“İçimde bir isyan vardı ve ona cevap veren bir adres”

“Benim için en önemlisi devrimci olmakta gösterilen samimiyet ve devrim yapma hedefinin sağa sola savrulmadan ilerletilmeye çalışılması.”

İnsanlar neden devrimci olur? Ben niye devrimci oldum?

Bu şu ya da bu nedenden diye cevap verilebilecek bir soru değil. Yetiştiğimiz ortam ve bununla birleşen sorgulama, eleştirme ve bir şeyleri değiştirme isteği etken oldu. Toplumsal çelişkiler, bunlara artan tepki, ‘böyle gelmiş böyle gider’i kabul etmeme ve tesadüfler diyebilirim.

Daha çocukken büyüklerimizden dinledik neler yaşandığını… Şehir merkezine indiğimizde büyüklerimiz “Arapça değil Türkçe konuşun” diye uyarırlardı. Okulda anadilimizi konuştuğumuzda, Türkçe konuşmadığımız için sınıf arkadaşlarımız öğretmene şikayet ederdi. Bu farklı olmak, farklı olmaktan dolayı duyulan korku öyle içimize sinmişti ki, okul duvarları içinde olduğumuz sürece Türkçe konuşur bu kapıların dışına çıktığımızda farkında olmadan anadilimiz Arapça’ya dönerdik.

Yani işin özü, bu devletin bir parçası olmadığımız hissi daha çocukluktan verilmişti. Diğer tabirle, ezen ve ezilen ulus (halk) arasındaki çelişki… Okulda bize, “Ne Mutlu Türküm Diyene” öğretilirdi, öbür tarafta bütün bir köy, hatta bir şehir Türkçe konuşmuyordu.

Gençlik çağına geldiğimde, her şeyi sorgulamaya başlamıştım. Hiç unutmam, ortaokul yıllarımda insanları vergi ödemeye teşvik etmek için televizyonda “Ödediğiniz vergiler okul, su ve yol olarak geri dönecektir” biçiminde bir reklam yayınlanıyordu. O dönemlerde kuzenlerle sohbetlerimizde “Babalarımız vergi ödüyor, bizden okul için neden ek para topluyorlar?” diye konuşuyorduk.

Yönelimlerimiz tesadüf ağacının dallarıdır

Kişilik olarak da aykırı bir tiptim. Erkek çocuklarla futbol oynar, kafamda bir şapkayla yalınayak dolaşırdım. Gençlik yıllarında toplumun baskısıyla ailemin koyduğu yasaklara uymak istemiyorsam onları çiğnemek zorundaydım. Ailenin yasaklarını çiğnemek, toplumsal kuralları çiğnemek demekti. Hatta şöyle bir sloganımız vardı: “Yasaklar çiğnenmek içindir.”

Bu doğallığında ‘Böyle yaşamak istemiyorum’u getiriyordu. Yaşamımı değiştirmek istiyorsam, toplumu değiştirmek zorundaydım. Bu bilinçli bir yönelim miydi, hayır değildi. İçimde bir isyan vardı ve ona cevap veren bir adres.

Yaşam sürprizlerle doludur. Çok nadirdir bir devrimcinin yeraldığı örgütü bilinçli seçmesi. Benimki de bilinçli bir seçim olmadı. Kuzenlerle bir akrabamızda toplandığımız bir gün tanıştım bu yapıyla. Şimdi durduğum yerden geriye baktığımda, bilinçli olarak bu örgütü seçmedim ama yaşananları ve bizim duruşumuzla diğerlerinin arasındaki duruşa baktığımda, ‘iyi ki bu örgütle tanışmışım’ diye düşündüğüm zamanlar çok oldu.

TİKB’li olmak bir ayrıcalıktır

Yoldaşlarla aramızda takılırdık “Her örgüt kendi insan tipolojisini yaratır” diye… Bu bireylerin duruşuna, bakışına ve hareketlerine kadar sinmiştir. Bulunduğumuz ortamlarda hemen kestirirdik kimin hangi örgütten olduğunu.

Kişi kültü yoktur bizde. Bizler bu örgütün bileşenleri olarak, ölümsüzlüğe uğurladığımız yoldaşlarımızı örnek alma kültürüyle yetiştik. Onları örnek almak, onların değerlerine sahip çıkmaktır.

TİKB’li olmak bence bir ayrıcalıktır. Bu kendini beğenmişlik olarak nitelendirilebilir, fakat bu örgüt hiçbir zaman bahanelerin arkasına saklanmamış, yoldaş ölümleri üzerinden propaganda yapmaya çalışmamış, yaptığı işlerle kendini göstermiştir.

Benim için en önemlisi devrimci olmakta gösterilen samimiyet ve devrim yapma hedefinin sağa sola savrulmadan ilerletilmeye çalışılması.

Yıllar geçmesine rağmen neden hala bu örgütün bir parçasıyım, bir parçası olmaya devam ediyorum. Yarın öbür gün devrim olacağı için mi? Savunduğumuz işçi sınıfı diktatörlüğünü hemen kurabileceğimiz için mi? Bunlardan hiçbiri değil.

Şöyle bir hikaye anlatılır: “Yaşlı bir kadın Küba devriminden sonra ağlar. Kadına sorarlar ‘Neden ağlıyorsun nine bak devrim oldu’ diye Kadın Bben çocuklarıma devrimi hediye edemedim, onlar bana hediye etti’ der.”

Yani sözün kısası, sevdiklerimizin geleceğini kurtarmak istiyorsak, bu sistemi değiştirmemiz gerekiyor.

Başkası değil TİKB, çünkü…

Peki neden bu örgüt de başkası değil?

TDH, özellikle ’90’ların ortasından itibaren bir güç kaybına uğramaya başladı. Özellikle 2000’li yıllardaki F tipi cezaevleri operasyonundan önce ve sonrasında yapılan hatalar TDH’nin -biz de içinde olmak üzere- dibe vurmasına neden oldu. Bu konular üzerine çok yazıldı çizildi.

Bizim dibe vurmamızda TDH’nin genel olarak içinde sürüklendiği tasfiyeci durumun payı var. Ama en büyük etken, özellikle ikinci hizip sürecinde bu tartışma sürecinde yer alan yoldaşların A ya da B kişisini suçlamadan, “Aman örgüt bölünmesin” mantığıyla, örgütü tamamen işlevsiz hale getirmeleridir. Bu korku daha derin bir tasfiyeye sürüklenmemize neden oldu. Cehenneme giden yol iyiniyet taşlarıyla döşenirmiş. Biz bu yolu iki defa yürüdük ve bu noktaya geldik.

Şu anda TİKB’yi temsil eden kişilerin devrimci duruşları. Onların açıklığı, dürüstlüğü, samimiyeti, işçi sınıfına yönelimleri, başkasının kuyruğuna takılmadan iğneyle kuyu kazar gibi adım adım hedef şaşmadan çalışmaları, onların bu konudaki istikrarlarının göstergesidir.

Kendi geleceğimiz için…

Kendi geleceğimiz ve gelecek kuşakların geleceği için sistemi değiştirmemiz gerekiyor.

Peki bunu nasıl başaracağız. Dip noktasına varmış, halen daireler çizip duran bir devrimci hareket bunu başarabilir mi? Elbette hayır.

Aynı örgütler bir şey yapabilir mi? Bu örgütler kendini feshetse bu ülkenin devrimci geleceği için daha hayırlı bir şey yapmış olurlar, diye düşünüyorum çoğu zaman.

Hadi diyelim bu örgütler kendini feshetti. Eeee sonra ne olacak? Kendi kendine yeni bir şey çıkar mı? Bunun olacağını da hiç sanmıyorum.

İçsel bir yapılanma değişikliğine ihtiyacımız var. Aslında ne yapmamız gerektiğini dünya genelinde yaşananlar bize gösteriyor. Artık eskisi gibi bir kesime yönelip oradan bir şeyler çıkarmak tek başına sonuç vermiyor. Bunun çözümü için sihirli bir formül yok. İşçinin işsizliği, çiftçinin su sorunu (mesela devlet kuyulara da vergi koydu ve nehir sularının sulama için kullanılması yasak), doğanın yok edilmesi, öğrenci harçları, ardı kesilmeyen zamlar vs. vs. bunların hepsi bize iyi bir malzeme sunuyor; mesele bu malzemeyi kullanma becerisini göstermekte.

Elini taşın altına koymaktan çekinmemek…

Türkiye’de ve dünyada gelmekte olan süreci takip eden herkes önümüzde çetin günlerin olduğunu görebilir. Bugünleri alnımızın akıyla çıkabilmek için her alanda örgütlülükler oluşturmamız gerekiyor.

Evet devrimi işçi sınıfı yapacak, fakat çok geniş kesimler de bunun bir parçası olacaklar. Bunun için de geniş kesimlere ve kitlelere yönelmemiz, geniş bir ağ atmamız gerekiyor.

Bunu yapmak için kadın/adam gerekli. Yani bir dönem şu ya da bu nedenle (bir dönem benim de yaptığım gibi) örgüte mesafe koymuş olan herkes kendi geleceği ve sevdiklerinin geleceği için bir şey yapmak istiyorsa elini taşın altına koymalı.