SINIFLA İLİŞKİLERİMİZ ve SINIF ÇALIŞMASI PRATİĞİMİZE DAİR (2004 KASIM)
[AŞAĞIDAKİ METİN, 2004 ARALIK’INDA YAPILAN HAZIRLIK KURULTAYI ARİFESİNDE, KURULTAYA SUNULMAK ÜZERE HAZIRLANAN BİR METNİN DEĞERLENDİRİLMESİ KAPSAMINDA KALEME ALINIP KÖM’E İLETİLMİŞTİR]
Icerdigi gorus ve degerlendirmelerden de once bu yazının bize gore çok değerli bir özelliği var: O da, geçici/ dönemsel bir tavsamanın ötesinde ihmal edilen isci sinifi içinde çalisma gibi stratejik bir konudaki bu ihmalin köklerine inme konusunda gösterdiği radikal sorgulayıcı tutumdur.
Yazinin buna bağlı olarak sekillenen ikinci olumlu özelligi ise, bu kayıtsızlık ve ihmalin ortadan kaldırılabilmesi için bugunden itibaren en azından ilk ağızda yapılması gerekenler kapsamında dikkate değer öneriler ortaya koymasıdır.
Gerçi özellikle ‘nedenler’ ve ‘dogurdugu sonuçlar’ konusunda dile getirilen kimi tespit ve ilişkilendirmelere butunuyle katılmak mümkün değildir; ancak bu konuda artık ciddi olarak köklü bir yaklaşım ve tutum değişikliğine yönelme zorunluluğunun altının çizilmesinin ve bu ruhun etkin kılınmaya çalışılmasının bizatihi kendisi bizce özel bir önem ve değere sahiptir. Kendi adımıza bu ruhu paylaştığımızı ve sonuna kadar arkasında olduğumuzu baştan belirtelim.
“Sinif çalismasi“ dedigimiz zaman, her seyden once bir gerçegin adini cesaretle (ve utanarak) koymaliyiz: Oncesi ayri bir degerlendirme ve tartisma konusu olmakla birlikte 12 Eylul sonrasi yillarda -bazi kesitlerle sinirli bazi adimlar disinda- aile (örgüt-nba) olarak bizim planli, sistemli, genellesmis ve israrli bir sinif yonelimimiz (dolayisiyla sinif calismamiz) OLMAMISTIR! Olan daha çok, Zonguldak ya da belediye (Izmir, Adana, Gebze, Eminonu, Sisli… ) grevleri Polisan ya da Sun Tekstil vb. grevleri gibi disimizda gelisen ve zaten herkesin bir biçimde uzerlerine usustugu sureçlere “dahil olmaya“ calismakla gazeteye haber, roportaj uretmek gibi ’farkli ihtiyaç ve amaçlarin’ baskisiyla attigimiz adimlar sirasinda karsimiza çikan kimi firsatlarin pesine dusulmesi biçimindedir. Ki bunlarin bile arkasinin getirilmemesi, bilinçli ve planli bir yonelim ve israrin olmadiginin gostergesidir.
Bu tutumun istisnalari vardir elbette; bunlarin basinda da EKK yonelimi gelir. Keza su an aklimiza ilk agizda gelen ornekler olarak MB’da bir dönem sektor/bolge bazli bir isbolumu ve uzmanlasma yonelimi içine girilmesi (Ambarlar/Merter; Belediye; DDY ve Anadolu yakasi seklindeki paylasim hatirlansin) ya da “Mezarda Emeklilik“ karsiti kampanya vb. gibi baska birçok ornek sayilabilir elbette ama bunlar da sonuçta “kaideyi boz(a)mayan istisnalar“ olmaktan ote geçememislerdir.
Sozu fazla uzatmamak için bir- iki soru sormak bile yeterlidir:
Mucadeleyi birakanlar da dahil neden bizim içimizden bugune kadar sendikal alanda tek bir ’uzman’ dahi çikmamistir?
Eski DY, Kurtulus, TDKP gibi çevrelerden vazgeçtik “Koyluler“in hatta Dev.Muc. gibi minnacik çevrelerin dahi sendikal alanda ellerinde bazi mevziler oldugu halde neden bizde bunun tek bir ornegi bile yaratilamamistir?
Neden bugun saflarimizda ince bir tabaka halinde bile olsa isçi kokenli kadrolar yoktur?
Sadece şu işaret ettiğimiz olgular dahi bu konudaki zayıflığımızın (da) belirli bir kesitle sınırlı dönemsel bir olgu olmayıp,tarihsel-yapısal bir perspektifle daha derinlemesine irdelenmesi gerektiğini göstermeye kanımızca yeterlidir.
Yazı, bu konudaki utanç verici zayifligimizi‚’ideolojik şekillenmemizdeki yetersizlik ve deformasyona’ bağliyor. Gerçi bunu temellendirirken , “ideolojinin sorunsuz ve kusursuz ilan edildigi“, “sorumlulugun hep tek yanli olarak pratige ve pratikçilere atfedildigi“ vb. seklinde PT surecinde de çok duydugumuz kimi spekulatif iddialari yinelemekle birlikte uzerine egilinmesi gereken temel etkenlerden birine de parmak basiyor.
Evet, proleter devrimcilik iddiamıza ve bunca yillik geçmisimize karsin sinifla iliskiler ve sinifa yonelim konularinda hala bugunku gibi bir perisanlik içinde isek, daha baska hangi nedenler ileri surulurse surulsun sorun ayni zamanda ideolojik bir karakter ve boyuta sahip (en azindan bu ozelligi de kazanmis) demektir. Bunun kendisini hangi duzeylerde, nasil, hangi biçimler altinda, hangi yogunlukta ortaya koydugu tartisilabilinir. Ancak once bu gerçegi teshis etmek, dolayisiyla çozum arayislari sirasinda da ’herseyin basi’ ozelligine sahip olan bu boyuttan ise baslamak sarttir. (Gerçi bunu da dogru anlamak ve dogru bir temelde içeriklendirmek gerekir. Sinifin ve sinif çalismasinin güçlerimizin gorus alanindan bu denli çikip bu denli ihmal edilir hale geldigi bir ideolojik kimlik kaybi ve deformasyonu giderebilmek için çubugu ozellikle kurulus hatta XO ile birlesme oncesi donemdekine benzer netlikte yeniden sinif çalismasina dogru bukmenin kendisini sloganlastirma ile yetinir, bu vurgulu yonelimi somut olarak dogru, butunluklu ve etkin bir tarzda iceriklendiremezsek, geçmiste isi uvriyerizmi teorilestirmeye kadar goturen Kurtulus Orgutu gibi orneklerin akibetleri bir yana Ekim’den daha fazlasini elde edemeyiz. “Atilmasi gereken somut adimlar/oneriler“ bahsinde bu konuya tekrar donecegiz.)
Bu konudaki zayifligimizin hangi boyuta ulastigini gorebilmek için bir adim daha atarak ortadaki bir gerçege daha dikkatleri çekelim : Bizim bugun sadece sinifla olan baglarimiz zayif degildir. Bundan daha vahim ve daha utandirici olani, sinifa yonelim zayifligidir.Yaptigimiz her iste once sinifi ve sinifin guçlerini etkilemeyi merkeze koyan bir yaklasimin neredeyse esamisinin bile kalmamis olmasidir. Sinif içinde çalismanin – kurulus ve oncesi yillarda oldugu gibi- tutkulu bir istek ve onur konusu olmaktan çikarak, pratikte fiilen gazetenin ve bazi birimlerin isi gibi gorulmeye baslanmis olmasidir. Bu ruhun ve yonelimin zayiflamasina paralel olarak –daha dogrusu ikisi birbirini dogurup besleyecek sekilde- deger yargilari, olçu ve aliskanliklarimiz içinde proleter sosyalist degerler ve olçulerin yerini genel bir “devrimcilik“ etiketi altinda bambaska bir bulamacin almis olmasidir, vb.vb.
Bu boyutlara ulasmis bir bozulma ve gerileme, ’proletaryanin temsilcisi’, ’sinif bilinçli oncusu’ vs. oldugunu iddia eden komunist bir orgutun artik ’kendisi’ olmaktan çikmaya basladigini gosterir. Bu ayni zamanda sorunun ’kismi’ ve ’geçici’ olmadigi gibi donemsel kosullarin elverissizliğinden kaynaklanan ’konjonkturel’ bir durum olarak falan açiklanamayacagini gosterir. (Deformasyonun kazandigi boyutlara yazinin giris bolumunde de deginilmekte ve etkin bir çozumun ilk adimi da yine çok dogru ve isabetli bir ifadeyle “IDEOLOJIK YENIDEN INSA“ olarak tanimlanmaktadir. Gerçekten de bugun bu konuda çubuk “yeniden insa“ tanimini hakedecek bir siddet ve kararlilikta ’sinif devrimciligi’ yonune bukulmek zorundadir.)
Bizde (de) bu deformasyon, esasinda ’90’larin baslarindan itibaren bir ’tikanma’ – tabii o zamanlar henuz tam farkedilemeyen ve sinif içinde ’yol alamama’ seklinde kendini gosteren bir tikanma- biçiminde basgostermeye baslamis ama asil ’95-’96’lardan itibaren ivmelenerek belirgin bir kayma biçimini almistir (Dolayisiyla yazida ifade edildigi gibi bu sadece “son 6 yil“a ozgu bir zayiflik ve gerileme degildir)
Fakat burada sorunu sadece bir ’sosyal doku bozulmasi’ olarak gorup toplumsal iliskiler agi ve beslenme kanallarimizdaki daralmaya indirgemek, fazla tek yanli, dolayisiyla eksik ve hatali bir yaklasim olur. Sorunun bir de dogrudan ideolojik bir boyutu vardir; bu boyut –daha once baska bir yerde de isaret ettigimiz gibi- sosyalizm perspektifi ve devrimci iktidar iddiasinin zayifligidir. Bu zayiflik esasinda kim oldugumuzun, nereye (hangi sinifa) ait oldugumuzun, bizi baskalarindan farkli kilarak biz yapan dunya gorusunun, degerler sisteminin, hepsinden onemlisi tarihsel misyonumuzun ne oldugunun kavranisinda bir zayiflik ya da sulanma anlamina gelir. Zaten ’95 sonrasi dalgaya gogus geremeyisimizin nedeni de asil olarak bu zayiflikta yatmaktadir. Konumuz su an bu kaymanin kendisi, tezahur biçimleri, yolaçtigi sonuçlar vs olmadigi için simdilik altini kalinca çizmekle yetiniyoruz. Ancak ayni tarihsel hatalari bir daha islememenin yani sira yeni bir programin insasi gibi bir yukumlulukle yuz yuze bulundugumuz gerçegi de dikkate alinacak olursa, her konuda BELIRLEYICI bir konuma sahip olan bu boyutu hiçbir zaman akildan da çikarmamaliyiz.
’95-96 sonrasi semtlerde yükselen ve içerdiği antifaşist potansiyeller nedeniyle kesinlikle kayıtsız kalınamayacak olan, ama öte yandan 1960’ların ve kismen ‘70’lerin henüz tam işçileşememiş ama emekçi karakterli yarı köylü gecekondu sakinlerinden farklı olarak, ‘emekçi’ bir karakter kazanmis olmak soyle dursun aslolarak sinif atlama ozlemi içindeki yarı lumpen özellikler taşıyan ‘semt gençliği’ dalgası bizi de yutmuştur. Bu dalga, başta isçi sınıfi olmak üzere diğer emekçi sınıf ve tabakalardan hemen hemen hiç beslenemeyen bütün radikal yapılar gibi bizi de bir yerde ‘kendine benzetmiş’; sadece sosyal dokumuzun bozulmasıyla sınırlı kalmayan, asıl değer yargıları ve ölçüler alanında kendini gösteren ideolojik bir deformasyon kaynağı olmuştur.
Ekim’in yaptığı gibi “işçi sınıfı devrimciliği” adına bu dinamiğe kayıtsız kalmamız, kendimizi ondan uzak tutarak “saflığımızı ve kimliğimizi korumamız” mümkün değildi ve olamazdı (Bu semt devrimciliği kültürü ve siyaset tarzının Ekim’in kendisini de süreç içinde nasil fiilen teslim aldigini ayrica yaşayarak gördük zaten. Demek ki ‘çozum’ bu degilmis!). Dolayısıyla yanlışı burada aramak yanlış olur. Ancak, o dönem konuya iliskin yazi ve çözümlemelerimizde ‘teorik’ düzeyde ne kadar isaret etmiş olursak olalım, bu dinamiğin içerdiği tehlikeler konusunda gereken ideo-kulturel ve ideo-orgutsel savunma önlemlerini yeterince etkin ve güçlü alamadığımız ortadadır. Bu zaafimiz bu dinamiğin kendisinden de kalıcı bir tarzda yararlanamamamız sonucunu getirmiştir.
Fakat bu pratik deneyimde de asil şunu görmemiz gerekir: Biz o surece şayet sınıf içinde az çok anlamlı bir güç biriktirmis, en azindan oturmus bir ilişkiler ağı yaratmis olarak girebilmis olsaydık, bu dalga bizi bu kadar kolay yutamazdı (Bu noktada devrimci hareketin ‘kitle(sel)leştiği’ ve buna paralel olarak ‘halk(çi)laştığı’ 12 Eylül öncesi yıllarda sınıf içinde az çok anlamlı güce sahip olan DY, Kurtulus, TDKP gibi yapilarin, daha sonraki butun populist kaymalarina ragmen dokularindaki isçici çizgi ve ozellikleri butunuyle ve kolay kolay kaybetmemeleri gerçegi uzerine biraz durup dusunmeliyiz. Dayandiginiz sosyal temel ve beslendiginiz guç kaynaklari -’95 sonrasinda oldugu gibi- tek yanlilasmamis durumdaysa, ozellikle de sinifla az çok anlamli iliskilere sahipseniz, siniftan beslenmeniz iyi kotu suruyorsa, bu damar, sinifa ait çizgi ve ozelliklerin içinizde yasamaya devam etmesini de kolaylastiran bir islev gorur. Eger boyle bir barajdan da mahrumsaniz , o zaman butun is ideolojik netlik ve saglamliginiza kalmis demektir; ancak butun belirleyici onemine ragmen tek basina zaten hiçbir zaman yeterli olmayan bu netligin bir de kendisinde bir zayiflama/sulanma basgosterecek olursa, ornegin proleter sinif devrimciligi ruhunu, bilincini ve kimligini saflariniza katilan yeni guçlerinize kazandirmakta bariz bir yetersizlik ortaya çikarsa o zaman da isiniz allaha kalmis demektir; bkz. Sekil 1: Kendi durumumuz…). İşte bu noktada, bütün sorumluluğu ’95 ve sonrasının sırtına yıkmakla yetinemeyiz. Daha geriye gitme ve daha derinlere doğru inme ihtiyacı vardır.
Yazıda anlaşılamadığı için eleştiri konusu yapılan (dolayisiyla yanlış eleştirilere muhatap edilen) “pratiğin yetersizliği” vurgusu, bu bağlamda irdelenmelidir. “Pratiğin yetersizliği”, geçmiste de demagojik eleştirilere konu yapıldığı gibi, sadece ve dar anlamda ‘pratikçiler’in eleştirilmesi, hele de bütün sorumluluğun onların sırtına yıkılması değildir. ‘Bilinçli’ bir nitelik tasiyan/tasimasi gereken ‘oncu’nun pratiginin degerlendirilmesi soz konusu ise, “gelismemis bir pratik”, esasinda ‘gelistirilememis bir pratik’ demektir. Ustelik bu yetersizlik sadece belirli bir bolge ya da sektorle sinirli lokal bir durum olmayip ailevi boyutta genel bir zayiflik/gerilik/yetersizlik vb. olarak kendini gosteriyorsa, o zaman nedenin (daha dogrusu nedenlerin) de sorumlulugun da ‘genel’ oldugu çok açiktir. Bu genel ve zincirleme sorumluluk silsilesinde pratikçilerin sorumlulugu bazen zurnanin son halkasini olusturur.
Genel pratigin ‘yetersiz’ kaldigi bir yerde, sorumlulugu oldugu gibi nedenleri de teklestiremezsiniz. Bazi donemlerde çok baskin ve ezici bir biçimde kendisini gosteren ‘nesnel’ nitelikteki nedenleri bir kenara birakacak olsaniz da, oznel nitelikte olanlar bile esasinda her zaman bir kombinasyon biçiminde karsiniza çikar. Bu kombinasyonda su veya bu yonun, su veya bu nitelikte olanin agirligi ve rolunun donem donem farklilasmasi, bazen birinin one çikmasi digerlerinin yoklugu, olmadigi vb. anlamina gelmez. Pratikte genel bir ‘yetersizlik’ varsa, muhtemelen en başta konuya iliskin somut ve isabetli taktiksel politikalar konusunda bir yetersizlik var demektir. Bu tür politikalar iyi kötü ortaya konulmuş olsalar dahi, güçlerin bunlar temelinde eğitilip sonuç alıcı bir pratiğin sahibi kılınmaları konusunda bir yetersizlik var demektir. Veya gerekli organlarin ve kurumlarin kurulmasinda bir eksiklik, güçlerin mevzilendirilmesinde bir zayıflık ve yetersizlik var demektir. Kısacası, pratiğin yetersiz olduğu yerde, en hafif haliyle bile bir taktik önderlik eksikliği ve yetersizliği var demektir.
İrdelemede bir adım daha atılır da bunun nedenleri üzerine eğilinirse, bu taktik önderlik yetersizliğinin altında da mutlaka şu veya bu düzeyde teorik ve ideolojik bir zayıflık ve yetersizlik var demektir. Bu en azından mevcut tarihsel koşulları, sınıfın ve sınıf hareketinin o kesitteki nesnelliklerini ve çevreleyen diğer dinamikleri isabetli ve bütünlüklü bir tarzda kavrayıp çözümlemede zayıflık anlamında (aslolarak bu sinirlar içinde kalan) bir ideolojik yetersizlik olabilir (Bizde bu kapsamda bir zayifligin KM duzeyinde de sik sik kendini gosterdigini dusunuyorum. Sureçleri ve degisimi genellikle geç ve geriden izledik; Kurultay disinda konuya iliskin isabetli strateji ve politikalar gelistiremedik; Kurultay da dahil ortaya koyduklarimizin arkasini israrli ve gelistirici bir tarzda getiremedik; org. planda da gerekli kurumlasmayi yaratamadik, zamaninda ve isabetli gorevlendirmeler yapmadik..)
Pratikteki zayıflığın nedeninin bu sınırların da ötesine geçerek sinsi ya da açik bir ideolojik deformasyondan kaynaklanmasi da pekala söz konusu olabilir. Sorun bizde oldugu gibi sinifa yonelimin kendisinde bir zayiflama boyutunu kazanmissa, kim ne derse desin burada sorun artik dogrudan dogruya ideolojik bir kayma ve deformasyon boyutunu kazanmis demektir. (Ozellikle ’90 sonrasi orgutlenen kadrolar duzeyinde biz de bu boyutta bir deformasyonun da yasandigini – ‘egitim yetersizligi’ basta olmak uzere nedenleri ayri bir tartisma konusu olmakla birlikte-, goren hiçbir goz inkar edemez herhalde).
Dolayisiyla,“pratiğin yetersizliği” tespiti ve elestirisini, “sorumlulugu sadece ya da büyük ölçüde pratikçilerin sırtına yıkma girisimi” olarak algılamak, algılayanların sorunudur.(Kaldi ki bu tur çarpitmalara karsi TP surecinde çok kapsamli yanitlar verilmistir. Bu yazida bugun bunu hala tekrarlayan y.dan birinin adi da açikça anilarak (Can/Teo.-nba) verilen bu yanitlara ornek olarak 1996 Nisan’inda yapilan “Taktiklerimizi Uygulamada Neden Zayifiz?” baslikli seminer çalismasini hatirlatabiliriz. Burada yeri gelmisken, ayni seminer konusmalari dizisi içinde yer alan “Isçi Sinifi Hareketi, Bugunku Durum ve Gorevlerimiz I-II-III” brosurlerine de konuyla ilgisi nedeniyle bugun yeniden bir goz atilmasinin yararli olabilecegi kanisindayiz.) Ancak, butun sorumlulugu ‘tamamen’ ve ‘sadece’ pratikçilerin sirtina yikmak anlamına gelmemekle birlikte, pratiğin yetersizliğinde pratikçilerin de payının olmadığını herhalde kimse iddia edemez. Bizde de örnekleri görüldüğü gibi, kimi zaman veya kimi kesitlerde bu sorumluluk gerçekten de belirleyici bir hal alabilir. Pratikçilerinizin çapı, bir noktadan sonra pratiğinizin çapını da belirler.
Sınıf çalışması konusunda asla bireylerle sınırlı olmayıp daha genel bir mahiyet taşıyan ideolojik yetersizlik sorunu, ’89 sonrası bizde kendini en basta ve ağırlıklı olarak doğrudan pratiğin içinde ya da sınıf çalışması pratiğinden sorumlu olan yönetici kadrolarda göstermiştir. TP sürecinde “işçilikleriyle” boburlenen, 12 Eylül öncesi donemde bu alanda asıl olarak kendi hüner ve marifetlerinin ürünü olarak değil dönemsel koşulların elverişliliğinin sonucu olarak elde ettikleri, aslında o zaman da sınırlı sayılabilecek bazı sonuçlardan hareketle kendilerini “sınıf örgütçüsü” olarak pazarlamaya kalkışanlar da dahil bu alanda ‘uzmanlasmaya’ en yakın gordugumuz ve bu yuzden bu alanda istihdam edilen güçlerin ezici çoğunluğu, bu konuda en cahil ve en zaman tünelinde kalmış unsurlar olmuşlardır. IG’nin ilk yazi kurulu da içinde olmak uzere siz sinif çalismasinin fiili-taktik yonetimi ve yonlendirilmesinden sorumlu olmak uzere bunlara guvenip bunlardan olusan birimler kursaniz bile, sinif çalismasina iliskin ozel politika ve taktikler gelistirmekten vazgectik yerel bir grevde dagitilacak basit bir bildiriyi dahi kaleme alma birikimi, becerisi ve cesaretinden yoksun boylesi ‘pratikçi’lerle yol alabilmeniz mumkun degildir, nitekim de olmamistir.( Sinif çalismasinda bugune dek veya son yillarda yol alamayisimizin en onemli nedenlerinden birini sik sik boyle merkezi bir birimin kurulmamis olmasina baglayan yazar y.lar, bu deneyimleri de akillarina getirerek dogru bir içerik ve butunsellikten yoksun kaldigi surece ozellikle de bu tur organizasyonel adimlara oynayabileceklerinden daha buyuk bir misyon biçme egiliminden kendilerini korumalidirlar…)
Bu zayifligin dogurdugu zincirleme sonuçlardan bazilarina geçmeden once, kendini genellikle bu tur “pratikçiler” de gosteren ve esasinda yine ideolojik bir zaafiyetin ifadesi olan hastalikli bir tutuma daha burada dikkati çekmeliyiz. Sinif calismasinda “alayli yaklasim” olarak adlandirabilecegimiz bu hastalikli tutum, bu çalismanin gerektirdigi bilgi, beceri, sabir vd. niteliklerle donanmak ve bunlari daha da gelistirip yetkinlestirme temelinde sureklilesmis bir ‘uzmanlasma’ yonelimi içinde olmak surada dursun; sahip oldugu genel devrimci birikim ve sinirli tecrubeleriyle isi goturebilecegini zanneder. Bu ozunde, sinifi ‘salak’ yerine koyan, sadece sinifi degil sinif çalismasini da hafife alan ideolojik bir kuçumseme ve bosvermisligin ifadesidir. Dolayisiyla bu kafa ne kendini gelistirir ne pratigi gelistirebilir. Teorik-siyasi yazı ve çözümlemelerde altı ne kadar çizilmis olursa olsun, sınıf çalışması gibi çok kompleks ve çok sofistike nitelikler gerektiren bir konuda tarihimiz boyunca içimizden tek bir ‘sendikal uzman’in dahi çikmamasinin nedeni de zaten en basta burada aranmalıdır. Yani, “işçilik” ve “sınıf çalışması”nın önemi üzerine çok konuşmak ve çok yazmak, bu konuda gerekli uzmanlaşmayı ve gelismeyi sağlamaya yetmez, bu anlama gelmez. Kendi tarihsel pratiğimiz bunun çok açık ve çarpıcı bir örneğidir. Ve bu tarihsel pratikten çıkarılacak sonuçların başında da, önce bu kafanın değişmesi, esasında sınıfi kuçumseyen ve bu yuzden sinif çalışmasını da hafife alan bu ideolojik kaymanın düzeltilmesiyle işe başlanması gerekliligi/zorunlulugu gelmelidir.
Pratigin gelismemisligi, uzmanlasmanin oldugu gibi konuya iliskin teorik-siyasal gelismenin de onunu keser, bir noktadan sonra onun tikanmasina da zemin hazirlar. Biz de yasanan bir diger yetersizlik bu noktadadir. Konunun kimi yonlerine iliskin çok dikkate deger teorik ve siyasal çozumlemeler ortaya konulmus olmakla birlikte, sinif hareketi ve sinif içindeki çalismanin butun yonleri gozonune getirildigi taktirde bunlarin herseyden once anlamli bir butunluk olusturmaktan uzak, dolayisiyla yetersiz kaldiklari gorulur. Hele sendikal orgutlenme ve faaliyet basta olmak uzere kimi konularda bosluktan da ote kocaman kara deliklerimiz vardir…
Lafi daha fazla uzatmadan sadede gelecek olursak, isçi sinifi ile iliskilerimiz, bundan da vahimi saflarimizdaki sinıf yönelimi ve bilinci ‘proletaryanın temsilcisi ve öncüsü’ olduğunu iddia eden komünist bir örgüte yakışmayacak ölçüde zayıftır. Tarihsel olarak ’89 sonrasi sureçte bu konuda ‘ileriye’ degil maalesef ‘geriye’ giden bir gelisim grafigi çizdigimiz gorulmelidir. Ozellikle ’95 sonrasi itibariyle bu zayiflama tam bir ‘kirilma’ halini almistir. (Yeri gelmisken kuçuk bir saptama biçiminde belirtelim: Hiz.in bu tahribattaki payi ve sorumlulugu –hem oncesi hem de ortaya çiktiktan sonrasi itibariyla- çok buyuktur. Oncesi itibariyla bu konuda birinci dereceden sorumlu konumlarda bulunduklari ve bazilari ozel olarak bu isle gorevlendirildikleri halde tas ustune tas koyduklari gorulmemistir. XP surecinde ise onlarla birlikte hareket eden bazi adilerin o donem bu alanda mevcut iliskilerimizi de bilinçli bir tutumla resmen sogutup tasfiye ettikleri sonradan anlasilmistir. Fakat hiz. asil olarak temsil ettigi/ sozculugune soyundugu ruh hali ve dev.lik anlayisi itibariyla basibozuk semt devrimciliginin içimizdeki yasam alanini genisletici bir rol oynamistir.)
Bugun asil sorun bu utanç verici gerilik ve gerilemenin nasil asilacagi sorunudur. Bu gerilik ve gerilemenin boyutlari nedir, ne zaman baslamistir, nedenleri nelerdir, ideolojik- siyasi karakterde midir yoksa aslolarak orgutsel-pratik bir yetersizlik sorunu mudur, geçici midir yoksa daha mi kokludur… turunden tartismalar –onemli olmakla birlikte- bu sonuç ve bunun bir an evvel ortadan kaldirilmasi zorunlulugunun kavranmasi yaninda bize gore açikçasi daha tali ve onemsizdir.
Atilmasi gereken somut adimlar/oneriler
Bu konuda su an için soyleyeceklerimiz hemen atilmasini gerekli ve sart gordugumuz ‘oncelikli ve acil’ adimlar olacaktir. Bu arada sunu da belirtelim: Bu konudaki deformasyonun giderilmesi, ‘olmasi gerekenle’ su an bulundugumuz nokta arasindaki açigin kapatilmasi oyle kisa surede ve kolay olmayacaktir. Bu anlamda hiçkimse hizli ve etkileyici basarilar bekleme hayaline kendisini kaptirmamali; bundan da once sorunu stratejik bir perspektifle ele alarak hedeflenen sonucun ve basarilarin ancak uzun sureli, planli,sistemli ve israrli bir yonelimle gelebilecegini bastan bilerek hareket etmelidir. Ne yaptigini bilen, sabirli ve inatçi bir stratejik perspektif, bu alanda çalismanin gerektirdigi bilgi birikimi ve niteliklere sahip, konusuna hakim ‘uzman’ guçlerin yetistirilmesi noktasinda da gerekli ve sarttir.
Ideolojik çubuk bukme: Bize gore bu konuda atilmasi gereken ilk ve en oncelikli adim, ideolojik planda saflarimizdaki yaygin bilincin donusturulmesi, isçi sinifi devrimciligi ruhunun ve bilincinin yeniden egemen kilinmasidir. Bu konuda “yeniden insa” tanimini hakedecek siddet ve kararlilikta bir ‘çubuk bukme’ sarttir. Bunu, tarihimizdeki “’75 ruhunun canlandirilmasi” olarakta tanimlayabiliriz. Baska bir ifadeyle, ‘herhangi bir devrimcilik’ anlayisindan farkli olarak ailemizin tarihsel hedef olarak sosyalizmi kurma ve sinifsiz topluma ulasma idealini tasiyan proletaryanin sinif bilinçli oncusu ve temsilcileri oldugumuza dair kimlik ve misyon bilinci, en genç ve en yeni guçlerimizin dahi bilinçlerine tekrar kazinmalidir.
- Sureklilesmis bir ‘uzmanlik’ egitimi: Isci sinifi içinde etkin bir çalisma, çok yonlu niteliklere sahip olmayi gerektirir. Herseyden once ideolojik saglamlik ve geliskin bir siyasal bilinç sarttir. Aksi taktirde, bu alandaki guçlerinizin ve onlarin sahsinda faaliyetinizin ekonomizm, sendikalizm ve kuyrukçuluk basta olmak alanin dogasindan kaynaklanan anaforlara kapilarak yitip gitmesi tehlikesinden kendinizi koruyamazsiniz. Ancak tek basina ideolojik saglamlik ve geliskin bir siyasallikta yetmez. Cunku sinif içinde çalisma sirasinda o kadar çesitli huy ve ozellikte insanlarla, o kadar degisik durum ve gelismeyle karsilasirsiniz ki bunlarin uzerinde etkili olabilmek ve ustesinden gelebilmek için geliskin bir genel kulture, zengin bir yasam tecrubesi ya da bilgisine, cagdas yasamin gerektirdigi bilgi ve becerilere de sahip olmak zorundasinizdir. Bu iki temel ayak uzerinde, daha dogrusu bunlari tamamlamasi gereken uçuncu ayak olarak sinif içinde orgutlenme tekniklerinden yururlukteki sendikal mevzuata, sinifin mucadele tarihinden mevcut sendikalarin yapisi ve isleyis tarzina, sinif içinde etkin olan bellibasli egilimlerden sendikal harekette etkin isimlerin kisiliklerine varana kadar sinif calismasinin kendisine ozgu yonleri konusunda da bilgiye dayali tam bir hakimiyet sahibi olmak sarttir. Kisacasi sinif içinde çalisma, oyle genel devrimci birikim ve sloganlarla yurutulemeyecek kadar ciddi ,ozel bir ‘uzmanlik/uzmanlasma’ gerektiren bir alandir. Dolayisiyla bu alanda etkin ve kalici sonuçlar elde edebilmenin temel sartlarindan biri de, bu alanda çalismaya sevkedilen guçlerin planli bir biçimde sureklilestirilmis bir uzmanlik egitimine tabi tutulmalaridir. Hele bugun bizim durumumuzda oldugu gibi bu alanda çalismanin asgari bir birikimi ve deneyime sahip guçlerden de mahrumsaniz, bu temel sart daha isin basinda atmaniz gereken zorunlu ilk adimlardan da biri demektir.
Akilli ve planli bir yaklasim, bu konunun kendisini, yani deneyimsiz guçlerin egitilmeleri konusunu kendi içinde bir ‘orgutleme’ adimi haline getirebilir. Sinif çalismasinin ozellikle de ‘sendikal’ boyutuyla ilgili konularda, birakalim ‘uzmanligi’ dogru durust bilgi ve deneyim sahibi guçlerden bile yoksun oldugumuza gore, bu açigimizi ancak disimizdaki birikimlerden ve uzmanlardan yararlanarak kapatabiliriz. Iste bu noktada, muhataplarimizi da urkutmeyecek, tersine heyecanlandiracak bir yaklasim ve somut projeler ortaya koymayi basarabilirsek, baslangicta belki bir seminer, bir kurs vb. sinirlari icinde baslayan bir ‘egitme’ iliskisi, sureç içinde boyutlanarak onlarin bizimle daha geliskin iliskiler içine girdikleri bir ‘etkilenme-orgutlenme’ iliskisine donusebilir.
- Stratejik planlama: Gelismelerin pesinde suruklenmekten kurtulamayan ve suyu avuçlamaktan oteye gidemeyen bir ‘oyalanma’ degil de gerçek ve kalici sonuçlar uretmeyi amaçlayan etkin bir ‘sinif çalismasi’ yurutulmek isteniyorsa, bunun bir diger temel sarti, her adimin belirli bir stratejik plan çerçevesinde atilmasidir. Ancak ‘planli hareket’ zorunlulugu, mekanik bir yorumla bu kez de dogmatik bir tutuculuga donusmemelidir. Cunku sinif hareketi, onun ozellikle de sendikal hareketi cogu kez ‘beklenmedik’ cikis ve patlamalar biciminde seyreder. Stratejik bir plan ve perspektiften yoksun bir çalisma nasil bu ‘kendiliginden’ akis ve patlamalarin kuyrugunda suruklenmekten kurtulamazsa; ‘planli hareket’ adina sergilenecek tutucu mekanik bir yaklasim da bu kez hayatin ve hareketin disinda kalma/disina dusme riskinden kendini kurtaramaz.
Sinif calismasinda butun faaliyet ve adimlarimiza genel bir yon kazandiracak olan stratejik bir plan, isçi sinifinin onculugunde bir sosyal devrim hareketinin orgutlenip yukseltilmesi tarihsel amaci ile ulkenin sosyo-ekonomik yapisi, agirlikli sektorler, sinifin yogunlasma noktalari vb. faktorlerin birlesik degerlendirilmesi temeli uzerinde yukselmelidir. Bu degerlendirmeye bagli olarak oncelik ve agirlik verilecek sektorler, bolgeler, havzalar, alanlar belirlenmeli; bunlar da kendi içlerinde ayrica kisa-orta ve uzun vadeli hedeflerin belirlendigi sekilde planlanmalidir.
Tekstil-Konfeksiyon basta olmak uzere digerlerinin onemsenmemesi ya da ihmali anlamina gelmemesi kaydiyla bizim bugun oncelik ve agirlik vermemiz gereken sektorler: Enerji, iletisim-haberlesme, metal, madencilik, ulasim ve bankacilik olmalidir. Bunlar, az çok etkili mevziler tutulabildigi taktirde burjuvaziye agir ve sikistirici/sonuç alici darbeler indirmeye en elverisli sektorler olduklari için bizim gorus alanimizda daha ozel bir yer tasimalidirlar. Ayni olçut yani burjuvaziye sinifin ve emekcilerin diger bolukleri için de esin kaynagi olabilecek etkili vuruslar yapabilme olanagini kazandirma olçutu, sektorler disinda bolgeler, havzalar hatta fabrikalar olçeginde planlama ve tercihler yapilirken de oncelikle gozonunde bulundurulmalidir.
- ‘Alttan’ ve ‘ustten’ yaygin bir iliskiler aginin orulmesi: Devrimi kitlelerin eseri olarak goren kom. bir sosyal devrim orgutu, sinifi orgutlemeye çalisirken de fabrika ve isyerleri temelinde ‘taban’dan orgutlenmeyi esas alir, buna oncelik ve agirlik verir. Ancak bu dogru ve devrimci yaklasim, yine mekanik bir yorumla tek yanlilastirilarak ‘yukardan’ yani mevcut sendikal yapilar içinde degisik duzeylerde etkinlik saglama, bize bu imkani kazandiracak iliskiler gelistirme çabasi ve arayislarindan uzak durma seklinde bir ihmal ve kayitsizliga yol açmamalidir. Sinif içinde çalisma stratejisini “durust ve namuslu sendikacilar” gibi bir kavramlastirma esliginde sendikal burokrasi içinde etkinlik saglama esasi uzerine kuran EMEP gibilerinin durumuna dusmekten ozellikle sakinirken ote yandan bu imkanlara tumuyle sirtimizi donmemeliyiz. Boylesi bir “sol sekter” yaklasim, hareket kabiliyetimizi buyuk olçude sinirlamakla kalmaz, ozellikle de sinif hareketinin bugunku durumu ve duzeyinde gorece genis kesimler uzerinde etkinlik saglama olanagindan da kendimizi mahrum birakma sonucunu dogurur.
Bugunku mevcut sendikalar içinde ozellikle subeler duzeyinde sadece yonetici, isyeri temsilcisi vb. konumunda olan degil uzman, sekreter, sendika çalisani vb. konumunda bulunan ilerici-demokrat unsurlarla ne kadar genis ve yaygin bir iliskiler agi kurabilirsek, bu iliskiler bize sadece o sendika ve sektor bazinda degil bulunulan havza ve bolge bazinda, sadece baska sektorlerdeki isçilerle ve baska sendikalarla degil sinifin etrafinda mevzilendirilmesi gereken baska guçler ve kurumlarla da etkin ve islevli iliskiler kurabilme olanaklarini kazandirir. Bundan oturu isin bu cephesi –ozellikle de sinif hareketinin guncel durumu ve duzeyinin yani sira bizim sinif içindeki etkisizligimizin boyutlari dikkate alinacak olursa- bugun ozel bir onem ve agirlik vererek yuklenmemiz gereken cepheyi olusturur.
- Calismanin iç orgutlenmesi: Bugüne kadarki pratiğimizin ortada olan sonuçları da dikkate alınacak olursa, “sınıf çalışmasına önem verme” adına bugün artık sadece ideolojik-siyasi vurguların dozunu artırma vs. vs. ile yetinemeyiz. En az bunlar kadar önemli ve bunları tamamlayıcı adım olarak örgütsel planda da yapılması gerekenler vardır. Yazıda bu kapsamda merkezi düzeyde alınması gereken önlemlerden biri olarak “en üst organın en az bir bireyinin sınıf çalışmasının bütününden sorumlu kılınması ve bu konuda uzmanlaşmasının sağlanması” önerilmektedir. Yazar y.ların bu konuda en ciddi adımlardan birini de işçi çalışmasından sorumlu merkezi bir birimin kurulması yaklaşımında olduklarını daha önceki yazılarından biliyoruz. Bunlar bugünkü durumumuza göre ileri ve daha da önemlisi iyiniyetli; ama kanımızca hatalı ve eksik önerilerdir. Bu önerilerin hatalı gördüğümüz yönü şurasıdır: Eğer biz sınıf çalışması gibi stratejik bir çalışmayı bundan sonra da belli birey ve birimlerin sorumluluğuna bırakan bir yol izleyecek olursak, elde edeceğimiz sonuç daha önceki yıllarda elde ettiklerimizden daha farklı ve daha fazla olmayacaktır. Bu anlamda, bugün eğer bu konuda bir zihniyet devrimi yapmak istiyorsak, geçmişten farklı olarak bu işin, yani sınıf çalışmasına yüklenme sorumluluğunun sadece belli birim ve bireylerin işi olarak algılanmasının kendisini yıkmalı, kökünden dinamitlemek zorunda olduğumuz bilinmelidir. Buna bağlı olarak en başta en üst merkezi organlarda olmak üzere, sınıf çalışması dikkatin ve enerjinin öncelikle ve ağırlıklı olarak bu alanın sorunlarına verilmesi, bütünün önde gelen bir sorumluluğu olarak görülmeli ve buna uygun bir pratik sergilenmelidir. Bu elbette bu organlar içinde de, özellikle işin inceliklerine ve ayrıntılarına da daha derinlemesine nüfuz etme yönelimi ve sorumluluğu anlamında bir uzmanlaşma yönelimi ve bu temelde özel görevlendirmeler yapılması gereğini ortadan kaldırmaz. Ancak bu işbölümü ve uzmanlaşma, yukarıda işaret ettiğimiz kolektif sorumluluk/toplu hücum felsefesi ve pratiği temeli üzerinde yükselen işbölümü ve uzmanlaşma yönelimi olmalıdır.
İkinci olarak, partinin elindeki sendikalara yön çizilmesi anlamında bir “sendikalar masası”, özel durumlar ve kesitler için kurulan “kurultay komitesi”, “genel grev komitesi”, vb. vb. gibi somut, tanımlanmış hedef ve görevlerin yerine getirilmesi amacıyla kurulacak birimler ve yapılacak özel görevlendirmeler dışında “proletaryanın temsilcisi ve öncüsü” olduğunu iddia eden komünist bir sosyal devrim örgütünde “sınıf çalışması yürütmek ve yönetmekten sorumlu” özel bir organ veya birimin kurulmasını önermek, belki iyiniyetli ama çok ciddi bir yanılgıdır. Bu, genel, kolektif ve ayırdedici olması gereken bir nitelik ve görevin –tıpkı öncü savaş anlayışında olduğu gibi- belli bir birimin ve güçlerin üzerine havale edilmesi anlamına gelir. Ancak, eleştirimizin başında da belirttiğimiz gibi, sınıf çalışmasının daha özel bir yoğunlaşma gerektiren kimi yön ve kesitlerine ilişkin olarak tanımlanmış somut hedefler temelinde özel birimler kurulması ve görevlendirmeler yapılmasının reddi anlamına gelmez bu yaklaşımımız. Her şey bir yana, bizzat bizim geçmiş deneyimlerimiz, en başta da EKK tecrübesi, kimi durumlarda bu tür özel birimlerin kurulmayışının, elde edilmek istenen sonuca kilitlenecek ve bundan başka hiçbir şey düşünmeyecek özel görevlendirmeler yapılmayışının bazı yönelimlerin sonuca götürülememesinde de nasıl olumsuz bir rol oynadığını fazlasıyla gösterir. Onun için, önümüzdeki dönemde de, örneğin belli bir grevin örgütlenme ve yönetiminden, 1 Mayıs hazırlığından, İG’nin çıkarılışından ya da sınıf çalışmasının bizzat kendisine veya bu alandaki güçlerimizin eğitimine dönük belli bir konuda istenilen sonucun alınabilmesini sağlamakla görevli özel birimler kurmayı ihmal etmemeli, tanımlanmış özel görevlendirmeler yapmaktan geri kalmamalıyız.
6- Çalışmanın iç örgütlenmesi kapsamında atılması zorunlu olan belirleyici adımlardan biri de, nitelikli güçlerin bu alanda çalışmaya seferber edilmesidir. Kasıtlı bir ihmalin sonucu olarak değil belki ama, başka alanlardaki ihtiyaçların baskılanmasıyla, ancak sonuç olarak ‘sınıf içindeki çalışmanın önemsenmemesi’ anlamına gelen bir tutumla ’89 sonrası süreçte bizde bu alana ya doğru dürüst güç kaydırması yapılmamış ya da genellikle başka alanlarda işlevli olamayan veya sorun yaratan güçler “bari gitsin bir fabrikada sınıf içinde çalışsın” kafasıyla bu alana yönlendirilmiştir. Bu kafa ve yaklaşımın bizzat kendisi, sınıf çalışmasını önemsemeyen ‘ideolojik bir kayma’nın yansımasıdır. İşçi sınıfı devrimciliği kimliğimizi ve kişiliğimizi yeniden kazanmamız şart olan önümüzdeki dönemde, atılması gereken temel adımlardan biri de, kadroların istihdamı sırasında bu çarpık ve hastalıklı yaklaşımın kökten değiştirilmesi olmalıdır. Lafı fazla uzatmadan, kendi adımıza yaklaşımımızı şöyle formüle edebiliriz: Ailenin asli örgütlü güçleri içerisinde en nitelikli olanları ve başlangıç adımı olarak, her on ilişkiden altisi (yani yaridan fazlasi) doğrudan sınıf çalışmasına ve onun yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız değişik alan ve adımlarına yönlendirilmelidir. Bu konuda sadece genel bir ‘sınıfa yönlendirme’ ile de yetinilmemeli; ayrılacak bu güçler -yazıda da önerildiği gibi- “işçi yazını”, “işçi eğitimi”, “sendikal mevzuat” vb. konularında özel uzmanlık alanlarına yönlendirilmelidir.
7- Yöntem ve araç zenginliği yaratmak: Önümüzdeki dönemde sınıf içindeki çalışmaya yüklenirken atmamız gereken zorunlu adımlardan biri de, belli kalıpların dışına çıkarak araç ve yöntem zenginliği yaratmak olmalıdır. Bu anlamda, kitle propagandası ve ajitasyonunun bugüne dek kullanılagelen temel biçimlerini oluşturan gazete yayını, bildiri, afiş, pul vb. biçimlerin yanı sıra, özellikle de göze hitap eden, daha doğrusu göz yoluyla beyne hitap eden araç ve yöntemlerin kullanımına özel bir ağırlık vermeliyiz. Bu kapsamda, sınıfın geniş kesimlerini ilgilendiren hemen her konuda bizim politika ve sloganlarımızın propagandasının ustaca yedirildiği video filmler, dia gösterileri, tiyatro vb. sanatsal etkinlikler organize etme ve bunlara süreklileşmiş bir refleks özelliği kazandırma yönelimi içinde olmanın yanı sıra, sınıf bilincinin temel kavramlarının verilmesi de içinde olmak üzere değişik konularda resimli broşürler, çizgi roman serileri, vb. eğitim setleri hazırlama üzerine yoğunlaşmalıyız. Bu konuda işbirliği yapılabilecek aydınlar, sanatçılar, çizerler, animasyon uzmanları, bilgisayar programcıları vb. güçlerle ilişkiler geliştirmeyi sınıf çalışmasının ‘tamamlayıcı’ ayakları kapsamında önümüze özel bir hedef olarak koymalıyız.