Kamuoyuna

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı Çağrısı’yla Kürt özgürlük mücadelesinde yeni bir dönem açıldı. 

Sürecin seyri üzerinde belirleyici etkisi olacak ‘temel bir belge’ özelliği taşıdığı gerçeğine gözlerimizi kapatmamakla birlikte süreci bu metne indirgemeyi doğru görmüyoruz. Fakat gerçeği ters yüz etmeye çalışarak bu metne olağanüstü anlamlar yükleyen yaklaşımları da çok yanlış ve tehlikeli buluyoruz. 

Son anda sözlü olarak aktarılan alabildiğine soyut bir dipnotun dahi eklenmesine onay verilmeyen bu metin, bütünüyle devletin ve şoven kamuoyunun korku ve tereddütlerini gidermeyi esas alan fazlasıyla tavizkar bir açıklamadır.

PKK’nin ortaya çıkışını ve silahlı mücadeleye yönelişini reel sosyalizmin ve soğuk savaş koşullarının ağır etkisine bağlamak, bu anlamda tarihteki bütün Kürt isyanlarını “dış güçlerin kışkırtmaları”na bağlayan şoven tarih tezine malzeme vermek,

Bugün ise Kürt kimliğinin inkârının ortadan kalktığını ve ifade özgürlüğünün sağlandığını ileri sürerek onun ve gerilla hareketinin “anlam yoksunluğuna” sürüklendiğini iddia etmek,

Ulusal sorunun tarih boyunca bilinen tüm çözüm biçimlerini “aşırı milliyetçi savruluşun” yansımaları olarak niteleyip günümüzde geçersiz ilan etmek, yerine de ezilen ulusun özlemlerini genel bir demokrasi parantezine sıkıştırmakla kalmayıp “devletle ve toplumla bütünleşmeyi” koymak,

Bu temelde PKK’yi de silahlı mücadeleye son vererek kendini feshetmeye çağırmak, 

Komünistler olarak kendi adımıza doğru görüp içimize sindirebileceğimiz yaklaşımlar değildir.    

Fakat yapılan açıklamayı daha doğrusu içine girilen süreci -öncesi de olmakla birlikte- özellikle son 45 yıldır büyük acılar yaşayıp ağır bedeller ödemiş bir halkın çözüm beklentisi ve barış özleminin büyüklüğü ve haklılığı yanında yerleşik bütün dengelerin alt üst olduğu Ortadoğu’da Kürt halkı ve özgürlük hareketini de bekleyen tehlikelerden kopuk olarak değerlendirmeyi de doğru görmüyoruz. 

Aynı tek yanlılık, hâlâ büyük belirsizliklerle karakterize olan süreci şimdiden ‘tamamlanmış’ gibi görmekle kalmayıp “tarihsel bir zafer” şeklinde empoze etmeye çalışan yaklaşımlarda da karşımıza çıkıyor. 

Bunların her ikisini de yanlış ve tehlikeli tek yanlı yaklaşımlar olarak değerlendiriyoruz. Sonuçlanmış, bu anlamda noktalanmış bir süreç yok henüz ortada. Bir anlamda henüz bir başlangıç noktasındayız. Bu sürecin nasıl bir gelişme seyri izleyip hangi sonuçları doğuracağını önümüzdeki aylar, belki de yıllar belirleyecek. 

İmralı Çağrısı ve PKK’nin onu kabullenip gereğini yerine getireceği açıklaması kuşkusuz ‘tarihsel’ bir anlam ve öneme sahip adımlardır. Fakat tarihin bu adımlar hakkındaki yargısının hangi yönde olacağına dair bugünden kesin belirlemelerde bulunulamaz. Bu yargı, önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmeler sırasında şekillenecektir. 

Bu bağlamda sürecin, ilk etapta Rojava’yla sınırlı da kalsa Kürt halkının varlığı ve kimliğinin belirgin şekilde tanındığı bir statünün elde edilmesi yani bu yiğit ve çilekeş halkın yüzyıllık özleminin bir nebze de olsa ete-kemiğe büründüğü tarihsel bir kazanımla noktalanması olasılığı da vardır; Yunanistan’ın Nazi işgalinden kurtarılmasının ardından Yunan halkı içinde büyük güç ve prestij kazanmış olan komünist partizanların af ve siyasete katılmalarının önünün açılması vaadi karşılığında silahlarını teslim etmeyi kabullendikleri ama sonrasında iç savaşa zorlanıp çok ağır bedeller ödeyerek tasfiye edilmelerinin önünü açan yeni bir Varkiza Anlaşması örneği olarak tarihe geçme olasılığı da vardır. 

Dolayısıyla ortadaki belirli yönler ve belirtilerden hareketle süreç hakkında şimdiden kesin hükümler veren tek yanlılık, yanıltıcı ve yanlış olduğu kadar da tehlikelidir. Umut ve iyimserlik kadar kuşku ve ihtiyatı da elden bırakmamak gerektiği görüşündeyiz. 

Üstelik bu süreç, Kürt sorununun bölgesel karakteri nedeniyle sadece Kürt halkı ve onun öncüleriyle inkârcı faşist Türk burjuva devleti arasındaki mevcut dengelere bağlı olarak yürümeyecektir. Kararlaştırma son tahlilde her ne kadar bu iki güç arasında olacak ise de sürecin seyrini esas olarak Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni dengeler temelinde Suriye’de yaşanacak gelişmeler belirleyecektir. Ortada bunu zorlayan herhangi bir yeni gelişme ve dinamik yokken İmralı’da aylar öncesinde başladığı belli olan görüşme sürecinin kapısını da zaten bu dinamik açmıştır.

Kürt özgürlük mücadelesi kuşkusuz kritik bir tarihsel eşiktedir. Kürt halkı ve onun öncüleri, yerleşik bütün kural, alışkanlık ve dengelerin altüst olduğu belirsizliklerle dolu kaotik bir tarihsel kesitte zor kararlar almak zorunluluğuyla karşı karşıyadırlar. Üstelik ne Türkiye cephesinden ne bölgesel olarak hatta ne de dünya çapında dostlarının, proletarya ve halkların gücüne güç katacak etkili desteklerinden mahrum haldedirler. Onları şimdiden yargılama ve mahkûm etme yarışına çıkanlar bu boşluğu gözden kaçırmamakla kalmayıp bu konudaki sorumluluk paylarını da sorgulayarak konuşmalıdırlar. 

Sürecin bundan sonraki seyrine dair kaygılarımız ve faşist rejimin olası tutumuna dair güvensizliğimiz ne kadar büyük olursa olsun sonuçta emekçi Kürt halkı ve onun öncülerinin verecekleri kararı ezilen bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı kapsamında görerek her şeyden önce saygıyla karşılayacağız. İzlenen politikalar ve gidişe dair uyarı ve eleştirilerimizi de bu saygı çerçevesinde dile getireceğiz. Yanlış bulduğumuz politika ve yönelimlere karşı çıkarken Kürt halkının kendi kaderini dilediği şekilde kullanma hakkı arasındaki ilkesel sınırı çiğnememeye azami özen göstereceğiz. Ezen ulus şovenizmine özgü kibir ve küstahlıktan uzak durmakla kalmayıp bunun bütün belirtileriyle uzlaşmaz bir savaşım yürüteceğiz. Kürt ulusal sorununun devrimci proletaryanın sınıf bakış açısı ekseninde eksiksiz çözümü doğrultusundaki çabalarımızı gevşetmek şurada dursun daha ısrarlı biçimde yoğunlaşmış olarak sürdüreceğiz.  

Fakat içine girilen süreçte asıl olarak işçi sınıfı ve emekçi halk hareketini emek-sermaye çelişkisi temelinde daha geniş ölçeklerde örgütleyip yükseltmeyi daha fazla yakıcılaşmış tarihsel bir sorumluluk olarak görüyoruz. Ezilen Kürt ulusuna/halkına  verilecek en büyük desteğin bu cephede sınıf ve kitle hareketini örgütlü bir şekilde yükseltmekten geçtiğini dün olduğu gibi bugün de biliyoruz. Süreci sadece Kürt halkının talepleri ve kazanımları ekseninde değil Türkiye ve bölge işçi sınıfının devrimci örgütlenmesini de gözeterek ele alıyoruz. Emperyalist güçlerin, bölgesel gerici iktidarların ve işbirlikçi burjuvazinin süreç üzerindeki etkileri onu yalnızca dar ulusal bir perspektifle değerlendirmenin tehlikelerini de gözler önüne sermektedir. İçinden geçtiğimiz tarihsel kesitte işçi sınıfının devrimci mücadelesini güçlendirmeden ulusal sorunun kalıcı, adil ve gerçekten özgürleştirici bir çözüme kavuşmasının mümkün olmadığını görüyoruz. Bu bilinçle, her türlü milliyetçi ve şovenist sapmadan arınmış sınıfsal perspektifi esas alan bir mücadele hattını örmekte ısrarcı olacağız. 3 Mart 2025

Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB) Merkez Komitesi