TİKB, Marksist-Leninist dünya görüşünü benimsemiş, insanlığın sınıfsız topluma ulaşmasını hedefleyen komünist bir örgüttür
TİKB KISA TARİHİ…
TİKB, Marksist–Leninist dünya görüşünü benimsemiş, insanlığın sınıfsız topluma ulaşmasını hedefleyen komünist bir örgüttür. İşçi sınıfı içinde çalışmayı esas alır, sosyalist devrimi savunur.
TİKB, militan bir sosyalizm anlayışının temsilcisidir. Komünizmin ilk aşaması olarak sosyalizmin kurulabilmesi için burjuvazinin sınıf egemenliğinin işçi sınıfının ideolojik ve pratik öncülüğünde şiddete dayanan devrim yoluyla yıkılmasını ve yerine proletarya diktatörlüğünün kurulmasını zorunlu görür. Yalnız, utanç verici bir iflasla sonuçlanan 20. yüzyılın sosyalizmi inşa deneyimlerinden çıkardığı sonuçlar ışığında bu diktatörlüğün bürokratik bir karakter kazanarak işçi sınıfı ve emekçi yığınlara karşı da zorba bir baskı aygıtına dönüşmemesi için proleter demokrasinin sınırlarını süreklileşmiş bir tarzda genişletmeyi esas alır. Teknolojinin ulaştığı gelişme düzeyinden de yararlanarak toplumsal yaşamı ve sosyalizmin geleceğini doğrudan ilgilendiren bütün temel konulara dair politikaların oluşturulması ve nihai karar süreçlerine kitlelerin doğrudan katılımını ilkesel bir tutum olarak benimser.
TİKB’nin sosyalizm anlayışı, emekçilerin sadece maddi değil kültürel ve moral gereksinimlerini de en üst düzeyde karşılamakla yetinmeyip toplumun refah düzeyinin kesintisiz yükseltilmesi esasına dayanır. O bu yönüyle sosyalizmi sadece ya da esas olarak “sanayileşme ve kalkınma hamlesine” indirgeyen teknolojik determinist sosyalizm anlayışlarından ayrılır. Öte yandan sosyalizmi inşa edebilmenin zorunlu ilk koşullarından biri de “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi“dir. Tekellerden başlayarak kapitalist özel mülkiyet düzenini ve ona dayalı toplumsal ilişkiler sistemini ortadan kaldırmaya yönelerek işe başlamayan bir sosyalizm inşası düşünülemez. TİKB’nin sosyalizm anlayışı bu yönüyle de sosyalizmi salt ya da esas olarak sovyet tipi bir demokrasiye ya da aydınlanma hamlesine indirgeyen küçük burjuva sosyalizm anlayışlarından ayrılır.
TİKB’ye göre Türkiye, emperyalizme bağımlı yönler ve işbirlikçi bir karakter taşımakla birlikte orta düzeyde gelişkin bir kapitalist ülkedir. Emek-sermaye çelişkisi temel çelişkidir. Gündemdeki devrim sosyalist devrimdir. Emperyalist kapitalizmin geçirdiği değişimlere bağlı olarak değişime uğramakla birlikte temelde değişmeden kalan emperyalizme bağımlılık ilişkisinin ve faşist rejim yapılanmasının tasfiyesi yanında ulusal sorun gibi çözülmemiş demokratik görevlerin çözümü günümüzde burjuvazinin sınıf egemenliği ve kapitalizmin kökten yıkılmasına bağımlı bir hal almıştır. Dolayısıyla bunların varlığı, Türkiye devriminin hala demokratik devrim aşamasında bulunduğunu iddia eden zaman tünelinde kalmış halkçı görüşlere geçerlilik kazandırmaz..
TİKB’nin kökeni
TİKB’nin TİKB olarak kuruluşu, 1979 Şubat‘ında yapılan kurucu kongre özelliğindeki İleri Militanlar Toplantısı (İMT)’yla gerçekleşti. Fakat onun kökleri 1968‘lere uzanır.
TİKB’nin önceli grup yapısı, ‘68 uyanışı sırasında Ankara’da ağırlıklı olarak Basın Yayın Yüksek Okulu öğrencilerine dayalı şekillendi. Türkiye solundaki iki ana tarihsel damarı oluşturan sosyalist devrim- milli demokratik devrim (MDD) bölünmesi sırasında grup MDD saflarında yer aldı. Ancak bu kampta yer alan başkalarından farklı olarak, Türkiye’de bağımlı bir kapitalizmin hakim olduğu görüşündeydi. Proletarya sosyalizmini savunuyor ve devrimin öncüsü olarak gördüğü işçi sınıfı içinde çalışmayı esas alıyordu. Emperyalizme bağımlılık, faşizmin egemenliği ve feodal kalıntıların ağırlığı nedeniyle devrimimizin içinde bulunulan aşamasını MDD olarak tanımlamakla birlikte sosyalizme kesintisiz olarak hızla geçileceğini vurguluyordu. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkelerde sosyalizmin 1956 sonrası tasfiye edildiği ve SB’nin artık sosyal emperyalist bir ülkeye dönüştüğü temel tezi o dönemki grup yapısının bir diğer ayrım noktasıydı.
Militan bir proleter devrimcilik anlayışına sahip olan grup, 12 Mart askeri faşizmi sırasında İzmir‘den Denizli‘deki Ziraat Bankası şubesine götürülen 4 milyon lirayı kamulaştırma eylemiyle (Temmuz 1971) kamuoyu tarafından da tanındı. Bu gözüpek devrimci eylemin arkasından peşpeşe yenilen darbeler sonucu grubun lideri Aktan İNCE başta olmak üzere dönemin önde gelen bütün kadroları ve taraftarları tutsak düştü. Grup üyeleri işkencede, cezaevleri ve sıkıyönetim mahkemelerinde genel olarak direnişçi bir tutum sergilediler.
12 Mart’tan çıkış sürecinde diğer devrimci çevre ve örgütler, 12 Mart döneminde sergilenen pratik ve yenilen darbelerin muhasebesine dönük iç tartışma ve dağınıklık süreçleri yaşarken, süreçten direnmiş ve bütünlüğünü büyük ölçüde korumuş olarak çıkan grup bu kaosu yaşamadı. Ancak grubun zayıf noktası başka yerdeydi. Proleter devrimi örgütleme iddiasına ve özgüvenine sahip olmak anlamında devrimci iktidar bilinci ve iddiasının zayıflığı grubun temel zaafıydı. Grup liderinde daha çok ve daha yoğun olmakla birlikte bu zaaf grubun bütün temel kadrolarının ortak özelliğiydi. Nitekim daha sonra TİKB’ye de taşındı ve onun en gelişkin döneminde bile ‘nitelikli bir devrimci muhalefet örgütü’ olarak küçük ve dar kalmaktan kurtulamayışının tayin edici nedenlerinin başında geldi. Kendi gücüne, yetenek ve potansiyellerine güvensizliği beraberinde getiren bu iktidarsızlık, kişiye bağımlı grup yapısını 1975‘te THKO ile sağlıksız bir birleşmeye sürükledi. Dönemin özellikle Niğde cezaevindeki THKO şefleri tarafından içi alttan alta oyulan bu birlik, iki yıl sonra birleşmeden daha sağlıksız bir ayrılıkla sonuçlandı.
TİKB’nin kuruluşu
Ayrılık sonrası kendisini “Devrimci Muhalefet” olarak tanımlayan saflarda iki yıl sürecek bir kaos ve erime dönemi başladı. ’68 sonrasının devrimci THKO’sunu «geçmişin değerlendirilmesi ve özeleştiri» görünümü altında HK’lılaştıran tasfiyeci THKO şefleri ise, ayrılık sonrası doğan büyük boşluk ve yaşadıkları şaşkınlığı atlattıktan sonra ellerinde kalan güçleri kemikleştirebilmenin yolunu muhalefet kadrolarına yönelik fiziki saldırılar örgütlemekte gördüler. Önceleri taşlı-sopalı yaralamalar biçiminde başlayan bu saldırılar, çok geçmeden pusu kurup adam öldürme noktasına vardırıldı. TİKB’nin yerel önderlerinden genç bir öncü işçi olan Ali ALGÜL (21 Kasım 1979) ile DİSK‘in kuruluş sürecinde ve 15-16 Haziran Direnişi‘nde de yer almış işçi önderi Hamit TEKİN (9 Aralık 1978) bu planlı saldırılar sırasında öldürüldüler. Çok sayıda TİKB kadro ve taraftarı ise yaralandı. Sistematik bir hal alan ve giderek tırmanan saldırıların önünü alabilmek için TİKB de, Ali ALGÜL’e pusu kurup ona karşı silah kullananlar arasında olduğu tespit ettiği iki HK militanını öldürerek cezalandırdı. Yaptıkları devrimci açıdan ne kadar kabul edilemez ağır bir suç olursa olsun iki genç devrimcinin başka devrimciler tarafından öldürülmeleri yanlıştı. Karşı karşıya kalınan saldırganlığın önünü alabilmek için sert bir tepki göstermenin dışında başka yol bırakılmamış, üstelik bu yollar arandığı ve zorlandığı halde bulunamamıştı. Yine de iki genç devrimcinin ölümü başka devrimcilerin elinden olmamalıydı.
HK’dan ayrılık, hedefsiz, plansız, programsız bir ayrılıktı. Üstelik temel görüşlerini yazılı hale getirmekten ve tüzüksel kurallara bağlanmış devrimci bir örgütsel yapı kurmaktan ısrarla kaçınan çevreci grup anlayışı ve iktidarsızlık aynen sürüyordu. Bunun sonuçları peşpeşe kendini göstermeye başladı.
Önce “Koordinasyoncular” olarak adlandırılan sağcı eğilimle yaşanan iç kriz patlak verdi. Sınıf mücadelesinin alabildiğine kızıştığı 1977-’78 Türkiye’sinde, “ML teoriye hakimiyet ve program sorunu çözülmedikçe pratik-siyasal mücadele yürütmeye çalışmanın sonuçsuz kalmaya mahkum yararsız bir çaba olduğu” temel görüşünü savunan bu mücadele kaçkınlığı, artık TİKB adını almış olan gruba bir yılı aşkın bir süre ve çok güç kaybettirdi.
Bunun ardından eski grup lideri şahsında çevreci şekilsizlik ve keyfilikte ısrar ile birleşen yorgunluk eğilimleriyle ayrışma süreci gündeme geldi. Doğurduğu sonuçlar itibarıyla daha sonra ‘kurucu kongre’ özelliğini kazanan İMT (19-21 Şubat 1979) bunun üzerine toplandı.
İMT’nin hemen arkasından devrimci bir atılım dönemi başladı. Toplantıda alınan kararlar doğrultusunda savunulan temel görüşler Platform başlığı altında yazılı hale getirildi. Örgütsel yapı ve işleyişi kurallara bağlayan yazılı bir tüzük benimsendi. Kadroların eğitimi yanında teorik-programatik insanın aracı olarak İhtilalci Komünist ile merkezi siyasi-taktik yönlendirmenin aracı olarak Orak-Çekiç dergileri çıkarılmaya başlandı. Bunların her ikisi de yasadışı basılıp dağıtılan yeraltı yayınlarıydı.
İdeolojik ve örgütsel inşa adımlarına paralel olarak militan bir pratiğe yönelindi. Silahlı sokak gösterileri, kahve ve pazar yerlerinde silahlı yapılan ajitasyon konuşmaları, silahlı Orak-Çekiç dağıtımları, tutsak düşen militanları kurtarma amacıyla düzenlenen karakol baskınları ve kaçırma girişimleri bu pratiğin öne çıkan biçimleriydi.
12 Eylül döneminde TİKB
İMT’den 14 ay sonra TİKB 1.Konferansı yapıldı (Nisan 1980). O güne kadar kaydedilen gelişmelerin ışığında Konferans, dünya ve Türkiye’deki durumun değerlendirilmesi kapsamında faşist bir askeri darbe olasılığının yüksekliğine dikkat çekti. Buna bağlı olarak örgütün yeraltı yapılanmasının ve militan karakterinin güçlendirilmesini kararlaştırdı.
Konferans’ın bu öngörüsü, 5 ay sonra 12 Eylül askeri faşist darbesiyle doğrulandı. TİKB, İMT sonrası yöneldiği devrimci yeniden inşa sürecinin sonuçlarını 12 Eylül faşizmi karşısında aldı.
O süreçte önceliğin yeraltının inşasına verilmiş olması ve izlenen militan devrimci taktiklerin kazandırdığı deneyim sayesinde örgüt darbeyi devrimci bir soğukkanlılıkla karşıladı. Merkez Komitesi (MK), darbenin hemen arkasından yayınladığı genelgeyle bulunulan her alanda cuntaya direnileceğini ilan etti. Direnmeyi dahi düşünmeden sınıfı ve kitleleri yüzüstü bırakıp ortalıktan sıvışmanın yollarını arayan mülteciliği bütün örgüte yasakladı.
TİKB’nin 12 Eylül faşizmi karşısındaki militan direnişçi tutumu belirli bir alan ya da biçimlerle sınırlı kalmadı. Dışarda olduğu gibi cuntanın işkence tezgahlarında, cezaevlerinde ve sıkıyönetim mahkemelerinde de süren bir devamlılık ve bütünselliğe sahipti.
Bu bağlamda TİKB, Türkiye devrimci hareketinin tarihinde, işkencede direnişi, bireysel tutumların ötesine taşıyarak örgüt tavrı düzlemine sıçratan ilk örgüt oldu.12 Eylül faşizmine tutsak düşen sekiz MK üyesinden biri dışında diğerleri, kadro ve sempatizanlarının yüzde 90′ı aylarca süren yoğun işkencelere rağmen poliste ifade vermeyi reddettiler. Bunların çoğu gerçek kimliklerini dahi kabul etmeyip imzadan imtina tutanakları dışında herhangi bir belge imzalamadılar.
TİKB’nin 1986 Mart‘ına kadar kesintisiz sürdürdüğü direniş, o tarihte yenilen toplu bir operasyonu izleyen dönemde tasfiyeci bir kesintiye uğradı. Dışarda kalan güçler içinde ‘en eski ve deneyimli’ kadronun sorumluluğuna dayalı çevreci bir sistemin kurulmuş olması zemin hazırladı bu utanca. 1987 ortalarında polisin bir sızma girişiminden kuşkulanılması üzerine paniğe kapılarak dışardaki bütün güçleri ve faaliyetleri yüzüstü bırakıp aylarca ortadan kaybolan bu sorumlunun korkaklığı yüzünden örgüt, tam da 12 Eylül’den çıkış sürecinde paralize oldu.
TİKB, ‘89 başından itibaren bu utançtan kurtulma sürecine girdi. 1991 Mayıs‘ında yapılan 2. Konferans‘la birlikte bu her cephede tam bir devrimci atılıma dönüştü.
2. Konferans, örgütün önüne ,”partiyi ve devrimi birlikte örgütleme bağlamında küçük ve dar bir devrimci muhalefet örgütü olmaktan çıkarak kitleselleşme” hedefini koydu. Konferans sonrası atılan adımlar ve sağlanan gelişme de bu doğrultuda oldu.
12 Eylül sonrası devrimci atılım
1991-’94 arası dönem, TİKB’nin tarihinde devrimci bir ‘zirve’yi oluşturur. Önceki dönemlerde hayal dahi edilemeyen birçok ‘ilk’ bu dönemde gerçekleşmiştir.
Örgüt, tarihinde ilk kez İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana‘yla sınırlı bir alandan çıkarak Edirne‘den Malatya‘ya, Trabzon‘dan Antep‘e kadar geniş bir alana faaliyet yürütür hale geldi. Temelleri önceden atılmış olan gençlik örgütlenmesi Genç Komünarlar bu kesitte serpilip büyüdü. Emekçi memur hareketi içinde -özellikle de Tüm Bel-Sen, Tüm Sağlık-Sen ve Eğitim-Sen‘de- etkili bir güç haline gelindi. ‘92 yerel seçimlerinde bağımsız adaylar çıkarıldı. 1991 Kasım‘ından itibaren 15 günlük yasal siyasal bir dergi yayınlanmaya başlandı. Tutucu kaygılar yüzünden uzun süre “taraftarlık” statüsünde tutulsa da Avrupa‘nın bellibaşlı bütün ülkelerinde kendini hissettiren bir yurtdışı faaliyeti örgütlendi.
Açık alanda örgütü sınıfın ve emekçi kitlelerin görüş alanına sokacak bu adımlar atılırken diğer yandan yeraltı yapılanmasının korunup güçlendirilmesi ihmal edilmedi. Temelleri 12 Eylül öncesinde atılmış olan silahlı birimler (Müfreze‘ler) yeniden örgütlenip sayıca da çoğaltıldı. 12 Eylül faşizmine yanaşıp örgüte ihanet eden itirafçı Adil Özbek haini cezalandırıldı. Kadroların eğitimi amacıyla ‘92 ve ‘93 yıllarında gizli Parti Okulları örgütlendi.
1994 yılına gelindiğinde örgüt büyümüş, gelişmiş, yeni bir sıçramanın eşiğine dayanmıştı. Ancak örgütün kurucu kadrolarından geriye kalan MK üyelerinin çevreci küçük grup zihniyeti ve alışkanlıklarından kaynaklanan korkuları yüzünden bu sıçrama yapılamadı. Bu bürokratik tutuculuk, örgütün önce durgunluğa, arkasından peşpeşe gelen dalgalar halinde tasfiyeci krizlere sürüklenmesinin tayin edici nedeni oldu.
Peşpeşe gelen tasfiyeci dalgalar
12 Eylül’den çıkış sürecinde TİKB, 1989 sonrası dünya çapında kabaran tasfiyeci dalgaya kapılmadı. Ona sadece direnmekle de kalmayıp cepheden karşı saldırı yürüttü. Bu devrimci duruş, o tasfiyeci dalganın TİKB üzerinde de hiç etkili olmadığı anlamına gelmiyordu. Yalnız bu etki, örgüt çapında genelleşmiş bir etki olmayıp örgütten ve örgütlü mücadeleden kaçış yönelimi şeklinde tek tek bireyler bazında kendini gösterdi. Aralarında kuruluş döneminin MK sekreterinin de olduğu bazı eski kadrolar bu kesitte döküldüler.
TİKB, örgütü de peşinden sürüklemeye yeltenen örgütlü tasfiyecilikle ilk kez 1995‘te karşılaştı. “TİKB’yi aslına döndürme” iddiasıyla ortaya çıkan bu geç kalmış tasfiyecilik, gerçekte zaman tünelinde kalmış sağcı bir yorgunluğu temsil ediyordu. Temel motivasyon etkenini ise kariyerizm oluşturuyordu. TİKB’nin tarihindeki ilk hizbi kuracak ölçüde kendini kaybeden bu sağcı tükenmişlik, 1995 Ağustos‘unda tartışma süreci olarak başlayıp sonradan 3. Konferans‘a evrilen uzatmalı bir sürecin sonunda (1997 Aralık) küçük bir azınlık olarak örgüt dışına düştü. Fakat o örgüte en büyük kötülüğü, başlangıçta kendisiyle gizli bir ittifak kuran fakat örgütün teslim alınamayacağını görünce taktiğini değiştiren çok daha sinsi ve çürümüş bir aydın oportünizminin o toz duman içinde güç kazanmasına hizmet ederek yaptı.
3.Konferans sürecinden güç kazanarak çıkan küçük burjuva aydın oportünizmi, “teoriye önem verme” görünümü altında Koordinasyoncu pratik kaçkınlığını TİKB saflarında yeniden hortlattı. ’98 ortalarından başlayarak önce örgütü teorik derginin çıkarılmasına, dergiyi de keyfe göre seçilen bazı yazıların yazılmasına tabi hale getirdi. Bu arada gölgesinden bile korkan hastalıklı bir illegalite anlayışının arkasına saklanarak yeraltını fiilen tasfiye etti.
Cezaevlerine yönelik 19 Aralık katliamı sonrasında bu tasfiyecilik, pratik siyasal mücadelenin neredeyse tümüyle bir yana bırakılması boyutuna vardı. TİKB’nin varlığı, yaşayıp yaşamadığı çevre güçler içerisinde dahi sorgulanır hale geldi. Bu arada MK’nın bazı üyeleri fiilen devre dışı bırakıldılar.
O güne dek örgütü içten içe çürüten bu tasfiyecilik, 2005 yılında, sonuna gelinmiş olan 4.Konferans sürecini sabote edip 5 yıl daha uzamasına neden olmakla kalmadı; o tarihten itibaren kendini açıkça kuşan ideolojik tasfiyecilik özelliğini de kazanarak çizgileşti. 2005 sonrasının neo koordinasyoncu tasfiyeciliği, ideolojik açıdan neo Bernsteincı bir karaktere sahipti. Emperyalist kapitalizmin yapısal krizine burjuvazi cephesinden çözüm arayışları kapsamında 1980 sonrasında gündeme gelen neoliberal birikim modeli ve üretim örgütlenmesini, “üretici güçleri geliştirme bakımından sanayi devriminden sonra gerçekleşen hatta onu da aşan tarihsel bir gelişme” olarak niteliyor, buna bağlı olarak dünya kapitalizminin en az 30-40 yıl daha sürecek bir istikrar dönemine girdiğini iddia ediyordu. Bu temel tezin devamı olarak, “bu büyük dönüşüm çözümlenmedikçe pratik siyasal mücadele yürütmeye çalışmanın sonuçsuz kalmaya mahkum anlamsız bir çaba olduğu” görüşündeydi.
4.Konferans sürecini bu teze dayalı olarak çürüttü. Buna rağmen azınlıkta kaldığını anlayınca o da tıpkı önceli gibi hizip kurma düşkünlüğüne yöneldi. Sonunda TİKB’nin bütün geçmişini hatta adını dahi reddederek ayrı bir örgüt kurmaya soyundu.
Küllerinden yeniden doğuş
2010 Ocak‘ında sonuçlanan 4.Konferans, TİKB’nin önüne «süreklilik içinde kopuş temelinde “küllerinden yeniden doğma” stratejik hedefini koydu.
2012 Eylül sonunda tamamlanan TİKB 1.Kongresi ise bu devrimci silkiniş ve ayağa kalkışın en çarpıcı ürünü oldu. 1.Kongre, TİKB’nin yapısallaşmış tarihsel zaaflarından biri olan programsız devrimciliğe son verdi. TİKB’nin temel görüşlerini yazılı bir Program haline getirdi. 4.Konferans’ta kabul edilen Tüzük’ü Leninist temellerde yenileyerek örgüt içi demokrasi ve katılım süreçlerini güçlendirdi. Ve TİKB’nin önüne, «militan bir proletarya sosyalizmi çizgisinde devrimcilikte düzlem farklılaşması yaratma» stratejik hedefini koydu.
Fitilini Taksim Gezi Parkı‘ndaki 31 Mayıs direnişinin ateşlediği Haziran İsyanı sırasında ölümsüzleşen direnişçilerden işçi Ethem SARISÜLÜK, bu devrimci yeniden doğuşun simgesiydi. Ethem, 4.Konferans sonrası süreçte örgütlenen bir TİKB militanıydı. Emeğin Yumruğu stratejisi doğrultusunda oluşturulan “İşçi Savunma Komitesi” üyelerinden biriydi. Ve Ethem, birbirlerini doğurup besleyerek örgütü yıllarca felç eden tasfiyeci dalgaların boy gösterdiği 1997 Şubat‘ında TİKB’nin kuruluşunu selamlama etkinlikleri kapsamında Esenler‘de düzenlenen silahlı korsan gösteri sırasında çatışarak toprağa düşen Genç Komünar Nurettin Demir yoldaşın ölümünden 16 yıl sonra sokakta, gözükara bir militanlıkla en önde dövüşürken ölümsüzlüğe ulaşan ilk yoldaşımız oldu. Onun ölümü bu yönüyle, TİKB’nin son 20 yıldır yaşadığı iç krizlerin nedeni, öz olarak neyin çatışmasının yaşandığının simgesel bir özetiydi aslında..