TİKB 44 yaşında

Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB) bu yıl 44 yaşına basıyor.

Bireylerin olduğu gibi örgütlerin yaşamında da 44 yıl kuşkusuz az bir süre sayılmaz. Bu yıllar boyunca başarılanlar kadar başarılamayanlar hakkında da bir fikir verir. Çıkarılan sonuçlar tabii ki hangi niyetle, nereden bakıldığına bağlı olarak değişir.

Kendi adımıza bugün canımızı dişimize takarak yürüttüğümüz mücadelenin, insanlığı çürütüp doğayı mahveden kapitalist emperyalizme karşı yürütülmesi gereken devrim ve sosyalizm mücadelesinin kapsamı, güncelliği ve yakıcılığı yanında çok cılız ve sınırlı kaldığının bilincindeyiz. Fakat hayli azalmış kadrolar ve sınırlı olanaklarla elimizden geleni fazlasıyla yapma çabası içindeyiz.

Var olan örgütlü güç ve olanaklarla, bu coğrafyada herhangi bir devrimcilikten farklı militan bir proletarya sosyalizmi anlayışını, onun cisimleşmiş ifadesi olan tarihsel bir geçmişi, o militan sosyalist geçmişin devrimci anlayış, değer ve geleneklerini yaşatıp sürdürmeye çalışıyoruz.

Bazıları bunu örgütü yaşatmayı her şey haline getiren “örgüt fetişizmi” ya da geçmişi aynen tekrarlamaya çabalayan dogmatik bir nostaljiyle karıştırıyor. Hatta oturdukları yerden sosyal medya aracılığıyla bizi bu zemine çekmeye çalışanlar var. Böyleleri, Türkiye’nin ve dünyanın nereden nereye geldiğinin, işçi sınıfı da içinde olmak üzere sınıfların ve toplumun yapısındaki değişimlerin, toplumsal ilişkilere yön veren değer yargıları ve beklentilerin 1980 öncesi hatta 1990’lı yıllara kıyasla ne denli bozulup yozlaştığının, devrim ile karşı devrim arasındaki güç dengesinin nasıl aleyhimize döndüğünün, kısacası mücadelenin koşullarındaki farklılaşmanın farkında dahi değiller. Dahası bir şeylerin ucundan da olsa tutarak mücadeleye katkı şurada dursun her fırsatta çelmelemeye çalışıyor, yaptıklarımızı ve çabalarımızı değersizleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

TİKB’de cisimleşen militan proletarya sosyalizmi anlayışının hakkını teoride ve pratikte bizden daha yetkin olarak veren bir alternatif ortaya çıkmadığı sürece (ki o zaman kendimizi feshederek ona katılmakta bir an bile tereddüt etmeyiz. Çünkü biz komünistler için örgüt bir amaç değil araçtır. Asıl olan devrimin, sosyalizm ve sınıfsız komünist toplum kavgasının gelişimi ve çıkarlarıdır) TİKB’yi yaşatmaktaki ısrar ve kararlılığımız sürecektir. Ama bu ısrar, dün’de kalmış nostaljik bir “türbe bekçiliği” olarak anlaşılmamalıdır. Geçmişin devrimci değer ve geleneklerini yaşatmak adına onları aynen tekrarlamaya kalkmak, o geçmişi öldürmenin, karikatürleştirip değersizleştirmenin farklı bir biçimidir.

Bizim TİKB’yi yaşatmaktaki ısrarımız, onun geçmişte yarattığı değer ve geleneklerde cisimleşen militan devrimcilik ve proleter sosyalizm anlayışını teoride, dönemsel ve güncel politikalarla pratikte güne taşıyarak o çizgiye yeniden çekim gücü kazandırmakta ısrar ekseninde sürecektir.

*****

İnsanlığın çağımızda “Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm” ikilemiyle karşı karşıya olduğunu komünistler bundan tam bir asır önce dile getirdiler. O kesitte bu uyarı emperyalizm aşamasına girmiş olan kapitalist sistem çözümlemesinden çıkarılan teorik bir sonuçtu. Günümüzde ise ‘sokaktaki insanın’ dahi çıplak gözle görüp sezdiği kadar açık, somut ve yakın tehlikenin ifadesidir. Bugün artık öyle bir noktadayız ki, dünyada kaç yıllık yaşam kaldığı tartışılıyor.

Üstelik bu emperyalist azami kâr hırsının yol açtığı sonuçlardan sadece biri. İnsanlık bugün ekolojik kriz ve doğa yıkımının her an katlanarak büyüyen sonuçları yanında insan olanı insanlığından utandıracak sonuçların katlanarak büyüdüğü kapsam ve derinlikte bir sosyal krizin cenderesinde boğuluyor.

Dolayısıyla günümüzde devrimcilik iddiası her şeyden önce bu gerçekliği dikkate alan bir bilinç ve sorumlulukla hareket etmek zorundadır. İdeolojik duruş ve politika adına dün’e takılıp kalmış, bugüne dair ufuk açıcı tek bir öneri hatta cümle sahibi ol(a)mayan bir devrimcilik iddiası, her şey bir yana devrimciliğin doğasına da aykırı bir tutuculuk ve donma halinin dışa vurumudur. Bu hayatiyet kaybı, günün devrimci görev ve sorumluluklarına yanıt üretmek şurada dursun, hayatı kuyruğundan yakalamayı dahi beceremez.

Devrimciliği işkencede direniş ya da silahlı eylem gibi içerikten soyutlanmış belirli bazı tutum ve biçimlere indirgeyen sığ devrimcilik anlayışı TİKB olarak uzun yıllar bizim saflarımızda da etkili oldu maalesef. Ölçülerimiz-alışkanlıklarımız bu temelde şekillendi. Bu yüzeysel devrimcilik anlayışı, doğası gereği tek yanlılaşma -ve kibir- üretti. Sadece dışımızdaki devrimci güçlere yaklaşımda değil kendi içimizdeki ilişkilerde de başardıklarını ya da ‘sahip olduğunu’ düşündüğü güçlü yanlarını gören ama zayıflıklarına gözünü kapatan, dahası ilkinin yarattığı baş dönmesinin etkisiyle bunların vehametini göremeyecek ölçüde başı dönen bir anlayış ve tarz türedi.

Böylesine sığ ve dar bir devrimcilik anlayışının mücadelenin koşullarındaki değişimi zamanında görerek kendisini buna göre konumlandırması mümkün -en azından kolay- olmaz. TİKB olarak biz bu gerçeği 1990’ların ortalarından itibaren kendi pratiğimizde somut olarak görüp yaşadık. 1996 sonunda noktalanan 3.Konferans Sonuç Bildirgesi’nde “tarihsel bakımdan ömrünü tamamlamış bir devrimcilik tarzı” olarak tanımladık bu anlayışı. Bugün benzer bir tarihsel dönüm noktasındayız. Devrimciliği sadece belirli refleks ve kalıplara indirgeyen, biçime ve slogancılığa dayalı bir devrimcilik anlayışıyla günün sorunlarına çözüm üretip politik-pratik bir çekim odağı haline gelebilmek, 2000’li yılların arifesinde olduğu gibi imkansıza yakın ölçüde zordur.

Üstelik o dönem dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devrimci dalganın -olduğu kadarıyla- hepten geri çekilmeye başladığı bir kesitti. Tasfiyecilik dalgasının kabarışı karşısında fırtınalara göğüs gerebilecek bir ideolojik-siyasi sağlamlığa sahip olmak devrimci kalabilmeye yeterdi. Bugün ise sağlam bir biçimde demirlemiş olmak yetmez. Çünkü fırtına tek yönlü değil, insanlığın geleceği adına büyük tehlikeler kadar sıçramalı gelişme imkanlarını da bağrında taşıyan, bu anlamda ters akıntılarla karakterize olan bir ‘geçiş dönemi’ içindeyiz.

Dönem komünistlerden ve devrimcilerden tabii ki yine en başta devrimci temelde bir ideolojik sağlamlık istiyor. Ama bunun yanında, daha doğrusu bu temelde müthiş bir yaratıcılık, bilgiye ve öğrenmeye açıklığa dayalı bir çok yönlülük, işçi sınıfı başta olmak üzere bütün emekçi sınıf ve tabakalarla kitlesel ölçeklerde buluşma yeteneği, farklı kulvarlarda akan toplumsal muhalefet dinamikleriyle birbirini bütünleyen üretken işbirlikleri kurup geliştirme becerisi talep ediyor. Yoksa bugünkü etkisiz eleman konumundan kurtulamayız. En fazla nitelikli devrimci muhalefet çepercikleri olarak kalmaya mahkûm oluruz. Bu hal, eski tarz devrimcilikte ısrarlı olanlarımıza yeterli görünüp tatmin edici gelebilir belki ama emeğin şahsında insanlığın kurtuluşunu varoluş nedeni olarak gören komünist bir devrimcilik iddiasıyla asla bağdaşmaz.

*****

Neoliberalizmin yükseliş sürecinde estirdiği ideolojik fırtına, Marksist ve devrimci hareketin saflarında da bütün eğreti ilişkilenmeleri alabora etti. Bu savruluş, sadece o güne kadar fetişleştirilen devrimci örgütlerden ve örgütlü devrimcilikten kopuşla sınırlı kalmadı. “Gerçekçi olmak” ve “değişim” adına geçmişin tüm devrimci değer ve geleneklerinden, dahası her türlü devrimci ideolojiden kopuş kutsanıp ‘yeni normal’ haline getirildi. Mevcut sınıf gerçekliği ve sınıfsal çelişkilerin bilimsel sosyalist bir yaklaşımla çözümlenmesinin kazandıracağı tarihsel amaç berraklığıyla hareketin yerini an’ın teorileştirilmesi, an’a göre politika aldı. Bu bağlamda, revizyonist sistemin çöküşünü meşruiyet zemini olarak istismar eden post-modern akışkanlık sadece Marksizmi ve sosyalizmi bordadan atmakla kalmadı, sınıfa ve sınıf gerçekliğine sırtını döndü. Etnik, kültürel ve cinsel kimlik politikaları temelinde yapısalcı tez ve teorileri bayraklaştırdı.

Bir birikim modeli olarak neoliberalizmin yaşadığı bütünsel iflâs, daha doğrusu onun bir zamanların konjonktürüyle örtüşür görünen yön ve özelliklerinin bugün karşımıza sistemin ve insanlığın yaşadığı krizi ağırlaştıran etkenler olarak çıkması o post modern teorilerin altındaki zemini de kaydırdı. Dahası tıpkı “tarihin sonu” tezi gibi sınıf gerçeğine ve işçi sınıfına sırtını dönen “moda” teorileri ıskartaya çıkardı. Öyle ki, sınıf gerçeği sadece pandemi dönemi gibi süreçlerde ya da sefaletle zenginlik kutuplaşmasının hayasız boyutlar kazanması gerçekliğinde değil, bir zamanlar “21. Yüzyıl sosyalizmi” olarak pazarlanan Latin Amerika’daki ‘pembe dalga’ iktidarlarının çözülüşü ya da Kürt özgürlük mücadelesinin seyri sırasında Barzani klanının ihaneti biçimine bürünmüş olarak görmemekte ısrarlı gözlere dahi batacak somutluk kazandı.

Toplumsal tarih bir yana, bireylerin yaşamı açısından bile fazla uzun sayılmayacak bir süre içinde yaşayarak deneyimlediğimiz bu süreç, TİKB öncesi grup döneminden beri işçi sınıfı içinde çalışmayı esas alan komünist bir örgüt olarak ideolojimize, çizgimizin tarihsel karakteristiklerine ve geleneklerimize olan güvenimizi bir kat daha pekiştirdi. Üstelik 4. Konferans’ımızı izleyen 2010 sonrasında, nesnel koşulların bütün elverişsizliği yanında uğradığımız güç kaybı ve olanaksızlıklara rağmen sınıf alanında TİKB’in en güçlü olduğu dönemlerde dahi benzeri olmayan öncü bir örnek yarattık. Hem de bunu geçmişin büyük fabrikalarından farklı olarak örgütlenmesi çok zor olan akışkan bir sektörde başardık.

TİKB’nin devrimcilik anlayışı, herhangi bir devrimcilik anlayışından her zaman farklı oldu. 1979 Şubat’ındaki kuruluşumuz öncesi grup döneminden itibaren işçi sınıfı içinde çalışmayı ve proletarya sosyalizmini esas alan militan M-L bir çizgide ısrar ettik. Bu iddianın hakkını yeterince veremediğimiz dönemler ve alanlar oldu elbette. Zaman zaman kendimizin bile gerisine düştük. Karakteristik özelliklerimiz hatta varlığımız dahi sorgulanır oldu. Fakat en karanlık günlerde dahi militan proletarya devrimciliğinde ısrardan, sosyalizmde ısrardan, Marksizm-Leninizm’de ısrardan vazgeçmedik!..

TİKB adı, geçmişte olduğu bugün yine devrimde ısrarı, proletarya sosyalizmi ve sınıfsız komünist toplum tarihsel hedefinde ısrarı, Marksizm-Leninizm’in devrimci özüne sadakatte ısrarı çağrıştırıyor.

44.kavga yılımıza adımımızı bu ısrarı sürdürme kararlılığıyla atıyoruz!.. Zayıflık ve yetersizliklerimizi aşma yolundaki çabalarımızı yoğunlaştırma sözünü vererek, devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütme iddiasıyla atıyoruz!..

44.kavga yılında TİKB yaşıyor, savaşıyor!

Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!

21.yüzyıla sosyalizmi yazacağız!

TİKB Merkez Komitesi