Proleter mücadelenin mütevazi bir kimliği: İsmail Kızılçay
İsmail yoldaş, diğer bir ifadeyle söyleyecek olursam Ankaralı devrimcilerin İsmail abisi… Devrimci yaşamım boyunca beni etkisi altına alan saygın bir devrimci kimlikti. İsmail abi, gerek mütevazi kişiliğiyle gerek sade ve emekçi yaşamıyla sosyalist toplumdan geriye fırlatılmış örnek bir komünistti. O, sosyalist sistemin bir insana kazandırabileceği üstün değerlere bugünden sahip bir devrimciydi. İnsanlarla kurduğu sıcak ve samimi ilişkilerden tutun da, üstlendiği görev ve sorumluluklardaki disiplinli yaklaşıma kadar Rus devriminde görev almış Petersburg proletaryasının izlerini taşırdı sanki üzerinde.
Devrim dediğimiz olguya muazzam derecede derinden nüfuz ederek inanmış nadir insanlardan birisiydi. Devrime bir adım yakındı. Onun için devrim uzakta değil, uzansa tutabileceği kadar yakın bir olguydu.
Kendi adıma diyebilirim ki, inancımı sınardım onun devrimci yaşamında ben. İsmail abi gibi dokunabilecek kadar yakın hissedebiliyor muydum devrimi? Yoksa yaşamının kısa bir kesitini devrimci mücadeleye adayıp “tavşan atlet” misali erken yorulanların dillerine pelesenk olan “üç vakte kadar” sözlerini geveleyip belirsiz bir geleceğe mi erteliyordum devrim dediğimiz şeyi?
İsmail abi, İsmail yoldaş daha yürüyecek yolu olanlardan biriydi. Daima umutla, daima inançla, daima ufuklara bakarak devrime yürüyerek ilerleyen ihtilalci bir komünistti.
***
İsmail abim, yoldaşım
İsmail Abi seni ilk gençlik yıllarımdan tanırım. O zamanlar ben tıfıl bir yeraltı devrimcisi, sense Türk ordusundan “paçayı kurtarırken” ruhunda açtığı yaraları onarmaya çalışan “emekli” bir asker… Aklım çok ermese de senin o ışıltılı gözlerindeki gölgeleri görmüştüm, hüznün gölgesini… Üzülmüştüm… Bir Kürt çocuğu olarak, neler yaşadığını, neler hissedip, bu karara nasıl ulaştığını merak ederken, senin gözlerine inmiş hüznün gölgesi gençliğe mahsus bu kıpır kıpır merakı bile öteleyecek kadar etkilemişti beni.
Paylaştığımız çok fazla an-kesit-diyalog olmamıştı. Dediğim gibi sen o zamanlar askeri hayattan sonraki sivil yaşamını kurmaya çalışıyor, mizacına hiç uymayan askerliği sadece elbisesi-lojmanı-rütbesi-talimleri-operasyonlarıyla değil, ruhuna sinmiş tüm ince ayrıntılarıyla silmeye çalışıyordun. Fakat kendi içindeki o yeniden inşa sürecini titizlikle yürütürken bile benim gibi toy devrimcilerin o paytak yürüyüşlerine ilgisiz kalamayacak kadar yakın bir yüreğin vardı devrime. Sıcak-samimi gülüşünle konuşur, anlatırdın bunu ve ben o samimi gözleri, gülüşü hayatım boyunca yanımda taşıdım. Mücadele içinde yaşanan kimi süreçlerin belleğimde yarattığı “silinmelere” rağmen sen, gözlerin ve o halk gülüşünle hiç silinmedin. Yıllar sonra gördüğümde de aynı gülüşü, bakışları görmek, aynı ruhla buluştuğunu hissetmek ne kadar tarifsiz bir sevinçtir sen de bilirsin İsmail Abi…
Senin devrimle ilişkinin Aslan Tel yoldaştan ve ailenden gelen bir süreklilikle açıklanamayacak, sadece duygusal bir bağlılık sınırlarında ele alınamayacak nitelikler taşıdığını o genç sezgilerimle hissedebilmiştim. Askerlik kurumundan ayrılışının bile aslında düşünsel-ruhsal bir duruşla ilişkisi vardı. Karakterindeki derin hümanizm bunun bir nedeniydi. Fakat asıl olarak kendince oluşturduğun bir hayat duruşunun ifadesiydi bu… Zulme, yoksulluğa, sömürüye, ayrımcılık ve her türlü eşitsizliğe karşı tiksinti duyan bir insanın, tüm bunları en billur halleriyle temsil eden bir kurumun parçası olmayı reddedişiydi…Bu açıdan da sendeki hümanizm öyle sınıflar üstü bir hümanizm değil, komünistlere mahsus bir hümanizmdi. Omurgası vardı ve bunu sen kendin damıtmıştın.
Zaten o nedenle Alevi olmadığın, Kürt olmadığın, Ermeni olmadığın halde hem de öyle derin teorik bir bilinç ve birikime sahip olmadan doğal bir halk adamı, doğal bir komünist refleksle hep kardeş oldun onlarla. Acılarını acın, sevinçlerini sevinç bildin tüm içtenliğinle… Öyle kütüphaneler dolusu kitap okumakla, yıllarca mahpus yatmakla, her türlü zulmü yaşamak ve tanık olmakla edinilmeyecek kadar rafine bir komünistlikti bu bence. O nedenle de bu kolektifle ilişkilerin her daim sürdü, kesintili oldu, belki dalgalandı; ama hiç kopmadı, kopamazdı da… Senin için o sökülüp atılmayacak bir özdeşleşme halini ifade ediyordu.
Hayatın gailesinin seni bir burgaç gibi içine çekip sıkıştırdığı anlarda bile bir yanın hep komünizm davasındaydı. Seni hem hırpalayan hem de sana umut ve çıkış duygusu kazandıran bir ilişkiydi bu… Hırpalardı… Oradaki başarısızlıklar, beceriksizlikler, dağınıklık ve iç sorunlar sana temas ettiğinde bazen “küserdin”, bazen anlam veremediğin şeylere refleks tepkiler verirdin… Bu küslük halinde bile garip bir vefa vardı. Tepkilerinde de öyle. Oturup konuştuğumuzda “anlardık” birbirimizi…
Kendini hiçbir zaman bu davanın asli yürütücüsü olarak görmedin, böyle bir iddian da olmadı. Daha çok cesaretin, çevrende yarattığın güven, varlığınla yaydığın enerjiyle vardın. Bu da kesintisizce sürdürülen bir tutarlılık taşıyordu. Hiç kopmayan, hep umut olarak kodlanan o davanın bir yerinde kalmakta ısrar eden, gündelik hayatın tüm zorluklarına rağmen ruhunu asla onlara teslim etmeyen, deyim yerindeyse “dünya nimetlerine” yan gözle bile dönüp bakmayan dervişçe bir “temizlikti” seninkisi.
Ethem yoldaş ölümsüzleştiğinde kafana isabet eden gaz kapsülünün yarattığı kanamayla o akrebin önündeki duruşun, ille de elindeki Ethem portresini bırakmayışın cesaret ve bağlılığının olduğu kadar, vefa duygularının da derinliğinin işaretiydi. Bulunduğun yerdeki kurumun çeşitli ihtiyaçları söz konusu olduğunda ilk akla gelen isimlerden biri olman da yaydığın güven ve çözüm duygusunun bir işaretiydi. Gençlerin abisi, “yaşlıların” İsmail’iydin. Ama hepsi nezdinde senin bile kendine yüklemediğin oranda bir ağırlık, bir güven ve çözüm beklentisinin adıydın.
İsmail yoldaş, abim benim… Seninle yıllar sonra karşılaştığımızda bile sen ilk gençlik yıllarımdan belleğime kazınmış bir halk adamı olarak karşımdaydın. Çok hırpalanmış, çok acılar çekmiş, çok badirelerden geçip gelmiştik her ikimiz de. Gözlerine bakmıştım önce. O ifadeyi aramıştım. İçim kaynamış, sevinmiş, coşmuştum… Benim İsmail Abimdi karşımdaki. Aydınlık gözleri, vefa ve sıcacık bir sahiplenmeyle bana bakıyordu, sımsıkı-sımsıcak kucaklıyordu.
İşçiydin, sapına kadar komünisttin ve öylece ölümsüzleştin… Haberini aldığımda kafamdan sadece bunlar aktı, sadece bunlar… Şimdi Ankara’ya her gittiğimde baktığım yerlerde seni görememek canımı(mızı) acıtsa da o rafine halinle içimizde olduğunu, yüreğimizde yeniden doğduğunu bilmeni isterim.
***
Tıpkı onlar gibiydi
(10 Ekim 2013, İsmail Kızılçay)
Yoldaşlarının ve Ankara’nın samimi devrimcilerinin “abisi” olan İsmail Kızılçay yoldaşı kendisiyle ortak faaliyet yürütmüş, onu hayatın içinden tanımış, yaşadığı dönüşüm ve farklılaşmaya birebir tanıklık etmiş yoldaşlarından, dostlarından, akrabalarından dinlemek, o tartışılmaz devrimci-komünist kişilik çizgilerini bir kez daha resmetmek istedik.
Kimisi onu kendilerine rehber aldıkları devrimci komünist özellikleriyle, kimisi “gözlerinin değdiği yerde onu görememenin acısını” dile getirerek; kimisi kendi sınırlarını nasıl aştığını, cesaretini, naif kişiliğini resmetti…
‘Onu ilk TEKEL direnişinde tanımıştım’
İsmail Kızılçay’ı anlatmak… Yazmaya nerden başlayacağımı hala bilemiyorum. İnsanın birebir tanıdığı, yıllarca birlikte birçok zorluklara göğüs gerdiği yoldaşlarını kalleşçe bir kurşunla ya da canlı bombayla gerçekleşen katliamda yitirmesi derin izler bırakıyor. Kelimeler, cümleler boğazına dizilip düğüm düğüm oluyor.
Kolay değil 7- 8 sene birlikte mücadele ettik, aynı yolları adımladık, aynı handikap ve sorunlarla boğuşup, çözümler ürettik. Şimdi diyeceksiniz ki, “15-20 sene birlikte mücadele etmiş, etle tırnak gibi olmuş olanlar yitirdikleri yoldaşları nasıl anlatsınlar o zaman?”
Hepsi zor, ama onları geleceğe taşımak, yaşatmak için; onların komünist kişiliklerini, insani yönlerini, dayanışma ruhlarını, yoldaşlık ilişkilerini; işçilere, emekçilere, gençlere taşıyabilmek için anlatmak da sorumluluklarımız arasında.
İsmail yoldaşta komünistler mahsus özellikler öylesine doğal bir bütünlük oluşturuyordu ki, bulunduğu, gittiği, yer aldığı her ortamda saygı duyulan, sevilen, aranan biriydi. Çocukla çocuk, gençle genç, işçiyle işçiydi. Direnişte direnişçi, grevde grevci, barikat başında en önde direnen olmasını bilen biriydi.
İşçilerle çok çabuk iletişim kurardı, onların sorunlarını dışardan bir dinleyici olarak değil onlardan biriymiş gibi dinler-anlar-çözüm konusunda birlikte düşünmeyi kışkırtırdı.
Onu ilk Tekel direnişiyle tanımıştım. Direnişçiler, Ankara Sakarya Caddesi’nde Türk-İş Genel Merkezi önüne çadırlarını kurduklarında İsmail Abi, “Alınteri mutlaka gelmiştir” diyerek tanıdık yüzler arıyordu. Hem direnişçi işçiler arasında hem de direnişe destek veren, sahiplenen kurumlar arasında… Aradığını bulduğunda gözlerindeki ışıltı, yüzündeki sevinç görülmeye değerdi.
O günden bugüne o ışıltı ve sevinç onda hiç kaybolmadı.
Yorulmak nedir bilmeyen biriydi. “Yoruldum” diyen gençlereyse, “Yav ben sizin yaşınızda olsaydım o zaman görürdünüz neler yapardık” diye hafif sistemle birlikte, “dinamik olun” mesajı vermekten geri kalmazdı. Ama kırmadan, incitmeden…
İsmail yoldaş zaman zaman genç yoldaşların gevşekliğinden, disiplinsizliklerinden rahatsız olduğunda onlara örgütlü yaşamın gönüllü sorumluluklarını, yaşamı nasıl örgütlemeleri gerektiğini hem kendi pratiğiyle hem de geçmişten örnekler vererek anlatırdı.
Birlikte iş yaparken asla randevusuna geç gelmez hatta birkaç dakika erken gelip etrafı kolaçan ederdi. Geç kalan olursa bir saniyenin bile çok önemli olduğunu, gecikmenin ya da dikkatsizliğin çok ağır bedelleri olabileceğini sakin bir ses tonuyla anlatır ve “bir daha olmasın” derdi.
Çok sakin, güler yüzlü biriydi. Uzaktan gören de çok yakından tanıyan da onun sert ve yüksek sesle konuşacağını hayal bile edemezdi. Tabii onu düşmanla karşı karşıyayken ya da bir barikat başında saldırı sırasında görmemişlerse…
Etrafındaki insanlarla sohbet etmeyi seven, değer verdiği kişilerle çok özel yoldaşlık ilişkisi kuran, kadın-erkek-genç-yaşlı ayrımı gözetmeden onlarla dertleşen İsmail Abi, bu özellikleriyle de bize örnek olurdu.
Çok belli etmese de çok duygusal biriydi. Bu özelliğini davranışlarında, yüz ifadesinde görebilirdiniz…
Ethem, katil polis Ahmet Şahbaz tarafından vurulduğunda ve hastane sürecinde yaşam mücadelesini ölümsüzleşerek sonlandığında sanki bir yanı kesilip alınmış gibiydi. Bu süreç hiçbirimiz için kolay olmadı tabii… Biz hastanede nöbet tutarken İsmail yoldaş bir taraftan bize eşlik ediyor diğer taraftan da Kızılay’da devam eden eylemlere katılıyordu. O süreçte hiçbirimiz oradan bir dakika bile ayrılmadık.
Yine o süreçte İsmail yoldaş Ethem’ İn resminin olduğu dövizi Kızılay’daki eylemlerde hiç yanından ayırmadı. Bir seferinde öyle bir saldırı olmuş ki, kitle geri çekilmiş. Ama İsmail yoldaş kendilerine tazyikli su sıkan TOMA’nın karşısında Ethem’in dövizini havaya kaldırmış, hiç indirmeden… Tazyikli su karşısında dimdik durarak… Alnına gelen gaz kapsülünün açtığı yaradan gözlerine doğru kanlar akarken, saatlerce geri çekilmemişti. Onu o halde görenler adeta şok olmuşlardı. O süreçten sonra düşmana olan sınıfsal kini çok daha artmıştı.
‘İsmail benim mücadele rehberim’
Bir yoldaşı İsmail Abi’yi ve onunla kurduğu ilişkiyi şu cümlelerle özetledi:
İsmail’i anlatmak için uzun cümleler anlamsız kalır. İsmail benim mücadele rehberim. O zaman zaman saatlerce dertleştiğim, ayrıcalıklı bir yoldaşımdı. Beni görür görmez ne halde olduğumu anlayan yegâne insanlardan biriydi. Onunla planlar yapardık. Onunla her şeyi konuşabilirdik. O barikat başında beni motive eden, örnek aldığım iki insandan biriydi.
‘Onu örgütlemek için ayrıca bir çaba gerekmemişti’
İsmail yoldaşı çok eski yıllarda tanıyan bir yoldaşı ona dair anlattıklarıyla hem örgütlü mücadele içinde nasıl bir dönüşüm yaşadığını çarpıcı bir şekilde resmediyor hem de pek çok karakter özelliğiyle komünistleşmeye çok açık olduğunu…
İsmail’i anlatmak benim için zor. Ama mümkün olduğu kadarıyla anlatmaya çalışayım.
Bugüne kadar kaybettiğimiz devrimcilerin hayatlarını okuduğumuzda, anlatılanları dinlediğimde İsmail’le birebir özdeşleştiğini görüyoruz. Birebir aynı şeyleri yaşamışlar. Bakış açıları pek çok noktada örtüşmüş. O içtenlik, o samimiyet, o dürüstlük, o kavgacı ruh; her şey mevcuttu.
Çok paylaşımcı bir insandı. Kendinde olmayanı bile paylaşırdı. Buna o kadar çok şahit oldum ki, bir arkadaşının, bir yoldaşının ya da sıradan bir tanıdığının simit parası olmasın onu ne yapar eder bulup buluşturur verirdi.
İsmail, çok sevecen biriydi. Her şeyden önce insanları seviyordu. Onun için insan ayrımı yoktu. Alevi’yle Alevi, Kürt’le Kürt, işçiyle işçiydi. Her kitleye, kesime hitap etmesini biliyordu. Gencine, yaşlısına, çocuğuna… Böyle biriydi. Onları anlamayı biliyordu.
Bununla birlikte sağlam bir sınıf perspektifi vardı. O nedenle birçok kitle örgütüyle bağ kurarak alanını genişletip, her alanda örgütlü faaliyet yürütmek gerektiğini savunur ve buna uygun pratik sergilerdi.
‘Aslan Tel yoldaş onun önderiydi’
Alınteri: İsmail yoldaşın örgütlü mücadeleyle nasıl tanıştığını anlatabilir misin?
İsmail üzerinde Aslan Tel’in çok büyük etkisi vardı. Çocukluğundan beri Aslan’ı tanıması, birlikte zaman geçirmeleri… Aslan’ın kişiliği İsmail üzerinde çok etki bırakmıştı. Aslan İsmail’in önünde önder olmuştu.
İsmail’in örgütlü mücadele içine girmeye hazır bir yapısı vardı. Onu örgütlemek için ayrıca bir çaba harcamak gerekmedi. Bizim nerde, ne yaptığımızı bir şekilde öğrenip yanımıza gelirdi. Bizim çalışmalarımızda bir şekilde yanımızda olur, yardım ederdi. İsmail örgütleneceği yapıyı kendisi bulmuş ve seçmişti.
‘Örgütlü mücadele hayatında köklü değişiklikler yarattı’
Alınteri: İsmail yoldaşın ailesiyle ilişkisi nasıldı?
İsmail’i ilk tanıdığım yıllarda öfkesini kontrol edemezdi, çok çabuk kızardı, rahatına düşkündü. Ancak örgütlü mücadeleyle tanıştıktan sonra hayatında köklü değişiklikler oldu. Hani bildiğimiz klasik erkek tipi vardır ya, “ben erkeğim, ben bilirim, yaparım ederim” tarzı… İsmail örgütlü hayata başladığında önce bunu hayatından çıkarmayı başardı. Feodal ilişkilerden vazgeçti İsmail.
“Benim bu toplum için sorumluluklarım var. Elbette ben bir babayım, bir ailem var. Bu görevlerimi yapacağım. Ama bütün bunlardan önemli olan yoldaşlarım ve örgütlü mücadelemdir” derdi. İsmail örgütlü mücadeleyle tanıştıktan sonra öfkesini kontrol etmeyi, doğru yerde doğru tepkiyi koymayı öğrendi.
‘Korku nedir bilmezdi’
İsmail korku nedir bilmezdi. Bunu en net Ethem yoldaşın katledilişinden sonra alanlardaki pratiğiyle ortaya koydu.
Ethem katledildiğinde çok etkilendi, Ethem onun için çok farklıydı. Tüm yoldaşlarımızın yeri farklıydı, ama Ethem’den daha farklı etkilenmişti. Hatta yeğeni Aslan ile bir sohbetinde yeğeninin “daha nereye kadar kaybedeceğiz” dediğinde İsmail, Ethem’den önce başka yoldaşlarımızı kaybettik. Şimdi Ethem’i kaybettik. Yarın da biz, belki sen, belki ben ama bu mücadele başarıya ulaşana kadar devam edecek” demişti. Mücadele konusunda kafası bu kadar açıktı…