İç tartışmalar konusunda belli bilgilere sahip olduğumda “Bu nasıl olur? Bizim içimizde bu tartışmalar nasıl kişiselleştirilir?” şeklinde duygu ve düşüncelerle büyük hayal kırıklığına uğradım.
Yaşadığın topraklarda Kürt ve Alevi olman şekillenmende ve bir taraf olmanda etken olur.
Babamın devrimci olması, çocuk yaşta faşizmin yüzünü tanımama neden oldu. 12 Eylül faşist darbesi bizim de yaşamımızda derin farklılaşmalar yaşattı. Ev baskınlarının yaşandığı dönemde babam sık sık polisler tarafında götürülürdü.
Bir defasında uzun süre “kayıp” oldu . Arkadaşları ve yakınlarımız her yerde babamı aradılar. Hiç unutmam, dedem geldi, Kürtçe Türkçe karışık ama öfkeli bir şeyler söyleyerek ablamı, abimi ve beni aldı, karakol karakol dolaştık. Elinde nacakla birlikte her gittiğimiz karakolda ”Bu çocukların babası, benim oğlum nerede? Ne yaptınız? Oğlumu istiyorum” diye öfkeli bir halde konuştu. Polislerin bize karşı saldırgan tutumlarını daha dünmüş gibi hatırlıyorum.
Babam birkaç gün sonra geldi fakat epey bir işkence gördüğü her halinde belliydi. Patlamış ayaklarının morluğu günlerce geçmedi. Daha sonrasında açığa alınması, sürekli ev baskınları… Sonraki yıllarda sürgün edilmesi.
Sürgün edildiği şehir faşistlerin ve gericilerin yoğun olduğu bir yerdi. Babam can güvenliğimiz konusunda bizleri uyarmak zorunda kalmıştı. Bunu yaparken ne kadar zorlandığını her halinden hissedebiliyordum. ”Hepiniz ayrı ayrı okullara gidiyorsunuz ve sizlere yetişmem zor bu nedenle Kürt ve Alevi olduğunuzu söylemeyeceksiniz. Başınıza bir şey gelmesini istemiyorum” demesi hangi gerçeklik içinde bulunduğumuzu gösteriyordu.
Çocukluk yıllarından itibaren bu yaşadıklarım devlete, polise karşı büyük bir nefret yarattı bende. Bu duygularla ‘taraf’ oldum ve devrimcilere sempati ile bakmaya başladım.
Arayış
Üniversiteyi kazandığım yıl çalışmam da gerekiyordu. İşi tercih etmek zorunda kaldım ve büyük bir hastanede işe girdim.
İşe başladıktan iki gün sonra sendikaya (Sağlık Emekçileri Sendikası / SES) üye oldum. Çalışmaya başlar başlamaz sendikal mücadele içerisinde yer almam işyerinde ilk uyarımı almama sebep oldu. Fakat aldırmadan devam ettim. Örgütlü mücadeleyi sendikal mücedele dolayımıyla tanıdım.
Sendikacı arkadaşlarla sık sık bir araya gelip yeni üye kazanmaya çalışıyorduk. Sağlık alanında emekçilerin temel hakları için çeşitli eylemler organize etmemiz ve sık sık bir araya gelmemiz hem hastahane idaresini hem de sendika karşıtı çalışanları rahatsız ediyordu.“Bu Kürtler yine bir şeyler karıştırıyor,” şeklinde bizleri sürekli idareye şikayet etmeler… Polis tarafından sürekli sendika bürosunun basılması, tehditler… Bir dönem böyle geçti.
TİKB ile tanışmam
Devrimci düşünceye yakın olmam ve yakınlarımın TİKB ile ilişkilerinin olması sonucunda tanıştım. Remzi Basalak’ın direngenliği ve teşhir sehpasına savurduğu tekme beni çok etkilemişti. İşkence ve direnişlerle dolu “Adressiz Sorgular”ı okurken kafamda hep babamı canlandırıyordum çünkü acılar ve direngenlik ortaktı. Oradaki direnişler beni çok etkilemişti.
Mehmet Fatih Öktülmüş’ün yaşamı, 12 Eylül faşizmine sıkılan ilk kurşun Osman Yaşar Yoldaşcan… Sefaköy Direnişi… TİKB’nin ilk kurucularının her yönüyle gelişkin oluşları ister istemez etkiler bıraktı bende.
2000 ÖO döneminde yapılan yoğun çalışmalarda tesadüfen eski bir TDKP’li ile yapılan sohbette ”TİKB 12 Eylül’de TDH’nin namusunu kurtarmıştır,” tanımlaması beni çok gururlandırmıştı.
ÖO döneminde “Damlada Okyanus” kitabındaki yoldaşların mektuplaşmalarında devrimin sorunlarıyla ilgili yazışmalarla diğer tarafta başka yayınlarda yazılıp tartışma konusu konular arasındaki fark bana göre çok açık ve anlamlıydı.
TİKB’yi farklı kılan
TİKB’yi farklı kılan, sınıf eksenli çalışmada ısrarcı olması ve militan sosyalizmi savunup bunun gereklerini yapmaktaki samimiyetidir.
Güncel gelişmelere ilişkin olarak doğru tespitlerde bulunup belirlediği politikalarda -hiçbir zaman birilerinin kuyruğuna takılmadan ya da gücünün zayıflığını merkeze almadan- ısrarcı olması.. Geçmiş değerlerini sahiplenip, militan sosyalizmde ısrarcı olması.
TDH’nin genel olarak ciddi kan kaybettiği tasfiyeci dalgadan TİKB de etkilendi. Özelikle 2000 Ölüm Orucu sürecinde yapılan hatalar bütün devrimci harekette bir kırılma yarattı. Arkasından bizi ikinci kez etkileyen hizip tartışmaları örgütü ciddi anlamda zayıflattı.
Bu süreci başta merkezi yönetim olmakla birlikte örgütün bütünündeki geri tutum ve süreci iyi yönetememenin getirdiği etkiler… Bunun birçok nedeni olabilir. Kimilerinin kendilerini dayatması ve süreci çürütmeye kadar götürmeye çalışması… Süreçten bölünmeden çıkalım, zayıflamayalım derken örgüt güçlerinde yaşanan dejenerasyonun derinleşmesi…
İç tartışmalar konusunda belli bilgilere sahip olduğumda “Bu nasıl olur? Bizim içimizde bu tartışmalar nasıl kişiselleştirilir?” şeklinde duygu ve düşüncelerle iç içe, yaşamımda büyük yere oturttuğum o büyülü örgütün iç tartışmalarda bu denli zayıf kalması beni hayal kırıklığına uğratmıştı.
TİKB’nin militan sosyalizm konusundaki net duruşuna karşın yaşanılan sorunları aşmada sergilediği iç zayıflıkta, diğer şeylerin yanı sıra grupçu alışkanlık ve tortulardan hâlâ arınamamış olmanın da payı olduğunu düşünüyorum.
Buradan çıkış?
Gelinen noktada örgüt, her şeyden önce programı, tüzüğü, buna bağlı olarak organlarıyla birlikte kolektif bir çalışma oturtulabildiği oranda -sorunlar yaşansa da çözerek- yoluna devam edebilir.
TİKB’nin strateji ve politika belirlemede sorunu yoktur. Fakat eski alışkanlık ve yöntemlerle ciddi bir biçimde mücadele edip yoluna devam etmelidir. Örgüt bugün güç kaybetmiştir, fakat bu gücü toparlamak ve süreci yarmak bizlerin elindedir. Hele de emperyalist kapitalist saldırganlığın arttığı, insanların yaşamını her yönüyle çıkmaza soktuğu şu dönemde beklemek/durmak, kaçınılmaz biçimde kendini de bataklığa sürüklemekle sonuçlanacaktır.
Bu bağlamda yüreği devrim ve sosyalizmle atan her bireyin örgüte ve mücadeleye iki kat daha fazla sahip çıkması gerektiği zamanlardan geçtiğimizi görelim.
Yüreği TİKB’den yana atan herkes geçmişine ve geleceğine sahip çıkmalıdır!