Zeki (Maviş-Serdar Ben) 1 Eylül 2009
BİR DÖNEM KAPANMIŞTIR
Önnot
Bu yazıyı X16 yoldaşın yazısını yazdıktan sonra yazdım. Orada bana ve adı geçen yoldaşlara suçlamaları gördüm. Benim orada ona anlattığım her şey okhk denetiminde yapılmıştır. Buluşmalarımızdan haberleri vardır. Bu görüşmelere Can da katılmak istemiştir. Ayrıca bu örgütün böyle sağlıksız bir biçimde ikiye ayrıldığında üçe ayıracağımızı birçok yerde de ifade etmişimdir. Bunu Can, İ ve Fatma da biliyorlar, özellikle sd komisyonunda buna benzer görüşler ifade etmişimdir. Gizli örgütlenen bir durum değil meşru ortamlarda savunduğum görüşlerdir. Biz bunu hiçbir biçimde grupçu bir biçimde yapmamışızdır. Bu açıklamayı da ortaya çıkan durumda kendimi savunmak için yapmıyorum. Bu konuda X16 gibi olan yoldaşlara verdiğim önem ve değerden kaynaklı yapıyorum…. Başkaları üzerine alınmasın….
Fatma’nın notunu okuduğumda şaşırmadım. Böyle bir durumu tahmin ediyordum! OHKH seçilmeden önce bunları onların yüzüne karşı da defalarca söyledim. Ama bunu o dönem daha çok görüşlerin birbirine yakınlığın getirdiği bir hareket tarzı olarak düşündüm; onları kendi kafalarıyla değil Fuat’ın kafasıyla hareket ettikleri için eleştirdim. Bugün görünen odur ki bunun sınırlarını aşan bir durum meydana çıkmıştır! Bu grupçu bir yaklaşım mıdır? Bu hizipçi bir yaklaşım mıdır? Hayır! Eğer bugün sorunu tek başına böyle ele alırsak yanılmış oluruz. Bu daha önce bizim hareketimizde de meydana çıkan hizipçi anlayışla temelden farklıdır! Bu, (ele geçirilen nottan da anlaşılacağı gibi) kendisini her şeyin üstünde gören küçük burjuva elitist sosyalist bakış açısının (eksenin) çürümüşlüğünün en belirgin göstergesidir! Kendisini kabul ettiremeyeceğini anladığında bürokratikleşmiş koltuk sevdalılarının çırpınmalarının resmidir!
Bir örgütte on yılları aşan bir biçimde MK sekreterliği yapmış, ‘80′li yıllarda TİKB’nin yarattığı geleneğin temsilcilerinden biri olan, TDH içerisinde bu yanıyla bir idolü temsil eden (Yusuf yoldaşla birlikte, bir dönem bizim de idolümüz olan), içerisinde yer aldığı bir hizip nasıl daha öncekilerle karşılaştırılabilir? Burada yeri gelmişken sorayım, sahi bu kadar eksen sahibi olan arkasında 40 yıllık bir TİKB’nin bilgi birikim tekelini bulunduran, bulutların üzerinden aşağı inmeyen biri böyle ilişkiye nasıl girmek zorunda kalmıştır?
Fuat yıllarca başında bulunduğu örgütte hizip örgütlemek zorunda kalmıştır. Ne kadar vahim bir durum!!! Son yazdığı yazıda halen bulutların üzerinden inmemektedir, “Biz eksen sahibiyiz, biz proleter sosyalist devrimciyiz”… Madem böylesin biz, dünkü çocuklar olan, sizin hayranlığınızla büyüyen yoldaşlar nasıl olur da bu hale geldi? Sadece kendin sosyalist proleter devrimci olmakla sorunu çözeceğini mi zannediyorsun?
Bu proleter sosyalist devrimcilik değildir bu olsa olsa idealist-tanrıcı bir sosyalizm anlayışıdır.
Eksen üzerine birkaç söz
Şimdi Fuat biz görüş ortaya koyduk diyor ve bizi sağlıksız çevreci bir tarzda bir araya gelmekle suçluyor. Bunlar bu nottan haberdar olduğum zaman ilk elde Fuat’ın, Fuat gibi düşünenlerin ilk yaslanacağı şeyler olarak aklıma geldi. Son dönemde eksen (ekseni de sayfalar dolusu yazmak zannedip oradan buradan kopyala yapıştır yaparak başkalarından çalarak yapılır) her şeydir, geri kalan hiçbir şeydir biçiminde idealist bir mutlaklaştırma biçiminde ortalığı bir sis dumanı içerisine boğmuşlardır. Bugün buna yaslanacakları da kesindir. Ama o devrimci -militan-proleter-sosyalist arkadaşlar bu belgeyi dünya alemin bildiği evlerinde yakalatmışlardır. Sadece bunu da değil konferans sürecinde dönen ne kadar belge varsa bunları da evinde barındırmaktadır. Biz yazmak için köşe bucak evler ararken o oturup devletin bildiği bir evde proleter sosyalizmini inşa etmektedir. Kolay gelsin… Budur sizin proleter sosyalist anlayışınız…
Peki, biz Fuat gibi bir eksen neden koyamadık? Neden son dönemlerde bir eksen koyma yönelimi içerisine girebildik. Öncesinde bunu neden yapmadık?
Birinci olarak sürecin başında yaptığımız bütün hamleler örgütü sağlıklı bir tartışma zeminine çekmek noktasında olmuştur. Fuat oturup eksen yazarken biz örgütün tümünü bu tartışma zeminine çekmek için uğraşmışızdır, sekizlinin anlamı budur. Eğer biz de Fuat gibi kendimizi dünyadan ve örgütten yalıtmış olsaydık elimizde şimdi örgüt diye bir şey kalmazdı ve biz de kalmazdık ve Fuat ekseniyle bir yığın kağıt parçası olarak başbaşa kalırdı. En meşru hakkımız olan bu konferansın bir parçası olmak için o ve hempasıyla az mücadele etmemişizdir. Öncelikli çabamız sağlıklı bir zemin üzerinden bir eksen çabası (tartışması) içerisinde olmaktı.
İkinci nedense biz bu sürecin başında ne yapıyordukla çok ilgilidir. Kendi yazısında ileri olarak tanımladığı o süreçler var ya onları yapıyorduk. İg, kurultay, tersane, (bunlar ileri olarak gördükleri noktalardır) işte biz bu noktaları hayata geçirmekle uğraşıyorduk. Onlar eksen koymakla uğraşırken, senin o başıma koydukların ve büyük oranda şimdi hepsi sana tanrı gibi tapan hempan beni sağa sola duvarlara yazı yazmaya gönderiyordu. Üstelik bunlardan birinde pol….. Kullanırken senin o hempan o eksenlerinden başını kaldırıp benimle görüşmeye bile tenezzül etmemiştir.
Bu örgütü bütününden varetmek, tekyanlı bir eksen mutlaklaştırması -teori her şeydir geri kalan hiçbir şey- kaçınmak, çıkan eksenleri de ortak bir noktaya evriltmek derdindeydik. Şimdi bu işi de size emanet etmekten de yeterince pişmanımdır!
Devam edelim tersane sürecinde o yaşanan her şey grev, bum… dahil hepsi bizim eserimizdir. Seninkilerin (haberin yoktur) bırak buna bir katkısı olması, bunun kararını almaya bile cesaretleri yoktu. Sayabileceğim bir sürü örnek vardır ama kalsın… Bunlar biz niye eksen koyamadık gerekçesi olamaz olmayacak! Tüm bunlardan bağımsız bir eksen tartışması olabilir mi?
Tabii bir de olayın şöyle bir yanı vardır senin bir bulamaç halinde önümüze getirip, elinde tuttuğun bilgi tekeline dayanarak bize zorla onaylatmaya çalıştığın o ekseni boyutlularını kavrayınca çok bir şey kaybettiğimizi de düşünmüyorum. Bunun kavranması açısından burada pratikte seninkilerin gösterdikleri tutumların epey bir katkısı olmuştur. Bunu inkar edemem! Anlayacağın gibi işler artık eskisi gibi yürümüyor yürümeyecek.
Aslında sen de bunun farkındasın, çırpınışların da bundan. Alta doğru otoritesini geçirmeyeceğini anlayınca hemen eksenci kesilen, ekseni kariyerist bürokratik bir biçimde yaslanma noktası haline getiren bir eksensel bakış açısıdır. BİR DÖNEM KAPANMIŞTIR.. KÜÇÜK BURJUVA ELİTİST SOSYALİZM ANLAYIŞI DÖNEMİ KAPANMIŞTIR..
Şimdi biz de eksenlerden konuşmaya başlamalıyız. Konuşmaya da başladık. Evet, bu eksenin/zihniyetin (bürokratikleşmiş elitist küçük burjuva sosyalist zihniyet) kamuoyu önünde teşhiri geleceğin taşlarının dizileceği yeni bir hatta girmenin başlangıç adımıdır. Eğer biz de Fuat’cıların yaptığı gibi bu süreçten hesaplaşmadan sadece çıkar ilişkileri gereği bir araya geleceksek sadece ruhumuzu kurtarmak adına çıkmayı düşünüyorsak bu süreçten çıkmayalım altında kalalım. Şimdi herbirimiz kendimizi yeni baştan yaratmak zorundayız. Öne çıkılmalı bu çürüyenlerle/çürümüşlüğümüzle hesaplaşma zamanıdır.
Hızla final örgütlenmedir. Artık hiç beklemeye zamanımız yoktur. Süreç uzadığı taktirde TİKB’nin tarihine yakışmayacak olaylar cereyan edecektir. (Bu süreç içerisinde bolca bize yakışmayan olaylar olsa da) Geçmiş OKHK’nın finalin örgütlenmesine dair bir planı vardır. Yoksa da derhal bir plan çıkarılmalıdır. İ ve J’nin hiçbir sorumluluğu yoktur. OKHK’da bulunamazlar. Yeni bir OKHK seçimiyle de vakit kaybedilemez derhal OKHK geride kalan iki yoldaş daha önce OKHK’da planladıkları planı hayata geçirmelidir. Bu konuda görevlendirecekleri yoldaşlarla süreç hızla sonlandırılmalıdır.
Yoldaşlar,
Bu basit bir hizip meselesi değildir. Bu Fuat’ın dilinden konuşursak eksensel bir sorundur. Yaşanan bu durumu sadece bu süreçte içerisinde olduğumuz zeminden kaynaklanıyormuş gibi ele almak büyük bir yanılgı olur. İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür? Ortaya konulan eksenleri bir de buralarla (yaşam) birleştirerek okumak. Bize bu sorunun sadece pratikte yaşana bir sorun olmadığını tamamiyle o proleter sosyalist dedikleri ekseni resimlediğini gösterecektir.
Bu zihniyetle kopulmalıdır. Bu kopuş hizip oluşturuyorlar paranoyası içerisinden değil, bu zihniyetin mahkum edilmesi ve geleceği kurma bakış açısı içerisinden olmalıdır. Donukluktan çıkılmalı, süreç sahiplenilmelidir.
Zeki, 1 Eylül 2009
*****
Hejar/3 Eylül 2009
Başlıksız!
Bu yazı boyunca “politik” konuşmayacağım. Beni buradan mahkum edebilirsiniz., Kendilerini “proleter devrimcilik”in temsilcileri olarak ilan eden yoldaşlar benim bu apolitikliğim karşısında sayfalarca yazı yazıp çizebilirler. (EK: şimdi okuduğum Can’ın yazısında yaptığı gibi kişilik çözümlememe yeni halkalar da ekleyebilirler!!!)
Açık konuşayım… Bu duruma ilişkin yaklaşımımı bireysel olarak kaleme almayı düşünüyordum. Fakat bu böyle bir yazı olmayacaktı. Tarafımızdan hizipçi olarak itham edilen yoldaşlar cephesinden en azından “evet yaptığımız yanlıştı” gibi 3 kelimelik bir cümle duymuş olsaydım böyle bir yazı yazmayacaktım. Özellikle X16 yoldaşla yaptığım görüşmeden sonra Fuat yoldaşın varolan pratiğe övgüler düzen yazısının yarattığı öfkeme rağmen Tahsin yoldaşla birlikte kaleme aldığımız çağrı ile ilgili yeniden düşünecektim. Ve yazacağım yazı da bunun bir yansıması olacaktı. Çünkü hem kendi kaygılarım o yoldaşın görüşmede ifade ettiği kaygılarından farklı değildi (Sürecimiz açısından yaşanacak her şeyin aslolarak ideolojik birlik ya da ayrılık üzerinden yaşanmasıdır! Ki bu yoldaşların OKHK nın varlığı koşullarında yaptıklarını da ideolojik duruşlarının somut bir tezahürü olarak görüyor olmama rağmen yine de kavgamızın bu tür şeyler üzerinden olmaması gerektiğinin rahatsızlığını duyarak!), hem de genç bir yoldaş tarafından samimiyetle dile getirilen bu istek, üzerinde düşünülmeyi hakediyordu. (EK: CAN BURADAN DA KİŞİLİK ÇÖZÜMLEMEMİ GENİŞLETSİN!)
Fakat Fuat yoldaşın yazısından sonra, gerek J-İ imzalı yazıda, gerekse Fatma yoldaşın yazısında (EK: CAN’IN KENDİSİNİ KAYBETTİĞİ YAZISINI DA EKLEMELİYİM ŞİMDİ) kelimenin gerçek anlamı ile aynı pervasızlığı görünce tek kelime ile kaskatı kesildim. Yoldaşlar kendi durumlarını meşrulaştırmak, haklı çıkarmak ve hatta “proleter devrimci” olmalarının yarattığı doğal bir hak olarak göstermek için yazmışlar adeta.
Öyle ya onlar “doğrunun bilinci”ne ulaşmış seçkinler topluluğu olmanın ayrıcalıklarına sahipler! Kural ve ilkeler ise onlar açısından bu bilince varmamış olan, varmadığını da sürece ilişkin görüşlerini henüz yazılı olarak ifade etmemiş olmaları ile ayan beyan eden yoldaşlar için vardı. OKHK da ele aldığımız, gündem yaptığımız başka ihlalleri düşününce bunu söylemek durumundayım.
Şimdi bu belgeleri sunan bizlerin geri ve apolitik olmamız nedeni ile finale dayanmış bir süreci sabote etmek için böyle davrandığımızı kanıtlamaya çalışıyorlar! (Ki final konusundaki hassasiyetimizi en iyi kendileri bilir. Kısa bir süre önce J bir toplantıda; “Ne gereği var, artık her şey belli. Yazılar dönsün ve bitsin” anlamına gelecek şeyler söylediğinde buna nasıl bir tepki gösterdiğimizi bilirler. Daha sonra İ ile de bu konuda uzun uzun konuşmuş, kaygılarımı belirtmiştim. O da, “o onun düşüncesi” diyerek beni ikna etmişti.) Kendilerinin bugüne kadar yapmış oldukları yazılı katılımları da bizim apolitikliğimize delil olarak sunuyorlar. Sadece bizleri değil, karşılarına aldıkları herkesi bu tanımlarla yaftalayan bu yoldaşlar öylesine ileri gidiyorlar ki, o karşıtlarını “kuzgun”lara, nemalanmak için “pusuya yatıp bekleyen”lere benzetebiliyorlar.
Fakat benim açımdan bu uğraşları ile bile duruşlarının ruhunu deşifre ediyorlar. Çünkü o “üretimlerini” bile hangi kafa ile yaptıklarının anlamını deşifre ediyorlar! İşte bugünler için! Bunlar üzerinden birilerini ezmek için!
Fakat bunu yapmakla kendilerini herkesin üstünde bir yere yerleştiren yaklaşımlarının ortaya çıkardığı çifte standartçılıklarını daha fazla deşifre etmek dışında bir şey yapmıyorlar! Şu son dönemde örgütlü bir tarzda hızlandırdıkları o yazılı katılımlarını bile apolitiklikle damgaladıkları diğerlerinin apolitikliklerini pratikte de kanıtlamak için yazdıklarını gösteriyorlar. Ama bunu yaparlarken o notta geçen toplantılardan, yapılan işbölümünden ve aralarında bu minvalde sürdüğü belli olan süreklileşmiş bir ilişkiden bahsetmeme ya da bunu başka örneklerle kıyaslayarak meşrulaştırma ustalığını da gösterebiliyorlar! Bense buna tek kelime ile pişkinlik diyorum!
Bu yoldaşlar bizim elimize geçen belgelerle kendilerini ekarte etmenin hesaplarını yaptığımızı, apolitikliğimizin üzerini böyle kapatmak istediğimizi ve elimize geçen bu fırsat karşısında neredeyse zil takıp oynayacağımızı söylüyorlar, ima ediyorlar. Kişi kendisinden bilir derler ya, ben de onlar için bunu söylemek durumundayım! Demek ki onlar “karşıtları” ile ilgili böylesi bir durum sözkonusu olsaydı bunu böyle yaşayacaklardı!
Henüz herkes son sözünü söylememişken ya da bu resmiyet kazanmamışken bu örgütlü grubun-hizbin hemen her üyesi ya Parti yazısının eleştirisi ya da bilmem hangi konuda bir şeyler yazmış olmanın rahatlığı ve aynı zamanda pervasızlığı ile karşısına aldıkları diğer yoldaşlarını kelimenin gerçek anlamı ile aşağılıyorken, şimdi kendileri ile ilgili durum karşısına aldıkları için sözkonusu olsaydı ne yaparlardı acaba diye düşünmeden edemiyor insan!
Siz kime kuzgun diyorsunuz?!
Belge Bahar yoldaş tarafından bize iletilmeden 10 gün önce bulunmuştu. Kendisi de o 10 gün boyunca ne yapacağını bilememişti. 10 gün süren bir düşünmeden sonra başka hiçbir arayışa girmeden kendisi ile resmi olarak görüşen Tahsin yoldaşla konuşma kararı almıştı. Tahsin yoldaşa başka gözlemlerini anlatarak (bizim soruşturma konusu yapılmasını istediğimiz konuları kapsıyor bunlar) belgeleri vermişti. Kısa bir süre sonra da ben öğrendim. Her ikimiz de bu durum karşısında şaşkındık. Sonuçları ne olabilir sorusu ile, böyle bir şeyi tüm delegelere açmak arasında epey bir bocaladıktan sonra (elimize geçtikten 2 ya da 3 gün sonra) açmaya karar verdik. Çünkü o belgede bizim (OKHK’nın) şimdiye kadar bilgisine sahip olmadığımız gizli bir ilişki vardı. “Neden gizli?” sorusu başta olmak üzere yanıtlanması gereken pekçok konu vardı.
Daha önce çeşitli kereler organda bu tür şeyler gündeme geldiğinde bu yoldaşlar (J ve İ) bizi kendimizden şüpheye düşürecek bir tutumla böyle bir şey olamayacağına ikna etmişlerdi. [DİP NOT1] Fakat açmadan önce sorunun muhatapları ile konuşmak gerekir (Etik açıdan bile bu böyledir) düşüncesi ile yaklaşık 4 gün beklemiş olduk. Sorunun muhataplarından kastımız OKHK içindeki yoldaşlardır. Onlardan biri ile (İ ile) görüşebildik. J’yi ise 45 dk bekledik. Fakat orada bir güvenlik sorunu sözkonusu olunca bekleyemedik. İ’ye söylediklerimizi diğer yoldaşa da aktarmasını belirtip, oradan ayrıldık. Ayrıca bu tutumumuzu tüm yoldaşlara duyuracağımızı, kendimizin de oradan çıkacak sonucu bekleyeceğimizi, ama bu durumda kendilerini OKHK üyesi olarak tanımadığımızı, bu tavrımızı da tüm yoldaşlara ileteceğimizi, kendilerinin insanlara bu sıfatla gitmemelerini… belirttik.
İ’ın tutumu önce “neymiş o belge” oldu. Belgenin içeriğini özetledik. “İstediğinizi yapın” anlamına gelecek cümleler sarfetti. Uzun bir sessizlikten sonra “Aslında konuşmak istemiyorum. Ama herkesin benzer ilişkileri var” dedi. Neyi ve kimi kastettiğini sorunca da bizi kastettiği anlamına gelen şeyler söyledi. Ben de “Evet herkesin belli ilişkileri var, gruplaşmaları, temasları var. Kendi adıma sizin aranızda da belirli bir ilişkinin, temasın olduğunu tahmin ediyordum. Hatta burada olup biten bazı şeyleri taşıdığınızı da. Ama bunu bu koşullar içerisinde ‘doğal’ buluyordum. Fakat bu belgede satır aralarında geçen şeyler bu temasın düşündüğümden farklı bir temas olduğunu gösteriyor. Toplantı yaptığınız, işbölümü yaptığınız, delegelerle ilişkiler konusunda birbirinizi yönlendirdiğinizi gösteren bir içerik var. Bu durum sizin gizli ve sistemli bir ilişki içinde olduğunuzu gösteriyor. Bir organ gibi çalıştığınızı. OKHK’yı da paravan olarak kullandığınızı. Kendi yaptıklarınızın perdesi…” anlamına gelen şeyler söyledim ve oradan ayrıldık. İ yoldaşın tutumu; “Ne yaparsanız yapın…” oldu.
Buraya kadar yaptığım özet belgenin açılmadan önceki hikayesidir. Kimse bizden başka bir tavır bekleyemez! Bu bir sorumluluktu ve biz de ona göre davrandık! Şimdi hiç kimsenin ortada duran bir gerçeğin üzerinden atlayarak bizi yargılamaya ve oradan da varolan durumu meşrulaştırmaya kalkmaya hakkı yoktur! [DİPNOT 2]
Kim olsa farklı bir davranış içine girmezdi. Çünkü bu belge sadece siyasal görüş alışverişi ile ya da, belli konularda bilgilendirmelerle sınırlı bir içerikte değildi! Kapsamı bunu aşıyordu. Yazılacak yazılarla ilgili eleştirilerin hangi noktalarda yoğunlaşması gerektiğinden tutalım da bu minvalde yapılan işbölümüne, delegelerle nasıl bir ilişki kurulması gerektiğine ve gizli toplantılar yapıldığına dair pek çok satır arası ya da açık bilgi içeriyordu. Bu açıdan da sınırları bizi aşıyordu ve bunu kendimize saklayamayacağımız gibi OKHK sınırları içerisinde gündeme getirmekle de yetinemezdik. Şimdi finale 5 kala durumu nedeni ile görmezlikten de gelemezdik. Sorun bizi aşan bir içerikteydi ve biz de buna uygun davrandık.
Evet kim olsa farklı bir davranış içine giremezdi! Hatta mesela itham edilenler itham eden pozisyonunda olsaydılar itham ettiklerinin ipini eminim ki çoktan çekmişlerdi! Bunu onların sürecin başından itibaren başkaları için gösterdikleri aşırı özen ve her davranışın gündem yapılması sürekliliği içerisinden bakarak söylüyorum. Ve yine bu son durum karşısındaki tutumlarını da bu süreklilik içerisinden bakarak çifte standartçılık olarak tanımlıyorum. Onların kitabında kural ve ilkeler başkaları için vardır! Kendilerini proleter devrimciliğin sahibi ilan ederek bu durumu meşrulaştırmaya çalışmaları ise bu proleter devrimciliğin niteliğini deşifre eden çarpıcı bir veridir sadece. O açıdan da bu tutumları da ideolojik bir tutumdan başka bir anlam ifade etmiyor bana göre!
Belge benim açımdan neyin ifadesiydi?
Belgeyi gördüğümde içimden geçen ilk söz, “kahretsin” oldu. Bütün bu sürecin film şeridi gibi zihnimden akmasına eşlik eden bir “kahretsin”di bu. Hem “şimdi ne olacak?” sorusu, hem “nasıl olur?” sorusu, hem de başka pek çok kaygıyla birlikte…
Fakat en çok çarpan Fuat yoldaşın övünme kaynağı yaptığı o proleter ilişki oldu. Bu proleter ilişkide Fatma yoldaşın diğer yoldaşı “Bu sulara girmezseniz teyze su balesi yapar” cümlesinde toplaşan bir yönlendiricilikle o sulara girmeye yönlendiriyordu. “Teyze tek bir yazı ile milleti etkiliyordu, onlar milleti her gün görmelerine rağmen bu etkiyi yaratamıyorlardı!” Adam oluşturmak için onların anlayacağı dilden konuşmalısınız diyordu kısaca. En azından ben bunu anladım!
Ve ilginçtir OKHK içerisinde yer alan yoldaşlara direktif veriyordu. Onların üstünde bir organın üyesinin kullanabileceği bir üslupla yapıyordu bunu. Onlar da o sulara girmeliydi! Sözünü ettiği suların niteliğini tahmin etmekse benim açımdan güç değildi. Benimle ve kent yoksullarının altında imzası olanlarla yaptığı görüşmelerin içeriği bu konuda yeterince bilgi veriyordu. [DİPNOT 3]
O her ne kadar bunları ileri, siyaseten yapılan konuşmalar olarak tanımlayıp, geriye kalan biz diğer “sürü”nün konferans gündemleri dışında yaşadığımızı ve bu konuşmaların proleter devrimci anlamına ulaşamayacağımızı söylese de benim açımdan onun yaptığı adam oluşturmaktır!
Tüm bunları şuraya bağlayacağım: Bu belgeyi bu şekilde gündeme taşımayı onaylamam, ortaya çıkan durumu bu eksen sahiplerinin eksenlerinin hayattaki karşılığının çarpıcı bir yansıması olarak görmemdendir. Bu açıdan tüm bu olup bitenleri ideolojik bir tutumdan bağımsızlaştırarak okumuyorum. O seçkin çekirdek, kendisi dışındaki her şeyi sürekliliğinden de kopararak geri, gerçeği görememiş, güdülmesi gerekenler olarak görüyor. Ve kendilerinin tüm yaptıklarını, pratiklerini de bu minval üzre meşru ve hatta gerekli görüyorlar. Ama başkalarının yaptığını “suçüstü” yaptıklarında ilkelerin amansız savunucusu kesilebiliyorlar!
Yapılan kıyaslamalara dair birkaç söz
Benim ve MK çoğunluğunun imzası ile 8′liye verilen yanıtı ve iddia edilen tüzük tahrifatını gündeme getiriyor yoldaşlar. Bu ve saydıkları başka örnekler üzerinden şimdiki durumu aklamaya çalışıyorlar. Fuat o zaman bizim atılmamızı istemişti. Kendisini ise demokrasi kahramanı ilan etmişti.
Bir kere şunu söyleyeyim, MK çoğunluğunun yanına imza atmam doğru değildi. Onlar da benim imzamı kendi konumlarını güçlendirmek için koymadılar oraya. Bazı hesaplar yapmış olsaydılar her şeyden önce benim imzamı oraya koymanın yaratacağı sonuçları hesaplarlardı! Ayrıca benim imzamın böyle bir gücü (onların konumlarını güçlendirmesinin) de yoktur zaten.
O olay süreçte belirleyici olan koşullar içerisinde okunmalıdır. Bir İMT kararı vardı ve bu karar 8′linin haykırdığı ihtiyacın ilk adımı olarak düşünülmüştü (Bunu en iyi o kararın altına imza atanlar bilir!). Onun örgütlendiği düşünülürken 8′li deklarasyon gündeme düşmüştü. Oradakiler olarak Fuat ve MÖK işbirliği ile İMT’nin sabote edilmeye, hatta kimi delegelere taşınmadığına, taşınanlara ise çarpıtılarak taşındığına dair hiçbir bilgimiz yoktu. En önemlisi de İMT’nin Konferansın yerine konulmaya çalışıldığı, sürecin bir an önce kapatılmak istendiğinin propaganda edildiğini bilmiyorduk. Fakat bunun emareleri vardı. Oradakiler olarak İMT’yi beklerken bambaşka bir durumla karşılaşmış olduk. Tüm bu koşullar içerisinde ortaya çıkan 8′li deklarasyon İMT’in sabote edilmesi olarak okunmuş ve tavır da buradan konulmuştur. Ve yine bunlar içerisinden merkeziyetçilik fikrine vurgu yapılması öne çıkarılmıştır. Böyle bir hikaye üzerinden karşılanmıştır 8′li deklarasyon. Tabii Fuat yoldaş her şeyden haberdar olduğu ve gelişmeler istediği yönde aktığı için demokrasi kahramanı kesilmiştir. Olan yine MK çoğunluğuna olmuştur ve olması istenen de budur.
Bu işin bir boyutu iken, diğer boyutunu da, o metinde (MK çoğunluğu ve YDK sekreteri imzalı olan) içerili her şeyin Fuat’ın da katıldığı toplantıda dile getirilmiş olmasıdır. Fuat yoldaş bu yaklaşıma katılmadığını söylemiş, çoğunluk da kendilerinin yazacağını beyan etmiştir. Bu açıdan olay onun dışında olup bitmemiştir. Evet daha sonra yd’ye gelen yoldaşlardan İMT’le ilgili gelişmeleri öğrenince 8′liye verilen o yanıtın (benim de imzaladığım) farklı olması gerektiğini düşündüm. Ama tüm bu bütünlük içerisinde kavrayınca… Eğer o bilgilere ulaşmamış olsaydım o metne yüklenen kaygı ve amaçların doğruluğuna inansam da biçim ve tüm içeriği ile halen sonuna kadar savunuyor olacaktım!
“Tüzük tahrifatı” deniliyor. Öyle olsaydı (…) işareti konulmazdı birincisi. İkincisi de metnin yazılış nedeni zaten merkeziyetçilik fikrine vurguydu. O bölümden alınan bölüm de bu fikre uygundur. Bu vurgunun öne çıkarılması da İMT bağlantısı üzerinden olmuştu. Yani “eğer MK gerekli mekanizmaları yaratmazsa…” kaydıyla birlikte. Oradakilerin algısı onca zaman sonra MK’nın sürecin delegelere açılması için nihayet bir mekanizma yaratmış olduğuydu. Ama delegeler bu mekanizmanın yaratacağı sonuçları görmeden baştan reddederek merkeziyetçilik fikrine karşı çıkmışlardı!! Evet oradaki algı buydu.
Kaygı ise sürecin gerçek bir kaosa dönüşmemesiydi. Öyle hemen etiketledikleri bürokratik bastırmacılıkla, koltuk sevdası ile ise alakası yoktu. Buna sadece gülerim. Çünkü bu yoldaşların öyle bir kaygısı olsaydı daha sinsi, daha hesapçı ve planlanmış bir strateji içerisinden hareket ederlerdi. Tüm delegelerin tepkisini üzerlerine çekecek bir hesapsızlıkla yola çıkmazlardı. Ayrıca Yusuf’un sürecin bu şekilde akması karşısında istifa yazısı yazdığı, ama bunun oradaki diğer MK üyelerince geri çektirildiğine tanık olmuş biri olarak da biliyorum ki öyle sunduğunuz gibi bir koltuk sevdası o insanlar açısından sözkonusu olmadı. Sizse teori yaparken yaptığınız o maksimalize etme ya da bütünlüğünden koparma yöntemini burada da uyguladınız ve bunun üzerine tepki örgütlemeye kalktınız!
Bana göre çoğunluk son derece hesapsız ve iyiniyetli bir yaklaşımla başına örülen çuvalı görememiş, olayı sadece İMT, İMT’ye yüklediği delegasyonun katılımının önünü açma işlevi ve aslında yıllardır çürütülen bir süreci fiili bir mekanizma içerisinde yeniden diriltmeye çalışmanın engellenmesi sınırları içerisinden okuma hatası yapmıştır. Fuat’ın kafasında MK’nın ipini çoktan çektiğini (bunu yazısında belirtiyor zaten) ve buradaki hempaları ile birlikte bunu örmeye giriştiğini nereden bilsin!
Dediğim gibi o sürece bu bütünlük içinden bakıyorum ve tüm bu yaşadıklarımızdan sonra (yaklaşık bir yıldır yani) kimsenin o süreci hala Fuat’ın ve hempalarının gözü ile okuyamayacağına inanıyorum. Fuat yoldaş şimdi delegeleri o zamanki çağrısına yanıt vermedikleri için fırçalıyor. Yani bizim ipimizi o zaman neden çekmedikleri için! Ama süreci tarihsizleştirerek, tüm bağıntılarından kopararak yapıyor bunu!
Bürokratik bastırmacılık mı?
Şimdi son olay üzerinden istenen soruşturma ve konulan tavrı böyle tanımlıyor yoldaşlar. Sizin siyasal etkileşiminizi ortadan kaldıran bir ortam var mıdır? Sizin düşünce ve görüşlerinizi delegelere taşımanızı engelleyen bir ortam var mıdır? Ortaya çıkan ve üzerinden tavır alınan durum bu kapsama mı girmektedir? Bu süreçte konulan çeşitli kurallar -ki bunlar son dönemde yaşadığımız pek çok olumsuz deneyimin süzülmesi ile oluştu aynı zamanda- sadece başkaları için mi konuldu ki şimdi o kuralların ortaya çıkardığı hukuk içerisinden gelişen bu tavrı böyle damgalamaya kalkışıyorsunuz? Ya da o kuralları yanlış ve bürokratik buluyorduysanız neden zamanında itiraz etmediniz? Sorular çoğaltılabilir.
Sadece bir hatırlatma…
Şunu da hatırlatayım… OKHK kurulduktan sonra Fuat yoldaş arka arkaya notlar yollayarak ona sınırlarını hatırlatmıştı. Bu hatırlatmalardan biri de -mealen söylüyorum- kurumdaki olay, bir delege tarafından belgelerin sızdırılması vb. olaylardan yola çıkarak kimsenin atılmaması, ama bundan sonra bu tür davranışlarda bulunanlar olursa o zaman buna göre hareket edilmesi gerektiğini söylüyordu. Dediğim gibi belge yanımda olmadığı için mealen yaptım bu hatırlatmayı. Sadece orada koyduğu tutumla şimdi koyduğu tutum arasındaki çifte standartçılığı hatırlatmak istedim…
Engellenmek istenen “proleter devrimcilik” mi?
Tarihsel olarak ileri olanın önünde ciddi engeller varsa bu engelleri kaldırmak için çeşitli gizli yöntemler kullanabilmesinin meşruluğunu sonuna kadar savunurum. Nitekim bizim HK’dan ayrılışımızın da böyle bir hikayesi vardır. Fakat kendilerini de böyle bir yere oturtmaya çalışan yoldaşlara sorarım; sizin kendi düşüncelerinizi özgürce ifade edecek kanallarınız yok mu? Bu olanaklar olmadığı için mi gizli bir ilişkileniş içerisindesiniz?
Siz de biliyorsunuz ki böyle bir durum sözkonusu değil. İstediğiniz şekilde konuşup, istediğinizle görüşebiliyor, yazabiliyorsunuz. Sürgün edilmeniz, bastırılmanız gibi bir durum da yoktur. Neden böyle bir yola başvurdunuz?
Benim bu soruya vereceğim yanıt sizlerin pekçok olasılık üzerinden bir gelecek hazırlığına çok önceleri girmiş olmanızdır. Uzun süredir de bunun için uğraşıyorsunuz!
Birleşemediğiniz kesimleri çeşitli yöntemlerle alabildiğine yıpratıp gözden düşürerek, yarattığınız o iklim içerisinde bazılarını çoktan kazdığınız mezarlara arkadan itekleyerek, geri kalanlarını da kendi çizginize gelmelerini, ama boyunlarını bükerek gelmelerini sağlayarak, gelmiyorlarsa da “ne halleri varsa…” diyerek çoktan siper kazıdığınız şeklinde okuyorum. Leyla-Yusuf’lar kazılan mezara itilmeli, benim gibi “duyguları ile hareket edenler” “çevreci ilişkilere bağımlılık içinden hareket edenler” kendileri bilirler [DİPNOT 4] olmazsa çekip giderler, diğer “tepkileri ile hareket edenlerden” çok azı kazanılmayı hakedenler, geri kalanların ise aslında çoktan canı cehenemedir. Olmasa da olurlardır!
Tüm bu ölçütlendirmeyi de tarihsizleştirip kendi sorumluluklarınızdan arındırarak, kişilerin çürümelerine indirgeyip onları bireyler haline getirerek yapmanız ise sizin bundan sonra da geleceğinizin olamayacağının ifadesinden başka bir şey değildir benim nazarımda. O çürümüştür, bu şöyledir, bu böyledir sizdeki tanımlarda. Peki nasıl böyle olmuştur, hangi süreçler ve örgütsel iklimler içerisinde böyle olmuştur, tek tek herbirimizin, özelde de sizlerin bundaki payı nedir sorularından bağımsızlaştırılmış, yani aslında örgütlü olmanın anlamından ve tarihsellik bağından koparılmış bu kestirmecilik, çeşitli niyetler bir yana asıl olarak kolektif-birey ilişkisinin çarpık kuruluşunun ifadesinden başka bir şey değildir. Sahi bu insanlar sizin söyledikleriniz içerisinde inkar edilemeyecek doğrulara karşı bile neden şüphe ile yaklaşmakta, neden kendilerini tümü ile kapatmaktadırlar? Bunun da süreklilik içerisinde nedenleri yok mudur?
Bu açıdan da son durumu ideolojik-siyasal-örgütsel bütünlüğü olan bir yaklaşımın somut tezahürü olarak gördüğümün altını bir kez daha çiziyorum. Benim açımdan o belgelerin (açılamayanların da farklı içerikte olduğunu düşünmüyorum) asıl önemi bu anlayışın kendisini bu denli net bir şekilde koymuş olmasıdır. Bu yoldaşlarla kopalım, “iplerini çekelim” gibi bir yaklaşımım yok, olamaz! Bunu haddim olarak da görmem. Fakat bu anlayışın somut tezahürü olan bu olayın araştırılıp, ortaya konulmasının en başta bu yoldaşlara yararı olacaktır.
Tüm bunlardan sonra Tahsin ve benim imzamın olduğu metinde yer alan soruşturmanın bir an önce tamamlanması gerekir diyeceğim. Yoldaşlar finale gidilmesini buyuruyorlarsa buna uygun, sorumlu bir yaklaşımla hareket etmelidirler. Ayrıca bu yoldaşların soruşturmadan neden bu kadar kaçındıklarını da anlayamadığımı belirtmek isterim. Elbette ki sonuç delege iradesi ile belirlenecektir. Fakat benim kişisel yaklaşımın o metinde koyduğumuz yaklaşımdan farklı değildir. O yüzden de herkesin düşüncelerini hızla iletmesi gerekir diyorum.
[DİPNOT 1: Aylar önce OKHK dan istifa eden yoldaşın kararını açıkladığı toplantıda Tahsin yoldaş buna dair şüphelerini ifade etmişti mesela. Bunun üzerine çok sert tartışmalar yaşamıştık. Fakat bu yoldaşların tutumu, söylenen her şeye mantıklı bir açıklama getirmeleri ve eleştirilen belli şeylere katıldıklarını ifade etmeleri karşısında kendi adıma ben bazı şeyleri abarttığımı düşünmüş ve kendime kızmıştım. Şimdi geriye doğru düşünüyorum da aslında başka irili ufaklı pekçok gelişmeden sonra da bana bu duyguyu yaşatacak kadar ustalaşmış yoldaşlara olan kızgınlığım daha da büyüyor.
İlk bir araya gelişimizde benim tüm delege yoldaşları görme talebimi reddetmişti yoldaşlar. “Bunu istiyorsan istifa eder, normal bir delege olarak görüşürsün” demişlerdi. Daha önce ortak imzalı belgemizde aldığımız kararı hatırlatmışlardı. “OKHK üyeleri delegelerle normal bir delege gibi görüşemez. Ama komisyonlarda ya da görev aldığı alanlarda o sınırlar içerisinde bir araya gelebilirler” hatırlatmasıydı bu. Benim de altına imza attığım bu kural hatırlatılınca, talebimde ısrarlı olmadım. Daha sonra X7 yoldaşın “Bahar seninle görüşmek istiyor” demesini de bu gerekçe ile görüşemeyeceğim şeklinde yanıtlamıştım. Başka yoldaşlardan da benzer talepler iletilmişti. Hepsine aynı yanıt verildi.
Fakat Fatma ve Can yoldaşlar benimle görüşmek istediklerinde onların bu talebi değerlendirildi. Ve bu noktadan sonra da “OKHK dakiler istediği delegeyi göremez. Ama onlardan talep gelirse görüşürler” şeklinde yeniden yorumlandı. Buna da kimsenin itirazı olmadı.
Bunları niye anlatıyorum? Bugün dürüstlükten bahseden, bu yaptığımızın finale 5 kala hangi sonuçları yaratacağına işaret eden yoldaşların tüm bu sonucu aslında kendilerinin bu sorumluluk ve açıklıkla davranmamakla yarattıklarını göstermek için anlatıyorum. Bu yoldaşlar bu denli dürüst ve sorumlu bir yaklaşım içerisinde olmuş olsaydı böyle bir ilişkilerinin olduğunu ta aylar önce yaptığımız o gerilimli toplantıda ifade ederlerdi. Ya da bana alınan kararları hatırlatıp, istifaya davet ederlerken kendileri bu denli rahat hareket edemezlerdi. Aynı ölçütleri asgari düzeylerde de olsa kendilerine de uygularlardı!!! Eğer öncesinde bir parça açık davranmış olsaydılar aralarında gizlice yürüyen ilişkiyi kendi organımız içerisinde konuşup çözerdik ve böyle bir sonuç sözkonusu olmazdı!!!
Ama yapmadılar. Her defasında aralarındaki teması tesadüflere ya da bilmem neye dayandırarak açıkladılar. Bunda da oldukça profesyonel davrandılar. Bizi -en azından kendi açımdan söyleyeyim- kendimizden şüphe edecek, kendimize kızacak şekilde ikna ettiler! Bu yoldaşların bir parça dürüstlük göstererek geriye doğru yeniden düşünmelerini ve bu durumu sadece “evet yanlış yaptık” şeklinde kabul etmeleri bile pek çok şeyi değiştirecekken, olup biteni tüm bu bütünlüğünden kopararak bize kuzgun benzetmesi yapacak kadar ileri gitmiş olmalarını kelimenin gerçek anlamı ile samimiyetsizlik olarak okuyorum. Gelinen noktayı kendi açımdan özetlediğim süreklilik içerisinden okuyorum. EVET SİYASETTE EN BÜYÜK ZENGİNLİK DÜRÜSTLÜKTÜR!]
[DİPNOT 2: X17 yoldaş bu yargılayanlar kervanına çok erken katılmış. Varolan belgenin içindeki bilgilerin neyin ifadesi olabileceği ya da olduğu üzerine bir parça düşünmek yerine, bizi yargısız infaz yapmakla suçlamayı tercih etmiş. Kendisi bilir. Ama o belgeyi daha dikkatli okuduğunda birkaç yerde geçen toplantı, işbölümü gibi tanımların yanısıra, Fatma yoldaşın İ yoldaşı yönlendirmek için kullandığı “bu sulara girmelisiniz” cümlesi bile ciddi bir kanıttır. Tabiİ görmek isteyenlere!]
[DİPNOT 3: Fatma yoldaş Tahsin yoldaşın eşyalarının karıştırıldığından bahsediyor ve bunu da bizim yaptığımızı iddia ediyor. Yine “kişi kendinden bilir” diyeceğim. “TİKB’nin bir “Watergate skandalı”na ihtiyacı yoktu. Bahar’ın -ve başka her kiminse- konspiratif hareketleri açıklanmalı ve mahkum edilmelidir.” isteğinde bulunuyor! Kendilerine dair soruşturulmasını istediğimiz konuların üzerinden atlarken ve hatta “bu soruşturma geri alınmalıdır” denilirken, kendisi kafasındaki kurgular üzerinden böyle bir soruşturma yapılmalıdır diye buyuruyor! Gerçekten hayret!!! Savaş kurallarından biri olan, “en iyi savunma saldırıdır” yaklaşımının kötü bir tezahürüdür bu. Kötüdür, çünkü kullandığı argümanların sağlıksız kurgulamalar ya da bilinçli bulandırmalarla malul olması söz konusudur.
Yine ne demek istediğini anlayamadığım ama tahminlerimle bir anlam çıkarmaya çalıştığım şu kendilerinin toplantı yaptıkları evin nasıl oluyor da bir antifaşistin dilinde dolaşıyor olması meselesidir. İddiası ya da iması bunun bizler tarafından sızdırıldığıdır! Bir kere o antifaşistin dilinde dolaştığını iddia ettiği ev bizim soruşurmaya konu ettiğimiz ev değildir. O, “… ilinde bir yazlıktan” bahsedermiş. Bizim konu ettiğimiz ev, bu belgelerden haberdar olmamızdan birkaç gün önce Tahsin tarafından J ve benim bulunduğum biraraya gelişimizde dile getirilmiştir. İkimizin imzasını taşıyan yazıda bundan kısaca bahsetmiştik. Yani bu soruşturulmasını istediğimiz evin bahsi ben de dahil bu zamana kadar hiçkimseye edilmemiştir! Ben de J’yle bir araya geldiğimiz o görüşmede Tahsin’in şüphelerini dile getirmesi ile birlikte duymuşumdur ve bu konu Tahsin dışında kimse tarafından bilinmemektedir. Tahsin de bunu böyle beyan etmiştir.
Fatma yoldaş kötü bir yöntem izleyerek kendi cephelerinden sızdığı anlaşılan “…ilindeki evi” ustaca savurup, kendileri dışındakiler tarafından yapılan sızdırmaların boyutlarını kanıtlamaya çalışmaktadır! Sadece çalışmamakta bunlardan yola çıkarak kendileri dışındakilerle ilgili bir linç kampanyasının başlatılmasını istemektedir. Sadece bu da değil delik deşik olmuş güvenlik duvarlarımızın müsebbipleri olarak ilan ederek, çürümüşlüklerini kanıtlamaya çalışmaktadır! Hem de kendisinin güvenlik konusunda sergilediği onca hassasiyet gösterisine rağmen sergilediği pratikle ilgili tek bir satır etmemeksizin! Kendi açımdan bu yaklaşımı bir duruşun, bir karakterin çarpıcı bir deşifrasyonu olarak algılıyorum! Gerçekten hayret!!!!
Fatma yoldaşın başka bir çarpıtmasına da değinmek zorunda hissediyorum. X11 ve Bahar’ın benimle görüşmek için siyasal süreç değerlendirmesi adıyla belirlenen komisyona girmek istedikleri meselesi. Bu durum OKHK toplantısında gündeme geldiğinde evet tepki gösterdim. Sonra Bahar ile 1 kere (2 kere değil yani) görüştüm. Daha ona bu eleştirimi söylememe fırsat kalmadan o yd’ye olan tepkisi nedeni ile aslında benimle görüşmek istemediğini, X7 yoldaş tarafından iletilen isteğin de onun kendi bireysel çıkarsamaları ile ifade ettiği bir istek olduğunu, kendisinden böyle bir istek gelmediğini, komisyona kendisini önermesinin nedeninin ise bu konuda yalnız kaldığımı görmesi ile olduğunu söyledi. X11 yoldaş ile ise hiç görüşemedim zaten. Fatma bana bu durumla ilgili sorular sordu. Ben de X11’a ilişkin rahatsızlığımı ifade ederek, kendisini eleştireceğimi belirttim. Ama Bahar’ın kendisini önermesinin nedenlerinin farklı olduğunu belirttim. Fazlaca da bir şey söylemedim. O da X11 yoldaş konusunda kendisinin yazısında belirttiği şeyleri söyledi.]
[DİPNOT 4: Şimdi Tahsin ve Zeki yoldaşların insanlarla yaptıkları konuşmaların içeriğini gündeme getirerek “hizipse bu da hiziptir” dedirtmeye çalışıyor yoldaşlar. Yine bütünlüğünden, bu noktaya gelmeden önceki gelişmelerden, tarihinden kopararak, kendinde şey haline getirerek yapıyorlar bunu da. Bu yoldaşları böylesine tepkiselleştiren şeyin kendileri olduğu gerçeğini ustaca savuşturarak! Kendi söylemlerinin -mesela Can’ın, “Yusufcular 9, Fuatcılar 11 kişi şu anda. Bir arada kalınması henüz net bir tutum koymamış olan sizlerin varlığına bağlı” anlamına gelen sözler sarfetmiş olması (Zeki benimle görüşmesinde bunlarla açmıştı konuşmasını. Can’ın kendileri ile böyle konuştuğunu söyleyerek başlamıştı söze. Buradan yola çıkarak benim de açık konuşmamı, varsa bir iddiam(ız) açıkça koymamı istemişti. ‘onlar çok iddialı, ama siz değilsiniz’ vs. anlamına gelen şeyler söylemişti. Can’ın konuşmalarından çıkardığı ayrışma eğiliminin güçlü olduğu şeklindeydi. Bana da bu yöndeki düşüncemi sordu. Ben de, ‘bu örgütün ayrışması asla istemediğim bir durumdur. Fakat sorun bu noktaya gelirse herkes yeni bir dünya kurar -ben de kendime yakın olanlarla kurarım- ya da kurulanlara bakıp tercih yaparım’ demiştim. Zeki yoldaşa dair izlenimim Can’ın bu denli açık bir ayrışma çabasına girmiş olmalarına duyduğu belirgin tepkiydi. Zeki yoldaş Can ile yaptığı görüşmelerin içeriğini yazmalıdır), 10 akıllı adam teorileri ya da Fatma’nın onlarla yaptığı görüşmelerin onlarda yarattığı tepkisel karşılığı “unutarak”- bu yoldaşlarda yarattığı karşılığı bir kalemde silerek! Ya da şu sözü edilen antifaşist ve bununla birlikte hareket eden gençlikten yoldaşların diline kadar dökülen “ben Fuat’cıyım” söylemlerinin kendi cephelerinden nasıl okunması gerektiği ve birilerinin de bu okumayı yapabilecek akıl ve muhakeme gücüne sahip olabileceği gerçeğini unutarak! Bu defter sizin tarafınızdan çok önceleri açıldı! OKHK’dakilerin bunu açıktan yapması gerekmiyordu zaten! Aranızdaki işbölümü ile bunu Can ve Fatma yapıyordu! Ama yetmemiş ki Fatma o notta J ve İ’nin de bu sulara girmesini buyuruyor!]
[DİPNOT 5: Yazıma son şeklini vermek üzereyken Can denilen “kişilik abidesi”nin yaptığı kişilik çözümlemelerini gördüm ve bu dipnotu yazmak zorunda kaldım. Başkalarının kişilik çözümlemelerini yapmak istemediğim halde, o beni bu sulara girmek zorunda bıraktı. Hakkımda yaptığı o çözümlemelerde aslında kendisini anlattığını belirterek başlayacağım! Çünkü kendisi önce bir Yusuf bağımlısı, Yusuf ile ipler kopunca da Fuat’ın uydusu haline gelmiştir! Bana olan bunca kininin nedeni de bu söylediklerimi daha önce Fatma’ya da aynen böyle ifade etmiş olmamdan olsa gerek! Fatma görüşmemizde; “Can’ın yazısı ile ilgili ne düşünüyorsun?” demişti. Ben de başka şeylerin yanında aynen bu cümleyi de sarfetmiştim. Kendisine anında rapor edildiğini şimdi anlıyorum.
Tabii bu teori üstadının onca propaganda ettiği ve herkes tarafından alkış beklediği yazısının böyle değerlendirilmiş olmasına da tahammülü yok sanırım. Kendisinin “başarılı” olduğu bir alandaki “başarıları”nın görülmesi ve alkışlanmasının Can açısından ne kadar önemli olduğunu başka örneklerden görecek kadar tanırım kendisini. Bu konudaki komplekslerini de bilirim. Ki bu belgelerle de sabittir. Fuat’ın BD’sine yazdığı eleştiri yazısının girişindeki bölüm bile bu zatın bu konudaki kompleks ve başka duygularını tanımam açısından kafidir! Yusuf’tan yapılan kimi alıntıların bütünlüğünden koparılarak kafasındaki(larındaki) önvarsayım çerçeveleri içerisine oturtulması ve bunlar üzerinden sayfalarca ve sayfalarca yazılıp çizilmesini -tabii birikmiş tüm kin ve öfke kusmukları ile karılmış olarak- “teori” olarak sunan Can’giller kendilerinin herkes tarafından gözü kapalı bir şekilde onaylanmasını istiyorlar! Onaylamayan ise onun bunun bilmem neyidir!! Bu hastalıklı bir kişiliktir, sadece bunu söyleyeceğim!
Can’ın Yusuf’a karşı kine dönüşen duyguları onun başını öyle bir döndürmüştür ki gözü kapalı bir halde Fuat’ın şef değneği oluvermiştir (Ama içindeki “Ah bu BD’yi neden ben yazmadım ki” duygusuyla birlikte!). BD’ye yaptığı onca eleştiriyi bir kalemde unutarak hem de! Bu şahıs Yusuf ile ilişkileri boyunca ona dönük tek bir yoldaşça eleştiri yapma cesareti gösterememiştir. Ona duyduğu bütün tepkilerini hep o kişiliksizliği ile saklamış, alttan alta yaşamıştır. Sinsice yani! O güçlü olduğu sürece tapınmıştır. Ama bu tapınma içerisinde bile bir türlü dile getiremediği tepkileri hep olmuştur. Dile getirmeye cesaret edemediği… Ta ki rüzgar Yusuf’un linç edilme iklimini yaratacak tarzda esmeye başlayıncaya kadar! Bu saatten sonra Yusuf ile ilgili sinsice sakladığı asıl duygularını ortalığa dökme cesareti göstermiş ve onunla aynı eksende olduğunu düşündüğü herkesi karşıtı olarak görmeye başlamıştır! Ve bu öfke o farkında bile olmadan tüm olumlu özelliklerini de kemirerek bitirmiştir.
Ben bu şahsın hayat hikayesinde orta kesimlerin hikayelerini görüyorum! Onu tanıyanlar tanır, ben de kendimce tanırım! Şimdi kalmayan olumluluk ve olumsuzlukları ile… Beni de tanıyanlar tanır! Can denilen şahsiyetin yaptığı kişilik çözümlemelerini şu an içinde bulunduğu ruh haline ve kendisinin sınıfsal karakterine bağlıyorum. Bir süre sonra inişe geçecek ve belki de karşıtına dönüşecek olan gerçek anlamda sağlıksız bir ruh halidir bu! Onun tarihi, kendisinde olmayan özellikleri taşıyan bireylere olan bağımlılığı ve dayanma ilişkileri tarihidir. Ve fırsatını bulduğunda onlara karşı biriktirmiş olduğu tüm sinsice duyguları kusma! Bu durum Yusuf ile sınırlı değildir onun hayatında. Bir zamanlar da Bahar ile böylesi bir dayanma ilişkisi vardı. Şimdi tüm eski dayanaklarının yerini yenileri almıştır. Adları değişmiştir bunların ama Can’ın o karakteristik özellikleri aynen bu ilişkiler içerisinde de sürmektedir!
Bu şahıs geldiğim süre içerisinde benimle özel bir görüşme yaptı. O görüşmenin esas içeriği Leyla-Yusuf’ların alçaltılması üzerine kurulmuş argümanlardan oluşuyordu. Bunlarla ilgili söylediğim şeyleri dikkate almayacak kadar kurgulamıştı kendisini. Bir kısmı da beni aşan yanıtlar gerektiriyordu. Yusuf’un kendisinin yanıtlaması gereken konulardı. O açıdan da adaletsiz bir terazi vardı. Gerçi haksızlık etmeyeyim arkalarından konuşmuş olmadı. Keza söylediklerinin büyük kısmını yazısında da ifade etti. Tüm delegelere taşıma sorumluluğu vardı nasıl olsa. Geleceğe karşı proleter devrimci sorumluluğu!!! Bu arada yer yer kişiliğime dönük yaptığı komplimanları da unutmamam gerekir tabii. Her halükarda mide bulantısı!
Konuşmanın içeriği aslında Leyla-Yusuf’ların mahkum edilmesi ve bunun benim dilimde de ifade bulması üzerineydi. “Duygularımla değil, proletaryanın geleceğine karşı olan sorumluluklarımla hareket etmem gerektiği” içeriğinde açık çağrılar da yaptı. Kendisi ve ekseni onu temsil ediyordu ya!!! Sonra konuşmanın seyri liberal demokrasi meselesine geldi. Kendisine bu konudaki düşüncelerimi kısaca özetledim. Bana atfettiği savunduklarımdaki tutarsızlık yaftasını hakedecek geçiştirmelerde bulanan kendisiydi bana göre!
Komisyon toplantılarında ise fazlaca inisiyatifli, iradeli, bilmem neli bir performans sergileyecek bir ortam zaten yoktu.. Bu çok kişilikli, iradeli, inisiyatifli şahıs acaba orada nasıl bir tutum içerisinde olmamı beklerdi?! Herkesten farklı olarak bende eksik olan neydi ki bu kişilikli şahıs beni bu toplantılar üzerinden bu denli haddini aşacak tarzda çözümlemeye çalışıyor! Sahi o çok kişilikli, emekçi, proleter devrimci yoldaşlarının o toplantılardaki performansı ya da kendisinin performansı neydi ki beni yargılayacak bir argüman olarak kullanıyor. Yoksa hakkımda çevirdikleri bir dedikodu kazanından mı çıkarıyor tüm bu incileri!
Öyle ya herkes hakkında kritik yapıp strateji belirleyen bu beyler ve bayanlar benim hakkımda da epey bir kritik yapmışlardır. Ne de olsa kişiliksizim ya biraz işlerlerse istedikleri kıvama dökebilirler. Hem Yusuf ve Çiçek’te yok yanımda! O yüzden de şimdi Zeki’lerin elinde oynatılıyorum!!!
Can’ın hakkımda yaptığı ve haddini aşan bu değerlendirmeleri bir gıdım akılları ile benim tüm tepkilerimin, tavır ve davranışlarımın ya da yer yer kişisel sohbetlerde dile getirdiğim kimi duygularımın kendi bilgi havuzlarına utanmazca taşınması ile oluşmuş kolektif bir enformasyondan besleniyor anladığım kadarı ile! Beni “yorgun”, “kararsız” bilmem ne ilan edecek kadar başı dönmüş olan Can’a sadece sen ve sizler o basit, ampirik gözlemlerinize dayanarak kimse hakkında hükme varmayın diyeceğim. Buna kapasiteniz yetmeyeceği gibi, isabetli sonuçlara varmanız da imkansızdır! Hele ki bunu son olarak ortaya çıkmış pratiğinizi meşrulaştırmak için hiç yapmayın! Bu sizi daha fazla küçültmek dışında bir işe yaramıyor! İkiyüzlülüğünüzü, döndürdüğünüz dolaplarınızı ve başka tüm niteliklerinizi faş etmek dışında bir işe yaramıyor!.
Bu arada Can neye dayanarak OKHK içinde gerekli emeği harcamadığımı iddia ediyor?! Bu konuda nasıl bir enformasyona sahiptir? Bunu da açıklarsa sayesinde kendimi daha iyi tanıma şansına ulaşacağım! Hangi görevi savsaklamışım?! Hangi emekten kaçınmışım? Yoldaşlarla ortaya çıkan hangi sorunda kendimi geride tutmuşum, eleştiri ve önerilerimi dile getirmemişim?! Benim OKHK içindeki pratiğim, duruşum İ ve J tarafından kendisine nasıl aktarılmıştır? Tabii bu arada daha ben gelmeden önce hakkımda döndürülen dedikoduları da öğrenmiş oldum! “Rahatı bırakıp gelirmiy mişim?!” Sadece ayıp diyeceğim!
Bizi Rosa’nın sözleri ile yargılayacak kadar ileri giden bu hastalıklı kafaya son olarak şunu söyleyeceğim; o sözlerde olduğu gibi asıl enerjini bu çürümüş sistemin yıkılmasına ve devrim ve sosyalizm düşünün yaratıcısı olmaya harca! Ona hissettir, devrim ve sosyalizm düşünün gerçeğe dönüşeceğini ve tepesinde her an “vardım, varım, var olacağım!” yankısı ile eseceğini! Biz düşman değiliz! Kin denilen duygu düşmana karşıdır! Rosa da o sözleri bu sınıf kininin sarsılmaz gücünü sonsuza dek yankılanacak tarzda haykırmıştır! Rosa’yı ve o sözleri hangi çıldırma hali ile bize karşı kullanırsın?! “Özeleştiri vermelisin” diyeceğim ama bu saatten sonra hiçbir anlamı yok sanırım.]
Hejar, 03.09.2009
*****
Leyla/4 Eylül 2009
Delegasyona,
Bahar, 24 Ağustos tarihinde -ekinde bir mektup ve delegelerin daha önce okudukları İ’nin “Nasıl bir sosyalizm, nasıl bir parti?” başlıklı yazısı bulunan-, bir uyarı, bir değerlendirme, bir irade beyanı ve delegasyona yaptığı bir çağrıyla OKHK’ya başvurmuş. OKHK’nın iki üyesi (Tahsin ve Hejar), kendi değerlendirme ve yaklaşımlarını da içeren bir üst yazıyla 27 Ağustos’ta bunu delegasyona duyurdular (Ne yazık ki, teknik bir sorundan dolayı biz yazıları geç alabildik).
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, içine düştüğümüz düşkünleştirici ve çürütücü durum içimi tarifsiz acıtıyor. İdeolojik ve politik olarak ve kuşkusuz herkesin kendince tanımladığı -ona kendi bilinci, birikimi ve vicdanının fısıldadığı- “örgütsel kaygılar”, kimilerimizi aklına bile getiremeyeceği yerlere savurabiliyor. Malum belgelerin “ele geçirilme” yöntemi, 30 yıllık devrimci yaşamımda öğrendiğim değer ve ilkelerin tam karşıt mevziinde durmaktadır [DİPNOT1: Bir şeyin öyle olduğunu bilirsiniz, sezersiniz, hatta adınız gibi eminsinizdir bundan. Hele öncesinde böyle süreçler yaşamış, -kimi olaylara tanık olmuş fakat üstünde durmayıp atlamışsanız, örgüte açıklamamışsanız- bunun deneyimine sahipseniz, sahip olduğunuz ilişkileriniz açısından bu akışa neredeyse tümüyle hakimseniz… belki de hiç zorlanmadan varırsınız bu sonuca. Ama bunu kanıtlamak adına bu kirli ve kirletici yöntemlere asla ve asla tevessül etmezsiniz. DİPNOT BİTTİ].
Bu nedenle, nasıl bir “kaçınılmazlık” ve tesadüfler sonucu gerçekleştiği anlatılsa da, benim bir yanım kuşkuda ve yaralı kalacaktır. Bu komünistlerin yöntemi olamaz! Bu ancak bizi daha boyutlu bir çürümeye; kendinden, kendi komünist değerlerinden uzaklaşma, kendi devrimci değerlerine yabancılaşma boyutuna götürür. Zaten örgüt olarak siyasi etik anlamında ayrımsız herkesin yıllardır yaşadığı, onu çürüten biraz da budur.
Yazıları geç alabildiğimiz için bu kritik konuda şimdiye kadar iletilen görüşlere de aynı anda ulaşabildik. Fatma’nın [DİPNOT2: Kendimi yoldaş demek için asla zorlamayacağım. Çünkü şu anda istediğim en son şey, herhangi bir biçimde bu ikiyüzlülükle birlikte anılmaktır. En temel noktaları itibariyle ortaya çıktığı gibi, sahiplenilen bu hizipçi faaliyetin sahiplerinin, kendi aralarındaki -yani yazılı belgede geçen haliyle, yoksa bizlerle ilgili olarak kendi aralarında büyük ihtimalle onları çok daha düşkünleştiren “eğlendirici” ifadeler kullanıyorlardır- konuşma ve yazışmalarda kullanılmayan “yoldaş” ibaresinin, delegasyona yönelik bir seslenişte Fatma tarafından HER NE HİKMETSE sektirmeden bütün “yoldaşlar” için KULLANILIYOR olmasını niteleyecek kelime bulamıyorum. Bu, en halisane ifadeyle “samimiyetsizlik”, “herkesi aptal sananların çocukça bir kandırmacası” ya da “ne olursa olsun en kötü şartlarda bile elden bırakılmaması gereken oportünist bir kafakol çabası”dır. DİPNOT BİTTİ.] tasfiyeciliğin şaha kalktığı zamanlardan kalan ve asla unutamayacağımız “kendine özgü” jargonu, çoğu zaman olduğu gibi burada da kuşkusuz yazıya damgasını vuruyor. Ve birçok gerekçe sıralayıp ASIL meseleyi boğuntuya getirmek için sergilenen çabayı gözler önüne sermek için onun kendi satırlarından bir benzeştirmeyle başlayacağım.
Ne demek istiyor şurada Fatma sözgelimi; neyi anlatmaya çalışıyor: “…Bahar’ın öncesinden haberdar olduğu bu toplantının örgütlenişindeki -cep telefonu ile gelme faciası dahil- durumları biliyoruz fakat bunlar, bütün bizim sebep olduğumuz ihmal ve ihlallerin yarattığı söz konusu adımın haklı ve devrimci niteliğini ortadan kaldırmıyor.” (Fatma’nın 31.08 tarihli yazısı)
Bir toplantı söz konusudur. Kendisini “8′li” olarak ifade eden yoldaşların yaptığı bir toplantıdır. Bahar bu toplantının olacağından haberdardır. Bu toplantı örgütlenirken “cep telefonu ile gelme faciası” da işlenmiştir. Bu toplantıdan Fatma’ların (çoğul konuşuluyor) da bir biçimde haberleri olmuştur: “Fakat bütün bunlar BİZİM SEBEP OLDUĞUMUZ İHMAL VE İHLALLERİN YARATTIĞI SÖZ KONUSU ADIMIN HAKLI VE DEVRİMCİ NİTELİĞİNİ ORTADAN KALDIRMIYOR”?!!
Yani, nasıl örgütlenmiş olursa olsun, bu adım haklı ve devrimci bir adımdı/adımdır. İşte mesele aslında bu kadar basit!
Yani tıpkı Fatma’nın şu karmaşıklaştırılmış cümlesinde olduğu gibi, “yöntem”in kendisi ne kadar çirkin ve kabul edilmez olursa olsun, bu durum, yaşananların ve olgunun adını koymamızı engellemiyor. Laf ne kadar dolandırılmaya çalışılırsa çalışılsın, tıpkı yukarda Fatma’nın mantığında olduğu gibi ortaya çıkan gerçek değişmiyor: BU, HİÇBİR KUŞKUYA YER BIRAKMAYACAK TARZDA BİR HİZİPTİR!
Ne zaman faaliyete geçtiği, bilinçli ve sistemli olarak örgütlü bir çalışmaya ne zaman başladığı ve hangi aşamalardan geçerek bugünkü “olgun” haline geldiği ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, sürecin bilgisine ana noktaları itibariyle sahip olan delegeler onu oturması/oturtulması gereken uğursuz yere herhalde yerleştireceklerdir.
HİÇBİR OPORTÜNİZME BAŞVURMADAN ADININ KONULMASI GEREKMEKTEDİR Kİ, BELGELERİ ORTAYA -şu ya da bu şekilde çıkan, ama- ÇIKAN BU İLİŞKİLER, BİR HİZBİ İŞARET ETMEKTEDİR! [DİPNOT3: Marksist-Leninist parti anlayışının evrensel kurallarına göre hizip, herkesi bağlayan devrimci kurallar ve partinin meşru işleyiş mekanizmaları dışında kendi aralarında özel ilişkilere sahip, ayrı ve özel bir iç örgütlülük temelinde blok halinde hareket eden, “parti içinde parti” karakterine sahip grup/çevre örgütlülüğü demektir. DİPNOT BİTTİ]
Aralarında olağan ve meşru olmayan yolların kullanıldığı bir trafiği olan, toplantılar yapan, kararlar alan, işbölümü esasına göre çalışan, delegasyona sundukları tüm yazılar -elbette sadece yazılar değil, “SÜREÇTEKİ GELİŞMELER ve GÖRÜŞ ve TUTUMLARLA İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER”- öncelikle bu toplantılarda tartışılan, belirlenen ve sonrasında değerlendirilen, yazıların dağıtılıp dağıtılmadığından tek tek kişilerin davranış biçimlerine kadar her şeyi harfiyen bilen “ayrıcalıklı” delegelerin bulunduğu, bu delegelerin herkesin sahip olmadıkları “veri ve bilgi” ayrıcalığını sürece hakimiyet sağlamak, yönlendirmek, yönetmek ve hegemon konumlarını yitirmemek için kullanan bu “beşli” hizip değilse gerçekte hizip denen şey nedir?..
Şimdi hepsi bir ağızdan ama bu ‘politik bir görüş alışverişiydi’ diye çığlık atıyorlar. Ama nedense şunların açıklamasına hiçbir yerde rastlamıyoruz: (Fatma’nın 31.08 tarihli yazısından, boldlar benim)
a) “…Bu sulara girmen(iz)/girmeMİZ gerekiyor ve bir KARAR ÇIKARMIŞ OLMAK da en başta bu anlamda iyi oldu.”
b) “… Birçoğu üzerinde KONUŞTUĞUMUZ, BİRLEŞTİĞİMİZ ŞEYLER…”
c) “… Bense, TOPLANTIDA KONUŞTUKLARIMIZ, FUAT’IN YAZDIKLARI vb. dahil tersten bir şey söyleyeceğim…”
d) “…YASAL PARTİ KONUSUNDA İSE DİREKT BİR İFADELENDİRME OLABİR DE, OLMAYABİLİR DE. Aslında böyle bir partinin gerektirdiği kadar gizlilik, emepte bile vardır. Gönüllerde de yatabilir. Ama asıl vurgu, burjuva demokrasisi olsun, faşizm olsun bu partiyi yutar, her türlü yutar, ezer olmalı. Yani tasfiyecilik…”
e) “Bak ben BU CEPHELERDE ATILAN ADIMLARI, İRADE KOYMAYI, SONUÇ ALMAYI ve BUNUN TOPLAMI DA ETKİLEYEN YARARLARINI (İMT MESELESİ gibi gibi) KESİNLİKLE ATLAMIYORUM VE ATLAMAM DA. U’NUN SON NOTUNDA DA VARDI, BİZ KONFERANS’TAN SONRAKİ ETAPTA BUNLARA DA ZORUNLU OLARAK BAŞVURACAĞIZ, İKİLİ GİDECEĞİZ DİYORDU…”
f) “O KADAR GÖRÜŞME YAPIYORSUNUZ, ETKİLEŞİMDE BULUNUYORSUNUZ, AMA ÖRNEĞİN TEYZENİN YAZISININ NASIL BU KADAR ETKİLİ OLABİLDİĞİ, NEYE DAYANDIĞI BUNUN ZEMİNLERİ KONUSUNDA BİR ŞEY YOK. Teyzenin yazısını sen ve Can okumamışsınız bile. Neden? Tepki siyaseti! AMA TAHSİN, TEYZENİN YAZISINDAKİ AYNI CÜMLELERLE KONUŞUYOR…”
g) “… Tam da burada teyzenin yazısının bütün o geri ve gerici içeriğine rağmen, “politikayı seven” bir yoldaşın bile teyzeye olumlu referans yapmasını KENDİ YÖNÜMÜZDEN SORGULAMAMALI MIYIZ? Teyzenin geriye doğru oynadığı ve oynattığı (tabii sadece ona bağlı sebepler değil) rolü, BİZ “BUNUN DOĞRUSU ŞÖYLE OLMALIDIR” DİYEREK KENDİ CEPHEMİZDEN OYNAMAYA NEDEN GİRİŞMİYORUZ? Sen bu sulara girmezsen teyze orada su balesi yapar, bunu görmek çok mu zor?
h) “…BİZDE ya geriden gelen bir basıncı göğüsleyememek var -ki bu konuda HEPİMİZ kendi tekrarlarımızı yapıyoruz- ya da protest bir tarzda ‘Ne halleri varsa…’ yaklaşımı”.
ı) “Can’ın benim örgütsel dönüşüm-kadrosal dönüşüme dair yazılması önerimi gerekçelendirme çabamı da ‘doğrudan olmayan, boş konuşma’ derekesinde ele alması da -kızdım tabii- sadece bugün değil yarın için de yanlış bir yaklaşım! Açıkçası Can’ın GÖRÜŞÜNE İLİŞKİN BİR DEĞERLENDİRME YAPMADIĞINIZ İÇİN DE NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜZÜ BİLMİYORUM fakat önemli olan BENCE BU YÖNLÜ BİR ÇALIŞMAYA J’nin ve senin girmeni KARARLAŞTIRMAMIZDIR da olması gerekendir, önemli olan sonuçtur deyip de geçemedim.”
Fatma, yazılı bir biçimde yönlendiriyor, talimat veriyor, eleştiriyor, denetliyor, alınan kararları hatırlatıyor, sonuçları değerlendiriyor ve ihtiyaç duyduğu noktalarda diğerlerini -“Fuat’ın yazdıkları…”- yardıma çağırıyor.
Geçen diğer isimler ise hiç kimse için sır değildir. Bunlardan ikisi bizzat süreci “tarafsız” bir biçimde yöneteceğini/yönettiğini sandığımız OKHK üyeleridir. Yani bütün bu süreç boyunca yapılan -sanal bir OKHK yönetimi altında-, süreci sanki OKHK yönetiyormuş gibi gösterip, delegelerin demokrasi ve katılım yönündeki açlığını da kullanarak ve bu sayede ağızlarını kapatarak gerçekte iplerin perde arkasındakiler -hizipçi koalisyon- tarafından yönetilip yönlendirilmesidir!
Örgüt dışı faaliyetin yeni bir örneği olan bu “hizipçi koalisyonun”, insanda daha şimdiden devrimci bir öfke, tiksinme, tepki ve hayal kırıklığı yaratan bu beşlinin, yönelimlerindeki niyetler kadar bir şeyler çevirmekte oldukları da seziliyor, tahmin ediliyor, tükenmişliklerinin sonucu olarak yaptıkları gaflar, sergiledikleri zaaflar, zayıflıklar ve zavallılıklar kısmen görülebiliyordu. [DİPNOT4: Fuat’ın ağzını açıp herhangi bir konuda fikir beyan etmesinden birkaç gün sonra diğerleri de bu koroya dahil oluyorlardı. Tabii bunun tersinin yaşandığı durumlar da mevcuttu; birbirlerini gözden kaçırılan şeyler konusunda uyarıyorlardı. En çarpıcılarından biri ise, İMT’nin yapılmasına/yaptırılmasına -iki MÖK üyesinin huzurunda ve onların da onayıyla alınmış bir karardır bu- NEDEN TAM 6 AY SONRA KARŞI ÇIKTIKLARINA ilişkin olandı. Sorularımız üzerine İ, “İMT’nin felsefesi ve ruhu değişti/değiştirildi” diyordu -üstelik bunu kendisinin keşfetmiş olduğunu övünçle ifade ediyordu… Bunu nereden “çıkarıyorlardı” peki? Sözümona bir chat konuşmasından! Daha sonra da görüldüğü gibi bu külliyen uydurma bir gerekçeydi. Çünkü bu ifade Fuat’ın MK’nin son toplantısında yazılı olarak okuduğu bir metinde geçmekteydi. DİPNOT BİTTİ]
Kendilerini adadıkları gaye/amaç/hedef akıllarını başlarından öylesine almış, onları öyle bir varlık-yokluk sorunu algılamasına sürüklemiş, NE PAHASINA OLURSA OLSUN “kazanmaya” o kadar endekslemiş, bu doğrultuda öylesine düşkünleştirmiş ki, bu örgütün kurucularından olma onurunu taşıyanlardan biri bu hizbin elebaşısı haline gel(ebil)miştir [DİPNOT5: Fuat, ortaya dökülen bu marifetleri ‘gerekçelendirirken’ işe süreç boyunca bir amentü gibi tekrarlayarak aklı sıra delegelerin kafasına kazımaya çalıştığı klasik tiradıyla başlıyor: “MK’ nin üç üyesi grup tavrıyla ve bastırmacı bürokratik bir tutumla çıktılar. Bu tutumlarına YDK sekreterini ortak ettiler…” ‘İşte biz bu yüzden BUNLARI YAPMAK ZORUNDA KALDIK…’ demeye getiriyor. Devamında, bunun “siyasal bir yazışma” olduğunu söyledikten sonra herkesin okuduğunu anlayacağını allahtan bu kez varsayarak, “..Ve SÜREÇTEKİ GELİŞMELER ve GÖRÜŞ ve TUTUMLARLA İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER de yapılmaktadır” itirafında bulunmak zorunda kalıyor. Sonra da nasıl bir ortamda olduğumuzun belki farkında olmayan delegeler vardır düşüncesiyle telaşını, yüksek perdeden meşrulaştırma gürültüsüyle bastırmaya çalışıyor: “…ÖRGÜTÜMÜZÜ DEVRİMCİ BİR EKSENDE, PROLETARYA SOSYALİZMİ EKSENİNDE VAR ETMEK VE BİRLEŞTİRMEK İÇİN GERÇEKLEŞTİRİLEN ÇABADAN DAHA DEVRİMCİ VE DAHA MEŞRU BİR ÇABA OLAMAZ.”
Tamam da, bunun literatürdeki adının hizipçilik olduğunu bu yılların önder kadrosu bilmiyor olabilir mi? Ne var ki, son dönemde bütün yazıların içine bizzat bu sözcüklerle yerleştirilen şu malum ‘zaten bunu herkes yapıyor’ kalıbı, belli ki Fuat’ın da müthiş işine yarıyor! DİPNOT BİTTİ].
“İkinci adam” konumundaki Fatma, ömr-ü hayatında hiçbir zaman olmadığı kadar enerjik bir sahiplenişle “siyasi” kariyerini adeta buna bağlamış, örgütte yönetici konumlardayken göstermediği cevval yönetim “becerisini” ve yoldaşlarla “içerdenleşmeyi” burada göstermeye kalkmıştı [DİPNOT6: Bu da aralarındaki taktik belirlemelerin -bu kez kaçlı olanın tedavülde olduğunu bilemediğim taktiklerin- bir parçası olsa gerek; yaptıklarını meşrulaştırarak “…böyle bir süreçte, eksensel farklılığı olan görüşler söz konusuysa, O GÖRÜŞLERİN KENDİLERİNİ TOPLUMSALLAŞTIRMASI da delegasyona dağılan görüşler ve DEL. ETKİLEŞİMLERİ ÜZERİNDEN GERÇEKLEŞEBİLİR. Bu etkileşimlerde diğer delege(ler)e ideolojik, politik, örgütsel görüşlerinizi ve ortaya atılmış farklı görüşlere ilişkin değerlendirmelerinizi taşımaya, onların görüşlerini öğrenmeye ve kendi görüşünüz doğrultusunda etkilemeye çalışırsınız -MUHATABINIZ DA AYNI ŞEYİ YAPAR; zaten dolaşımdaki yazıların da -eğer kendi kendimize konuşmuyorsak!- amacı budur..” diyerek hizipçi faaliyetlerini savunmanın yöntemlerinden biri de işte böyle hikaye ediliyor!
Buradaki kilit ibareler, “görüşlerin kendini toplumsallaştırması”, “delege etkileşimleri” ve “muhatabınız da aynı şeyi yapar”dır. Bunun sadece delegasyona dağıtılan görüşler yoluyla mı yapıldığı, yoksa “o görüşlerin kendini toplumsallaştırması” için -bu deşifrasyon sonrasındaki bütün bu meşrulaştırma ve “açıklama” metinlerinde, özellikle son dönemde yazılan bütün yazılarda bir realizasyon yöntemi olarak rastladığımız- zaten “muhatabınız da aynı şeyi yapar”(yapıyordur) ‘gönül ferahlığı’ ve “Bu tür ortamlarda ‘temiz’ kalınmıyor ama…” itirafı eşliğinde mi gerçekleştirildiği yaşadıklarımızdan sonra artık kesinlikle “muamma” değildir. DİPNOT BİTTİ]
“Beşli”nin diğer “eleman”larına gelince, herbirinin değişik düzeylerde olmak üzere örgüte, önderliğe, MK’ne, giderek MK çoğunluğuna ve son tahlilde özellikle de Yusuf’a duydukları kin ve düşmanlığın nedenlerinin ve evriminin çözümlenmesi şimdinin işi, bu yazının konusu değil; ama bu sınır tanımayan kin ve düşmanlığın arkasında hangi hesapların ve kuyruk acılarının, hangi ezikliklerin ve biriktirilmiş hınçların yattığını kestirmek de zor değil.
Cepheden karşı oldukları yoldaşları, delegelerin ve kadroların, farklı ortam ve ilişkiler içerisinde çevre-çeper ve taraftar güçlerin gözünde aşağılamak, değersizleştirmek, gözden düşürmek ve kara çalmak için onların geçmişleri, politik tutum ve kararları, bir zamanlar örgütü de bağlayan taktik ve politikaları hoyratça tırmalanmakta, üstünde tepinilmekte, sözde meşru tartışma mekanizmalarının kılavuzluğunda canı çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Hizip faaliyetini karakterize eden adımların, plan ve programların, taktik yönelimlerin birbirine “ustaca” bağlanabilmesi ve başta MK çoğunluğu olmak üzere, kendilerine muhalif gördükleri yoldaşları ekarte etmek, siyaseten boyun eğdirmek, pratik olarak etkisizleştirmek için bugüne kadar çok şey yapılmıştır. Zaten Bahar’ın deşifre ettiği belgelerin bir kısmında bunlara da değinilmektedir. Fazla uzak olmayan bir geçmişten başlayarak tiksinti yaratan bu hizipçi adım ve “atılımları”, onların -devrimci oldukları dönemleri baz alacak olsak dahi- komünizm ve onun ideallerinden, parti insanı formasyonundan, TİKB’nin temel değerlerinden, yoldaşlık hukuku ve anlayışından, örgütlü duruş ve tutum gereklerinden gerçekte hiçbir şey öğrenmemiş olduklarını gösteren bu yönelim ve “açılımları”n sırf son döneme ilişkin belli başlı bazı örneklerini anımsayacak olursak şöyle bir tabloyla karşılaşırız:
1) İMT’NİN ENGELLENMESİ: Bu, ülkedeki çalışmadan birinci dereceden sorumlu yoldaşlar ve komitelerle, yani Konferans delegeleriyle doğrudan bağ ve görüş alışverişinin engellenmesi anlamına geliyordu. İç demokrasinin ve bir devrimcilik anlayışı, bir tüzük felsefesi ve ona bağlı olarak kongre ve konferansların gerçekleştirilişine dair yaklaşımımızın bir gereği olarak Konferans çağrısını RESMİ OLARAK yaptığımız 2003′ten başlayarak, Konferans’ın -üstelik de o kesitte bile bu denli gecikmiş olan bir yoldaşlar platformunun-, mümkün olan en geniş delegeler topluluğuyla yapılmasının ısrarlı savunucusu olduk. Bugün söylemdeki bütün “demokratik” görünümüne rağmen, önce en eski iki MK üyesi, daha sonra -lütfen- MK’nın bütünü, ardından MK ve MÖK’ün dahil edilmesi vodvilini sahneye koyan ve delegeleri “geri ve yetersiz” gördüğü için sürece dahil etmekten uzak duran Fuat’ın kendisidir; buna diğerlerini de ikna ve dahil edebilmiştir.
Ülkedeyken eski MÖK ve onları da sıkıştıran taban basıncı nedeniyle KENDİ BAŞINA ALDIĞI (ve bizim bu kararı alanın o olduğunu yeni öğrendiğimiz) BELGELERİN ÖNCE YAKA SEKRETERLERİNE VERİLMESİ gibi ucube karar bile daha sonrasında delegeler tarafından gündeme getirilmemiş, herkes bu kararı MK’nın aldığını sanmaya devam etmiştir.
Belgelerin delegelere yıllar boyunca bir türlü ulaştırılmaması doğal olarak bütün delegeleri çığrından çıkarmış ve bilinen “8′li Deklarasyon” bunun üzerine yayınlanmıştır. Utanmadan bunu dahi kendilerinin doğrulanışı ve desteklenişi olarak sahiplenen eski MÖK üyeleri ve “demokratik bir taban iradesi, sorumlu delege tutumu” olarak hararetle alkışlayan Fuat’ın gerçekte takiyye yapmakta olduğu ise yazıları dikkatli okunursa, fakat ondan da önce davranışları dikkatle okunursa görülebilir.
İMT meselesi konuşulurken başlangıçta cepheden olmasa da bizzat buraya gelen MÖK üyelerinin ÖNERİLERİ DOĞRULTUSUNDA şekillenen İMT bileşimine bile “SON DERECE GERİLER, GELSELER NE KATACAKLAR?” diye karşı çıkan Fuat’ın kadrolara yaklaşımı aynen X7′nin yazısında betimlediği gibidir: Fuat’ın hikmet-inden sual olunmaz; kadrolar da bunu içselleştirip özümsemekle yükümlüdürler.
Yine de, ilk halkada hayattan, hayatın içinde olmaktan, örgütü sınıf devrimcisi formasyonundan, örgüt insanı vasıflarından, örgütü örgütlerken kendilerini de örgütleyen ve bunu aralıksız bir uğraş olarak yaşayarak öğrenenler değil -zaten onlar “İçerdenleşin!” vaazlarını işte bu yüzden aralıksız dinlemek zorunda kalırlar- hayattan kopuk “teori yapan” -siz bunu “teori yaptığını sanan” diye okuyun- kadrolar vardır. Bunlar zaten bellidir; SADECE eski MÖK üyelerinin Bahar dışındaki enteresan bileşimidir [DİPNOT7: Fuat cephesinden bunun tek bir istisnası vardı: Hejar yoldaş! Fuat, uzunca bir süre görüşleri ve tutumları konusunda onu etkileme, kendisini farklı bir yere oturtmasını sağlamaya çalışma konusunda gerçekten de büyük çaba harcadı. Umduğunu bulamayınca -tüm delegasyonun bildiği gibi- ona da savaş açmakta gecikmedi. Daha önce oradaki varlığına -‘önderliğin kolektifleştirilmesi ve genişletilmesi/bunun kanalları ve deneyiminin yaratılması’ kapsamında- katılımına dair hiçbir itirazı yokken, daha sonra MK çoğunluğuyla aynı görüşleri savunduğu, bunu deklare eden bir metni imzaladığı gerekçesiyle Hejar yoldaşı da afaroz etti ve herkesin de onu defterden silmesini empoze etti. DİPNOT BİTTİ]
Bileşime birbuçuk yıl önce dahil olan İ, ‘eski tipte bir örgütçünün bütün özelliklerini taşımasına’ ve bunu çalışmaya ister istemez yansıtıyor olmasına rağmen -Fatma’nın ibretlik mektubundaki kişilik ve kimlik “çözümleme”lerinden de görüleceği gibi- yine de saflara çekilmesi gereken “ikili taktiğin” bileşenlerinden biridir. Asıl önemlisi, bu bileşen, kimi yanlarıyla tam bir yengeç sepeti görünümünde olmasına rağmen onları birleştiren Yusuf düşmanlığıdır. Bu koalisyon, onun ve MK çoğunluğunun görüşlerinin karşısında olma, bunları değersizleştirme cephesinde saf tutmuştur. İşte bu nedenle, ülkedeki delegasyonla Konferans öncesi yüz yüze görüş alışverişinde bulunmak ve sürecin bundan sonraki etaplarını birlikte organize edip karara bağlamak üzere çoğunluk iradesiyle alınmış bir kararı -İMT- boşa çıkarma doğrultusunda attıkları adımlar bu hizbin BİLEBİLDİĞİMİZ ilk marifetidir.
2) Delegasyonu daha bütünden ve bütünlüklü bir şekilde etkilemek, birbirlerinden etkilenmelerini de sağlamak ve kendi görüşlerinin, kişisel tarih anlatımlarının arenası haline getirebilmek için bizlerin mevcudiyetinin olanaksız ve gereksiz hale getirileceği MEŞRU OLMAYAN BİR TOPLANTI ÖRGÜTLEMEK. Tam da meşreplerine uygun bir tarzda -geldiğimiz noktada yeniden belirtmeye gerek yok ki- kirli yöntemlere başvurarak böylesine çevreci ve kafakolcu bir organizasyona giriştiler. İMT’nin sabote edildiği bir evrede bu türden bir toplantıya karşı çıkıyorduk; toplantı kararını sözde çoğunluk sağlayarak aldıklarını deklare ettiler. Oysa, sonradan, X10, X9 ve geçen ay (Ağustos) Tahsin′in yazdıklarından da öğreniyoruz ki, daima olduğu gibi o kesitte de nabza göre şerbet verme yoluna gitmişler. Nedense, kimilerinden yazılı görüş alma yolunu “tercih ederken”, kimilerine toplantıyı ALINMIŞ BİR KARAR olarak dayatma yoluna gidebilmişler.
Bu çerçevede, şu ya da bu ölçüde muhalefet edebilme potansiyeli gösteren her delegeyi bir MÖK üyesine ‘zimmetleyerek’, toplantılar yaparak, kararlar alarak, işbölümüne giderek “tak-şak” seriliğinde bir toplantı hayal ettiler. Toplantıya eski MÖK üyelerinden kimlerin katılacağını bile belirlediler; hayatı planlayabilirlermiş gibi mümkün olduğunca çok hınk deyici ile işe giriştiler. Hakkını teslim etmek gerekir ki, Fatma ve J bu toplantıda “kahraman”lar gibi dövüştüler. Ne yazık ki, gazaları mübarek olmadı. Şimdi alınlarında, yaşadıkları sürece hesabını vermekten kaçamayacakları “hizipçilik” damgası var!
3) Yusuf’a yönelik karalama kampanyasının unsurlarını dışta tutacak olursak, Hejar’ın HER NE OLURSA OLSUN OKHK’YE SEÇTİRİLMEMESİ. Fuat’ın ve giderek MÖK’ün tamamının, daha sonra mümkünse delegasyonun çoğunluğunun Hejar yoldaşa karşı da düşmanlaştırılması yönündeki girişimler, hizipçi tutumlarının “doğal” ve doğrudan bir parçası olarak işledi. Yine koro halinde “özeleştiri verdiği koşullarda” oylarının Hejar’a gideceğini deklare eden ve delegeleri etkilemeyi amaçlayan mide bulandırıcı açıklamaların ardı arkası kesilmedi. Fakat nafile! Hejar yoldaş hem seçildi hem onların bütün yalnızlaştırma ve sürecin dışında tutma çabalarına rağmen tam bir örgüt insanı yaklaşımıyla sürecin işlevli bir parçası oldu.
4) Dikkat çekici noktalardan bir başkası, Fuat’ın sürecin belli bir aşamasından itibaren BD yazımından vazgeçmesidir. Her tutumu, davranışı, lafı ve sözüyle kendisini adeta peygamber ilan eden Fuat, o kesitte açık ve doğrudan bir beyanat şeklinde olmasa da, “örgütsel sorunların” başını ağrıtacak yoğunluğa ulaşmış olduğunu daha sonra görmüş ve son yazdığı yazılardan birinde yumurtladığı gibi -’o andan itibaren sorumluluk duyarak örgütsel rapor yazmaya giriştim’- kimseye bir şey söylemeden buna girişmiş olabilir.
Öte yandan, İMT kararının alındığı toplantıda örgütsel rapor yazımı için aday olduklarını söyleyen Can ve Fatma’nın yazdıklarını gördükten sonra buna yönelmiş olması da mümkündür. Sonuçta bunun da bir “hizipçi mutabakat” sonrasında gerçekleşmiş olması ciddi bir olasılıktır. Çünkü Fuat’ın, Can ve Fatma’nın yazdıklarına itirazı olduğunu (“yetersiz” bulduğunu) hem kendisi, hem diğerleri satır arasında bir biçimde belirtmişlerdi. Bütün bunları, süreç konusunda delegelerin aydınlatılması kapsamında zaten yazıyorum [DİPNOT8: Fatma, hizipçilik gibi ciddi bir suçlamayla karşı karşıya kalıp bizzat hesap vermesi gereken bir süreçte bile bizlere saldırmaktan, satır aralarına ne olursa olsun bir şeyler sıkıştırmaktan kendini alamıyor: “Leyla yoldaş ile birlikte örgütsel rapor üzerinde çalıştığını ve ayrıca geriye dönüşler konusunda yazdığını (daha toplantı öncesinde) bildirmiş olan Çiçek yoldaş ise…”. Hem bir düzeltme yapmak hem sözümü bir kez daha teyit etmek istiyorum: Örgütsel Raporu BEN YAZIYORUM. Fatma -ve varsa başkaları da- hiç merak etmesin! Geciktiğinin farkındayım ama en kısa zamanda bitirip Konferansa sunacağım! (Leyla tarafından kaleme alınan bu taslak, delege çoğunluğu tarafından daha sonra 4. Konferans Raporu olarak kabul edildi-nba) Yalnız gerçekten merak ettiğim bir konu var. “Eski” beyanatlar konusunda bu kadar hassas olan Fatma, BU ÖRGÜTÜ 2005’ten BERİ TAM 4 YILDIR ‘BD’yi YAZIYORUM’ DİYE BEKLETEN ve DURDUĞU YERDE ÇÜRÜMESİNDE BELİRLEYİCİ BİR SORUMLULUK SAHİBİ OLAN Fuat’ın BD yazısının akıbetini neden hiç sormaz?
Öte yandan şimdi Fuat’a sormak gerekiyor: 4 yıl önce, ‘salt örgütsel sorunlar çerçevesinde bir Konferans yetersiz olur, biz tarihselliği olan bir Konferans yapmalıyız’ (mealen) gerekçesiyle o kesitte yapılmasına karşı çıkan Fuat, şimdi nasıl ve hangi içerikte bir Konferans yapacağımızı tahmin ediyor -o da yapabilirsek tabii… DİPNOT BİTTİ]-,
5) Can ve Fatma’nın Ekim 2008 tarihini taşıyan İLK örgütsel rapor taslakları, asla katılmadığım tez ve görüşleri itibariyle ortak olamayacağım bir içerikteydi. “Nihilist rapor taslağı” olarak adlandırdığım(ız) bu dökümde, belli belirsiz de olsa, tablonun içine kendini de yer yer içtenlikle koyma çabası ve özeleştirel bir tutumun izleri yine de yakalanabiliyordu.
Başta Fuat olmak üzere, “hizipçi koalisyon” bileşenleri sıkı bir zılgıt çekmiş olmalılar ki, ikincisinin (2009 yaz) neden hazırlandığı yolundaki “gerekçe” de içinde olmak üzere taslak, 180 derece tersine dönmüştü. Özeleştirel bölümler kırpılmış -ortadan kaldırılmış-, taktik politikalara ve bütün bir tarihimize karşı girişilen saldırının dozu artırılmıştı. “Hizipçi koalisyon”u birbirine bağlayan oportünist ve konjonktürel bağlar böylesini gerektirdiği için, herkese farklı bir konuda taviz verme zorunluluğunun olduğu ilkine göre, bu gerici koalisyonun arasındaki farklılıklar şimdi daha belirgin olarak bir yana bırakılabilir, tüm oklar “ortak düşman”a (Yusuf, MK çoğunluğu ve geçilen dönemde bu görüşler doğrultusunda daha fazla tutum alan delegeler) daha fazla ve daha yoğun olarak yöneltilebilirdi/yöneltilmeliydi. Can ve Fatma’nın süreç anlatımının özü ve özeti budur!
6) Bu kesitteki bir diğer soru uyandıran gelişme SEÇİLMİŞ BİR OKHK ÜYESİNİN -X13- GEREKÇELERİ HİÇBİRİMİZİ İKNA ETMEYEN İSTİFASIDIR. Seçilmesinin üzerinden henüz çok kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen X13 bu görevi yerine getiremeyeceğini delegasyona açıklamıştı. Sözgelimi ben bunu daha çok sürecin olağanüstülüğüne ve yoldaşın yıpranmışlığına vermiştim fakat aklımın bir yanında yine de “neden” soruları uçuşup durmuştu. Bahar’ın yazdıklarıyla şimdi bu kuşkular daha da belirginleşmektedir (“X13 yoldaş ise artık konuşmalıdır. Kimi koruduğunu düşünmelidir: Kişileri mi, bugüne dek geriliğe mahkum edildiği, tasfiyeciliğe yuvarlandığı yetmiyormuş gibi şimdi de arkadan hançerlenen örgütü mü?”).
7) Bu dönemde mide bulandırıcı, nereye oturtacağımızı bilemediğimiz, zaten OKHK’nın da daha sonra bu doğrultuda bir şey yapıp ettiğine -yapıp yapmadığına- dair delegasyona hiçbir bilgi vermediği birkaç olay daha yaşandı.
Bunlardan ilki bir sanat kurumu çalışanının hezeyanlarının bizlere karşı kullanılmak istenmesidir. Daha sonra ne olduysa -umdukları sonuçları alamamış olsalar gerek- unutuldu/unutturuldu gitti.
İkincisi, belgeleri ilişkide olduğu kimi taraftarlarımıza sızdıran bir delege hakkında alınması gereken önlemleri gündeme getirmemiz üzerine bu delegenin önce istifası, ardından istifasını geri almaya ikna edilme çabası sırasında sergilenen tutumlardır [DİPNOT9: ‘Her melanette bir keramet arayan’ gizli mistiklerden değilim. Ne var ki, bu çürüme ve kirlilik ortamında, birikmiş öfkelerin güdülediği ‘öküz öldü ortaklık ayrıldı’ yaklaşımı, Fatma’yı, bazıları gerçekten de hayli ‘özel’ paylaşımları dahi ucuzlatarak ortalığa seren pazarcı esnafına çevirmiş. Süreçteki ‘olay yaratan’ gelişmelerden bizler gibi bihaber olan başka delegeler varsa bu çamur deryasından “bilgilenebilirler”! Poşetlerin tezgahlara bu boşaltılışı sırasında “…şimdi yazacaklarımı her delege yoldaş biliyor mu bilmiyorum ama OKHK’nın X3 bahsi nedeniyle bilmesi zorunludur” -insan yine sormadan edemiyor; madem öyleydi neden şimdiye kadar sustun ya da OKHK’nın sadece BAZI üyelerini bilgilendirdin?- denilerek X3 olayının ‘perde arkası’, “Bahar’ın gazete boykotuna yeşil ışık yakması”, Bahar’ın “…görüşmelerinin bir bölümünü komisyon süsü vererek yaptı”ğı bilgisi, “Bu gruptan bir delegenin -Fatma’nın “EVET, ÜÇ GRUP VAR” şeklindeki deklarasyonundan sonra kimi beyanları da kanıt göstererek tanımladığı “8’linin ezici bir bölümü”nün oluşturduğu iddia edilen grup kastediliyor- çevremizdeki bir antifaşiste şiddet kullanmasının yol açtığı, OKHK’nın da uğraşmak zorunda kaldığı malum mesele…”, “’bizim şu anda bilmem nerede toplantı yaptığımız’ konusunun ve diğer şeylerin antifaşistlerin ağzında ne işi var’” -adeta tevil yollu ikrar-, şeklindeki ‘hesap sorma ve eleştiri’, devamındaki “POLİTİK” garabet örneği: “Anti faşistlerle ilgili o kadar tahlil yapılıyor, onlara nasıl bu kadar çok güveniliyor?”…hafızadakilerin önemlice kısmı ‘şimdi tam sırası denilerek’ hepimizin -4×4- aklına, bilincine ve vicdanına işte böyle boca ediliyor! DİPNOT BİTTİ].
Hayli yıpranmış/yıpratılmış da olsa örgütsel işleyişteki meşru mekanizmaları hiçe sayan tutumlar karşısındaki tavır ya da tavırsızlık, örgütsel/kadrosal duruş hakkında bir fikir vermektedir. Ve ne ilginçtir ve işler öylesine arapsaçına dönmüştür ki, bu konularda delegelerden görüş de istendiği halde, bunların toparlanıp sonuçlandırılması konusunda yeni bir OKHK oluşumu sırasında gösterilen enerji ve çalışkanlığın onda biri dahi gösterilmemiştir.
8) Yine bu süreçte OKHK, komisyonların çalışmasına dair -daha önce delegelere maddeler halinde iletildiği kadarıyla komisyonlar, OKHK’nın denetimi ve gözetimi, onun bilgisi dahilinde çalışacaklardı- hiçbir bilgi vermemiştir. Komisyonlar çalışmamışlar mıdır, bir kısmı çalışmış mıdır, ortaya çıkan ürünler neler olmuştur, varsa bunlar delegelere neden açıklanmamıştır? [DİPNOT10: Partiye, örgüte, onun kadrolarına, özellikle de işçi kadrolara -hayran olduğu, hatta yer yer idealize ettiği halde- karşı yaklaşıma, bütün bu süreç boyunca devrimci olmayan ve sağlıksız bir tarzda kurduğu teori-pratik algılamasına ve ilişkisine, bunun yaşamda hayat buluşuna, aslında kadrolar ve onların yaratıcı/devindirici, öncüleşebilme potansiyeline -özellikle de kimi yoldaşlar özgülünde- inanmayan; daha da kötüsü, inanmadığı halde inanıyormuş gibi yapan Fatma’nın yeni bir düalizmine bu yazısında komisyonların çalışmalarına ilişkin olarak rastlıyoruz: “…bu süreçte, bir dizi grupsal görüşme, sınıf komisyonunun alt komisyonu ya da görüş alışverişi adı altında yapıldı. Sınıf komisyonunun alt komisyonları da bu grup ilişkisine uygun oluşturuldu -görülmesi çok kolay olan bu gerçeği gündemleştirmedim, önemli olan düşünce oluşturulabilmesiydi; bu görüşler hepimize katkı olabilirlerdi. TABİİ, yazılar komisyonda tartışma ortamından geçmedi.”
Benim burada anlamadığım, sadece şu “TABİİ,” ifadesidir. Tabii’nin anlamını biliyorsam -ki biliyorum- neden “TABİİ”, hangi anlamda “TABİİ”?
Buna bir de Tahsin ve Hejar’ın, Fatma’nın sınıf komisyonu ile yaptığı görüşmenin deşifrasyonu eklenmelidir: “Fatma yoldaş bundan birkaç hafta önce kent yoksullarına dair eleştiri yazan komisyon üyeleri ile görüşmek istemiştir. Görüşme talebini onların yazılarına ilişkin konuşmak istediği ile gerekçelendirmiştir. O görüşmeye katılan Tahsin yoldaşın ve yine görüşmeye katılan X18 yoldaşların OKHK’ya anlatımlarından bu görüşmede kent yoksullarına ilişkin tek bir satır etmediği anlaşılmaktadır. Tek bir satır etmediği gibi, karşısındakileri kimi yoldaşların görüşlerine karşı açık bir şekilde manüple edecek tarz ve içerikte konuşmalar yaptığı her 2 yoldaş tarafından da anlatılmıştır.” DİPNOT BİTTİ]
Bilebildiğimiz kadarıyla bunun iki istisnası var: Birincisi, bütün faaliyeti Yusuf’un parti yazısını hedefe çakmak üzere yazılı bir eleştiri kaleme almaktan ibaret olan olan parti komisyonu -eleştirecekleri böyle bir görüş olmasaydı bu komisyon nasıl bir hat izleyecek, ortaya nasıl bir çalışma koyacaklardı ayrıca merak konusudur! İkincisi de KİB (Kolektif İşçi Bilinci broşürü kastediliyor-nba) ve Kent Yoksulları broşürlerini eleştiren sınıf komisyonu.
Hizipçi faaliyetin diğer boyutlarını ise Bahar’ın yazdıklarından, OKHK’nin iki üyesinin açıklamalarından öğreniyoruz. Anlaşılamayan birkaç nokta yine de varlığını koruyor. Sözgelimi, iki OKHK üyesi Tahsin ve Hejar’ın 27 Ağustos’ta delegelere yaptıkları açıklamanın bir yerinde: “… Fakat pek çok şeyin üstüste geldiği son dönemde bu yöndeki şüphe Tahsin tarafından bu belgeler ortaya çıkmadan birkaç gün önce J, Hejar ve Tahsin′in bir vesile ile bir araya geldiği bir görüşmede açıkça da dile getirildi. Tahsin o görüşmede, Bahar dışındaki eski MÖK üyelerinin bir araya gelerek düzenli toplantılar yaptıklarını, bu toplantıların hangi evlerde yapıldığını tahmin ettiğini, bu ev sahipleri ile görüşmek istediğini, somut kanıt olmadığı için bu durumu delegelere açıp yeni bir kargaşa istemediğini, ama bunun kendi içimizde soruşturulmasını istediğini’ ifade etti. 2-3 gün sonra da resmi olarak ilişkide olduğu Bahar’ın acil görüşme talebi ile yapılan görüşmede ekte sunacağımız belgelerle karşı karşıya kaldık.” deniliyor. Tahsin bunları nereden bilmektedir? Bu iddia J ve Hejar’ın da bulunduğu üçlü bir görüşmede dile getirildiği halde OKHK üyeleri tarafından kaynağı sorulup neden o zaman üstüne gitmek akıllara gelmemiştir; neden üstüne gidilmemiştir?
Delegasyonun sanıyorum en genç üyesi olan X16′nın yaklaşımını, yazısına ruhunu veren örgüt adamı sorumluluğu ve dinginliğini, konuya ilişkin yazan hiçbir delegede ne yazık ki bulamadım. Söylediklerinin tümünü kuşkusuz paylaşmıyorum ve her birine dair söylenecekler olabilir; fakat en ciddi yanılgılarından birinin, tartıştığımız sorunun algılanmasında, içeriklendirilmesinde ve taşıdığı İDEOLOJİK boyutun görülmemesinde yattığını düşünüyorum. X16, grup oluşumlarının bir realite olduğunu belirttikten ve bunun kendisine yansıyan örneklerini dile getirdikten sonra konuyu ‘masum değiliz hiçbirimiz’de bağlıyor ve bir sonuç çıkarıyor: “Bugün kilitlenmemiz gereken noktalar ideolojik ayrımları içeren noktalardır.”
Oysa komünist parti fikrinin, ruhunun, işlevinin ve işleyişinin gelip dayanacağı İDEOLOJİK eksenlerden biri de budur. Yani burada ‘tavuk mu yumurta mı’ ikilemine başvuramayız. Bu ikisi birlikte ele alınmalıdır. Partinin birliğinin korunmasından, devrimcileştirilmesinden; onu sınıf düşmanlarına karşı, onların sadece ideolojik olmayan saldırı ve bozma çabalarına karşı İDEOLOJİK olarak güçlendirilmesinden söz ediyorsak… bugün tartıştığımız konu tümüyle bir İDEOLOJİK TUTUM sorunudur, İDEOLOJİK AYRIM sorunudur, bir İDEOLOJİK BİRLİK sorunudur.
Hizipçi koalisyonun ilişki zinciri ortaya dökülmeden ben kendi adıma onlarla hiçbir “eksensel” konuyu tartışmam, tartışmamalıyız! Benim açımdan içinden geçmekte olduğumuz aşamada “eksen, eksen…” denilen konular kadar önemli olan -daha doğrusu ilkinden ayrılamayacak, bizzat kendisi de bir eksen olan- bir devrimcilik anlayışı, komünist bir örgütün bireylerine yakışan tutum ve davranış içinde bulunmanın önemi ve her koşulda ödün verilmemesi gereken siyasi ahlaktır. Kullandıkları ve bulandıkları bu kirli yöntemler bütün bunların zemini ortadan kaldırıyor. Bütün delegeler de buna odaklanmalıdır!
Bizim devrimcilik anlayışımız bu kadar “engin bir mide”ye sahipse; hizipçiliğe/hizipçilere yaklaşımımız -empoze edilmiş sakat bir “demokrasi”ciliğe uygun bir tarzda- “Ne var bunda?” kayıtsızlığıyla karakterize oluyorsa, bu örgütte artık oportünizmin, takiyye yapmanın, adamcılığın, koalisyon çıkarlarının, burjuva oy ve adam hesaplarının borusu öttürülmek isteniyorsa, “hikayeler”in hepsi BD denilen mezhep genişliği resminin içine oturtulmaya çalışılıyorsa, delegeler örgütümüz dediğimiz yapının ne hale geldiği ve elbette kaderi üzerine bir kez daha düşünmelidir!
“Yeni” kılıfı geçirilmiş her şey yeni değildir. Mesela gelişkin bir partiden, tüzükten, haklar ve görevlerden söz edildiği her yerde bunların tam tersinin yapılması yeni değildir. Bizleri tutucu ve koltuklarına yapışmış bürokratlar, kendilerini çağ açan ilericiler ve demokrasi havarisi gibi göstermeye çalışmaları da yöntem olarak yeni değildir. Keza gözlerinin iyice kararıp “bu uğurda” hizipçiliğe başvurmaları da iğrenç ve kabul edilmezdir; fakat ne yenidir ne de orijinal!
Bu yüzden:
1. Sürecin ve yaşadıklarımızın üzerinden “Zaten bitmesine az kalmıştı” el çabukluğuyla asla atlanmamalı; hizipçi faaliyete ilişkin tutum sorununda delegasyon iradesine başvurulmalı; bu ortaya çıkana kadar SÜREÇ BU AŞAMADA DONDURULMALIDIR;
2. Hizipçi faaliyetin tüm boyutlarıyla ve GEÇMİŞE DÖNÜK YANLARIYLA DA ortaya çıkarılması için BİR SORUŞTURMA BAŞLATILMALI, YÜRÜTÜLMELİDİR.
3. Daha öncesinden de “örgütlü davranış biçimleri içinde oldukları kanaati”ne sahip olduğunu söyleyen Bahar, bu kanaatini, MÖK’ün OKHK öncesi ve sonrası pratiğine ilişkin bildiklerini açıklayarak netleştirmelidir;
4. Daha önce istifa eden X13 ile görüşülmeli, istifasının gerçek nedenlerini açıklaması istenmelidir;
5. Hizipçi faaliyet içinde oldukları görülen Fuat, Fatma, İ, Can ve J delegasyon tarafından samimi bir özeleştiriye çağrılmalı, delegasyon onlarla ilgili kararı bütün bu gereklerin tamamlanması ve süreç boyunca yaptıklarına, işledikleri hizipçilik suçuna karşı bugün nasıl bir tutum içinde olduklarının değerlendirmesini yaptıktan sonra vermelidir;
6. Bu durumda kuşku yok ki bu hizipçi koalisyonun unsurlarından olan İ ve J, OKHK bünyesinde kalıp bu görevi yerine getirmeye daha fazla devam edemezler. Delegasyon iradesi tarafından onların yerine en fazla oyu alan üç delege atanmalıdır.
Devrimci selamlar…
Leyla, 4 Eylül 2009
*****
Tahsin/5 Eylül 2009
HİZİP FAALİYETİNE MÜSAMAHA GÖSTERİLMEMELİ
Açıkladığımız hizip faaliyetini kanıtlayan belgenin ardından hızla yazılar yazılmaya başlandı. Öylesine açık olan bu hizip faaliyetini kanıtlayan belge ortadayken, durum bu kadar açıkken hala başkalarını suçlama yoluna gitmek yavuz hırsız sözünü hatırlatıyor insana. Aslında tüm bu yazılanlara cevap vermek gibi bir niyette olmamama rağmen yazılan yalanların ve maskeler altında gizlenen çirkin yüzlerin görülmesi açısından bunun artık bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.
Fakat yazılanlara gelmeden önce şu noktaların altı bir kez daha kalınca çizilmeli:
Hizip faaliyeti içerisindeki kişiler derhal suçlarını tüm ilişki sistematiği ile birlikte açıklamalıdırlar ve özeleştiri vermelidirler.
Hizip faaliyetinin ortaya çıkartılmasıyla birlikte bu faaliyette bulunan kişiler birçok delege yoldaş hakkındaki yalan suçlamaları kapsayan yazılarını dolaşımdan geri çekmelidirler ve kişileri karalamak için yalan yanlış ifadeler kullandıkları için tüm delegasyondan özür dilemelidirler.
Hizip faaliyetinde bulunan kişiler derhal, dolaşıma sokulan kanıt belgedeki söylemlerinin anlamlarını kendi ifadeleriyle ortaya koymalıdırlar. Örneğin kendi aralarındaki işbölümü, bugüne kadar hangi sıklıkla kaç toplantı yaptıkları ve bu toplantıların içeriklerini derhal açıklamalıdırlar.
Ortaya çıkartılan ve elimizde bulunan şifreli belgelerin şifreleri tarafımıza verilerek bu belgelerin derhal tüm delegasyona açılmasını sağlamalıdırlar.
Fuat’tan gelen bilgi notları derhal tarafımıza verilerek tüm delegasyona açılmalıdır.
OKHK’de yer alan ve hizip faaliyeti içerisinde olan J ve İ derhal delegelerle görüşmeleri kesmeli ve soruşturma sürecinin sonuçlanmasını bekleyerek delege çoğunluğunun kararına uymalıdırlar.
Soruşturma süreci sonlanana kadar İ ve J’nin hiçbir resmi sıfatı bulunmamaktadır ve tüm delegeler bu sorumlulukla görüşme taleplerini reddetmelidir.
Ayrıca benim de içinde olduğum ve bir hizip faaliyetinde bulunduğumuz (Kent Yoksulları yazısındaki imzaları bulunan delegeleri kastetmekteyim) suçlaması tüm delegeler tarafından değerlendirilmeli ve soruşturma gerektiriyorsa hızla bu noktada da soruşturma başlatılmalı ve gereken ceza verilmelidir. Kim olursa olsun hiçbir hizip faaliyetine göz yumulmamalı ve tüm delegeler bu duruma karşı duyarlılık göstermelidir.
Ve bunun böyle olduğunu iddia eden kişiler bu durumu gördükleri halde neden bugüne kadar delegasyona açıklamadıkları da bu soruşturma kapsamında yer almalı.
Final konusundaki spekülasyonlara ilişkin ise birkaç cümle söylemek final için ne düşündüğümün tüm delegeler tarafından bilinmesi açısından önemli. Final kesinlikle yapılmalı. Fakat finalin örgütlenmesi sürecinde İ ve J kesinlikle yer almamalı, onlar önce delegasyona hesap vermeliler ve finalde de işledikleri suçun cezası tüm delegelerin görüşleri çerçevesinde verilmelidir. Bu süreci başından beri iyi kötü yönetmeye çalışan OKHK üyeleri yürütmeli. Fakat finalin örgütlenmesi meselesi seçimde en çok oy alan iki delegenin OKHK’ne dahil edilmesiyle yürütülmeli, bu noktada delege çoğunluğundan en baştan bir seçim çıkarsa ben buna da evet derim.
Diğer taraftan, OKHK’den istifa eden yoldaşın yerine de yine aynı alanda yer alan delege yoldaşın getirilmesini öneriyorum. Çünkü, istifa eden OKHK elemanına verilen oyların büyük çoğunluğu alanından kaynaklı (Gençlik-nba) o yoldaşa oy vermiştir, bu yüzden hiçbir seçim yapılmadan aynı alanı temsil eden delege yoldaş en azından final örgütlenmesinde yer almalıdır.
Diğer bir önerim ise, finali örgütleme işini tamamiyle 2 OKHK üyesi yürütebilir fakat bu yürütüş final çerçevesinde OKHK’nin iki üyesinin belirli yoldaşlara vereceği görevlendirmelerle olabilir.
CEVAPLANMASI GEREKEN SORULAR
İ’ye soru 1) Neden sana hizip faaliyeti içerisinde olduğunuzu ve bu faaliyetin yazılı kanıtlarıyla elimizde olduğunu ve bu kanıtların tüm delegasyona açıklayacağımızı ve son kararı delege çoğunlunun vereceğini ayrıca artık J ve senin organ içerisinde olmadığınızı açıkladığımızda 10-15 dakika sessiz kaldıktan sonra hiçbir itirazda bulunmayarak bu hizip faaliyetini kabullenerek “ama bu süreçte herkes böyle yapıyor” cevabını verdin? Peki, neden şimdi sütten çıkmış ak kaşık gibi her önüne geleni (gerçi önüne gelmeyeni de) karalamaya çalışıyorsun? Bu tarzda suçunu-suçunuzu örtbas edeceğini mi sanıyorsun? Yoksa o metinden hizip faaliyetinizi çıkartamayacak kadar bizi geri zekalımı sanıyorsun?
Fatma’ya soru 2) Seninle hizip faaliyeti açığa çıktıktan sonra yaptığımız son görüşmede sana “Elimizde senin evinden çıkan şifreli belgelerin şifrelerini ne zaman bize vereceksin, o belgelerde ne olduğunu bilmiyoruz, ama o belgeler boşta olsa delegelere açılacak, bu tüm delegelerin hakkıdır” dediğimde sen neden şifreleri vermeyeceğiz dedin? Ben de sana cevap olarak “bunu tüm delegelere yazarak söyleyeceksin” demiştim, neden korkuyorsun? O belgeler sence tüm delegelere açılmamalı mı?
Yine Fatma’ya soru 3) Evinden neredeyse tüm örgütün arşivi çıktığı halde nasıl oluyor da hala örgütsel güvenliğin lafını ağzına alma cesaretini gösterebiliyorsun?
J’ye soru 4) Son yazdığın yazıda, finalin mutlaka yapılmasından bundan kaçılamayacağından ısrarla söz ediyorsun. Peki, organ olarak yaptığımız …..tarihli toplantıda seninle aramızda geçen tartışmayı hatırlıyor musun? Ben hatırlıyorum. Konu şuydu, sen artık finale gerek olmadığını, herkesin ekseninin belli olduğunu, oyun oynamanın, birbirimizi kandırmanın bir anlam taşımadığını ısrarla kabul ettirmeye çalışıyordun. Ben ise, finalin bir zorunluluk olduğunu, ayrılık olacaksa da bunun finalde hesaplaştıktan sonra olması gerektiğini anlatıyordum. Şimdi biraz samimiysen eğer (ki ben samimi olduğunu kesinlikle düşünmüyorum) tüm delegelere böylesi bir tartışmanın yaşandığını ve neden daha 1 ay önce bu düşüncedeyken bu belgeler çıktıktan sonra sanki birileri finalden kaçıyormuş-korkuyormuş izlenimi yaratmaya çalıştığını açıkla.
Yine J’ye soru 4) Hatırlıyorsan bu belgeler açığa çıkmadan 3-4 gün önce seninle yaptığımız ve Hejar’ın da olduğu bir görüşmede benim organdan bir talebim olmuştu. Talebim şuydu, “Bahar dışında eski MÖK elemanlarının toplantılar yapmaya devam ettiğini, seçilen üst organın dışında hala bir organ olarak faaliyette bulunduğundan şüphelendiğimi ve bunu bugüne kadar delegelere açmamamın nedeninin elimde somut bir kanıt olmadığı ve ortalığı karıştırmamak istediğimden fakat bugün itibariyle toplantı yapıldığından şüphelendiğim bir evin olduğunu ve o evin sahibiyle resmi bir görüşme talep ettiğimi ve böylelikle benim kafamdaki şüphelerin kaldırılması gerektiğini” söylemiştim. Ve sen de (yani J) bunun bir sonraki toplantıda gündemleştirileceğini söylemiştin. Fakat, diğer toplantımızda bu kadar ciddi bir sorun-suçlama tarafınızca gündem değil lafı bile edilmedi. Bu ciddiyette bir suçlamanın neden üstünden atladın, seni korkutan neydi?
Yine Fatma’ya soru 5) Benim bu talebimin hemen ardında Sen neden evdeki tüm yazıları yok etme yoluna gittin. Gökten vahiy mi indi de örgütsel güvenlik bir anda aklına geliverdi?
Fuat, Can, Fatma, J ve İ’ye soru 6.) Neden soruşturmanın olmamasını bu kadar çok istiyorsunuz? Eğer temizseniz bu soruşturma sonucunda bu durumun tüm delegelerin gözleri önünde açığa çıkması en sağlıklı olanı değil midir? Bir suç iddiası varsa hem suçlayan hem de suçlanan bunun soruşturulmasını istemez mi? (Gerçi benim açımdan bu soruşturma gereksizdir ortaya çıkan kanıttan sonra, fakat tüm delegelerin bu suçu daha net ve tüm kirli ilişkileriyle birlikte görmesi açısından gerekli olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan, adil ve söz hakkından hala söz edebiliyorsanız ve kendinize güveniyorsanız soruşturmaya karşı çıkmazdınız)
Bu soru özellikle İ’ye 7) Bu belge ortaya çıktıktan sonra “Biz birçok şeyi görüyorduk ama bu sürecin özgünlüğünden kaynaklı ses çıkarmıyorduk” mahiyetinde bir kelime yer alıyor yazında. Buna diğer delegeleri inandırabilirsin ama beni asla. Çünkü ben biliyorum senin birçok delege hakkında ne kadar çirkin kelimeler ettiğini. Hatırlatalım, örneğin OKHK seçiminde önerilen bir yoldaş için “o işkencede çözülmüştür” söylemin ve bunu birçok delegeye de çirkin bir tarzda söylemen. Veya Bahar’ı karalama kampanyanda yer alan “Bahar’ın belgeleri bana elden” verme olayı, bunu nasıl çirkin bir tarzda kullandığın, veya Leyla-Yusuf’ların evde belge bulundurduğuna ilişkin spekülasyonların. Sen bu konularda hiçbir fırsatı kaçırmadın ve bunları en çirkin tarzda kullandın. Neden bunlardan söz etmiyorsun? Daha sayalım mı? Bence bu kadar yeter.
Fuat, Can, J ve İ’ye soru 8.) Ortaya çıkan belgede Fatma’nın İ’yi nasıl devrimci bir tarzda eleştirdiği anlatılarak örnek gösterilmiş. Peki Fatma’nın evinde tonlarca belge bulundurmasını, tüm yazıları evinde yazmasını neden tüm delegelerin gözü önünde “devrimci” bir tarzda eleştirmiyorsunuz?
Yine Fatma’ya soru 9) Evinde çıkan bu belgelerin ve tüm yazıların evinde yazılmasının güvenlik açısında hesabını yazılı olarak ne zaman vereceksin? Yoksa sen de yine “ama herkes böyle yapıyor”a mı sarılacaksın?
Can ve Fatma’ya yine bir soru 10) Yazılarınızda yerden yere vurmaya çalıştığınız Bahar yoldaşın tasfiyecilik sürecindeki çabaları ve emekleri (o dönem Bahar yoldaşın önderlik anlayışına ilişkin eleştirilerim olmakla birlikte, ki bunları da yazılı olarak yazdım ve delegasyona açtım) ortadayken siz o dönem neredeydiniz? Bunlardan ne zaman söz edeceksiniz?
Fuat, İ, Fatma ve J’ye soru 11) Benim Sabit yoldaş ile görüşmemde adaylarını sorduğumu yazmışsınız, evet doğru söyledim. O görüşme yaklaşık 3-3.5 saat sürdü ve ben de bir noktada adaylarını sordum. J’le görüşmemde de bu durumu savundum, bu da doğru. Bu noktada söylenecek bir şeyim yok. Fakat bu durum bugün buralara taşınırken neden OKHK seçimi döneminde X4 yoldaşa “OKHK için kimleri düşündüğü sorularak hayır o delegeye değil bu delegeye oy ver” denildiği yazılmıyor? Bu da yazılmalıydı değil mi? Bence X4 yoldaşla o görüşmeyi yapan şahıs bu ilişki tarzını da yazmalı. Sizce de öyle değil mi?
İ ve J’ye soru 12) Benim de içinde bulunduğum ayrı bir hizip suçlaması tarafınızdan yapılmakta. Bunun böyle olmadığını tüm açıklığıyla bilmenize rağmen neden yalan söyleme yoluna gidiyorsunuz? Bu bileşimin belirli konularda ortak yazılar kaleme aldıkları ve bu eksende yapılan toplantılar OKHK’nın bilgisi ve denetimi ile yapılmadı mı? Özellikle rejim tipi hakkında da bir çalışma hazırlamayı düşündüğümüzü fakat finale yaklaştığımız için toplanmamızın riskli olduğunu, bu durumun OKHK tarafından konuşularak bir karar verilmesini ben kendim sizlere söylemedim mi? Ayrıca, neden bu durumu bildiğiniz halde bugüne kadar beklediniz, bunu tüm delegelerden sakladınız. Diğer taraftan ise, delegelerin ortak fikir oluşturma ve bunları delegelere sunma hakları yok mudur?
Bu soru tüm delegelere 13) “Leyla-Yusuf’cular 9, biz 11 kişiyiz, her şey size bağlı, sizin vereceğiniz karara bağlı”. Bu söz Can’ın Zeki ile yaptığı görüşmede Can tarafından kullanılan bir cümle. “ “Finale gerek yok, herkesin çizgisi belli, oyun oynamayalım” bu söz ise J tarafından OKHK’de söylendi. “Bu eksen (kendisinin kaleme aldığı eksenden söz etmekte) dışında hiçbir eksen ile birlikte yürünemez” bu cümle ise Fuat’ın bir yazısında geçmekte, vb. vb. tonlarca sözün edildiği bir ortamda “Biz ne Yusuf’un ne de Fuat’ın ekseninde yürümeyeceğiz, (bunu söylerken kendi açımdan şunun da altını çizeyim, Fuat’ın koyduğu eksen hiç bir şekilde benim için kabul edilemez ve hiç bir noktada da bu mantık, bakış açısı ve sergilediği bu pratikle uzlaşmayacağım) eksenler konusunda anlaşamadığımız düşüncelerle ortak hareket etmeyiz gerekirse bu örgüt 2’ye değil 3’e de bölünür” denmesinin neresi garip? Ki bu söz sadece Zeki tarafından değil benim tarafımdan da resmi platformlarda saklanmadan söylenmiştir. Şimdi bu cümle neden kimi delegeler tarafından çirkin bir tarzda kullanılmaya çalışılıyor?
Sabit’e soru 14) Seninle görüşmemizin tarafından tüm ayrıntılarıyla yazılarak delegasyona sunulmasını talep ediyorum. Bu yazıyı en geç ne zaman delegasyona sunabilirsin? Bu yazıya kendi yorumlarını da ekleyebilirsin. (Bu görüşmede ciddi yanlışlarım varsa tüm delegasyon önünde özeleştiri vermeye hazırım.)
J, İ ve Fatma’ya soru 15) Yazınızda hep yazınsal üretimden söz ediyorsunuz ve bu süreçte yazı yazmayan delegeleri adeta hiçbir şey yapmamış gibi göstermeye çalışıyorsunuz. Peki sizler bu süreç içerisinde kaç yazı kaleme aldınız ve delegasyona açtınız?
Özellikle Fatma’ya soru 16) Neredeyse yazının tamamında merdiven altı konuşmalardan, ilkesizliklerden ve legalizmden söz ediyorsun. Ben senin de aynı şeyleri, yani merdiven altı konuşmalar yaptığını, evinden örgüt arşivinin çıktığını vb. vb. yazmayacağım; sana sadece bu örgütün yeraltısının tasfiyesinde senin payını anlatmanı isteyeceğim senden, bakalım bunu nasıl açıklayacaksın.
Can’a soru 17) Yazını okudum, sana yönelik yazdığım eleştirilerde beni haklı çıkarttığın için teşekkür ederim. Soruma gelince, seni bu kadar saldırgan ve devrimci ahlak anlayışı çerçevesinden çıkartan ruh halini ne zaman terk etmeyi düşünüyorsun?
HESAP DEFTERİ KABARIK
1) Ayrıca, sürecin bu denli çürütülmesinde büyük “emekleri” olanlar da tüm delegasyona hesap vermelidir. Burada baş aktörler eski MK ve eski MÖK’de bulunan kişilerdir. Yazıların biz delegelere geç açılması, ki bu sürecin 2005′de başladığını ve delegelerin büyük çoğunluğuna da 2008 yılında açılmaya başlandığını göz önünde bulundurursak suç oldukça büyüktür.
2) Tüm örgütü 8-9 yıl boyunca bürodan yönetmeye çalışan, tüm toplantıları dernek, yapı ve çeşitli açık alan kurumlarında yapan eski MÖK elemanları tasfiyeciliğin baş mimarları olmalarından kaynaklı da hesap verecekler.
3) Mart (OKHK seçiminin yapıldığı geniş toplantı kastedilmektedir) toplantısının örgütlenmesinde ayakoyunları yapan eski MÖK elemanları bu ayakoyunlarının da hesabını verecekler.
Kısacası, hesap defteri kabarık ve ben bu kabarık defteri asla unutmayacağım, tüm bunların üstünü sadece sistem sorunu, değişimi görememekle açıklamaya kimse cüret etmemeli. Bütün bunların hesabı üstünden atlanmadan verilecek. Bütün bunların unutulacağını sanıyorsanız işte burada yanılıyorsunuz “akıllı” baylar ve bayanlar…
Tahsin, 05.09.09
*****
Yusuf/ 5 Eylül 2009
Delegasyona,
Tamamen meşru bir organ tarafından (3. Konferans tarafından seçilmiş olan MK), tamamen meşru yöntemlerle (15-20 gün arayla üst üste yapılan iki organ toplantısında uzun uzun tartışılarak), üstelik o zamanki MÖK’ün iki üyesinin de katılımı ve önerileri doğrultusunda (yani geniş bir demokrasi uygulanarak) alınmış İMT kararının, delegelerin çoğuna zamanında duyurulmamakla kalmayıp aradan aylar geçtikten sonra gerçekle uzaktan yakından ilişkisi olmayan iddia ve iftiralar üretilerek açıktan sabote edilmeye yönelinmesi ile birlikte gören her gözün görebileceği kadar açık ve pervasızca “örgüt içinde ayrı bir örgüt” şeklinde organize hareket eden sağcı bir koalisyonun hizipçi ilişkilerinin belgelenmesi üzerine kopan tartışmaya iki nedenle geç katıldım:
Bunlardan birincisi, bugüne kadar bizleri, “grup tavrıyla hareket eden çevreciler, makam ve mevkilerinden vazgeçemeyen yönetme meraklıları, delegelerin iradelerine saygıları olmayan bürokratlar, tüzük tahrifatçıları”, şimdilerde de “hiziplere cirit atma özgürlüğü tanıyan liberal bir parti anlayışının sahibi” vb. vb. olarak gösterebilmek için akıllarına ve ağızlarına geleni büyük bir rahatlık ve utanmazlıkla kullanan sağcı çığırtkanlar sürüsünün, devrimci bir parti anlayışı açısından parti düşmanlığı ve yıkıcılığının daniskasını oluşturan kendi aralarındaki bu gayr-i meşru ve gayr-i ahlaki ilişkiyi nasıl açıklayacaklarını bekleyip görme isteğiydi.
İkincisi de, son atılan yazıları teknik nedenlerle geç alabilmemizdi.
Parti içinde ortaya çıkabilecek görüş ayrılıklarının -tam da şimdi karşımıza çıkan türden- partinin birliğini ve yoldaşlık ilişkilerini olduğu kadar dışa karşı birleşik savaş kabiliyetini de sinsice kemirip felce uğratacak gizli kapaklı ilişkilere dönüşmesine meydan vermemek üzere partinin derimci hukuku/yasallığı içinde ele alınıp tartışılabilmesinin yol ve yöntemlerinin bulunması temel fikrine karşı koro halinde azgınca saldıranların yaptıkları çığırtkanlıklarla şimdi belgelenen pratikleri arasındaki çelişkinin ideolojik anlamı yanında siyasi etik açısından da anlamı üzerinde durmaya geçmeden önce, altını çizmek istediğim bir nokta var:
Bahar yoldaşın aslında “malumun ilanı” anlamına gelen o kirli hizipçi ilişki belgesini ele geçiriş ve gündeme getiriş biçimini asla onaylamıyorum; bu ifşaatın samimi devrimci güdü ve amaçlarla yapıldığını da düşünmüyorum!..
En başta, yoldaşın o yazışmayı nasıl okuduğuna dair açıklamasını ikna edici bulmuyorum. Kaldı ki, o flashdisk eline öyle geçmiş dahi olsa, orada kendisini ilgilendirmeyen dosyaları açmış olmasını, diğerlerini de açmaya çalışmasını, onun da geçmişte yabancısı olmadığı ama tasfiyeci “yenilenme” sürecinde onun DA fazlasıyla yabancılaşıp unuttuğu asgari bir yeraltı kültürü açısından da, asgari bir devrimci örgüt ahlakı açısından da, asgari bir yoldaşlık hukuku ve insani değerler açısından da onaylanması mümkün olmayan -ve kendi adıma da asla onaylamayacağım- bir tutum olarak görüyorum.
Onun, diyelim ki başka bir şey ararken açtığı bir dosyada başka nelerin bulunduğuna dair şu “merakı” dahi, tasfiyeciliğin tarumar ettiği TİKB’den geriye ne kalmışsa onlarda da her yönüyle nasıl bir bozulma yaşandığının acı göstergelerinden biridir.
Tasfiyecilerin ellerinde biçimlenen tasfiyecilik döneminin çocukları bilmezler belki ama, bu örgütün herhangi bir taraftarı bile, kendisini ilgilendirmeyen konularda bilmemesi gerekenleri öğrenmeye çalışmayan, görmemesi gerekenleri görmeye gayret etmeyen bir kültürle biçimlenirdi. Fakat her şey öyle bozulup yozlaşmış/yozlaştırılmış durumda ki…
Fakat Bahar yoldaşın yaptığıyla göbeğinde yer aldığı hizipçi kirli ilişkilerin açığa çıkmasından dolayı bir nebze olsun utanç duyacağına -gerçi bunun için az çok özümsenmiş komünist devrimci bir kimlik ve karakter sahibi olmak gerekir- hala zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıp “o o zaman şunu dediydi, bu bu zaman şöyle yaptıydı” dedikodularıyla rezilliğinin üzerini örtmeye çalışan Fatma’nın ya da şimdi de hizipçiliğin “teorizasyonunu” yapmaya soyunabilecek kadar düşkünleşen demagoglar olarak Can’ın ya da Fuat’ın, hizbin OKHK içindeki uzaktan kumandalı uzantılarının tutum ve yaklaşımları nasıl aynı kefeye konulabilir? Devrimci bir parti anlayışı ve kültürü açısından her iki tutuma yön veren güdüler, niyetler, amaçlar arasında yer yer çakışan noktalar olmakla birlikte ikisi arasında her şeyden önce bir NİTELİK FARKI vardır!..
Kaldı ki, neokoordinasyoncu bu sağcı entelektüalist koalisyon arasındaki gizli kapaklı ilişkiler bugüne ya da son aylara özgü bir gelişme değil.
Bahar yoldaş, sen de çok iyi biliyorsun ki, senin de içinde yeraldığın eski MÖK olarak Fuat’la birlikte Konferans’ı erteleme konusundaki fiili ittifakınızın arkasında şekillenmeye başladı bu kirli koalisyon ilişkilerine uzanan süreç. Gerçi aranızdaki ilişkiler inişli çıkışlı bir seyir izledi, iç ittifak ilişkileriniz zaman içinde değişkenlik gösterdi ama 2005 yılında -bir yıl sonra bir Program Konferansı yapılmak üzere- kuyruğuna kadar gelinen Konferans’ın geri bıraktırılıp iki yazının yazılması sürecine indirgenmesi başta olmak üzere tartışmalı bütün konularda bizlere karşı düne kadar tam bir ittifak halinde hareket ettiniz. [DİPNOT: Örneğin bir zamanlar ve uzun süre Can ile sen ayrı bir kutuptun, Fuat ile Fatma ve Sabit ayrı bir kutuptular; öyle ki, bu ikinciler, 2006 başında buraya geldiklerinde, Kurultay’a bile sizlerin işi olarak bakıp düşmanca bir yaklaşım içindeydiler ve bu yüzden çok sert bir biçimde eleştirdik kendilerini. Sonra ne olduysa Sabit gözden çıkarıldı önce. Buraya son gelişlerinde Fatma, gençliğin bağımsızlığını ilan etme kararının nereden/kimden çıktığı konusunda bile düpedüz yalan söyleyerek Sabit’i attı(lar) önümüze. MÖK’ün bütünüyle görevden alınması/yeni bir bileşimin belirlenmesi önerimizin tartışılması sırasında onda nadir gördüğümüz açıklıkta bir dille lafı öyle fazla eğip bükmeden “…vicdanımın sızladığını söyleyemeyeceğim” dedi; Can zaten dünden razıydı.
Can o sıralarda önce bizlerle bir “ittifakın” zeminini yoklamak üzere kendi özel örgütünden bir aracıyla nabzımızı yokladı; sağcı entelektüalizme prim vermeme konusundaki kararlılığımızı görüp bunun temsilcisi konumundaki unsurların hiçbirinin bundan sonra örgütün orta sahasını oluşturmalarına izin vermeyeceğimiz yanıtını alınca, siyaseten de büyük aşklardan büyük nefretlere kolayca sıçrayabilen aydın karakterine uygun olarak bu kez bizlere düşman kesildi; o yıllarda sergilediği mecalsizlik ve ruhsuzluğun büyüklüğünden ötürü bir zamanlar “nefret ettiği” Fatma ve 2005’e gelene kadar büyük dönüşümün ya da sosyalist devrimin adını anmak bir yana bizim her yönüyle dağılmış/dağıtılmış bir örgütü toparlamaya çalıştığımız bir dönemde içerden yazdığı yazılarda kadrolara hala “beyni görüntüleme tekniklerindeki gelişmeleri izlemenin önemine” dair vaazlarla yetinen “büyük peygamber” Fuat’la kolkola girerek bütün çürümüşlüklerinin, tasfiyecilik sürecinde hiç de az ve küçük olmayan rollerinin bütün faturasını gözü dönmüş bir kinle bizlere kesmeye soyundu… “Tam 59 yanlışını yanlısını buldum” dediği Bernsteinci BD çözümlemesinden tutalım da uzun yıllar “ne var bunda” diyerek dudak büktüğü -bu arada uğruna örgütün tam 2 yıl 2 ay bekletildiği- “Belirsizlik Felsefesi” yazısının “derinliğini” keşfetti…
7-8 ay öncesine kadar ama 2005 yılında -bir yıl sonra bir Program Konferansı yapılmak üzere- kuyruğuna kadar gelinen Konferans’ın geri bıraktırılıp iki yazının yazılması sürecine indirgenmesi başta olmak üzere tartışmalı bütün konularda bizlere karşı düne kadar tam bir ittifak halinde hareket ettiniz. Yazdığı yazılarda tam tersi vurgular öne çıkarken rejim tipi konusunda birdenbire o da “faşizm çözülüyor”cu kesildi… Sağcı oportünist aydınlar koalisyonu adına Fatma ile birlikte “tut beni tutayım seni” temelinde resmi bir tarih yazımına soyundu, vb vb. DİPNOT BİTTİ]
Özellikle bizlerle farklılıklar söz konusu olduğu zaman, “Sen beni tut, ben seni” ilkesi temelinde öylesine “bağlıydınız” ki birbirinize, “Kapital Okuma Grupları” rezaletinin üzerini örtme çabaları sırasında birbirinizin yalancı tanığı olmakta bile hiçbir beis görmediniz. [DİPNOT: Sağcı aydın oportünizminin her iki kanadını temsilen Can ile Fatma, tarihteki bütün oportünist koalisyonların bu temel ilkesine uygun olarak şimdilerde yeni bir “organ raporu” yazmışlar. Aynı ikili bundan daha 7-8 ay önce de başka bir taslak kaleme almışlardı. O zaman bu ihtiyacı neden duydular? Bu sorunun yanıtı yanında onların ideolojik-siyasi karakterlerini, aralarındaki koalisyonun hangi ideolojik pazarlıklar temeli üzerinde yükselip ancak karşılıklı tavizlere dayalı olarak nasıl sürdürüldüğünü görmek isteyen bütün delege yoldaşlara, ikisi de aynı ikilinin kaleminden çıkan bu iki metni karşılaştırmalı olarak okumalarını öneririm… DİPNOT BİTTİ]
Sen de dahil hepiniz uzun süre kendi etrafınızda kendi “özel örgütünüzü” yaratmaya çalıştınız. Can’ın bu yöndeki faaliyetleri açığa çıkınca, yine “yaşa ve yaşat” ilkesi gereğince eski MÖK adına utanmadan bir de bizden özeleştiri isteyecek kadar sıkı fıkıydınız.
Eski MÖK olarak görev yaptığınız dönemden hatta bizim henüz yurtdışına çıkmadığımız ve her 15 günde bir düzenli toplantılar yaparak hepinizi ayağa kaldırmaya çalıştığımız dönemden başlayarak birçok rezaletin, ikiyüzlülüğün, sahtekarlığın, ilkesizliğin, mecalsizliğin ve kavga kaçaklığının sen yakından tanığısın. TİKB olarak yapısal-tarihsel zaaflarımızla yeni bir parti modeline dair kimi temel çizgilerin konulduğu bölümlerini -kendinden başka kuş tanımayan Fuat dahil- HEPİNİZİN sonuç olarak “olumlu” bulduğu, kiminizin “heyecan verici”, kiminizin “eksikleri olmakla birlikte ileriye dönük açık cesur belirlemelere sahip” vb. vb. olarak alkışladığı ikinci kez hazırladığım Örgütsel Rapor Taslağı’nda o süreçte sizleri ne hallerde bulduğumuza dair gerçeklerin ucunu bir parça resmetmek zorunda bırakıldığım zaman bu bölüme de hepiniz yine aynı reflekslerle tepki verip bu kez beni nasıl topa tuttuğunuzu da unutmuş olamazsın!..
O aynayı bir parça yüzünüze tuttum diye o zaman beni hiç utanıp sıkılmadan “kişisel resmi tarih yazıcılığıyla” suçlamaya yeltenenlerinizin -sen de dahil- bugün tarihi nasıl yazdıklarını da görüyoruz. Yıllara yayılmış koca bir sürecin içinden işe gelenler seçiliyor, gerçeklerle utanmazca oynanıyor, belgeleri ve tanıklarıyla ortada olan somut olgu ve olaylar bile akıl almaz bir pervasızlıkla tahrif ediliyor, vb. vb.
O dönemlerin en önde gelen sorumluları olarak aslında baştan beri eski MÖK üyeleri hazırlamalıydılar o Örgütsel Rapor Taslağı’nı. Özellikle de o zamanlar MK üyeliği apoletine de sahip olan Fatma yazmalıydı o raporu ve bizler de görmeliydik bir tasfiyecinin tasfiyecilik batağına sürüklenişimizin nedenlerini nasıl “çözümlediğini”…
Örgütlü yaşamları boyunca bir türlü kurtulamadıkları yapısal zaaflarının azması yetmezmiş gibi o zor zamanlardaki görünümlerine dahi yansıyan yıkılmışlıklarıyla tasfiyeci moral bozukluğunun yaygınlaşmasına neden olup, yılgınlık ve mecalsizlik eğilimlerine kan taşıdıkları için en azından ortalıkta “ruh gibi” dolaşmamalarını istediğimiz, ayağa kaldırabilmek için yıllara yayılmış bir çaba ve emek harcamak zorunda kaldığımız, 2004 sonbaharı gibi “geç” bir tarihte dahi hiç olmazsa Edirne’ye gitmeye devam etmelerini sağlayabilmek için dil dökmek zorunda kaldığımız, E(meğin)Y(umruğu) gibi militan sınıf politikalarını yıllarca uygulatamadığımız, artık MYO’nda açıkça “bu sağcı bir korkaklığın tezahürüdür, bizi Ekim gibilerinin sd’ciliğinden ayıracak militan bir sosyalist devrimci çizgiden uzak durmaktır” eleştirisini ve uyarısını yönelttiğimiz halde bunu dahi üzerlerine hiç alınmayan, “devrimci yeraltı ruhu ve düşüncesinin büsbütün silinip kaybolmaması için en azından o ikisi -Can ve Fatma- sembolik bir geçiş adımı olarak y.altına çekilmelidirler” önerilerimizi duymamazlıktan gelip kendileri adına Fuat’ın ürettiği “hazır değiller…” bahanesine dört elle sarılan Harbiye-Taksim hattı “devrimcileri”, şimdi tam da o sağcı aydın karakterlerine uygun “BD çözümlemeleri” ve “eksenlerin” ateşli savunucuları olarak bizlerin komünist kimliklerini sorgulama, devrimciliklerimizi küçümseyip yargılama hakkını kendilerinde görebiliyorlar.
Şimdi ne oldu, ne değişti de sen birdenbire bu kirli ilişkilerin “farkına vardın”?.. Ne oldu, ne değişti ki sen birdenbire bu “örgüt düşmanlığına ve ilkesizliklere savaş açmaya” karar verdin?..
Bu nedenle, senin samimiyetin ve niye şimdi konuşmaya karar verdiğin konusunda kafamda bir dizi soru işareti var! Onun işin sana çağrım, ne biliyorsan, bugüne kadar nelerin tanığı olmuşsan bunları bari şimdi bütün çıplaklığı ve açıklığıyla dürüstçe ortaya koy! Tarihe ve örgüte karşı hesapsız ve samimi davran!..
Bak, eski kankaların da telaş ve panik içinde “neden şimdi” sorusunu soruyorlar sana. İfşaatlarının arkasının gelmesinden korktukları için, karşılarına dikildiğimiz için bizlere ve karşılarına çıkacağını düşündükleri herkese yaptıkları gibi şimdi de sana karşı kirli bir savaş açmış durumdalar. Onların gerçek yüzlerini sen nasıl “şimdi” keşfetmişsen, büyük bir edepsizlik hatta rezillikle onlar da seni sanki “şimdi” tanımış gibi konuşuyorlar!..
Siyasi karakter yoksunluğu ve düzeysizleşme yönünden onu da aşmış bir “yeni”nin temsilcilerinden biri olarak bu hizip sürecinin Zey’i olmaya soyunan Fatma, utanmadan bir de “sürecimize sis bombası atıldı” demagojisi yapıyor (Hepsinin de dilinde bu metafor! Yahu, aranızda nasıl organize ilişkiler olduğunun tartışıldığı şu sırada bari biraz bağımsız kişilik sergileyin; tek merkezden belirlenmiş tek tip reaksiyonlardan, tek tip kalıplarla konuşmaktan, tek tip böbürlenmelerden… biraz uzak durmaya gayret edin!..), tıpkı o zamanın hizipçileri gibi “siyasi görüşlerimiz bu yolla bastırılmaya çalışılıyor” çığırtkanlığına başvurarak pisliğinin üzerini kapatmaya çalışıyor. Güya “karşı çıkılamayan politik görüşleri varmış da, onlar şimdi bu yolla bastırılmaya çalışılıyormuş”; ayrıca kendilerinin kurduğu ahlaksız ilişkiler “..politik bir eksene sahipmiş de başkaları politik olmayan çevreci ilişkiler içindelermiş”; OKHK’de neden sağlam durulmadığının hesabının sorulmasından Yusuf’un parti yazısına karşı hangi noktalardan nasıl saldırması gerektiğine dair direktiflerin yer aldığı o uzaktan kumanda yazışması “İ’yle yaptığı masum bir görüş alışverişi imiş” de başkaları “merdivenaltı depolitize ilişkiler içindelermiş” vb. vb.
Hayatının hiçbir döneminde kendi ayakları üzerinde dur(a)mamış, durmak mecburiyeti ortaya çıktığında da sergilediği performans alnına kazınmış sonuçlarıyla ortada olan Fatma, ezikliğin ve eksikliğin kendisini sürüklediği çukurun bütün tipik özelliklerini kusuyor. Ne de olsa “Büyük dönüşüm çözümlemesini gördükten sonra hikayesini farklı bir gözle okumaya başladı”.
Fatma’nın 2005 Mayıs’ında yapılan bir toplantıda dile getirdiği bu veciz söz, bugünkü “eksensiz eksenciler”in -resmi olarak ortaya konulmuş son hali hala yok çünkü ortada o ünlü “eksen”in- peşinden gittikleri BD okumasının da o Bernsteinci ruhun arkasından gidenlerin de hangi temelde nasıl bir uyum/çakışma içinde olduklarının fazla söze gerek bırakmayacak kadar özlü bir biçimde sergiler. Evet, öyle “eksen”e böyle “sosyalistler”!..
Fatma, Can ve diğerlerinde de sık sık karşılaştığımız ortak tarzın yeni bir örneğini vererek, magazin gazetecilerine özgü bir tutumla kafasındaki şantaj klasörleri dolabından bu kez “Bahar” dosyasını indiriyor. Ondan sonra, sadece Fatma ile sınırlı olmayan bu “yeni ve seviyeli yüksek politika tarzı”nın ne menem bir düşkünlük ürettiğine bir kez daha tanık oluyoruz:
Yok efendim Bahar bilmem ne zaman Zeki yoldaş ile bilmem nerede ne konuşmuş da, Zeki yoldaş ile olan bir konuşmasında ne demiş de, Zeki ona nasıl karşı çıkmış da, Bahar’ın görüşleri aslında şu yöndeymiş de, bir konuşma sırasında Fatma’ya şöyle demiş de, ama X7 yoldaş ondan farklı düşünebilirmiş ve Fatma da ondan bunu bekliyormuş da (hücrelerine kadar işlemiş kulisçiliği sürdürmeyi de hala elden bırakmıyor) zaten Bahar sağlık sorunlarını bahane ederek toplantılara çoğu kez katılmazmış da, katıldığı bilmem hangi toplantı ortamında cep telefonu varmış da, zaten bilmem kimlerin buluşmalarını-toplantısını polisin izlediğini uzaktan farketmiş de, herkes o kadar ilkesiz davranıyormuş da (dikkat edilsin, içinde kişilerle ve süreçle ilgili değerlendirmelerin yer aldığı ve muhtemelen benzer içerikte daha başka yazışmaların da bulunduğu bir flash diski sonuçta evinde bulunduran biri yazıyor bunları!!! ) herkes geriymiş de, kendileri dışında kimse bu süreçte “özne olma” fırsatını kullanamamış da öte yandan kimlerin nerelerde tatillere gittiğini noktasal olarak bile çıkarabilirmiş de,vs, vs, vs.
Bu minvalde sürüp giden bir yığın kenar mahalle dedikodusu, magazin basınına taş çıkartacak pespayelikte bir vıdı vıdıcılık. Kendisine bir de “karşı çıkılamayan düşüncelerin sahibi” payesini yakıştıran, “büyük düşünür”, “büyük fikir insanı” Fatma gerçeği işte bu!..
Parti içinde ortaya çıkabilecek görüş farklılıklarının, sınırları ve yöntemleri parti tarafından belirlenecek devrimci meşruiyet sınırları içinde kalınarak sağlıklı bir biçimde tartışılabilmesinin yol ve yöntemlerini bulmak gerektiğine dair sonuçta bir önerme olarak ortaya atılan bir tezin tartışılmasını bile -kendi yaklaşım ve yöntem önerilerinin ne olduğuna dair tek bir “kurucu” fikir kırıntısı dahi ortaya koymadan- iğrenç bir demagoji ve saldırı bahanesi yapan çürümüş aydın oportünizminin temsilcileri, aralarındaki kirli ilişkilerin belgelenmesi üzerine büyük bir pişkinlikle hala kavramlarla oynayıp, bir de arsızca “ne var bunda” sorusunu sorabiliyorlar. [DİPNOT: Bu arada, düne kadar -ve özünde halen- gözü dönmüş bir inkarcılığın teorisi olarak geçmişimizde ne varsa tiksintiyle anan nihilist kopuşçulara, Yeni İhanet Çağı gibi devrimci geçmişimizin bizlerin hala savunduğu değerlerini “hatırlatıp” demagoji amacıyla da olsa “sahiplenmelerini” sağladık ya, mutlu olmadığımızı söylersek yalan olur.
Sırf rezil bir polemik silahı bulma amacıyla da olsa tarihimiz üzerinde tepinmekten vazgeçip eşinmeye başladığınıza göre, revizyonist tasfiyecilerin o zamanki nihilizmlerine karşı direnen karşılarındaki devrimcileri kimlerin “değişimin farkında olmayan tutucular”, “zaman tünelinde kalmış dinazorlar”, “gelecek perspektifi olmayan donmuş kafalılar” vb. vb. olarak niteleyip “yeni”, “yenilenme”, “geçmişten kopmanın tarihsel zorunluluğu” vb. vb. sloganlarını kimlerin hangi amaçlarla nasıl kullandıklarına, sonra da bu nihilist “kopuş ve yenilenme” süreçlerinin hangi sonuçlarla noktalandığına da dikkat etseniz ya!
O zamanların “kopuşçuluğu” ile aranızdaki sırf dil ve slogan ortaklığıyla da sınırlı kalmayan benzerlikler üzerinde de biraz durup düşünseniz ya!
Kapitalizmin üretici güçleri geliştirme yeteneğini keşfetmekten emperyalistler arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin artık hangi barışçı sonuçları doğuracağı iddiasına kadar neredeyse bütün temel tez ve çıkarsamalarınız arasındaki ÖZSEL ÇAKIŞMA üzerinde de biraz dursanız ya!.. DİPNOT BİTTİ]
Özellikle şu son bir yıldır hayatının hiçbir döneminde olmadığı kadar enerjik bir politik aktivite sergileyen, buralara daha önceki gelişlerinde bütün ısrarlarımıza rağmen YDK olarak dahi arayıp sormaya tenezzül etmediği N yoldaşı bile arayıp onun o sırada daha henüz okumadığı Yusuf’un parti yazısı üzerine “eleştirilerini paylaşan” – Okan yoldaşa da ayrı bir nabız yoklaması çeken-, oralarda da kapı kapı, komisyon komisyon, kişi kişi gezdiği anlaşılan, bu gezmelerin altında nasıl sinsi ve kalleş bir kulisçi faaliyet yürüttüğü kent yoksulları eleştirisini bahane ederek gittiği İşçi Komisyonu’yla yaptığı konuşmadan da görülebilecek olan bu seferki hizbin Zey’i Fatma, bu kez yazılı belgesiyle suçüstü yakalanmış olmasının üzerini örtebilmek için şu mazeretin arkasına saklanmaya çalışıyor:
“…’Ele geçirilen’ yazışmamızın içeriği de, gerek kendi yazımda, gerekse de Can yoldaş ile birlikte yeniden üzerinde çalıştığımız örütsel raporda belirtilenlerden farklı değildir. Bu yanıyla, biraz okuma yazması olan hiç kimse, yazışmadaki yaklaşımları ilk kez gördüğünü, delegasyona başka, ‘aramızda başka’ konuştuğumu iddia edemeyecektir…”
Kimse onu/onları “burada farklı, başka yerlerde farklı görüşler savunuyorsunuz” diye suçlamıyor ki… Kafakol hesaplarıyla nabza göre şerbet vermelerini de tartışmıyoruz şu an için. Şu anki konumuz, gizli kapaklı hizipçi ilişkiler kurmak. Uzaktan kumanda ettiğiniz uzantılarınız aracılığıyla elinizi OKHK üzerinden bile hala çekmemiş olmanız. Süreci istediğiniz yönde yönlendirip yönetebilmek için hala ahlaksızca yöntemlere başvurmanız. Şu anki konumuz bu.
Aynı hizipçi koalisyonun elebaşılarından biri olduğu için aynı suçluluk psikolojisiyle aynı panik atağı yaşayan Can’a bakıyorsun, aynı demagojiyi neredeyse aynı cümlelerle tekrarlıyor:
“…Okuma yazma bilen ve iç sürecimize, eksenlere, görüşlere, bügüne kadar yazılıp çizilenlere asgari düzeyde hakim olan biri, o yazıda neyin hangi bakış açısından söylendiğini anlamakta zorlanmaz…”
Evet, okuma yazma bilen ama bunun yanında asgari bir dürüstlük ve namusa sahip olan biri, o yazışmada sadece masumane bir görüş alışverişinin yapılmadığını, OKHK içinde hangi konularda “neden sağlam durulmadığının” hesabını sormaktan tutalım Yusuf’un parti yazısına karşı daha hangi noktalardan nasıl saldırılması gerektiğine, kimlerle nasıl bir ilişki kurulması gerektiğinden hangi boşlukların nasıl doldurulması gerektiğine kadar emir-kumanda ilişkisi biçiminde yönlendirici bir koçluk yapıldığını, orada ayrıca sadece bu ikiliyle (Fatma-İ) de sınırlı kalmayacak şekilde “birileri” arasında nasıl organize/örgütlü bir ilişkinin varolduğunu, gizli toplantıların yapıldığı, hangi konularda kimin ne yazması ve ne yapması gerektiğine dair kararların oralarda alındığı, bunların OKHK üzerinden nasıl uygulanacağının belirlendiği, bu arada özel paralel hatlardan -en küçük bir utanma/sıkılma duymadan bir de başkalarına pislik atmaya yeltenen bir arsızın deyimiyle “merdivenaltı ilişkiler” yoluyla- nasıl iletişim kurulup yazışıldığı, görüş ve tutum ortaklaşmasının yapıldığı gerçeğini de görür.
Yani delegeler arasında görüş hatta bilgi alışverişinin sınırlarını belki biraz aşan ama temelde bu sınırlar içinde kalan çevreci bir ahbapçavuşluk ilişkisiyle bile sınırlı değildir aradaki ilişki. Böylesi süreçlerde, özellikle de görüş ayrılıkları büyük ve derin, tartışmalar sert ve kırıcı boyutlar kazanmışsa kimi aşırılıklar kendini gösterebilir; ciddi bir devrimci örgütte olağan dönemlerde asla olağan karşılanmayacak kimi tutum ve kaymalarla karşılaşılabilir. Fakat sizin yaptığınız bu sınırların bile çok ötesine geçmiş durumda. Sürecin kirli amaçlar doğrultusunda nasıl yönetilip yönlendirilmesi gerektiğine dair ÖZEL ve ORGANİZE bir güç ve eylem birliği yapan, kelimenin tam anlamıyla HİZİPÇİ BİR ÖZEL ÖRGÜTLENME sözkonusu.
Aranızda gizli kapaklı ilişkiler kurarak, örgütlü bir biçimde iğfal edilmiş bir Konferans iradesi şekillendirme yönelimi ve çabası içinde olduğunuzun yazılı belgesi çıkmış ortaya. O yüzden patlak vermedi mi bu bu tartışma? Dediğim gibi, en azından bir parça dürüst ve namuslu bir göz o yazışmada BU GERÇEGİN VARLIĞINI DA görür.
Önceki örnekler de bir yana, sırf şu son kesitte, Parti yazısının bir yerlerden düğmeye basılmışçasına -bugüne kadar sesi soluğu çıkmamış sözde parti komisyonu tarafından bile- aynı tornadan çıkmış tahrifatlar temelinde aynı demagojilerle topa tutulması, hatta şu suçüstü yakalanışınızın arkasından yine aynı koronun -süreç boyunca sesini iki kez duyduğumuz ama ne “tesadüf” ki ikisinde de şimdi tartıştığımız hizipçi faaliyetin yansıması olarak çıkan X17 yoldaş takviyeli olarak- yine aynı teranelerle tektip ifade verişi, bu organize işlerin yansımaları değil de nedir?..
Hizipçi suçortakları olarak şimdi hepiniz yine ortak bir ağızla konuşup aynı yüzsüz demagojilerin arkasına saklanmaya çalışıyorsunuz. Sizlerin de okuma yazması var var olmasına ama -tıpkı bizlerin yazılarını okurken yaptığınız gibi- önce karşınızdaki gerçekliği olduğu gibi görüp o temelde ele almak için gerekli olan diğer erdemler yok, sizler de eksik olan o!..
Onun için bu konuda da karşınızdaki somut olgu ve olayda işinize geleni görüyorsunuz; daha doğrusu burada da işi yine tahrifata ve demagojik laf cambazlıklarına vurup işi işinize gelen sınırlar içine çekmeye çalışıyorsunuz. Bu kez KENDİ GERÇEKLİĞİNİZE TAKLA ATTIRARAK HERKESİ DE BU SERSEMLİĞE ORTAK OLMAYA, KARŞIMIZDAKİ ÇIPLAK GERÇEĞİ SİZİN GÖZLÜKLERİNİZLE OKUMAYA ÇAĞIRIYORSUNUZ!..
Konuya ilişkin olarak şu ana kadar okuduğum yazılar içinde X16 yoldaşın yazdıkları, serinkanlı ve mantıklı yaklaşımıyla dikkat çekiciydi. Fakat yoldaşın soğukkanlılığının da temelini oluşturan temel tezi -“Her şeyin başı ideolojik birliktir” tezi- tez olarak tamamen paylaşmakla birlikte, yoldaşın yorumunun eksik kaldığını düşünüyorum.
İdeolojik birlikten ne anlıyoruz X16 yoldaş? Partinin ve bireylerin politika yapma tarzına da yaşamlarına da yön veren etik değerler yok mudur proletaryanın devrimci dünya görüşünün içinde? Biz şehitlerimizin şahsında komünist devrimciliğin bütün siyasi, ahlaki, kültürel ve estetik değerlerinin onların yaşamlarında zeytinyağı ile su ilişkisi gibi ayrıksı durmadığının, böyle bir düalizmin onlara uzak olduğunun altını çizmemiş miyizdir her fırsatta? Özellikle de 20. yüzyılın parti ve sosyalizm pratiklerinden çıkartmamız gereken derslerin belki de en başında, ne partide ne de bireylerin yaşamında tam da bu ahlaksızca çelişkiye meydan vermemek gerektiği gelmez mi? O pratiklerde tanık olduğumuz söz ile eylem, teori ile pratik, iddialar ve görüntü ile gerçeklik arasındaki derin uçurumların tarihin seyri üzerinde olduğu kadar ML hareketin ve sosyalizm idealinin itibarı açısından da yarattığı tahribatları gözönüne getirecek olursak, günümüzde bunlar artık çok daha tayin edici birer ideolojik tutum göstergesi ve ayrım noktası haline gelmemişler midir? Proletaryanın devrimci sosyalist sınıf kimliği sırf kitabi olarak lafta dile getirilen görüşlerle mi sınırlıdır? TİKB’nin bu hallere sürüklenmesine neden olan yapısal-tarihsel hastalıkların en önemlilerinden biri de zaten bu değil midir? Önderlik sorunu gibi daha temel bir zaafın unsurları arasında dahi hem kurum hem de bireyler olarak en başta da önderlik düzeyinde tam da bu teori ile pratik ayrıksılığı yatmaz mı? Tasfiyecilik sürecindeki tarihsel sorumlulukları yanında komünist devrimci bir bütünlüğe sahip olmaktan uzaklıklarının sorumluluğunu dahi bugün bizlerin sırtına yıkarak paçalarını kurtarmaya çırpınanların istisnasız hepsi de en başta bu temel çelişki ile karakterize olan iflah olmaz “parça solcular” değiller midir?..
Politikada her sınıf kendi sınıfsal karakterine uygun yöntemler kullanır. Bu anlamda politik mücadele sırasında kullanılan yöntemler, kendilerine yakıştırdıkları etiketler ya da lafa gelince savunuyor göründükleri görüşler ne kadar farklı ve cilalı olursa olsun, o yöntemlerin sahiplerinin gerçek sınıfsal karakterlerini, gerçekte nasıl bir ideolojik zemin üzerinde durduklarını ve hangi amaçların peşinde olduklarını yansıtır. Lenin, bu gerçeği ifade ederken, “Doğada her canlı kendi yapısına uygun yöntemlerle savaşır…” der ve arkasından da ekler: “Bazı böcekler ortalığa kötü kokulu bir sıvı yayarak yaparlar bunu”.
Bu hizipçi çetenin organize bir biçimde aylardan beri yaptıkları da budur. “Fikir mücadelesi” görünümü altında nasıl kişilerle ve kişiliklerle uğraştıklarını -bu arada içyüzünü birbirlerinin bile çok iyi bildiği somut tarihsel olgu ve süreçleri dahi nasıl hiç utanmadan çarpıtıp kendilerine yontmaya çalıştıklarını-, bizlerle ilişkili her konu ve faaliyeti karalayıp değersizleştirebilmek için nasıl gözü dönmüş bir düşmanlıkla hareket ettiklerini, ÖO süreci konusunda muhaliflerini lekeleyebilmek için çamur atmakta hiçbir ahlaki ve siyasi sınır tanımayan P-C’nin dahi yapmadığı -daha doğrusu yapamadığı- düşkünlükte iğrenç iftiralarla bizleri nasıl lekelemeye çalıştıklarını gözönüne getirince, Lenin’in “bazı böcekler” hakkında söylediklerinin ne kadar isabetli bir tanım olduğunu bir kez daha görüyor insan.
Siyasi etik açısından karşımızda öylesine boyutlu bir düşkünlük var ki, İMT’nin sabote edilmesi sürecinde tazelenip pekiştirilen bu hizipçi ilişkiler, süreci yönetmek üzere tam yetkili bir OKHK seçildikten sonra dahi sürdürülüyor. Hatırlanacak olursa, o sıralar -ve halen- bunlar bir de hiç utanıp sıkılmadan bizleri “bürokratizm, makam ve yetki düşkünlüğü” ile damgalamaya yeltenmişlerdi. Bugünkü sorunlarımıza bir çözüm üretirken geleceğe de devrimci bir gelenek bırakacak şekilde devrimci ilkelere ve tüzüğe uygun hareket etmemiz gerektiğini hatırlattığımız için bizleri “tüzük tahrifatçılığı” ile suçlamış, “koltuk, yetki ve mevki meraklısı” olarak göstermeye çalışmışlardı.
Şimdi görüyoruz işte kimlerin “yönetmeden” duramadıklarını, bu iktidar hırsıyla aralarında nasıl gayr-i meşru ilişkiler kurup süreci istedikleri doğrultuda yönlendirmek için nasıl resmen bir “iç kabine” oluşturduklarını. Burjuvazinin egemenlik ve politika yöntemleri üzerine bunlar şimdi hangi yüzle, nasıl devrimci bir eleştirinin sahibi olabilirler?!!
Benim kapsam olarak aslında sadece parti konusuyla da sınırlı olmayan son yazıma kara çalmaya çırpınırken, “Mao’yu, Troçki’yı, Pol Pot’u marksist ilan ettiğimi” iddia edebilecek kadar utanmazca tahrifatlara başvurabilen Fatma, o isimler ve onlar gibi “marksizm” maskesiyle -hatta içlerinden Troçki gibi bazılarının “keskin sosyalist devrimci” pozlarına da bürünerek- boy gösteren benzer sahtekarların anıldığı bölümlerde ne anlatılmaya çalışıldığına tekrar bakacak olursa eğer, o örneklerde nasıl bir tarihsel dersin yattığını belki görür. Ama bunun için önce halisane bir devrimci komünist ruh ve yaklaşım gerekir. Gel gör ki, Fatma ve aydın özentisi hizipçi koalisyon ortaklarının sorunu da buradadır.
Gözünüzü öyle bir iktidar hırsı bürümüş ki, “tut beni, tutayım seni” oportünizmine uygun olarak birbirinize dair bütün eleştirilerinizi askıya almakla kalmadınız, birbirinizin pisliklerini kapatmakta yarışıyorsunuz. Adımlarınızı birbirinize uydurabilmek için -belli ki özel hatlardan yürüttüğünüz pazarlıklar sonucu- düne kadar yazıp çizdiklerinizle bile çelişen yeni metinler kaleme alıyorsunuz. Bu kadar düşkün bir “tarih yazıcılığı” yaparken yüzünüz dahi kızarmıyor.
Yıllardır beri “eksen… eksen…” diye yeri göğü inletiyorsunuz ve bu utanmazca çığırtkanlığı hala sürdürüyorsunuz. İyi de sizin “ekseniniz” nerede? Bugün hanginizin, neresini, hangi yönleriyle, ne kadar savunduğunu hiçbir kıvırtmaya meydan bırakmayacak netlikte ortaya koyan bir “büyük dönüşüm çözümlemesi” neden yok hala ortada? Ortaya ilk atılan Bernsteinci taslağa güya sizlerin de eleştirileri vardı. “Üçüncü kutbun” temsilcisi “Bay sentez”,”tam 59 tane yanlış buldum” diye böbürleniyordu. Fatma, sen sayfalar boyunca üstelik oldukça ciddi itirazlar yöneltmiştin. Şimdi onları yuttunuz mu?..
Yoksa peygamberliğini ilan etmeye hazırlanan bir Apo özentisinin aklına esen her şeyi doldurduğu -bu arada yalanın ve sahtekarlığın bininin bir paraya gittiği kişisel resmi tarih yazımını da araya sokuşturduğu- aforizmalar yığınına mı artık “eksen” diyorsunuz siz ve rüzgarın eseceği yöne göre kıvırtabilmek için rejim tipinin tanımı olarak dahi 6 çeşit formülün üretildiği o “İmralı notlarını” hepiniz aynen benimsiyor musunuz?..
Keza, Gramsci’ye mezarında takla attıracak pespayelikteki o liberal “sivil toplum” çözümlemelerini paylaşıyor musunuz?..
Amentülerinizden birini oluşturan KİB konusunda defalarca sorduğum “Grev ve direnişlerin eski etki ve önemlerinin artık kalmadığı, bu biçimlerin geçersizleştiği, vb. vb. temel tezini hala savunuyor musunuz” sorusunun yanıtını vermekten neden ısrarla kaçıyorsunuz?..
“Komünist partinin işçi sınıfı içindeki çalışmasının eksenini sendikaların ele geçirilmesi ya da yenilerinin kurulması oluşturur” sendikalizmine de ortak mısınız?..
Son zamanlardaki yeni oyuncağınız “rejim tipi” tartışması. Sadece “teori”den ne anladığınız ve teori yapış tarzınızın değil, sizlerle aramızdaki asıl özsel farkı oluşturan devrimcilik anlayışınızın entelektüalist aydın karakterini o konuda da bir kez daha kustuğunuzun farkında dahi değilsiniz. Meseleyi hala kavram tartışması sınırları içine sıkıştırıp,“rejimde bir değişiklik oldu mu olmadı mı”nın ötesine geçtiğiniz yok. Aptalca böbürlenme konusu yaptığınız laf cambazlıklarını terketmenize belki bir katkısı olur umuduyla şimdilik kestirmeden net söyleyeyim:
Burjuvazinin sınıf egemenliğinin iki temel tarihsel biçimini oluşturan burjuva demokrasisi de faşizm de ne belirli tek bir biçime sahiptirler ne de bir kez oluştuktan/kurulduktan sonra artık hiç değişmeyen donmuş-statik bir yapıdadırlar. Belirli bir sınıfın sınıf olarak egemenliğinin temel/ana biçimleri olarak tarihsel bir karakter taşımalarından ötürü her ikisi de dönemden döneme, ülkeden ülkeye, hatta aynı ülke içinde bile bir dönemden diğerine değişik biçimlere bürünebilen dinamik bir karaktere sahiptirler.
Bu değişimlerin herbiri, her yerde, her zaman en başta proletarya ile burjuvazi arasındaki dengelere, proletarya hareketinin gücü ve gelişkinliği başta olmak üzere demokrasi güçlerinin burjuvazi ve onun devleti üzerine yaptığı baskının şiddetine bağlıdır.
Ayrıca bu ikisi arasında aşılmaz duvarlar da yoktur; bunlar, yine sınıfsal dengelerdeki değişmelere bağlı olarak sonsuz çeşitlilikte birbirlerinin içine geçen ortak yön ve özelliklere sahiptirler. Faşizmi ortaya çıkaran tarihsel koşullar gözönüne getirilecek olursa -ki kapitalizmin en yüksek ve çürüyen aşaması olarak emperyalizm çağına, her alanda yoğunlaşmış bir gericilik ve tekelcilik eğilimi ile karakterize olan finans kapital/mali sermaye çağına girilmesidir bu tarihsel neden-, tekelçi burjuvazinin azami kar ihtiyacındaki büyümenin yanı sıra, tarihsel bakımdan ömrünü doldurmuş bir sistem olarak kapitalizmin sosyal-sınıfsal dayanaklarındaki daralmaya da paralel olarak büyüyen azami egemenlik ihtiyacının şiddeti ve yakıcılığından dolayı bu iç içelik -özellikle de 1980 sonrasının neoliberal yeniden yapılanma döneminde- çok daha ileri boyutlar kazanıp çok daha belirgin ve bariz bir hal almıştır.
Bu nedenle değişmenin dünya çapındaki genel doğrultusu, “ilerici” barutunu zaten kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelişiyle birlikte tüketip gericileşme sürecine giren klasik liberal demokrasinin dahi gitgide daha bariz faşizan çizgi ve özellikler kazanması yönündedir. Hayatın her alanını kapsayan neoliberal yeniden yapılanmanın karakterine de uygun olan bu yöndeki tarihsel değişim, 11 Eylül sonrası özel bir hız, genişlik ve derinlik kazanmıştır.
Bugün bu yöndeki genel eğilime yeni bir ivme kazandıracak yeni bir tarihsel konjonktüre girildiği gerçeği de bu noktada gözden kaçırılmamak zorundadır. Birilerinin bundan daha 4 sene önce en az 25-30 yıllık bir istikrar dönemi daha yaşayacağını öngördüğü emperyalist kapitalizm, bugün yeni bir yapısal krizle karşı karşıyadır; daha doğru bir ifadeyle, neoliberal yeniden yapılanma önlemleriyle 1980′lerden başlayarak ötelemeyi becerebildiği yapısal krizi, bugün yeni özellikler de kazanmış olarak tekrar alevlenmiştir. Bu anlamda, 1990′lar hatta 2000′lerin başından bile farklı, dolayısıyla o yıllar için belki geçerli ve açıklayıcı olabilecek yaklaşım ve kavramların dahi eskiyip aşılmayı gerektirdiği yeni bir tarihsel döneme girilmektedir.
Bu dönemin kelimenin gerçek anlamıyla da devrimler-karşı devrimler dönemi olması olasılığı çok güçlü ve yüksektir. Sosyalist proletarya ve onun devrimci öncülüğüne soyunan herkes, bu tarihsel tehlike ve fırsat diyalektiğini, hiçbir yön ve olasılığı görüş alanının dışında bırakmayacak bir dikkat ve bütünlükle ele alıp ayrıca yalnızca “tartışmak-çözümlemekle” yetinmeyen bir pratik sergilemek zorunluluğuyla karşı karşıyadır.
Bu bağlam içinde ele alınması gereken rejim tipi (devlet) konusuyla bağlantılı kimi noktalar olarak:
Neoliberal hegemonyanın zirve yaptığı 1990′ların başında “tarihin sonunu” ilan eden Fukuyama’nın dahi burjuvazi açısından devlete olan ihtiyacı büyütecek tehlikelerle karşılaşılacağını sezmenin korkusuyla “devletin yeniden inşası” teorileri üretmeye başlaması, bazıları üzerindeki ideolojik etkileri hala süren neoliberal ideolojinin temel argümanlarından biri olarak “devletin küçültülmesi” demagojilerinin yerini ekonomide dahi “devlet müdahalesinin zorunluluğunun kabulü” eğilimlerinin alması, ekonomide de korumacılık eğilimleri ve uygulamalarının artışı, asıl krizdeki derinleşmeye paralel olarak şiddetlenmesinden korkulan “sosyal patlama” korkusundaki büyüme nedeniyle siyasi zor mekanizmalarının nasıl güçlendirildiği, ırkçılık ve faşizm yönelimlerinin nasıl yoğunlaştığı (İtalya bu açılardan adeta bir “laboratuvar” rolü oynamaktadır ve dikkatle izlenmelidir) gözden kaçırılmamalıdır.
Bu temel gerçekler ışığında bugün her kim, klasik burjuva demokrasisinin ayırdedici özelliklerinin, mekanizma ve kurallarının dahi faşizme özgü iktidar yoğunlaşması/siyasal gücün (de) merkezileşmesi yönündeki mekanizma ve uygulamalarla yer değiştirdiği gerçeğinin üzerini örtecek, bu gidişin proletarya ve emekçi sınıflar açısından anlamı ve içerdiği tehlikeleri perdeleyecek, burjuvazi ve Türkiye’deki “İkinci Cumhuriyetçiler” gibi hizmetindeki ideologların yaymak için zaten ellerinden geleni yaptıkları aptalca bir rehavet ve kendiliğindenciliği besleyip güçlendirecek fanteziler, tez ve teorilerle ortaya çıkarsa, kendisini hangi keskin söylem ve sosyalistlik iddiaları arkasına saklamaya çalışırsa çalışsın nesnel olarak o da bu “İkinci Cumhuriyetçi” cepheye iltihak etmiş, onun bir bileşeni haline gelmiş demektir.
Türkiye’de bugün faşizm, 12 Eylül ve Özal dönemlerinde olduğu gibi bariz bir askeri karakter/ biçim taşımaktan elbetteki uzaklaşmış -bir bakıma “sivilleşmiş”- olmakla birlikte, tekelci sermaye bloku içindeki ekonomik güç değişmelerine bağlı olarak siyasal iktidarın yeniden paylaşımı doğrultusunda şiddetli bir iç çatışma ve gerilimlerle de iç içe geçmiş olarak kimi yönlerden cunta dönemlerini de aşan bir güç yoğunlaşması ve merkezileşmesinin yaşandığı neoliberal tipte bir faşizm yönünde değişim geçirmektedir.
Bazılarının konjonktürel bir bakışla -ama devlet yönetimi üzerinde de etkin hale gelen sermaye kesimlerinin egemenliğini toplumsal hayatın en küçük dokularına kadar taşıyan cemaat örgütlenmelerinin etkinliğindeki artışı ifade etmesi bakımından geçerli kimi yönlere de işaret eden- “İslami faşizm” olarak tanımladığı bu değişimi, proletarya ve emekçi sınıfların günlük yaşamı ve sosyalist geleceği açısından aslolanı, değişmeden kalanı yani gücün daha fazlasını elinde bulunduran kesimlerinin özgün özellikleriden bağımsız -ve bunun üstünde, daha doğrusu temelindeki- bir gerçeklik olarak tekelci sermayenin sınıf olarak egemenliğinin sürdüğü temel gerçeğini perdeleyici özellikleri nedeniyle bu tanımı kullanmak yanlıştır.
Bu kısa alt çizmelerden sonra şimdi gelelim sizlerin bu konudaki çığırtkanlığınıza: Madem “faşizmin burjuva liberal demokrasi yönünde çözüldüğünü” iddia ediyorsunuz, emperyalizm çağında sermayeyi yeniden “demokrasi güçleri” arasına kattığınız bu ultra oportünist tezinizi, devrimci strateji ve taktikler açısından asıl tayin edici noktalara doğru götürmekten o halde neden kaçıyorsunuz?
Bırakın, yine kütük gibi mekanik bir ikilem temelinde “faşizm çözülüyor mu çözülmüyor mu, rejim aynı mı kalıyor yoksa bir farklılık var mı” yaygaralarını. Sizler, 2005 Mayısı’nda bile Türkiye’de yaşanan rejim krizi sorununu hala “yönetememe krizi” sığlığı içinde ele almaya devam ederken, biz “bu toplumsallaşmış bir rejim krizidir” stratejik tespiti temelinde o krizi doğuran tarihsel değişim ve o değişime neden olan dinamiklere dikkatleri çekiyorduk. Kapitalizmin 24 Ocak ve 12 Eylül sonrası kaydettiği gelişmelere bağlı olarak biti kanlanan çoğunluğu taşra kökenli sermaye kesimlerinin, sermaye bloku içindeki ekonomik güç değişimine paralel olarak siyasal gücün de yeniden paylaşımı talebiyle ortaya çıkmaları ile Cumhuriyet’in üzerine kurulduğu bütün temel paradigmaların dikişlerinin patlamasının iç içe geçişiyle karakterize olan bir “rejim krizi” yaşandığını, yönetememe krizinin sadece bunun sonuçlarından aynı zamanda da bileşenlerinden biri sınırları içinde ele alınması gerektiğini savunuyorduk.
Sizlerin günlerce laf öğüttüğünüz ama bırakalım örgütün içinde bulunduğu durum ve konferans süreci üzerine bir tane bile somut karar almayı, bu kadar önemli bir konuya bile bitime yakın, o da Can’ın “Merdan Yanardağ da benzer şeyleri savunuyor” sığlığı içinde dil ucuyla söyle bir anıp geçmesi biçiminde değinip geçen bir ideolojik-siyasal körlük içindeydiniz. Şimdi rejim tipi ve ondaki değişim konusunda neyin havasını atıyor, laf salataları ve bazıları birbiriyle dahi çelişen seç beğen al türü işporta işi tanımlar ortaya atmakla “öncü bir rol” oynadığınızı mı zannediyorsunuz?..
Kaldı ki, Poulantzas’tan araklama bir teze dayalı olarak sürükleyici gücünü sermayenin ihtiyaçlarındaki değişmelerin oluşturduğunu iddia ettiğiniz “faşizmin liberal bir demokrasi yönünde çözülüşünden”, strateji ve taktikler, parti örgütlenmesi ve mücadele biçimleri, ittifaklar siyaseti, çalışma tarzı, vb. yönlerinden hangi temel sonuçları çıkarıyorsunuz? Devrimci bir siyaset anlayışı açısından konunun “eksenini”, partinin örgütlenmesine ve faaliyetlerine dolaysızca yön gösterecek olanı asıl bu konular oluşturur. A’yı söyleyen B’yi de söylemelidir!.. Koyun bunları da ortaya, bu yöndeki bir stratejik belirlemenin beraberinde getirmesi kaçınılmaz olan asıl bu konulara ilişkin nasıl bir “değişim” öngördüğünüze dair çıkarın dillerinizin altındaki baklaları da, o zaman görelim bu tezi ortaya atan Apo’nuzun sizleri şimdi de hangi yeni bataklıklara çekmeye hazırlandığını; “cahil, geri, öngörüsüz, yazdıklarındaki derin kerameti bir türlü anlayamayan” kullarını alttan alta bu kez de nelere “hazırlamaya” çalıştığını…
Şu ya da bu gelişmelerin sonucunda da olsa sonuçta genel delege iradesi tarafından belirlenmiş bir prosedür sürecinin takvimsel olarak sonuna geldik. Fakat kendi adıma asıl, bugüne kadar iyi-kötü sürdürdüğümüz bir birlikteliğin sonuna geldiğimizi düşünüyorum!.. Bu testi su tutmaz artık!.. Sadece ideolojik-siyasi görüş ayrılıklarının derinliği ve büyüklüğünden ibaret olmayan, onlarla birlikte -ve bazı yönlerden onlardan daha fazla olmak üzere- ilişkilerdeki tahribatın, ruhsal kopuş ve düşmanlaşmanın büyüklüğü ve derinliği nedeniyle de tutmaz!..
Bu kapsam ve derinlikteki kopuklukların tamiri mümkün de değil, zaten birincilerdeki ayrılıkların büyüklüğü ve yapısallaşmış karakteriyle birlikte düşünülecek olursa bana göre artık yararlı ve gerekli de değildir!..
Kişileri ve kişilikleri değil, adam gibi fikirleri tartışmayı bir kez daha beceremedik!.. Sürecin bütünü itibariyle en başta gelen en büyük sorumluluk payının sahiplerinden biriyim belki ama özellikle de OKHK’nın kuruluşundan sonraki süreç boyunca tartışmayı esas olarak ideolojik düzlem sınırları içinde tutmaya özen gösterdim. Buna mukabil, sadece benimle de sınırlı kalmayacak şekilde “hasım” olarak görülen muhalif eğilimlere sahip çok sayıda yoldaşın devrimci kimlik ve kişiliklerinin herhangi bir ahlaki kaygı dahi duyulmaksızın sistematik olarak nasıl utanmazca saldırılara uğradığı belgeleriyle ortada. Geçmişimize bir an evvel kurtulunması gereken bitli bir yorgan gözüyle bakanlar, TP sürecinde dahi kısa bir süre sonra aşılan başlangıçtaki düzeyin bile gerisine düşen bir siyaset ve ideolojik mücadele tarzını, 12-13 yıl sonra hortlatmakla da kalmayıp “yeni” adına kalıcılaştırıp süreklileştirmiş olmakla övünebilirler!..
Bu arada bir hatırlatmada daha bulunayım: TP süreci sırasında, Fuat tarafından el altından nasıl cesaretlendirilip kışkırtıldıklarını “satışa geldikleri” zaman ifşa eden hizipçi elebaşılardan biri, sürecin başlarında Fuat’ın da kendileriyle aynı yönde Yusuf’a ateş ettiğini görünce “Bu iş bitmiştir” dedi. O zaman ona da, “Dur bakalım, o kadar aceleci olma! Ben hayatın devrimci diyalektiğine inanırım. Bir-iki yıl sonra görürüz kimin düşüp kimin ayakta kaldığını…” demiştim. Çok geçmeden hizipçiler tarafından da dışlanan o hizipçi elebaşı, emekli kahvelerinde sürtüyor yıllardır. Hizbin sergileyebildiği genel performans da ortada. Şimdi de kendilerini “geleceği ellerinde tutanlar” olarak lanse edip bizleri de “dağılmaya ve yok olmaya mahkum geleceksizliğin beklediğini” iddia edenlere aynı şeyi söylüyorum: Yaşayacak ve göreceğiz!..
Yapısallaşmış tarihsel zaaflarımızın üzerine her şeyden önce militan ML bir yaklaşımla, devrimci komünist bir cesaret ve dürüstlükle, kolektif olarak gitmeyi, en derin görüş ayrılıklarını bile bu ortak amaç doğrultusunda adam gibi tartışmayı, çözebildiklerimizi çözüp çözemediklerimizin üzerine gitmeyi nasıl sürdüreceğimizi sonuçta birlikte belirlemeyi gecikmeli de olsa bu kez hepten başaramadık!.. Bari olabildiğince efendice ayrılmayı başarmayı deneyelim!.. Konferans’ta herkes yolunu seçsin, beylik bir deyimle “aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde toplansın”!..
Bu yaklaşımdan hareketle;
1. Sonuçta hepimizin ortak iradesiyle belirlenmiş bir sürecin takvimsel olarak da sonuna gelindiği bir aşamada OKHK konusunda yeni tartışmaların açılmasını ve sürdürülmesini doğru görmüyorum. Evet, belgeleriyle de açığa çıkan örgütlü hizipçi bir faaliyet hem ağır bir parti suçu oluşturması hem de gözü dönmüş bir iktidar hırsı ve “galibiyet” tutkusuyla hepimizin iradesinin ırzına geçilmeye yeltenilmesi, OKHK’yi seçerken hep beraber belirlediğimiz bir işleyişi ve hukuksal düzeni iğfal eden bir düşkünlük anlamına gelmesi nedeniyle de cezasız kalmaması gereken bir parti suçudur. Olağan bir durum ve dönemde böyle bir rezilliğin karşılıksız bırakılması, partinin ve komünistlerin kendilerini inkar etmeleri anlamına gelir. Fakat dediğim gibi, zaten fazlasıyla sündürülüp çürütülen bir sürecin -şöyle ya da böyle- zaten sonuna gelinmişken, şimdi de ileriye dönük siper kazma amacıyla koparılan demagojik yaygaraları ile uğraşmanın alemi de yok, faydası da!..
O nedenle, Tahsin ve Hejar yoldaşların, seçildikleri OKHK’de hepimizin temsilcileri olarak değil belirli bir hizbin maşaları olarak hareket etmeyi içlerine sindirebilen İ ve J’nin her şeyden evvel süreci dürüst ve adil bir biçimde yönetmek üzere oluşturulmuş o organın üye olma haklarını kaybettiklerine dair önerilerini ÖZDE PAYLAŞMAK VE HAKLI GÖRMEKLE BİRLİKTE uygulanmamasının daha yerinde olacağını düşünüyorum.
Fakat bir koşulla: Şu son etapta OKHK’nın hiçbir üyesinin bundan sonra hiçbir yere, alana ve delegeye TEK BAŞINA GİTMEMESİ koşuluyla!
Yani bunun bu kez frenleri iyice patlamış hizipçi bir faaliyet özgürlüğü yönünde istismar edilmesine meydan vermeyecek sınırlamalar ve önlemlerin alınması koşuluyla öneriyorum böyle bir esneklik gösterilmesini. Bu temeldeki düzenlemeyi OKHK kendi içinde yapabilir. Ve her kim böylesi karşılıklı bir denetime de yanaşmaz, bildiğini okuma özgürlüğünü elinde tutmakta ısrarlı davranırsa, o zaman otomatikman OKHK dışına düşer.
2) Öte yandan, hizipçi faaliyetin hala soruşturulması gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede ilk adım olarak aralarındaki ilişkinin “masum bir görüş alışverişi ile sınırlı” olduğunu iddia eden Fatma’yı, o flashdiskteki açılamayan dosyaları OKHK’nin bütün üyeleri önünde açmaya, o dosyalarda nelerin bulunduğunu bu yönetici organa göstermeye davet ediyorum. İddia ettiğin/ettiğiniz kadar “masum” ve “temiz”, bu arada güvenlik konusunda iddia ettiğin(iz) kadar “özenli” ve “ilkeli” isen göster bu cesareti!..
3) Bahar yoldaşı, MÖK’e girdiği günden başlayarak bugüne kadar o organda nelerin nasıl yaşandığını, hiçbir hesap gütmeden, tümüyle nesnel ve dürüst bir biçimde raporlaştırarak Konferans’a sunmaya çağırıyorum!..
TİKB YAŞAYACAK, ONU YAŞATACAĞIZ!..
Yusuf, 5 Eylül 2009
*****
Yusuf/6 Eylül 2009
Delege yoldaşlara,
Hizipçi ilişkiler konusuna ilişkin olarak gündemdeki tartışma ve önerilere dair görüşlerimi dün -5 Eylül tarihli- yazımla dolaşım sistemine atmıştım.
Fakat daha sonraki gözden geçirme sırasında, yazıma son halini verirken yaptığım kimi düzeltmelerin yer aldığı nihai kopya yerine, yanlışlıkla, ilk hazırladığım taslaklardan birini şifrelediğimin farkına vardım.
Bundan dolayı, yazıya son halini verirken eklediğim kimi bölümler yüklenen kopyada yer almamış, buna karşın sonradan çıkardığım kimi cümle ya da örnekler ilk halleriyle kalmış, bazı yerlerde cümle karışıklıkları ortaya çıkmış, vb. vb.
Bu yüzden yazımın aşağıdaki düzeltmeler ışığında okunmasını istiyorum:
I- Rejim tipindeki değişimin öncelikle hangi temel parametreler ışığında ele alınması gerektiğine dair özet görüşlerin yer aldığı bölümde, 10. sayfanın sonuna denk gelen: “… ırkçılık ve faşizm yönelimlerinin nasıl yoğunlaştığı (İtalya bu açılardan adeta bir “laboratuvar” rolü oynamaktadır ve dikkatle izlenmelidir) gözden kaçırılmamalıdır…” cümlesinin arkasından gelen şu bölüm yer almamış:
“Ayrıca daha önemli bir gelişme olarak, asli/temel işlevini oluşturan siyasal baskı-zor mekanizması yönü neoliberal yeniden yapılanma sürecinde zaten daha çıplak ve dolaysız hale gelecek şekilde güçlendirilen burjuva devlet mekanizması ve işleyişinin günümüzdeki biçimlenişini, klasik ulus-devlet yapılanması ve işleyişinden farklılaştıran bir gelişme de, ‘siyasal baskı ve zorun da uluslararasılaşması’ olarak tanımlayabileceğimiz yönde yaşanmaktadır.
Ulus devletlerin geçmiş yapılanması ve işleyişinden farklı bir gelişme olarak bugünün dünyasında, devletin ekonomik ve mali fonksiyonları yanında siyasal baskı ve terörcü yönü de emperyalist tekelci sermayenin çıkar ve yönelimleri ile çelişen ya da çelişme potansiyeli taşıyan her türlü muhalefet dinamiğini gerektiğinde kendi halkına, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere karşı katliamlara dahi girişmekten çekinmeyecek bir azgınlıkla uygulama yönünde güçlendirilmekte, emperyalist sermayenin çıkar ve stratejilerinin gerektirdiği hallerde ulus devletleri bu yönde yönlendirip zorlayıcı uluslararası mekanizmalar kurulmaktadır. Burjuva devletin neoliberal yeniden yapılanması sürecinde güç ve belirginlik kazanan bu yöndeki eğilim, neoliberalizmin de tıkanıp sistemin yeni bir genel kriz evresine girişiyle birlikte -özellikle şu son bir yıldır- yeni bir ivme kazanmıştır.
Sonuç olarak, bir ülkedeki rejim tipi ve ondaki farklılaşmanın yönü/ana doğrultusu konusundaki bir tartışmada bunlar üzerinden asla atlanamayacak gelişmelerdir; ki özellikle şu son andığımız gelişme başta olmak üzere bunlardan bazıları geçici anlamında “konjonktürel” de değil, günümüz konjonktürüne özgü gelişmeler olmakla birlikte gelip geçici ya da önemsiz ayrıntı olarak görülemeyecek kadar önemli/belirleyici birer faktör özelliğine sahiptirler.
İşin bu yönüne ilişkin aktüel örnekler olarak da, özellikle Pakistan ve Sri Lanka ile uluslararası emperyalizmin doğrudan askeri müdahale yoluyla yarattığı kukla bir rejim yapılanması özgünlüğüne de sahip Afganistan’daki Karzai yönetimi (Sırbistan’daki rejim ve hükümet değişiklikleri de bazı yönleriyle bu kapsamda ele alınabilecek bir başka özgün örneği oluşturur) gibi örnekler iyi irdelenmelidir. Yakın dönemlerin “renkli devrim” örnekleri, Nato ve BM’ın “yeni” misyonları yanında son krizle birlikte giderek daha etkin bir rol oynama sürecine giren G-20 gibi oluşumlar/mekanizmaların güçlendirilmesi, IMF’ye yeni bir rol verme hazırlıkları vd. yine bu yönden de/bu gözle de izlenmesi gereken gelişmelerdir.
Bu temel gerçekler ışığında bugün her kim, klasik burjuva demokrasisinin ayırdedici özelliklerinin, mekanizma ve kurallarının dahi faşizme özgü iktidar yoğunlaşması/siyasal gücün (de) merkezileşmesi yönündeki mekanizma ve uygulamalarla yer değiştirdiği gerçeğinin üzerini örtecek…”
II- Yazıya son halini verirken gereksiz ya da yanlış bulduğum için çıkardığım halde, sözünü ettiğim karışıklık nedeniyle yüklediğim halinde kalmaya devam eden cümle/bölümlerden özellikle birini önemli gördüğüm için düzeltmek (geri almak) istiyorum:
Parantez içinde verdiğim bir örnekte X17 yoldaşın adını andığım şu cümle: “.. süreç boyunca sesini iki kez duyduğumuz ama ne “tesadüf” ki ikisinde de şimdi tartıştığımız hizipçi faaliyetin yansıması olarak çıkan X17 yoldaş takviyeli olarak-…” (sf.7)
Bu örnekle asıl olarak X17 yoldaş gibi bugüne kadar hiç görüş belirtmemiş, sesini bir o “malum” Şubat toplantısında bir de şimdi duyduğumuz bir yoldaşın bu kez nasıl olup da bu kadar hızlı tepki verdiğine dikkatleri çekmek istemiştim. Fakat daha sonra bunun, görüşlerini büyük bir içtenlikle ortaya koymuş, ayrıca buna hakkı olduğu gibi ne zaman konuşmak istiyorsa o zaman konuşma hakkına da sahip olan, bunlar sonuçta kendi seçimine kalmış olan genç bir yoldaşı gereksiz yere inciteceğini düşünerek yersiz görmüş ve çıkarmaya karar vermiştim. Yanlışlıkla dolaşıma soktuğum metinde, dediğim nedenle kalmış. Yoldaştan da bunu yanlış anlamamasını ve hoş görmesini dileyerek bu cümlenin dolaşımdaki yazımdan çıkarılmasını istiyorum.
III- Ayrıca sonradan değiştirdiğim kimi cümleler bağlamında:
1) Birinci dipnotun sondan bir önceki cümlesi (2. sf sonu-3′ün başı)
“…7-8 ay öncesine kadar yazdığı yazılarda tam tersi vurgular öne çıkarken rejim tipi konusunda birdenbire o da “faşizm çözülüyor”cu kesildi…” şeklinde olacak,
3. sf’daki ikinci dipnot içinde “… şimdilerde yeni bir “organ raporu” yazmışlar..” şeklinde geçen ifade “…şimdilerde yeni bir “Örgütsel Rapor” Taslağı yazmışlar…” şeklinde olacak,
4. sf’daki “…2004 sonbaharı gibi “geç” bir tarihte dahi hiç olmazsa Edirne’ye gitmeye devam etmelerini sağlayabilmek için dil dökmek zorunda kaldığımız..” şeklinde geçen cümle, “…2004 sonbaharı gibi “geç” bir tarihte dahi hiç olmazsa Edirne’ye gitmeye devam etmesini sağlayabilmek için bile dil dökmek zorunda kaldığımız…” şeklinde olacak,
12. sf’da, “… özellikle de OKHK’nın kuruluşundan sonraki süreç boyunca tartışmayı esas olarak ideolojik düzlem sınırları içinde tutmaya özen gösterdim.” şeklinde geçen cümle,
“…özellikle de OKHK’nın kuruluşundan sonraki süreç boyunca tartışmanın esas olarak ideolojik düzlem sınırları içinde kalması için özen gösterdim, komünist devrimci kimliğime, kişiliğime ve geçmişime yöneltilen küstah saldırılar karşısında bile bu yüzden dişimi sıktım, muhatap almama/yanıt vermeme yolunu seçtim…” şeklinde olacaktı.
5 Eylül 2009 tarihli yazımın bu düzeltmeler esas alınarak okunmasını istiyorum.
Yusuf, 6 Eylül 2009
*****
Çiçek/8 Eylül 2009
Tasfiyeci çete
Yazdıklarımı atmaya gittiğim bir sırada ”Şunlara bir bakayım belki acil bir şey vardır ek yaparım” düşüncesi ile geri döndüm. Bir aksilik sonucu hepsini açamadım ama Bahar’ın yazdıklarını ve beşli çetenin suçüstü belgelerini, buna yanıt verenlerden bazılarını okudum. Tekrar baktığımda yazımın açılmadığı notunu ve bütün kirliliği ortaya saçılan ilişkiler sistematiğinin bir de proleter yöntemler deyimi kirletilerek ”Biz proleter eksenin sahibiyiz, meşrudur” pişkinliğine, elimde olmadan geç kalmış olmama rağmen ek yapma fırsatı da bulmuş oldum. Yaptığımız yanlıştı demek yerine, yapılanı kendilerine özel bir hak olarak görüp meşrulaştırma, başkalarının ne yaptığını arayarak bunu paravan olarak kullanma tavrını artık yorum yapmaya gerek görmüyorum.
Bugüne kadar birçok çevreci tavrın, gruplaşmaların ”bilgi paylaşımının”, belge sızdırmanın tanığı olduk. Özeleştiri veren oldu, uyarılan oldu, delegelikten çekilen oldu iddialari reddeden oldu. Normal bir zamanda üzerine çok daha sert gidilmesi gereken davranışları ”özgünlüğümüzün esnekliği’‘ ile uyarılarla tedbirlerle aşmaya çalıştık. Fakat bu, organize niteliğiyle olsun, ortaya çıktıktan sonraki meşrulaştırma savunma yönüyle olsun, en önemlisi, OKHK içindeki uzantıları üzerinden bütün bir Konferans sürecini kendi kafalarına göre biçimlendirme yönleriyle… hiçbirine benzemiyor, diğerlerinden ayrılıyor. Benim açımdansa İMT kararının elbirliğiyle bozulmasından bu yana süren bir sistematiğin, yani malumun ilanı oldu.
Bu çete yeni işbaşında değildi. Başından beri; delegelere belgelerin açılmasında ısrar, sürecin alabildiğine kolektivize edilmesi, bunların yaptığı gibi kirli ilişkiler biçiminde değil delegelerin açık açık kendi aralarında tartışma hakkı olması gerektiğini savunduk, burada bir duruşun sahibi olduk. Ülke ve yd’de de toplantılar görüş ve yaklaşımlarımızı açık açık dile getirebilmek için ilk toplantının yd’de olmasını savunduk. Zamanında bunları önerdik diye legalizm çarpı legalizm saldırılarına hedef olduk ve bize o zamanlar en hayasız iftiralarla saldıranlar, kendi aralarındaki işbölümü gereği komisyonlara dağılmaktan tutalım da semtlerdeki ayaklı taşıyıcılara kadar uzanabildikleri her yerde en ahlaksız yöntemlere başvurmaktan çekinmediler!
Sorun başından beri ve hala demagojisi yapıldığı gibi ”geri bir eksenle” siyaseten savaşmak ise diledikleri kadar bireysel görüş sunsalardı. Siyaseten toplu savaşmaksa bu örgütün iradesi komisyonlar kurdu. Açıktan belirtip toplu görüş sunsaydınız. Belli ki aranızdaki işbölümüne uygun olarak herbiriniz o komisyonların her birine üye oldunuz ama bugüne kadar işçi komisyonu dışında bir tek komisyon bile üstlendiği konuyla ilgili tek bir metin taslağı sunmadı! Şimdi çıktı işte ortaya o komisyonlara neden doluştuğunuz. Komisyonlar kafakol ve kulis faaliyetleriniz için birer kılıfmış! Ötesini gizli kapaklı işlerinizle hallediyormuşsunuz! Nasıl hesaplar, nasıl kirli planlar içinde olduğunuz bizim için başından beri açıktı. İfşa oldu sadece. O anlamda da bugüne kadar olan ”masum değiliz hiçbirimiz” kapsamına alınmayacak organize planlı bir davranış biçimi ile karşı karşıyayız.
Gizli saklı yöntemlerle bir araya gelip ortak kararlar alarak bireysel görüş gibi sunma ikiyüzlülüğüne neden gerek duydunuz!
Madem bu kadar proleter yöntemlerdi, madem bu kadar meşruydu herkes şüpheleniyor, defalarca soruluyor her defasında niye reddediyorsunuz? Meşru bir ilişki açık açık savunulur! Madem böyle ilişkilerin meşruluğuna inanıyordunuz OKHK’da olan uzantılarınız seçilir seçilmez neden bir dizi yasak kararı aldılar? Kendinize gelince hizip özgürlüğü bile bir hak, başkalarına gelince ‘kimse kimse ile görüşemez, kırmızı çizgiler’!..’ İşte sizin “demokrasi” anlayışınız da, örgüt anlayışınız da, ideolojik mücadele anlayışınız da bu!
Hala da görüş alışverişi-yazı eleştirisi diye yutturmaya kalkmıyor musunuz, işte orada durun bir! Şu suç belgeleri içindeki hastalıklı ruh haline bakın bir! Hizip kurma özgürlüğü dahil kendinizi herkesin ve her şeyin üzerinde görüyorsunuz. “Evet, biz örgütün tanrılarıyız” diye birbirlerine iltifatlar, pohpohlamalar yağdıra yağdıra buna öyle inanmışsınız ki, ne olursa olsun tanrılar katını kendinize tahsis etmişsiniz. Ondan sonra da kolektivizm, örgüt ruhu diye ciltler dolusu kitap yazın isterseniz, siz gerçekte buydunuz/busunuz!
Son vak’aya bakarak ise; öncelikle hepimize ”günaydın” diyeceğim yoldaşlar. Ben buralardan onların nerelerde toplantı yaptıklarını, sadece toplantılar ile sınırlı kalmayıp altlara doğru hangi yöntemlerle, kimleri kullanarak nerede karargah kurup saçaklandıklarına varıncaya kadar duydum, siz daha yakında olanlar olarak çok daha fazlasına hakim olabilirdiniz.
Devlet onların ne dolaplar çevirdiğini hepimizden iyi biliyor bence. Kaygım o ki; yazılılar dışında da meleklervari görüntülü sesli halleri de bir vesile ile önümüze atılırsa hiç şaşırmam. Pisliğini temizlemeyi bile akıl etmeyen, ortalık yerde kendi evinde bırakacak kadar kendinden geçen birisinin, polis ya da teknik yöntemler burnunun ucuna dayansa mertek sanacak kadar bu işlerden anlamaz Can gibiler çevirdikleri dolaplarda daha neler yaptı, Konferansın güvenliğini ne hallere düşürdü kim bilir.
Sırf bu yönden dahi komünist uyanıklığın bu denli körelmesine müthiş öfkelendim. Başkalarına en büyük darbelerin buralardan geldiğini bilmeyenimiz yoktur. Şüphelenmeyen kalmamış, fakat zaten bir dizi trafik, bir dizi açığa eklenen kirli ilişkiler trafiği ile Konferansın güvenliğini ne hallere getirdikleri düşünülüp harekete geçilmiyor.
Bu kadar mı yalan söylemekte ustalaştılar ki, ”abartıyor muyum’‘ diye kendinizden şüphelenecek kadar inandınız. Bence değil! Yaratılan bu kadar karmaşada, her gün bir yenisi patlayan şeylere koşuşturmaktan bıktınız, yoruldunuz, biraz bilerek ”inanmak”, es geçmek bu. Zaten onlar da bunu anladıkları için açık açık oynamaya başlamışlar artık!
Çevrenin çevresi bir arkadaşla karşılaştık. Görüşme konuşma talebini iletti. Bu kişi dahi örgütün çoktan yarıldığını, bunların artık kendi denetimlerinden de çıkan bir tarzda Konferansı yaydıklarını, örgütlendiklerini biliyor (Kendi denetimlerinden de çıktı büyük ihtimalle. Yaydıkları kişiler ekleme çıkarmalarla başkalarına doğru yaydı, onlarda kendi eklemeleri çıkarmaları ile başkalarına).
Kendisine ”bulunduğun alanı bize getir” teklifi ile gelinen bu arkadaşa gelen bir semtten antifaşist birisi. Kendi yorumuyla ”Bu insan çok cahil birisi, teyp gibi doldurulmuş bana yollanmış” diyor. Bu arkadaş semtine görüşmeye gelen bu vatandaşı yalnız dinlemek istememiş, başka bir erkek arkadaşı da çağırmış. ”Geçmiş hizip dönemini de bilirim fakat bu ondan da açık hizip faaliyeti” diyor. … semtinden gelen “antifaşist” onunla konuştuktan sonra daha başkalarına da uğrayacağını söyleyerek bu arkadaşın yanından ayrılmış.
Biz diye başlayıp Fuat, Fatma, Sabit, Can’ın reklamı ile girmiş. Bunlar tasfiyeciliğe karşı örgütü ileri taşıyacak kişilermiş. Aralarında düzenli koordinasyon olduğunu hem açıktan söylemiş, hem de bu anlama gelen tonlarca açık vermiş. Yakında dananın kuyruğu koparmış, arka arkaya deklarasyonlar yayınlayacaklarmış. Hatta o bunun yanına geldiği sırada Can ve takımı deklarasyon için …da bir yerde bir aradalarmış. Orası bunların üssü imiş, sürekli orada bir araya gelirlermiş.
Demokratik yolları zorlayacaklarmış ama olmazsa kopmaya da hazırlarmış.
Bu arada dikkat, kendi deyimiyle ”demokratik yollar tıkanırsa’‘ bürolara zorla el koymak dahil darbeci yöntemlere başvurmaya da hazırlanıyorlarmış. Bu adamın “biz” dediği kişiler; üstte saydığım isimlere ek olarak X2, XX, ve her ikisinin kadın arkadaşları.., ayrıca (…) gidilmiş, (…) gidilmiş, eskilerden (…) içinde örgüte düşmanlaşmış tiplerin de bulunduğu kişilerle Can görüşüyormuş (Bunlar da bizden yana demeye getirmiş). “… de bizden yana” diyorlarmış. …, …, …, …’dan da onlardan yana olanlar varmış. İ henüz ”nötrmüş”’ ama kendilerinden yanaymış. X14′te bunlardanmış ama değil gibi gözüküp bilgileri toplayıp bunlara taşıyormuş.
Arkadaş ”Yaptığınız doğru bir şey değil. Bana kadar iş gördüğün alanı bize getir diye geliyorsunuz. Bunun resmi mekanizmaları var. Ayrıca üstünde telefon, bilmem ne bulunurken her yerde bunlar konuşuyorsun” diye eleştirince aldığı yanıt ise ”Ne resmi mekanizması. Resmi mekanizma mı kaldı” olmuş.
Şimdi bilmem neredeki bir anti-fa yayınlayacakları deklarasyonlardan üslendikleri yerlere kadar biliyor, bunların ayaklı taşıyıcısı oluyorsa, örgüte düşmanlaşmış tiplerden şizofrenine varıncaya kadar kafakol hesapları yapılıyorsa, Fatma, hem suçlu hem güçlü edepsizliği ile ona buna çamur atmaya kalkışmadan önce indymedya’ya gerçekte kimlerin kaynaklık ettiğini, hangi kirli hesaplarla kimlere-nelere tenezzül edildiğini görmek için aynaya baksın!
TİKB’yi bu hale getiren tasfiyeciler diye hedefe çakılanlar ise; Bahar, X8, Tahsin ve X18. Bunlar bulundukları yerleri hiç haketmeyen geri tiplermiş. Anti propagandası yapılan bir başka kişi X16 ve bileşenler içerisinde olmayan yine o alandan iki yoldaş. (X16′in kariyerist diye anti-propagandası yapılıyormuş).
Sonuç olarak OKHK’dekiler hepimizin iradesini temsil yerine bir hizbin uzantısı haline gelip onların direktifleri ile hareket ederek suç işlemelerinin yanısıra, sırf şu trafikleri ile güvenliği tehlikeye attıkları için dahi final işlerinin içinde yer alamazlar. Yeni seçime de gerek yoktur, yeni gelenlerin de yapacakları final organizasyondan ötesi değildir. Onlardan sonra en çok oy alan iki kişi gelir. Finali örgütler. Bu çetenin geriye dönük bütün suçları da açığa çıkartılmalıdır.
Anti-faşistin anlattığı ”Biz” lerden altlara doğru da saçaklandılar bütün geriye dönük yaptıkları da araştırılmalıdır. Bunu sadece onlar ne yaptı etti açısından talep etmiyorum, bu adam ”alanını bize getir” diye görüştüğümüz çevre ilişkisinden sonra daha çok yerlere uğrayacağını söylüyorsa yayılma ile bağlantılı güvenlik boyutundan da araştırılmalıdır. (Anlatılanları burada yazı vs. lerimizi verdiğimiz bu işlerle ilgilenen yoldaşa ilettim).
Son yazdıklarında artık açık açık itiraf etmeye başladıkları gibi, baştan beri örgüt birliği, eksen tartışması, iradesi, güvenliği filan gibi derdi de olmayan umrunda da olmayan bu sorumsuz oportünist koalisyon sadece kendi aralarında ayrı bir hizip, ayrı bir örgüt olarak çalışmıyor. İpi çoktan kopardılar, kendileri gibi Zeus’lar dışında kalan ”geri fanilerin” çoğunluğu sağlayacağından korkarak altlara doğru da örgütlenmesine geçtiler bence (Leyla-Yusuf’ların sayısı şu, bizimki bu, sizin tavrınız önemli diye burjuva partilerin kongrelerini geçmiş oy hesaplarına kadar düşülmesi karşısında tiksindim, midem kalktı resmen. Bu kafa bunu bilir işte: Sayısal çoğunluk. Sağlamak için de her yolu mübah sayar).
Fatma’nın kirli ilişkilerini meşrulaştırmak için şunun üzerinde de telefon vardı, tatillere gidildi, şu da şunu yapmıştı, bu da bunu, ben de onu boşarım diye espri yapmıştı… arka arkaya saydığı şeylerde de aynı tiksintiyi yaşadım. Suç belgeleriniz yakalanınca mı aklınıza geldi bütün bunlar? Bunlar senin yaptığını kapatıyor mu?! Yeri gelince piyasaya sürmek üzere sinsi sinsi biriktireceğine bir örgüt adamı gibi zamanında tavır koysaydın. Zamanında delegelere açıklama yapsaydın! “Zamanı gelince” açıklamak üzere sinsi sinsi kafanda biriktireceğine, öğrenir öğrenmez/tanık olur olmaz gündemleştirseydin.
Ayrıca bu tür dedikoduların gündemimizle de, tartıştığımız konularla da ne ilgisi var? Bu nasıl bir “ideolojik-siyasi-ahlaki düzey”, bu nasıl bir politika anlayışı?
Eksenimizi çürütemeyince bu tür komplolara başvurdular çığırtkanlığı ortada olan gerçeği değiştiriyor mu?! Çürütülmez büyük görüşleriniz o taşlaştırarak kemikleştirerek keskinleştirerek koalisyon olarak yazdığınız kopuşçular kopamayışçılar, SD’ciler MDD’ciler, yönünü ileri sınıfa dönenler dönemeyenler, hangi yazıdan nereyi cımbızlarız diye şaşmış ”bunlar ara akımın temsilcisi” ispatı için belge toplama komediniz, yk’dan özel olarak seçtiğiniz yazılar fi zamanında kendi bütünlüğü içersinde söylenmiş commentler, bir dizi spekülasyon, kişilik çözümlemeleri rezaletleri, yd hakkında söylediğiniz bir dizi yalanın nesine yanıt verecek, nesinin arkasında sürüklenecektik?!
Kendi aranızda oportünist ittifak sonucu buharlaştırdığınız BD eksenini tartışmamak için kaydırdığınız çamur deryasında niye çamur güreşine tutuşacaktık?! Kendi adıma okumaya dahi zor tahammül ediyorum, aynı dille yanıt vermemek, aynı seviyeye düşmemek için zorluyorum kendimi.
Sonra kendi eksenine güvenen, kendinden emin kişiler sizin yönteminize niye ihtiyaç duysun?! Bu ilişki sistematiği kendi eksenine güvenen kişilerin yaptıklarına mı benziyor?! Geçin bir de bu böbürlenmeleri!
Önce aranızda yaptığınız oportünist ittifakla BD’nin eksenini buharlaştırdınız. Gelenekçiler-gelecekçiler, SD’ciler-MDD’ciler, proletarya ideolojisini savunanlar küçük burjuva ideolojisini savunanlar, kopuşçular-kopamayışçılar karmaşasını bütün tarihimize küfürler eşliğinde ortaya attınız. Yığdığınız bütün cüruf yığınlarından, kişilik çözümlemelerinden, son yazdıklarında artık iyiden iyiye uçan ve ”ya bu eksene gelirsiniz ya da..” diyerek aba altından sopa gösterecek kadar kendini kaybeden Fuat’ın kişisel resmi tarih yazımından yavaş yavaş arınarak eksenlerin tartışılmasına nihayet geçilmişti. Kurduğunuz kirli koalisyon ortaklığı, oy avcılığına çıkma, komisyonların tümüne dağılıp kulisçilik, son ortaya çıkan rezaletiniz kendine güvenenlerin yöntemleri mi?..
İyi de yoldaşlar bunlar yeni mi işbaşındalar?! Yaratılan o kadar karmaşada kabahatin çoğu delege yoldaşlar olarak hepimizde demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu da bizlerde. Onların cazgırlıkları, tehditleri, belden aşağı vuruşları karşısında güçlü bir tepki ortaya çıkmadı, bu kirli yöntem sahipleri cesaretlendiler. Giderek artık açık oynamaya başladılar! TİKB’nin tarihine postmodern cepheden savaş açan oportünist sorumsuz ittifakın uzun süredir birlik, tartışma diye bir dertlerinin kalmadığını, bütün enerjilerini bizleri ve örgütü tasfiye etmeye harcadıklarını biliyorduk. Yeni başlayan bir süreç değil. Umurlarında da değil bu sağcı oportünist koalisyonun.Yoksa aklı başında hiçbir insan örgütün şu halinde bir de parçalanması için bu kadar yırtınmaz! Ömrü boyunca göstermediği kadar yüksek performansı buna harcamaz!
Örgüt yarılmış, yerlerde sürünmüş bilmem ne olmuş umurlarında mı bu sorumsuzların? Onlar bir zamanlar ”Türkiyenin ne yapmalısını yazmadan neyin pratiğini yapacağız” diyenlerin yeni versiyonudurlar. Çete kurmasalardı da, hizipçi yöntemlere tenezzül etmeselerdi de bunların “Yazalım, çizelim, çözümleyelim, tartışalım… planlı bir tarzda her birimiz bir ‘teorik’ alana’ yönelelim”den başka bir ufukları yok! Bundan ilerisini yiyecek göz de yok! 4 yıl bitti BD yazıyor, 14 hatta 24 yılda program yazar bunlar. Şimdilik bizlere saldırarak birbirlerine sarılabiliyorlar. Yarın o da kalmayınca oportünist koalisyonları da çatlar, birbirlerini yemekle uğraşırlar (Sadece örgüte karşı çete değil bunlar, birbirlerine de dürüst olmayan kendi aralarında da iki ayrı çete. Can, X2, XX sair efradı ile toplanıyor, asıl görüşlerini onlarla oluşturuyor, J’yle birleştiriyor, Fatma Fuat’tan aldıklarını İ ile birleştiriyor sonra bir araya geliyorlar koalisyon moduna geçiliyor). Pratik işlere koşturma, sağa sola parçalanma da fanilerin işi! Fuat açıktan ilan ettiği gibi “Teoride bu büyük resim tamamlanmadan atılacak pratik ve örgütsel her adım boştur, nafiledir, başa sarmaya mahkumdur!” nasıl olsa…
Baştan beri çete iş başındaydı, baştan beri kirliydiler
Evet, bu tasfiyeciliğin başını Fuat çekmektedir. O işe eski MK’nın tasfiyesi ile başlamıştır. Fuat’ın “Kendi görevlerini tanımlayan, bunları merkeze koyan, en başta kendisi bunları gerçekleştirerek ve örgütü oraya doğru çekerek örgütleyen bir MK konumuna çıkılamamıştır. Bunu MK çalışmalarına dahil olduğum bir süre süren bir dönemi kısmen hariç tutarak söylüyorum. Bu, kısa bir dönemin ardından görüş ayrılıklarımızın her konuya doğru genişlemesi ve derinleşmesiyle, kendi cephemden bu MK’le olmayacağına, yürünemeyeceğine, bir gelişim ve sıçrama gerçeklestirilemeyeceğine kesin kararı vermemle bitmiştir.” Buna nasıl soyunduğunu itiraf ettiği satırları okurken acı acı güldüm.
Onun MK’nın görevlerinden ya da önderlikten anladığı “teori üretimi” ile sınırlıdır, teoriden anladığı da bütün örgütten kopuk bir yerlere kapanıp yazı yazmaktır. Bu teorisizm değil de nedir?! O oturacak yazacak, Can, Fatma gibileri de onun yaptıklarını ele alıp genişletecek, herkeste onun arkasına dizilecek!
Gerçekten de kendisinin katıldığı süreçteki MK toplantılarında ayrılıklar kendisinin örgütü ya da MK’yı ileri çekme isteminden mi kaynaklanmıştır?! Yoksa birçoğuna gönülsüz ve kafasında herhangi bir gündem olmadan geldiği toplantılarda sıkıştırılmaktan kurtulup ”TEORİ İNİNE” kaçmak için mi, o organı dağıtmak için elinden geleni yapmıştır?! O toplantılarda yanında Lenin ve Stalin de otursaydı o organı bozmak dağıtmak için elinden geleni yapardı bence. Hepsine tanık olmuş birisi olarak söylüyorum; birincisi o örgütlü çalışmaktan uzaktır ve yabancılaşmıştır. Kendini örgütün organın her şeyin üstünde gören takıntılarından kurtulamamakta, yeryüzüne inememektedir. Bunu ya bu eksene gelirsiniz ya da.. tehditleri ile karışık sırf şu son yazdıklarına bakarak, “Birbirimize dokunmayalım” oportünist hesapları olanlar dışındaki her yoldaş rahatlıkla görebilir.
İkincisi teorinin pratikleştirilmesi gibi uzaklaştığı şeylere zorlanmıştır. “Ortalıkta linç güruhları türemişken bu örgütün MK’sı bu konuyu bile tartışmayacaksa daha neyi tartışacak?” diye köpüren, sadece tartışma önermekle kalmayıp somut taktik bir politika olarak ‘Kardeşlik Müfrezeleri‘ önerisiyle gelen, sınıf sınıf derken sınıfa sistemli bir yönelim ve çabanın olmayışını sürekli sorgulayan, yetenekli kadroların bir an önce buraya kaydırılmasını sık sık gündemleştiren ve bunun bir parçası olarak EY (Emeğin Yumruğu-nba) politikasını öneren, gençliğin sorunlarından örgütsel sorunlara, Genç-Sen politikasından maddi soruna, memurlardan gazete ve dergiye, yd’çalışmasından enternasyonal faaliyetlere kadar her şeyle ilgilenen ”dar siyasal devrimci” MK çoğunluğundan, özellikle Yusuf yoldaştan yakasını zor kurtardı!.. (Bunların da hepsi MK toplantıları tutanaklarında kayıtlıdır!)
O organ başlarda kendisine de canlılık getirdi “Oldukça aydınlatıcı – doyurucu toplantılar” demeye, kendisi de genelge vs. hazırlayarak gelmeye, siteye yorum yazı filan atmaya başladı. Karşılıklı etkileşime açık birisi olsaydı -bakmayın böbürlenip durduğuna- iyice pörsümüş bu yanlarını diriltmek için kendisi için şanstı aslında.
Suni olarak körüklediği “görüş ayrılıkları” da ne zaman “derinleşmeye” başlamıştır? Başlarda toplantılardan sonra kararlar çıkmaya (başlamış), zımni bir uyumla giden MK toplantılarında ne zamanki o güne kadar sürekli olarak ön planda tutulan ikna için sonuna kadar tartışmadan gına gelmiş, her şeyin sündürülmesine-çürütülmesine izin verilmeyeceği “karar çıkarırız azınlık çoğunluğa uyar, sen de istersen şerhini düşersin, hayat senin sündürmelerini beklemiyor” iradesini görmüştür, işte panik o zaman başlamıştır. “Siz yanlış çoğunluksunuz” diyebilecek kadar ileri giden tavırlara o zaman girmeye başlamıştır (MK toplantı tutanaklarından).
Fuat eski MK’yı bile isteye işlemez hale getirdi. Çoğunluk kararına uymamak için bozamadığı kararlarda bu kez eski MÖK üyelerini el altından devreye soktu, onlarla birlikte bozdu. İMT kararı bunlardan birisidir. Başlarda “gelip de ne katacaklar” vs. diye delege yoldaşları küçümseyen itirazları dışında bir itirazı yoktu. Belki İMT kararını doğru bulmayan delege yoldaşlar da vardı. Fakat her birine ayrı bir İMT masalı anlatılarak iyice tepkileri körüklenen yoldaşlarla kararın bozulmasında yine bu çete iş başındaydı. Fuat başlarındaydı.
Bu tasfiyecilerin kendilerinin ciğerlerini bilen örgütün önüne çıkacak halleri yoktu. Normalde kendi entelektüalizm kıstaslarına uymayan ancak bu işlerde kullandıkları İ ve J’yi sürdüler öne. Onları pratikleştirilmesinde kullandılar, suç belgelerinin açığa çıkardığı gibi hala da kullanmaya devam ediyorlar. Yine Fuat, yine paralel hatlarında Fatma işbaşındaydı. İ’ye de “İMT’nin ruhu- felsefesi değişmiştir, ben bunu chatten anladım” diye yalan söylettirdiler. Fuat, Fatma aracılığıyla kotardı o işi. Önce el altından bu çeteyi harekete geçirdi, tam düğmeye basılmışken İMT için yola çıkılacakken gelip MK toplantısında “Orada da burada da toplantılara karşıyım” diye bütün önceki söylediklerini geri alıverdi.
Bu çete yeni mi iş başında yoldaşlar! Bir yandan “grup olarak hareket ediyorlar” “çevrecidirler” “istifa etmelidirler” “koltuğuna yapışmış bürokrat MK çoğunluğu” yaygaralarında Fuat da aynaya bakıp kendini yazıyordu. Kelimesi kelimesine tekrarladıkları aynı şeyleri hangi paralel hatlardan, nasıl oluşturdular?! İşin başında yine Fuat vardı, aracısı da Fatma’ydı.
Sonra Okhk’nin altını oydu, onu da tasfiye ettiler. Yine Fuat işbaşındadır, yine bu çeteye kumanda etmektedir. OKHK’yı tasfiye etti.
Daha sonra da bu örgütü yardı. Kırmızı Pazartesi filmi gibiyiz, herkesin önünde cinayet işleniyor, herkes biliyor, fakat öyle bir sağlıksızlık kamplaşma yaratıldı, tartışma ortamı öyle dinamitlendi ki, BD’yi kabul edenler etmeyenler, ileri sınıfa yüzünü dönenler-dönmeyenler proletaryanın temsilcisi küçük burjuvazinin temsilcisi diye örgütte bir yarılma yarattılar ki bir arada olmanın, sağlıklı tartışmanın kökünü dinamitlediler.
Başından beri kirli yöntemlerle dövüştüler. Eski hizipçileri aratmayan belden aşağı vuruşlarla yollarını açmaya çalıştılar. Bunlarla zaten yorgun girilmiş bir süreçte bezginlik yaratmaya, öte yandan Fuat’ın son yazdıklarında olduğu gibi “ya bu eksene gelirsiniz ya da..” diye kendince aba altından sopa göstermeye çalıştılar. Hiçbir yoldaş bu ucuz “cazgırlıklara” teslim olmamalı, eskisinden daha fazla enerji ile sürecin aktif bileşeni olmalıydı!
Bütün bu süreç boyunca yıllarca susan, konuşması gereken konularda dahi ağzını açmayan, fakat özellikle son bir yıldır birçok yoldaş hakkında küçük burjuva dürüstlüğe dahi sığmayacak yöntemlerle çamur atan, şaibe yaratmak için elinden geleni yapan Fatma -ve bu “bulanık” ortamda kendimi yeniden pazarlayabilir miyim’ peşinde koşan Sabit gibileri- ucu kendilerine birazcık dokunan bir gelişme oldu mu “siyaseten konuşmak gerekir”i hatırlar oldular.
Bunlar, lime lime edilen yoldaşlara ve buna tepki gösterenlere bir de pişkince kızıyorlar! Bu rezaletlere bir de sessiz kalacaktık öyle mi?! Sanki Okan toplantıda yapılıp edilen o kadar linç tavrı yokmuş da durup dururken ”bunların ortaya çıkaracağı yeni buysa” demiş gibi. J’nin yorumuna göre ”Bu tutuculuktur”. Sanki X9 durduk yerde patlamış, hakkında “cezaevine girmeye korkuyorlar” iftirası atılan yoldaşlardan biri olarak tepki göstermemiş de, “bitmiş” aşağılanmalarına maruz kalmamış da cezaevlerinde ve poliste direnmeyi birileri gibi sermaye olarak kullanmaya kalkışmış gibi Fatma bir de onun haklı tepkisini çürütmeye soyunuyor.
Başka bir rezaleti de yeni yazılardan öğreniyoruz. Sırf Yusuf tarafından aday gösterildiği için tam da hizipçilerin başvurdukları yöntemlerden birine başvurularak geçmişi bir yoldaşın karşısına dikiliyor, o yoldaş da, “poliste çözüldü” propagandasıyla linç edilmeye kalkışılıyor! (Bu yoldaşı önce eski MÖK üyeleri, daha sonra buralara geldiğinde de Fuat öve öve yere göğe sığdıramadılar. O zaman MÖK’tekilerin bile yanaşmadıkları bodruma geçmeye yakın durduğunu, nasıl becerikli bir örgütcü olduğunu, Fuat’ın yurtdışına çıkışı öncesi geri çekilme kesitlerinde tek başına nasıl olanaklar yarattığını anlatıp durdular. Onun belli yetenek ve becerilerini bilmez değiliz. Fakat çok daha ilerden kendini aşmış olarak çıktığı yargısını eski MÖK üyeleri ve Fuat’ın kendisi oluşturdu kafamızda).
Tıpkı bir yandan “eksen eksen” derken her yazılana bir iki de iri spekülasyon sokuşturulması gibi. Bir de bu rezalet tavırlar bizim eskimizmiş gibi uydurulan eskiye mal etme ve ondan kopulamadığı için olmuş-bitmiş özrü kabahatinden büyük “özeleştiri”. BU BİZİM ESKİMİZ DEĞİL, GELECEĞİMİZDE DE OLMAYACAK! Bu yöntemleri bir tek hizipçilerde gördük, onların da nerelerde oldukları malum. “Öz değişmeden biçim değişmez, doğal olarak onu yeniden üretir” “sistem sorunudur”ların arkasına saklandılar. Biçimleri özlerini yansıtmaktadır. Oportünist sağcı tasfiyeci özden böyle biçimler çıkar.
Yaşasın TİKB
Çiçek, 8 Eylül.09 (İlk atılma tarihi 30 Ağust.09)
*****
GENEL TABLO/ 17 Eylül 2009
Tüm Delege Yoldaşlara;
Daha önce Tahsin ve Hejar olarak kaleme aldığımız kısa metinde ortaya çıkan 2 belgeyi OKHK içinden J ve İ ile Fuat, Fatma ve Can yoldaşlar arasında hizipçi bir ilişki olduğunun kanıtı olarak gördüğümüzü belirtmiştik. Bu görüşümüzü, Tahsin ve Hejar imzasıyla kaleme aldığımız bir metin, belgeleri bize getiren Bahar’ın ön yazısı ve açık olan 2 belgeyle birlikte tüm delegasyona açmıştık.
Tahsin ve Hejar imzalı metinde, çıkan belgelerde yer alan çeşitli bilgiler (toplantı, işbölümü, delegelerle nasıl bir ilişki kurulması gerektiğine dair telkinler…) ve başka gözlemlere dayanarak bir soruşturma yürütülmesi ve bu hizipçi faaliyetin boyutlarının ortaya çıkarılması gerektiğini belirtmiştik.
Yanı sıra ortaya çıkan durum karşısında bu ilişki içinde bulunan OKHK’nın 2 üyesinin görev ve sorumluluklarının dondurulduğunu, Tahsin ve Hejar olarak delege iradesi belli oluncaya kadar bu 2 üyeyi tanımadığımızı belirtmiştik. Bunu kendileri ile yaptığımız konuşmada da belirtmiş ve bundan sonra ne olacağına delegelerin karar vereceğini söylemiştik.
Bizim, OKHK’nın diğer iki üyesinin (İ ve J) görevlerini dondurmamız ve hizip faaliyeti içerisinde olduklarını düşündüğümüz Fuat, J, Fatma, İ ve Can hakkındaki soruşturma talebimiz delegelere taşındı. Yapılan çevrim sonucu neredeyse tüm delegeler görüşlerini yazılı olarak belirtmiş oldular.
OKHK’nın iki üyesi Tahsin ve Hejar imzası ile tüm delegelere taşıdığımız metinde soruşturma kapsamına alınması gereken konuları şu 6 maddede ifade etmiştik:
“Bizce tek başına bu belgeler, bu yoldaşların hizipçi ilişki-faaliyet içerisinde olduklarının açık kanıtıdır. Fakat buna rağmen bu sürecin bütün boyutları ile açığa çıkarılması için bir soruşturma konusu yapılması gerektiğine inanıyoruz. Bu çerçevede;
1- Bu yoldaşların toplantı yaptıklarından şüphelendiğimiz 2 evin sahipleri ile soruşturma kapsamında görüşmeler yapılmalıdır,
2- Bu yoldaşlar açılmayan diğer belgelerin passwordunu delegelere vermelidir,
3- Fatma yoldaş ile aynı evi paylaşan Bahar yoldaş, onun belirli periyotlarla şehir dışına çıktığını ve birçok kere il içinde de nerede olduğu bilinmeyen 2-3 günlük çekilmeler yaptığını söylemektedir. Bu çıkışlardan OKHK’nın ve özelde de onunla resmi ilişkisi olan Tahsin yoldaşın bilgisi yoktur. (sadece biri bilgimiz dahilindedir.) Fatma yoldaş yazılarını evde okuyup yazdığına göre, bu çekilmeler okuma yazma amaçlı çekilmeler de değildir. Bu açıdan da bu yoldaşın hangi nedenlerle, nerelere gittiğini de açıklaması gerekmektedir.
4- İstifa eden OKHK üyesi ile bu çerçevede tekrar görüşülmesi gerekliliği doğmuştur. Bu o yoldaş hakkında herhangi bir şaibe olduğundan değil, tersine o yoldaşın istifa nedeninin de bu olayla bağlantılı olduğu ve bu konuda delegasyona açık davranmadığı düşüncesi ile dile getirdiğimiz bir şeydir,
5- Fatma yoldaş bundan birkaç hafta önce Kent Yoksulları’na dair eleştiri yazan komite üyeleri ile görüşmek istemiştir. Görüşme talebini onların yazılarına ilişkin konuşmak istediği ile gerekçelendirmiştir. O görüşmeye katılan Tahsin yoldaşın ve yine görüşmeye katılan X18 yoldaşların OKHK’ya anlatımlarından bu görüşmede kent yoksullarına ilişkin tek bir satır etmediği anlaşılmaktadır. Tek bir satır etmediği gibi, karşısındakileri kimi yoldaşların görüşlerine karşı açık bir şekilde manipüle edecek tarz ve içerikte konuşmalar yaptığı her iki yoldaş tarafından anlatılmıştır. (Fatma’nın İ’ye yazdığı anlaşılan notta da bu görüşmelerin yarattığı sonuçlara ilişkin kendi aralarında değerlendirmeler yaptıkları anlaşılıyor.) Fatma yoldaş bu görüşmeleri hangi mantıkla ve hangi hakla yaptığını tüm delegelere açıklamalıdır. Çünkü ekteki notta yer alan kimi bilgiler bu durumunda tek başına Fatma yoldaşın yaptığı bir şey olarak değil, bu hizipçi oluşumun kendi içinde yaptığı işbölümünün bir sonucu olduğunu düşündürtmektedir.
6- Aynı notta sözü edilen “Fuat’ın notları” delegasyona açıklanmalıdır.”
Gelinen noktada hemen tüm delegeler bu metnin içeriğine dair görüşlerini belirtmiş durumdadır. Şu anda metni görüp de görüşlerini belirtmemiş olan 3 delege kalmıştır. Fakat oylamaya sunulan 2 madde hakkında çoğunluk eğilimi ortaya çıktığı ve bu 3 yoldaş da aradan geçen süreye rağmen sessizliklerini sürdürdükleri için sürecin tanımlı hale gelmesi zorunluluğundan hareket ederek bu metni kaleme almak durumunda kaldık. Çünkü görüş belirtmeyen 3 yoldaş olmasına rağmen çoğunluk eğilimi netleşmiş durumdadır. Fakat bu 3 yoldaşın görüşleri de önemlidir. Onların da hızla görüş belirtmelerini bekliyoruz.
Bu durumda bu çoğunluk iradesinin tüm delegasyon tarafından benimsenmesi, içinde bulunduğumuz olağanüstü koşullarda herkes açısından bağlayıcıdır. Bunun dışında hareket eden herbir delege bu iradeye karşı suç işlemiş olur ve tüm delegasyona hesap vermek durumunda kalır.
Delegasyonun görüşüne sunulan 2 konuda ortaya çıkan sonuçları aşağıda kısaca özetliyoruz.
Bunlardan;
1- OKHK’nın 2 üyesi olan İ ve J’nin bu konum ve yetkilerinin devam edip etmemesi konusundaki yaklaşımlar;
X17, X16, Sabit, X15, N, Yusuf (şartlı olarak), Fuat, Fatma, Can, J, İ devam etmeleri yönünde görüş belirtmiştir. Yani 11 kişi görüşlerini “devam” yönünde belirtmiştir.
X12, X1, Zeki, Tahsin, Hejar, Bahar, X7, X8, X14, X18, X10, X11, X9, Leyla, Okan, Çiçek yani 16 kişi “devam etmemelidirler” yönünde görüş belirtmiştir.
2- Ortaya çıkan durumla ilgili 5 delege hakkında soruşturma yapılıp yapılmayacağı konusundaki delege yaklaşımları;
Soruşturma olmasın diyenler: X17, X16, Sabit, X15, N, Fuat, Fatma, Can, J, İ. Yani 10 kişi “soruşturma olmasın” demiştir.
Soruşturma olsun diyenler: X12, X1, Zeki, Tahsin, Hejar, Bahar, X7, X8, X14, X18, X10, X11, X9, Leyla, Okan, Yusuf, Çiçek yani 17 kişi “soruşturma yürütülsün” demiştir.
Bu durumda delege çoğunluğunun kararı ile OKHK’nın 2 üyesi İ ve J’nin bundan sonra OKHK kapsamında hiçbir yetkisi ve sorumluluğu olmadığı delege çoğunluğunun iradesi ile netleşmiştir.
Soruşturmanın yürütülmesi de öyle…
Soruşturma kapsamına giren konulardaki tüm gelişmeler delegasyona açıklanacaktır. Ayrıca soruşturmanın daha sağlıklı yürümesi açısından bir komisyon oluşturmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle de X16 ve en büyük teyzenin Tahsin ve Hejar’la bir ekip oluşturmasını öneriyoruz. Fakat bu önerimiz sürecin uzamasına neden olmamalı. Bu açıdan da komisyonun kurulması günlerce beklenmeyecek, soruşturma hızla başlayacaktır.
Tüm delegelerin de bu sürecin takipçisi olmaları gerektiğini belirtiyoruz. Soruşturmanın içeriği yukarıya aldığımız 6 maddeyi kapsamaktadır ve bu çerçevede yürütülecektir.
Yoldaşlar,
Bu saatten sonra asli gündemimiz ve pratiğimiz finale odaklanmak olmalıdır. Tüm delegeler olarak varolan güvenlik boşluklarını da hesaba katan, son derece titiz bir çaba içerisine girmemiz bir zorunluluktur. Hepimiz bu sorumlulukla hareket edip, bu süreci olması gerektiği biçimde sonuçlandırmalıyız.
Bu bağlamda, artık finale gidiş hazırlıkları başlamıştır. Finalin nasıl bir bileşimle örgütleneceği konusunda net bir tutum çıkmamıştır. 3 ayrı tutum vardır. Bunlardan birisi eski OKHK tarafından örgütlenmesi tutumudur. Gelen eğilimlerde bu konuda bir çoğunluk iradesi çıkmamıştır. 2. eğilim, en çok oy alan delegelerden 2’si ve gençlikten yoldaşın olacağı bir birimin oluşması ve finalin bu birimce örgütlenmesidir. 3. eğilim ise Hejar ve Tahsin′in görevlendireceği yoldaşlarla birlikte örgütlemesidir.
Bu durumda süreci daha fazla uzatıp, riske sokmamak için bizce doğru olan tutum görevlendirilecek yoldaşlarla birlikte hızla sonuca gitmek olacaktır. Bu konuda itirazı olan yoldaşlar bunu hızla belirtmelidir. Aksi taktirde biz final örgütlenmesini başlatıyoruz, başlatacağız.
Tahsin- Hejar
17 Eylül 2009
Dipnot: Görüş belirtmeyen yoldaşlardan X4 yoldaş gelişmelerle ilgili tavrını delegelikten ve üyelikten istifa ederek koyduğunu açıkladı. Yoldaş tavrını;
“Tüm delegasyona,
Gelinen aşamada olan bitene karşı ancak haklarımdan vazgeçecek şekilde bir tepki gösterebileceğimi düşünerek delegelikten ve üyelikten istifa ediyorum. Süreç konusundaki gelişmelerin takipçisi olmak istiyorum. Bu nedenle yazıların tarafıma verilmesini talep ederim.
X4, 10.9.’09” cümleleri ile ifade etmiştir.
***
1 gün önce (17 Eylül) X5 ve K imzasıyla dolaşıma soktuğumuz “sonuçlar” imzalı metinden sonra elimize X1 yoldaşın yazısı geçti. Yoldaş yazısında önceki görüşünü, J ve İ okhk daki görev ve sorumluluklarının devam etmesi yönünde değiştirdiğini ifade ediyor. Bu durumda;
“1-OKHK’ nın 2 üyesi olan İ ve J’in bu konum ve yetkilerinin devam edip-etmemesi konusundaki yaklaşımlar” başlığı altında topladığımız “devam etmeliler” diyen delege sayısı 12′ye çıkarken, “etmemelidir” diyenlerin sayısı ise 15′e düşüyor. Bu tablo henüz görüş belirtmemiş olan 3 yoldaşın (Heval, Bulut ve en büyük Teyze) hızla görüş belirtmesini zaruri hale getiriyor. Çünkü bu yoldaşların söyleyeceklerinin oylamadaki durumu farklılaştırabilme olasılığı doğmuş oluyor.
Bu açıdan da “J ve İ’ın OKHK daki görev ve sorumluluklarının devam edip-etmemesi” konusunda dün net olarak belirttiğimiz “çoğunluk eğilimi etmemeleri yönündedir” belirlememizi şimdilik geri çekiyoruz. Bu konunun netleşmesi için henüz söz söylememiş 3 yoldaştan en az 1′inin görüş belirtmesini beklemenin daha doğru olacağını belirtiyoruz. Bu yoldaşlar konu ile ilgili sözlerini hızla söylemelidirler.
Fakat soruşturma konusu dünkü metinde de belirttiğimiz gibi nettir. 17 kişi soruşturma yapılsın, 10 kişi de yapılmasın demektedir. Yani soruşturma ile ilgili bu net duruma göre davranılması gerektiği ortadadır.
Not: Dünkü “sonuçlar” isimli belgeye imza ve tarih koymayı unutmuşuz. (tarih: 17 Eylül olarak kaydedilmelidir.)
Tahsin-Hejar 18. 09.2009
****
Fuat/19 Eylül 2019
Bu yazımın hiç bir gerekçeyle geciktirilmeden delege yoldaşlara dağıtılmasını istiyorum. Keza dün “Hejar yoldaşa sorular” başlıklı bir yazı sunmuştum. Onun da. Selamlar 19. Eylül. 2009 Fuat.
Delege yoldaşlara,
Amerikan burjuva hukukunda bir kural vardır. Yasal olmayan yollardan, kirli yöntemlerle toplanan deliller tespit edildiğinde dava düşer. Bazı durumlarda sanığın suçlu olduğuna dair kuvvetli belirtiler olmasına karşın eğer deliller yasal yöntemlerle toplanmamışsa yargıç sanığın beraatine karar verir ve o yargılama sonlandırılır. Buna ilişkin ve konuyu en uç durumlardan alan onlarca film vardır. Burada tekil olayların ve durumların ötesinde hukuğun ve demokrasinin gelişimi, burjuva birey hak ve özgürlüklerinin korunması açısından ilkesel bir tavır alış söz konusudur ve kararı da bu belirler. O olayda sanık olan kişi, kişilerle ilgili olarak suçlu olduklarına dair çok kuvvetli kanaat olsa dahi olaya tekil durum içerisinden bakılmaz. Hukuğun ilkeleri, demokrasi ve birey hak ve özgürlükleri açısından bakılır. Bunlar doğru ya da doğru sanılan nedenlerle dahi bir kez çiğnenmeye başlandığında hukuk ikelerinin çiğneneceği, birey hak ve özgürlüklerinin çiğneneceği, demokrasinin yara alacağı, bu yolun meşru hale geleceği düşünülür. Bundan dolayı, ilke tutumuyla sanığın beraatine karar verilir ve dava düşürülür.
İşte çürümüş revizyonist partilerde, içteki ve dıştaki tarihsel sıkışmaların da basıncıyla sosyalizm döneminden-Moskova yargılamaları- de başlamış olarak burjuva hukukunun, burjuva demokrasinin bu kuralı hiçe sayılmış, revizyonizm döneminde en berbat polisiye yöntemler, idari yöntemler tasfiyenin yolu olarak kullanılmıştır. Lenin, parti içi görüş ayrılıkları reelleştiğinde ideolojik-teorik ve siyasal olarak tartışmış, bunun gölgelenmesine izin vermemiştir. Stalin, Lenin’in derinliğinde olmamakla birlikte evet dar ama bir eksen üzerinden tartışmış, rakiplerini o şekilde mahkum etmiştir. Gerek sosyalizmin iç inşasındaki sorunlar, gerekse ki -daha çok ta- bu bir dünya savaşına, sosyalizm için de varlık yokluk savaşına doğru giden konjonktür, demokrasi sorununda da hukuk sorununda da hatalar yapılmasına yol açtı. Partinin revizyonistleşmesi ve diğer komünist partilerin revizyonistleşmesiyle birlikte, değişen toplumsal koşullara devrimci yönde karşılık üretilmeyince, parti yönetimleri bürokratikleşince parti iç yaşamında ve toplumda sorun çözme yöntemi, bastırma tasfiye oldu. Polisiye yöntemler, idari yöntemler öne geçti, o filmlerde seyrettiğimiz iğrenç tablolar ortaya çıktı. Öyle ki klasik burjuva demokrasilerinin dahi çok gerisine düşen bir nebze özgürlüğün olmadığı, korku toplumları yaratıldı.
Dünya burjuvazisi bunu tepe tepe kullandı. Burjuva birey hak ve özgürlüklerinin, bujuva demokrasisinin propagandası için kullandı. Yerle bir edilmesi gereken burjuva demokrasisi, bir avuç azınlığın sınıf diktatörlüğü, burjuvazinin sosyalizm karşısında en önemli silahı haline geldi. (BU SİLAHI ONLARA BİZ VERDİK. ŞİMDİ TARİH SAHNESİNE SOSYALİST DEMOKRASİYLE, KONSEY DEMOKRASİSİYLE ÇIKACAĞIZ VE ONU YERLE BİR EDECEĞİZ. )
Sunduğum değerlendirmelerin ücüncü bölümünde tüzüksel işleyiş yönünden yaptığımız hataları -son dönemde gündeme gelmiş olduğu için Sabit yoldaş ile ilgili alınan kararı da örnek vererek – özeleştirel biçimde değerlendirdim. Üye hakları ile bağlantılandırarak burjuva hukukunda var “masumluk karinesi” ve “savunma hakkı”ndan söz ettim. Ki burjuva demokrasisinin dahi -ki burada sözünü ettiğim hukuğun tarihsel gelişimiyle ilgilidir ve evrensel hukuktur- bu yönden bizde içselleşmemiş olduğunu, onun dahi gerisinde kalındığını söyledim. OKHK ilk kurulduğunda da onları desteklerken almış oldukları yanlış kararlara işaret ettim, eleştirdim.
Son gelişen durum karşısında Tahsin ve Hejar yoldaşların sorunu ele alışları, yöntemleri, bulundukları organın sorumluluğuyla asla bağdaşmayacak biçimdedir. Onlar, son derece basit kişisel hesaplarla, hazmedememelerle düşkün bir tavrı ortaya koyan ve kendisini bitiren Bahar’la birlikte hareket ederek bu tavra ortak oldular. Bu noktadan itibaren onların tavrı, Bahar’ın yaptıklarıyla açıklanamaz. Diğer iki organ üyesini tasfiye eden keyfi bir karar aldılar; işleyişi bozarak aynı keyfilikle uygulamaya giriştiler. Doğacak infiali, ilkesiz çevrecikler üzerinden ittifak oluşturarak örgütlemeye giriştiler. Çürümüş revizyonist partilerin polisiye tarzının, idari yöntemlerinin uygulayıcıları olarak çıktılar ortaya. Burjuva demokrasisinin dahi gerisinde bir hukuk tanımazlıkla ve keyfiyetle, oldu bittiye getirmeye çalışarak sonuca gitmeye çalışıyorlar. Bir çok delege de bu tutuma destek veriyor, arkasında duruyor.
Siz Hejar ve Tahsin yoldaşlar, onların OKHK üyesi diğer iki yoldaşı tasfiye ve soruşturma açılması önerilerine destek veren delegeler, bu Örgütte iç demokrasiyi öldürüyorsunuz. Siz siyaseten tartışma ve siyaseten sonuçlandırma- birlik ya da ayrılık hangi biçimiyle olursa olsun-nın tek doğru yol olduğu bir durumda çürümüş revizyonist partilere özgü yöntemlerle, polisiye ve idari yöntemlerle sonuca gitmeye girişiyorsunuz. İçinizde iç demokrasinin yokluğuna, üye haklarının ihlaline karşı çıkmış olan yoldaşlar var. Bu karşı çıkışı, çevreci yöntemlerle, ö.sel işleyişi ihlal ederek yapmış olan bu yoldaşlar şimdi MK nın kendilerine “çoğunluk” diyen tüzük tahrifatçısı üyeleriyle bastırmacılık ve bürokratizmde kolkola girmiş karar çıkartmaya çalışıyorsunuz. Neyin kararını çıkartacaksınız, neyi bastıracaksınız? Bastırabilecek misiniz?
Bu örgütte tüzük ve iç demokrasi sorunu, işlemezliği evet en başta bizlerin sorumluluğudur. Ama bu sadece en üsttekilerin, bizlerin kültür ve davranışı değildir. Üstten aşağıya, alta doğru, her organda, her yoldaşta bu demokrasizlik kültürü, bu bastırmacı kültür vardır. Üstelik hot zotçu biçimlere bürünerek vardır. Bunun örnekleri MÖK te de vardır, OKHK nin daha ilk kararlarında vardır, örneğin bize yönelik çok doğru eleştirileri olan J yoldaşta da vardır. Tahsin, Hejar, Zeki, X18 (sizleri neden saydığımı biliyorsunuzdur, Zeki ve X18 yoldaşlar için söylüyorum) vardır. Şu Hejar ve Tahsin yoldaşların tutumlarına bakın! Karar alışlarına uygulamalarına bakın. Oldu bittiye getirme çabalarına bakın. Onbeş günde keyfiyetin, hukuksuzluğun, ben yaptım olduların on tane örneğini verdiniz. Bu kültürü, bu davranış biçimini, bu ilişki biçimini söküp atacağız. Canımızı yaka yaka bunları söküp atacağız. Değerlendirmemin üçüncü bölümünü dikkate okuyun. bütün bunların panzehiri oradadır. Başlangıcının temel adımları oradadır. Özeleştirel ve eleştireldir. Nasıl burjuva demokrasisinin karşısına dikileceksek, parti iç içleyiş, yaşam ve ilişkilerinde de yeni bir demokratik merkeziyetçilik, kolektivizm, örgütsel emeğin kolektif birliği ilkeleriyle kendi ilkel, demokrasi yoksunu olduğu gibi gelişkin bir merkeziyetçilikten de yoksun olan tarzımız ve zihniyetimizin karşısına da dikileceğiz.
Şimdiki durum için söyleyeceğim şudur. Eksenleşmiş görüş ayrılıklarımız vardır. Üç ayrı gruplaşma vardır. OKHK da da üç ayrı gruptan yoldaşlar vardır. Bir tartışma sürecinde ilerliyoruz, eksenler gruplaşmalar, henüz kimi konularda kesin görüş oluşturmamış yoldaşlar var. Bu durum içerisinde idari olarak ve tam bir hukuksuzluk ve keyfiyetle alınacak her karar, isterse çoğunluk oluşturularak alınsın bir, iç demokrasiyi öldürecektir, İki, bu sürecin siyaseten sonuçlandırılmasını fiilen ortadan kaldıracaktır. Kendi adıma ısrar ediyorsam, hala sizlere karşı sorumluluk duyduğum ve böyle bir kararın sadece sizlerin ismine değil örgütümüzün tarihine de bir leke olarak geçeceğini bildiğim içindir. Şunu da çok açık bir şekilde söyleyeyim, böyle bir kararla bizleri ne lekeleyebilir ne de mahkum edebilirsiniz. GÖRÜŞLERİMİZ BAYRAKLAŞACAK!
Hejar ve Tahsin yoldaşlara bir kez daha sesleniyorum. Onların önerilerine destek veren delege yoldaşlara bir kez daha sesleniyorum. Öneri ve görüşlerinizi, bunların altında yatan zihniyeti gözden geçirin ve GERİYE ALIN. BÖYLE BİR KARAR KEYFİYETİN VE HUKUKSUZLUĞUN, İÇ DEMOKRASİYİ ÇİĞNEMENİN, BÜROKRATİZMİN VE BASTIRMACILIĞIN KARARI OLACAKTIR. BÖYLE BİR KARAR, ÇÜRÜMÜŞ REVİZYONİST PARTİLERE ÖZGÜ İDARİ VE POLİSİYE YÖNTEMLERLE UYGULANAN TASFİYE ETMENİN KARARI OLACAKTIR. BÖYLE BİR KARAR, BU SÜRECİ SİYATEN SONUÇLANDIRMAYI ENGELLEMENİN VE ONDAN KORKANLARIN KARARI OLACAKTIR.
Fuat, 19.eylül. 2009
R yoldaş, senin Hejar ve Tahsin′in önerilerine olumlu görüş belirtmeyeceğini yoldaşlara söyledim. Böyle bir siyasal tasfiye kararına imzanı koymaktan imtina ettin. Bunun nedeni Bahar’ın o basit hesaplı ve düşkün tarzı değil. Siyasal faturasının olacağını çok iyi biliyorsun ve bunu kullanacağımızı düşündün. Kendini bunun dışında tuttun! Nasıl olsa kör tepkisellik ve iki grubun çevreci ilkesiz birliğiyle, kendilerini buna hasretmiş Hejar ve Tahsin yoldaşların körlemesine gidişiyle bir karar çıkıyordu. Tavrın bir örgüt adamı tavrı değil. En azından birlikte hareket ettiğin yoldaşlara karşı dahi sorumlulukla hareket eden bir tavır da değil. Her durumda ilk konuşmayı seven ve duramayan sen en son görüş bildirenlerden biri oldun!
HEJAR YOLDAŞA SORULAR
Oradaki iç örgütsel durum, ilişkiler, yaptığın görüşmeleri içeren bir bilgilendirme yazısını eski MK üyelerine yazdın mı? “Balıkçılarla” -bu senin söylemin- görüştüğünü, öncekinden farklı ve daha iyi olduklarını söyleyen bir bilgilendirme yazısı! “Balıkçılar”, “balıkçı” da değil senin söyleminle “Balıkçılar”, Tahsin yoldaş artı aynı görüşte olduğu diğer yoldaşlar. Senin söylemin üzerinden yorumlarsak Örgüt içindeki bir grupla görüşüyor ve onlarla ilgili değerlendirme yapıyor, buradaki eski MK üyelerine bilgi veriyorsun.
Peki senin ilişkin ve bunun adı ne? Bu yazdığın not , hangi kanaldan nasıl geliyor? Eski MK üyelerine ve YDK ki Okan yoldaşa nasıl ulaşıyor? Bu bilgilendirme yazın nasıl ortaya çıkıyor? Kuş taşa çarpıyor! Kimse Bahar’ın yaptığı düşkün tarzda derin kazı yapıp silinmiş dosyayı bilgisayardan çıkartmıyor. N yoldaşın yazısında var, Okan yoldaş diğer yazıları N yoldaşa verirken farkına varmadan senin göndermiş olduğun bu bilgi yazısını da vermiş. Bilgisayarın melanetleri işte! Flashtan flasha aktarma yaparken Okan yoldaş yanlışlıkla sizin iç çevrim yazınızı da koyuvermiş. N yoldaşın yazısında iki cümle olarak geçiyor. Diğer okuyan yoldaşlar, farketmemiş olabilirler ama sen farketmişsindir. N yoldaş Okan’a da söylemiş. Bana aktardığına göre hizipçilik yaptığınızı da söylemiş. Okan yoldaşda minareye kılıf giydirmeye çalışırken Ülkeden gelen birisiyle Çiçek’in yapmış olduğu bir konuşmadan söz edip bu notlaşmayı da onunla bağlantılandırarak açıklamaya çalışmış… Örtmeye çalışırken ifşa etmiş!
Üstte “sorular” diye başladım ama açıkcası senden açıklama beklemiyorum. Bundan dolayı senin OKHK dan alınmanı, ayrılmanı, istifa etmeni de istemiyorum. Doğruda görmüyorum. Tahsin yoldaşın hemen yollara düşüp önce …’ya, sonra …’e uçarcasına gitmesini delege olanlarla ve olmayanlarla konuşmasını da istemiyorum. Diğer iki OKHK üyesinin İ ve J yoldaşların sizin yaptığınızı yapmalarını, senin OKHK üyeliğini sonlandırıp bir soruşturma başlatılmasını da istemiyorum. Sen bir grubun içerisinde yer alıyorsun, Tahsin de bir başka grubun içerisinde yer alıyor. Bu bir olgudur. Bugünkü kaotik durumun olgusudur. İdeolojik-teorik, siyasal, örgütsel görüş ayrılıklarımız derindir, eksenleşmiştir, bunu bugün üst düzeyde bir örgütsel birlikle sonuçlandıramayabiliriz de. Belki bugün mümkün olmaz daha sonra da mümkün olabilir. Benim yönümden açık ve net olan şudur, bir eksen üzerinden konuşmak, eksen üzerinden tartışmak, sizin görüşlerinizi de bu şekilde mahkum etmek. Bunu hiç bir şey engelleyemez.
Görüşlerinizin Hiçbir geleceği yok. Yusuf yoldaşın Kuruçeşmeci parti görüşüyle son yazdıklarında biraz daha rasyonalize edip kabul edilir hale getirmeye çalıştığı “neofaşizm” görüşü yama tutmaz. Teorik açıdan derinleşmiş bir eklektizm, özeti bu! 5 yoldaşın görüşleri, ezilenci, yarı işçici, kendiliğindenci geri bir sınıf çalışması görüşü. Halkçı devrimcilikten ezilenci toplumsalcı devrimciliğe . Buna ilk yönelenlerden biri MLKP oldu, Halkevleri çevresi ise daha iyi sistematize etti. Görüşleriniz onların görüşleri. Bunların karşısında proletarya sosyalizmi! Net ve açıktır, gitgide daha güç kazanacak, kendi iç engellerimizi de yıka yıka ilerleyeceğiz.
Eğer bu çürümüş revizyonist parti yöntemlerini, polisiye tarzı, keyfiliği uygulama ısrarını sürdürürseniz bu görüşlerin önünü daha fazla açacaksınız. Israrım iki nedenle, bir sizlere karşı hala kendimi sorumlu olrak hissediyorum. İki, bu sürecin doğru biçimde, SİYASETEN sonuçlandırılması gerektiğini düşünüyorum.
Size bir kez daha söylüyorum. Çürümüş revizyonist partilerin polisiye yöntemlerle gerçekleştirdiği tasfiyeci tarzı bırakın. Bu tarz onları çökmekten kurtarmadı, sizi de çürütür. Bahar gerileme ve çürümesinin, basit hırslarının, düşkünleşmesinin hızıyla bataklığa gitti. O bataklıktan çıkışı da yok artık. Sen ve Tahsin onun düşkün görüşlerine ve bizi tasfiye önerilerine ortak oldunuz. Gerekçeleriniz gerekçe değil, kendinizi kandırmayın. Hangi yolda ilerlediğinizi, nereye gittiğinizi bir kez daha düşünün. Davranışlarınızın örgütsel sonuçlarını hesap edin. Bu sürecin doğru biçimde siyaseten sonuçlandırılmasını engellediniz. Bunu sürdürmeyin.
Daha önce belirttim, bir kez daha söylüyorum OKHK nın iki üyesinin İ ve J yoldaşların organdan çıkartılmasının önerilmesini, soruşturma açılmasını açık bir siyasal tasfiye olarak görüyorum. Bunu öneren OKHK üyesi iki yoldaş bu önerilerini geri çekmelidir. Bu öneriye destek veren delege yoldaşlar, bir kez daha neye destek verdiklerini düşünmeliler, bu görüşlerini geri çekmelidirler.
Fuat, 18 Eylül 2009
*****
Hejar/20 Eylül 2009
Benim yd’ye yolladığım bilgi notu ile ilgili elbette ki yazacaktım. Bugüne kadar beklemiş olmam bilinçli bir tercihtir. Sizlerin bunu, nasıl kullanacağınızı görmek için beklemek istedim. Ve tam da beklediğim gibi oldu. Sizlerin benim notumla asla kıyaslanamayacak çaptaki hizipçi ilişkilerinizi Fuat’ın deyimi ile kuşun taşa çarpması sonucu elinize geçen o bilgi notu üzerinden kapatmaya çalışacaktınız. O bilgi notu sayesinde kendinizi aklamaya çalışacaktınız. Sonuç beklediğimden farklı olmadı.
Ben buraya geldiğimde Okan’la bir yazışma kanalımız vardı. Bunun varlığından OKHK üyeleri de haberdardır. Bu kanalı son 1,5-2 aya kadar hal-hatır sormak (buraya dair kimi kısa bilgiler de geçtim, ki bunlar hep iyimserlik üzerine kurulu bilgilerdi) ve yd’den buraya yansıyan kimi gelişmelerle ilgili olarak -yine OKHK’nın bilgisi dahilinde- yazmak dışında kullanmadım. Fakat son dönemde bu değişti. Buradan oraya giden ve bizimle de bir şekilde ilişkili olan bir kişinin (bu kişiyi OKHK’dakiler biliyor) orada Çiçek’e anlattıkları Okan’la kullandığımız o yazışma adresine atılmıştı. Aynı anda burada da şu sözü edilen antifaşist ile ilgili gelişmeler yaşanıyordu.
O kişinin Çiçek’e anlattıkları oradakilerde gerçek bir infial yaratmıştı. Ben ilk gelen nota, “Durum bildiğiniz gibi değil, burada da soruşturuluyor, o anlatan kişi tüm gelişmelere hakim olmadığı için kimi şeyleri farklı yorumlamış olabilir” dedim. Fakat o kişinin anlatımlarını bir not olarak attıklarında ben de şaşırdım. Çünkü bu kişi öyle şeyler anlatmıştı ki burada OKHK’nın yaptığı soruşturmanın gerçeği yansıtmadığı sonucuna ulaşmıştım kendi adıma. Ve bunu o kesitte soruşturma sonuçlarını aktaran İ ve J’ye de söylemiştim. “Yd den gelen böylesi notlar var. O notlarda geçen bilgiler bu işin çapının farklı olduğunu gösteriyor” anlamına gelen şeyler söylemiştim.
Fakat notlar devam etti. Ve çapı ve içeriği de giderek genişledi. O kesitte okhk’daki İ ve J’nin birilerini korumak için (yani bizim içimizin ta o antifaşiste kadar oldukçe net bilgilerle yansımış olmasının nasıl bir halkadan geçerek söz konusu olabildiğini) bazı şeyleri sakladıkları duygusu ile onlara da tepkisel tavırlar koydum. Bu konuda İ ile geniş bir konuşmamız da oldu. Toplantıya oradan gelen 2 notu götürdüm. Aslında 3 not vardı. Birini sildiğim için götürememiştim. Yoldaşlar hem benim tepkisel davranışımı eleştirmişlerdi, hem de durumun benim düşündüğüm gibi olmadığı yönünde ikna etmeye çalışmışlardı. O toplantıda yapılan soruşturmanın yeniden yürütülmesi kararı alınmış ve “güvenmiyorsan sen görüşürsün” denilmişti. Ve bu bu şekilde karara bağlanmıştı. vs. vs. O kesitte olup biteni Tahsin′e de anlatmıştım. İ ve J’ye bunu da söylemiştim toplantıda.
Fakat o kesitte Fatma’nın benimle yaptığı konuşma ve başkalarıyla da aynı içerikte yaptığı konuşmalarla (Can’ınkileri de eklemeliyim) birleşik olarak sizin cephenizden artık her şeyin “bittiği” düşüncesi de giderek olgunlaştı bende. Bu arada final için yaptığımız toplantıda J’nin “artık finale gerek yok, her şey ortada” anlamına gelen bir görüş belirtmesi sözkonusu olmuştu. Bu görüşün tek başına J’nin görüşü olmadığını düşünmüş ve bunu da İ’ye söylemiştim. O da beni bunun böyle olmadığı konusunda ikna etmişti…vs. vs.
Bunların hepsinin kronolojik sıralamasını şimdi hatırlamıyorum. Hatırladığım, o kesitte bu düşüncelerimi ve aynı zamanda tepkilerimi yd’ye de yazdığımdır! Okan’la yazıştığımız o kanaldan gelen “neler oluyor” sorularına da ne düşünüyorsam aynı içerikte yanıt verdim. Buradaki genel manzarayı gelinen noktada nasıl görüyorsam tepki ve duygularımı da katarak yazdığım bir nottur o. Gelinen noktada bu konuda hiçbir iç basınç falan da hissetmedim. O noktada bunu son derece meşru gördüm.
Yanısıra burada da kiminle görüşüyorsam sizin neler yapmaya çalıştığınıza dair düşüncelerimi anlattım. Daha önce mesela bir Zeki′yle görüşmemde (ki zaten bir onunla, bir de Bahar’la birer özel görüşmem olmuştur.) son derece hassas ve asıl olarak siyasal görüşlerimi söyleme sınırları içerisinde konuşmalar yapmıştım. Fakat son süreçte tüm olup bitenden sonra kiminle bir araya geldiysem sizin ne yapmaya çalıştığınızı anlatmayı esas aldım. Aynı şey sizin dışınızda kalan diğer yoldaşlar cephesinden de böyle yaşandı. Balıkçılarla ilgili o notta kullandığınız bölüm de bu bahistedir. Onların Fatma ile olan görüşmelerinde koydukları tavırla ilgilidir. Arabesk bir tanım olacak ama, “bunu siz yarattınız!” diyeceğim.
Sonuç itibari ile her şeye rağmen yazdığım o bilgi notunda sınırların dışına çıkarak yanlış yaptım. Bu açıdan da tüm delegelik haklarım dahil istifa etmeye hazırım. Hakkımda bir soruşturma da yürütülebilir. Beni tasfiye de edebilirsiniz! Fakat şunu çok açık belirteyim ki benimle ilgili durum asla ve asla sizin içinde yer aldığınız durumla aynı kefeye konulamaz! O açıdan da varolan soruşturma sürecini benim durumumu kanıt göstererek kapatamazsınız. O soruşturmada sizin nasıl bir organizasyon içinde olduğunuz tüm boyutları ile ortaya çıkarılsın, sonra sıra benim ve başkalarının “hizipçiliği”ne gelsin…
Hejar, 20.09.2009
*****
Okan/20 Eylül 2009
Yoldaşlar,
X16 yoldaş 17 Eylül tarihli yazısında, N’nin (dönemin YDK üyelerinden-nba) Hejar yoldaşın “yd’ye gönderdiği bilgi notu” ibaresinden yola çıkarak “muhatapların” açıklama yapmasını talep ediyor. Bu haklı bir taleptir.
Örgüt içinde ayrı bir örgüt olarak hareket eden kopuş fetişistlerinin hizip faaliyetinin açığa çıktığı, delege çoğunluğunun soruşturma talep ettiği bir zeminde ve çürümüş sorunlu iç ilişkilerde, N’nin kafa bulandıran şaibe yaratmaya dönük atraksiyonunun birebir muhatabı olduğum için işin aslının ne olduğunu yazma zorunluluğu doğdu.
(…) sonra Hejar yoldaşla aramızda bir bağlantı olduğu Fuat ve N dahil yd’deki delegelerin bütünü yanında OKHK’nin İ ve J dahil tüm bileşeninin bildiği bir şey. Bu bağlantı ilk başta asıl olarak yoldaşla aramızda güvenlik kontrolü ihtiyacından belirlenmiş, yoldaşın gitmesinden sonra ydk’nın diğer üyelerinin vurdumduymazlığıyla hemen bütün sorumlulukların üzerimde toplanması sonucu burada işlerin nasıl gittiğinin dönem dönem paylaşıldığı, bir görüş alışverişi kanalı olmuştur. [DİPNOT1: Ki benim bu temelde bir paylaşımım Fuat ve N dahil yd’deki tüm delegelerle olmuştur. Fuat ile bu bağlantı Fuat’ın YDK ile toplantı yapma talebinde bulunmasını reddetmemden -Fatma’nın burada olduğu, benimle yaptığı özel görüşmede ülkedeki birçok yoldaşın isimlerini de sayarak hangi eğilimde olduklarını beyan ettiği sırada- sonra fiili olarak kopmuştur.
Bu toplantı/görüşme isteğini reddettim, çünkü bunu hangi sıfatla yapacağını sordum. Yd’yi toparlamak, YDK’yı işletmek gibi devrimci bir kaygı taşıyorsa eski konumda olmadığını bunu ancak OKHK’dan talep etmesi ve oradan alacağı yetkiyle yapabileceğini, ötesinin doğru olmadığını söyledim. İstiyorsa herbirimizle birebir görüşebileceğini -ki zaten fiiliyatta benimle görüşmesi de bu kapsamdaydı- ifade ettim. Nedense bu konuşmadan sonra Fuat benimle ilişkilerini tamamen kopardı.]
Son nottada yd’ye gelen bir çevre ilişkisi, örgüt içinde bir hizip faaliyetinin yürütüldüğü, isimleri de vererek bir grup insanın bilmem nerede bir yazlıkta toplantı halinde olduklarını, muhtemelen sonuç deklarasyonu hazırladıklarını söylemiştir. Sürecimize dair yazıların durduğu, ortada doğru dürüst bilgi akışının olmadığı bir zamanda anlatılanların yarattığı şaşkınlık ve infialle kafamdan geçen birçok soru ile birleşik orada neler olup bittiğini ve bu durumu Hejar yoldaşa sordum. [DİPNOT2: Neden OKHK’ya değil kişiye sordum. Çünkü çevre ilişkisinin anlattıkları içerisinde OKHK’dan başka birinin -bunu anlatan kişiyle de iletişiminin olduğunu bildiğim İ’nin- isminin de anlatılanlarda geçmesinden kaynaklı alanım üzerinden bağlantım olan Hejar yoldaştan bilgi istedim] Hejar yoldaş da bu sorular kapsamında bir bilgilendirmede bulunmuştur. [DİPNOT3: Sorduğum sorular içinde İ’den duyduğum Bulut’a ve genel olarak yd çalışmasına dair spekülasyonların ne olduğu sorusu da vardı. Ki daha önce yine İ, yd’daki “İhtilalci Gençlik” yapılanmasının nereden çıktığını da sormuştu, aynı soruyu bir süre sonra bu kanaldan Hejar yoldaş da sordu. Her iki yoldaşı da kendileriyle kullandığım kanallardan bilgilendirdim.]
Öte yandan Hejar yoldaş ile bu kanaldan yaptığım bütün konuşmaların içeriğini buradaki ydk üyelerine de aktardım. Hem onun sorularını hem de ilettiği bilgileri YDK üyelikleri yanında delege konumları devam eden N ve Bulut’la da paylaştım. Nitekim şimdi ortalığı bulandırma konusu yapılan nottaki bilgilerden N’nin önceden de haberi vardı. Kendisiyle 19 Eylül akşamüzeri yaptığımız son görüşmede, “Sen bunlardan hangisini bilmiyordun ya da bilmediğini iddia edebilirsin ki şimdi Fuat senden duyduğu bu notu gizli kapaklı bir ilişkinin belgesiymiş gibi kullanmaya çalışıyor” diye sordum. N’nin buna yanıtı: “Balıkçılar meselesini bilmiyordum” oldu!
Sahi Fuat’ın “Hejar yoldaşa sorular”da da demagojisini yaptığı Balıkçılar meselesi nerden çıktı? Hejar yoldaşa o güne kadar çok konuşmamış olan genel olarak sınıf alanındaki yoldaşları, özel olarak da öncesinden tanıdığım Zeki yoldaşı sordum. Hejar yoldaşla yazışmamda balıkçılar mevzu bu bahiste geçmiştir.
N, kopuş fetişistlerinin yaptığı her yanıyla ortada olan hizip faaliyetinin üzerinin örtülmesine ve ortalığı bulandırmaya dönük bu adımı, Fuat ile konuştuktan hemen sonra, onun yönlendirmesi üzerine atmıştır. N uzun süreden beri yd’de hiçbir işle ilgilenmiyor, bunu da süreçle realize ediyordu. Fuat’ın yönlendirmeleri üzerine kaleme aldığı o notu yazmadan iki gün önce kendisiyle yaptığımız görüşme sırasında, “süreç üzerine artık konuşmayacağını, hiçbir şey yazmayacağını, durumu izleyeceğini ve ortaya çıkacak sonuçlara bakacağını” söylüyordu. Fakat ne olduysa, bir günde ne değiştiyse, yd’na dair içinde ne biriktirmişse tıkıştırdığı o bildik yazıyı kaleme aldı. Gelişmelerin içyüzünü bildiği halde Hejar yoldaş ile benim yazışmam konusunda kuşku ve bulanıklık yaratacak böyle bir şeyi neden kaleme alma gereği duyduğunu, neyi amaçladığını sorduğumda, “Bahar’ın yaptığı beni kışkırttı, ona öfkelendim..” dedi.
“Onu asıl Fuat’ın kışkırttığını ve kendilerinin örgütlü hizipçi faaliyetlerinin üzerini örtebilmek için sapla samanı birbirine karıştırıp bulanıklık yaratmak için şimdi bunu kullanmaya kalktıklarını, kendisinin de buna alet olduğunu” söyledim. Yanıtı, “Fuat’ların yaptığı evet daha kapsamlı ve farklı ama ben kimseye alet olmak için değil Bahar’ın yöntemine tepki olarak yaptım” oldu.
Burada Fuat’a da bir sorum var: Sen bu duyduklarını böyle gündeme getirmek için neden bugüne kadar bekledin? Delegelerin büyük çoğunluğunun, sizin hizipçi faaliyetlerinizin soruşturulması yönünde karar vermesine kadar neredeydin? Bu soruşturmanın önünü kesmeye çalışıyorsun! Delege iradesine hesap vermekten kaçabilmek için burjuva hukukuna bile sarılıyorsun!
Durumun arkaplanına -bilgisine- sahip olanlar, bugün bunu bu şekilde gündemleştirerek ne yapmak istiyorlar? Bu “herkes yapıyor” yaygarası ile yürütülen açık hizip faaliyetini, onun gizli ev toplantılarından aralarındaki görev paylaşımına kadar iç ilişkiler sistemini savunma pervasızlığından başka bir şey değil!
Sonuç olarak; Hejar yoldaş ile aramızdaki iletişim, gizlisi saklısı olmayan, alan üzerinden organsal bir iletişimdir. Gelinen noktadan düşünüldüğünde çürütülmesi başarılan -sonunda indymedia’ya da düşen- sürecimizin yarattığı hassasiyetin basıncı Hejar yoldaşla iletişimimizde kimi sınırların zorlanmasını getirmiştir. Bunu kabul ediyorum. Fakat bunu, açığa çıkan hizipçi faaliyet ile benzeştirmeye çalışan tutumları reddediyorum!
Buna rağmen delege iradesi bir soruşturma talep ederse buna da varım/açığım! Önce aşikar olan hizip faaliyetinin bütün yönleriyle aydınlanması için delege iradesinin vermiş olduğu soruşturmanın yapılması şarttır!..
Yoldaşça selamlar…
Okan, 20 Eylül 2009