Tahsin (Yılmaz) gibi işçi kökenli kadrolar, önderler yaratmışız. Onların varlığı ve pratikleri bile bize bu geleneğin temel taşlarını açıkça gösteriyor.
Demokrat-ilerici bir işçi ailesinde doğdum. Devrimcilerle 12 Eylül’den önce tanıştım. İnsanları devrimci idealler doğrultusunda değiştirip dönüştürme bilinci daha o dönemlerde yerleşmişti. 12 Eylül döneminin ağırlığı hepimizin üstüne bindi, uzunca bir süre kopukluk yaşadım. O arada başka bir hayat kurmuştum. Yine de bir işçi direnişinde işçilerin polis saldırısına maruz kaldıkları anları TV’den izlemem mücadeleyle yeniden buluşmamı sağlayan önemli bir etken oldu sanırım.
Bu direniş ve polis saldırısı bulunduğum ilde olmuştu. İzlediğim anda sarsıldım ve hızla direniş alanına gittim. Ama benim mücadeleyle ilişkilenmem “Bir kitap okudum hayatım değişti” klişesinde olduğu gibi “İşçilere saldırdıklarını gördüm hayatım değişti” gibi indirgemeci bir yaklaşımla ele alınamaz zannımca. Öncesinde gerek özel hayatımda gerekse işçilik yaptığım yerlerde biriktirdiklerim, aileden ve 12 Eylül öncesindeki havadan bende kalanlar bir çırpıda yeniden canlanmıştı.
TİKB ile tanışmam da o direniş içinde oldu. Birçok kurum, yapı, örgüt direnişi destekliyordu. Bunun bir parçası olmamak mümkün değildi.
Günlerce süren direniş içinde her örgütlü insan bir şeyler yapıyordu. Ben bu kadar çok devrimci yapı olacağını hiç düşünmemiştim ama vardı. Kimileri işçileri kendilerine üye yapmanın peşinde, kimileri “Bakın işte işçiler bizimle”yi gösterme derdinde, kimileri 24 saat çadırda yatıp “buradayız” mesajı verme çabasında… Birileri de işçilerin direniş komitesi oluşturmasını teşvik ediyor, direnişi bir adım daha ileri taşıyabilmenin çabası içindeydi.
Onlar bunu yaparken mesela bir başkası dağıttığı bildirilerde işçiler polise mukavemet ederlerse ne kadar ceza alırları izah etme çabasında, yani işçileri destekliyormuş gibi gözüküp özünde pasifize etme pratiği içindeydiler.
O sıralar bu pratiği sergileyen TKP’lilerle temasım vardı. İşçilerin sendikacılara tutum alacakları bir anda bana alandan çıkmamı söylediler. “Neden?” diye sorduğumda verdikleri cevap çok ilginçti: “İşçiler sendika bürokrasisine fiili tutum alabilir, burada bizim payımız olmasın”! Sendikacılarla kötü olmak işlerine gelmiyordu yani…
Yerden göğe kadar haklı olan işçilerin direnişlerinin bitirilme çabasına öfke duymaları ve kendi iradelerini açığa çıkarmaları, bu geri tutuma karşı durmaları ve gerekirse fiili tutum almalarından daha doğal ne olabilirdi ki?.. Bu haklılık üzerinden tepki gösteren işçileri yalnız bırakmamızı istiyordu TKP’liler. Elbette kabul etmedim. “Ben sizin söylediklerinizi yapmıyorum! İşçiler bir hamle yaparsa ben de onun dışında kalmam” dedim.
Bizim yoldaşlarsa işçileri kendi direnişlerini örgütlemeye, direniş komiteleri örgütlemelerini teşvik etmeye, sendikalarının tabanın baskısı doğrultusunda hareket etmesi için tazyik uygulamak için didiniyorlardı. Bu farklılık görünür bir farklılıktı.
Başkalarında gördüğümse bunun için çaba göstermek yerine ya kendi grup çıkarlarını öne çıkarıp, direnişin genel çıkarlarını yok saymaktı. TKP gibilerse üye devşirmek dışında direnişi pasifize etmek gibi uğursuz bir rol oynuyordu.
Sınıf çalışmasında ısrar ve o ısrarın pratikleşmesi
Dediğim gibi, daha sonra yoldaşlaşacağım birileri de sürekli işçilerle birlikte, iç içeydi. Direniş komitesinin oluşmasına önayak oluyorlardı. İşçinin iradesini açığa çıkaracak, bu iradeyi güçlendirecek bir pratik sergiliyorlardı. İşçileri kendi dar grup çıkarlarına örgütlemek yerine direnişin kendisine örgütlemeye, onun içinde dönüştürmeye çalışıyorlardı. Benim en çok dikkatimi çeken, ve onlara yönelmemi sağlayan da bu tutumlar olmuştu. Yoldaşların oradaki samimiyeti, sınıfın çıkarlarını her çıkarın üstünde görmeleri ve onun birkaç adım değil bir adım ilerisinde bir öncülüğü içerdenleşerek yapıyor olmaları…
Kimdi bu arkadaşlar o zamanlar bilmiyordum. Daha sonra şahsen tanıştık ve o ilişki örgütlü bir ilişkiye dönüştü.
O direnişte pratikte gördüğüm sınıf devrimciliği çizgisi daha sonraki yürüyüşümde de rehber oldu.
Sınıf mücadelesi nasıldır, nasıl ilişkilenmeliyiz, politik çizgimiz ve örgütlülüğümüz konusunda -kesintili de olsa- birçok eğitim çalışması yapıldı. Teori olmadan pratik olmaz, pratik olmadan da teori beslenmez. Ama en önemlisi de işçi sınıfı çalışmasında ısrar ve o ısrarın pratik içinde pekiştirilmesiydi.
Sınıf mücadelesi, sınıfa bakış açısı, sınıfla ilişkilenme… Bütün bunları tarihimize baktığımızda da görüyoruz. Tahsin, Ataman İnce, Mehmet Fatih, Mehmet Ali Doğan, Remzi Basalak… daha isimlerini sayamayacağım birçok yoldaş işçi sınıfı çalışması içindeki duruşları, çabalarıyla etkilemişlerdir beni. Tahsin (Yılmaz) gibi işçi kökenli kadrolar, önderler yaratmışız. Onların varlığı ve pratikleri bile bize bu geleneğin temel taşlarını açıkça gösteriyor.
Tabii sadece bunlar değil… 12 Eylül askeri faşist darbesine karşı Osman yoldaşın sokak sokak çatışarak ilk kurşunu sıkması, cunta karşısında koca koca örgütler teslim bayrağı çekerken TİKB’nin direnişi seçmesi ve bir bütün olarak militan mücadele pratiği de benim örgütlü yaşamımın önemli kılavuzlarından.
Önemli olan sayısal güç değil
Mücadele sert ve zorlu, örgütlülük de öyle. Örgütlü olmak, örgütlü mücadele vermek zorluk ve risklerle dolu. Bu zorluklar nedeniyle niteliğinden bir şey kaybetmese de nicelik olarak inişli çıkışlı bir grafik yaşanması doğal, yaşıyoruz da. Bunlar bir yanıyla kaçınılmaz şeyler.
Fakat önemli olan nicel anlamda kaç kişi olduğumuz değil; sayıca az da olsan ortaya koyduğun pratiğin, yönelim ve ısrarındır önemli olan. Dolayısıyla her direnişte her fabrikada, her kırsalda olamayız, bu nesnel olarak mümkün değil. İdeolojik-siyasi bilincimiz sayesinde onlarla nasıl ilişkileniriz, nasıl iletişim kurarız, nasıl mücadeleye katkı sunarız niyetini ve sorularını kaybetmemektir.
Teknolojiyi yararlı kullanmak, işçilerle-direnişlerle teknolojik araçlar üzerinden dahi olsa ilişki kurmak, içerdenleşebilmek önemli ve bugüne kadar fiili olarak içinde olamadığımız, gidemediğimiz birçok direnişle aldığımız ideolojik-siyasi bilinçle ilişkilenebildik. Yoldaşların bu konuda daha aktif olmaları her şeyden önce de yönelim sahibi olmaları gerektiğini düşünüyorum.
“Onlar ‘ziyaretçi’, ama bu arkadaşlar…”
Gidebildiğimiz direnişlerde giden kişi değil, TİKB’nin sınıf çizgisi, politikalarıydı. Kalabalık bir grupla, flamaların, pankartınla sadece destek ziyaretine gitmek mi (tabii ki bu da önemli), yoksa direnişteki işçilerin her anında yanlarında olabilmek, en zor-sıkıntılı anlarında onlarla olmak, durumu tartışmak, ilişkileri ilerletmek ve içerdenleşmek mi?
Bir direnişte bir işçi pankart ve flamalarıyla ziyarete gelen grupları göstererek, “Bak onlar kalabalık gelerek ziyaret ediyorlar, sizinkiler de gelse ya” demişti. O an ne diyeceğimi bilememiştim. İmdadıma başka bir işçinin cevabı yetişmişti: “Arkadaşım bak, adı üstünde onlar ‘ziyaretçi’, ziyarete geliyorlar arada bir. Ama bu arkadaşlar ev sahibi, niye ziyarete gelsinler? Her anımızda bizimleler. Onların on kişiyle yapacakları katkıyı zaten her an yapıyorlar” demişti.
Arkasından da “Sizinkiler de gelsin, görmek istiyorum. Ama ziyaretçi olarak görmeyiz, siz bizsiniz zaten” demişti. Bir taraftan çok mutlu olmuştum bir taraftan da biraz eziklik hissetmiştim. Sonra bu durumu yoldaşlarla da paylaştım tabii.
Çok şey anlatabilirim… O kadar çok direniş, eylem, sıkıntı, tartışma yaşadık ki… Bunlar da hayatın gerçekleri. Dedim ya örgütlü mücadele bedel ister, sorumluluk ister, ısrar ister.
Boşuna mı “demir leblebi” demişler
Bu örgüt birçok kez içerden dışardan darbe almış, ama ayakta kalmayı da başarmış. Küllerinden yeniden doğmuş ve demir leblebi olmuş.
Bizler ihtilalciyiz. Proletarya diktatörlüğünü savunuyoruz. Sosyalist devrimi, insanca yaşamayı hedefliyoruz. Bunun için mücadelede ısrar ediyoruz. Dosta düşmana karşı niteliğimizi koruyoruz.
Hatalarımız, yanlışlarımız, eksikliklerimiz olmuştur, olmaya da devam edecek belki. Ama şu bilinmelidir ki, bizi yok etmek o kadar kolay değil! Geleneğimizi, ideolojimizi faşizm yok edemez, bu kesin!
Ne var ki bazı kendini bilmezler bu geleneğin yapıtaşı olan yoldaşlarımız üzerinden palazlanmaya çalışıyorlar. Kimi sol-sosyalist çevreler de bilerek-bilmeyerek buna kan taşıyor. O çevrelere sadece şunu sormak isterim: Kendi yoldaşlarını ideolojik-örgütsel kimliğinden soyundurup sıradan bir devrimci kahraman olarak anlatılmasını nasıl karşılarlar?
Ben geçmişten bugüne bu örgüt ile temas kurmuş, örgütlü mücadele içinde bulunmuş, gönül bağı devam eden, gözü kulağı burada olup, takipte olan yoldaşlarımıza, dostlarımıza çağrıda bulunmak istiyorum:
Biz istersek her şeyi başarabiliriz. Yeter ki omuz verin, destek olun! Siz olmadan biz eksiğiz, ama vazgeçmiyoruz, vazgeçmeyeceğiz!
Dostlukla, yoldaşça, ihtilalci olarak kalın…