Emperyalist kapitalizmin neoliberal birikim modelinin iflâsının ardından sistem bugün kendisini her alanda yeniden yapılandırma ihtiyacı ve zorunluluğuyla karşı karşıya. Yeni birikim modellerine geçmek istediği, eskinin sürdürülemez olduğu, yeniyi de henüz kuramadıkları kaotik bir dünya konjonktüründe bulunuyoruz. Neoliberal kapitalizm milyonlar için sürdürülemez bir yıkıcılığı beraberinde getirdi. Savaş yanlılığı, ırkçılık, faşizmin yükselişi, toplumsal çürüme başta olmak üzere bugünün dünyasında karşımıza çıkan bütün olgu ve gelişmelerin temelinde neoliberal sömürü ve yağma modeli yatmaktadır. Yıkım, biriktirdiği sorunlar ve keskinleştirdiği çelişkilerin dışavurumudur.
2008’deki krizinden sonra adım adım duvara yaslanan neoliberalizmi revizyondan geçirerek sürdürebilme olanakları tükendikçe bir eğilim olarak yeni bir ekonomik sistem ve ona uygun bir devlet yapılanmasına geçişin önünü savaş, ırkçılık, daha vahşi sömürü ve burjuva demokrasilerinin olduğu ülkelerde de iktidarların faşistleşmesi ile açmak istemektedir.
Ukrayna, Ortadoğu, Kızıldeniz’den sonra Afrika ve Asya Pasifik bölgesine sıçrama olasılığı yüksek savaş cehennemi, nükleer silah kullanma tehditleri eşliğinde bölgesellikten çıkıp hızla bir üçüncü emperyalist paylaşım savaşına doğru evrilmektedir.
Bu bağlantı içerisinde savaş hem emperyalist eksenler arasında hem de her ülkede emperyalist kapitalist sistemle emekçi halklar arasında sürüyor.
Bu nedenle işçi sınıfının dünya çapında enternasyonalist güç ve eylem birliğinin sağlanması günümüz koşullarında daha da zorunlu bir ihtiyaç haline geldi. Üretimin ve emeğin dünya çapında toplumsallaşmasının geldiği düzey, yeni üretim süreçleri ve uluslararası yeni emperyalist işbölümü düzenine geçiş istemleri bu zorunluluğu yakıcı hale getiren etkenlerin başında gelir. Gözü azâmi kârdan başka bir şey görmeyen emperyalist kapitalist barbarlığın insanlığı ve doğayı karşı karşıya getirdiği tehlike ve tehditlerin büyüklüğü bu zorunluluğu acil ve yaşamsal kılmaktadır. Sistem karşıtı her türlü dinamiği susturmayı amaçlayan emperyalist saldırganlığın ulaştığı düzey, dünyanın dört bir yöresindeki ilerici güçler ve sınıf hareketinin güçlerini birleştirmelerini zorunlu hale getiren bir başka temel etkendir.
Enternasyonalist örgütlenmeler eylemli birlikleri zemininde ilerlemelidir
Lenin’in emperyalizm çözümlemesini diğer çözümlemelerden ayıran en önemli fark, sadece yaklaşan felaketlere dikkat çekmekle yetinmeyip dönemin açtığı devrimci olanakları da sürekli vurgulaması, siyaseti ve pratiği yeni bir zeminde buradan kurma perspektifidir. O devrimci perspektif bugün de yol göstericidir. Karşımızdaki tablonun karanlığına rağmen bizler de bugün emperyalist paylaşım savaşına karşı devrimin, ırkçılığın ve faşizmin yükselişine, doğanın pervasız talanına karşı devrimci olanın olanaklarını aramak, enternasyonalist mücadeleyi bu halkalardan örmek zorundayız.
Emperyalist savaşa ve faşizme, ırkçılığa ve göçmen düşmanlığına karşı duruşu burjuvazinin azami kârlarını katlamak için izlediği sömürü, soygun ve baskı politikalarına karşı mücadele ile birleştirme perspektifi, ayağını bu zemine basıp sıçrama potansiyeli taşımaktadır. Bu zemin günümüzde, savaşa ve faşizme karşı örgütlenmenin, yeni eylem birlikleri yöneliminin ortaya çıkaracağı yeni modellerin de temelidir.
Enternasyonalist örgütlenmelerin devrimci bir zeminde bir araya gelmeleri önemlidir. Fakat bu ancak eylemli bir örgütlenme ve eylem birlikleri şeklinde olursa işlevsel hale gelebilir. Yaşadığımız sürecin deneyimleri bu konuda umut vermiyor. Bazılarının içinde yer aldığımız mevcut enternasyonalist örgütlenmelerde olduğu gibi ilkesel düzeyde birbirlerine yakın parti ve örgütlerin zaman zaman bir araya geldiği, ortak toplantı ve konferanslar yapıp kararlar aldığı fakat bunları yaşama geçirmek konusunda mütevazı pratikler dahi sergileyemediği donuk tarzı terk etmeyi zorlamak gerekmektedir.
Bu tür örgütlenmelerde mücadele edilip terk edilmesi gereken diğer bir tarz ise yerel parti ve örgütlerle göçmen kökenli parti ve örgütler arasındaki ilişkinin eşitlikten uzak oluşudur. Teorik düzeyde eşitlikten söz edilse de pratikte yerel olanın sözünün belirleyici olduğu, sesinin daha yüksek çıktığı, göçmen kökenli parti ve örgütlerden tabiyet beklenen bir yaklaşımla çok sık karşılaşılmaktadır. Tarihsel olarak yaşanan enternasyonal örgütlenme deneyimleri, daha kitlesel ve güçlü partiler ile diğerleri arasındaki ilişkinin hegemonik bir tabiyet ilişkisi biçiminde kurulmasının olumsuz tecrübeleriyle doludur. Kaldı ki bu tarz yaklaşım ve tutumlar proletarya enternasyonalizminin ruhuyla da bağdaşmaz.
Bu zemin vardır
Savaş tehlikesinin büyümesi, ırkçılık ve faşist partilerin birçok ülkede merkezi ya da yerel hükümetlere gelmesi karşısında toplumun her kesiminden milyonlarca insan -çağrı kimden gelirse gelsin-, faşizme, savaşa, şişirilen savaş bütçelerine karşı kendi renklerini taşıyarak alanları doldurmaktadır. Bu, azımsanmayacak bir potansiyelin dışavurumudur.
Öte yandan işsizlik, yoksullaşma, bütün sosyal hakların sıfırlanarak ekonomik ve siyasal kazanımların yitirilmesi gibi ortak gündemlere sahip sınıf ve emekçiler dünya çapında her gün birkaç ülkede direniş ve grevdeler. Bir ülkede başlayan isyanların ise çok geçmeden o kıtaya yayılmasına tanık olmamız sorunların ve taleplerin ortaklaşmasının göstergesidir.
Fabrikaların kapanması, on binlerle anılan işten atmalar ve başka ortak talepler karşısında yer yer sınırları aşan direnişler olmaktadır. İnsan olan hiç kimsenin duyarsız kalamayacağı Filistin’deki soykırım karşısında bir anda dünyanın birçok bölgesinde üniversite gençliğinin eylemlerinin yükselmesi gibi, en küçük kıvılcımın kıtalar arası mesafeleri tanımamasına tanık olmaktayız.
Ataerkil zihniyetin farklı emperyalist kapitalist ülkelere özgü uygulamaları karşısında kadınların mücadelesi ortaklaşmaktadır. Kadın mücadelesinde kadınların kararlılığını ve önderlik potansiyellerini konuşturdukları Rojava, İran ve Şili gibi kitlesel ve militan örneklere, başını kadınların çektiği birikmiş sınıfsal, toplumsal ve siyasal öfkeyi patlatan direnişlerin deneyimlerine sahibiz artık. Dilleri kökenleri ne olursa olsun “Jin, Jiyan, Azadi“ sloganının bir özgürlük çığlığı, direniş sembolü olarak dünya çapında kadınlar tarafından sahiplenilmesi, sokaklarda yankılanması kadın mücadelesinde de enternasyonal mücadelenin zemininin güçlülüğünü ve nasıl örülmesi gerektiğini anlatmaktadır.
Kadınların öfkesi ve isyanı, emperyalist ülkelerde de her yıl katlanarak süren kadın katliamlarına, kürtaj hakkının gasbına, kadın işçi ve emekçilerin erkeklerden daha az ücret almalarına, ataerkil zihniyetin emperyalist ülkelere özgü her biçimine karşı mücadele temelinde ortaklaşmaktadır.
Dünyayı yok oluşa sürükleyen doğa katliamı ve iklim krizine karşı gençliğin dönem dönem yükselen, dönem dönem geri çekilen dinamizmi ve duyarlılığı enternasyonal ilişkilerde görüş alanımızda olması gereken dinamikler arasındadır.
Son noktayı sınıf koymaktadır
Üretimin dünya çapında daha ileri ölçeklerde toplumsallaşıp uluslararasılaşmasının geldiği düzey, ekonomik grevlerin başarısı için dahi daha gelişkin bir enternasyonal dayanışma ve birlikte hareket zorunluluğunu dayatmaktadır. İşçi ve emekçilerin aynı üretim sürecinin farklı ülke ve bölgelere dağıtılmış parçaları haline gelmesi, onların taleplerini de sektörel çapta ortaklaştırmaktadır. Sadece vahşi sömürü karşısında değil, tarihsel kazanımların tümden sıfırlanmak istenmesi karşısında dönem dönem şu ya da bu ülkede patlayan halk hareketlerinin ileri sürdüğü taleplerde ise son noktayı, sınıfın üretimden gelen gücünü konuşturarak sahaya inen proletarya koymaktadır.
İşçilerin sınıf olarak çıkarları dünyanın her yerinde çok daha fazla ortaklaşmıştır. Dolayısıyla işçi sınıfı hareketinin her düzeyde birliğinin sağlanması, bu yönde bilinçli ve iradi çabalarla elde edilebilecek bir sonuçtur. Öte yandan sınıfın saflarında sürekli yapay ayrım ve düşmanlıklar yaratan sistemin kendisi diğer taraftan bu birliğin kurulabilmesinin nesnel zeminini büyütüp güçlendirmektedir. Kapitalizmin tarihsel açmazlarından biri de buradadır.
İşçi sınıfı ve emekçiler -ağırlıklı olarak- insanca yaşam istemli ekonomik taleplerle dünya çapında grev, gösteri, direnişler yapmaktadır. Yer yer savaş bölgelerine giden silahları yüklemeyi reddeden İtalya ve Yunanistan liman işçileri, İspanya’da Filistin katliamına karşı sendikaların çağrısıyla yapılan fakat bütün ülkede sınfın ciddi bir kesiminin katıldığı grev ve gösteri örneklerinde olduğu gibi eylemleri siyasal mücadele düzlemine sıçratma olanaklarını aramak, devlet sendikalarının inisiyatifinden çıkacak örnekler yaratmak elzemdir.
Hiçbir şey düz çizgide gelişmeyecek
Dünya burjuvalarının savaşla önünü açmak istedikleri yeni birikim ve rejim modeli düz bir çizgide ilerlemeyecektir. Hızları tamamen tek tek ülkelerde ve dünya çapında sınıfsal dengelere bağlı olarak ilerleyecektir. Bunun karşısında işçi sınıfı ve emekçi halkların enternasyonal dayanışma ve birlikte hareket örneklerini çoğaltmaya çalışmak, kalıcı ve örgütlü hale getirebilmenin yollarını daha fazla zorlamalıyız.
Bu doğrultuda birincil stratejik hedefimiç Birleşik Enternasyonal İşçi Örgütlenmesi olacaktır. Bu sadece kapitalistler için değil, savaş ve faşizm karşısında kendi burjuvalarını destekleyen devlet sendikalarına karşı da enternasyonal bir sınıf taburunu zorunlu kılmaktadır.
İşçi sınıfı ve ezilen emekçi halkların ulusal ve sosyal kurtuluş yönünde az çok anlamlı bir adım atabilmeleri ve kazanımlarını koruyabilmeleri, dünyanın diğer yörelerindeki sınıf kardeşlerinin eylemli desteğine bugün çok daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Bundan ötürü bugün her zamankinden çok daha güncel bir sorumluluğu ve zorunluluğu ifade eder.
Burjuvazi ve emperyalizmin saldırılarına, bunun önünü savaş ve faşizmle açmasına karşı sınıf cephesinden pratikte sergilenecek ortak savaşım ve yapılacak uluslararası eylem birliklerinde atılacak en mütevazı adım dahi sınıfın toplumun diğer emekçilerini etkileme kapasitesine sahip olmasından kaynaklı olarak emekçi insanlığın kurtuluşu için zorunludur.
O kesitte koşullar ne olursa olsun enternasyonal faaliyetlerimizde işçi sınıfına ve sınıfın direnişlerine stratejik bir ağırlık vermek zorundayız. Savaş karşıtı mücadelede değişik tipte örgütlenmelere – eylem birlikleri, platform, ittifak, cephe- kurucu olmaya çalışırken radikalleşen dinamik kesimlerle ilişkilerimizi güçlendirmeliyiz. Fakat kendimizi bu kesimlerle sınırlamadan işçi sınıfına stratejik bir ağırlık vermemiz silah tekelleri başta olmak üzere emperyalist tekellerin faaliyetlerini dumura uğratacak, savaşan emperyalist blokların her adımını kendi kapasitesinin de ötesinde frenleyebilecek tek sınıfın işçi sınıfı olması, onun sözünü söylemesinin belirleyiciliğinden kaynaklıdır.
Doğanın metalaştırılmasına karşı enternasyonal mücadele
Doğanın metalaştırılması ve yıkımı enternasyonal mücadelenin önemli alanlarından biridir.
Kapitalist üretim tarzı yalnızca işçi ve emekçileri değil doğayı da azami kâr hırsıyla sömürerek yaşamı tüketmektedir. Bugün iklim krizinden ormansızlaşmaya, türlerin yok oluşundan su kaynaklarının tükenişine kadar yaşanan tüm ekolojik felaketler sermayenin sınırsız azami kâr isteminin sonucudur. Kapitalizm, gözü dönmüş sömürü ve yağma uğruna doğal çevreyi yıkıma uğratıyor, biyoçeşitliliğe zarar veriyor, her yıl binlerce insan ve canlının ölümüne neden olan iklim değişikliğini geri döndürülmez noktalara sürüklüyor.
Ancak doğanın yıkımı yalnızca bir çevre sorunu değildir; işçilerin, emekçilerin, yoksul köylülerin yaşamının her alanını etkileyen, eşitsizlikleri derinleştiren ve insanlığın geleceğini tehdit eden bir boyuttadır. Doğanın sömürüsü, yıkım ve talanın en fazla altında kalan doğadaki diğer canlılar gibi sınıf ve emekçiler olmaktadır. İşçiler ve emekçiler iş güvenliği, sağlık koşulları ve bir bütün olarak yaşamsal ihtiyaçları açısından bundan etkilenmektedir. Birleşmiş Milletlere bağlı Çevre Örgütü (WMO) gibi burjuva bir kurumun verileri dahi evreni ve bütün insanlığı nasıl bir felaketin beklediğini açıklar niteliktedir.
Çevre-ekoloji mücadelesi, emperyalist kapitalizme karşı sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle sorun emek sermaye uzlaşmaz çelişkisi temelinde ele alınıp savaşım bu yaklaşım ekseninde yürütülmek zorundadır. Ekolojik mücadele bu anlamda bir sınıf mücadelesidir. Bu alandaki duyarlılık liberal, reformist veya burjuva çevreci anlayışlara terk edilemez. Liberal, reformist çevreci yaklaşımlar doğayı “kurtarmak” adına sermayenin sınırlarını zorlamaktan kaçınmaktadır. Oysa gerçek çözüm ancak kapitalist üretim ilişkilerinin köklü bir şekilde yıkılmasıyla mümkündür. Bu anlamda doğanın metalaştırılması ve yıkımı enternasyonal mücadelenin önemli alanlarından biridir. Dolayısıyla iklim krizini “dar” bir çevre sorunu olarak algılayan, sistem olarak kapitalizmi hedef almayan, işçi hareketiyle bu temelde birleşmeyen bir ekoloji hareketi perspektifinin sonuç alma şansı yoktur. Kırıntı niteliğinde sonuçlar elde ederek bu devasa yıkımı frenlemek mümkün değildir. Nitekim gençlik 2019-2020’de Fridays for Future eylemleriyle kitlesel bir iklim isyanına girişti, düzen dışı bir yol açmayı denedi. Ne var ki birleşik net bir program temelinde örgütlülükten yoksunluk sonucu isyan liberal-reformist çerçevenin ötesine geçemedi.
Doğa yalnızca insanlar için değil tüm canlılar için yaşamın kaynağıdır. Sosyalist bir gelecekte, insanın toplumsal etkinliği ile yaşanılır bir doğa arasındaki ilişki (insan ile doğa arasındaki uyum) yeniden kurularak hem toplumsal eşitlik hem de ekolojik denge sağlanacaktır. Bu yüzden ekolojik mücadele sosyalist mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır.
İşçi ve emekçilerin talepleri ile savaş ilişkisi kurulmalıdır
Yaklaşan yeni bir emperyalist paylaşım savaşının şu ya da bu yönünü öne çıkararak önlemeye çalışan savaş karşıtlığı kendi içinde tutarlı bir tutum özelliği taşımaz. Savaşa karşı savaşımın tutarlı bir çizgide ilerlemesi, kapitalizmi temelden yıkmayı hedefleyen sosyalist devrimci bir çizgide örgütlenmesiyle mümkündür. Halen içinde yer aldığımız ve genişletmeye çalıştığımız emperyalist savaş karşıtı ittifak ve eylem birliklerinin -mücadelenin gelişimine paralel şekillenecek savaş karşıtı daha geniş örgütlenmelerin- dünyada savaşa ve faşizme karşı sokakları dolduran her kesimden milyonları işçi sınıfının müttefikleri-dostları olarak sınıfsal bir perspektifle örgütlemek zorundayız. Bu, işçi ve emekçilerin her ülkede -giderek ortaklaşan- gündelik özgün talepleri ile savaş ilişkisinin kurulmasına özel ağırlık vererek olacaktır.
Kitlelerdeki her tepki ve öfkeyi sistem karşıtlığına, sosyalizmin güncelliği ve kaçınılmazlığı perspektifine yönlendiren, olanakları buradan ileri doğru zorlayan bir siyasal pratik hatta ilerlemek zorundayız. Mücadelenin diğer alanlarında olduğu gibi emperyalist savaşa karşı mücadelede de devrimci bir odak-çekim merkezi yaratmak günün devrimci görevlerinin başında gelmektedir.
Devrimci enternasyonalist bir birliktelik her şeyden önce eylemli bir birliktelik olmak, eylem zemininde yükselmek, tarihsel hedef ve amaçları konusunda net olmak zorundadır. Burjuvazi ve emperyalizmin saldırılarına karşı pratikte sergilenecek ortak savaşım ve yapılacak uluslararası eylem birlikleri, işçi sınıfı ve emekçi insanlığın kurtuluşu için gerekli olandır.
– Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşin!
– İşçilerin vatanı yoktur!
– Yaşasın enternasyonal dayanışma!