisi ile yakınlaşma, Ergenekon operasyonuna ortak eleştirellik, Kürt sorununda örtük şovenizm, iç savaşla bölünme korkusu, baş düşman ABD yaklaşımı, içeride ise politik planda salt hükümet partisi- özelde AKP karşıtlığı nüanslarla birlikte tümünde ortak kesendir.

PKK-DTP çizgisi, MLKP gibi kökensiz pragmatist kuyrukçu partiler, ÖDP-Ufuk Uras kanadı, DİSK-KESK yönetimleri ve irili ufaklı diğerleri ise küçük burjuva liberal politikaların savunucusudurlar. “Çatı partisi” biçimiyle, olmadı sol liberal yeni bir parti kurarak CHP’nin bıraktığı boşluğun doldurulmasına heveslenilmektedir.

Liberal ideoloji müzikten sanatın çeşitli dallarına, grup haklarının savunulmasından etnik çeşitliliğe, kadın sorununda feminizmden, örgütlenme alanında çoklu kanatlı parti anlayışına dek sosyal-kültürel-politik-bireysel bir bütünlük taşımaktadır. AKP diğer partilere göre hayırhah görülmekte, 12 Eylül faşizminin çözülmesinden nemalanma peşinde soysuzlaşarak koşulmaktadır. Temele sınıfsallığından arındırılmış bir özgürlükler mücadelesi anlayışı konulmakta, burjuva demokrasisine eklemlenilmektedir.


Proleter devrimci bir eksenin belirlenmesinden uzaklık ölçüsünde, politik planda bizde her iki küçük burjuva eğilimin unsurları baş göstermiştir. Programatik kabulümüz olan, ancak gelişmeler karşısında eriyen antiemperyalist halkçı devrim anlayışımızın tıkanmasıyla bağlantılı olarak, K. sürecimiz öncesinde 2000′li yıllarda iki yönden de savrulmalar yaşadık. ÖO taktiğinin diplomasi aşamasında dar küçük burjuva devrimcisi anlayışın, özelde P/C’nin tek taraflı eleştirisi öne çıktı. Görüşmeler planında ise bu eleştiriyle uyumlu olarak liberal kesimlerden sonuç alma beklentisi doğdu ve bu yönde girişimlerde bulunuldu. Irak Savaşı sonrası çubuk diğer tarafa büküldü, baş çelişki olarak emperyalizm-halklar çelişkisi yeniden hatırlandı, neosömürgecilik tezleri, emperyalizme “asalaklık” odaklı ve o sınırdan aslında dar düzeltici eleştiriler geliştirildi, hatta iç savaş tehlikesi tespiti yapıldı. Yine aynı dönem gel-git içerisinde Latin sosyalizminden etkilenme ile sosyal forumların rolünün abartılması ile birleşik, toplumsalcı bir sosyalizm düşüncesine zemin hazırlandı. En son K. sürecinde ise bu kez yenilgi koşulları ve psikolojisi içerisinden yapılan bir tarih okuması ile hem tarihsel bir gelişle hem de güncel-pragmatik bir ihtiyaçla liberal kanatlı parti tespiti yapıldı.


Burjuva politikası açısından çelişkili çatışmalı bir süreç işlemekle beraber gelişmenin yönü burjuva savunmacı-milliyetçi-ulusalcı politikanın giderek burjuva saldırgan-emperyalist-liberal politika karşısında mevzi kaybederek erimesi yönündedir. Küçük burjuva politik partiler açısından da benzer bir süreç bir alt düzeyde işlemektedir. Geçmişin militan halkçı antiemperyalist örgütsel yapılarını liberalizm, ideolojik-kültürel-örgütsel-kadrosal yönden işleyen çok yönlü bir saldırı içerisinde çözmektedir. Eski programlar yeni duruma yanıt olmamakta, yeni proleter devrimci bir sınıf programı bütünlüğüne sıçranmadıkça, burjuva ve küçük burjuva ara akım ve düşünüşlerin cenderesi altında toplumsalcı bir sözde sosyalizme ya da düzeniçi liberal solculuğa kayılmaktadır.

Biz buna mahkum değiliz. Kendimizi ve proletaryayı bu cendereden, bu gelgitli varoluş ve erimeden sakınmak ancak sınıfçı bir sosyalist devrim programına sahip olmakla mümkündür. Sistemiçi muhalefet çizgisinden kopmak ancak programının en başına büyük harflerle işçi devrimini yazan bir Komünist Parti ile mümkün olacaktır. Bayrağımızda burjuva demokrasisine, burjuvazinin her türden diktatörlüğüne karşı sosyalist devrim, sosyalist demokrasi, proletarya diktatörlüğü yazacaktır.


SORUN TÜZÜKSELDİR: Yukarıda ele aldığımız geniş içerimiyle örgütsel, ideolojik-sınıfsal-siyasal- programatik sorunların tek bir hamlede çözümü mümkün olmayacaktır. Gelişmekte olan yön, K. belgelerinde gerileyen yanımızla savaşımı içerisinde netleşerek açığa çıkmaktadır. Teorik-programatik-siyasal bir sıçramanın somutlaşması ve sürekliliğinin güvence altına alınması açısından iç ilişkiler sistemimizin, örgütsel üretimimizin köklü değişim ve gelişmesinin aracı, güvencesi ve göstergesi olarak yeni bir tüzük zorunludur.


Daha önceki yazımın özellikle ikinci bölümünde “Geçiş kapsamında yapılacaklar; Teori-pratik bağıntısının doğru devrimci kuruluşu; Özeleştiri gerekmektedir; Önderliğin silikleşmesi, idareciliğe doğru gerileme; Tasfiyeci idarecilik; Örgütün yapısal bileşimi, güncel şekilleniş, yeni hedefler; Örgütleyicilere duyulan büyüyen ihtiyaç; Lojistik; Sanatsal alan örgütçülüğü, sanatın örgütleyiciliği; Askeri-teknolojik alan; Yayın dağıtım ve satış grupları, ajitatörler; Propagandacılar, yazarlar; Alan içi kadrolar, geniş alanın, çevre güçlerinin örgütlenmesi; Temel yönetici alan kadroları, alanın örgütlenmesi; Yönetici önder kadrolar.” başlıkları altında iç ilişki sistemimizin dar çevresel-grupsal-örgütsel varoluştan çıkışı için görüş ve önerilerimi belirtmiştim.

Bu durumumuzla kökten bir yüzleşme ve kopuş, arzu ve yönelimiyle başka yoldaşlar da görüşlerini ifade ettiler.

Bu görüşlerden sorunu tek yanlı, dar ve yanlış biçimde ele alan Bahar’ın görüşlerini doğru bulmak imkansız. Bu dar muhalif tepkisel duruşun hiç bir geliştiriciliği olamaz. Örnek için uzağa gitmeye gerek yok, TP ve hizip sürecine gittiğimizde çokça karşılaşmışızdır bu yaklaşımla. Ufku bellidir.

Keza yeni bir “Parti modeli” iddiasıyla sunulan yazının eleştirisini ayrıca yapmış, bununla uzlaşmazlığımı net biçimde ifade etmiştim.


Can yoldaşın örgütsel alana ilişkin sunduğu “Büyük Tutuculuk” yazısını çıkış noktası itibariyle doğru ve sorunu temelleriyle birlikte ele alma çabasıyla geliştirici bir katkı olarak görüyorum. Öte yandan yazısının tarihsel materyalizm yönteminin kullanımı yönüyle eksik, bir diğer deyişle sorunun tarihsel ve somut gelişimi içerisinde ele alınmaması yüzünden genel kalan ve soyutlamaya kayan yönünü tespit etmeliyiz. Bu örgütsel bir ilke olarak soyut bir “eşitlikçilik” önerisine de taşınmış.


Diğer görüşlerden özellikle Fuat yoldaşın yazısının 3. parçasında koyduğu yaklaşımı ise prensip olarak doğru buluyor ve paylaşıyorum. Kolektivizm ve örgütsel emeğin kolektif birliği ilkelerinin birlikte uygulanması, demokratik merkeziyetçiliğin dar ve biçimsel uygulamalarından sakınmayı sağlayacaktır. Yeni tüzüğümüzün felsefesini “kolektif merkeziyetçilik” anlayışı oluşturmalıdır.

Bunun uygulanmasını güvence altına alacak biçim ve araçları tarif edeceğiz. Uygulamayı K. ve Konf.’lardan MK’e, her organ, komite ve bileşime, sınıfın içerisine doğru taşınacak tarzda her kademede geliştirici bir denetim ve güvence altına alacağız. Uyulmadığı durumlarda yaptırım uygulama da dahil çözüm yöntemlerini belirginleştireceğiz. Kolektif biçim ve araçları tarif ederek bunlara tüzüksel bir geçerlilik sağlayacağız. Yeni devrimci proleter sistemimiz, Komünist Parti hedefimiz, Konferansın alacağı yeni sosyalist devrimci bir program ve kolektif merkeziyetçi tüzük oluşumu kararıyla ete kemiğe bürünecek.


Böyle ve birlikte ilerleyeceğiz. Biz Kazanacağız, Devrimci Proletarya Kazanacak!

Sabit, 05.09.09