‘Zamanı Gelen..’ Yazısı

ZAMANI GELEN FİKİRLER DURDURULAMAZLAR… (Fuat- 11 Temmuz 2009)

Bugün önceki koşullardan farklı yeni bir dünya durumu, yeni bir Türkiye var. Sermayenin daha üst bir birikim sürecine geçişiyle birlikte başlayan bu süreç, ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel koşullarda bir dizi değişimi getiriyor ve onlarla birlikte ilerliyor. Emperyalist kapitalist sistemin içsel yapısında gerçekleşen, hızlanma, içe kırılma, duraksama ve sıçramalarla ilerleyen-“büyük dönüşüm” adı verilen- bu süreç, önceki her şeyi eritip buharlaştırıyor.

Değişimi ucundan kıyısından yakalayabilenler bir ölçüde ayakta kalabilseler de önceki dönemin en güçlü partileri, işçi sınıfının sendikal örgütlenmesinin en güçlü örgütleri dahi kendilerini yeni koşulların içerisinde yeni bir temelde örgütleyemediklerinde çözülüyor, dağılıyorlar.

Üçüncü Konferansımızın “Bir dönem kapanmıştır” tespiti, o günden bu yana çok daha ağırlaşmış ve yıkıcı sonuçlarıyla kendisini gösterdi, gösteriyor. Belirli bir tarihsel dönem içerisinde var olan, içlerinde bazıları büyük güçlere ulaşan parti ve örgütler, bugün yokoluşla karşı karşıya. Önceki güçlerinin çok çok gerisinde bitkisel bir yaşam sürdürüyorlar.

Bir dönem kapanmıştır! Kapanan dönemle birlikte modern revizyonist partiler çökmüş, çoktan tarihe karışmıştır. Sadece bu değil, bu partilerin öncellerinin, burjuva sınıf diktatörlüklerine, burjuva demokrasilerine karşı mücadelede yetersiz kalan, uzlaşma ve teslimiyete doğru sürükleyen dogmatik-revizyonist program ve örgütlenmeleri, reformist işçi siyaseti de çökmüştür.

Bir dönem kapanmıştır! Kapanan dönemle birlikte, bir dönemin ulusalcı ya da halkçı demokratik küçük burjuva devrimci partilerinin önceki durumları içerisinde varolabilmelerinin ve yaşayabilmelerinin koşulları kalmamıştır. 12 Eylül tasfiyeciliği ile çözülen ve devrimci demokrasinin “sağ”ını oluşturan örgütlerden sonra devrimci demokrasinin “sol”unu oluşturan parti ve örgütler, genişleyen bir tasfiyeci dalganın içerisinde yalpalamalarla eriyip dağılmaktadırlar.

Bir dönem kapanmış, kapanan dönemle birlikte yeni koşullara mücadele ve örgütlenme biçimleriyle en alt düzeyde alternatif oluşturamayan işçi sınıfının yığınsal sendikal örgütleri, etkisizleşmiş, zayıflamış ve silinmişlerdir.

Bir dönem kapanmıştır! Bu güçlü tespiti yapmış olmasına karşın kapanmış olan dönemi kendisi için kapatmayı başaramayan bir örgüt olarak ö.sel kriz içerisindeyiz. Devrimci hareketin içerisinde olduğu krizin yıkıcı etkilerini en ağır ve en şiddetli yaşayan örgütlerden biriyiz. Çünkü kapanan dönem bizi, sadece dönemsel sorunlarla değil birikegelerek boyutlanmış tarihsel yapısal örgütsel sorunlarla, birikegelmiş teorik sorunlarla, strateji ve program değişikliği sorunuyla, yeni bir önderlik tarzı, yeni bir kadro politikası, iç işleyiş ve kitlelerle ilişki kuruş ve örgütlenme sorunlarıyla karşı karşıya bıraktı.

Kapanan dönemle birlikte ortaya çıkan yeni ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel koşulllara, yeni sorun ve ihtiyaçların belirimine yanıt veremeyen kendisini dönüşüme uğratarak yeni koşulların içerisinde devrimci tarzda örgütleyemeyen bütün parti ve örgütler kriz içerisindedir. Erimekte, çözülmekte ve dağılmaktadırlar. Teori, program, strateji, taktik ve örgütlenme ve pratiğin örgütlenişinde köklü bir devrimci dönüşüm gereğiyle, önceki düşünüş, teori, program, siyaset, örgütlenme ve çalışma tarzının sürdürülmesi arasında bir mücadele yaşanmaktadır. Bu artarak, tüm örgütleri sararak ve boyutlanarak sürecektir. Devrimci bir kopuşla birlikte dönüşümün gerçekleştirilmesi devrimci ısrar ve kararlılığıyla öncekini olduğu gibi veya yeni olanın ve dönüşümün basıncıyla revize ederek, eklektikleştirerek sürdürme arasındaki bir mücadeledir bu.

Bizdeki örgütsel kriz ve iç mücadelede bu gelişmelerin sonucudur. Ö.sel kriz, değişen dünya ve değişen ülke koşullarının zamanında çözümlenerek, teori program, strateji, örgütlenme ve taktik düzeyinden yanıtlanmamasıyla ve ML min ve örgütümüzün yapısallaşmış sorunlarından doğmuştur. Gerek teoride dogmalaşma ve güne yanıt verememekle ortaya çıkan sorunlar, gerekse ö.müzün dar ö. oluşunun önderlik tarzından kadro yapısına, iç işleyişten kitlelerle ilişki kuruşa kadar var olan sorunları, toplumun, sınıfların, grup ve bireylerin değişen yapıları, kazandıkları yeni özellikler ve yeni ihtiyaçların belirimi karşısında derinleşen bir yetmezlik ve yanıt verememe gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu ise, krizi ağırlaştırıp şiddetlendirmektedir.

Pek çoğumuzun fiili tasfiyecilik hali olarak ortaya çıkan durum içerisinden, sonra kendisi de bir nedene dönüşmekle birlikte bir neden değil sonuç içerisinden gördüğümüz, daha çok ö.sel düzeydeki sorunlar üzerinden düşünce, duygu ve tepki biçimiyle ifade ettiğimiz krizin temeldeki nedenleri bunlardır.

Örgütümüzü bütünüyle sarmış olan kriz, ideolojik, teorik, siyasal, örgütsel ve pratik olarak bütün alan ve düzeylerde iç mücadele ile şiddetlenmiş olarak sürmektedir. O, teorinin sadece modern revizyonizme değil ulusalcı, halkçı antifaşizmin karakterize ettiği sol ve sağ küçük burjuva ideolojisine karşı mücadele ve kesin kopuşla geliştirilmesi, halkçılıktan toplumsalcılığa doğru evrilen küçük burjuva sosyalizmleriyle hesaplaşma,

Proletarya sosyalist devrimci program ve stratejinin geliştirilmesi ve bunun sadece bir program ve strateji olarak kalmayıp burjuvazi-proletarya çelişkisinin günlük çalışmanın merkezine taşınması,

İdeoloji-parti-sınıf bütünlüğünün kurulması

Bugün tümüyle bozunuma uğramış dar örgüt önderlik tarzı, kadro politika ve yapısı, iç işleyiş ve ilişki sisteminden kitlelerle ilişki kuruşa kadar özeleştirellikle köklü bir dönüşüme uğratılması,

Eleştirel devrimci bir kopuşla birlikte toplumun ve sınıfların değişen yapısına, gelişen yeni özellik ve ihtiyaçlara yanıt verecek, burjuva sınıf egemenliğini yıkma gücüne sahip yeni bir örgütlenme, yeni bir çalışma tarzı, yeni tipte bir parti,

Bozulmuş olan ideolojik, teorik, siyasal, örgütsel birliğimizi üst düzeyden yeniden kurabilmemiz bunların gerçekleştirilmesine, bir eksen birliğinin sağlanmasına bağlıdır. Teori, siyaset, örgütlenme ve pratiğin hemen her konusunu kesecek proletarya sosyalizmi ve proletarya devrimciliği temelinde bir kopuş ve dönüşüm ekseni mi olacak, yoksa bu yönden gelen devrimci basıncın etkisiyle eklektize edilmeye çalışılacak da olsa yüzünü geriye dönmüş, tutuculuk katsayısı artmış teori, siyaset ve örgütlenme ve pratikte en gelişkin haliyle dünkü biçimleri geri getirmeye çalışan bir eksen mi olacak,

Tartışma, birlik ve ayrılığı bunlar belirleyecektir.

Bu Kongrenin görevi, ö.birliğini sağlayabilmenin ve örgütümüzü gelecekte var etmenin koşulu olarak eksen birliğini devrimci dönüşüm ve kopuş yönünde gerçekleştirmektir. Bu ise;

Örgütümüzün gelişim sürecinin eleştirel devrimci bir değerlendirmesini ve devrimci bir kopuşu,

Teorik-programatik düzeyde küçük burjuva halkçı ulusalcı, toplumsalcı antifaşist mücadelenin niteliğini verdiği devrimci programlarla ve devrimcilik tarzıyla derinleşen bir ayrım ve kopuşu,

Rejim tipindeki değişimin, burjuva sınıf egemenliğinin faşist diktatörlük biçiminden geri düzeyde neoliberal tipte bir burjuva demokrasisine geçilmiş olduğunun tespitini. Kapitalizmi yıkma stratejisiyle, burjuva sınıf egemenliğinin burjuva demokratik biçimine karşı proletaryanın sınıf egemenliği ve proleter demokrasi için savaşımın siyasal mücadelenin merkezinde yer alacağını; siyasal mücadelenin kapsam ve içeriğinin bu yönde değişime uğradığının kabulünü,

Antifaşist mücadelenin karakterize ettiği devrimcilik tarzının kazandırdığı devrimci militan direnişçi özelllikleri içererek aşacak kendisini işçi sınıfını örgütlemeye ve işçi sınıfı devrimine adamış proletarya devrimciliği ve proleter sınıf militanlığının geliştirilmesini,

Önderlik, kadro yapısı, iş işleyiş, ilişki tarzında, önderliğin kadrolarla kadroların örgütle, örgütün kitlelerle ilişkilerinde artık tümüyle bozunuma uğramış, çevreselleşmiş ve atomize olmuş dar örgüt örgütleniş, tarz ve ilişki sistematiğinin köklü bir eleştiri ve özelleştirellikle devrimci bir kopuşla dönüşümünü,

Bir bütün olarak Ö.müzün ara akım ve ara güç olma durumuna son verilerek proletarya sosyalizmi ve sınıf örgütü olma yönünde stratejik bir kararlılıkla yürümesini sağlayacak bir sonuçla çıkmayı şart koşar.

Bu konu ve sorunların bütünü ve her biri, iç mücadelemizin konu ve sorunlarıdırlar. Çeşitli konulardaki görüş ve eğilim farkları, tartışmanın devrimci yönden derinleştirilmesiyle belirginleşmiş, görüş farklılıkları daha açık hale gelmiştir. Çok açık ve net olarak görülmelidir ki, ülkemizdeki ve dünyadaki kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimiyle, proletarya sosyalizmi ve sosyalist devrimci stratejisiyle, halkçı antifaşist devrimcilikten kopamayarak toplumsalcılığa doğru evrilen küçük burjuva bulamaç sosyalizmi arasında netleşen bir ayrım ve mücadele vardır.

Kong. bu konuda da eklektisizme hiçbir boşluk bırakmayacak biçimde karar vermelidir.

Bu süreci yarabilmemiz ve Kongrenin olması gerektiği gibi kurucu bir rol oynaması da bu adımı atmasına, alacağı kararlara bağlıdır.

Bir dönem kapanmıştır; kapanan dönemle birlikte ortaya çıkan yeni fikirler, zamanı gelen fikirler, karşılarına hangi engeller çıkartılırsa çıkartılsın, yollarını açarak ilerlemeye devam ederler. Bu yaşanmakta olan bugünkü iç mücadele için de geçerlidir. Güçlerimizin büyük ölçüde yıpranmışlığına, yorgunluklara, kafa karışıklıklarına, yön sapmalarına, örgütsel değerlerimizdeki erozyona karşın kendisini var ederek, devrimci bir kopuş ve dönüşüm kararlılığı ve derinleşen bir bilinçle birlikte ilerlemektedir. O karşısına çıkartılan küçük burjuva toplumsalcı sosyalizmin soldan sağa yalpalayan, içi boşalmış sol lafazan bariyerlerini de yıkıp aşarak ilerlemeye devam edecektir.

11 Temmuz 2009… Fuat

BU YAZIYI SUNARKEN…

Ülkemizde yaşanan ekonomik, toplumsal ve sınıf durumlarındaki değişimlere daha geriden eşlik eden siyasal durumdaki değişim, son yıllarda ve özellikle de son kesitte hızlanmış olarak öne geçti. Beş yıl önce çalkantılı, gelgitli, sert mücadeleli bir sürecin içerisinde faşizmin çözüldüğünü, rejim tipinin değişmekte olduğunu, gelişimin yönünün geri düzeyde neoliberal tipte gerici bir burjuva demokrasisi olduğu tespitini yapmıştım. Olayların gelişimiyle bu doğrulanmıştır. Rejim tipi değişikliği gerçekleşmiş, faşist rejimin yerini neoliberal geri tipte yoğun bir gericilik birikimini içinde barındıran bir burjuva demokrasisi almıştır. Ergenekon operasyonları sonrasında hızlanan, Kürt sorununun geri düzeydeki liberal reformist çözümü yönünde girilmiş olan kulvarla farklı sonuçlar da yaratacak gelişmeler, siyasal koşullar itibariyle yeni bir düzlemi ve yeni bir durumu ortaya çıkartmaktadır.

Siyasal mücadelenin ana eksenini oluşturan faşizme, faşist diktatörlüğe karşı mücadele ve varoluşunu buna bağlamış olarak varolan örgütlerin içerisine düştükleri kriz – ki biz de bunun içerisindeyiz.Yapısallaşmış ö.sel sorunlarla birlikte en ağır yaşayanlardan biriyiz-, varoluş nedenlerinin büyük ölçüde ortadan kalkmasıyla derin bir boşluğa düşme ve yeni kayma ve savrulmalar biçimiyle daha ağırlaşacaktır.

Faşizmin çözülmesi, rejim tipi değişiminin ortaya çıkarttığı tek sonuç, burjuvazinin burjuva sınıf egemenliğinin bir başka şekline, burjuva demokratik biçimine geçmesi değildir. Ülkemiz devrimci hareketinin ve devrimcilerinin -temel bir kopuş yapamadığımız için bizim de- varoluş koşulumuz olan, genlerimize kadar işlemiş olan faşizme karşı mücadele merkezli düşünüşün, darlaşmış bir militan siyasal mücadele düzeyinden kavrayış ve pratikleştirmeyle bugün çöküş noktasına gelmiş olmasıdır. Bu bakış, siyasal mücadelenin kapsam ve içeriğini daralttığı gibi komünistler için hazin olması gereken militanlığın tek ölçütü olarak görmeye de dönüşmüş, sınıfçı, sosyalist bir siyasetin, burjuvazi-proletarya çelişkisinin merkezinde yeraldığı bir kapitalizmi yıkma, sosyalist devrim stratejine geçişi de perdeleyip engellemiştir.

Beş yıldır açık biçimde süren iç mücadele sürecinin bütün tartışmalarını y.lar siyasal düzeydeki bu gelişmelerin ışığında ve gelinen noktayla birlikte değerlendirmelidirler. İç mücadelenin tarihsel olduğu gibi somut anlamı da ancak bu şekilde, sonuçları ve önermeleriyle birlikte anlaşılabilir. Faşizmin çözülmesi, rejim tipindeki değişim, neo liberal tipte geri düzeyde bir burjuva demokrasisinin varlığı, bu gelişmeler artık çıplak bir gözle dahi görülür haldedir. Bizde de yaygın ve malesef hakim durumda olan geri olgucu düşünüş içerisinden eğer yüksek derece bir siyasal körlük ve teori yoksunluğu yoksa rejim tipindeki değişim, faşist diktatörlüğün yerini geri düzeyde bir burjuva demokrasisinin almış olduğu kabul edilecektir. Sorun bununla bitmemektedir. Bu gelişme ortaya çıkan yeni siyasal koşullarda sınıf mücadelesinin nasıl örgütleneceğini, siyasal mücadelenin, iktidar mücadelesinin kapsam ve içeriğinin ne olacağını, strateji değişimini ve sadece strateji değişimi kapsamıyla sınırlı ele alınamayacak toplumun, sınıfların, grup ve bireylerin değişen yapı ve kazandıkları özellikler ve yeni ihtiyaçların belirimiyle birlikte de ele alınması gereken örgütlenmenin yeni temelinin ve biçiminin ne olacağının yanıtlarının verilmesini de gerektirmektedir. Açıkça görülmelidir ki, bugün ortaya çıkan, tek sonucu rejim tipi değişikliğinden ibaret olmayacak olan durum, devrimci hareketi derin bir boşluğa düşmesine, iyice zayıflamış devrimci örgütlerde varolan gücün de çözülmesi ve dağılmasına, bununla birlikte yeni arayışlara ve savrulmalara yol açacaktır.

Eğer bu kongre -olması gereken ismiyle bu kongre- önceki dönemler dahil gelişmeleri geldiği noktadan kavrar yüzünü geriye çevirmiş, dogmatikleşip tutuculaşmış, faşizm konusunda olduğu gibi betonlaşmış görüşleri kırar, bu süreci ileriye doğru yaracak proleter sosyalist bir eksenle, güçlü bir sosyalist devrimci stratejiyle çıkarsa, ara akım ve sonrasında da ara güç olma durumunu sonlandırarak ortaya çıkan tarihsel ve siyasal zeminde Örgütümüz önder bir güç olarak yer alacaktır.

Bu süreçten yukarda belirttiğimiz siyasal koşullardaki değişimin önümüze koyduğu yeni sorunların cevaplarını vermiş olarak çıkacağız. Dünkü geride kalışımızın oluşturduğu güne yanıt vermeyen görüşler ve çözülen bir ruh haliyle değil bugün ilerde oluşumuzun gücü ve özgüveniyle konuşacağız. Kong.den sadece siyasal koşullardaki değişimin önümüze koyduğu yeni sorunları cevaplamış olarak değil ekonomik, toplumsal, sınıfsal, kültürel koşullardaki değişim ve dönüşümlerin, temel çelişkilerdeki farklılaşmaların ortaya çıkardığı yeni koşullara, yeni sorun ve ihtiyaçlara yanıt vererek de çıkacağız. Keza uluslararası komünist hareketin birikmiş ve yapısallaşmış, kapitalizme ve burjuva demokrasisine karşı mücadele de onu zayıflatıp gerileten, dogmatik, revizyonist programlar ve reformist işçi siyasetiyle sistem içileştiren görüşleri de eleştirel bir biçimde aşacağız. Kopuşumuz, sadece halkçı antifaşizmin karakterize ettiği, küçük burjuva milliyetçiliğine doğru savrulmalara doğru da gelişen- ki buna imkan vermedik- demokratik devrimcilikten olmayacak, bir dönem Üçüncü enternasyonal içerisinde yer alıp ilerleyen dönemde hızla sağa, modern revizyonizme kayan partilerin kapitalizm ve burjuva demokrasisi karşısında yenik düşen program ve pratiklerinden de olacak.

Sorunlarımız ve çözümleri, öncelikle teorik ve siyasaldır. Örgütsel sorunların ele alınışı ve çözümüyle de böyledir. Siyasal bir öngörü dahi geliştiremeyen yüzeysel siyasal devrimciliğin görüş açısından gelen kaba eleştirilere, içi boşalmış sol söylemlere karşın bunu bin kez tekrarlayacağız ve örgütsel sorunları da bu perspektiften ele alacağız. Yapısallaşmış ö.sel sorunlarımızı derin bir özelleştirellikle, eleştirel devrimci bir tarih okuması ve kopuş yaklaşımıyla değerlendireceğimiz gibi, parti, önderlik, kadro yapısı, iç işleyiş, kitlelerle ilişki kuruşa ilişkin olarak tarz ve yöntemleri komünizmin ışığında, toplumun, sınıfların, grup ve bireylerin değişen yapısı ve farklılaşan özelliklerini gözönünde tutarak yeni örgütsel politikalar geliştireceğiz.

Komünist devrimci bir örgütün kendi kriz durumuna son vererek bu süreçten çıkışı ancak, bunları yaparak ve hepsini içeren ve birbirine içerden bağlayan bir eksen oluşturarak, olabilir. İdeolojik-teorik, siyasal, örgütsel birliğimizi üst düzeyden kurabilmemizin, girilen tarihsel siyasal dönemde sınıf partisi olarak önderleşebilmemizin koşulu budur. Gelişkin bir eksende somutlanacak amaç ve hedef birliğinin ve yeni bir tüzüksel yaklaşımın temelini oluşturacağı ö.sel birliğimiz, iç işleyiş ve ilişki sistemini de değiştirmeye başlayarak, yeni bir komünist kültürel temel oluşturarak yoldaşlık ilişki ve bağlarını da yeniden ve daha ileri düzeyden kuracaktır.

Örgütümüzde derin bir güven, onunla içiçe geçmiş olarak özgüven sorunu vardır. Süreçlere yanıt veremeyiş ve dar ö. önderliğinin bozunuma uğrayarak çözülmesi, Mk üyelerinin bastırmacı ve bürokratikleşen tutumlarıyla derinleşmiş önderlik krizi vardır. Boyutlanmış bir kadro ve kitlelerle ilişki kuruş ve örgütleme sorunu vardır. Önderliğin kadrolarla kadroların örgütle ve önderlikle, örgütün kitlelerle işleyiş ve ilişki kuruş biçimlerine dayalı olarak ortaya çıkan sorunların toplumun, sınıfların, grup ve bireylerin değişen yapısı, kazandıkları özellikler ve beliren yeni ihtiyaçlar temelinde geliştirilecek politikalarla -örgütsel politikalarla- yeni bir önderlik, işleyiş ve ilişki tarzı üzerinden kuruculukla aşılması, bunların tümüne komünizmin ışığının düşürülmesi ö.sel birliğimizin ve yoldaşlığımızın güçlü temelini de oluşturacaktır.

Şimdi konuşma zamanıdır. Şimdi görüşlerimizin en küçük bir kaygıya kapılmadan ifade edilmesi zamanıdır. Şimdi konuşulmadık tek bir konu, geride tek bir boşluk bırakmama zamanıdır. Şimdi ö.sel birliğimizi proletarya sosyalizmi ve proletarya devrimciliği temelinde üst düzeyden kurma zamanıdır.

****** ****** ******

Değerlendirmemi her biri geniş üç bölüm olarak sunacağım. Yazı bu sürecin başından itibaren ısrarla üzerinde durduğum 4 parametre bakış açısı üzerinden, teorik, siyasal, örgütsel olanın birbirini izleyerek ve iç içe değerlendirilmesi biçimiyle hazırlandı. Ö.sel sürecimizin uzun bir döneminin değerlendirilmesini içermektedir. Uzun bir dönem konf. yapmamış bir ö. ve onun Km üyesi olarak benim açımdan bir görev ve sorumluluk, yapılması zorunlu olandı. Ö.sel raporu yazmayı üstlenmiş Km üyesinin bunu yapmaktan vazgeçmesi ve diğer km üyelerinin de yapmayacaklarını söylemelerinden sonra boşluk bırakmamak ve ısrarlı olduğum 4 parametre bütünlüğünü kurabilmek için ö.sel yönü-sürecin değerlendirilmesini de içerecek biçimde yazmaya yöneldim. Bu köklü bir ele alış ve kopuş gerektiren sorunların gelişimi ve tıkanmaları içerisinden görülmesi, sonuç çıkartabilmek için de gerekliydi…

Değerlendirmemin bu bölümünde “ö.sel kriz”, “Temel gerilim ve çözüm halkaları” başlığı altında “4 parametre ve Birleşik eksen” , Emperyalist kapitalist sistemin içsel dönüşümü; Sınıf, toplum ve birey yapı ve özelliklerinde ortaya çıkan değişim. Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya düzeyinde hakim hale gelmesi. Burjuvazi-proletarya çelişkisinin belirleyici çelişki halini alması. Emperyalist-kapitalist sistemdeki içsel dönüşümle ortaya çıkan temel sonuçlar nelerdir? Proletarya Hareketi ve Proletarya Devrimini ve Kendimizi Örgütlemenin Yeni koşullarına Dair BirKaç Söz. 90ların başlarından itibaren ö.sel gelişim sürecimizin değerlendirilmesine geçilen ikinci bölümde ’90’ların ortalarından itibaren sınıf mücadelesinin gelişim seyrindeki değişim ve toplumun değişen yapısı, sınıfların ve bireylerin durumundaki değişimin sonuçları, programatik-stratejik bir değişimin zorunluluğu.Mücadele Koşullarındaki Değişmelerle Birlikte, Mücadelenin Özelliklerinin, Seyri ve Niteliğinin değişmesi. Yeni bir düzleme geçemeyiş ve Gerileme. yurtdışı çalışması. Sondan başa doğru bir bakış. Üçüncü bölümde 3. Tasfiyeci Dalga, Demokratik devrimciliğin krizi. Dördüncü bölümde Kapitalist üretim ilişkilerinin hakimiyeti ve etkisindeki derinleşme.Toplumun, sınıfların, bireylerin değişen yapısı. Değişen Nedir? Beşinci bölümde İdeo-teorik-programatik zayıflıklar; Demokratik devrimcilikten kopamamak; Devrimci sıçramalı bir kopuşun zorunluluğu. Gelişim sürecimiz- X. Rejimin Değişen Yapısı: Faşist Diktatörlüğün Çözülmesi. Belirgin Bir Gerici Niteliği Olan Geri Tipte Bir Burjuva Demokrasisi.

İkinci ana bölümde “Sivil Toplum”un Marksist literatürdeki anlamı ve Türkiye koşullarında “sivil toplum” gelişimi, Burjuva demokrasisiyle ilgili eleştirisini de içeren bir bölüm, küçük burjuva ezilenci, toplumsalcı sosyalizm türlerinin eleştirisi ve ayrımımız, proletarya sosyalizmi, Sosyalist devrim teori, proğram, strateji ve taktiğine, örgütlenme politikalarına ilişkin olarak temel kopuş halkaları, Burjuva demokrasisinin karşıtı olarak proleter demokrasi ve devlet örgütlenmesi, aynı zamanda tarihsel eleştirel bir ele alış, Görüş ayrılıklarımız(iç mücadelenin teorik ve siyasal temellerinin gösterilmesi), Siyasal mücadelenin kapsam ve içeriğindeki değişim …, gibi bölümler yer alıyor.

Üçüncü ana bölümde birinci bölümde ö.sel gelişim sürecimiz üzerinden değerlendirilen ö.sel durumumuz, iç ve dış her düzeyde sürdürülemez hale gelmiş dar ö. önderlik ve ilişki biçimlerinin eleştirisi, bunlardan eleştirel devrimci bir kopuşla birlikte ortaya çıkan yeni toplum, sınıf ve birey durumlarına bağlı olarak kitlelerle, tek tek bireylerle ilişki kuruştan örgütlemeye, ortaya çıkan örgütlenme ve çalışma tarzının sorunları ve çözümleriyle birlikte ele alınacaktır. İçteki ö.lenme ile dışşa doğru ö.lenme ilişkisel bir bütünlük içerisinde ele alınırken, önderliğin kadrolara, ö.ün kitlelere içselleşmesi, iç işleyiş ve ilişki biçimlerinin, ö. iç yaşamının yeni bir temelde geliştirilmesi, önderlik ve kadro sorunları ayrı ayrı ve bir bütünlük halinde değerlendirilecektir.

Bugün ö.sel sorunlarımızın yoğunluğu ve şiddeti doğal olarak dili ağrıyan dişe götürmektedir. Ö.sel sorunlarımızı son dönemde yapılagelen biçimiyle konuşmaktan çıkıp ö.lenme ve çalışma tarzını hem içe hem dışa doğru değiştirecek, köklü bir dönüşüme sokacak çözümlere ve kurucu politika üretimine geçebilmeliyiz. Bu konular en geri biçimiyle çok konuşuldu, fakat olması gereken birikim ve tecrübeleri de değerlendirerek ö.sel politika üretimi noktasına gelindiğinde bu devam ettirilmiyor. İhtiyacımız olan ö.sel konular, önderlik tarz ve yöntemleri, kadro politikası, 4.4, kurumsal işleyiş, tüzük, demokratik merkeziyetçilik ve kolektivizm, sınıf çalışması, kitlelerle ilişki kurma yöntem ve biçimleri, alan çalışmalarının değerlendirilmesi gibi konular da, parti teorisine ilişkin olarak, kurucu politikalar üretilmesini bekliyor. Ö.sel konu ve sorunlardaki kopuşun somut anlamı buradadır. Ö.sel konularla ilgili konuşulmaya devam edilmeli fakat ö. e bir katkı sağlanacaksa artık bu düzeyden konuşulmalıdır.

Değerlendirmemin ikinci ve üçüncü bölümlerini kısa aralıklarla sunacağım. Teorik, politik, ö.sel bir eksen bütünlüğü oluşturmak için hazırlanmış olan bu değerlendirme, dört parametrenin ayrı ayrı ve hemen her bölümde iç içe ve birlikte ele alınmasına dayanır. Bu dört parametre, ö.sel krize yol açan nedenler olarak da çözüm ekseni olarak da birbirleriyle etkileşimli yoğun bir ilişkiye sahiptirler. “Büyük dönüşüm”le ortaya çıkan gelişmeler, gerçekleşen değişimler, hepsine etkiyen, önceki durumlarını da sürdüremez hale getirendir. Okunurken de bu bütünlük kurulmalıdır. Birinci bölümde ilk anda ancak doğrudan teorik bir düşünüşle anlaşılabilecek olan bölüm, ikinci bölümdeki küçük burjuva toplumsalcı sosyalizm eleştirileri ve görüş ayrılıklarımızla birlikte okunduğunda, keza burjuva demokrasisine ilişkin çözümleme ve eleştiriler proleter demokrasi karşıtlığında okunduğunda daha kolay anlaşılır ve temellerinden kavranır olacaktır. Birinci bölümdeki ö.sel sürecimizin sorunlarının gelişim içerisinde ele alınışı ve X değerlendirmesi, dar ö.önderlik tarzı, kadro politikası, işleyiş ve kitlelerle ilişki kuruş yönlerinden kopuş perspektifiyle ve güne yanıt ö.sel verecek ö.sel politikalarla birlikte tekrar okunduğunda daha açık ve anlaşılır hale gelecektir.

Yazının ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal değişim süreçlerinin anlatıldığı bölümlerde tekrarlar bulunuyor. Bunlardan bazıları, yazı yazıldıktan sonra yeniden ara girişler yapılmasından kaynaklandı. Bazıları da bir fikrin yeni bir sistematik içerisinde anlatılmasında gerekli gördüğüm bilinçlice yapılan tekrarlardır. Bu yönlerden daha sonra tekrar gözden geçirilir.

Yoldaşlar, artık bir yazıdan değil ideolojik-teorik, siyasal, ö.sel birliğimizi yeniden kurmaktan ve bir gelecekten, bu geleceği nasıl kuracağımızdan söz ediyoruz. Bugün seçme özgürlüğü her zamankinden daha fazla olarak vardır ve hangi yolda ilerleneceğine karar verme irade ve hakkına her y. sahiptir. Eğer bugün yeniyi kurmak ve bir kuruculuk gerekiyorsa kurucu bir iradeyi ve bunun gücünü de ortaya çıkartmak gerekir. İşte bizim seçimimizde belirleyici olacak olan ve olması gereken bu olacaktır. Aradığımız, sadece bir tercih değil gelecek için, kendisini de çözümün bir parçası olmaya adayan bir iradenin ortaya konulmasıdır.

11 Temmuz 2009

Not: Değerlendirmede vurgu bölümlerini txt dosyasında başka türlü belirtme imkanı olmadığından zorunlu olarak büyük harfe çevirdim.

Ö.SEL KRİZ

Ö.müz kriz içerisinde. İdeolojik-teorik, siyasal, ö.sel birliğimiz bozulmuş durumda. Yaşanmakta olanın, yaşadıklarımızın kısa ve öz tanımı budur. Ö.sel kriz, ideo-teorik, siyasal, ösel, çalışmanın bütün alan ve düzeylerini kesmekte ve belirlemektedir. Ö.sel kriz, en temel konu ve sorunlarda da, çalışmanın güncel konu ve sorunlarında da, her hangi bir alan çalışmasının yürütülüşünde tıkanmalarla, görüş ve tutum farklılıklarıyla kendisini gösteriyor. Görüşler arasındaki derinleşen ayrılıklar, çevreselleşme, gruplaşmalar, farklılaşan tutumlar, iç yapımızda dağılma, o.ların kilitlenmesi, ö.sel birliğimizdeki zayıflama bu krizin dışa vurumudur.

Ö.müzün ideolojik, teorik, siyasal, ö.sel bütün alan ve düzeylerini kesen, eğilim farklılıklarının eksenleştiği krizin aşılması ancak bugünkü tarihsel koşullara, değişen dünya ve ülke durumuna verilecek yanıtla yeni bir eksenin ortaya çıkartılmasıyla mümkündür. Görüş ayrılıklarına yol açan etkenlerin ve görüşlerimiz arasındaki farkılılıkların doğru olarak belirlenip çözümlenerek görüş ayrılıklarının giderilebilmesi de buna bağlıdır. Ö.sel kriz, ö.müzün bozulmuş olan ideolojik-teorik, siyasal ve örgütsel birliğininin üst düzeyde yeniden kurulmasıyla aşılacaktır. Ö.sel krizi devrimci temelde aşmanın ikinci bir yolu yoktur.

Ö.sel krize yol açan belli başlı etmenler nelerdir?

Örgütümüzde ve Türkiye devrimci hareketinde bu tür durumlarda yaygın ilk düşünüş, nedenleri öncelikle hatta tümüyle ö.sel alanda arama ve bulma biçimindedir.Nedenlerden değil sonuçlardan ve ilk görülenden görmek, yaygındır. Sonra bu biraz daha ilerletilir, ö.sel nedenler dönemsel ve taktiksel olanlarla birleştirilir. Türkiye devrimci hareketindeki ve bizdeki tartışma ve ayrışma süreçlerine, bugünkü ö.sel krizin ilk kavranışına -hala bir bölüm y.da baskın olan düşünüş- bakıldığında bu görülecektir. İlk görülen nedenler aslında neden değil sonuçturlar. Çözüme giden yol uzadıkça da bunlardan bir bölümü de neden haline gelmeye başlarlar. Biz de gerileme ve çözülmenin hız kazandığı, ö.sel bozulmanın arttığı “fiili tasfiyecilik hali” olarak adlandırılan dönem de yarattığı tahribatla kendisi de bir nedene dönüşmüştür. Oysa kavramın kendisinden de anlaşılacağı gibi o bir durumun saptanmasıdır, o duruma yol açan nedeni açıklayan bir kavram değildir. Dönemsel-siyasal yönden de ne gibi kayma ve sapmalara yol açtığı da irdelenmiş değildir. Profesyonel devrimcilikten-yaşamını, gününü, zamanını, ilişkilerini örgüte, mücadeleye, devrime göre düzenlemekten- uzaklaşma ve part-time devrimciliğe gerileyiş, devrimci yeraltına uzaklık, legalizmin meşruiyet kazanması, militanlık eşiğinin düşmesi, konformizmin en üst organdan -mk ve mök üyeleri buna dahildir- kadroların büyük bölümüne kadar egemen olup kendini üretir hale gelmesi, örgütsel bozulma, organsızlaşma, çevreselleşme, çevrecik oluşumları, devrimci özgüven ve irade yoksunluğu, mücadeleye kayıtsızlık, safları terk, liberalleşme, yılgınlık, yorgunluk gibi çok sayıdaki belirimiyle fiili tasfiyecilik hali, süreç uzadıkça kendisi de bu ürettikleriyle bir nedene dönüşmüştür. Bunları görmeden, bunlara karşı mücadele etmeden, bunları yok sayarak bu süreci yarmamız da mümkün değildir. Bununla birlikte nedeni bunda görmek ve bunun içerisinden açıklamak kaba olgucu bir düşünüşün ilerisine geçmemektir. Keza bunlara dönemsel taktiksel nedenleri eklemek de yeterli değildir. Yaklaşım bu olursa, örgütsel nedenlerin dahi dar deneyci, olgucu kavranışına, siyasal bir olguculuğu da eklemiş oluruz. Biraz politika katmış olsak da bu görüşler, bugün yaşadığımız örgütsel krizin nedenlerini açıklamaya yeterli değildir, köklerine inmekten, çapını ve derinliğini görmekten ve çözümleri de o kapsamda aramaktan uzaktır.

Bu biçimde ifade edilen görüşlerin savunucusu olsak, ortaya çıkan örgütsel tahribatın derinliğiyle kimi konularda zorluk eşiği büyümüş olmakla birlikte, birikim ve deneyimlerimiz, yaratmış olduğumuz değerlerle bunları aşmak zor olmazdı. Bu kapsamdaki sorunları çözmek, zorlukları aşmak çok çok güç olmazdı. Örgütümüzün de devrimci hareketin de bu tür tecrübeleri olmuştur. Kişisel tecrübelerim ve onların sağladığı birikimler bir hayli fazladır. Onlarla da karşılaştırarak ve tümüne bakarak bunu güvenle söylüyorum.

Buna karşın ö.müzde sorunların kapsam ve derinliğini görmekten uzak Üç mk üyesince ifade edilen karşı bir görüş var. Bu karşı görüş sadece sorunların nedenlerini, boyutlarını doğru olarak görüp tespit etmemekle kalmıyor, dar ö.sel bakış ve taktiksel düşünüş sınırlılığı, çözümlerinin de önceki düşünüş ve ö.sel darlığın sınırları içerisinde kalmasına, yüzlerini geri dönmeye ve gitgide gerileyen, içi boşalan ve bir çözüm değeri olmayan çözümlerle ortaya çıkmalarına yol açıyor. Nedenlerin tespitindeki yüzeysellik, kimi sorunların çözümünün özgül zorluklarına karşın çözüm yönüyle de aynı basitliğe ve kolaycılığa ulaşıyor. Nedeni de çözümü de geri bir bakış açısının içerisinde ’90 lı yılların başlarına çakılı kalmış olarak arıyorlar, bu durumdan çıkışımızı sağlayacak ve geleceğe doğru yürüyebileceğimiz kaydadeğer bir fikre sahip olmadıkları gibi, yorgun ve yıpranmış bir yapıda bir an önce bir şeylerin değişmesi yönündeki beklentileri de istismar ediyorlar. Fakat tartışmanın ileriye doğru açılması ve bu yönde gerçekleştirilen açılımlar, emperyalist kapitalist sistemin içsel dönüşümü ve Türkiye’nin ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal ve kültürel koşullarındaki değişimler, sınıfsal çelişkilerdeki farklılaşma üzerinden geliştirilen görüşler ilerleyip kabul gördükçe de bunun baskısıyla görüşlerini gelgitli biçimde eklektikleştiriyorlar.

Önce sadece ÖO gündemli, sonra son derece dar ve subjektif, örgütü bu durumdan çıkarma ve geleceğe yürütme değil fatura kesme kafasıyla yazılmış ö.sel rapor gündemli şimdi bir başkası da sunulmaya hazırlanan ve muhtemelen biraz eklektize edilmiş, kabuğu soyulduğunda ne olduğu kolaylıkla görülecek- bir konf. un bir çözüm olarak sunulmasında da ifadesini bulan bu görüşe karşı oldum. Nedenlerin ilk görülür haliyle yüzeysel okunması, aynı şekilde yüzeysel bir çözüm sunuyor olmanın yanılsama yaratması gibi olumsuz bir işlev dışında bu türden rapor ve görüşlerin bir anlamı ve değeri yoktur, aldatıcılığı da kısa sürede açığa çıkar. Sahte bir balayı etkisi bile yaratmaz.

Bir ö.sel dağılma ve deformasyon yaşanıyorsa Mk üyelerinin çıktığı kesitte bir ilk toparlanma hamlesi olarak İMT tarzı bir adım atılabilirdi. Bunun en başta moral etkisi olur, onunla sınırlı kalmadan ve bir yığma da yapmadan kısa dönemde, ilk aşamada yapılacaklar belirlenir; gene bir yığmaya dönüştürmeden stratejik bir yön haritası ve görev belirlemeler yapılabilirdi. Yapımızın geriye doğru gidişi durdurulup ileriye doğru gidişi için örgütsel ortamın uygun hale getirilmesinin ön adımı olurdu bu. Yığma yapılmaz, büyük anlamlar da yüklenmezdi. Bunun için dahi son derece katı gerçekçi fakat verili duruma teslim olmayan bir bakış, henüz bütün örgüt düzeyinden olmasa bile önderlik düzeyinden dünya ve ülke durumunun stratejik kavranışı içerisinden bakabilmek önkoşuldu. Bu ikisi olmadığında en dar ö.sel kapsamlı bir konf. dahi olsa son derece sıradan, etkisi ve sonuçlarıyla da yüzeysel bir konf. olmanın ötesine geçemezdi. Deneyimli mk üyeleri çıktığında bunun imkanları vardı. MK üyesi bu yoldaşlarda yeni dünya ve ülke durumunun stratejik bir ön kavrayışı olmadığı için son derece dar ö.sel gündemli olacak, gelecekle bağ kuramayacak olsa da sonradan ısrarla bir çözümmüş gibi gösterilen bu düzeyden bir toplanma pekala gerçekleştirilebilirdi. Eğer y.lar, Yu.y.ın yazmış olduğu iki r. taslağına dönüp tekrar bakarlarsa demokratik devrimciliğin sınırlarını aşmayan siyasal taktiksel yönünü bir yana bırakıyorum, ö.sel yönden dahi asgari bir çözüm ve ileri taşıma güçlerinin olmadığı görülecektir. Bir Konf. yapılmış olacak, bir irade tazelemesi ve ölüm öpücüğü canlılığı sonrasında iki ay bile geçmeden önceki durum devam ediyor olacaktı. Bunun bir örneği Mk üyelerinin ve yurtdışına çıkmış birçok kadronun da katılımıyla yurtdışında gerçekleştirildi. Yurtdışı konf., yurtdışı çalışması yönüyle çalışmanın siyasal yönünü kısmen genişletmesine ve iradeci bir örgütlülük kazandırma kararlarına karşın temel sorunları doğru belirleyip bir eksen oluşturmaya sıçramayamadığı için ilk etkisi kısa sürede geçti ve yurtdışı çalışması hızla geriledi. Bitkisel bir düzeye indi. Bu nedenle büyük gürültü kopartılan ö.sel gündemli konferans, gündem ve içeriği belirlenmiş ötelenip duran bir Konf. dururken şapkadan çıkartılıveren İMT gibi, “Bir an önce bir şeyler değişsin, toparlanmaya başlayalım, süreçleri kaçırmayalım, müdahale edelim” gibi beklentilere hitap etse de yeni hayal kırıklıkları ve boşa düşmeler yaratacak önerilerin karşısında oldum. Bugün de kendisi önce bir neden değil sonuç ve bir durum saptaması olan fiili tasfiyecilik hali içerisinde ortaya çıkan sorunları, örgütsel ve taktiksel müdahaleyle aşmayı merkeze koyan, çözümü burada arayan tutumlarla uzlaşmayacağım.

Devrimci bir kopuş ve sıçrama için eleştirel devrimci bir tarih okumasının gerekli olduğu, tutuculuklarımızı aşmak ve değişmiş koşulları yeni bir bakış açısıyla kavramak için canımızı yakacak bir köktenciliğin gerektiği bir dönemde yüzü geriye dönük bir tarih okuması ve dogmatikleşip gericileşmiş görüşlerle de ortaya çıkan, nedenleri de çözümleri de dar ö.sel ve taktiksel bakış açısının içerisinde gören bu görüşün hiç bir geleceği yoktur. Üstelik X’in devrimci miras ve geleneklerinin “bizim tarihimizin” kötü sahiplenicileridirler; çünkü ML in ilkesel kavranışından revizyonizm ve oportünizmle uzlaşmazlığa, profesyonel devrimcilikten örgüt militanlığına uzanan yaratılmış değerlerimiz yeni koşulların içerisine değişime de uğrayarak taşınmadığında gelecekte olmayacaklardır. Bunu değişen koşullara yanıt vermeyen siyasal çizginin geriye doğru çözülmesinde, en iyi haliyle bizi artan ölçüde ara akımlaştıran, bu yoldaşları küçük burjuva milliyetçiliğine, orta sınıf sosyalizmine savuran görüşlerde de görebiliriz. Genlerimize işlemiş faşizme karşı mücadelenin kazandırdığı militanlığın, direnişçi karakterin bugün hızla ve tümüyle içinin boşalıyor olmasında görebiliriz. Bu nedenle, siyaseten sağa kaymış, mücadele yönüyle de solluğu da kalmamış lafazanlığa dönüşmüş gürültülü karşı çıkışlara, bunların önceki düşünüş ve alışkanlıklar üzerinden yaratmak istediği etkiye taviz vermeden kararlılıkla ilerleyeceğiz.

Ki iç tartışmanın devrimci basıncıyla bu görüş, görüş ve pozisyonunu gelgitli biçimde eklektize etmektedir. Örgütümüzün içerisinde bulunduğu durum bu tür eklektizmlerle de bir yere varılamayacağını da göstermektedir. Aslolorak ö.sel düzeyde ’90ların başlarından itibaren böylesi bir eklektisizmi ve bunun ikilemlerini yaşıyoruz. EKLEKTİSİZM, ARA AKIM VE ARA GÜÇ OLMA DURUMUNU MUTLAKLAMASI VE ONUN TEORİZASYONU OLARAK, BİR ÇÖZÜM DEĞİL KRİZİN AĞIRLAŞTIRICI BİR NEDENİDİR. Yoldaşlarca “büyük dönüşüm” adı verilen emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşümün önce reddi sonra kabulü, kabul ederken dönüşüme yol açan en temel etkenlerin reddi sonra yarım kabulü, sonra bazılarının kıyıdan köşeden reddi, sosyalist devrimciliği bir şablon, yama gibi algılamanın ötesine geçememe, halkçı anti-faşizmden kopamayarak toplumsalcı küçük burjuva sosyalizmine geçiş, 4×4 e düşünsel ve ruhsal direnç gösterip sonra yarım yamalak kabul etme gibi proletarya ve proletarya sosyalizmine doğru değil küçük burjuva sosyalizmine doğru ilerleyen, yüzünü geriye dönmüş bu eklektisizmle de uzlaşılamaz.

Bugün yapısallaşmış ö.sel sorunlarla birlikte daha ağırlaşmış olarak yaşadığımız, ülkemiz devrimci hareketini, dünya komünist ve devrimci hareketini ve işçi hareketini içerisine alan krizin nedenleri, bu ilk elde ve sonuçta görülenlerden çok daha fazladır. İç içe geçmiş olmalarıyla da ağırlaştırıcıdır. Onları ya olduğu gibi bir bütün olarak ve tüm kapsamıyla görür, kavrar ve çözümlerini de onlara yanıt oluşturacak kapsamlılıkta arar ve cesaretle girişiriz, ya yorgunluk ve yıpranmışlıkların, üzerimize gelen ö.sel sorunların içerisinden bakar; çözüm olmayan çözümlerle kendimizi kandırır ve daha gerilere savruluruz. Ö.sel krizin nedenlerini ortaya koyarken “Hangi yolda ilerlenecek..” sorusunun da cevabını da vermiş olacağız.

ÖRGÜTSEL KRİZİN NEDENLERİ YA DA HANGİ YOLDA İLERLENECEK?

Emperyalist-kapitalist sistemdeki içsel değişim ve dönüşümlerin, ekonomide, toplumsal alanda, sınıfların durumunda, grup ve bireylerin düşünüş ve yaşamında yol açtığı değişiklikler, temel çelişkilerdeki ve her bir çelişkinin kendi içerisindeki ve birbirleriyle olan ilişkilerindeki farklılaşma, ortaya çıkan yeni duruma, ihtiyaç ve beklentilere yanıt verilemeyişi;

Kapitalist üretim ilişkilerinin tümüyle hakim hale gelmesi, etki ve hakimiyetindeki derinleşme ile birlikte ortaya çıkan sınıf ilişkilerindeki ve genel toplumsal durumdaki farklılaşmaların içerisinde bulunduğumuz devrim aşamasını değiştirmesi; antiemperyalist demokratik devrim aşamasından sosyalist devrim aşama ve stratejisine geçişi koşullayan yeni durumun hareket zemini daralan ve kendilerini yeni koşullara uyarlayamayan antifaşist halkçı ve ulusalcı örgütleri çözüp bozunuma uğratması. Bizi de belirleyen bir dönemin devrimcilik tarzının, antifaşist devrimciliğin bitmesi.

Tarihsel ve stratejik/programatik olduğu gibi, dönem geçişlerinin de taktik değişimi ve taktik esneklikle karşılanmayışı.

Kapitalist-emperyalist sistemdeki içsel dönüşümle ortaya çıkan dünya ve ülke durumunun önceki düşünüş, örgütlenme biçimi ve çalışma tarzını dumura uğratması ve komünist ve devrimci hareketin felsefi düşünüşten örgütlenmeye birikegelmiş yapısal sorunlarını açığa çıkarması. Bugüne yanıt verecek bir devrimcilik tarzının, yeni bir örgütlenme ve çalışma tarzının geliştirilememiş oluşu. Ortaya çıkan durumun bizim dar örgüt yapımızın yapısallaşmış sorunlarını, iç örgütlenme, işleyiş, önderlik tarzından sınıfla, kitlelerle ilişki kuruşa kadar, derinleşen bir iç kriz etkeni ve kitlelerle ilişki kurma sorunu olarak önümüze koyması. Bizim bugün çevreselleşme, gruplaşmalarla tümüyle bozunuma uğramış işçi sınıfıyla, diğer emekçi sınıflarla bağ kuramayan dar örgüte dayalı örgütlenme ve çalışma tarzımızla, önderlik ve kadro yapımızla değişime uğramış, özellikleri farklılaşmış toplum ve birey durumlarının, işçi sınıfının yapı ve özelliklerinin düşünüş, ilişki kuruş ve örgütlenme yönüyle açık ara çelişmesi.

Tek bir cümlede toplayarak söylersek, dünyanın ve ülkemizin içerisinden geçtiği tarihsel durum içerisinde koşullardaki değişime yanıt verememekten kaynaklı ö.sel bir kriz yaşanmaktadır. Ö.müzde temel konularda ve çalışmanın güncel konu ve sorunlarında yansıyan iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal koşullardaki değişimlere uygun olarak kendisini ileriye doğru örgütleyemeyerek, önceki durum içerisinden onun iyi halini geriye getirerek sürdürülmek istenen, bunda ısrar ettikçe tutuculaşıp dogmatikleşen, ara akımlaşıp küçük burjuva halkçı toplumsalcı bir zemine doğru kayıp gerileyen bir devrimcilik tarzıyla net bir proletarya sosyalizmi ve sınıfa dayalı devrimcilik temelinde teoriden programa, stratejiden taktiğe, ö.lenme politikalarına kadar uzanan ve hepsini kapsayan temel değişiklikler yapılması gerektiğinde ısrar eden ve ara duruşu ve eklektisizmi kırmakta kararlı proletarya devrimciliği arasında bir ayrım ve süren bir mücadele vardır. Dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel koşullardaki değişimler, rejimin yapısı iç tartışma ve ayrımlaşmanın konularıdırlar. İçerisinde bulunulan dünya durumu ve ülke koşulları, rejimin faşist diktatörlük mü yoksa geri düzeyde bir burjuva demokrasisi mi olduğu, bununla yoğun bir şekilde ilişkili olan genlerimize kadar işleyip belirleyen hale gelmiş antifaşist halkçı devrimcilikten kopmak ya da kopmamak temel ayrımlarımızdan birisidir.Betonlaşmış, tutuculaşıp gericileşmiş, sağa sola yalpalamalarla eklektize edilerek sürdürülen, siyasal düzeyden teorize edilerek Ö.e kabul ettirilmeye çalışılan küçük burjuva görüşlerle ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel değişim ve dönüşümlere proletarya sosyalizmi temelinde karşıtlık oluşturmakta ısrarlı, bugünü ve geleceği bu temelde devrimci bir kopuş ve dönüşümle kurmakta kararlı olanlar arasında derinleşen bir ayrım vardır.

Ö.sel kriz, görüş ayrılıklarının şu ya da bu konuyla sınırlı olmaktan çıkıp temel konulara doğru derinleşmesiyle ve örgüt çalışmasının tüm konularına yayılmasıyla şiddetlenmiştir. Ö.sel kriz, aynı zamanda önderlik krizidir. Mk’nin örgüte, örgütün işçi sınıfına önderliğinde yaşanan krizdir. Birincisi, ideolojik-teorik, siyasal önderliğin yeni bir düzeye çıkışı, sosyalist devrim program ve stratejisine köklü bir geçiş, yeni örgütsel politikaların ortaya konuluşu ve politikaların pratikleştirilmesiyle aşılacaktır. İkincisi, sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin birliğini sağlayarak, örgütümüzün sınıf mücadelesinin her alanında işçi sınıfına önderlik etmeye başlamasıyla aşılacaktır.

Örgütsel kriz, ö.müzün gelişim süreci ve yapısallaşmış sorunlarıyla da birleşerek bir kimlik krizi biçiminde de ortaya çıkmaktadır. Gelişimi içerisinde örgütümüz bir ara akım ve ara güç haline gelmiştir. Nasıl bir sosyalizm; proletarya sosyalizmi mi, küçük burjuva toplumsalcı bulamaç bir sosyalizm mi ayrışma eksenidir.

Temel görüş farklılıkları ve eksenleşmenin bir diğer boyutu ve yönü, iç örgütlenme, işleyiş, ilişki biçimleri, önderlik tarz ve yöntemleri, kadro yapısından başlayıp işçi sınıfıyla ve kitlelelerle ilişki kuruş biçim ve yöntemlerine, çalışma tarzına kadar uzanan ve birbiriyle sıkı bir şekilde bağlantılı olan bugünkü haliyle bozunuma uğramış, çözülme durumundaki fakat en gelişkin halinde dahi işçi sınıfını, kitleleri örgütleme ve önderlik etmeye uzak dar örgüt yapısının devrimci bir eleştirellikle kopuş eksenlerinden birisi haline getirilmesiyle, onu önceki iyi halini geri getirme tutumu arasındadır. İç işleyiş ve ilişkiler yönüyle bu ayrışma, grupsallaşıp çevrecileşerek bozunuma uğrayan dar örgüt önderliğinin, iç örgütlenme ve ilişki biçiminin iç mücadele sürecinde sektarizmden bürokratizme doğru geri sıçraması ve bozunuma uğramasıyla artık hiçbir şekilde sürdürülemez olan ve bugüne yanıt vermeyen bu önderlik ve ilişkiler sistemini temelden yıkma ve değiştirme, kolektif önderlik ve iç işleyiş ve ilişkiler sistemi kurma arasındadır.

X kimliği bozunuma uğramıştır; fakat bu sadece devrimci militan özelliklerin gerilemesine, yeraltının zayıflamasına, fiili tasfiyecilik halinin yaratmış olduğu tahribata bağlı değildir. Onları da ortaya çıkartan gerek tarihsel, gerek sınıf mücadelesinin dönemsel ve güncel değişen koşullarına yanıt verememekten doğan bozulumdur ve kendisini yeniden yapılandıramayan bir ö. ün giderek amorf, şekilsiz ve eklektik bir yapıya doğru çözülmesi, ARA AKIMLAŞMASIdır. Daha temel ve yapısal bir sorun olarak ö.müzün proletaryanın sınıf örgütlenmesinin en yüksek şekli olma iddiasına karşın işçi sınıfıyla kaynaşamayarak bir ARA GÜÇ olma durumunda kalmışolmasıdır. Kendi gelişimi içerisinde büyüyen sorunlar, emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşüm ve bu dönüşümün Türkiye koşullarında hızlı bir değişime yol açmasıyla doğan koşullarda artan ölçüde çelişerek, yeni koşullara büyüyen bir yanıt verememenin sonucu olarak hızlı bir çözülme sürecine girmiştir. Küçük burjuva etkiyle de bozunuma uğratılmış ve dogmatikleştirilmiş teorimizdeki yetersizlikler, ML’in geliştirilme ihtiyacı, ortaya çıkan gelişmelerin yeni açılımlarla yanıtlanması gereği açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Rejim tipine ilişkin tespitimiz değiştirilmek zorundadır. Faşist bir niteliğe sahip devlet yapısı ve siyasal rejim değişime uğrayarak burjuva sınıf egemenliğinin bir diğer biçimi olan geri düzeyde, yoğun bir gericilik birikimini içinde barındıran burjuva demokrasisi yönünde değişime uğramıştır. Burjuva sınıf egemenliğinin geri burjuva demokratik biçimine karşı proleterya sosyalizmi ve proletarya demokrasisi temelinde mücadele siyasal mücadelemizin temel sorunudur. Bununla birlikte uzun bir tarihsel dönemin biçimlendirdiği merkezinde faşizme karşı mücadelenin yer aldığı siyasal mücadele ve bunun koşullandırıp biçimlendirdiği genlerimize kadar işlemiş devrimcilik tarzı da sona ermektedir.

Bir dönem artık kendisini dönüştüremeyenleri çözerek ve yıkarak, tümüyle kapanmaktadır. Sadece siyasal program kapsamıyla değil önceki program ve stratejimizin bütünüyle değiştirilmesi, halkçı demokratizmden, bunun ana unsurunu oluşturan antifaşist devrimcilikten köklü bir kopuşla birlikte, halkçılıktan toplumsalcılığa doğru evrimleşmekte olan küçük burjuva sosyalizmiyle, dogmatik ve revizyonist reformist sosyalizm programlarıyla sınır çeken proleter sosyalist devrimci bir program ve stratejinin ortaya konulması, bir eksenin ortaya çıkartılması acil ve ertelenemez görevdir…

Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya ölçeğinde egemen hale gelmesiyle, büyümekte olan çelişkilerle çok daha güçlü olarak doğmakta olan proletarya devrimlerinin ve proletarya sosyalizminin yeni koşullarının tanımlanması zorunlu hale gelmiştir. Proletarya devriminin yeni koşullarına yanıt verebilmek için artık sadece teoride bir kuruculuk değil pratikten de bir kuruculuk, tüm örgütsel faaliyetin bir praksis ilişkisi içerisinde ele alınması, teorik, siyasal, örgütsel ve pratik olanın birliğinin 4×4 ile kurulması, bunun sadece bir işleyiş ilkesi olarak görülmeyip kaba işbölümü ve ayrımları silerek gelişkin bir kolektivizm ve önderliği ortaya çıkarabilmenin aracı ve koşulu olduğu görülmelidir.

ÇOK UZUN BİR DÖNEM BOYUNCA DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE EGEMEN DURUMDA OLAN ANTİFAŞİST HALKÇI-ANTİEMPERYALİST, ULUSALCI DEMOKRATİK KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİYLE, BU DEVRİMCİLİK TARZINDAN BÜTÜNÜYLE KOPAMAMIŞ OLMAMIZ NEDENİYLE BİZDEKİ ETKİLERİ VE SÜRME BİÇİMLERİYLE DE İDEOLOJİK-TEORİK, SİYASAL KÖKLÜ BİR HESAPLAŞMA İLE BİRLEŞEREK DERİNLEŞECEK BİR KOPUŞ; DÜNYADAKİ VE ÜLKEMİZDEKİ DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMLERİN KAVRANIŞI ÜZERİNDE YÜKSELECEK TEORİ, PROGRAM, STRATEJİ VE TAKTİĞİNİ BU ZEMİNDE OLUŞTURAN, PARTİ Ö.LENMESİNDEN SINIFIN VE KİTLELERİN Ö.LENMESİNE KADAR ÖNDERLİK TARZ VE YÖNTEMLERİNİ VE Ö.LENME BİÇİMLERİNİ YENİ BİR TEMELDE OLUŞTURACAK BİR KURUCULUK. SADECE KOPUŞ KENDİ BAŞINA BİR ANLAM TAŞIMAZ, KOPUŞUN YENİ BİR BAKIŞ AÇISINA DAYALI OLARAK GERÇEKLEŞTİRİMESİ VE ONA BAĞLANARAK GERÇEKLEŞTİRİLMESİ ONA DERİNLİK KAZANDIRACAĞI GİBİ, YENİ OLANIN TEORİDEN PRATİĞE BİR KURUCULUKLA OLABİLDİĞİNCE GÜÇLÜ ORTAYA ÇIKIŞI, ONUN GERİYE DOĞRU ÇÖZÜLÜP DAĞILMASINI ÖNLER VE GÜÇLÜ BİR ÇEKİM OLUŞTURMASINI SAĞLAR. KOPUŞUN DERİNLİĞİ VE KURUCULUĞUN GELİŞKİNLİĞİ GELECEĞİMİZİ BELİRLEYECEKTİR.

KOPUŞ YÖNÜYLE BUNU GERÇEKLEŞTİRMEK, III. KONF. TA SÖYLEDİĞİMİZ AMA ÇUBUĞU KENDİMİZE BÜKMEDİĞİMİZ “BİR DÖNEM KAPANMIŞTIR”IN ANTİFAŞİST HALKÇI DEVRİMCİLİKLE -BUGÜNKÜ EZİLENCİLİK-TOPLUMSALCILIK- PROLETARYA SOSYALİZMİ VE SINIF DEVRİMCİLİĞİ TEMELİNDE AYRIMLARIMIZI NET OLARAK ÇİZEREK, EKLEKTİSİZME, BULAMAÇ BİR SOSYALİZME OLANAK TANIMAYARAK, İDEOLOJİ-PARTİ-SINIF BAĞINI SOMUTLAŞTIRARAK, GERİ VE İLKEL DAR ÖRGÜT ÖNDERLİK, KADRO YAPISI, İÇ İŞLEYİŞ VE KİTLELERLE İLİŞKİ KURUŞTA KÖKLÜ BİR DÖNÜŞÜM GERÇEKLEŞTİREREK OLACAKTIR. KURUCULUK YÖNÜYLE BUNU GERÇEKLEŞTİRMEK, PROLETARYA DEVRİMLERİNİN VE SOSYALİZMİN MADDİ ÖN KOŞULLARININ GELİŞTİĞİ TARİHSEL KOŞULLARDA, KENDİMİZİ YENİ BİR TEMELDE ÖRGÜTLEYİP ÖRGÜTSEL ÖNDERLİĞİ YENİ BİR DÜZEYE ÇIKARTMAYI, PROLETARYA HAREKETİNİN YENİ KOŞULLARININ DERİN KAVRANIŞIYLA BUNLARA YANIT VERECEK PROGRAM, STRATEJİ-TAKTİK, SINIF ÖNDERLİĞİ, İTTİFAK POLİTİKALARI, YENİ Ö.LENME BİÇİMLERİNİ ORTAYA ÇIKARTMAYI, YENİ BİR ÖNDERLİK TARZINI, İÇ İŞLEYİŞ VE İLİŞKİ SİSTEMİNİ İÇERİR. ÖNDERLİKTEN KADRO YAPISINA, İÇ İŞLEYİŞTEN KİTLELERLE İLİŞKİ KURUŞA KADAR RUHUNU VE FELSEFESİNİ KOMÜNİZMİN OLUŞTURACAĞI BİR ÖRGÜT, KOLEKTİF EMEKÇİ NİTELİĞİ KAZANMIŞ İŞÇİ SINIFININ KOLEKTİF İŞÇİ BİLİNCİ TEMELİNDE ÖRGÜTLENMESİ, PROLETARYA-BURJUVAZİ KARŞITLIĞI TEMELİNDE BURJUVA DEMOKRASİSİ VE KAPİTALİZMİ YIKMA, PROLETER DEMOKRASİ VE SOSYALİZMİ KURMA, YENİ BİR ARA AŞAMA BİÇİMİNE DÖNÜŞMEYECEK BİR SOSYALİZM İNŞASI VE KOMÜNİZME KESİNTİSİZ GEÇİŞ, PARTİNİN ,İŞÇİ SINIFININ ÖRGÜTLENMESİNİN, NİHAİ AMACI HEDEFLEYEN DEVRİM STRATEJİMİZİN ANA UNSURLARI BUNLARDIR. ÇİZGİ VE PRATİĞİMİZ BUNLAR BELİRLEYECEKTİR.

Derin bir eleştirellik, özeleştirellik ve kuruculuk içerisinde ilerlenecek sadece tedrici bir gelişimle olamayacak sıçramaları gerektiren bu süreç, ARA GÜÇ VE ARA AKIM OLMAKTAN ÇIKIP PROLETARYANIN SINIF ÖRGÜTÜ VE PARTİLEŞME DÜZEYİNE ÇIKARTACAK DEVRİMCİ BİR KOPUŞLA birlikte, mücadele ve örgütlenmede bugünün ihtiyaçlarına yanıt verecek teori, siyaset, örgütlenme ve pratiğimizin farklılaşacağı yeni bir düzleme çıkarken, ö.sel devrimci özsel birikim ve değerlerimizin de içerisine akıtılacağı, onlardan kopmayacağımız ve onların değişerek belirleyici olacağı bir süreklilik içerisinde olmalıdır. Bu özellikle fiili tasfiyecilik halinin oluşturduğu tahribata karşı mücadelede ö.sel değerlerimizin, profesyonel devrimcilik ve y.altı devrimciliği anlayışımızın, militan devrimciliğin canlandırılması, modern revizyonizm, maoculuk, küçük burjuva maceracılığı ve bunların oluşturduğu sağ ve sol oportünizmle komünist uzlaşmazlık, reformist işçi siyasetine karşı mücadele, devrimci bir iç savaş partisi yaratmak yönlerinden önemlidir.Belirtilenler, bugünkü durumla mücadelede fiili tasfiyecilik halini aşma, konformizmi yenme mücadelemizde de sıkıca sahipleneceğimiz niteliklerdir. Bunun ötesinde onlar, davranışa özgü değil ideolojik özlü ayrım ve tutumlardır. Modern revizyonizme, oportünizme, maceracılığa, sendikalist reformist işçi siyasetine karşı sınırlarımızı çektiğimiz siyasal-teorik ayrımlardır. Örgütümüz bu yönlerden dar örgüt biçimlenişi içerisinde güçlü komünist değer ve gelenekler oluşturmuştur. Onlar sadece, örgütsel değerler olarak değil devrimci proleter sosyalist bir program oluşturarak mücadele edeceğimiz, bugün önce dogmatik sonra revizyonist olan, reformist bir işçi siyasetinin uygulayıcısı olan devrimci sosyalizmden reformist küçük burjuva sosyalizmine geçiş yapan partilerle, sendikalizmle, geri sınıf çalışmasıyla sınırların çekilmesinde de ilkesel öneme sahiptirler. Biz burjuva demokrasilerine karşı mücadele ederken -komünist partilerin ve Ö.müzün yurtdışı çalışmasının da, onun içerisinden erimesinden de devrimci sonuçlar çıkarmış olarak- bizi legalist, reformist ve uzlaşmacı, sistem içi mücadele çizgisinden uzak tutan bu görüşlerimizden güç alacağız.

Örgütsel birikim ve değerlere sahiplenişimiz tutucu, yüzünü geriye dönmüş bir tarih bilinciyle değil eleştirel devrimci bir tarih okumasıyla, devrimci kopuş bilinciyle olacaktır. Bizzat bu oluşturulmuş değerlerin her biri de değişimin konusudurlar; artık önceki dar devrimciler ö. ü düşünüşünün oluşturduğu ve anti-facılığın, halkçı devrimciliğin karakterize ettiği bir biçimlenişle değil onu yarıp geçmemizi sağlayacak ve bugüne yanıt verecek yeni özellikler kazanmış olarak proletarya sosyalizmi ve sınıf militanlığı bakış açısından yeni bir nitelikle tanımlanmalı ve kavranmalıdır. Ne sınıfı ve kitleleri örgütlemeye uzak, eleştirel muhalif bir siyaset, ne salt bir direniş örgütü olarak kalmak! Ne dar örgütün tek biçimli çalışmasının karakterize ettiği gelişmemiş profesyonel devrimcilik, ne faşizme karşı mücadelenin temel niteliğini verdiği dar örgüt militanlığı! Kurucu bir sosyalizm teori ve programıyla işçi sınıfını örgütleyerek kendisini iktidar gücü olarak alternatifleştiren, özneleşerek önderleşen bir parti! Gelişkin özelliklerini, en gelişkin olanını dahi önceki gibi tutarak değil, değişene uygun olarak değiştirip yeni bir içerik ve biçim kazandırarak onu var etmek. (Lafazanlarla bizi ayıran budur.)

Komünizmi belirsiz bir geleceğin sorunu olmaktan çıkartıp kendisini örgütleme ilkesi haline getirmekten başlayarak, sınıfı ve kitleleri örgütlemeye doğru yayan ve derinleştiren, bunu devrimci bir iktidar gücüne çevirerek burjuvaziyi ve kapitalizmi yıkan, sosyalizme kızıl rengini komünizmin vereceği bir parti, proletarya devrimi ve sosyalizm!

Kolektif örgütsel emeğin geliştirici gücüne dayanan çok yönlü ve çok biçimli çalışmanın içerisinden gelişen bir profesyonel devrimcilik, kapitalizme karşı duyulan öfke ve onu yıkma isteğinden doğan proletaryanın sınıf militanlığı… Sisteme artan bağımlılıkla gelişen tasfiyeci part-time devrimcilikle savaşmanın da, militanlık eşiği düşük sınıf mücadelesi tutumunu aşmanın da yolu bu olacaktır.

Ancak bunlar açık olarak önümüze konulduğunda yön ve hedef birliği sağlanmış olur; ideolojik, siyasal, örgütsel birliğimiz yeniden ve üst düzeyde kurularak örgütsel kriz aşılmış olur. Birlik temelimiz ancak bu şekilde güçlenir. Ve bu görüşler, örgütsel bir dönüşümle teori-pratik birliği gerçekleştirildiğinde bizi ileriye taşır.

En büyük yanılgı, görüş ayrılıklarımızın kişiye dayalı ve yüzeysel olarak görülmesi olacaktır. Bu artık aşılmakta olan, aşılmış bir düşünce olmakla birlikte görüş ayrılıklarımızı hala parça ve kendinde konular olarak görmek, eksensel bir bakışla değerlendirmemek yaygındır. Ara bir duruş olarak büyütüldüğü ve uçlaştırıldığı görüşü buradan doğmaktadır. Hangi nedenlerle hareket ediliyor olursa olsun durumu bu şekilde açıklamaya çalışan her düşünce, öncelikle durumu ve sorunları doğru yönde kavramaktan uzaktır. Tutumlarımızı belirleyecek olan duygularımız ve niyetlerimiz değildir. Bu şekilde düşünenler, ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullardaki, sınıfların ve bireylerin durumlarındaki değişimle birlikte devrimci hareketin bütününde yaşanılan krizi, zemindeki değişimle birlikte buna yanıt veremeyen ö.lerin hemen hepsinin hızlı bir güç kaybına uğradıklarını ve nasıl bir krize girildiğini, örgütlerdeki çözülmeyi, bir- iki örgüt için sözü edilebilecek farkların göreli olduğunu da göremezler. Ekonomik, toplumsal, sınıfsal dönüşümler hız kazanmış, bunlara göre daha önceki süreçte daha yavaş ilerleyen, son kesitte hızlanan siyasal yapı, rejim tipi değişikliğe uğramıştır. Toplumun ve sınıfların durumları, temel sınıf karşıtlıkları değişmiştir. Önceki devrimcilik tarzı, düşünüş ve pratiğiyle, program, örgütlenme ve çalışma tarzıyla sürüdürülemez hale gelmiştir. Önce modern revizyonist partiler çökmüştür. Onları, antifaşist mücadelenin kitlesel örgütlerinin çöküşü izlemiştir. Yakın zamanlı ve ardışık bu gelişmelerden sonra şimdi de antifaşist mücadelenin geriye kalan, daha solda yer alan devrimci parti ve örgütleri hızla çözülmektedir. BİR DÖNEM ARTIK TÜMÜYLE KAPANMAKTADIR. SORUN SADECE DÖNEMSEL DEĞİL TARİHSEL VE YAPISALDIR; KÖKLÜ BİR DÖNÜŞÜMÜ, ANCAK DEVRİMCİ BİR KOPUŞLA BİRLİKTE OLABİLECEK KÖKLÜ BİR DÖNÜŞÜMÜ GEREKTİRMEKTEDİR.

Oluşan yeni dünya durumunun, ülke koşullarındaki değişimin yeni bir kavrayışıyla devrimci bir özelleştirellikle iç içe geçen yeni kurucu yapılanma zorunludur. Küçük burjuva ö.lerin yeni süreç ve koşullarla ilişki kurabilenlerinin gelişecekleri zemin bileşenleri geniş ezilencilik-toplumsalcılık zeminidir. Örgütümüzde, siyasal devrimcilik temelinde teorize edilmeye çalışılan küçük burjuva miliyetçiliğinden liberallere kadar yalpalayan görüşlerle, toplumsalcı küçük burjuva bulamaç sosyalizm görüşleriyle eklektize edilen, mücadele zemininde içi boşalmış sol lafazan taktiklerle ve yüzlerini geriye dönerek çözüm öneren ve örgüt güçlerini fiili tasfiyecilik halinin bu şekilde aşılacağı yanılsamasına sokmaya çalışan görüşle kesin bir ayrım çizilmelidir. Sol lafazanlığı karakterize eden proletarya devrimciliğine ve proletarya sosyalizmine karşıt sağcı bir siyaset hattıdır. Antifaşist militanlığı taktiksel bir tutum olarak süren sol lafazanlığın, bu görüş sahiplerinin konformizmiyle de ortaya çıkmış olarak içi boşalmış, “sol” gitmiş, geriye sadece lafazanlık kalmıştır. Önceki devrimci duygu, düşünüş ve bilince, değer yargılarına hitap etmesiyle, yüzeysel çözüm önerisiyle etkili olmaya çalışan bu görüş mahkum edilmelidir.

Kolay ve kısa dönemli çözümler yoktur. Bunların vaadçisi de olmayacağız. Bizi son derece zorlayacak, canımızı yaka yaka ilerleyeceğimiz stratejik bir bakış içerisinden, çözümün taktik halkalarını oluşturarak, her adımda, her aşamada daha ileriye giderek, kendimizle savaşarak zorlu bir yolda ilerleyeceğiz. Bizim açımızdan açık ve net olması gereken şudur: Sınıf devrimciliğinde somutlanmış, maddi toplumsal temelini işçi sınıfında bulan -çok kararlı bir çubuk bükmeyle bunu laf olmaktan çıkartacak- proletarya sosyalizmi; burjuvazi-proletarya, kapitalizm-sosyalizm karşıtlığında bu karşıtlığı toplumsal yaşam ve ilişkileri bütün alan ve düzeylerine yayarak ve her alanda sınıf mücadelesinin güçlü birer vektörüne çevirerek burjuva sınıf egemenliğini ve kapitalizmi yıkmak, sosyalizmi kurmaktır.

Bu proletarya sosyalizmi, ideolojisini ve program felsefesini komünizme dayalı olarak oluşturan, komünizmi uzak geleceğe ait bir sorun olarak görmeyip pratikleştirmeyi önüne koyan, parti ö.lenmesinden- iç örgütlenme, işleyiş ve önderlik tarzından- sınıfın ve diğer emekçi sınıfların ö.lenmesine kadar yeni ihtiyaçlara yanıt verecek biçim ve yöntemleri geliştirmeyi, iç yaşam ve ilişkilerden kitlelerle ilişki kuruşa kadar tüm ilişkileri bu bakış açısından kurmayı ilke kabul eden, bunun için Ö.SEL BİR DÖNÜŞÜMÜ BİRİNCİ ŞART OLARAK ÖNÜNE KOYAN bir yaklaşıma ve bir temele sahip olmalıdır.

Örgütümüzün ilk ortaya çıkış döneminde güçlü ve ileri olan bugün ise eskimiş ve güne yanıt vermekten çıkmış bir program ve stratejiye sahiptir; onun çoktan değiştirilmiş olması gerektiği, bu şekilde devam edilemeyeceği yıkıcı sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Bugün en geri çevresel, grupsal ilişkilere çözülmüş olarak dar ö.sel yapının önderlikten iç işleyişe, kadro yapısından sınıf ve kitlelerle ilişki kuruşa kadar büyümüş olarak karşımıza çıkan sorunları, açık, yalın, çıplak ve yıkım halinde önümüze koydu.

Girilmiş olunan dönem, dünya ve ülkemizin bugünkü koşuları, bugünkü ö.rgütsel koşullarımız, önceye dayalı olan, önceki koşulların ve durumların içerisinden geliştirilen hiçbir çözümün çözüm olamayacağı yeni bir durumu ortaya çıkartmıştır. Önceki program, önceki strateji, önceki taktik yaklaşım, önceki örgütlenme biçimi, önceki çalışma tarzı, önceki önderlik yapısı, önceki kadro yapısı, önceki iç işleyiş ve iç ilişki sistemi, önceki kitlelerle ilişki kurma biçimleri, önceki politika yapma biçimi geçersizleşmiştir. Bunların tümünde devrimci bir kopuş, net ve kesin bir kopuşla birlikte sürekliliğin sağlanması zorunludur. Devrimci bir dönüşümü göze alamayan, göze alsa da gerçekleştiremeyen komünist ve devrimci partiler yokolup gitmeye mahkumdurlar. Erime, bozulum ve yok olma geleceğe ait bir konu ve sorun olmaktan da çıkmıştır, gerçekleşmekte olandır.

Bu koşullara kim, isterse en iyi haliyle dünkü biçimlere özlem duysun ve geriye getirmeye çalışsın, isterse bizdeki lafazanların yaptığı gibi “en devrimci”, “en militan” biçimleri önersin ve geliştirmeye çalışsın, önceki düşünüş, program, strateji, ö.sel biçimler, politika yapma tarzı, önderlik ve ilişki biçimi, önceki kadrosal şekilleniş içerisinde kalarak önceki ideal biçimleri gerçekleştirmeye çalışsın bu yolla gidebileceği hiçbir yol yoktur.Dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel koşullarda, sınıfların ve bireylerin durumlarında ortaya çıkan değişiklikleri çözümleyerek, program, strateji, örgütlenme, taktik yaklaşımlarında köklü değişimlere geçmeyen, sınıf örgütlenmesinden kadro yapısına, önderlik tarzından kitle çalışmasına kadar köklü değişiklikler gerçekleştirmeyen bir ö.ün geleceği yoktur. Tümüyle kapanmakta olan dönemle birlikte onun devrimcilik tarzı da, düşünüşü de, iş yapış tarzı da bitmektedir. Antifaşist halkçı devrimciliğe dayalı, içi boşalmış lafazanlığın gürültüsüne, yaygarasına, yoldan çevirme çabalarına, eklektisizmin sürdürülmek istenmesine karşın bu dönemi kesin adımlarla bitirmeliyiz. Bu ara akım ve ara güç olma durumuna son vermeliyiz. Bu, gelecekte varolabilmenin de, ideallerimize bağlı kalarak komünizme doğru yürümenin de koşuludur.

TEMEL GERİLİM VE ÇÖZÜM HALKALARI

DÖRT PARAMETRE VE BİRLEŞİK EKSEN

Yaşanmakta olan ö.sel krizi, ö.sel yapımızdaki dağılma ve ortaya çıkan deformasyonu, öncelikle fiili tasfiyecilik hali ve fiili tasfiyecilik halinden kaynaklı sorunların çözümüne yönelerek, onu temel halka haline getirerek çözemeyiz. Neden fiili tasfiyecilik halinin yaşandığı, neden içerisinden çıkılamadığı, neden, neden, neden tasfiyeciliğe karşı mücadele eden ve ona karşı dokusal bir sağlamlığa sahip olması gereken bir Ö olarak bütün devrimci ö.leri de sarmış olan krizi, en şiddetli ve ağır yaşayan ö.lerden birisi olduğumuzun cevabını da sadece bundan hareketle veremeyiz. Kuşkusuz sonrası itibariyle kendisi de nedene dönüşmüş olan sonuçlar önemlidir ve başlı başına bir mücadeleyi de gerektirir. Fakat sorunun ne kavranışında ne de çözümünde temel halkayı oluşturmazlar. Sorun, artık hiçbir parça ya da yüzeysel sonuçla, bu şekilde alınan kararlarla aşılamayacak kadar kapsamlıdır, tek değil birkaç temel nedene dayanmaktadır. Bundan dolayı biz, kendi tekrarlarımızı yaşamayı ortadan kaldıracak daha temel nedenleri bulmalı, köklü bir ele alışla onların çözümüne yönelmeli, tarihsel ve güncel olana birlikte yüklenmeliyiz.

Bu süreci yarmanın, bütünsel bir dönüşüm yaratmanın ana halkalarını dört parametre oluşturur. Amorf ve eklektik, bozunuma uğramış dünkü biçimlerle henüz biçim dahi kazanmamış göreli ileri yönlerin içiçelik gösterdiği, yön duygusunu zayıflatan, stratejik bilinç oluşumunu engelleyen ve toplam duruşu belirleyen bugünkü durumun aşılması, teorik, politik, ö.sel, pratik bütünlüğün geçmiş gelecek köprüsü kurularak ama aslolarak yeni koşulların gerektirdiği kopuşu sağlayacak adımların atılmasıyla, bunun bir eksen olarak ortaya çıkartılmasıyla olacaktır.

DÖRT PARAMETRE NEDİR? Bu parametrelerden birincisi, emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşümün, teori, siyaset, örgütlenme teori ve politikalarında gerekli kıldığı açılımların yapılmasıdır. İkinci parametre, özellikle ’90’ların ortalarından bu yana ülkemizde hem tarihsel toplumsal, sınıfsal değişimlerin, hem de sınıf mücadelesinin nispi yükseliş döneminden durgunluk ve gerilemeye geçiş sürecinin çözümlenmesidir. Hemen bu siyasal çözümlemeye eşlik edecek, onunla birleşik üçüncü parametre, bu sürecin ö.sel politika ve taktikler açısından eleştirel bir değerlendirmesidir. Dördüncü parametre, X’in kuruluşundan itibaren tarihsel sürecinin yapısal zaaflarımıza çubuk bükülerek değerlendirilmesidir. Kendimize karşı evet inkarcı değil ama acımasız olacağımız devrimci eleştirel bir tarih değerlendirmesi, artık hiçbir şekilde geri getirilemeyecek ve getirilmemesi de gereken, içe kırılmalarla sürdürülemez ve bozunuma uğramış olan dar örgüt yapı ve işleyişini, içe ve dışa doğru değerlendirmek ve aşmaktır.

Ö. müzün dönüşüm parametreleri bunlardır, bunlardan çıkartılacak sonuçlar üzerinden bir ekseni ortaya çıkartmaktır. Hedef ve yön tayinini de, programatik açılımları da, ö.sel açılımları da, pratiğimizi de belirleyecek olan bunlardır. Bu Ö. ün niye büyük kesintiler yaşadığı, neden ancak krizli geçişlerle kendisini tekrar toparladığı, neden sınıf mücadelesinin yeni dönemlerine, sürecin başlangıcından değil de sonrasında giriş yaptığı, onu karakterize edenin neden direnişçi dar bir devrimciler ö. kimliği olduğu, neden kitlelerin önünden onları ö.leyerek yürüyemediği, neden kurucu ve sınıf mücadelesinde önderleşen bir karaktere değil eleştirel muhalefet biçimiyle alternatif oluşturmakla sınırlı kaldığı, neden bunca zamandır sınıf demesine ve proletaryanın fiili önderliğinden söz etmesine karşın sınıf içerisinde mevzilenemediği, neden organlaşma ve kurumsallaşmanın sağlanamadığı, neden bir süreklilik yaratılamadığı, neden en geri bir iç işleyiş ve ilişki sistemine sahip olunduğu, neden bu kadar kadro ve çevre güç erozyonu yaşandığı gibi, nedenleri yapısallık kazanmış olan ö.sel soru ve sorunların cevabını vereceğimiz, komünist devrimci bir tarzda korkusuzca ve hiçbir kişisel kaygıya kapılmadan kendimizle ve tarihimizle yüzleşmemiz gereken konulardır bunlar. Önümüzdeki tarihsel dönemi, bir bütün olarak geleceği kucaklayabilmenin, 21. yüzyıl proletarya devriminin partisi olabilmenin şart koştuğu bugünün teorik, politik, örgütsel teorik ve politik sorunlarının çözümü şarttır ve bunların gerçekleştirilmesi, gelişkin bir pratiği örgütlemek, söylenenlerin yanıtlarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. İkisi arasında, tarihsel olanın, önceki yapımızın geri olan, bugüne yanıt veremeyenin geriye doğru çözülüşüyle ileri olanın ileriye doğru gelişimi arasındaki içsel bağın ayırştırılıp karşıtlaştırılarak kopuşla kurulabilmesi, geri ve ilkel olanı sarsarak ve yıkarak aşmayı, yeninin yeni olarak örgütlenmesini ve önceki yapımızda özsel ve güçlü olanın bu yeninin içerisine değişime uğramış olarak akıtılabilmesini de olanaklı kılar. Bunun dışında bir gelecek yoktur.

Temel konulara doğru derinleşen, güncel konu ve sorunlara doğru da genişleyen görüşlerimiz arasındaki ayrılıklar, dünyadaki ve ülkedeki değişim ve dönüşümlerin kavranışıyla ilgili konularda ortaya çıkmaktadır. İki, örgütsel gelişim sürecimiz, örgütsel tarihimizin ele alınışında ortaya çıkmaktadır. Teorik, politik, örgütsel hemen her konuyuı kapsamakta ve kesmektedir. Bu görüş farklılıkları, değişim ve dönüşümlerin çözümlenmesi ve kavrayışı temelinde teori, politika, ö.lenme ve pratiğimizi farklılaştıracağımız ö.sel bir yapı dönüşümü görüşü, istek, irade ve ısrarıyla, bu değişim ve dönüşümleri kavramaktan uzak, çözümü dünkü düşünüş ve biçimlerin içerisinden arayan ya da dönüşüm basıncı karşısında parçalardan ve eklektize ederek kavrayan, temelde önceki teori, siyasetler ve ö.sel biçimleniş içerisinde kalmakta, çıkış ve çözümü bunlarda görmekte ısrarlı olanlar arasındadır.

Ö.müz ’90 ların başlarında yeni bir yönelime girmiş, ileriye doğru açılımlar yapmış olmakla birlikte uzun bir zamandır devrimci bir sıçrama ve dönüşümün gerçekleştirilememiş oluşuyla teori ve siyasetlerimiz ve ö.sel yapımız eklektik bir hal almıştır. Bir ara güç ve akım haline gelmişizdir. Artık bu sürdürülemez bir durumdadır. ML temeline dayanan, bununla birlikte işçi sınıfıyla kaynaşarak dar bir örgütü olmayı aşamamış ö.müz, çizgisini bugünkü durumda sınıfın ve kitlelerin ihtiyaçlarına yanıt vererek proletarya sosyalizmi yönünde derinleştirme ya da artan ölçüde geri bir zemine, küçük burjuva bulamaç bir sosyalizm zeminine kaymakla karşı karşıyadır. Dönemdeki değişimin sonucu olarak, politika ve pratiğimiz, bozunuma uğramış dar örgüt yapısallığı sürdürülebilirliğini kaybetmiştir. Ö.sel sorunlarımız iç içedir. Bir tekini bile ihmal etmeden, teori, politika ve örgütlenmede eklektisizmin, ara akımlaşma ve geriye gidişin sürdürülmesine imkan tanımayacak biçimde yön kararlılığıyla bir eksen oluşturarak çıkmalıyız bu süreçten.

Bugün, 160 yıl önce Marx ve Engels’in Komünist Manifestoda söyledikleri gibi eskisi gibi kalabilen, kalabilecek olan ve değişmeyen hiçbir şey yoktur. Yeni bir dünya durumu ortaya çıkmaktadır ve ülkemizdeki koşullar, hızlı bir değişim geçirmektedir ve bügün itibariyle eskisinden bir hayli farklıdır. Bu tarihsel durum içerisinde ancak bu değişimi kökten kavrayan ve kendisini buna göre ö.leyebilen devrimci parti ve ö.ler gelecekte söz sahibi olabileceklerdir. Yapısal sorunlarının ağırlığı ve dönemin tahribatını karşılayamayışıyla gerileyen, içsel bir dağılma ve çözülme yaşayan ve bir yıkımla karşı karşıya olan Ö.müzün bizzat bu sürecin içerisinde oluşan hiç de azımsanmayacak devrimci teorik, siyasal, ö.sel, kadrosal birikimlerimizle ileriye doğru olanı yakalayıp bu süreci yarması mümkündür ve bugün hiçbir ö.te olmayan kadar güçlü bir dinamiği içerisinde barındırmaktadır. Ölüm ve yaşam; yeni bir doğumun sancısı iki karşıt dinamik olarak işlemektedir.

Zor olan şudur ki, kendimizin ebesi olmak, bu doğumu kendimiz yapmak zorundayız.

I) EMPERYALİST KAPİTALİST SİSTEMİN İÇSEL DÖNÜŞÜMÜ; SINIF, TOPLUM VE BİREY YAPI VE ÖZELLİKLERİNDE ORTAYA ÇIKAN DEĞİŞİM. KAPİTALİST ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN DÜNYA DÜZEYİNDE HAKİM HALE GELMESİ. BURJUVAZİ-PROLETARYA ÇELİŞKİSİNİN BELİRLEYİCİ ÇELİŞKİ HALİNİ ALMASI.

-İLK DÖNEMDE DEĞİŞİMİN ALGILANIŞI, SÜRECİN KAVRANIŞI, İÇ ENGELLER

’90’ların başında dünyada ortaya çıkmakta olan yeni durum, patlayan siyasal olgular üzerinden görülmeye başlandı ve çürümüş revizyonist sistemin karşıdan gelen basınç ve içerden patlayan, örgütlenen dalgalarla hızla çökmesi, Sosyalist Arnavutluk’un da benzer bir çöküşle yıkılması karşısında siyasal ve teorik düzeydeki ilk reflekslerimiz, bu gelişmelerin karşılanma biçimi doğru olarak komünist ve devrimci hareketin gelişen büyük tasfiyeci dalgaya karşı güçlü bir direncin ortaya konulması yönünde oldu. Tasfiyeciliğin Son On yılı, Yeni İhanet Çağı, Aynadaki Yüz Kimin? gibi temel yazılarımız bu dalgayı karşılayan yanıt ve duruş oluşturan niteliktedirler. İçsel bir dönüşüm sürecine girmiş emperyalist kapitalist sistemin çürümüş revizyonist sistemi, sadece onu değil Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti’ni yıkmış olması, dünya devrim dalgasındaki işçi hareketeleri ve halk hareketlerindeki yenilgi ve büyük geri çekilme karşısında gösterilen devrimci refleks, tasfiyecilik karşıtı duruş, son derece doğru ve bizim yapı ve özelliklerimize son derece uygun olandı. Bununla birlikte süreçteki ve tarihsel durumdaki derin değişimleri anlamaya yeterli değildi. Dev. Pro. nın çıkmaya başlamasıyla birlikte ortaya çıkmakta olan tarihsel durumu anlamaya ve çözümlemeye yöneldik. Dev.ci Pro.nın Çıkış yazısında bu açıkça belirtilir. Bir dizi halinde yayınlanan Emp. ve İşçi Sınıfı yazıları, daha sonraki yıllarda yazılan Devletin Yeniden Yapılandırılması yazısı bu yeni durumun teorik düzeyden analizini içeren çalışmalardır. Bunlar ve bunları izleyen birçok yazımız, çözümleme yönüyle, değişmekte olanı, farklılaşanı belirtirken özellikle sonuç çıkarma noktasına gelindiğinde ya ucu açıktır/belirsizdir, ya da önceki bakış açısının dışına çıkmayarak aynı sonuçlara ulaşır. Yeni durumun bütünsel bir kavranışına, temel değişim ögeleri üzerinden düşünme ve tutum almaya geçilemez. Neticede değişmekte olan bir şeyler vardır -bunlar parçalar üzerinden çözümlenmektedir- fakat değişen hiçbir şey yoktur!

Belirtilenleri izleyen yazılarımızda anti-kapitalist içerik daha belirgindir. Kriz eleştirilerimiz sistemiktir. Komünizmin Özgürlük Dünyası, Küçük burjuva liberal Anarşist Ütopyaların eleştirileri, Toplumsal İlişkiler Bütünü olarak İnsan, daha sonraki yıllarda yazılan Zaman gibi sosyalizmi konu alan diğer yazılarımız, yeniden canlanan küçük burjuva liberal ve anarşist görüşlerle sınır çekici olduğu gibi, sosyalizm-komünizm yönünden de yeni ön açılımları içerisinde barındırmaktadır. EKK açılımıyla birlikte sınıf çalışması yönünden de politika yeniden içeriklendirilmeye başlanmış; “Faşizme ölüm halka özgürlük” sloganı yerine “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni”, “Emekçilere özgürlük”, “6 saatlik iş, 8 saatlik ücret” “boş zaman-2005 sonrasında, İnsanca yaşanacak zaman” gibi sınıfsal sosyalist içerikli slogan ve yaklaşımlar öne geçmeye başlamıştır. Kurtuluş devrimde/ Kurtuluş sosyalizmde ve Krize karşı devrim/ Kapitalizme karşı sosyalizm sloganları da bu döneme aittir. Sınıfa karşı sınıf vurgusu artmıştır. Fakat, emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşüm, toplum, sınıf yapıları, proletaryadaki değişim ve dönüşümler, çelişkilerdeki farklılaşma, sosyalizmin yeni ve gelişen maddi önkoşullarının bu temelde ele alınışı olmadığından, en önemlisi bir eksene kavuşmadığı ve teori-program bütünlüğüne dönüşmediğinden günlük çalışmaya dolaysızlaştırılarak indirilememiş, bunun kavrayışı da gelişmemiştir.

Koşullar, yeni bir eksensel bakışı, program ve strateji değişimini zorunlu kılmaktadır; bu temel adımın atılmayışı, siyasal, toplumsal durumun, sınıf ilişkilerindeki değişimin kavranışını flulaştırmakta, siyasal ve ö.sel çalışmanın sağlam akslar üzerinden yükseltilmesine geçilememektedir.

Siyaset ve sınıf mücadelesi içerisindeki konumlanış, mücadele koşullarındaki değişimde bilince çıkartılmamış olarak önceki durumun bakış açısıyla ve eğik düzlemde bir direnme tutumuyla sürdürülmektedir. Bununla birlikte toplumsal düzeyde ortaya çıkan değişimlerin siyasal ve sınıfsal düzeydeki dar kavranışının da ötesinde altyapı ve üstyapı ilişkilerinin tümünü kapsayan toplumsal ilişkilerdeki farklılaşmalara yanıt verecek bir politika üretme düzlemine geçilmeyişi, siyasal alana sıkıştırılmış dar çelişki kavrayışı, devrimci hareketin temel bir sorunu olarak toplumsal değişimin, işçi sınıfının ve diğer emekçi sınıfların yeni koşullarının kavranması ve buna uygun bir çalışmanın çok yönlü ö.lenmesinde büyüyen ve derinleşen bir boşluğu ortaya çıkarmaya başlamıştır.

Tüm bunların daha açık ve net görülmesini engelleyen, yeni bir bakış açısına geçmemizi, programatik-stratejik değişim yapmamızı frenleyen, geciktiren etmenler nelerdir? 1) Öncekinin içerisinden gelen teorik siyasal üretimin henüz ondan kopamamış oluşu ve parçalardan sınırlı gelişimi; yeni durumun kavranışı açısından, kavrama/öğrenme, parçalardan çözerek ilerleme sürecinde oluşumuzla temel sonuçlar çıkarmaya henüz uzak olma. Bu, yeni bir teorik inşa gerektiren tarihsel geçiş durumlarında genellikle yaşanılır. 2) Yeni bir tasfiyeci dalganın yükseliş ve genişleme döneminde oluşu, bunlara karşı mücadele ve ML’nin ilkesel düzeyde savunulmasının yaşamsal önemi, 3) İdeolojik ve ilkesel davranış kalıplarına sahip sınıf ve kitlelerle mesafeli dar bir devrimciler ö.ü formu içerisinde önceki ideolojik-siyasal şekillenmenin belirleyiciliği, kendini bu şekilde var etmenin oluşturduğu devrimci tutuculuk ve böyle bir yapıda yeni bir düzey ve açıdan bakmaya, analiz ve sonuç çıkarmaya geçmenin güçlüğü, 4) Sınıf mücadelesinin pratik siyasal kavranışına daha yatkın ve yönelimliyken teorik ve stratejik kavrayışa belirli konularla sınırlı bir yakınlık; sınıf mücadelesinde teorik düşünüşün, ekonomi politik, felsefe gibi temel ögelerine uzaklıktan, bunları da içerimine alan doğru bir teorik bütünlüğe ve sınıf mücadelesinin bunların bütünlüğünden çıkış alarak yürütülmesi düşüncesine yeni geçiliyor oluşu. Revizyonist ekonomizmin, maoculuğun, Latin Amerika tarzı küçük burj. devrimciliğin süreçlere, onlarca yıla damgasını vuruşu ve belirleyiciliğiyle sınıfsal toplumsal çelişkilerin bütünsel ve bütün yönleriyle birlikte ele alınışından uzaklaşmış, siyasal devrimciliğe indirilmiş ML’e aykırı olan bir devrimcilik tarzı ve düşünüşün bizdeki etkileriyle de ortaya çıkan yeni durumu bu yönden kavramaya uzaklık. Halkçı küçük burjuva antifaşizmden kopamamak. 5) Öteden beri yapısal bir sorun olarak bizde var olan, teori ve siyasette kurucu olma ve inisiyatif gösterme zayıflığı, leninizmin parti, devlet, devrim teorilerine göre biçimlenmiş, revizyonizme ve sağ oportünizme karşı mücadele içerisinde doğmuş bir ö.te temel tutum olarak oportünizmle sınır çekmeye verilen önem ve öncelik. Bir doğrudan bir yanlışa doğru gidilerek oportünizme düşme korkusuyla çubuğu sürekli olarak ilkesel ayrımlara bükmek. Her konu ve sorunun ideolojiye ve ilkelere indirgenerek, bu yönde daraltılarak ele alınışı, tehlike ve risklerden bu şekilde uzak durmak, bu şekilde saf ve temiz kalmak! 6) Temel ö.sel çalışmalarımızın işçi sınıfına dayanıyor olmaması ve EKK çalışmalarının 1995 ortalarından itibaren tıkanması. Bir teori, kendi maddi toplumsal temeliyle birlikte ve oradan beslenerek gelişebilir. Bilimsel teorinin çıkış noktası ve tek gelişim kaynağı bu değildir; fakat bundan ayrı, tümüyle bağımsız bir teorik gelişimden söz edilemez. Ancak sınıfın varlığı koşullarında , işçi sınıfının mücadelesi ve o mücadelenin içerisinde ve önünde oluşumuzla birlikte sınıf siyasetini ve teorisini geliştirebiliriz. Leninizmin temelini teşkil eden proletarya devrimciliğidir; sosyalist hareketle işçi sınıfı hareketinin kaynaşmasıdır. Leninizm bu zemin üzerinde vardır; her zaman bu zemin üzerinde olmuş, onun üzerinde siyaset yapmış ve gelişmiştir. LENİNİZMDE OLUP BİZDE OLMAYAN BUDUR. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak ideolojik temsille sınırlı, fakat hiçbir zaman işçi sınıfıyla bütünleşerek sınıfın temsiline dönüşmemiş bir varoluş biçimimiz olmuştur. X’in en temel yapısal sorunlarından başta geleni budur. Bu dönemde de EKK’yla başlatılan sınıf açılımı -tek değil birkaç etmene bağlı olarak- sürdürülemeyince sosyalist devrim temelinde siyaset yapmaya geçişin itici bir vektöründen yoksun kalınmıştır. Buna daha sonra da değineceğiz.

Belirtilenler, yeni bir gelişim yönelimine girmiş ve kapsam olarak temel konularda atılmış adımlar olmakla birlikte, bizi tehlikeli sulara girmekten, tam da yapılması gerekenden uzak tutmuş, frenleyen ve engelleyen etmenler olmuştur. Oysa ortaya çıkmakta olan tarihsel durum, daha bütünsel bir çözümleme, sonuç çıkarıcılık, eksensel bir bakış ve devrimci bir kopuş gerektiriyordu. Bununla birlikte teorinin hemen her konusunun yeniden ele alınışı, strateji ve taktiğin yeni duruma uygun kuruluşu, sosyalist devrim stratejisine geçilmesi, komünist bir program açılımı gerekmekteydi. Önceki bakış açısı ve düşünüşün içerisinde kalınarak bu mümkün değildi. Temel sorun buydu ve hala da -yol almakla birlikte 2005’ten bu yana karşıtlaşarak tartıştığımız- budur aslında.

Teoride ve siyasette dünkü koşullarda doğru olup koşullardaki değişime ve bugüne yanıt vermeyende ısrar, yeni durumun önceki bakış açısı içerisinde kalınarak, görüşlerde hiçbir değişiklik yapmadan açıklanmaya çalışılması dogmatizmdir. Bu kapsamdaki her ilkesellik, dogmatizmin ilkeselliği olur, önceki dönemde devrimci bir tutuculuk olarak niteleyebileceğimiz bir tutum, koşullara yanıt vermeyişi ve gösterdiği karşı dirençle giderek gericileşen ve engel haline gelen bir tutuculuk biçimini alır.

Oysa, bugünkü tarihsel durumda; emperyalist kapitalist sistemin içerisinde – y.ların “Büyük dönüşüm” olarak adlandırdıkları, benim “emp. kapitalist sistemin içsel dönüşümü” olarak yanılgıya yol açmayacak bir kavramla yetindiğim- gerçekleşen ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel bütün düzey ve alanları kesen ve belirleyen değişimin tahlili kadar yeni sonuçlar çıkartmaya ve teorik, siyasal, ö.sel yeni bir inşaya şiddetle gereksinim var. Teori, siyaset ve örgütlenmede bugüne yanıt vermeyeni, köhnemiş ve çürümüş olanı, yol aldırmayanı atmak canlı, gelişkin ve bizi geliştirecek bir pratiği örgütlemenin de koşuludur.

Bir dönüşüm ekseninden teori halkasını sıkıca kavramadan yapılacak bir pratiğin, öncekinin tekrarı bile olamayacak bir pratiğin defalarca kanıtlanan başarısızlığı karşısında bunda ısrar ve teori, siyaset ve ö.lenme politikalarına çubuk bükmemiz hangi yaftalarla ve bastırma çabalarıyla karşı karşıya kalırsa kalsın yolunda ilerlemeye ve yolunu açmaya devam edecektir. Mevcut önderlik durumumuz, mevcut örgütsel durumumuz bununla ne kadar çelişirse çelişsin, teori, siyaset ve ö.lenmede ancak bugüne yanıt veren, zamanı gelmiş olan görüşler başarılı olabilir. Unutulmamalıdır ki, artık bugüne yanıt vermekte yetersiz olan görüşlerde ısrar ve onların savunuculuğu, ML değil dogmatik bir ilkeselliğin savunuculuğudur ve dogmatizm, oportünizmin bir biçimidir.

EMPERYALİST-KAPİTALİST SİSTEMDEKİ İÇSEL DÖNÜŞÜMLE ORTAYA ÇIKAN TEMEL SONUÇLAR NELERDİR?

Üretim ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesinin sonucu olarak ortaya çıkan BİRİNCİ SONUÇ, ulusal ve uluslararası birikim süreçlerinden geçen sermayenin uluslararası birikiminin hız kazanarak küresel düzeye doğru genişlemesi, sermayenin küresel düzeydeki birikiminin sermaye birikiminin alansal-coğrafik, toplumsal yeni temeli haline gelmekte oluşudur. Bu uluslararası, sınıflararası ve sınıflar içi ilişkilerde, değişik toplumsal kesimlerin ilişkilerinde bir dizi değişime yol açarken, çok köklü değişimleri de ortaya çıkartabilecek bir gelişime işaret etmektedir. (Sermaye birikim süreçlerindeki ve üretim koşullarındaki değişmeler, sosyal işbölümü formlarını da değişime uğratmaktadır.) Geleneksel ulus devlet yapıları ve devletlerararası ilişki biçimleri çözülmekte, içerisi dışarısı ayrımları erimekte, emperyalist kapitalist sistem içerisinde tek bir dünya ekonomisindeki yoğunlaşan ilişkilere ve ortaya çıkmakta olan yeni işbölümü koşullarına göre yeni bir biçimleniş kazanmaya başlayan burjuvazinin sınıf hakimiyetinin karşısında proletaryanın maddi toplumsal temeli güç kazanmış uluslararası hareketinin, bölgesel devrimler ve dünya devriminin koşullarını da ortaya çıkartmaktadır.

Sermayenin bu daha büyük ölçekler ve üst düzeydeki yoğunlaşma ve merkezileşmesi, üretim ve emeğin de daha ileri düzeyde toplumsallaşmasına, yeni toplumsal işbölümü formlarının ortaya çıkmasına, işbölümüne dayalı ilişkilerde bir dizi değişime ve yeni biçimlenmelere yol açmaktadır. Genişleyen, yaygınlaşan, derinleşen ve yeni bir biçimleniş kazanan işbölümüyle uluslararası işbölümü koşullarında da bir dizi değişim olmaktadır. Emperyalist kapitalist sistemin iç dengelerinde gelişim eşitsizliklerinin de arttığı yeni bir dengesizleşmenin yanı sıra üretim ve emeğin toplumsallaşmasındaki genişleme ve yoğunlaşmayla birlikte gerçekleşen bu süreç, proletaryanın toplumsallaşması ve toplumun proleterleşmesiyle de karakterize olmakta ve proletarya-burjuvazi karşıtlığının ve ittifak ilişkilerinin yeni temelini ve biçimlerini de ortaya çıkartmaktadır.

Belirtilen gelişmelerin, sistemin içsel dönüşümünün ortaya çıkarttığı en önemli SONUÇ, kapitalist üretim ilişkilerinin dünya düzeyinde hakim hale gelmiş, bu gelişime bağlı olarak da burjuvazi-proletarya çelişkisinin belirleyici temel (Not:baş çelişki kavramını tercih etmedim…) çelişki, temel karşıtlık haline gelmiş olmasıdır. Bu gelişim, kapitalist üretim ilişkilerinin hakim ve belirleyici hale gelişiyle tek tek ülkelerde proletaryanın hegemonik rolünü güçlendirdiği ve sınıf ittifakı ilişkilerini değiştirdiği gibi, proletaryanın sadece ulusal düzeyde kalamayacak -kalması mümkün de olmayan- artan ölçüde uluslararasılaşan ve küresel bir temel kazanacak yeni örgütlenme ve mücadele temelini de açığa çıkartmaktadır.

Bir diğer önemli sonuç, üretimin ve sermayenin üst düzeyde ve çok daha geniş ölçeklerde yoğunlaşması ve merkezileşmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin ekonomiden siyasete, toplumsal yaşam ve ilişkilerden kültüre her alan ve konuda etki ve hakimiyetini derinlemesine ve genişlemesine yayması, güçlendirmesidir. Bu gelişim tasfiye olmakta olan kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin tasfiyesi sürecini ve kapitalist gelişimi hızlandırmış sınırlı küçük bölgeler dışında kapitalizm öncesi üretim ilişkileri dünyanın çok büyük bölümünde -özellikle ve öncelikle ekonomik alanda ve diğer alanlara doğru da genişleyerek- ortadan kalkmıştır.

Kapitalist üretim ilişkilerinin girdiği fakat tam olarak hakim olmadığı bölgelerde de hakim hale gelmesi, onun genişlemesine olan bu gelişimi, hakimiyetindeki derinleşmeyle de birleşmektedir. Emperyalist-kapitalizm, ekonomiden siyasete, kültüre, toplumsal yaşam ve ilişkilere, aileye, bireylere, bireylerin birbirleriyle kurdukları ilişkilere, yaşamın hücrelerine kadar etki ve hakimiyetini genişletmiş ve derinleştirmiştir. Her alan ve her düzeydeki ilişkileri belirlemektedir. Kapitalist üretim ilişkilerinin genişlemesine olduğu gibi derinlemesine de olan hakimiyet artışının sonucu, en yalın ve dolaysız ifadesi metaya dayalı ilişkilerin -işgücünün büyük sayılarda kitlesel olarak metalaşması başta olmak üzere- tüm ilişkileri belirler hale gelmesiyle önceki çözülüm halindeki toplumsal ve bireyler arası ilişki biçimleri, bireylerin kendilerine bakışları dahil hızlı bir değişim geçirmektedir. Değişen bir toplum yapısı ve toplumsal-sınıfsal ilişki biçimleri değişimi olduğu gibi değişen, özellikleriyle farklılaşan bir birey yapısı ve bireyler arası ilişki biçimlerinin değişimi vardır. Bu öncekinden farklı olan yeni özelliklerin ortaya çıkışına ve yeni ihtiyaçların belirimine yol açmaktadır.

Sermayenin yeni birikim koşulları ve birikimin küreselleşmekte olan temeli, emperyalist burjuvazi ve genel olarak dünya burjuvazisi, emperyalist kapitalist devletler ve emperyalist kapitalist sistem içerisindeki ilişkileri de farklılaştırmakta, tek bir dünya kapitalist ekonomisinin oluşumundaki yoğunlaşmayla birlikte karşılıklı bağımlılık ilişkilerin artıran bu süreç, emperyalist tekeller, emperyalist ülkeler arasındaki rekabet, çelişki ve mücadelelere ortaya çıkan dengesizlik ve gelişim eşitsizlikleriyle birlikte yeni bir boyut ve biçim kazandırmaktadır. Tekeller, tekel grupları ve emperyalist güçler arasındaki ilişkiler, rekabet ve üstünlük kurma mücadelesi, ulus devlet temelinin dışına doğru çıkan dış ve iç ittifaklarla, ekonomik temelleri genişleyen birliklerle artan dengesizlik durumu içerisinde barışçıl ve şiddete dayalı biçimlerle sürecektir.

Sermayenin üst, küresel düzeydeki yoğunlaşma ve merkezileşmesi, üretim ve emeğin toplumsallaşması ve yeni toplumsal işbölümü formları ortaya çıkartarak gelişen bu süreç, proletaryanın yapı ve bileşiminden, proletaryanın örgütlenmesine, ittifaklarına, ittifakını oluşturan sınıfların ve ezilen ulusların durumlarında bir dizi değişime ve bunların hepsinin yeni bir strateji temelinde ilişkilendirilmesi ve örgütlenmesi sonuçlarına yol açmaktadır. Üretim ve emeğin artan toplumsallaşmasıyla KOLEKTİF EMEKÇİ niteliği güç kazanmış olan proletaryanın örgütlenmesinin yeni koşulları doğmuş ve proletarya hareketinin, sınıf mücadelelerinin üzerinde gelişip yükseleceği yeni tarihsel koşullar ortaya çıkmıştır. Üretim ve emeğin toplumsallaşmasına karşın sermayenin artan yoğunlaşması ve hız kazanan merkezileşmesiyle gitgide daha az sayıda elde toplanan kapitalist özel mülkiyetin, kapitalist üretim ve emek organizasyonlarının sınıfı daha da bölen, işçiyi parça ve alt işlevlerden birini yerine getirmekle sınırlayan niteliği arasındaki çelişki, sınıf mücadelesinin ve sınıfın bilinçsel gelişiminin, proleter sosyalist devrimin yeni koşullarını da göstermektedir. Sınıfın bilinçsel gelişiminin bugünkü tanımı KOLEKTİF İŞÇİ BİLİNCİDİR. İşçi sınıfının parça ve alt işlevleri yerine getiren ayrı ayrı bölüklerinin ve bireylerinin üretim ve emeğin toplumsallaşmasıyla ortaya çıkan maddi koşullara uygun olarak kolektif işçi bilinci, bütün alan ve düzeylere genişleyip derinleşerek üst düzeyde bir tekelci hakimiyet biçimini almış burjuva sınıf egemenliğine, üretimin ve emeğin kapitalist organizasyonunun oluşturduğu bölünme ve parçalanmaya karşı karşıt yönde -sınıfın birliği ve sosyalizm yönünde- ve mücadeleyle gelişecek sınıfsal siyasal bilinçtir.

Keza, sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesinin bugünkü ortaya çıkmakta olan ileri düzeyinde, çok büyük miktarlara ulaşmış toplam sermayenin birikim süreçlerinde yarattığı iç dengesizliklerle sermayenin kendisinin büyüyen iç engeli haline gelmekte oluşu, sermaye içi, tekeller ve tekel grupları arasında ve emperyalist ülkeler arasında yeni içiçe geçme ve ittifaklarla birlikte hareket etmeye, öte yandan dengesizliklerdeki artmayla birlikte çok daha geniş ölçeklerde büyüyen ve şiddetlenen bir mücadeleye yol açmanın yanı sıra, doğrudan ve dolaylı sonuçlarıyla kapitalizmdeki artan asalaklaşma ve çürüme, proletarya devriminin koşullarını ve olanaklarını büyütmekte, diğer emekçi sınıfları, kent ve kır yoksullarını ve ezilen ulusların emekçi sınıflarını artan ölçüde proletaryaya yaklaştırıp proletarya devriminin birer parçası haline getirmektedir. Sermayenin üst düzeyde yoğunlaşması ve merkezileşmesinin ortaya çıkardığı bu durum eşitsiz ve dengesiz gelişimi artırarak hem birikim sürecini daha dengesiz hale getirmekte; hem de sınıfsal siyasal ve toplumsal çelişkileri -varolanlara yenilerini de ekleyerek- daha açık ve keskin hale getirmektedir. Kapitalist emperyalist sistemin bu üst gelişim aşamasında temel çelişki olarak üretici güçler üretim ilişkileri çelişkisinin belirginleşmesiyle ortaya çıkan durum, kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişiminin artan ölçüde engeli haline gelerek bugün çok daha geniş ölçeklerde olan üretici güçler gelişiminin -ve sermayenin üst düzeydeki birikimin- ancak büyüyen dengesizlikler ve çelişkiler içerisinde gerçekleşebilir olmasıdır.

Başta proletarya burjuvazi çelişkisi olmak üzere siyasal, toplumsal, kültürel her alan ve düzeydeki çelişkileri keskinleşterecek olan da bu gelişimdir. Bugün çözülmüş, yeni bir yapı ve bileşimle oluşum halinde ve mücadelenin yeni biçimleri konusunda arayış halinde olan, geri düzeyde bir proletarya ve proletarya hareketi vardır. Komünist öncüsüyle de zayıftır, sendikal örgütlülükleriyle de. Bu durum, değişecek ve aşılacaktır. Yeni yapı ve bileşimiyle çok daha güçlenmiş ve hegemon bir sınıf olarak gelişecek olan proletaryanın yeni tarihsel koşullardaki hareketi, dolaysızlaşan bir hareket olarak, burjuvaziyle cephe cepheye şiddetlenen bir çelişkiyle gelişecektir.

Ortaya çıkan tarihsel koşullarda proletarya köylülük ittifakının yerini, proletaryayla kentin ve kırın yoksullarının ittfakı almıştır. Keza proletaryayla sömürgesel kurtuluş devrimleri, proletaryayla ezilen halklar genel ittifakının yerini proletaryayla ezilen ulusların ezilen ve sömürülen sınıflarının ittifakı almaktadır.

Bu belirttiklerimizin tümü önceki düşünüşümüzden farklı sonuçlar yaratmaya adaydır ve yeni bir dünya algısı/kavrayışı oluşturmayı ve zamanın ruhunun yakalanmasını gerektirmektedir. Bir proletarya devrimini örgütlemek, gerçekten ö.leyebilmek için hemen her konuda (parti, devlet, devrim, ittfaklar..) ezber bozmamız, revizyonizme imkan tanımadan bugüne yanıt vermeyen önceki düşünüşü aşıp dogmatik tutuculukla mücadele ederek teorimizin geliştirilmesi şarttır. Bu yapılmadan ne zamanın ruhu yakalanabilir ne de bir gelecek iddiasında bulunulabilir. Hatta bir gelecek de olmayacaktır.

Sermayenin birikim koşul ve biçimlerinde, üretim ve emek organizasyonlarında ortaya çıkan değişim sadece sınıf durumlarında ve sınıf çelişkilerinde değişikliklere yol açmamaktadır. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin tetiklediği değişimler çok daha kapsamlıdır; sadece ekonomik alanla ve sınıf durumlarıyla sınırlı olmayan bir dizi değişim gerçekleşmekte yeni toplumsal ilişki biçimleri ortaya çıkmakta, hız-zaman-mekan parametreleri değişmekte; bunlar, peşisıra bireylerin düşünüş ve davranışlarında, kurdukları ilişkilerde bir dizi değişime yol açmakta, yerel, ulusal, küresel ve evrensel olanın yeniden ilişkilendirildiği yeni bir dünya algısı oluşturmaktadır. Dünya nüfusunun yarısından fazlasının kentlerde yaşadığı, kentin ve kentsel yaşamın kıra da girdiği ve egemen olduğu, sadece ekonomik alanda değil toplumsal kültürel, siyasal alanlarda da artan, yoğunlaşan ilişkilerle içe kapalılığı, sınırları yıkan kapitalist küreselleşmenin ortaya çıkarttığı yeni bir dünya durumu ve yeni bir dünya kavrayışı vardır.

Dünya genelinde stratejik ve siyasal açıdan söylenenlerin anlamı, mücadelenin tüm tarihsel seyrini değiştirecek yeni bir durumun ortaya çıkmış olması, proletarya hareketinin ve proletarya devrimlerinin yeni koşullarının doğmuş olması ve bu yeni koşullara, ortaya çıkan tarihsel toplumsal duruma, yeni ihtiyaçlara yanıt verecek bir ö.sel konumlanmanın zorunluluğudur. Proletarya partisi de bu yeni koşulların içerisinde “bilinçsiz sürecin bilinçli yürütücüsü ” olarak kendisini yeniden örgütleyecektir. Öncelikle de kendisini yeni bir bilinç düzeyinden örgütleyerek!

Sermaye birikim ve merkezileşmesinde küresel düzeyde üst tekelci kapitalist birlik oluşumlarını da ortaya çıkartan bu durum, üretim ve emeğin toplumsallaşması ve toplumsal işbölümünün aldığı biçimlerle, bunun sınıf ve ulus yapılarında yol açtığı değişikliklerle emperyalizm çağına özgü temel çelişkilerin her birinin kendi içerisinde ve birbirleriyle ilişkilerinde de yeni bir durumu ortaya çıkartır.

Dünya genelinde önceki dönemde hakim durumda olan emperyalizm-halklar çelişkisi yerini proletarya-burjuvazi çelişkisine bırakmıştır. Bunun anlamı proletarya devrimlerinin dünyanın kapitalist gelişimin ileri olduğu ülkelere, şu ya da bu bölgeye ait bir sorun değil dünyanın -Orta Afrika, Amazon içleri gibi- çok az bölgesi dışında tüm bölgelerini kapsayan ve çözüm bekleyen bir sorun olduğudur. Kapitalizmdeki üretici güçlerin gelişimi; proletaryanın gelişimi, proletarya devriminin maddi koşullarını olgunlaştırdığı gibi, kapitalist üretim ilişkilerinin giderek artan ölçüde üretici güçlerin gelişimine engel olması, kapitalizmdeki çürümeyi büyütmekte, proletarya devrimini dünyanın birçok bölgesinde -sadece Avrupa ve Amerika’da değil Latin Amerika’da da, Asya’da da, birçok Afrika ülkesinde de- olgunlaştıran ve zorunlu kılan koşullar da ortaya çıkmaktadır.

Kriz aralıklarının sıklaşması ve krizlerin tahribatlarının büyüklüğü, üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişiminin önünde büyüyen bir engel oluşturması, kapitalizmdeki çürümenin en açık göstergesidir. Kapitalizmin krizlerinin tahribatlarındaki büyüme, çok daha geniş bir alanda ve çok daha büyük bir yıkıma yol açmaları, yıkımın sadece ekonomik değil toplumsal, ahlaki bir dizi sonuç üretmesi, sosyalist devrimlerin zorunluluğunu gösteriyor. Proletarya devriminin görevlerine yenilerini ekliyor ve büyütüyor. Kapitalist-emperyalizm, gelişiminin bu üst ve son aşamasında yıkımını getirecek proletarya-burjuvazi çelişkisini büyütüp derinleştirdiği gibi, çürümesiyle birlikte kadın sorunundan çevre/ekosistem sorununa dek varolan çelişkileri büyüterek ve yeni çelişkiler de ortaya çıkartarak genel krizini ağırlaştırmaktadır. İnsanın insanla ilişkisi de, insanın doğayla ilişkisi de derinleşen tahribat ve yıkımla, yabancılaşmanın büyümesi ve ilişkilerin şeyleşmesiyle sosyal devrimin sorunu haline gelmiştir. Sınıfsal olduğu gibi toplumsal çelişkileri de büyüten bu gelişim, proletarya devriminin sınıfsal olduğu gibi toplumsal niteliğini de güçlendirmekte, bu çelişkileri proletarya devrimi sorununun çözümüne bağlı hale getirmekte, proletaryanın tarihsel rolüne ve proletarya devrimine evrensel bir nitelik kazandırmaktadır.

Bununla birlikte kapitalizm, günümüzde sadece krizler döneminde ve bunların oluşturduğu yıkımlar, yıkımların toplumsal bir felaket ve çöküş yaratması nedenleriyle değil sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesinin ulaştığı düzey ve bu koşullarda sermaye birikiminin sürdürülmesinin çok daha büyük miktarlarda ve çok daha yoğun olarak artıdeğer sömürüsünü ve tüm biçimleriyle kapitalist sömürüyü artırma ve büyütmeyi zorunlu kıldığından, bunu gerçekleştirmek için emekçi sınıflar, toplum ve bireyler üzerinde sömürüyü sadece ekonomik bir sömürü olmakla da kalmayan sayısız biçime büründürdüğü ve azamileştirdiği,toplumsal yıkım ve çürümeye, eko-sistemi bozarak geri dönülmez bir doğa yıkımına yol açtığı için yıkılmalıdır. Salt üretim süreciyle ücretli emek-sermaye ilişkisiyle sınırlı olmayan üretim süreci dışına, toplumsal yaşam ve ilişkiler alanına doğru genişleyen ve derinleşen bir hakimiyet ve köleliği ortaya çıkartıp büyüttüğü için yıkılmalıdır.

Kapitalist emperyalist sistem gelişiminin bu üst aşamasında sınıfsal çelişkileri büyüttüğü ve giderek uzlaşmaz kıldığı gibi, varolan toplumsal çelişkilere yenilerini de ekleyerek büyütmekte ve şiddetlendirmektedir. Bununla birlikte önceki dönemde daha önde ve belirleyici olan bazı çelişkiler, feodallerle köylülük çelişkisi ve bu çelişkinin yarı feodal biçimlenişleri, emperyalizmle ezilen uluslararasındaki çelişkiler önceki düzey ve konumlarını kaybetmektedirler.

Önceki dönemde temel çelişkiler içerisinde emperyalizm-halklar çelişkisi belirleyici hakim çelişki -baş çelişki olarak- görülürdü. (Sömürgecilik döneminde bu çelişki emperyalizm-ezilen uluslar arasındaki çelişki niteliğindeydi. II. Emperyalist paylaşım savaşı sonrasında ezilen ulusların kurtuluş mücadeleleri ve emperyalist kapitalist sömürünün yeni bir biçimleniş kazanmasıyla sömürgecilik sistemi yıkıldı ve yarısömürgelik genel ve yaygın bağımlılık biçimi halini aldı. Emperyalizm-ezilen uluslar çelişkisi de emperyalizm-ezilen halklar biçiminde yeni bir niteliğe büründü. Bugün de Lenin’ in o dönemde Portekiz ve Arjantin örnekleriyle açıkladığı yarı sömürge biçiminden farklı özelliklere sahip “bağımlı ülkeler” kategorisi emperyalist kapitalist sömürü ve yeni işbölümü ilişkilerine bağlı olarak genişleyen bir kategoridir.) Kapitalist üretim ilişkilerinin etki ve hakimiyetini dünya geneline yaymasıyla birlikte bu değişmiştir; ulus/halk bileşimlerinde değişime yol açan (kapitalist gelişimle ezilen ulusların içindeki sınıfsal ayrımların derinleşmesi, ezilen ulus burjuvalarının emperyalist kapitalist sisteme artan ölçüde bağlanması, halktaki sınıf bileşimindeki değişim) bu gelişmelerle birlikte ezilen ulus ve köylü sorunlarının çözümü de farklılaşmış, içlerinde sınıfsal ayrışma ve karşıtlaşmanın hız kazanmasıyla çözümleri sınıfsal bir nitelik kazanmış, ezilen ulusların ezilen ve sömürülen sınıflarının proletaryayla ittifakı biçimiyle burjuvazi- proletarya çelişkisinin çözümüne, sosyalist proletarya devrimine bağlı hale gelmişlerdir. Bu, oldukları bölgelerde ulusal sorunun, köylü sorununun bağımsız bir dinamik olma özelliklerini tümden yitirdikleri anlamına gelmez, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi ve ezilen ulusların yaşadıkları bölgelerde de egemen hale gelişiyle ezilen ulusun kendi içerisinde ortaya çıkan sınıfsal ayrışma ve karşıtlaşmayla birlikte ezilen ulus emekçilerinin, kapitalist sömürü biçimi ve ilişkileriyle içiçe geçmiş ve bunların daha belirleyici olduğu çözülen feodal sömürü ve baskıya dayalı ilişkiler altındaki emekçi köylülüğün demokratik sorun ve istemlerinin çözümünün proletarya devrimine bağlı ve içerili hale geldiğini gösterir. Kapitalizm çerçevesinde çözülmemiş ulusal sorununun, köylü sorununun salt demokratik çözümünün yerini, proletarya devrimine dolaysızca bağlanan sosyalist demokratik nitelikteki çözümü almıştır. Başlangıçta birlikte bile yola çıkmış olsa kendi ezilen ulus burjuvasından da ayrılan ezilen ulus proletaryasının, kent ve kır yoksullarının mücadelesi, ulusal kendi kaderini tayin etmekle sınırlı bir mücadele olmaktan ve çoğu yerde onunla iç içe geçen köylü sorunu ve onun burjuva demokratik çözümü olmaktan çıkmış; kapitalizme ve emperyalizme karşı sınıfsal içerik ve niteliği belirginleşen sosyalist demokratik bir niteliğe bürünmüştür. Ezilen uluslar içerisinde de sınıfsal ayrım ve karşıtlıkların belirginleşmesiyle açıklık kazanan gerçek “Her ulus, iki ulustur.”

Bu tespitler sadece teorik anlamlar içermez; program, strateji ve taktik değişimini gerektirdiği gibi, politika ve politikanın günlük çalışmaya indirilmesinde de tüm düşünce ve pratiğimizi belirlemeli, olay ve gelişmeler bu perspektifin içerisinden yorumlanmalıdır. Bu kapitalist-emperyalist sistemin içsel çelişkilerinin yeni bir bakışla ele alınması, proletaryanının yeni koşullarının ve proletarya devriminin büyüyen olanaklarının bu durum içerisinde görülüp mevzilenilmesidir. Proletaryanın yapı ve bileşimindeki farklılaşmaların, kazandığı yeni sınıfsal özelliklerin görülmesi yeni politikaların ve yeni ö.lenme politikalarının geliştirilmesidir. Dolayısıyla bugün gerilemiş ve daha geri biçimlere bürünmüş emp.-halklar çelişkisinin ulusal düzeydeki çelişkilerin ele alınışı da farklı kanallardan çeşitli emperyalistlerle ilişki halinde olan, emp. kapitalist sistemin bir parçası durumundaki burjuva, burjuva-feodal amorf ulusal hareketler temelinde demokratik burjuva -hatta kendi başlarına o bile olamayan ve olamayacak da olan- değil sosyalist demokratik çözüm ekseninden olmalıdır.

Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya düzeyinde ve kırlarda da hakim hale gelmesi, kırsal nüfusun gerilemesi ve kentsel nüfustaki artış, proletaryanın temel ittifak ilişkilerinde kentte ve kırda yarı proleterlerle olan ittifakını öne geçirdiği gibi, temel ittifak ilişkisi olarak proletarya-köylülük ittifakının yerini de proletarya-kent ve kır yoksulları ittifakı almıştır. Ortaya çıkan bu yeni ittifak durumu, proletaryanın hegemonyasına güç kazandırdığı gibi sosyalist devrim tipini koşullayıp genelleştirmekte, sosyalist inşada temel adımların görece daha kolay ve sağlam atılmasının imkanlarını göstermektedir.

Belirtilen gelişmelere bağlı olarak olarak, bağımlı Türkiye kapitalist ekonomisi, daha hızlı bir gelişim sürecine girmiş, önceki üretim ilişkilerinin, nispeten içe kapalı yapıların çözülümü hız kazanmış, kırsal alanda ve en geri bölgelerde derinleşen bir hakimiyet kurmakta olan kapitalizm sadece ekonomik alanla sınırlı kalmayarak hakimiyetini her alanda ve her düzeyde ilerletmiş, Türkiye kapitalizmi orta ileri düzeyde bir kapitalist gelişme düzeyine çıkmıştır. Emp. kapitalist sistemdeki içsel dönüşümle birlikte yeni işbölümü koşulları ve yeni bağımlılık ilişkileri içerisinde bağımlı, orta ileri düzeyde bir kapitalist gelişime sahip Türkiye kapitalizminin ekonomik, sınıfsal, siyasal analizinden çıkan sonuç, içerinde bulunduğumuz devrim aşamasının sosyalist devrim aşaması olduğudur.

Kapitalizm, kentte ve kırda hakimdir. Sadece metropol kentlerde ve sanayi ve ticaretin gelişmiş olduğu bölgelerde değil öncesinde kapitalist üretim ilişkilerinin gelişiminin daha yavaş ve görece daha geri olduğu, içe kapalılığın daha fazla olduğu ekonomide kısmen, sosyo-kültürel alanda görece daha fazla kapitalizm öncesi ilişkilerin sürdüğü İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafi bölgelerinde; Kuzey Kürdistan’da da hakim hale gelmiştir. Türkiye’nin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yapısına kapitalizm bütünüyle ve giderek de artan ölçüde hakimdir. Egemen sınıf işbirlikçi tekelci burjuvazidir. Kapitalizm kırda da hakim hale gelmiş, toprak ağalığı ekonomisi kapitalist bir dönüşüm geçirmiş, yaygın küçük üretimin çözülümü hız kazanmış, kapitalist tarım işletmeleri ve zengin köylü ekonomisinin kırdaki hakimiyeti artmıştır. Kırsal bölgelere uzanan tekelci sermayenin sanayi-tarım kompleksleri, “sözleşmeli çiftçilik” biçiminde küçük üretici köylüleri yarı işçilik konumuna sürüklemektedir.

Temel sınıf karşıtlığını burjuvazi-proletarya çelişkisi oluşturmaktadır. Emek-sermaye, burjuvazi-proletarya çelişkisi belirleyici çelişkidir. Çözülmemiş demokratik görevlerin çözümleri, proleter sosyalist devrim stratejisine bağlı olarak sosyalist demokratik bir içerikle olacaktır. Kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu ve sınıfsal ayrımların daha açık ve belirgin hale geldiği, keza kırsal alanlarda da kapitalist üretim ilişkilerinin hakim hale geldiği, emperyalist kapitalist sisteme artan ölçüde bağlanan, palazlanan, holdingler kuran, işbirlikçi nitelikleri güçlenmiş Kürt burjuvalarının olduğu Türkiye Kürdistanında ulusal sorunun ve köylü sorununun çözümleri de temel sınıfsal çelişkinin çözümüyle iç içe geçmiş olarak sosyalist demokratik bir içerik ve nitelikte olacaktır. Kahrolsun ücretli kölelik düzeni, Bağımsız Sosyalist Türkiye, Bağımsız Sosyalist Kürdistan, Kurtuluş Devrimde, Kurtuluş Sosyalizmde, Sosyalist Devrim, Kahrolsun Kapitalizm, Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi, Yaşasın Dünya Proletaryası, Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin, Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi sloganları devrimimizin içerisinde bulunduğu aşamaya uygun temel sloganlarımızdır. (Not:”Kurtuluş devrimde” demek demokratik devrim anlamına gelmiyor ki… Hatta o üretilirken Yaşasın devrim ve sosyalizm sloganındaki “ve” nin ayırıcılığına aşmak için düşünüldü. Orada kastedilen sosyalist devrimdir -gizil amaç!- “sosyalizmde” den kasıt ise sistem olarak sosyalizmdir. Umarım, Yaşasın Dünya Proletaryası, Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi sloganı korkutmaz! Proletaryanın ve dünyanın yeni koşullarında karşılığı var bu sloganların. Kafalardaki ulusal çitler, anti-emperyalizmle sınırlı mücadele çitleri de yıkılmalı.) Krize Karşı devrim/Kapitalizme Karşı Sosyalizm ise krizin olduğu dönemlerde kullanacağımız bir slogandır.

Proletaryanın devrimci öncüsü, bu yeni tarihsel koşullara yanıt olacak düzeyde kendi bilinçsel sıçrama ve dönüşümünü gerçekleştirerek kendisini yeni koşullar içerisinde örgütlemelidir. Bu program ve stratejiden, örgütlenme politikalarına, taktiğin yeni duruma uygun ele alınışına, çelişkilerin yeni kavranışıyla kitlelerin ihtiyaç ve özlemlerine yanıt verecek yeni politikalar oluşturmaya ve tüm bu dönüşümleri gerçekleştirecek, onların öznesi olacak önderlik ve kadro dönüşümüyle yeni bir düzeye çıkmayı, son derece eleştirel ve devrimci olmayı gerektirir. Bu başarılmadıkça başka hiçbir şey gerçekleştirilemez; bir proletarya devrimi umudundan, 21. yüzyıla sosyalizmi yazma iddiasından söz edilemez. Bu başarılırsa maddi toplumsal koşulları eskisine göre çok daha olgunlaşmış proletarya devrimlerinin bir dalga halinde yükselebilecek yeni dönemi de açılmış olacaktır.

Proletaryanın devrimci Partisi, bugünkü durumu ve düzeyi ne olursa olsun ısrarla ve inatla neoliberal sermaye birikim biçimiyle artmış ve şiddetlenmiş olan, krizle daha da artacak ve şiddetlenecek olan artıdeğer sömürüsü ve emek-sermaye çelişkisindeki yoğunlaşma ve şiddetlenmeye bağlı olarak proletarya hareketinin bu koşullar içerisinde tedrici ve yer yer sıçramalı gelişimine,

Nispi ve mutlak artık değer sömürüsündeki artışın yanısıra, emek sömürüsünün diğer biçimlerinin de şiddetlenmesiyle büyüyecek nispi ve mutlak yoksullaşmanın proletaryayla birlikte vuracağı kent yoksullarının birleşik mücadele perspektifi içerisinde örgütlenmesine,

Tarım-sanayi, kır-kent ilişkilerine ve kırın örgütlenmesinin sorunlarına yeni bir bakış; kırlarda hız kazanan çözülmeyle birlikte tarım proletaryası ve kır yoksullarının örgütlenmesine,

Sermayenin daha üst birikim koşullarıyla birlikte artan tekelcileşmenin, ülkeler ve dünya düzeyinde ortaya çıkan derin değişikliklerin, sarstığı, dalgalandırdığı,yıkıma uğrattığı orta sınıflarda oluşacak yeni yıkım ve alt üst oluşlara, anti-tekelci, demokratik ve antiemperyalist yığınsal direnç ve karşı çıkışlara çekim alanlarına girmeden yanıt verecek onları proletaryanın hegemonyası altında örgütleyecek bir mücadele strateji ve taktiğini geliştirmeyi,

Öncelikle de proletarya hareketinin gelişiminin subjektif koşularını yaratmayı ve bu yöndeki zafiyetin giderilmesini önüne koyar.

PROLETARYA HAREKETİ VE PROLETARYA DEVRİMİNİ VE KENDİMİZİ ÖRGÜTLEMENİN YENİ KOŞULLARINA DAİR BİRKAÇ SÖZ.

Stratejik olarak da burjuvazi-proletarya çelişkisinin belirleyici çelişki haline geldiği, süreç boyunca çürüyen kapitalizmin ancak artan iç dengesizlikleri ve gelişim eşitsizlikleriyle her alanda ve her düzeyde çelişkileri büyümüş ve yeni çelişkiler üreterek derin kırılmalar oluşturarak varolabileceği tarihsel durum içerisinde, proletarya devriminin yeni koşullarına yanıt verecek sıçramalı geçişlere uygun bir strateji ve taktik, bir ö.lenme ve çalışma tarzının geliştirilmesi; gelişkin bir strateji, stratejiden kopmayan son derece esnek ve hızla değişebilen, çoklu bir düşünüşün hakim kılınabildiği son derece kıvrak taktiklerin uygulayıcısı olabilecek yeni bir parti ö.lenmesi düzeyine çıkılması, mücadelede önderlik koşuludur.

Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya ölçeğinde hakim hale gelmesi, öncelikle burjuvazi- proletarya çelişkisinin hakim hale gelmesi, belirleyici çelişki olması demektir. Bu sadece ideolojik siyasal temsille sınırlı kalmayan doğrudan sınıfa dayanan bir dev. ciliği, proletarya devrimciliğini, proletarya sosyalizminin açık ve net savunuculuğunu, sınırların bu yönden çekilmesini birinci koşul haline getirir. Bunlar olmadan bir proletarya temsili olamaz. İkincisi, diğer sınıflara bakış,komünistlerin ve proletaryanın diğer sınıflarla, en yakın olanlar dahil müttefikleriyle ilişkisi ancak ve ancak bu temel üzerinden yükselebilir. Proletaryayı değil de diğer emekçi sınıfları, ezilen ulusları, köylülüğü, kent küçük burjuvazisini, kent ve kır yoksullarını önceleyen, ara sınıf ve ara güçlere dayalı kalan ve bunlar üzerinden siyaset yapan bir konum ve duruşla kesin bir ayrım çekmeyi zorunlu görür. Dolayısıyla proletaryanın dışta ve geride olduğu aktörleri diğer güçler olan verili durum ve sürecin belirlediği konjonktürel siyaset yapmaktan çkıp proletaryanın sınıf çıkarlarını temel alan ve önceleyen, proletarya hareketini geliştirecek biçimde siyaset yapmaya açık net bir geçiş yapılmalıdır. Siyasette olduğu gibi dayanmakta olduğumuz, sınıfsal toplumsal zemin, kadro güçleri ve siyasal ideolojik formasyon yönünden de ara güçlere dayalı olmaktan ve amorf, eklektik şekillenişten proletarya sosyalizmine dayalı bir ideolojik siyasal şekilleniş, kadro biçimlenişi ve sınıf temelli ilişki bütünlüğüne geçilmelidir. Bunlar olmadan ne proletarya sosyalizminden, ne komünist bir örgüt ve onun kadroları olmaktan, ne de sosyalist devrim iddiasından söz edilebilir.

Bugünkü durum ve çıkartacağımız sonuçlar bundan ibaret değildir. Kapitalist üretim ilişkileri derinleşen bir etki ve hakimiyete sahiptir; bu her alanı ve bütün düzeyleri saran katmanlı bir egemenlik biçimiyle ortaya çıkmaktadır. Bu çelişkilerin sınıfsal olduğu gibi toplumsal düzeyden de gelişimini; iki; çelişkilerin bir üretim tarzındaki toplumsal ilişkiler ve sınıfsal toplumsal ilişkilerde gerçekleşen değişimler içerisinden ele alınmasını, burjuvazinin katmanlı egemenliğinin sosyal işbölümü formları biçimiyle toplumsal ilişkiler içerisinden örgütlenişine, farklı biçimlerle gelişimine, bütün düzey ve biçimleriyle içiçe geçişine karşı dar ekonomik ve dar siyasal biçimlerinin ötesine geçen sınıf mücadelesinin, siyasal mücadelenin daha geniş temellerde yürütülmesini ve her birinin proletaryanın iktidar mücadelesine bağlanarak onun dinamikleri biçimiyle örgütlenmesini şart koşar.

İki, sermayenin tarihsel birikim sürecinin bugünkü aşamasında sermayenin kendi iç engellleri artmakta ve büyümektedir; buna bağlı olarak, gelişim eşitsizlik ve dengesizliklerinin sıçramalı kırılmalar yaratacak düzeylerde ortaya çıkmakta oluşu, emperyalizm çağına özgü bütün çelişkileri keskinleştirdiği proletarya devriminin olanaklarını büyüttüğü gibi, kapitalizmdeki çürümeyi her alan ve düzeye doğru yaymakta ve derinleştirmekte, bunun sonucu, yeni bir bileşim ve yapılanma kazanarak kolektif emekçi niteliği güçlenerek gelişen sınıfın, proletaryanın, diğer emekçi sınıflarla ilişkisinde hegemonyası, yeni yapı ve bileşimiyle kurucu sınıf niteliği de güç kazanmakta, nesnel olduğu gibi öznel gelişim potansiyeliyle de bu gelişmeler, proletarya devrimi ve proletarya sosyalizminin koşullarını olgunlaştırmaktadır. Toplumun proleterleşmesi, öte yandan proletaryanın toplumsallaşması ilişkisiyle güçlenen işçi sınıfının evrensel değerlerin taşıyıcısı sınıf olma niteliği de güç kazanmaktadır.

Girilen tarihsel dönemde proletarya sosyalizminin ve daha gelişkin bir sosyalizmi ö.leyebilmenin toplumsal maddi koşul ve olanakları artmıştır. Dolayısıyla tarihsel nitelikteki ve teorik konu, olay ve sorunlara olduğu gibi gündelik çalışmanın her konu ve sorununa proletarya sosyalizmi bakış açısıyla ve bunu sınıfçı bir tutumla birleştirerek bakmak, siyaseti ve siyasal mücadeleyi bu temel üzerinden yükseltmek kendimizi yeniden örgütlemeyi gerektiren köklü bir kavrayışı ve zihniyet dönüşümünü gerektirmektedir.

Bu açıdan işçi sınıfıyla ve kitlelerle kurulan ilişkide, sadece ML temelde ideolojik bir önderlik ve siyasetin sadece bu yönden gelerek yapılması değil kendiliğindenci ve kuyrukçu olmayan sınıfçı bir bakış ve her adımında sınıfla kaynaşan ve içerdenleşen bir çalışmaya hizmet edecek bir siyaset oluşturma ve siyaset yapma tarzına geçilmelidir.

Programatik ve stratejik yaklaşım olarak da bu, teori ve siyasette anti emp. demokratik görevlerin çözümü üzerinden sosyalizme uzanan değil sosyalist görevlerin çözümü üzerinden çözümlenmemiş demokratik görevlerin, sosyalist demokratik bir nitelik ve içerik kazandırılmış çözümünü, pratik siyasetin ve çalışmaların da bu temelde şekillendirilmesini gerektirir. Bu aynı zamanda sadece ideolojik ve siyasal düzeylerde kalan bir sınıf devrimciliğini değil işçi sınıfına dayanan, sınıfın fiili öncülüğünü geliştiren, keza buna uygun olarak kent ve kır yoksullarını temel alan yeni bir ittifak siyasetini şekillendirmeyi gerektirir. Bu sosyalist devrimci bakıştır.

Bu açıdan 2007 çıkartılan Nisan G. si girilen siyasal koşulların ACİL VE OLMAZSA OLMAZ KILDIĞI (NOT: Biçimini ve yöntemini kastetmiyorum o, daha farklı olabilirdi. Onun siyasal önemini zamanla hepiniz daha iyi anlayacaksınız. Nedense bu yönde tek bir cümle duymadım!), siyasal düzeyde atılmış stratejik bir kopuş adımıdır. Sosyalist devrimci bakış, teori, siyaset ve gündelik çalışmanın her konu ve sorununa indirilmeli ve yedirilmeli, sistematik bir kopuş konusu haline getirilmelidir.

Sermaye birikiminin tarihsel sürecinin geldiği nokta, kapitalizmdeki çürümenin düzeyi, sistemdeki iç dengesizleşmedeki artış belli başlı çelişmelerin hepsinin giderek şiddetleneceğini gösterir. Dolayısıyla bu sınıfsal olduğu gibi toplumsal düzeydeki diğer çelişkilerin, sistemin ürettiği yeni çelişkilerin eklenmesi, varolan geri düzeydeki kimi çelişkilerin belirginleşmesiyle birçok konu ve sorun üzerinden boyutlanmasına yol açar. Emperyalistler arasında artan bağımlılık ilişkilerinin de zorunlu kıldığı yeni uzlaşmalar, barışçıl ittifaklar, proletaryanın, halkların hep birlikte sömürülmesi ve ezilmelerinin yanı sıra bunlarla içiçe geçmiş ve giderek büyüyen ve büyüyecek rekabet ve hegemonya mücadelesinin yeni birlik biçimleri, yeni itttifak oluşumlarıyla şiddetleneceği bir dünya durumunu da ortaya çıkartmaktadır. Krizle birlikte girilen dünya durumu, hem yeni birlik ve ittifak arayışlarını hem de rekabet ve hegemonya mücadelesini artıracak yeni eksen oluşumlarını tetikleyip hızlandırmaktadır. Dünya emperyalist kapitalist ekonomisi içerisinde birçok alanda artan bağımlılıkla birlikte sürmekte olan ve boyutlanacak olan bir rekabet ve hegemonya mücadelesi vardır. Proletarya devrimi, emperyalistler, emperyalist tekeller arasındaki yeni birlik oluşumları ve hegemonya mücadelelerinin şiddetleneceği durum ve koşulların içerisinden, bunları yararak ve kendisine karşı birleşecek olan karşı devrimi yenerek gelişecektir. Bunu hazırlamalıyız.

Emp. kapitalist sistemdeki içsel dönüşümle birlikte ortaya çıkan yeni dünya durumu, teorinin bütün temel konu ve sorunlarını yeniden ele almayı gerektirmektedir.

Teori, siyaset, ö.lenme ve pratiğin ölçütlerini değiştirecek ve hepsinde yeni bir bakışı gerektiren ölçüt, BİRİNCİ OLANDIR: TEORİ! DİĞER HER KONUDAKİ GELİŞİM, AYNI ZAMANDA TEORİNİN BİRER KONUSU OLARAK TEORİDE YAPILACAK YENİ AÇILIMLARA BAĞLIDIR. ÖRNEĞİN, PARTİ TEORİSİ, ÖRGÜTLENME POLİTİKALARI… ÖRNEĞİN YENİ BİR TAKTİK KAVRAYIŞ DÜZEYİNE ÇIKILMASI. DAHA TEMELDE FELSEFENİN KUANTUM FİZİĞİ GİBİ BİLİMİN GELDİĞİ İLERİ DÜZEYDEN VE YENİ TOPLUMSAL KOŞULLAR İÇERİSİNDEN GELİŞTİRİLMESİ GİBİ… DEĞİŞEN KOŞULLARA TEORİK DÜZEYDEN YANIT VERİLMEDEN DEVRİMCİ BİR GELİŞİM SAĞLANAMAZ. ANCAK EN İLERİ TEORİYİ KILAVUZ EDİNEN BİR PARTİ, ÖNCÜ ROLÜNÜ LAYIĞIYLA YERİNE GETİREBİLİR.

Teoride kimi konularda açılım yapılmış olmasına karşın bu eksensel bir düzeye çıkmadığı ve güçlü bir yön kavrayışı oluşmadığı, tüm temel konuları kapsayan bir bütünlük gerçekleşmediği, siyaset ve ö.lenme politikaları, alt politikalar bu yönde somutlanmadığı ve bugünkü ö. sel durumumuzla önderlik anlayışı, tarz ve yöntemleri, kadro şekilenişi, düşünüş ve duruşu, ö.lenme ve çalışma tarzı konularında birçok yönden çeliştiği için belirleyici olamamaktadır. Fakat açık ve kesin olan şudur ki, geleceğin partisi olmanın, 21. yüzyıl proletarya devrimini ö.lemenin, geleceği kucaklamanın yolu, kendi iç çelişkilerimizin devrimci bir tarzda çözümü dahil, varolan çelişkileri gelişen yönde, ileriye doğru ve teorinin bakış açısıyla çözmektir. Tek bir yöne saplanıp kalmadan fakat değişen dünya ve Türkiye koşullarını teorinin bakış açısıyla çözümlemekten vazgeçmemeliyiz. Değişim ve dönüşümleri kavramaktan uzak ve dar siyasal devrimciliğin ötesine geçemeyen lafazanların “teorisizm” eleştiri ve saldırılarına kulak asmadan ilerlenmelidir.

İKİNCİ BÖLÜM

’90’LARIN ORTALARINDAN İTİBAREN SINIF MÜCADELESİNİN GELİŞİM SEYRİNDEKİ DEĞİŞİM VE TOPLUMUN DEĞİŞEN YAPISI, SINIFLARIN VE BİREYLERİN DURUMUNDAKİ DEĞİŞİMİN SONUÇLARI, PROGRAMATİK-STRATEJİK BİR DEĞİŞİMİN ZORUNLULUĞU

Dört parametrenin İKİNCİSİ, geniş bir tarihsel dönem içerisinde sınıf mücadelesinin gelişim sürecinin yeniden ele alınmasıdır. Onunla birleşen örgütsel nitelikteki ÜÇÜNCÜ PARAMETRE ile birlikte iç içe geçecek bir değerlendirme, süreci bir bütün olarak siyasal ve ö.sel özeleştirel bir bakışla yeniden kavramayı olanaklı kılar, yeni sonuçlara ulaşılmasına da imkan sağlar. Bu sadece önceki dönemin kavranışı için gerekli değildir; ileriye doğru siyasal ö.sel yeni taktiksel konumlanışların doğru olarak gerçekleştirilebilmesi bunlardan çıkartılacak sonuçlara bağlıdır.

Ö. müz ’89 sonrası yeni bir atılım dönemine girdi; II. Konf. ıyla birlikte bu atılımını daha bilinçli ve hedefli hale getirdi. 12 Eylül faşizmine karşı dar ö.sel yapısına ve az sayıdaki güçlerine karşın militan bir direniş sergileyen ve devrimci hareket içerisinde bu boyuneğmez kimliği ve tasfiyecilik karşıtı duruşuyla yer edinen ö. müz, ardı ardına aldığı darbeler sonrası sadece merkezi yapısını değil bir bütün olarak ö. lü yapısını da kaybetmişti. İşçi sınıfı ve kitle hareketi uzun bir yenilgi ve durgunluk döneminin ardından yeniden canlanmaya başladığı dönemde dışarda faaliyet sürdüremez durumdaydı. Dışarda kalan bir alt kadro ve çevresindeki birkaç y., ön bir toparlanma girişimi sırasında içe bir ajan sızmasından sonra kaç göçle birlikte sadece kendini korumaya, daha sonra beklemeye ve bir şey yapmamaya dönüşen tasfiyeci bir tutum içerisine girmişlerdi. Ö.müz 12 Eylül koşullarında bir ö. duruşu olarak ortaya çıkan devrimci direnişçiliğinin, tasfiyecilik karşıtı çizgi ve pratiğinin diğer devrimci ö. güçleri üzerinde yaratmış olduğu etkiye, güçlü bir prestije sahipti fakat dışarıda hiçbir varlık gösteremez durumdaydı. Dışarıdaki mücadeleye ö.lü biçimde yeniden katılmaya başlamamız tasfiyecilikle de eleştirdiğimiz ö.lerden daha sonra oldu. Bunun sonucu ’80lerin ikinci yarısında başlayan ilk işçi eylemleri (Netaş grevi) ve Bahar eylem dalgasına yönelik hiçbir şey yapılamadı. Gerçekleşen firarlarla ’89’la birlikte ö.sel bir toparlanma ve bir iç atılıma girmiş olsak da örneğin kendi bildirilerimizi dahi basacak durumda değildik. Yeraltı konumlanışı, finansal sorunların asgari düzeyde çözümü, yeraltı baskı imkanlarının yaratılması gibi adımları hızla atmaya çalışıyorduk. Çevre ilişkilerine yönelmiştik fakat sınıfla tek tük unsurlar dışında bir ilişkimiz yoktu ve yönelim göstersek de Bahar işçi eylemlerinin büyük ölçüde izleyicisiydik. (Sezai Ekinci y. tarafından yazılan İşyeri Komite ve meclisleri broşürümüz bu dönemde çıktı.) Tarihsel olarak bakıldığında geri eylem biçimleri egemen olsa da yığınsallığı, zengin eylem biçimleri ve hak almaktaki ısrarlılığıyla ve sendikaların dışından başlayan yeni bir ö.lenme biçimi -işyeri komiteleri- geliştirmesi ve yeni bir öncü işçi kuşağı ortaya çıkartmasıyla, 12 Eylül döneminin yarılmasını sağlayan bu eylem dalgasının dışında kaldık ve oradan çok az sayıda güç alabildik. Bizim kendimizi ö.sel olarak toparladığımız ve daha hazır hale geldiğimiz dönemde, İŞÇİ BAHAR EYLEM dalgası sönümlenmekteydi. Onu izleyen emekçi memur hareketiyle görece daha fazla ve daha ilerden buluştuk ve öncü unsurların bir bölümünü kazandık, bazı bölge ve işletmelerde eylemlerin öncüleri de y.larımız oldu. Keza nispi bir canlanma içerisine giren gençlik hareketine de alan içerisinde var olan birkaç y. la giriş yaptık, ilk adımlarımızdan birisi olarak gençlik örgütümüzü GX’ı kurduk, fakat erken bir darbeyle karşılaştık. Bununla birlikte sonrasında bu alanda nispi bir açılım yapılabildi. Diğer yönler bir yana, belirtilenler, asıl olarak sınıf mücadelesinin yeniden canlanma süreçlerine sürekliliğini yaratamamış bir örgüt olarak girme yönünden görülmelidir. Çıkarılacak en önemli sonuç budur.

Yine aynı dönemde yenilen bölgesel bir operasyon olmasına karşın ö. müzün sınıf mücadelesindeki nispi yükselişe uygun dönemsel konumlanışı, politika, ö.lenme, güçlerin mevzilendirilmesi, parti okulları, kadro gelişimi, yayın ve ö.lenme araçlarının birbirini tamamlayıcılığı, siyasal sürecin doğru kavranışıyla bu dönem içerisinde önceki konumumuzdan da farklılaşan bir gelişim çizgisi yakalandı. II. Konferansla ö.müzün dönemle ilişkisi, daha güçlü olarak kuruldu. Küçük ama çelikten bolşevik bir müfreze olmaktan, büyüyen ve kitleselleşen bir ö. olma, partileşme hedefine yürüme yönünde bizi ilerletecek kararlar alındı. Partiyi ve devrimi birlikte örgütlemek, iki stratejik hedef bağlantılandırılarak birlikte tanımlandı.

’89 atılımıyla birlikte kısa bir süre sonra X’nin çizgisi doğrultusunda gençlik çalışmasını bağımsız olarak örgütleyecek GX da kurulmuştu. Gençlik çalışmamız öğrenci gençliğin geniş kesimlerine ve genç işçilere doğru bir açılım gösterememekle birlikte birkaç üniversite ve fakültede kendi örgütlenmelerini yarattı. Askeri alanda OY.. müfrezesi kuruldu, daha sonra da antifaşist milis örgütlenmesi düzeyinde ve küçük birimler olarak kalan AF..lar oluşturuldu. İşçi sınıfı içerisindeki çalışmamamızın geliştirilmesi için “Söz bizim gün emeğin” sloganıyla “İşçi Gazetesi” çıkartılmaya başlandı. Gazete satış grupları oluşturuldu. İşçi gazetesi, işçi sınıfının o gün içinde bulunduğu koşullarda sınıf hareketini içerden kavramaya dönük, işçi yaşamının bütün konu ve sorunlarına eğilen, sınıfın ekonomik ve siyasal mücadelelerine öncülük etme hedefini önüne koyan bir yayın çizgisi izledi. Gazetenin yayın politikası, sınıf politikamızı geliştiriciydi. Gazete, işçi bölgelerinde, emekçi semtlerinde düzenli sokak ve ev satışlarıyla satılıyordu. İşçi gazetesinin yayın ve satışı devamlılık kazandıkça, artan grev, direniş ve işçi yaşamı haberleriyle daha çok sayıda işçi tarafından bilinir oldu. Sınıf hareketini yeni bir perspektif içerisinde örgütleme ve sosyalist bir öncü işçi kuşağı oluşturma hedefini önüne koymuş XKK açılımı da bu dönemde gerçekleştirildi. Örgüt çalışmaları, yüksek bir ivme oluşturulamamakla birlikte hemen her yönden ileriye doğru bir gelişim gösteriyordu. Siyasal propaganda ve ajitasyon faaliyeti, araç ve yöntem zenginliği yaratılarak -5 yayın hedefi- yürütülüyor, işçi sınıfı, emekçi memurlar, gençlik içerisinde çalışmalar sürdürülüyor, ö.sel çalışmanın ağırlığını oluşturan yeraltı ve legal ajitasyon faaliyeti görece zengin ve eylemli biçimlerle içiçe de geçirilerek yürütülüyor, korsan eylemler, Müfreze ve Af.. eylemleri olarak askeri eylemler gerçekleştiriliyordu. Sınıf çalışmasında yerel ve birimsel düzeyde nispi gelişmeler olsa da işçi sınıfı çalışmamız bir bütün olarak zayıftı, bununla birlikte .KK açılımıyla sınıfın öncü kesimlerine doğru yeni bir yönelim ortaya çıkmıştı ve nispi bir açılım vardı.

Bu yönde bir görüşümüz olmamasına karşın bütünüyle yeraltı temelinde dar ö. ve kadro şekillenişi içerisindeki ö.sel yapımız, ö.sel çalışmanın alansal açılımları ve kapsamındaki genişlemeye de uygun olarak ve bu gelişimi sağlayabilmek için legal- illegal çalışmayı birleştiren doğru ve ileri adımları da bu dönemde attı. Yeraltı temeli korunuyor, çalışmaların merkezi yönetimi ve iç işleyişi yeraltından ve gizlilik esasına göre yürütülüyor, kitlelere doğru açılan yönüyle çalışmalarımız legal olanakların daha geniş kullanımıyla gerçekleştiriliyordu. Alan çalışmaları, Ö.güçleriyle gerçekleştirilen korsan gösteriler, eylemsel bir nitelik kazanan militan ajitasyon propaganda faaliyetleri, kamulaştırma ve cezalandırma eylemleri bu dönemdeki faaliyetin temel biçimleriydi. Zonguldak’taki madenci katliamına karşı Boğaziçi Üniversitesindeki işgal, hain Adil Özbek’in, Remzi Basalak’ın ölümünden sorumlu savcı ve korumasının, İzmir ve İstanbul’da örgütümüze sızdırılmak istenilen polis işbirlikçilerinin, MHP Kartal İlçe Başkanının -izleyen dönemde- cezalandırılmaları, Adana-Yüreğir ve İstanbul Kağıthane’de yerel yönetim seçimlerinde aday gösterilmesi ve örgütlediğimiz kampanyalar, AF.. eylemleri, Kürdistan’a Askere Gitme kampanyası, Gazi antifaşist halk direnişinde gösterilen inisiyatif ve önderlik, ’96 1 Mayıs’ında kürsü işgali bu dönemde öne geçen eylemlerimiz oldu.

Bir bütün olarak değerlendirildiğinde çalışmalarımız, aslolarak ve büyük ölçüde ö. güçlerine dayalı olarak yürütülüyor olmakla birlikte alan açılımlarıyla alansal ve yerel çalışmalara doğru bir geçişte başlamıştı. ’89 sonlarına doğru yeraltı matbaası-OYY Matbaası- kurulmuş, MYO da yeni ve daha gelişkin bir baskı tekniğiyle çıkmaya başlamıştı. MYOmız başlangıçta tek yayın olmasıyla politik ve ö.sel içerikli yazılarla daha sonra Ö.sel faaliyeti yönlendirmeyi temel alan yazılarla çıkartıldı. Bu yazılar, ö.sel çalışmanın önünü açan, sorun ve tıkanma noktalarını tespit eden ve onları ileriye doğru çözmeye yönelen, raporlar ve alanlardaki y.ların yazılarıyla da canlılık kazanan bir bütünlükteydi. MYO, o dönemde ö. çalışmasının gelişiminde işlevini yerine getiren, ö.güçlerini ileriye doğru çekip konulandıran bir yayın oldu.

Bu dönemin temel kazanımlarından birisi de -sonradan mutlaklaştırılmasıyla zaaf ve sorun yaratıcı olan- KAMPANYA TARZI ÇALIŞMAdır. Kampanya tarzı çalışma, dönemle, siyasal süreçle, tanımlanmış konu ve sorunlar üzerinden daha güçlü bir ilişki kurmayı sağladığı gibi, ö. güçlerinin bütününün harekete geçirilmesiyle de daha etkin ve çok yönlüleşebilen bir faaliyet ö.leme imkanını kazandırıyordu. İşçi sınıfı, emekçi memur hareketindeki gelişme, Kürt ulusal hareketindeki yükseliş, devrimci ö.lerin faaliyetleri, bunların hep birlikte oluşturduğu devrimci siyasal ortam ve ö.müzün ileriye doğru olan açılımı birbirini bütünlüyor; gerek yürütülen kampanyalar, gerekse eylemsel bir nitelik kazanan diğer faaliyetlerimiz etkili oluyordu. Alan çalışmalarımız, hareketteki canlanmanın başlarından itibaren içinde olduğumuz emekçi memur hareketinin bazı -sağlık emekçileri gibi- kesimlerinde etkili olmakla birlikte gerek sınıf çalışmasında, gerek gençlik alanında istenilen ve amaçlanan gelişim sağlanamamıştı. Sınıf çalışmamız, bir dönemle de sınırlı kalmayacak biçimde daha köklü ve eleştirel bir ele alışı gerektiren bir konudur. Gençlikteki gelişim ise nispi bir kadro gelişimi de sağlanmış olmasına karşın alansal açılım ve köklenme yönüyle zayıftı. Bu alandan sağlanan kadroların çoğu, tek değil birkaç nedenle kısa ömürlü oldular.

O günkü/dönemdeki mücadele koşulları açısından atılan adımlar, sağlanan gelişim sınıf mücadelesini belirleyen, öne geçmemizi sağlayan nitelik ve düzeyde değillerdi; Kürt ulusal hareketi serhildanlarla sıçrama yapmıştı, gerilla faaliyeti genişlemişti işçi hareketi, Bahar eylem dalgası sonlansa da Zonguldak maden işçilerinin Ankara yürüyüşü gibi çıkışlar yapıyordu ve sınıf hareketiyle olan aramızdaki açı genişliği kapatılmış değildi. 12 Eylül faşizmine ve sivil faşist harekete karşı mücadelede de öncü bir konumumuz yoktu fakat, bu dönemde attığımız adımlar, bizim ö.sel gelişimimiz ve mücadele çizgi ve doğrultumuz açısından önemlidir; küçük ve dar bir örgüt olmayı kırmaya başladığımız ileriye doğru bir açılımı oluşturdukları gibi, rengimizi ve karakterimizi de taşımaktaydılar. O dönemde serhildanlarla bir sıçrama göstermiş olan Kürt ulusal hareketine karşı tutarlı ve sahiplenici bir demokratik destek, uzlaşmacı politika ve uç veren ulusal reformizme karşı da doğru eleştirel bir tutum gösteriliyordu. Küçük burjuva ö.lerdeki yalpalamalara karşın -önce karşı devrimci görüp sonra kuyrukçuluğa ve taklitlere dönüşen görüş ve tutumlardan farklı olarak- ulusal hareket karşısında sağlam bir ML ideolojik tutum ve konumlanış içerisindeydik. Bununla birlikte Kuzey Kürdistan’daki emekçilerin örgütlenmesine dönük atılmış bir adım hemen hiç yoktu. Bunun gerekliliği düşüncesinin ilerisine geçememiştik. Teorik yönden de çizgimizi yeni koşullarda, yeni bir dünya algısı içerisinde geliştirmenin ilk adımları atılmaya başlanmıştı; ileri bir yönelime ve genişleyen bir temele sahiptik.

Bununla birlikte ö. faaliyetindeki genişleme, alansal açılımlar, her düzeyde dar ö. ve önderlik anlayışıyla çelişmeye başlamıştı ve çalışmalarda zorlanma yaşanıyordu. Merkezi düzeyde geleneksel önderlik biçiminden kopamayış ve alt kadrolara güvensizlikten dolayı geç atılmış bir adım olarak KÖM -İK’larda yer alan y.larla- ö.sel önderlik alanındaki sıkışmayı aşmak amacıyla kuruldu. Alan çalışmalarının merkezi koordinasyonu yönüyle bir katkı sağladıysa da köm bileşeninin organsal çalışmalara ve yeni açılımlarla genişlemekte olan alan çalışmalarına önderlik yönünde sıçrama yapmakta zorlanmaları, politik ve ö.sel önderliği birlikte geliştirme noktasındaki zayıflık, alta doğru kişiye dayalı önderlik ve ilişkilerin kişiler üzerinden yürütülmesinin sürüyor oluşu atılım yapmayı engelliyordu. Yeni kurulan bu organ çalışmanın örgütsel koordinasyonu ve merkezi kararların alanlara taşınmasında işlevli, Mk’nın da yükünü hafifleten bir rol oynamakla birlikte ösel önderlik yönüyle dahi yeni bir düzeye geçmekte zorlanan, bu yönden sıçrama dinamikleri zayıf bir organdı.

Bu durumda ö.sel gelişim sürüyorsa da tıkanmanın sinyalleri de artmıştı. PARTİ OKULLARI kadrosal gelişime ve ö.sel çalışmaya ivme kazandırıcı olsa da ancak organ çalışmalarıyla yürütülebilecek gündelik çalışmanın ö.lenmesi ve geliştirilmesi için yeterli değildi. 1994 ortasında yenilen merkezi darbe, ilk anda değilse de dönemdeki farklılaşmayla da birlikte ö.sel sonuçlarını göstermeye başladı. Bu döneme bir bütün olarak bakıldığında, mücadelenin konjonktürel gelişimine uygun bir politik taktik önderlik ile yakalanmaya başlayan emperyalist-kapitalist sistemdeki tarihsel değişim ögelerini de çalışmanın içerimine alan, ö. güçlerini de bu yönde konumlandıran bir ö.sel çizgi izlenmekteydi. Bununla birlikte güncel ve dönemsel olan daha baskın ve belirleyiciydi. Dar ö. ve çalışma tarzının alışkanlıkları, yön ileriye doğru olmakla birlikte düşüncede ve davranışta aşılmış değildi. Değişmekte olanı düşüncede önceleyen stratejik bir bakış hakim değildi. Sınıf mücadelesindeki nispi devrimci yükseliş sürüyordu, serhildanlar, Zonguldak, daha sonra Gazi antifaşist halk direnişi devrimci harekette bir itilim ve güçlenme yaratıyordu. Devrimci konumlanış ve faaliyeti belirleyen de bunlardı. Bu dönemde süreç konumlanışı açısından temel bir değişiklik gerekmiyordu fakat değişimin öncüllerinin yakalanmasına karşın stratejik bir bakış yoksunluğu daha temel belirleyici etkenlerin görülmesini engelledi. Bundan yoksunluk, sonraki dönemde ürettiği sonuçlarla ortaya çıktı.

’90’ların ortalarından itibaren sınıf mücadelesinde nispi devrimci yükselişten durgunluk ve gerilemeye doğru olan bir gelişim sürecine girildi. 12 Eylül sonrası ’80lerin ikinci yarısından itibaren filizlenmeye başlayan ve nispi bir yükseliş biçimini alan, ulusal devrimci Kürt hareketi dışında devrimci bir sıçrama yapamamış tedrici bir gelişim seyri gösteren kitle hareketi ’90 ların ortalarından itibaren durgunluk ve gerileme sürecine girdi. (’96 1 Mayıs’ından sonraki 1 Mayıs tablolarına dahi bakıldığında bu görülür. Kürt ulusal hareketi de ’95 ateşkesiyle ulusal reformist bir siyasal kırılmayla da birlikte -düzey farklılığıyla- benzer bir sürece girmişti. )

İşçi sınıfı hareketindeki, emekçi memur hareketindeki, gençlik hareketindeki ve devrimci Kürt ulusal hareketindeki gerileme ile birlikte neoliberalizmin 12 Eylül faşizminin elverişli zemininde mücadelenin bastırılmış olduğu koşullarda Özal’la başlamış ekonomik toplumsal dönüşüm daha gözle görülür hale gelmeye başladı ve hız kazandı. Toplumun ve sınıfların önceki yapıları, ilişkileri daha hızlı ve görünür bir çözülmeyle, farklılaşma ve yeni biçimlenişlerle ortaya çıktı.

Revizyonist sistemin çökmesi, Türkiye devrimci hareketinin diri güçlerini fazla etkilememişti; Sovyetler Birliği’ne bakış, modern revizyonizme karşı siyasal tavır, kitle mücadelesinin geri fakat yığınsallaşan ve nispi bir yükseliş gösteren düzeyi, örgütlerce sınırlı devrimci açılımların yapılıyor ve güç toplanıyor olması, Bahar eylem dalgasının, emekçi memur hareketinin, özellikle Kürt ulusal hareketinin, daha sonra Gazi anti faşist halk direnişinin oluşturduğu devrimci hava bu çöküşe karşı göreli bir bağışıklık oluşturmaktaydı.

Revizyonist sistemin çökmesinin asıl yıkıcı etkisi modern revizyonist partilerde oldu ve onlar, kısa sürede önce kaba reformist partilere dönüştüler, sonra silindiler. Orta yolcu hareketlerden de modern revizyonizme eleştirileri daha silik olan ve 12 Eylül tasfiyeciliğinden çıkamayanlar daha fazla etkilendiler. Kuruçeşme süreçlerine dahil oldular.. Fakat ’90LARIN ORTALARINDA DAHA AÇIK BİR ŞEKİLDE KENDİSİNİ GÖSTERMEYE BAŞLAYAN ÜLKEDEKİ NEOLİBERAL EKONOMİK, TOPLUMSAL SINIFSAL DÖNÜŞÜMÜN ETKİ VE SONUÇLARI, HER DÜZEYDEKİ YANSIMALARI VE DEVAM EDİŞİ, DEVRİMCİ ÖRGÜTLERİN KİTLE TABANLARININ OLDUĞU ALANLARI DA -SEMTLERİ DE- ÇÖZMESİ, İŞÇİ HAREKETİNDEKİ VE SEMTLERDEKİ ANTİFAŞİST DİNAMİKLERDEKİ GERİLEME, EMEKÇİ MEMUR HAREKETİNİN DURGUNLAŞMASI, ÖZELLEŞTİRME SALDIRILARI, DEVLETİN ÖRGÜTLERE DÖNÜK OPERASYONLARI, DEVRİMCİ KİTLE GÜÇLERİ VE ÖNCÜ UNSURLARINDAKİ ÇÖZÜLMEYİ HIZLANDIRDI. ÖNCE TEDRİCİ, YENİLEN DARBELER, GÜÇ KAYIPLARI, DAĞILMA, Ö.LERİN ÖRGÜTSÜZLEŞMESİYLE DE HIZLI DÜŞÜŞLER BİÇİMİNDE YAŞANMAYA BAŞLANDI. Bizim de üç tane merkezi operasyon yediğimiz bir dönemdir bu.

Ö. olarak bu dönem içerisinde 1996 yılındaki Genel grev genel direniş kampanyasından başlayarak uyguladığımız kampanya çalışmaları boşa düştü ve başarısız oldu. Genel grev kampanyasının başarısız olmasının çeşitli ö.sel nedenleri vardır; bu yönleriyle kampanya tarzı çalışmanın irdeleneceği bölümde değerlendirilecektir. Sınıf ve kitle hareketi açısından boşa düşmeye yol açan, Bahar eylem dalgası ve Zonguldak işçilerinin Ankara yürüyüşünden sonra süreklilik ve hız kaybına uğrayan işçi hareketinin ’95 Türk iş Ankara mitingi son büyük eylemi oldu. İşçilerin hücumuna uğrayan Bayram Meral’in ağaca tırmanmak zorunda kaldığı bu eylem sonrasında sendikal işçi hareketi kitleselliğini hızla kaybetti ve Paşabahçe gibi yerel işçi direnişleri dışında eriyen bir çizgide seyretti. Özelleştirme saldırılarına karşı saldırıyı kıran, püskürten bir direniş gerçekleştirilemedi, fabrika kapatma ya da satışlar önlenemedi; direnişler en iyi durumda tazminat anlaşmalarıyla bitti. Gerileyen sınıf hareketinin yaygın biçimi işten atılmalara karşı küçük direnişlerdi. Hak almaya, yeni hakların kazanılmasına dönük işçi eylemleri çok azaldığı gibi hakların korunması da sadece işten atılmamaya kadar inmişti. İşçi sınıfı hareketi, grevlerin çok azaldığı, neredeyse greve hiç çıkılmayan bir döneme girdi.

Devrimci ö.lerin -bizim de- daha çok antifaşist semt gençliğine dayalı taban güçleri hızlı bir erozyon aşıyordu. Faşizmin tehlikeyi görerek ’96 1 Mayıs’ı sonrasında semtlere dönük saldırısı, tutuklamalar, uzaklaşmalar bu alanlardaki devrimci ö. güçlerini darbeledi ve çözdü. Fakat asıl çözülme, ’94 ve ’98 krizinin yıkıcı etkileri, kapitalist meta ilişkilerinin hakimiyeti ve çözücülüğü, yeni üretim ve emek organizasyonlarının parçalayıcılığı ve neoliberalizmin toplumsal yaşam ve ilişkiler alanında etkisini göstermeye başlaması, lumpen proleterleşme ile yaşanıyordu ve bu ö.lerin taban güçlerini de etkileyip belirliyordu. Öte yandan ö.lerin taban güçleri içerisinde -bizde de- part-time çalışma, enformel sektör işçiliği ile yarı işçileşmeye doğru geçen bir kesim de vardı ve diğeriyle hem iç içe olan hem farklılaşan bir damarı oluşturuyordu.

Ö.müzün sınıfın temel güçlerine uzaklığı sürüyordu. İşçi sınıfıyla çok sınırlı ilişkiler dışında dolaysız ve içerden bağları olmayan ancak eylem kesitlerinde onlarla ilişki kurmaya çalışan bir ö. olarak gerileyen işçi hareketi içerisinde yakalanan çoğu da kalıcı olmayan ilişkiler kurmak dışında bir gelişim göstermek, farklı bir sonuç yaratmak mümkün olamazdı. EKK açılımı, sürdürülememişti; süreklileşmiş, alanlara ve sınıfın içerisine yerleşmiş bir sınıf çalışmamız yoktu ve bundan yoksun bir sınıf çalışmasının özellikle böylesi koşullarda yol alabilmesinin hiçbir imkanı yoktu. İçerik olarak doğru olmakla birlikte böyle bir sınıf çalışması ve ilişki zemininden yoksun olarak başlatılan ve azalan ö. güçleriyle yürütülen, kitlelere doğru da açılamayan “Ekmeğin ve özgürlüğün için döğüş” kampanyası hiçbir etki sağlayamadı. Emekçi memur hareketi, canlılığını yitirmişti, sürmekle birlikte kendini tekrar ederek gerileyen bir sürece girmişti. Sağlam bir kadrolaşmanın olmadığı -diğer alanlara aktarılanlarda da- görülen gençlik çalışmamız, dağınıktı ve dağılmaktaydı.

F tiplerine karşı kampanyamız konuyla ilgili duyarlılık sahibi demokrat aydın çevrelere kısmen açılmasıyla, “İçerde dışarda hücreleri parçala” perspektifiyle anlamlıydı. Bu kampanya F tipi saldırısına karşı duyarlılık gösteren aydın ve demokratik güçlerin küçük bir bölümüyle buluşsa da o da, yine aslolarak dar örgüt güçlerinin özverileriyle yürüttükleri bir kampanya olarak kaldı ve bu güçlerde F tipi saldırısının püskürtülememesiyle sonrasında derin bir yıpranma ve düşüş oldu.

Kampanyaların sonuçsuz kalması, taktiksel boşa düşmeler ardı ardına yaşandı. (Murat Dil yoldaşımız için yürüttüğümüz kampanya sonuç yaratıcı olduysa da bu kampanya, hedefi daha tanımlı ve özgül nitelikteki bir kampanyaydı.) Bunun iki temel nedeni vardır. 1) Kitle çalışmamızın tek yanlılığı. Alanlarda ve yerel düzeyde gündelik bir hal almış, süreklileşen bir kitle çalışmasına tekil örnekler dışında geçilememiş olması. Sınıf ve kitle hareketindeki durgunluk ve gerilemelere yanıt veren bir kitle çalışmasına ö.sel ve kadrosal yapı olarak uygun olmayışımız. Bu her dönem için geçerlidir. Gelişen olaylar, patlayan grev ve direnişlere yönelme, refleks üzerine şekillenmiş bir kitle çalışma tarzının neredeyse tek biçim oluşu… Bugün bu da gerilemiştir. Temel sorun da, alışkanlık oluşmuş, refleks biçiminde uygulanan bu tarzın bir an önce geri getirilmesi değildir. Bize yol aldıracak olan onu önceki biçimiyle geri getirmek olmayacaktır. Temel sorun, salt buna dayanan bir sınıf çalışmasıyla yol alınamayacağı, mücadelenin durgunlaştığı ve gerilediği dönemlerde hiç yol alınamayacağı ve artık bunun görülmesinin gerekli olduğudur. Nitekim, gidilen, hızlı giriş yapılan, ön ilişkiler kurulan, umutlu ve abartılı sonuçlar çıkartılan kısa süre sonra da kaybedilen ve hayal kırıklığına dönüşen çok sayıda grev ve direniş örneği vardır. (Bunun bir örneğini de 2005 başlarında Seka direnişinde yaşadık, abartılı sonuç çıkartılmasını eleştirdim. Keza 8 Mart sonrası “Bir duruş yetti!” başlığıyla yazılan yazıyı da.) Yanlış olan bu tür gitmeler değildir, bunun, sınıf ve kitle çalışmasının temel ve tek biçimi haline getirilmesi, bu çakaralmaz tüfek atışlı, bu saman alevli kitle çalışma biçiminin bizim ö.sel, kadrosal temel tarzımız olmasıdır. Çalışma tarzımız, köklü bir hesaplaşma ve yeniden yapılanma konusudur. Bu hesaplaşma yapılmadan kalıcı bir sınıf çalışması yürütülemez. Bu tarz çalışma, işçi sınıfına uygun ve proletarya devrimciliğinin ifadesi bir sınıf çalışması tarzı değil aceleci, çabuk sonuç almak ve bir an önce devrim yapmak isteyen küçük burj. devrimciliğinin kitle çalışma tarzıdır. Kimi çalışmalarımız, özellikle proleter kökenli y.larımızın yürüttüğü çalışmalar ve alanların içerisine yerleşerek yürüttüğümüz çalışmalar bundan farklılaşsa da bizim çalışma tarzımızda çabucak, kısa dönemde “büyük sonuç”lar elde etmek isteyen fakat özgül ve mücadelenin yükseliş dönemleri dışında hiçbir sonuç elde edemeyen ve hayal kırıklığına uğrayan, boşluğa düşen bu aceleci küçük burjuva tarz oldukça etkilidir. 2) Bir taktiğin uygulanışı açısından da yığınak sorunundan başlayarak tıkanmayı oluşturan üst üste binen etmenler vardır. Kampanyalar ve taktiksel boşa düşmelerin hemen hepsinde yaşanan öncelikli sorun, bir taktiğin uygulanabilmesi için asgari bir kitle temelinin ve ilişki ağının olabilmesinin gerekliliğidir. Bizde bu olmadığı gibi başlatılan bir çalışmada buna belli düzeyde ulaşmamızı sağlayacak bir ö.sel hedeflenmeye de girilmez, taktiği uygulayacak taktiksel gücün -alan veya konuyla ilgili aktivistlerin- oluşturulması noktasında yoğunlaşılmaz, dar ö. güçleriyle ajitasyon açılımlı bir kampanya yürütülür. Güç toplanamaz ve o çalışmalar kısa süre sonra tıkanır. Bir taktiğe açılım kazandıracak ara hedefler koymakta ve geçiş halkalarını oluşturmakta, ikincisi, bir taktiğin/kampanyanın kendi aktivistlerini yaratarak onlara dayanmakta başarılı olunamamaktadır. Sonraki ve son dönemde gerçekleştirdiğimiz Ülkedeki ve Y. dışındaki kampanyaların tıkanma eşiğini yine bunlar oluşturmuştur. Hemen her kampanya daha ikinci aşamasına geçerken tıkanmıştır. (En son yurtdışında yürütülen “A…le Buradayım” kampanyası da bunlardan birisidir.) 3) Toplumun, sınıfların ve bireylerin değişmekte olan yapısına, yeni özelliklere ve ortaya çıkan yeni ihtiyaçlara uygun yeni ilişki biçimleri, yeni ö.sel biçimler geliştirmeye yönelmek yerine alışageldiğimiz biçimlerle, yöntemlerle, tarzla çalışmaların sürdürülmesi. Bu o dönemde belirginleşmiş ve çok farkedilebilir olmamakla birlikte ö.lenmede, çalışma tarzında, yöntemlerde değişim gerekliliği kendini hissettiriyordu. Sonraki dönem itibariyle tarz ve yöntem değişiklikleriyle geçiş yapılarak ö.sel çalışmaya yeni bir biçim kazandırılamayışı, sınıfı ve kitleleri ö.leyememenin ve aradaki açının daha da genişlemesinin birinci etkeni halini aldı.

GİRİLEN DÖNEM, MEVCUT GÜCÜ KENDİ İÇERİSİNDE Ö. LÜ HALE GETİREREK, YAYILMAYAN, AÇIK ELLE SUYU AVUÇLAMAYA DÖNÜŞMEYEN, SOMUT GÜÇ TOPLAMA NOKTALARI ÜZERİNDE YOĞUNLAŞAN, UZUN VADELİ, BEKLENTİLERİNİ BUNUN ÜZERİNDEN KURAN BİR ÇALIŞMAYI, ÇALIŞMA TARZ VE YÖNTEMLERİNİN DE TOPLUM, SINIFLAR VE BİREYLERDEKİ DEĞİŞİME UYGUN OLARAK DEĞİŞTİRİLMEYE BAŞLANMASINI, BU YÖNDE YENİ ARAYIŞLARA GİRMEYİ GEREKTİRİYORDU.

BİR; sınıf mücadelesi koşullarındaki değişimi görerek taktiksel bir değişiklik yapılmalı, ikili bir taktik uygulamaya ’90ların ortalarında geçilmeliydi. Kitle hareketinin düşüşündeki tedricilik ve özelleştirme gibi saldırılara karşı direnme potansiyelleri görülerek nispi yükseliş dönemi taktiğini belli düzeyde korumak, sürdürmek, İKİ; işçi sınıfı ve kitle hareketindeki durgunlaşma ve geriye doğru olan seyrini, örgütlenme zayıflığını görerek sürecin kısa dönemde tersine çevrilmesinin daha zayıf olasılık olduğunu değerlendiren bu gerileme ve durgunlaşmaya uygun bir kitle çalışması taktiğine geçmeliydik.

Bunun için, hemen ve kısa vadede, sadece patlayan direnişlere o an ve kesitte giderek sonuç almaya endeksli kitle çalışması tarzından, bunun düşünüşünden koparak, stratejik olarak planlanmış, belirli yerlerde odaklanan, bu şekilde hedefli ve tanımlı hale getirilen, bundan vazgeçmeyen, olayların bizi sürüklemesine ve belirlemesine izin vermeyen bir kitle çalışması tarzına ve düşünüşüne geçilmesi gerekiyordu. Görece güç toplamaya elverişli alanları somutlayıp buralara odaklanarak, kitleler içerisndeki çalışmada kısa dönemde hemen sonuç alınacağı düşüncesinden de kendimizi uzaklaştırarak gündelik, uzun süreli bir çalışmaya -bunu gerçekleştirecek bir kadro eğitimini de sağlayarak- yönelmek ve bunda ısrar zorunluydu. Bu yapılmadı. Bizim hemen hiç yapamadığımız, kendiliğindenciliğin bizdeki tezahür ediş biçimlerinden birisi budur. Bir ö.lenme stratejisi oluşturarak, bunun somut bir plan ve hedef içerisinden yürütülmesine geçiş yapmamak. Bu yönde alınan kararlar, konulan hedefler olsa da stratejik bir ısrar içerisinde olmamak… Gelişmelerin ve ö.sel durumumuzun bizi belirlemesi. Buna istersek dev. ci anlamlar yükleyip açıklayabiliriz. Zorunluluklardan, mücadelenin o andaki başka ihtiyaçlarından, başka görevlerin varlığından söz edebiliriz. Fakat, şimdi açık bir yüzleşme yapmak zorundayız; bu kendiliğindenci bir tarzdır, ö.sel çalışmanın stratejik planlanması ve yürüyüşünden ve bunda ısrardan uzak, soluklu ve süreklileşmiş bir emekle ve günlük olarak yürütülmesi gereken bir çalışmaya da uzak olan kadrosal yapımızın özelliklerine de uygun olan, oradan oraya koşma biçimindeki devrimci küçük burjuva tarza daha yakın ve yatkın oluşumuzdandır. İşçi sınıfı içerisinden gelen ve uzun yıllar işçi sınıfı ve kitleler içerisinde çalışan ve yaşayan yoldaşlarımızda ise proletarya devrimcisinin sabırlı, uzun ömürlü, ısrarlı, kendisini “kitleci”leştirip eritmeyen ve sınıf militanlığına dayalı çalışma tarzı vardır. Bizde birincisi daha yaygın olmak üzere bu iki tarz, iç içe vardır. Önümüzdeki dönemin kadro biçimlendirmesinde ve kitleler içerisindeki çalışmada temel ayrım kriterini bu oluşturacaktır.

Devam edelim. Burada, sadece dönemsel-taktiksel olmayan çalışma tarzımızın daha temel bir engeline çarpılmaktadır. Bizim genel kitle çalışmamız ajitasyon propaganda ö.lenme bütünlüğü taşımaz; bundan dolayı, ajitasyon yoluyla açılımlar yapılsa ve ilişkiler kurulsa dahi kitlelere bakış, ö.leme yöntemleri, ilişki geliştirme, kurum ve araçlar yönlerinden var olan yapısal zayıflıklar nedeniyle propaganda yönünde bir derinlik yaratılamadığı gibi, özellikle örgütleme, kalıcı ve kurumsal ilişkiler kurma ve geliştirme çok zayıftır. Bu örgütsel zaaf, mücadelenin durgunlaştığı ve gerilediği, kitlelerin mücadeleye atılmakta isteksiz ve devrimci biçimlere daha uzak oldukları dönemlerde çok daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Konuyla ilgili yazdığımız yazılar ve değerlendirmeler olsa da bunun çok temel ve yapısal bir sorun olarak kavranışı ve buna uygun bir üzerine gidiş, ö.lenme politika ve stratejisi olmadı. DÖNEMDEKİ FARKLILAŞMAYLA BİRLİKTE BU YAPISAL ZAAF DAHA AÇIK BİR ŞEKİLDE ORTAYA ÇIKTI. MÜCADELENİN FARKLI DÖNEMLERİNDE HER BİR DÖNEME UYGUN OLARAK ÇALIŞMANIN YÜRÜTÜLMESİYLE ANCAK BU ŞEKİLDE SAĞLANABİLECEK OLAN SÜREKLİLİK VE KURUMSALLAŞMANIN NEDEN GERÇEKLEŞTİRİLEMEDİĞİNİN YANITI VERMEK İÇİN DE BU NOKTANIN ALTINI ÇİZMELİYİZ. ÇALIŞMALARDA BÜTÜN DÖNEMLERE YAYILAN -KİMİ ZAMAN ZAYIFLAYAN KİMİ ZAMAN BÜYÜYEN- BİR SÜREKLİLİK, HER DÖNEM İÇERİSİNDE SAĞLANAMAZSA SÜREKLİLİKTEN, ONUN KAZANDIRACAĞI BİRİKİMLERDEN VE FAALİYETİN KURUMSAL GELİŞİMİNDEN DE SÖZ EDİLEMEZ.

Bu dönemde bir başka önemli nokta, en önemlisi de diyebiliriz, düşünüşte de stratejide bir değişiklik yapmayı gerektiren neoliberal toplumsal dönüşümün unsurlarının görülerek sınıfı, kitleleri, bireyleri yeni durum ve koşullar içerisinde nasıl ö.leyeceğimizin adımlarını atmak, bunun arayışına girmekti. Bunlar hiç yapılmadı değil, örneğin XKK önemli bir açılımdır. Esnek ve kapsayıcı bir ö.sel yapılanma içerisinde işçi sınıfının farklı sektörlerdeki öncülerini birlikte ö.lemeyi de hedefliyordu. (’96 operasyonu, hizip bölünmesi, sınıfın öncü güçlerinde de başlayan çözülme, sınıf içerisinde yeni koşullarda çalışma yürütecek düşünüş, tarz ve asgari gücün olmaması ile bitti.)

Hizip ileriye doğru olan açılımların iç zayıflıklarını ve sonuca götürülememiş olmasını da saldırı konusu haline getirerek bu yönelimin karşısına çıktı. Örgütün bozulduğu görüşüyle ortaya çıktılar. Eski X arayışıyla geri bir örgüt düşüncesinin savunucusu oldular; ilişkileri hizip niteliği kazandı ve tartışmalar sonrası eğilimlerin kesinlik kazanmasıyla oluşan ve karara dönüşen örgüt iradesine de uymadılar. Örgüt açısından bu iç dağınıklığı artırdı, ö.sel erozyonu hızlandırdı, temel kadro ve çevre güç kayıplarına yol açtı. (Hizipsel ilişkilere girmelerine karşın oluşan örgüt iradesi, oylama sonucu kesinleşinceye kadar onlara karşı tavır alınmadı. Ö. iradesi kararla ortaya çıktıktan sonra da karara uymaları ve özeleştiri yapmaları istendi. Buna uymayı kabul etmediler ve yollar ayrıldı.)

MÜCADELE KOŞULLARINDAKİ DEĞİŞMELERLE BİRLİKTE, MÜCADELENİN ÖZELLİKLERİNİN, SEYRİ VE NİTELİĞİNİN DEĞİŞMESİ.

Sınıf mücadelesi ve siyasal koşullardaki değişim, mücadeledeki gerilemeyle, emperyalist kapitalist sistem ve ülkemizdeki sınıfsal toplumsal koşullardaki değişimlerin etkilerinin içiçelik kazandığı bir sürece girilmişti. Bu iki etkileyen, üçüncü bir etkileyenle, örgütlerin -bizim de- ardı ardına aldıkları darbelerle merkezi yapılarını kaybetmeye ve iç örgütlülüklerinin zayıflamaya başlamasıyla da birleşerek, o andan itibaren içiçe geçerek daha hızlı bir geriletici etki yaratmaya başladı. Devletin faşist temellerdeki örgütlenmesi güçlü, küçük büyük her hareketi bastırarak ezme politika, gelenek ve alışkanlığı olduğundan, özellikle de Kürt ulusal direnişi nedeniyle siyasal koşullarda belirgin bir değişiklik yoktu. Bununla birlikte ilerki dönemlerde daha açık bir şekilde görülen dünyadaki bloksal kutuplaşmanın sosyal emperyalist Sovyetler Birliği’nin ve revizyonist sistemin çökmesiyle değişime uğraması, 12 Eylül yenilgisi ve devrimci halk hareketindeki gerileme, sınıf örgütlerinin, sendikaların zayıflatılması ve çözülmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi, meta egemenliğindeki artış, burjuvazinin dünyadaki ve ülkedeki değişimleri değerlendirerek ve depolitizasyonu da kullanarak “dört eğilimi birleştirme”, “toplumsal merkez” , -dünyada “üçüncü yol” gibi- açılımlarla politikayı yeni bir temelde şekillendirmeye girişmesi, neoliberalizmin sivil faşist hareketin toplumsal sınıfsal yapısında oluşturduğu değişimler ve yeni bir siyasal eksen arayışına girmeleri gibi değişimlere de bağlı olarak antifaşist mücadelenin temeli bu yönden daralmaya başladı. Bu kapsamdaki bir daralma Gazi olayları öncesinde de vardı; Gazi’deki faşist saldırı ve antifaşist direniş Alevi emekçi kitlelerin bulunduğu bölgelerde gençliğin ötesine doğru da genişleyen antifaşist öfke ve mücadele kabarması yaratmıştı. İlk dönemler daha yığınsal ve eylemsel olan, devrimci ö.lere de yeni kadro ve güç taşıyan bu gelişim, kısa soluklu oldu, 97 sonrasında giderek zayıfladı. Antifaşist mücadele, faşist diktatörlüğün ve sivil faşist hareketin Kürt ulusal hareketine ve Kürt halkına karşı şoven milliyetçi saldırılarına karşı direniş biçiminde, sınırlı bir alandan sürdü. İkincisi, faşist diktatörlüğün siyasal ve sendikal hak ve özgürlükleri gaspına ve faşist zorbalığına karşı demokratik mücadele ekseninde yürütülen mücadele olarak… Her iki etkene, özellikle birincisine bağlı olarak kontgerilla saldırılarının artmasına karşı çok genişleyemeyen demokratik tepki örgütlenmekteydi. Bununla birlikte, antifaşist hareketin ’70 li yıllardaki halkın çeşitli kesimlerini kapsayan ve içerisine çeken geniş kitlesel temeli yoktu. 70’li yıllarda ülke düzeyinde halk hareketindeki yükseliş, emekçi sınıfların 12 Mart faşizmini yarmasıyla başlayan istek ve özlemleri temelinde yükselttikleri mücadelelerin karşısına çıkartılan sivil faşist hareketle yoğunluğu okullar ve semtler olmak üzere, Anadolu’daki şehir kasaba ve köylere doğruda genişleyerek her alanda ve her yerde çatışarak gelişmişti. Faşist hareket sırtını devlete-polise vs. dayamış olarak ve onun tarafından örgütlenerek devrimci hareketin karşısına çıkartılıyordu. Faşist hareket, ülke düzeyindeki yaygın ve yoğun toplumsal gericilik birikiminden beslenmesinin yanı sıra dünyadaki bloklaşmada Batı emperyalist bloğunun NATO üyesi hassas ülkesinde devrimci yükselişin önünün kesilmesi için CIA, MİT ve kontgerilla tarafından organize edilmişti. Devrimci bir yükseliş içerisindeki kitle hareketi, her alanda gün gün sivil faşist hareketle karşı karşıyaydı. Faşizme karşı mücadele, emekçi sınıfların istem ve özlemleri temelinde yürüttükleri mücadelenin önüne çıkan engellerin aşılabilmesi gerekliliğinden kaynaklandığı gibi, toplumsal gericilik birikiminin faşist temelde örgütlenmesiyle ona karşı gelişen demokratik siyasal bilincin içerisinden gelişiyordu ve devrimci bir halk hareketi biçimini almıştı. Bu, antifaşist mücadeleye kitlesellik kazandırdığı gibi, geniş bir devrimci toplumsal meşruiyet de oluşturuyordu.

Antifaşist mücadele, örgütlerle sınırlı bir mücadele değildi; genişleyen örgüt güçleriyle birlikte halkın bir kesimi tarafından yürütülüyordu ve işçiler de daha çok yaşam alanlarında halkın bir parçası olarak onun içerisinde yer alıyorlardı. Bununla birlikte TKP’nin legalleşme hesapları yönünden bakıldığından sınıfın gücü ve antifaşist mücadeledeki önemi açısından bizim cenahta yeterince doğru değerlendirilmeyen sınıf eylemleri vardı. İşçi sınıfı ve sendikal hareket açısından da yaygınlaşan ve gelişen ekonomik mücadelelerin genel greve doğru olan seyri, MESS’le, işbirlikçi tekelci burjuvaziyle, karşısına çıkartılan DGM’yle sınıfsal ve siyasal karşı karşıya geliş ve bunlara karşı yürütülen mücadele, 16 Mart Katliamı protestosu, Maraş katliamı protestosu, 1 Mayıs’lar, ’77 1 Mayıs’ı gibi ekonomik mücadele düzeyini aşarak büyük grevler ve eylemlerle faşizme ve burjuvaziye karşı siyasal bir sınıf mücadelesi biçimini almıştı.

Antifaşist mücadelenin halka ve görece daha zayıf ve dolayımlı da olsa işçi sınıfına dayalı geniş bir kitle temeli vardı. Genel toplumsal koşullardaki, sınıfların durumundaki ve siyasal koşullardaki değişimlere bağlı olarak mücadelenin özellikleri, seyir ve niteliği kabaca ’97 sonrası süreç itibariyle değişmeye başladı.

Bu, izleyen süreçle birlikte Türkiye devrimci hareketinin niçin derin bir boşluğa düştüğünü, niçin ’70 li yıllardaki, hatta ’90’ların başındaki güçlere ulaşamadığını gösterir. III. Konf. ta “Bir dönem kapanmıştır” tespiti antifaşist devrimci ö.lere ilişkin olarak söylenmişti fakat bu ö.lerin gelişme zemininin niye daraldığını bu yönden açıklayan, kendimizi de kapsayacak tespit ve analizlerle birlikte yapılmadı. Sonrasında da bunda derinleşilmedi.

Dönem devrimciliği”, “koşullara bağlı devrimcilik” “konjonktürel devrimcilik” bitmişti. Bunlar son derece doğru tespitlerdi. Fakat biten “dönem devrimciliği”nin içeriği neydi? Biten, bitmekte olan devrimcilik tarzı neydi? İşte bu yönde bir içeriksel derinleşme ve biten devrimcilik tarzının yerine neyin konulacağı yönünde derinleşilmedi. Sosyalist bir iç aydınlanma, mental değişim ve yeni bir devrimcilik tarzına geçiş üzerine yazılarımız vardır fakat buna uygun bir ö.sel dönüşüm gerçekleştirilemedi. İşte III Konf. ve sonrasında yarım kalan, tamamlanmayan bunlardı. Parti kitabı, daha gelişkin bir parti düşüncesinin ve bunu koşullayan tarihsel etmenlerin çözümünü -kolektif işçi bilinci, yeni bir program yaklaşımı, gelişkin bir kadro yapısı, sınıf zeminine dayanma vb. birçok ileri yönü, kopuş ögesini – içermekle birlikte önceki sürecimiz ve yapımızla bir devamlılık ilişkisi içerisinde sağlanacak bir gelişim sürekliliği içerisinden bakıyordu. Gerek tarihsel durumun yeni bir kavrayışı, gerekse kendi ö.sel gelişim sürecimiz ve yapımızın daha köklü bir eleştirisi üzerinden yükselmiyordu. (Sonuna kadar gitme kararlılığıyla bugün kavgasını yürüttüğümüz, bunlardır. Ortaya çıkan değişimlerin, bugünkü tarihsel durumun yeni bir kavrayışı düzeyine çıkılmadan ve kendimizle köklü, canımızı yaka yaka bir hesaplaşmaya girmeden de bunları çözüp aşamayacağız.)

’70 li yıllarda kitleler, sivil faşist hareketin saldırılarıyla doğrudan karşı karşıyaydılar, emekçilerin istek ve özlemleri üzerinden yürüttükleri mücadeledeki her gelişim, karşısında sivil faşist hareketi, arkasında da devleti buluyordu. İşbirlikçi tekelci burjuvazi, MESS, TİSK, TÜSİAD gibi saldırgan mesleki faşist kurumlara sahipti, bunlar dolaylı yer yer doğrudan, yerellerdeki burjuva feodal egemenler ise oldukça dolaysız biçimde sivil faşist hareketin destekleyicisi ve örgütleyicisiydiler. Sayılanlar, faşizme karşı mücadelenin yığınsallaşma, halklaşma ve daha zayıf olarak da sınıfsallaşma zeminini oluşturuyordu. Değişmeye başlayan bu oldu.Kürt halkına karşı yöneltilen faşist saldırılara karşı mücadele, emekçi sınıfları doğrudan hareketlendirecek bir çelişki ve dinamik değildi. Üniversitelerde, gençlik düzeyinde ortaya çıkan gerilim ve çatışmalar da sınırlı düzeydeydi. Yükselen bir gençlik hareketi yoktu dolayısıyla gençlik kitlelerinin de dışındaydı. Gazi’yle birlikte önceki dönemlere benzer bir gelişim ve sıçrama olduysa da bu Alevi emekçilerinin olduğu bazı semtlerle sınırlı kaldı ve ’96 1 Mayıs’ından sonra da hızlı bir sönümlenme sürecine girdi. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin ve devletinin emekçi sınıflara yönelik faşist saldırıları ise, 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünün kazanımlarıyla, ekonomik terör ve 12 Eylül faşist anayasasıyla sınırlanmış siyasal ve sendikal hak ve özgürlüklerin gaspı üzerinden sürüyordu ve proletarya ve emekçi sınıflar yeni bir temelde örgütlenemediği için de faşist yasalara ve grev yasağı gibi uygulamalara karşı mücadele, zaman zaman nispeten kitleselleşse de genellikle sınıf içerisinde dar güçlerle ve geri bir zeminde gerçekleşiyordu. İşçi sınıfı, sendikal düzeyde de zayıflamış ve mücadele içerisinde gerileyen yapısıyla yeni üretim ve emek organizasyonlarının parçalayıcılığı ve neoliberalizmin etkisinin artmasıyla büyüyen, genişleyen bir kapitalist sömürü ve saldırının hedefi durumundaydı. Ve saldırının yeni gelişen ve boyutlanan biçimlerine karşı çok daha donanımsızdı.

Bugüne doğru uzanan bu süreç, ancak ekonomik ve toplumsal koşullardaki değişimlerle birlikte kavranabilir. Toplumsal koşullar, sınıfların durumundaki (işçi sınıfı açısından özelleştirmelerle sınıfın ö.lü olduğu büyük fabrikaların tasfiyesi, bireysel sözleşme, taşeron işçi sayısında, enformel sektörlerde artış vb.; devrimci hareketlerin kitle tabanlarının olduğu emekçi semtlerinde neoliberal çözülümün yarattığı yozlaşma, bireyselleşmeler…) değişimler hızlı bir çözülme ve erozyonla ve toplumun burjuva neoliberal temeldeki örgütlenmesiyle olmaktaydı. Toplumun, sınıfların örgütsüzleştirilmesi, bireye, grupsallığa doğru çözülüm, bireylerin ve grupların algı ve düşünüşleri, tavırlarının bu yönde biçimlenmesi, öte yandan daha yavaş bir değişim gösteren siyasal alandaki ve kültürdeki önceki formların neoliberalizm tarafından bozunuma uğramış olarak, amorflaşarak sürüyor olması.

Toplumsal koşullardaki değişim, ’90’ların başlarında kendisini fark ettirmeye başlamıştı. Devrimci ö.ler, 12 Eylül öncesi güçlü oldukları semtlerde dahi gelişim göstermekte zorlanıyorlardı. Bununla birlikte bu daha çok 12 Eylül faşizminin baskısına ve yaratmış olduğu örgütsüzleştirme ve tahribata bağlı olarak açıklanıyordu. Ayrıca emekçi semtlerinde çeteleşmiş sivil faşist güçlerin halka karşı gerçekleştirdikleri saldırılar vardı. 12 Eylül’ün faşist yasaları ve kurumları, polis terörü, en küçük eylemleri dahi bastırmak için azgınca saldırılar sürmekteydi. Bunlara karşı mücadele, gündemdeydi. Bu nedenle toplumsal koşullardaki, semtlerdeki değişim, çalışmalardaki tıkanmalarda fark edilse de bunu açıklama biçimimiz farklı oluyordu.

Halk içerisinde de hemşehri dernekleri gibi paralizasyona karşı dayanışmayla varolanın içerisinde kendisini korumaya çalışan arayış ve tutumlar vardır. Dinci hareket ise bunu kendi tarzıyla camiler ve evlerde kadın toplantıları biçimiyle yaygınlaştırarak yapmaya başlamıştı. Daha ideolojik -şeriatçı- daha dar ve homojen, daha dinsel olandan, daha geniş, daha kapsayıcı, iç yapısı daha esnek, kapitalizme ve bireyselleşmeye doğru çözülen, seküler, kendi tarzında dayanışmacı, yeni ritüeller oluşturan -türbanın yaygınlaştırılması gibi- tarikat biçiminden cemaat ve vakıf biçimine doğru geçişin ve bu temelde örgütlenmenin ilk açılımları yapılmaktaydı.

Durumun, resmin daha açık ortaya çıkışı, ’96 1 Mayıs’ından sonraki dönemde kitle hareketinin gerileme ve durgunluğa girmesiyle oldu. Gazi sonrası belirli alan ve bölgelerde yükselişe geçen antifaşist mücadele, ’96 1 Mayıs’ından sonra tehlikeyi gören devletin saldırılarıyla başlayan bir dağılma ve çözülme sürecine girmiş, neoliberalizmin çözücü etkisi ayrıştırma ve yozlaştırma biçimiyle antifaşist mücadelenin gücünü oluşturan gençlerin de çoğunu içine alarak hızla hakim olmaya başlamıştı. Devlet tarafından da önü açılan ve desteklenen bir politikaydı bu. Kürt ulusal hareketi ateşkes süreciyle belirginleşen bir gerileme dönemine girmiş, emekçi memur hareketi durağanlaşmış, işçi hareketi “özelleştirme” saldırılarının olduğu yerlerde mevzi direnişlere inmiş, sendikal hareket hızlı bir gerileme sürecine girmişti. (İlerleyen süreçte Kürt ulusal devrimci hareketinin de gerilemesiyle -onu gerileten temel faktörlerden biridir aynı zamanda- Kürdistan’da da neoliberal kapitalist ilişkilerin kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimiyle içiçe geçerek artması, bunun da ulusal hareketi, zayıflatan ve çözen bir etken haline gelmesidir. Kürt işbirlikçi burjuva ve kapitalist ilişkiler içerisindeki feodallerinin, AKP ve son dönemde Güney Kürdistanla da kurulan ilişkiler üzerinden genişleyen etki, ulusal hareketteki iç çözülme -reformist politikalara geçiş, DTP yapısı, gücüne karşın kitle desteğinin zayıflığı- iç içe geçmektedir.)

Bu dönemde hatta sonrasında -ve halen de- sınıf mücadelesi içerisinde durum olgular düzeyinde görülüp değerlendirilse de konjonktürel sonuçlar çıkartmanın ilerisine geçilmiyordu. Her zamanki gibi olgucu bakış hakimdi. (Bu bakışın daha sonraki dönemdeki uzantısı ve yansıması semtlerdeki antifaşist gençliği de içine alan yozlaşma, lumpenleşme, çeteleşme nedeniyle semtlere yüz çevirmek nispi bir sınıf yönelimiyle birlikte geri bir işçiciliğe kaymak oldu. Birçok y. ımız semtlere adım dahi atmak istemiyorlardı! Yu. y. tarafından hazırlanan Ö. sel r. taslağı da bu dönüşümü kavrayan bir sınıf analizi geliştirmek ve onun içerisinden bakmak yerine yüzeysel sonuçlar çıkartmanın ötesine geçemiyordu. Semtlerde ortaya çıkan durumu sistemdeki içsel dönüşüme bağlı olarak sınıfın yapısındaki değişim, yeni sınıf durumları ve ilişkileri temelinde ele alan, siyasal süreçle ilişkilendiren sınıfsal analiz Kent Yoksulları broşürü ile gerçekleştirildi.)

2000’LER SONRASI, YAKIN DÖNEM

Bu dönemde sınıf hareketleri ve genel kitle mücadelesi açısından gerileme sürmektedir. Neoliberal toplumsal dönüşüm yıkıcı sonuçlar yaratmaktadır. 2001 krizinin ardından emekçi sınıflar daha derin bir çözülme içerisine girmiş, kapitalizmin kölelik bağları çoğalmıştır. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bütününde üretim ve emek organizasyonlarındaki değişim ve neoliberal ideolojik biçimlendirme, krizle birlikte daha ağır yaşam koşullarına mahkum edilen ve birbirine karşı daha acımasız bir rekabete sokulan emekçi sınıfların iç parçalanma ve dağılmasını hızlandırmış, onları tümüyle örgütsüz ve birbiriyle rekabet halindeki bireyler haline getirmiştir. Yeni üretim organizasyonları, taşeron ve fason üretim biçimleriyle iyice parçalanmış, neoliberal kapitalizmin istediği koşullarda bireysel sözleşme imzalayacak savunmasız, dayanışmasız, birlikte hareket etme yetisini kaybetmiş işçi grupları ve bireyler durumuna indirmiştir. Sendikal bilinçle sınırlı sınıf bilinci, sendikal hareketin yenilmesi, dağılıp çözülmesi ve sendikal mücadelenin çok alt düzeylere inmesiyle dar bir öncü işçi grubu dışında kaybolmuş, işçilerde kimlik tanımı, neoliberal postmodern bir çizgiye çekilmiş, kimlik, sınıf kimliğiyle değil yöre, milliyet, din, mesleğe bağlı olarak tanımlanır olmuştur. Bu dönem, kaybedilen işçi onuruyla her koşulu kabul ederek ve aşağılanarak çalışma, sınıf kardeşiyle kıyasıya rekabet ve ahlaki düşkünleşme biçiminde toplumsal çürüme sınıf içerisinde etkisini artırmıştır. Orta sınıflarda elinde varolanı da kaybederek işçileşmeye doğru bir erozyon yaşanırken işçileşme sürecine giren fakat büyük çoğunluğuyla işçileşemeyen büyüyen bir kent yoksulları kitlesi ortaya çıkmıştır. Kriz koşullarındaki kapitalist çözülme ve ayrışmayla lumpen proletarya kitlesi de hızlı bir büyüme göstermektedir. Öte yandan AKP ye taban oluşturan Anadolu ve orta burjuva ağırlıklı burjuva kesimde (ve onların yönlendirip biçimlendirdiği ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal dayanağını ve gücünü oluşturan kesimlerde), ihracata dayalı ekonomi modelinin sağladığı bir palazlanma, iş imkanlarında artma, hızlı büyüme gerçekleşmektedir. Bu kesimler kapalı ve yerel düzeydeki ticari ve sınai ilişkiler alanından ihracata dayalı ekonomik modelle daha geniş bir pazara ve dünya ekonomi sistemine entegre olmaya doğru, kapitalist ilişkiler alanında genişleyen bir değişim sürecine girmiştir. Tarikatlerin cemaatlere dönüşümü de bu süreçte hız kazanmıştır.

Bir yandan “ihracata dayalı ekonomi modeli” olarak adlandırılan sermaye birikim modeli, “özelleştirmeler”, sözleşmelilik, kayıtdışılık, üretimin enformalleşmesinde artmalarla işçi sınıfını daha örgütsüz hale getirip artıdeğer sömürüsünü yoğunlaştırırken, kapitalist üretim ilişkilerinin daha yaygın ve derinlemesine olan gelişimiyle proleterleşme hız kazanıyor ve kapitalist sömürünün farklı biçimleri tüm alan ve düzeyleri keserek daha yaygın ve etkin hale geliyordu. İhracata dayalı model, küçük orta ölçekli sınai ve ticari işletmelerdeki artış ve büyümeyle kapitalist üretim ilişkilerinin Anadolu’daki en geri ve kapalı bölgelere doğru da hızla derinleşerek yayılmasıyla bu bölgeler, metropollerle ve kapitalist dünya ekonomisiyle hızlı bir entegrasyon sürecine girdi. Önceki sınıf yapı ve ilişkilerinde, feodal ve sınırlı ticari kapitalist ilişkilerin belirlediği içe kapalı kültürel yapıda bir değişim gerçekleşmeye başladı. Yine bu model temelinde artan meta ihracatı, ticari ve kredi ilişkileriyle dışa doğru genişleyen ve dünya ekonomisine bağlanan, bağımlılık ilişkileri bu yönde gelişen, yükselişe geçen orta burjuvalar, bu yükselişin ekonomik olduğu gibi dini kültürel etkenlerini de kullanarak sağladıkları toplumsal destekle siyaset alanında etkinleşen bir güç olarak ortaya çıktılar. İşbirlikçi tekelci sermaye ise, uluslararası yeni işbölümünün verdiği imkanlarla bir dizi bölgesel kültürel etken ve avantajları da kullanarak sınai ve ticari yatırımlarla geniş bir coğrafyaya açılmaktaydı. Ki bu açılım sadece işbirlikçi tekelci burjuvaziyle sınırlı da değildi; sermaye ihtiyacı büyük Türki cumhuriyetlere, Romanya, Arnavutluk gibi ülkelere ticaret ve küçük yatırımlarla giren orta, hatta küçük esnaf yatırımları muazzam bir artış göstermekteydi. (Bu gelişmeler, sadece işbirlikçi tekelci sermaye ve AKP’ye destek veren orta burjuva kesimlerin gelişimi ve büyümesiyle sınırlı sonuçlar yaratmaz; Türki cumhuriyetler, Afrika, Güney Kürdistan’a kadar uzanan CIA destekli Fetullahcı misyoner yayılması, MHP’nin Erzurum vb. bölgelerdeki yerel burjuva desteklerinin ticari açılımları, Kürt burjuva katmanların palazlanması gibi farklı gelişmelere ve oluşumlara da yol açar.)

Tüm bunlar, Türkiye’deki toplumsal değişimi, görülmedik bir biçimde hızlandırdı. Neoliberal düşünüş ve birey oluşumu, ekonomik alandan başlayarak en geri, dışa kapalı, tutuculuğun egemen olduğu bölgelerde varolan durumu, yaşam tarzı ve ilişkileri sarstı, değiştirdi. Değişen toplum yapısı, medya gibi hızlandırıcı etkenlerle de ivme kazanarak bu bölgelerde de görülür hale geldi. Bu bölgelerdeki toplumsal sınıfsal değişim, önceki toplumsal sınıfsal yapı ve ilişki biçimlerinden bir kopuş gösterse de bu önceki biçimleri değişime uğratıp içerimine alarak gerçekleşiyordu. KOBİ orta burj.nin gelişimi, kapitalist üretim biçimini daha yaygın hale getirir; ancak, küçük iş yerlerinde dağınık olarak var olan işçi sınıfı organize sanayi bölgelerinde hızlı bir sayısal artışla ortaya çıkarken, sınıfın bu gelişimi, cemaatsel ilişki ağıyla engellenip perdeleniyordu. Keza neoliberalizme eklemleniş, geleneksel olanın, önceki kültürel siyasal yapının korunması ve kendi içinde değişime sokulması biçiminde gerçekleşmekteydi. Değişimi sınırlandıran ve perdeleyen bu içiçe geçişle birlikte, toplumsal sınıfsal yapı en geri ve kapalı bölgelerde de neoliberal dönüşüm sürecine sokulmuştu. Oluşan ve ortaya çıkan öncekinden farklıydı. Tüm bu gelişmeler, kapitalist üretim ilişkilerini daha yaygın ve derinlemesine hakim kılarken, sermaye birikiminin aldığı neoliberal biçim, toplumu, sınıfları daha bireysel ve grupsal olana doğru çözüp bu temelde yeniden şekillendiriyordu.

2001 krizi, ülkedeki en sarsıcı ve yıkıcı krizlerden birisiydi. Sermaye yıkımlarının ötesinde toplumda yarattığı yıkıcı etki, etkisini sonraki yıllara da yayarak ve büyüterek gösterdi. Devrimci hareket bunu kavrayacak, kavrasa da buna uygun bir müdahale geliştirebilecek durumda değildi. Devrimci ö.ler, F tipi süreciyle dar bir gündemin içerisine hapsedilmiş ve sıkışmışlar, darlaşmış ve zayıflamış yapılarıyla kendileri bir krizin içerisine girmişlerdi. (“İçerde-dışarda hücreleri parçala” gibi doğru sloganlar üretilse ve bir perspektif oluşturulsa da faşizm, devrimci hareketi kendisini savunmakla sınırlı dar bir alana, kendi gündemleri içerisine hapsetmişti.)

Göreli farklılık gösteren bir-iki ö. dışında Ö.lerdeki iç dağılma, merkezi yapı zayıflaması F tipi yenilgisiyle de birlikte derinleşerek sürdü. F tipi süreci, daralmış ö. güçlerinin tüm enerjilerini ortaya koydukları, “İçerde dışarda hücreleri parçala” da ifadesini bulan doğru sloganlara karşın kitle hareketindeki gerileyiş, devrimci ö.lerin kitlelerle zayıflayan bağları, devrimci hareketin kendisini savunmakla sınırlı dar bir alana hapsolması, P/C gibi ö.lerin sekter, sol tasfiyeci politikaları nedenleriyle bu dönem, hareketin demokratik güçlere doğru nispi, anlık ve çok sınırlı açılımları dışında kitleselleşemediği bir dönem oldu. Sınıf ve kitle hareketi bütünüyle gerilemiş ve durgunluk içerisine girmişti ve ÖO direnişinin onunla buluşabilme imkanı yoktu. 2001 krizinden sonra küçük esnafın öfkeli eylemleri patladığında direniş ivme kaybetmişti ve bu dinamikle buluşabilecek bir durumda değildi.

Direnişin yenilgisiyle de birlikte, merkezi yapıları iyice zayıflamış gerilemiş ve güçleri azalmış ö. güçlerinde artan moral bozukluğuyla birleşen bir dağılma gerçekleşti. ’90’ların ortalarından bu yana süregelen her düzeydeki gerileme ve güç kaybının devamı olan bu gelişim, alınan yenilgiyle birlikte daha derinleşen moral çözülmenin hız kazandırdığı bir iç kırılmaya dönüştü. Devrimden ve ö.lerden uzaklaşma, kopuşlar arttı. İç ö.sel bağlar zayıfladı; yaşam ikiye bölündü ve devrimcilik, part-time’laştı. Neoliberal kapitalist toplumsal dönüşüm, meta hakimiyetindeki genişleme ve artışın oluşturduğu zorunluluklar ve metaların çekim etkisi, neoliberalizmin ideolojik etkisindeki artış ve toplumun ve bireylerin yaşamını belirler hale gelmesi sadece kitleleri değil, ö.lerdeki zayıflamayla da hız kazanarak devrimci kadroları da etki alanına aldı. Meta hakimiyetindeki artma, emekçi semtlerinde genellikle işsiz olup devrimcilik yapan antifaşist gençlerin bir bölümünü yozlaşma ve çürüme batağına çeker ve buradan kendilerine bir “kolay geçim kapısı” açarlarken, bir bölümünü de -ağırlıklı olarak enformel sektör ve part time işlerde- işçileştirdi.

Bu gelişme devrimci örgütlerin kadro ve güçlerinin sınıf bileşiminde de yansımasını gösterdi. Liberal, lumpen proleter yozlaşma, öte yandan emekçileşme (daha çok yarı işçileşme), örgütsüzlük ortamında artan liberal etkiyle birlikte bu etkinin tümüyle dışında kalamayan sınıf yönelimi ve davranışı ortaya çıktı. Liberal bireysel düşünüş ve davranış, yarı anarşizan görüş ve tutumlar sadece örgütsüzleşen, ö.lerden uzaklaşan kişilerde değil örgüt yapıları içerisinde de yaygınlaştı.

2000’LERİN BAŞLARINDAKİ Ö.SEL DURUMUMUZ

2000 ve izleyen yıllarda merkezi yapısını koruyabilen, kurumsal yapılar oluşturabilmiş, çalışmalarını geri düzeyden de olsa sürdürebilen; İKİ, Merkezi ö.sel yapı olarak zayıflamış, kadro güçlerinde büyük kayıplar yaşamış da olsa çevre-kitle güçleri ve yan kurumlarıyla bir faaliyet sürdürebilen, geri düzeyde bir devamlılık gösterebilen; ÜÇ, Dönemde, süreçte ortaya çıkan nispi farklılaşmaları, şu ya da bu olayı kısmen değerlendirerek alansal ya da merkezi düzeyde güç toplayabilen ö.ler göreli bir farklılık oluşturdular. Bizde ise, merkeziliğin kaybolması, ö.sel ve alansal kurusallaşmanın gelişmemiş oluşu, çevre güçlere dayalı az çok istikrarlılığı olan süreklileşmiş bir kitle temelinin hemen hiç olmayışı nedenleriyle bu dönemde iç dağılma hız kazandı. Ö.sel yapı merkezilikten çevreselliğe doğru geriledi. Çevresellik, dergi çevreselliği ve alan çevreselliğine doğru geriledi ve alanlar arası uyumsuzluk ve sürtüşmelerin arttığı, alan federalleşmesinin ve dar kısımcılığın öne geçtiği ve güçlerin artan bir biçimde birbirleriyle kör bir rekabet ve sürtüşme halinde oldukları bir yapı ve iç ilişkiler sistemi oluştu. Yeraltı fiilen tasfiye oldu. Yeraltında bulunan bir-iki y. -o dönem bir operasyon daha yenilmişti- kaç göç durumuna düşmüşler; çalışmaları bırakalım yönetebilmeyi legal alanla tüm bağları kopmuş, yerel düzeylerdeki sınırlı ö. çalışmasının dahi dışına düşmüşlerdi.

Ne bu y.lar ne legal alandaki sorumlu y.lar, mevcut durumu bir anda değilse de farklılaştırmaya başlayacak bir perspektife, yön kavrayışına, irade ve moral güce sahiptiler. Legal alanda en iyi durumda olanlar, bir alan içerisinde bulundukları noktada bir şeyler yapmaya çalışıyor, alanlar arasında da koordinasyon kurularak çalışmalar bütünleştirilmeye çalışılıyordu. (Ö.ü yukardan aşağıya merkezi bir örgütlenme ve faaliyet içerisinde toplamayı merkeze koymayan alanları bir araya getirerek gerçekleştirilen bu koordinasyona dayalı iş yapma şekli, alan çevreselleşmeleri ve sürtüşmeleri nedeniyle işlevsizleşmiş ve kendisi sorun yaratıcı olmuştu. Legalizasyonun ve dedikoduculuğun alanını genişletmişti. Buna karşın kör bir alışkanlıkla ısrarla sürdürülmeye çalışılıyordu. İşçi Kurultayı öncesinde bir köstek haline gelmiş bu ilişki sistemine son verildi.) Gençlik, merkezi yapısını görece koruyup, bölgelerle bağlarını sürdürüyordu. Ö. ün genel ve toplam durumu bir dergi çevresi görünümündeydi. Tüm ilişkilerin legal alandan kurulduğu, düşünüşe ve davranışa bunun egemen olduğu, legalist ve part-time’laşmış, çevreselleşmeye doğru gerilemiş bir devrimcilik tarzı, egemen hale gelmişti. İlişkiler ve faaliyet son derece zayıflamış, daralmış ve böyle bir noktadan ve alan koordinasyonlarıyla yürütülür haldeydi. Mücadelenin militan devrimci biçimlerinden uzaklaşılmış, düşünsel ve ruhsal bir yabancılaşma oluşmuş, ö.sel yapımız, X yapısı olmaktan çıkmıştı.

Bu dönem içerisinde alan içi ya da ABD emperyalizminin Irak işgali sonrasında nispi hareketlenmelerle merkezi toparlanma girişimleri oldu. Sınıfa yönelim, işçi gazetesinin alanda çalışma yürüten güçlerle çıkartılmaya başlanması gibi ileri bir adım; durumu kavramaya ve açıklamaya çalışan teorik çalışmalar, ö.sel politika geliştirme arayışları oldu. Pratik çabalar zayıf ve anlıktı. Çeşitli yönlerdeki çabaların bir eksen etrafında birleştirilmesi gerekiyordu. Bu dönemdeki çalışmalar, yön kazandıran, güçleri içerden örgütleyen ve çalışmayı farklılaştıran bir nitelikte değillerdi. Yanlış atılan adımlar vardı. Örneğin tek yayın olarak teorik dergi, bir faaliyetin örgütlenmesine, yönlendirilmesine ihtiyacının yakıcılaştığı ve bunun siyasal bir dergiyle karşılanabileceği bir dönemde yanlış atılmış bir adımdı.

Bu dönemde önderlik bileşenleri açısından ise durumumuz şudur: Dışardaki km üyesi y., yeraltında kaç göç biçimiyle süren yeraltı sürecinde ö. faaliyetinin fiilen dışında kalmış, etkisizleşip silikleşmiş, bu süreçte nispi bir toparlayıcı rol oynamak bir yana görevlerini asgari ölçüde yerine getirmemenin ezikliğiyle paralize olmuş ve özgüvenini tümden kaybetmiştir. Yön çizmekten, buna uygun irade ve inisiyatif geliştirmekten uzaktır. Taşıdığı ö.sel/organsal sorumluluk tam tersi bir davranışı gerektirirken bunların bilincinde olup yerine getirememenin yıkımı ve ezikliğiyle inisiyatifsiz ve iradesiz bir durumdadır. Kömdeki y. lar, az sayıdaki kadrolar legal alanda, parça çalışmalar üzerinden bir şeyleri var etmeye uğraşsalar da bu çalışmalarda yönsüz, ö. güçlerini toplayıcı ve süreci yarıcı olmaktan uzak ve genellikle de sonuçsuz kalan ve sonrasında da dağılan özelliktedirler. Çabaları kendi birikimleriyle sınırlı konu ve alanlardadır. Ö.ü merkezi olarak toplayacak bir perspektif ve dikeyleşen bir irade oluşturmaktan, varolanın dışına ve üstüne çıkan bir tutum geliştirebilmekten uzaktır. Legal alan şekillenişinin dışına çıkabilecek özelliklere sahip değillerdir. Rutinin tekrarı hatta yanlış kararlarla da maluldürler. Bununla birlikte onların ve alanlarda çalışma yürüten y.ların bir şeyler yapma, varolanı farklılaştırma çabası olarak anlamlıdır. Böylesi dönemlerde bir şeyleri ayakta tutmaya ve kendi içerisinde geliştirmeye çalışmak, devrimcilik ve ö. adamı duruşu olarak değerlidir. Yapılanlar, yapılabilenler çok sınırlı bile olsa ö.geleceği açısındanda çok önemlidir. Bir dönem okuyuşu açısından bunları belirtmek gerekir. Fakat bu çabaların uçları kırıktır, çıkış yaratıcı ve durumu değiştirici değildirler. Köm bileşeninde çemberin dışına çıkmaya çalışan bir tutum, zorlayıcı ve dönüştürücü bir irade olmadığı gibi verili durum ve ilişkileri kabullenmişlerdir ve onun üreticisi olan bir konumlanış içerisindedirler. Temel kadrolar, genel ö.güçleri açısından da durum farklı değildir. Daha sonra sorumlu y. lar tarafından doğru ve açık yürekli bir biçimde yapılan ö.sel durum tespiti, FİİLİ TASFİYECİLİK HALİ kendi kendini üretir durumdadır. Böylesi durumlarda önderlik, varolanın içerisinde hareket etmeyi değil onu bütün yönleriyle ve doğru olarak çözümlemiş olarak, en başta ona teslim olmayacak onun üstüne çıkacak ve karşısına geçecek -kopmadan ama karşısına geçecek- bir düşünüş ve iradeyi ortaya koymayı, bir strateji oluşturmayı ve stratejik bir kararllıkla yürümeyi, geri çekiciliklere, dağıtıcılıklara, herkesin bir baş olmasına, fiili tasfiyecilik halinin bir yaşam tarzına dönüşmüş olmasına, politik kaymalara vb. vb. karşı çalışmaları farklılaştırmaya başlamakla birlikte dönüştürücü hamlelerle savaşmayı gerektirir. Tabii ki, bunu kendisinden başlayarak yapmalıdır. Köm’deki y.ların ve o dönemdeki az sayıdaki kadrolarımızın bir şeyleri var etme, tutma, kendi içerisinde geliştirme çabaları arayışları oldu fakat kendileri de durumun bir parçası olmanın ve onu yeniden üretir olmanın dışına çıkamadılar. Bunun düşünüşüne, önderlik iradesine ve ö. adamlığına sahip değillerdi.

F tipi sürecinin başlarında gerçekleştirilen askeri eylemin üzerinde de durmalıyız. O dönemde çıkışsızlık ve çözümsüzlük içerisinde ö.ün içerisinde bulunduğu durumu ve yol açabileceği sonuçları hesap etmeden gerçekleştirilen askeri eylemin yanlışlığı açıktır. İyice zayıflamış ö. yapımızın yeni kayıplarına, ö.lülüğün tümden kaybedilmesine yol açmıştır. Bizde öteden beri bu türden yapılan yanlışlar devrimci bir algı ve hoşgörüyle karşılanıp eleştirilse de üzerinden atlanıp geçilen oldu. Bu tür sol küçük burjuva çıkışları, güçler dengesi ve örgütsel koşullarımızı hesap etmeden girişilen eylem ve tutumlar, örtük bir hoşgörüyle karşılandı. Bu düşünüş içerisinde gerçekleştirilen eylemlerle, bir eylemin somut planlanmasındaki eksikliklerden kaynaklı olan ya da eylem esnasında olağan olmayan bir durumun doğmasıyla ortaya çıkan yanlışlar ve sonuçlar arasında bir ayrım konulmadı. Dolayısıyla tekrarlarına da kapı açık bırakıldı. Bundan dolayı, somut güçler dengesini, sınıf mücadelesinin durumunu ve ö.sel durumumuzu doğru biçimde değerlendiremeyen, keza küçük burjuva devrimci tarzın etkili olacağı düşüncesiyle komünist ve sınıf devrimcisi düşünüşü ve sorumluluğundan uzak biçimde hareket eden tutum ve davranışlara karşı net bir tavır alış ve mahkum etme yaklaşımımız olmalıdır. Çünkü bunlar başarılı olsun ya da olmasın küçük burjuva ideolojik öz ve düşünüşe, onun hareket tarzına dayanırlar. Sol küçük burjuva devrimciliğinin belirli dönemler içinde etkili olan, fakat nihai sonuç yaratmayan eylem tarzının etkisiyle gerçekleştirilen eylemlerdir. İşçi sınıfı içerisinde çalışma ve sınıfın eylemlerine karşı onları kabaca ekonomist ve yasalcı görüp uzak durmayla, hatta küçümsemeyle de birleşiktirler. Asıl gücün ve sonuç yaratıcılığın orada yattığı sözel olarak kabul edilse de gerçek kahramanın kitleler olduğunu yadsımayla da içiçedir. Bunu geliştirmek için zorlu bir emek ortaya koymak yerine kestirmeden sonuç alıcı küçük burjuva tarz, dar ö.sel eylem ve onun militanlığı kolay tercih ve baskın tarz haline getirilir. Bunlar, devrimci bir tatmin, görevlerin yerine getirilmiş olduğu duygusu da oluşturur. Bu eylem de, çok sınırlı bir ö. gücünün kaldığı ve yeni güçlere ulaşma koşul ve imkanlarının yok denecek kadar azaldığı, merkezi yapının fiilen kaybedildiği bir kesitte gerçekleştirilmiş olmasıyla katkı sağlamak bir yana sonrasında yenilen darbeyle birlikte her düzeyde iç dağılmayı, örgütsüzleşmeyi hızlandırıcı bir rol oynamıştır. Son derece kesitsel/ansal , stratejik bir düşünüşe uzak, ö.sel koşullarımızı hiç hesaba katmayan bu eylem sonrasında yarattığı örgütsel sonuçlar, verdiği zararla birlikte o dönemin üzerinden atlanıp geçilemeyecek yanlışlarından biridir. Fiili tasfiyecilik halini aşma sürecimizde devrimci militanlık eşiğini yükseltme, emeğin yumruğu gibi açılımlarla işçi sınıfının mücadelesinin devrimci ihtiyaçlarına yanıt vermeye giriştiğimizde yine yanlış eylemsel kararlarımız, hazır güçlerin olmamasından gelen hatalarımız, planlama zaaflarımız olacaktır. Fakat bunlara yönelirken küçük burjuva tarzla ve onunla kolayca içiçe geçen sınıf temelli düşünüşe ve stratejik düşünüşe uzak dar örgüt militanlığı biçimiyle sınır çekerek ilerlemeliyiz. Adım ve eylemlerimizin sınıf hareketini ne yönde etkilediği, geliştirici olup olmadığı, ö.müzün dönemsel ve stratejik gelişimi içerisindeki etkisinin ne olduğu ve olacağı düşünülerek gerçekleştirilmelidir. Bu konuda da hata yapmaktan da kayıp vermekten de korkmayacağız; kimi durumlarda gözümüzü karartacak, üst düzeyde bir adanmışlık ve cesaret de göstereceğiz, başka türlü bir adım dahi ilerleyemeyiz, sınıf ve örgüt militanlığı eşiğini yükseltemeyiz. Fakat bu adımları doğru kriterleri uygulayarak ve her birini ölçerek biçerek atacağız.

KM nin birikim ve deneyimi olan bir üyesinin ve diğer bazı üyelerinin sürece müdahil olma imkanına kavuştukları dönemde de ö.sel durumda bir değişiklik olmadı. Birkaç yol.la yapılan iki toplantıda çizilen yön, politik bir hareketlenme yaratarak ve alanları koordine edecek toplantılarla durumu değiştirmeyi amaçlıyordu. Bu girişimler sonuçsuz kaldı.(Yu. Yol yazdığı ikinci rap. Taslağında bu süreci derin bir subjektivizmle ve doğru sonuçlar çıkartmaktan çok çok uzak bir bakış açısıyla anlatmaktadır. Dışarda olmasına karşın neden bir tek taşı bile yerinden oynatamadığını, küçük bir değişikliğin dahi olmadığına dair ise hiç bir şey söylememektedir. Doğru bir konumlanma, ö.le doğru bir ilişkilenme içerisine girip girmediğinin bir değerlendirmesini de yapmamaktadır.) Bu yönlendirme girişimi, ortaya çıkan toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel değişimlerin içerisinden bakan ve bunun çözümüne yönelen tarihsel-stratejik bir kavrayıştan uzak olduğu gibi varolan ö.sel-kadrosal durumun kavranışından da uzaktı ve dar bir dönem kavrayışı içerisinden iradi bir hareketlenme öneriyordu. Ve sadece öneriyordu! Önermenin ötesine geçen, bu sürece önderlik edecek bir konumlanış ve ilişkilenmeye sahip değildi. O toplantılara katılan y. ların bir tekinin dahi -içinde bulundukları ortam, sahip oldukları düşünüş ve psikolojileri nedenleriyle- kendi başlarına bunu yapacak, yapabilecek bir iradeyi ortaya koyacak durumda olmadıkları da apaçıkken. Birkaç y.la yapılan bu iki toplantı o birkaç y.ı dahi ö.leyici olmadı. Söylenenlerin eksikliği, doğruluğu yanlışlığı bir yana ö.sel bir önderliğin ve ö.sel bir iradenin varlığını gösterecek, bunu adım adım kuracak bir ö.sel yönetime, bu biçimde bir önderliğe yakıcı bir ihtiyaç duyulan bir dönemde buna uzak duruldu. Buna uygun bir konumlanışa girilmedi. Ö.sel durumumuzdan çıkış alan ve ö. güçlerini ö. ekseninden toplamaya ve harekete geçirmeye çalışan bir tek genelge dahi çıkartılmadı.

Yapılacakların, yapılması gerekenlerin söylenmesi eğer az çok oturmuş ve işleyen bir ö. yapısı varsa yeterli olabilir. Fakat son derece yıpranmış, içsel bir dağılma yaşayan, çevreselleşmiş, o güne dek ne yapılmışsa istenilen sonuçların alınamamasıyla, bir değişikliğin olmayışıyla yön duygusunu dahi kaybetmiş, iradesizleşmiş bir yapı ve onun bu durumdaki güçleri söz konusuysa, alan çevreciklerine doğru da gerilemiş bir dergi çevresi tablosu varsa sadece dışa doğru hedefler koyarak ve yapılacakları bir liste halinde sıralayarak durumda bir farklılaşma yaratılamaz. Görece daha diri durumda olan y.lar dahi şu ya da bu parçada bir şeyler yapmaya çalışıyor ve parçalar arası bağ kurarak çalışmaları birleştirmeye çalışıyorsa ve sürecin tüm yıpranmışlığı, y.ların tepkileri onlar üzerinde toplanmışsa misafir oyuncu gibi devreye girerek -ki hepsi birkaç y. la yapılan ve hiçbir iz bırakmayan iki toplantıdır- önerilerde bulunmak değildir önderlik. “Ben bunları söylemiştim” demenin dışında bu türden bir önderlik hiçbir işe yaramaz; bunu söyleyene de kendini sadece kendisi ve inandırabildikleri nezdinde haklı çıkarmak dışında bir faydası da olmaz. Eğer söylediklerin ve yaptıkların durumda bir değişiklik yaratmaya başlamışsa bir anlam ifade eder. Ancak o zaman bir değeri olacaktır. Yapılacakları sıralamak, görevlerin yığma halde y.ların önüne konulması, eziciliğe dönüşen “misyon hatırlatmalar” bırakalım harekete geçirici olmayı, daha konuşulduğu anda eriyip dağılıyor, güven kazandırmak bir yana iten ve uzaklaştıran, yapılamazlık duygusunu güçlendiren bir sonuca yol açıyorsa bu önderlik tarzı üzerine düşünmek gerekir. Bu önderlik tarzı, sonrasında dışardaki km üyelerince yükü ve sorumluluğu Köme yıkan, kendilerini bu şekilde aklayan ezici bir tarza dönüşmüştür. Km çoğunluğunun bastırmacılığa ve bürokratizme evrilen tavırlarının ilk dönemlerinde bu, çalışmalara dışsal kalma ve dışsallaştırma tutumu vardır.

Bu durum ve koşulların önderlik tarzı, her türlü gerici ve geriye çekici eğilimle de savaşacak ama aslolarak çevreselleşmiş yapıyı içerden ö.leyerek, merkezileşmeyi yeniden sağlayarak ilerleyecek, çalışmaları ileriye doğru farklılaştıracak, güven ve özgüven oluşturacak, devrimci dönüşümü önünü hedef olarak koyan içerdenleşmiş ve kurucu nitelikte bir önderlik tarzıdır. Süreçle, varolan zayıf yapı içerisindeki gelişme dinamiklerini yakalayıp buluşturabilen, bunlar üzerinden çalışmaya bir ivme ve süreklilik kazandıran, stratejik bir yaklaşımla düzlemsel geçiş ve sıçrama için güç biriktiren bir önderlik tarzı: Gerekli olan buydu. Bunların olabilmesi de öncelikle kafaca bu durumun üstüne ve dışına çıkabilmeyi, bir strateji oluşturmayı ve bu stratejiye uygun olarak duruma tabi olan değil durumu buna göre yönlendiren ve biçimlendiren içerdenleşen bir önderlik gerektirirdi. Olması gereken bunlardı.

İleri düzeyde deneyim ve birikime sahip KM üyesi yol. kafaca ve ruhça kendisi de buna uzak olduğu gibi, bu dönemdeki temel yanılgısı, ö. çalışmasını merkeze almayıp ÖO’nun sonlandırılmasına dönük işlere yönelmesidir. Birincisi bu ö. müzün o gün içerisinde bulunduğu durumda doğru olmayan bir seçimdi. Ki bu sadece yanlış bir seçim olarak görülemez. Ö.çalışmaları merkezli konumlanma sorumluluk üstlenmeyi, kendini ortaya koymayı, riskleri göze almayı gerektiriyordu. Elbette dikkatlice. Bu yapılmadı. Buna uzak duruldu. İkinci yanlış, devrimci demokratik güçler aşırı zayıflamış ve ÖO’na olan destekler neredeyse durmuş olduğundan liberal reformist, egemen burjuva çevrelere -kimi TÜSİAD’cılara, konsoloslara, Alman Yeşillerine- doğru açılan ve onlarla sonuç almaya çalışan sağ bir politikanın izlenmesidir. Temel yanılgı, F tipi mücadelesinde ö.lerin, içerdeki ve dışardaki devrimci demokratik güçlerin direnişinin, desteklerin son derece zayıfladığı, yenilginin ortaya çıktığı faşist karşıdevrimin üstünlüğü ele geçirdiği bir durumda F tiplerine temel bir karşıtlığı olmayan -sadece aşırılıkları biraz törpülemek isteyen- güçlere dayanarak bir çözümün geliştirilebileceği düşüncesiydi. Bu devrimci ittifak politikası ve diplomasi anlayışıyla çelişen sağ bir politikaydı.

Faşizmin F tipi saldırısını başından itibaren stratejik bir saldırı olarak görüyor ve değerlendiriyorduk. Dışardaki zaten sınırlı olan desteklerin çekildiği, içerdeki direnişin de zayıfladığı, direnişin en temel ve kitlesel gücünün de (P/C) birlikte harekete etmeye sol sekter, tasfiyeci politikalarla karşı çıktığı bir durumda liberal reformist kişi ve kurumların desteğiyle sonuç alınacağı düşünce ve beklentisi bu sağ politikanın temelini oluşturmaktadır. Ö. ün içerisinde bulunduğu durumda örgüt merkezli olarak toplanması ve harekete geçirilmesi, mücadelenin bu temelde yükseltilmeye çalışılması, F tipine karşı da yapacaklarımızı öncelikle bu zeminden yapmak, yapmaya çalışmak gerekiyordu. Bu noktada yapılabilecekler, güçler iyice zayıfladığından çok azdı. Bu durumun da alt belirleyen olduğu bir düşünüş ve ruh haliyle, önü arkası düşünülmeden, faşizmin F tipi saldırısında istediği sonucu büyük ölçüde elde etmiş olduğu bir evrede liberal reformist aydınlara, burjuvaziye dayalı bir siyasal diplomatik çözümle durumun kurtarılabileceği hayaline ve sağ politikasına yönelinmiştir. Ortamın içinde erinip sürüklenilmiş, sağ bir politik misyon benimsenerek uygulanmıştır. (Yu. y.ın rapor taslağındaki içerden çıktıktan sonra ÖO’nun sonlandırılmasına ilişkin girişimleriyle ilgili yapmış olduğu değerlendirmeler tekrar okunmalıdır. Orada çok özel bir rol oynayarak durumu değiştirdiği halüsinasyonuna kapılan bir kişinin neleri başarmış olduğunu okuruz. Şöyle denilmektedir: “Örgüt siyasal bir güç olarak varlığını uzunca bir aradan sonra yeniden, hem de tarihinde çok nadir bir etkinlikte göstermeye başlamıştı. Örgütün stratejik yaklaşımları ve taktik çizgisi temelinde, salt içerde ve dışarıda sol tasfiyeci blok dışında kalan devrimci güçler üzerinde etkili olmakla sınırlı kalmayıp, direnişe en uzak ve kayıtsız güçler ve kesimler üzerinde bile etkili olan ve devleti de sıkıştırmaya başlayan fiili bir öncü konum elde edilmişti.” Direnişteki güçlerin durumu, direnişin geldiği yer bellidir, ö.ün durumu da Yu. yın değerlendirmesiyle “ortada iyi kötü işleyen bir ‘örgüt’, en azından bu denli yorgun düşmemiş az çok deneyimli bir kadrosal çekirdek güç olsaydı” dır, geriye bu büyük başarıyı gerçekleştirecek/gerçekleştiren tek bir kişi kalmaktadır. Yu. yoldaş! O bir kavşakta ö.ün durumunun ağırlığına karşın bir tercih yapmış ve bu çok büyük başarıya imza atmıştır. Söylediklerinden bunları anlıyoruz, buraya kadar tamam, anlamakta zorluk çektiğimiz ise üzerlerinde etkili olunduğu söylenilen “direnişe en uzak ve kayıtsız güçler ve kesimler”in kimler olduğudur. Kimlerdir bunlar? Nasıl bir gidişle, ne yapılarak etkili olunmuştur onlar üzerinde? Bu değerlendirmede F tipi mücadelesinin gelmiş olduğu noktada devrim ve karşı devrim güçlerinin karşılıklı durumları üzerinden sonuçları değerlendiren bir yaklaşım görebiliyor musunuz?)

Bir ö.sel strateji ve yeraltı perspektifinden de yoksun olarak y.dışına çıkışlara kapıyı ardına kadar açan bir politika da izlenmiştir bu dönemde. İçerden çıkan y.ların en azından bazılarını farklı bir konumlandırma arayışına dahi girilmemiştir. Hazır imkanların olmadığı biliniyor fakat, bunun arayışına dahi girilmemiş, hiçbir kayıt konulmamamıştır. Bazı y.lar ö.lü biçimde, bazıları da ö.süz biçimde çıkmışlardır y. dışına. (Bu görüşümü ilk dile getirdiğimde konu kişiselleştirildi. Sağlıksız bir duyarlılık gösterildi. Kıyamet kopartıldı ve duyarlı bir y.ın kişiselleştirdiği hassasiyet kötü biçimde kullanıldı. Kişisel düşünüş ve duygularımızın ne olduğundan değil bir politikadan söz ediyorum. Çıkışlara hiçbir kayıt koymayan bu yaklaşımın sonuçlarını yurtdışında yaşanılan erozyonda da görüyoruz bugün. Bu kadrolar, yurtdışına çekilerek korunabildi mi? Öne geçirilmesi gereken, hiçbir ayrım dahi konulmadan bu uygulanan mıydı? Bu politika 12 Eylül sonrası tasfiyecilik karşıtı uyguladığmız politikanın tam tersi sağ bir kadro politika koruma ve çekilme politikası değil midir? Üstelik sonrasında koşullarını ülke içinde ve bu çekilen kadroların düşünüş ve ruhsallığında hazırlayıp dönüşler gerçekleştirilmiş midir? Üç Mk üyesinin bir teki bile ülkedeki durum ortadayken, Mök’le bu durum aşılamazken ve üstelik bir dizi eleştiriyle birlikte dönemsel taktik önderlikle durumun aşılacağı görüşü savunulurken neden dönmemiştir? Lafazanlık kolay fakat devrimci önder olmak zordur, bu dönemlerin kurucu önderi olmak çok daha zordur.) Ülkede olanların tümüyle legalde olması, ceza durumu olanların y. dışına çıkması bir politika olarak uygulanmıştır. Bu politika ö.le ilişkisi zayıflamış bazı kadrolar ve çevre güçlere de yayılmış ve kendiliğinden çıkışlar da olmuştur. Ve şöyle bir tablo doğmuştur: Görevini yerine getiremediği için istifasını veren km üyesi dışındaki diğer km üyeleri yurtdışında oldukları gibi, görece daha diri sayılabilecek deneyimli kadro gücü çoğunluğuyla dışardadır. Bizim ö.tarihimizde olmayan bir durumdur bu. X’nin 12 Eylül dönemindeki tasfiyeciliğe karşı temelde -özellikle o dönem için- doğru olan yurtdışına çıkmayı yasaklayan politikası terkedilmiş, bununla tümüyle karşıt sağ bir politikanın uygulanmasına geçilmiştir. (Sonraki tartışmalarda bu tasfiyeci politika, imkanların yokluğu -belli bir gerçekliği olan gerekçe budur- yurtdışı-yurt içi ayrımının ortadan kalktığı, Ydk’nın Köm’ün muadili bir organ olduğu, illegalitenin koşullarının değiştiği gibi inceltilmiş tasfiyeci görüşlerle savunuldu. Bazı y.ların devrimci duyarlılıkları da kötü biçimde kullanıldı. Hazindir ki, bu şekilde y.dışına çıkanların çoğunluğu mücadeleyi bıraktı. Diğerlerinin de ülkeyle olan düşünce ve duygu bağları zayıflamış durumdadır. Y.dışı çalışması da, alanda var olan gücü ülkeye yaklaştıran ve oraya doğru yönlendiren bir nitelik ve özellikte değildir. )

Km üyelerinin y.dışına çıkışlarıyla birlikte ülkeyle olan kopukluk artmış ve derinleşmiştir. İlk yıllardaki kopukluklar, Köm üzerinden bilgi ve rapor akışının sağlanmamış oluşu bunun temel nedenlerinden birisidir. Ö.sel ilişki ve sorumluluk ve işleyiş yönünden bunu köm’deki y.ların sorumluluğu olarak açıkça belirtmeliyiz. Fakat sonraki değerlendirmeler ve sorumluluk kavrayışı yönünden bakılırsa Km’nin görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyişini sadece buna bağlayan bir açıklama bir alt organa fatura kesme dışında bir değer ifade etmez. Birincisi orada var olan, geride bırakılıp gelinen nedir? Az çok işleyişi olan bir organ ve bir yapı mı oluşturulup gelinmiştir? İkincisi, bu durum bir vakıa ise Km üyeleri, bir tanesi bile niye en kısa zamanda ülkeye dönecek yeni bir konumlanışa ve bunun hazırlığına girmemiştir. Açıktır ki, köm durumu değiştirecek bir güce, konumlanışa, iradeye sahip değildir. Çemberin dışına çıkamamaktadır. Kendisi fiili tasfiyecelik halinin hem bir parçası hem de onu üreten bir organ durumundadır. İsteklerin, niyetlerin, duyguların, gösterilen çabaların ötesinde bir durum vardır. Km yaklaşımı, Köm üzerinde devrimci bir basınçla birlikte onları da adım adım örgütleyecek bir önderlik yerine yapılan tek şey, sağlıksız demoralize edici bir sıkıştırma, baskılama ve fatura kesme olmuştur. Kendi en temel sorumluluklarını yerine getirmeyen bu organ kendini aklamaya girişmiştir. Böyle bir durumda bir Km’nin yapması gereken, durumu değiştirecek yeni bir konumlanmaya girmek, yeni bir ilişki sistemi kurmak, bir-iki üyesinin, y.dışındaki kadrolardan bazılarının ülkeye dönmesini örgütlemek, fiilen durum değiştirici adımlar atmak değil midir? Genelge, MYO, yönlendirme yazıları, talimatlar yayınlamak, bir ö. ü içerden ö.olarak toparlayacak sistemik, süreklileşmiş bir ö.sel inşa, kurucu faaliyete girişmek değil midir? Belirtilenlerin hiçbirisi yapılmamıştır. Km üyeleri sadece hariçten gazel okumuşlar, hariçten gazel okurken de örgütü yöneten, yönlendiren, kurucu bir nitelik taşıyan, somut ve pratikleştirici bir önderlik geliştirmenin adımlarını atmamışlardır. Km’nin kendisi kurucu bir düşünüşe, örgütün yeniden inşası düşüncesine uzak, çok uzaktır. Fiili tasfiyecilik halinin taktiksel hamlelerle ve bu şekilde militanlık eşiği de yükseltilerek yarılacağı düşüncesindedir. Fakat nedense bunu bugün “Bu tarih bizim” diye sahiplenmeye çalıştıkları önderlik geleneklerimize hiç uymayan tarzda uzaktan kumandayla yapmayı benimsemektedirler. Hızla geriye dönmeyi hedefleyen ve bunun ortam ve ilişkilerini kurmaya girişen bir konumlanma olmadığı gibi, düşünce, duygu ve y. dışı ortam ve çalışmasının niteliğiyle ülkeye yaklaşan değil ondan uzaklaşan, kopan, konformistleşen bir km konumlanması vardır. Karşı yöndeki istek ve duygular olsa da bunlar parlayıp sönen, Km dışındaki bir-iki y. la sınırlı kişisel istek düzeyinde kalan bir niteliktedir.

Organsal konumlanış olarak Km’nin bazı üyelerinin y.dışında konumlanması, keza ülke içerisinde farklı daha geriye doğru, günlük pratiğin uzağında konumlanmaların oluşturulması, örgütsel süreklilik ve önderlik sürekliliği açısından gerekmektedir ve dar ö. ve önderlik düşünüşünden kaynaklı önceki tecrübemizden eleştirel sonuçlar çıkartmak bu yönden de önemlidir. Biz bunları da yapmadığımız için önderlik sürekliliği sağlayamadık. (Dar bir ö. oluşumuzun fiili sınırlılıklarıyla militan devrimci fakat dar düşünüşümüzün ağır sonuçlarını her dönemde mk üyelerinin ardı ardına şehit düşmesi, ele geçmesi, keza İK gibi organlardaki temel kadroların ele geçmesi, şehit düşmeleriyle ödedik. Osman, Fatih, İsmail, Ataman, Tahsin’lerde simgelenen bedel ödemekten korkmayan, kendisini sakınmayan bir önderlik geleneğine sahibiz, bu geleneği devam da ettireceğiz fakat, önderlik bundan ibaret değildir ve bir örgüt sürekliliğini ve önderlik devamlılığını sağlarsa örgüt olabilir. Faşizme karşı savaşım içerisinde ödediğimiz bedeller de ancak o zaman gerçek değerini bulur ve biz ancak o zaman şehitlerimize verdiğimiz sözü gerçekten yerine getirebiliriz. Onlar, sadece bizim şehitlerimiz olarak kalmaz komünizmin ve devrimin şehitleri olarak kitlelere mal edilir, onlar tarafından sahiplenilir.) Fakat, ne km’nin tüm üyelerinin, ne de çoğunluğunun yurtdışında konumlanması doğrudur ne de böylesi bir dönemde ve köm bu durumdayken ö.ün toparlanması ve yönetiminden birinci derece sorumlu, birikim ve deneyimleriyle de bunu yapma gücüne daha fazla sahip bir organın bir tek üyesinin bile içeriye girmemiş olması açıklanabilir. Bunun da ötesinde aslında gerçek ve acı olan şudur ki, km üyeleri durumda değişiklik yapabilecek bir bakış açısına, durum kavrayışına, özgüven ve iradeye, yönelime sahip değillerdir. Ülkeden uzaklık ve Avrupa koşulları onları belirlemeye başlamıştır. Söyledikleriyle çelişen bir yaşam, içi boşalan sol lafazanlığa dönüşen, temel dönüşümleri görüp çözümleyemeyen, ö.sel koşullara uzak, ö.e yabancılaşan gitgide gerileyen, silikleşen, bunu keskin çıkışlarla kapatmaya çalışan bir önderlik tarzı vardır. Sorunun esası buradadır. Bu y.dışına çıkmış kadro düzeyindeki diğer y. lar, keza sayıları ikiyi-üçü geçmeyen y.dışında şekillenmiş temel kadrolar için de geçerlidir. Ö.sel koşullarımızın devrimci yönde değişmesi, fiili tasfiyecilik halinin yarılması isteği ile iç içe geçmiş fakat sorunları ve nedenleri doğru biçimde sıralayamayan, bizzat kendi yürüttükleri çalışmalardaki ve kendilerindeki gerileme ve çözülmeye de gözünü kapayan çelişik düşünüş ve duygular ve gerileyen bir yaşam tarzı içerisinde bir yurtdışı çalışması/YDK çıkmıştır ortaya.

Bu döneme ilişkin olarak km çoğunluğu hala soruna doğru bir açıdan bakmaya uzaktır. Onlara göre sorun köm’ün kendilerine bilgi ve rapor akışı sağlamamasında, kendilerinin ilettiği görüşlere uygun davranılmamış olmasındadır. Bu iletilenlerde durumu değiştirici kaydadeğer bir görüş yoktur. Bunu geçerek, bu söylenenleri olduğu gibi kabul etsek bile birincisi, km, köm’ün alt organı değildir. Son dönemde kendilerince tekrarlanıp durduğu gibi iki kongre arası ö.faaaliyetinin bütününün yönetiminden, yürütümünden sorumlu organdır. O zaman bir muhalefet organı gibi davranmak ve “söyledik yapılmadı” deyip durmak yerine niye fiilen işin içerisine girecek mekanizmalar, ilişkiler, konumlanmalar gerçekleştirmemiştir? Niye bir tek Km üyesi ülkeye girmemiştir? Km’de ne durumda değişiklik yapabilecek bir bakış açısı, bir strateji ve somut bir plan vardır, ne de yapmaya dönük bir girişim, düşünce ve ruhsallık vardır. Bu organın üyeleri, y.dışında ülkedeki mücadeleden uzaklaşmaya yüz tutan konformist, gitgide darlaşan yeni bir yaşam ve ilişki sistemi içerisine girmişler ve onun içerisinde erimektedirler.

Birikim ve deneyimi daha fazla olan km üyesinin ve diğer KM üyelerinin bazılarının ülke içerisinde de oldukları dönemde, ö.sel durumumuzda bir değişiklik, bir farklılaşma olmamıştır. Tarihsel bir kavrayış, bu tarihsel kavrayışa uygun bir dönem kavrayışı ve ö.sel durumun somut bir kavranışı üzerinden gelişen bir önderlik tarzı ve buna uygun örgütsel süreci yönetecek bir konumlanış, bir ö.sel strateji ve halka kavrayışı yoktur; bunları içerecek bir tutum ve ilişki geliştirilmediği için başarılı olunamamıştır.

Bu dönemdeki örgütsel önderlik yönünden yanılgının nirengi noktası, X merkezli, içerden, kadrolardan ve organlardan başlayan, yeniden inşa perspektifine de sahip bir toparlanmanın merkeze konulmamasıdır. Sorunun esasını bu oluşturur. O günün koşullarında buna hemen bir y.altıyla da birlikte başlamak mümkün değildi. Söylenen zaten bu değildir. Mevcut yapı ve durum gözönüne alındığında bu toparlama amaçlı olarak yapılacaklar açısından hareket imkanlarını da çok sınırlardı. Kendi içerisinde dağılmış ve bir dergi çevresi biçimini almış olan yapıda Ö. fikrini ve ö.lü davranışı tekrar merkeze yerleştirmek, her çalışmayı içerden ö.lü hale getirerek bunun inşasına girişmek gerekiyordu. En başta ö. olma fikrini yerleştirmek, organları yeniden kurmak ve organları organlaştırmak gerekiyordu. İllegalite sadece yeraltından ö.lenen bir çalışma değildir. Legal alandaki güçler arasında, organlar ve organlar arasında ö.sel işleyiş ve ilişkilerde gizlilik, iç inşa adımlarının bu temelde atılması, yeni ilişki ve güçlerle gizliliği sağlayacak ve yeraltına geçişin imkan ve kanallarını oluşturacak bir biçimde ilişkilerin kurulması, lojistik temel yaratmak, kadrosal geçişin koşullarını -düşünüşten psikolojiye- hazırlamak gibi atılması gereken ve atılabilecek adımlar vardır. Örgütsel yönden 2005 sonrasının temel ayrımı buradadır.

2005 öncesinde bir politik derginin çıkartılması, üç yayın, üç kurultay hedefi, Genç K. İMT kararı gibi dönemle çakışan doğru kararlar alındı. Politik yayının çıkartılması ve somut, tanımlı hedeflerin konulmuş olması mevcut durumu yarma yönünde önemli kararlar ve adımlardı. Bununla birlikte bunlar bizi bir dergi çevresi olmaktan çıkartacak, ö.sel toparlanmayı sağlayacak bir özellik taşımadıkları gibi çok nispi farklılaşmalar, ışık yanmaları dışında önceki bakış açısının, hareket tarzının dışına çıkan, yeni bir bakış oluşturan, faaliyetin yeni bir temelde ö.lenmesi ve yeni bir perspektif içerisinde ö.sel inşa düşüncesi de bulunmuyordu. İdeolojik siyasal açıdan bulanık, ö.sel açıdan dağınık, iç merkezileşmesi olmayan, organların olmadığı, varolanların da işlemediği, işlerin kişiler üzerinden yürütüldüğü, çalışmalarda federalleşme ve bireyselleşmenin, alansal ve bireysel sürtüşmelerin, kafaya göre takılmaların alabildiğine arttığı, düzeyin bariz bir şekilde düştüğü, X değerleri ve geleneklerinden uzaklaşılmış bir yapımız vardı. Sınıfa yönelim yönüyle bir farklılaşma olmakla birlikte bu zayıf olduğu gibi işçici-kitleci bir eğilimle içiçeydi. Semtlerden, semtlerdeki AFMX tabanına da bulaşan yozlaşma nedeniyle olgucu bir uzaklaşma, yaka silkme vardı. Enformel sektör ve part-time işler üzerinden bir proleterleşme -yarı işçileşme- bizim güçlerimiz içerisinde de artıyor olmakla birlikte bu bir analize de dayandırılmadığından önceki homojenitenin bozulmasıyla ortaya çıkan bu durum, kadro ve çevre güç politikaları yönüyle de değerlendirilemiyordu. Daha sonra geliştirdiğimiz, sınıfın değişen yapısı ve kolektif işçi bilinci, kent yoksulları politikaları düzeyinden sınıfın, kitlelerin ve ö. güçlerinin kavranışı yoktu. Bir farkındalık durumu olsa da hala bu bağlar, parti, sınıf, kitleler – kitleler, sınıf, parti ilişkileri içsel bağlantılandırmayla kurulabilmiş değildir.

Dönemdeki köklü değişimin analizi, devrimci ve katı gerçekçi bir durum saptaması, içe ve dışa doğru güç birktirmeyi sağlayacak, doğru bir taktiksel belirleme ve ö.ü merkezi bir temelde içerden örgütlenmesi bu dönem ve kesitte yapılması, yönelinmesi gerekenlerdi. Mk’nın üç üyesi soınraki dönemlerde aktif siyasal mücadele, militan antifaşist içerikli faaliyeti tasfiyeciliği aşmanın yolu olarak söyleyip durmalarına karşın durumu analiz edip bir dönem taktiği dahi ortaya koymadılar. (Çıkışımdan sonra güç biriktirme dönem taktiği olarak belirlendi. Tanımlı hale getirildi. Bu belirsizlik ve yönsüzlük düşünce ve duygusunun ortadan kalkışında etkili oldu. Hissedildi fakat iyi kavranmadı, kavratmaya dönük çalışmalar da toplam ö.sel durumun geri ruhsal direncine çarptı. Güç biriktirme taktiği belirlenmiş olmasına karşın bu somut, çerçevesi çizilmiş bir plana bağlanmış değildi. Bu yönüyle eksikti. ’90’lı yılların ortalarından itibaren bir taktiksel değişim gerekliliğiyle sınıf mücadelesi koşullarındaki değişime bağlı olarak ikili taktiğe geçmemizin gerekli olduğunu, bunun yapılmamış oluşunun kampanyalarımızda da yansıyan bir taktiksel kırılma noktası olduğunu belirtiyorum. 2001 krizi sonrası esnaf tepkisi gibi çıkışlar olsa da sınıf mücadelesi koşulları daha da geriye doğru değişiyor. F tipi yenilgisiyle devrimci hareketin ve bizim ö.sel koşullarımız da değişiyor. Bunların saptanması olmayınca yönsüzlük, belirsizlik, sürüklenme, erozyon artarak ve derinleşerek devam ediyor. Oysa artık tümüyle yeni bir durum vardır. Bu yeni durumun devrimci gerçekçi bir analizi yapılarak güç toplama taktiğine geçilmeli ve bu da yine ö.sel güçlerin durumuyla doğru şekilde ilişkilendirilmeliydi. Mök’teki yoldaşlar ve azalmış kadrolarımız varolan durumun içerisinde bir şeyler yapıyorlar, yapmaya çalışıyorlardı fakat onun içerisinde erimiş ve kaybolmuşlardı. Dışardan bir göz durumu daha iyi görüp doğru belirlemeler yapabilirdi. Üç Km üyesi dışarı çıktıktan sonra onların da bu durumu görme ve analiz etme, tanımlı bir güç toplama taktiği ortaya koyarak güçleri buna uygun mevzilendirme tutumu olmadı. Dolayısıyla o dönem yapılan ve mevcut durumu kavramaktan son derece uzak söylevli toplantılar hiçbir etki sağlamadı. 2004’te konulan Üç Kurultay, Üç Yayın hedefi dönem politikası olarak bu kapsamda değerlendirilebilir. Fakat bunlar taktiksel bir eksen ve ö.sel bir örgü ile birleşmediği gibi, ö.ü içerden ve merkezi olarak toparlayıcı bir MK konumlanışı, MYO’nın çıkartılması, bir genelge dahi çıkartmak yoktur. Neden yoktur?! Dergi çevresi olmaktan çıkmayı, ö.sel tasfiyeciliği ve onun en açk görünümlerinden biri olan legalizmi aşmanın, yenmenin araçları ve yöntemi bunlar değil midir? Yöntemlice ö.sel bir merkezileşmeye girişmemek, bunun ö.sel araçlarını devreye sokmamak, iç ilişki sistematiğini değiştirmemek, salt legal araç ve kurumlarla ve legal bir faaliyetle keskin söyleme karşın sınırları da bu olan militan antifaşist mücadele taktikleriyle ilerleneceğini düşünmek.. MK’nın o dönemdeki duruşu, tümüyle yeni olan durumu analiz edebilmeye çok uzak olduğu gibi, varolan legalist ve dergi çevresi olma durumunu, ö.sel tasfiyeciliği aşan, zorlayan hiçbir kararı içermez, kendilerini çalışmaların tümüyle dışında ve uzağında tutan, ö.ün yönetim ve merkezileşmesine dönük görev ve sorumluluk üstlenmeyen tasfiyeci bir konumlanıştır. Daha sonra bu yurtdışından MK ile mök ilişkilerinin seyri içinde uzaktan kumanda, merkezi görevlere yönelmeme, öteleme, kayıtsızlık ve uzak durma, her işe karışmaya çalışma, “moderatörlük”, öfkeli, ezici müdahalecilik gibi biçimler almış, alamamış; fakat MK görev ve sorumlulukları içerisinden bir kavrayış ve kurucu önderlik düzeyine çıkamamıştır. Kendi görevlerini tanımlayan, bunları merkeze koyan, en başta kendisi bunları gerçekleştirerek ve ö. ü oraya doğru çekerek ö.leyen bir Mk konumuna çıkılmamıştır. Bunu MK çalışmalarına dahil olduğum bir süre süren bir dönemi kısmen hariç tutarak söylüyorum. Bu, kısa bir dönemin ardından görüş ayrılıklarımızın her konuya doğru genişlemesi ve derinleşmesiyle, kendi cephemden bu Mk’yla olmayacağına, yürünemeyeceğine, bir gelişim ve sıçrama gerçekleştirilemeyeceğine kesin kararı vermemle bitmiştir.Ara akımlaşmayı derinleştiren, tutuculaşan ve yüzlerini tümüyle geriye dönen MK üyeleri, siyasal ve ideolojik bir tasfiyeciliği derinleştirirken, fiili tasfiyecilik halinin antifaşist nitelikli militan taktiksel müdahalelerle aşılacağı görüşünü ileri sürmektedirler. Bu görüşün yüzeyselliği bir yana kendi konumlanış ve yaşam tarzlarıyla, yurtdışı konformizmiyle bu söyledikleri açıkça çelişmektedir. Söylediklerinin doğruluğu yanlışlığı bir yana içi boşalmış bir sol lafazanlığa dönüşmüştür. MK üyeleri, tasfiyeciliği kendi dışlarında değil kendilerinde, kendi konumlanışlarında, merkezi görev ve sorumluluklara uzaklıklarında, örgütsel önderlik görevlerini yerine getirmeye çok çok uzak oluşlarında, tarihsel ve dönemsel olarak değişen koşulları okuyup çözümleyerek ö.ü yeni bir stratejik konunmlanışa geçiremeyişlerinde , dönüşüme uzak oldukları gibi ona karşı direncin başını çekmelerinde aramalıdırlar.

İdeolojik-teorik, siyasal, ö.sel ve pratik bütün düzeyleri kesecek biçimde belirleyici olan, tarihsel ve dönemsel bir dizi değişimin sonucu, temelde emperyalist kapitalist sistemin içsel dönüşümüne, Türkiye koşullarındaki değişimlere yanıt verememekten dolayı var olan ö.sel yapılar çözülüyor, bozunuma uğruyor ve bir dağılma yaşanıyorsa, fiili tasfiyecilik hali olarak tanımlanmış bir durum varsa önceki biçimlere dönerek, onları tekrar var etmeye çalışılarak bu durumun değiştirilemeyeceği, bu şekilde bir düzelmenin olamayacağının görülmesi ve ona göre bir hareket tarzının belirlenmesi beklenir. Bu en başta fiili tasfiyecilik halini bir tespit düzeyinden çkartıp nedenleriyle ve daha temeldeki nedenleriyle doğru olarak çözümlemeyi, tarihsel-stratejik yeni ön bir kavrayışı ve bir eksen oluşturmaya yönelmeyi, bir yandan bunun ideolojik-teorik, politik, ö.sel açılımlarını geliştirirken bununla birlikte de oluşan ön kavrayışla çalışmaya doğru indirilmesini, pratik açılımlarını gerektirir. Bu hem tarihsel stratejik dünyadaki değişimin bir ön kavranışını, hem de ülkedeki sınıf mücadelesi koşullarındaki değişimi içeren geniş bir dönemsel kavrayışı ve geleceğe doğru buralardan bakmayı ve yürümeyi gerektirir.

İşte girilmesi gereken yol buydu. Bu bakış geliştirildiği, bir bütünsellik ve eksen kazandırıldığı, alanlara doğru indirildiği, süreçlere hakim kılındığı, temelde bütün alan ve düzeyleri kesen ve kadrosal bir dönüşümü de içeren bir nitelik kazandığında bir dönüşüm gerçekleştirilmiş olur. Ö.müzün ösel toparlanması, fiili tasfiyecilik halinin yarılması, sadece ö.sel faaliyet alanından ve önceki içerikle olamazdı; ö.sel toparlanma mevcut durumun aşılmaya başlanması ideo-teorik, siyasal ve ö.sel yeni bir bakış açısının içerisinden hareket etmeye başlamakla olabilirdi ancak.

2005 sonrasında Ö. ü fiili tasfiyecilik halinden çıkartmaya başlayan adımlarla birlikte bu yeni bakış açısı üst organlarda tartışmalı, sancılı bir şekilde devreye girdi. İlk İKİ GENELGEde ö.sel durumun açık bir tanımlanması yapılmış, mevcut durumun farklılaştırılması ve düzlemsel geçiş, içiçe iki düzeyden birlikte ele alınmıştır. Faaliyet, bir yandan konulmuş hedefler doğrultusunda dışa doğru yürütülen çalışmalarla ö.lenirken bunların yapılabilmesi için dahi, içe doğru da, yukardan aşağıya, özeleştiri, ikna ve zorlamaların içiçe yürütüldüğü, bir şeyler yapıldıkça ve farklılaştıkça da y.ların çalışmalar ve ö. le kurdukları ilişkinin de farklılaşmaya başladığı bir inşa sürecine girildi. Bu süreçte yukardan aşağıya zorlamalar olmuş, demokratizm ve federalizmle, part-time’cılıkla, kafaya göre takılmalarla, gerilemiş devrimcilik tarzı ve yaşam biçimleriyle mücadele edilmiş; fakat merkezi kararların dikte edilmesi ve dayatılması biçiminde bir tutum değil, özeleştiri, ikna, sürecin kavratılması öne çıkartılmış, en önemlisi çalışmalardaki farklılaşmayla güven ve özgüvenin kazanılmasını gözeten ve sağlayan bir önderlik politikası izlenmiştir. Merkezileşme yönündeki adımlar atılırken, güçleri içerden örgütleyerek ve faaliyetler temelinde toparlayarak, bu ikisinin içiçeliğiyle sağlanması yolu izlenmiştir. Temel ayrımı oluşturan, ö.ün örgütlenmesine, çalışmaların merkezi ö.sel politikalarla ve tüm faaliyetlerin merkezi bir eksende toplanarak yürütülmesine doğru geçilmesi, buna uygun bir ö.sel ilişki sistemi kurulmaya yönelinmesidir. Ö. güçleri, ülkedeki en üst organdan, Köm’den başlayarak ö. merkezli bir yaklaşımla, toparlanmaya ve mevzilendirilmeye girişilmiştir. Ö.sel çalışma ve önderlik, genelgeler ve yönlendirmelerle gerçekleştirilmeye yönelinmiş, Ö. fikri canlandırılarak ö.sel ilişkilerin legal alanın dışına çıkartılarak kurulmasının (gen.lerin okunması, organ toplantıları, buluşmalar, parti okulu çalışmaları) adımları atılmış, güçlerde y. altı yönelimi oluşturulmaya başlanmıştır. Bu adımlarla öncekinden farklı olarak faaliyet, dergi çevresi olmaktan, alan çevreselliklerinden, yerellerin kendi başınalıklarından, başına buyruk davranmalardan çıkmaya başlamıştır.

Bu dönemde faaliyetlerin birbirine eklenmesiyle çalışmalarda bir süreklilik ve çalışmaların merkezi düzeyden örgütlenmesi yönünde bir farklılaşma sağlandı. Bununla birlikte fiili tasfiyecilik halinin kimi temel sorunları aşılmış, çalışmanın militanlaştırılarak ve buna uygun eylemlerin ö.lenmesiyle birleşik yürütülmesine henüz geçiş yapılabilmiş değildi. Siyasal süreçle ve sınıf mücadelesiyle güçlenen bir ilişkiye geçmeye uzaktık. Sınırlı bir gündem içerisinde hareket ediliyordu. Fiili tasfiyecilik halinin oluşturmuş olduğu ö.sel bozulumun her adım ve her konuda geriye çeken bir etken olarak ortaya çıkışı, her alan ve düzeydeki çalışmanın geri düzeylere inmiş olması, iç güvensizlikler -atılan bir adımdan sonra sonraki adımın atılıp atılmayacağından duyulan kaygı, negatiften bakma- bir bütün olarak güçlerin nitel ve nicel durumu, her adımı frenliyor, toplam gelişimi sınırlandırıyordu. Alanlarda, alan içlerinde, organlarda ve tek tek kadro düşünüş ve davranışlarında hakim durumda olan çevresel ve bireysel düşünüş, geri bir çalışma düzeyi ve geri bir yaşam tarzı, konformist ilişkiler her adımda ve ö.sel çalışmanın her yeni açılımında bir dizi sorun ve sürtüşmeye, engelleyici tavırlara, boykotçuluğa yol açıyor, merkezi önderliğe karşı duyulan güvensizlik ve haklı tepkiler nedeniyle de çalışmayı kilitleyen ve geriye çeken bu sorunların çözümü zorlu bir çabayı gerektiriyordu. Bunların bazıları çözülmüş, bazıları ise minimalize edilmiş ve sınırlandırılmıştı; en önemlisi bir hat ortaya çıkmaya başlamıştı, bir yöne sahiptik ve yön duygusu güçlendikçe Köm’den başlayarak bu bir güven ve özgüven gelişimine yol açıyordu fakat sorunlar, tümden aşılabilmiş değildi. İki; Y. altı temelinde bir ö.lenmeye geçiş te yapılmış değildi. Organ çalışmaları ve ilişkilerin kuruluşunda yapılan değişikliklerle, toplantı ve randevu sistemlerinin gizlilik ilkesine uygun olarak yeniden düzenlenmesiyle, ö.materyallerinin okunması, parti okullarına gidişlerin örgütlenişi, legaldeki kurumlarla bağların sınırlandırılması, geçiş için kadro gönüllüğü yaratılması, lojistik oluşturma girişimleriyle y.altına yönelik ön adımlar atılmaya çalışılıyor olmakla birlikte yıllardır tüm çalışmaların legalden yürütülüyor olmasının yarattığı legalist düşünüş ve alışkanlıklar, KÖM dahil hakimdi. Keza militan bir faaliyetin ö.lenmesine yönelimli güçler çok az sayıdaydı, KÖM dahil genel düşünüş ve ruhsallık buna uzak ve yabancıydı. Verili durumu kanıksamış, o ortamın bir parçası olmuş, onun dışına ve üstüne çıkarak bir şeyler yapmaya yönelimi olmayan ya da yönelimi olsa da bu gücü kendisinde görmeyen konformist bir ortam ve geriye çekici ilişki biçimleri ve bunu PLANLI-YÖNTEMLİ BİR ŞEKİLDE KIRMAYA ÇALIŞAN BİR KARŞI ÇABA vardı. Sayılanların her biri uygulama süreçlerinde hataların, yer yer sekterleşen tutumların yanı sıra sürtünmelere yol açıyor, aşırı daralmış bir yapının lojistik zayıflığının sınırlarına çarpıyordu. Örneğin geriye çekilerek okunması gereken bir genelge için yer bulmak, çekilmek, uygun ortamda okumak ve dönmek gerekiyordu. Yer bulmak, kontrollü hatta kademeli çekiliş, imkan yoksunluklarına, deneyimsizliğe, ve legalist düşünüşe -”Bunca eziyete ne gerek var”- duvarına çarpıyordu. Yıllar ve yıllar, büro, ev, sa. kurumu, dernek üçgenlerinde geçirilmişti. Dolayısıyla bu sorunlar, yöntemli bir şekilde aşılması gereken zorlu eşikler olarak önümüzde duruyordu ve duruyor.

Gençlik kurultayı, gençlik çalışmasında diri kalmış y.ların bölgelerden kopmamalarıyla sürüdürülen ilişkilere ve yerel bazı bölgelerdeki yarı örgütlü güçlerin oluşturdukları çevrelere dayanıyordu. Gençlik İMT sine katılan y.lar, bu çalışmanın ö.sel gücü ve örgütleyicileriydiler. KHK yaklaşımı, dar ö. çevre kitle çalışmasının ilerisine geçen bir bakışı içeriyordu. Kurultay’dan çıkan gençlik sendikası kararı da fikir olarak gençlik çalışmasındaki y.lardan gelmişti. Sendika fikri, gençliğin yeni durumuna ilişkin ön bir kavrayış üzerinde yükseliyordu. Bunlar, gençlik örgütlenmemizin ve çalışmasının ileriye doğru olan adım ve açılımları olmakla birlikte sonraki süreç itibariyle çalışmanın gerek politik, gerek örgütsel iç zayıflıkları öne geçti ve büyüdü. Gençliğin sınıfsal toplumsal analizi, gençlik çalışmasına yeni bir muhtevanın kazandırılması ve çalışmanın bu temelde örgütlenmesine geçilemedi. Fiili tasfiyecilik hali içerisinde ilişkilerin korunup sürdürülmesine karşın bağların politik ve örgütsel zayıflığı, çalışma yeni bir düzleme taşınarak ileriye doğru aşılamayınca hızla gerilemeye başlandı. Kurultay’dan doğan canlılık, konulan kampanya hedefi içerisinde sürdürülemedi. Sendika fikrine sahiptik fakat ekonomik sendikal mücadelenin olması gereken proğramı yoktu, çalışmanın nasıl yürütüleceği ise bilinmiyordu. Varolan güçler, bu türden bir çalışmanın gerektirdiği özellikleri taşımadıkları gibi çoğunluğu düşünce ve duygu olarak sendikal çalışmaya uzak ve yabancıydı. Gençlik, neoliberalizm tarafından yeni bir temelde, yeni kodlarla örgütleniyordu, neoliberalizm etkisini, düşünce ve davranış kodlarını en etkili biçimde ve hızla bu kesim üzerinde yayıyordu. Bununla birlikte gençliğin önceki daha homojenik yapısı bozunuma uğramış işçi gençlik- part time çalışma- kitlesindeki artmayla birlikte, büyüyen bir rekabet, bireycileşme ve geleceksizlik gençlik kitlelerini tehdit eder durumdaydı. Asıl olarak gençliğin kapitalizmle sistemsel sınıfsal, siyasal,ekonomik, toplumsal ve kültürel bir karşıtlık içerisinde örgütlenmesi fikrine sıçranamıyor, bu yönde bir açılım yapılamıyor, bir derinlik oluşturulamıyordu. Gençlik çalışmamız, yeni bazı yönelimleri yakalamış olmasına karşın, bunları geliştiremiyor, gençlik örgütümüz içerden bir sıçrama ve dönüşümle bu hatta geçemiyor, organsal tıkanmalar ve içe kırılmalarla geriliyordu. Gençlik çalışmasındaki bu tıkanmaya Mök ve mk düzeyinden de -politika düzeyinde kısmi katkılar ve nispi zorlamalar olsa da- bir açılım ve önderlik geliştirilemedi.

İŞÇİ KURULTAYInın örgütlenişi, o dönemdeki çalışmalarımız içerisinde kendi içerisinde bir sıçramayı ifade eder. Ö. müzde sınıf çalışması içerisindeki y.larımızın emeğiyle yaratılmış küçük derecikler halindeki ve oldukça dağınık sınıf yöneliminin açığa çıkartılıp iradi olarak sıçratılması ile ulaşılan bir sonuç, bu sonuca ulaşmak için de ö.ün yukardan aşağıya bütün güçlerinin, çevre çeper güçlerinin önceki durumlarının üstüne çıkması, doğru ve giderek gelişkin bir hal alan önderlik politikasıyla hedefe tam kilitlenme ve güçlerin üretkenlik ve işlevselliği üst düzeye çıkartacak biçimde konumlandırılması vardır. Kurultaya teorik ve politik temel kazandıran yazılar, Kolektif işçi bilinci perspektifi, Kurultaydan bir ay önce yazılan “Son kademeler” yazısı, Kurultaydan sonra yapılan değerlendirme bir bütünlük taşır. Kurultayın örgütlenişi yönüyle de özelllikle son bir, bir buçuk aydan itibaren dikeylik ve yataylığın, iç içe geçişliğin ve sarmal gelişimin kurulan organlar, organlar arası ilişkiler yönleriyle giderek yetkinleşen bir uygulaması gerçekleştirilmiş, farklı işlevleri yerine getiren organ ve y.ların kendi çalışmaları ve çalışmaların diğer alanlarındaki gelişimi sonuçlarıyla gördükleri ölçüde işle kurdukları ilişkinin daha da farklılaştığı, ivmenin yükseldiği, son gün tek bir y.la yaşanan parça bir sorun dışında hiçbir olumsuz gerilimin yaşanmadığı bir çalışma örgütlenebilmiştir. Çalışmalarda yer alan, farklı sorumluluklar üstlenen y.larımız tek tek ve kurulan organlarda emeklerini işlevsel ve üretken bir biçimde ortaya koydukları gibi, bunlar çalışmanın bütünlüğü içerisinde kolektif ö.sel emek olarak değer kazanmış, çalışmanın toplam etkisini ve gücünü artırmıştır. Bu hem yeni bir örgütlenme politikasına uygulamaya geçiş yönüyle daha önemlisi ö. müzün güç ve potansiyelinin görülmesi yönüyle anlamlı ve değerlidir. Teorik, politik, ö.sel olarak tüm güç ve iradenin ileriye doğru ve yeni bir biçimde ö.lenmesiyle ulaşılan bu sonuç, henüz bunu temel ve gündelik çalışmalarda sürdürecek bir ö.sel yapımızın olmadığını da sonrası itibariyle göstermiştir. Sınıf çalışmamızın gelişimi yönüyle Kurultay, süreklileşmiş ve kalıcılaşmış bir sınıf çalışması temeline dayanıyor olmayışıyla, son kesitte ivmelenen ve hızlı bir toplanma sonucu örgütlenen kurultay’ın KHK lara dayanmayışıyla, Kurultay’ın kendisinin süreklilik yaratacak bir örgütsel biçim değil sonrası için konulacak hedeflerle ancak bir devamlılık oluşturacak bir araç niteliğinde oluşu ve izleyen dönemde konulan görev ve hedeflerle kurultayın alanlara ve sektörlere taşınarak çalışmayı ivmeleyecek yeni bir düzleme doğru götürülemeyişiyle sürdürülemedi.

YENİ BİR DÜZLEME GEÇEMEYİŞ VE GERİLEME: İşçi Kurultayı sonrasında faaliyetin temelleri genişlemiş, güçler ileriye doğru örgütlenmiş, sayıca artmış, bir kadro şekillenmesi ortaya çıkmıştı. Organlar sayısal olarak güçlendirildi ve yeni organlar da kuruldu. Fakat faaliyet bu aşamadan itibaren tekrar tıkanmaya ve gerilemeye başladı. Gençlik kurultayı sonrasında yaşanılan, ona göre daha güçlü olarak gerçekleşmesine karşın İşçi Kurultayı sonrasında da yaşanılmaya başlandı. Kurultaylar sürecine ön gelen açılımlar ve Kurultay tebliğlerinde de ifadesini bulan yön verici yeni politikalar, pratik politika açılımları ortaya çıkmıştı. İyice daralmış olan ö.müz, nispi bir alan kadrolaşması da yaratarak yeni güçlere doğru açılma imkanını yakalamış, bunun ilişkileri de ortaya çıkmıştı. Temel kadrolar, çalışmalarda nispi süreklilik oluşmaya başlamasıyla yeni bir ruh haline geçmeye eğilimliydiler. Buna karşın Gençlik Kurultayı sonrasında hemen bir tıkanma yaşanması, önceki kesiklikliklerin, tasfiyeciliğin düşünsel ruhsal etkisinin yoğunluğu, bir yaşam biçimi haline gelmiş oluşu, üst organlarda ve örgütün bütününde stratejik bir süreç yarma ufkunun olmaması ve devrimci bir iç sıçramaya uzaklıkla birleşiyordu; yeni bir düşünce ve ruh haline geçme yönündeki eğilim bundan dolayı zayıftı ve kırılganlığını koruyordu. Ö.sel faaliyetin bu yeni iç geçiş aşaması, ö.sel önderliğin önemini ve rolünü büyütüyordu. (2005 yılı itibariyle ö.çalışmasını Mök’le birlikte varolan çevreselleşmeyi ve iç örgütsüzlüğü, geri tutumları, düşünsel ve ruhsal içe kırılmaları yenerek merkezi düzeyden ve birbirini bütünleyen adımlarla aşmaya fiili tasfiyecilik halinin koşul ve ortamını yenmeye ve değiştirmeye başlamıştık. Bu kesitte y.dışındaki km üyelerinden “fiili tasfiyecilik halinin artık aşılmış olduğu” yönünde bir görüşte geldi. İleriye doğru attığımız bu adımlara karşın henüz bu eşiğin tümüyle geçilmediğini kritik nitelikteki bazı adımların atılmamamış olduğunu söyledim. Uzun ve ağır yaşanan bir dönem söz konusuydu. Güçler yıpranmıştı, geriye çekicilik sürüyor ancak küçük adımlarla ilerlenebiliyordu. İçe kırılmalar, güvensizlik ve özgüvensizlik azalmıştı fakat “ama”lar, “acaba”lar, “Sürdürebilir miyiz” düşünce ve duyguları, negatif sorgulayıcılık tümüyle ortadan kalkmış değildi. Faaliyetin devrimcileştirilmesi, yeraltı gibi sorunlar önümüzdeydi. Yöntemli ve dikkatli, küçük sıçramaları olan yeni adımlar atmamız gerekiyordu. İç içe iki düzlem ve bunun içerisinden bir geçiş kavrayışı en üst organlar -en başta Km- dahil özümsenmiş, hatta birçoğu için de anlaşılmış da değildi. Bu nedenlerle henüz o dönemin kapamadığını söyledim.)

Sadece varolan çalışmanın yürütülmesi, ona yön verme, takip ve denetimi olarak değil özellikle alan organlarının organlaşmasını sağlayacak ve bunu da önceki dar pratikçi ve bilinegelen organ işleyişiyle değil 4 x4’ün yerleştirildiği yeni bir ö.sel önderlik düzeyine çıkarak gerçekleştirecek bir ö.sel önderlik ihtiyacı yakıcılaşmıştı. Alan çalışmalarının organlarla birlikte programlanıp planlanarak, hedefler konularak ö.lenmesiyle, merkezi faaliyetle alan çalışmalarının daha üst bağlantılandırılmasıyla yeni bir düzleme taşınarak yürütülmesi gerekiyordu. Örgütsel politikaları geliştirici yeni açılımlar, alan örgütçülüğü, Kurultayın ö.lenmesi sürecinde ön açılımları gerçekleştirilmiş, alanlar arasında iç içe geçişli faaliyetin olağan çalışma ortamına taşınarak sürdürülmesi, çalışmalarda tıkanmalar olduğunda sorunu doğru yerlerden tespit edip çözücü müdahalelerde bulunacak içerdenleşmiş bir önderlik gerekiyordu. Tüm bunların olmazsa olmazı, çalışmaların organlar üzerinden ve organların organlaşması ve alanlarında önderleşmelerinin sağlanmasıyla yürütülmesiydi. Bu eşikte de kurucu bir önderlik iradesi, bunun özellikle de ö.sel alanda cisimleştirilmesi gerekiyordu.

Genişleyen bir faaliyete ve alansal açılımlara yön vermek, derinlik kazandırmak, çalışmayı genişletebilmek ancak bu şekilde mümkün olurdu. Organların bağımsız bir karakter kazanması ve alanlarındaki faaliyete önderlik edebilmeleri, diğer alanlarla çalışmaların bağlantılı ve iç içe geçişli örgütlenebilmesi, alanlardaki çalışmayla merkezi ve genel faaliyetin iç bağlarının kurulabilmesi, 4×4 olarak adlandırdığımız yeni bir organ çalışması biçimine geçebilmek, tüm bunlardan dolayı zorunluydu. Ö.sel çalışmanın içteki bu örgütleniş biçimi, alansal hakimiyet alan politikası üretimi ve uygulanmasında daha aktif -kendi çalışmasının öznesi- olabilecekleri gibi, çalışmaların organların iç dinamikleri üzerinden, onların inisiyatiflerini geliştiren uygulanması, kitlelerle buluşma ve kitle dinamiklerinin yeni koşullar içerisinde ö.lenmesinde de daha başarılı sonuçlar elde etmenin olanaklarını açacaktı.

Bu sıralar ve sonrasında 4×4 içerimli bazı think-tank çalışmaları oldu. Fakat bu çalışmaları, alanlarla bütünleştiren bir yaklaşımla değerlendirilmedi. Salt soyut tasarımlar değillerdi, mühendis bakış açısını, fizibilite unsurlarını da içeriyorlardı. Bu noktada da projeci bakış ön plandaydı. Teori-politika örgüt ilişkisi doğru kurulmadığı; somut olarak insan unsuru -kadro güçlerinden çevre kitle ilişkilerine varolan gücün durumu- tasarımı ve fizibilitesi yapılan projelerle buluşturulmadığı ve sınıf mücadelesi süreciyle, siyasal süreçle dinamik bir ilişki halinde kavranıp uygulanmadığından istenilen sonuçlara ulaşamadı ve sıçramayı gerçekleştiremedi. Ancak kendi içinde planlanabilir görece durağan çalışmalarda, bazı alanlarda uygulanan bir düzeyde kaldı. Ki 4x 4’ün amacı, ruhu, felsefesi hem alanın bütün yönlerden çelişki ve dinamikleriyle kavranışını, bu temelde çok yönlü yetkin bir çalışmanın ö.lenmesini, hem de dinamik ve karmaşık süreçlere bir çok yönden yönelebilecek bir taktik müdahalede bulunabilmeyi içerir. En önemlisi şuydu: 4×4 yeni bir ö. ve önderlik anlayışının, hem iç inşa yönüyle hem kitlelere doğru açılım yönüyle özsel çıkış noktasını ve onun ilişki biçimini verir. Sadece parti faaliyeti ve organ çalışmalarının teori, politika, ö.lenme, pratik ilişkisiyle, strateji ve taktik ilişkisinin daha güçlü kuruluşu ve dinamik bir taktik önderliğe geçme imkanını, çalışmaların çok yönlü ve iç içe geçirilerek örgütlenmesi imkanını vermekle kalmamakta; bunlarla birlikte katı ayrımlı işbölümü ve uzmanlaşmayı kaldırarak, organların ve kadroların çok yönlü gelişim içerisinde daha yetkin ve daha bağımsız ve özneleşmiş bir faaliyet yürüterek önderleşmelerini, örgütsel faaliyetin yeni iç ilişki sistematiğiyle toplumsallaşmasını ve ö. ün sınıfa ve kitlelere doğru önderliğinin daha gelişkin yeni koşullara da uygun tarz ve ilişki biçimlerine geçebilme imkanını vermektedir. 4×4, bizim dar ö. iç ilişki sistematiğimizle bunun bir parçasını oluşturan kişiye dayalı önderlik tarzıyla, organların asgari düzeyde organlaşmamasıyla çelişiyordu teorisyen ve siyasetçilerimizin ö.sel ve kadrosal olana uzaklık ve yabancılıklarıyla, örgütçülerimizin siyasal ve teorik olana uzaklıkları ve dar pratikçi bir ö.çülüğü aşamayışlarıyla çelişiyordu. Henüz o önemde tam olarak bilince çıkartamadığımız, teorize edilmemiş, KÖM’den başlayarak ve kurultay çalışmalarındaki deneysel adımlarla da geliştirilmeye çalışılan bu yeni önderlik tarzı, organsal işleyiş ve iç ilişki sistematiği, parça kavrayışların ötesine geçemediği gibi, sık sık her alan ve düzeyde eski tarzın, eski ilişki biçimlerinin ve alışkanlıkların, ö.sel emeğin kolektif niteliğinin kavranmayışının, sürdürülmeye çalışılan loncacı ve manüfaktürel düşünüş ve işbölümünün taşlaşmış duvarlarına çarptı. (Ki bugün de sorun budur.) Oysa bunu geliştirebilmenin ö.sel imkanları kurultay sonrası, yeni organlar kurulduğunda ve alan ilişkileri canlanmaya başladığında çıkmıştı. Güç yoğunlaştırmaları olduğunda ve bazı alan açılımlarında -Ür…. gibi çalışmalarda- bu yönde parçadan ve kesitsel çalışmalar olsa da bunlar gelişkin bir önderlik kavrayışıyla içe doğru inşa ile dışa doğru faaliyetin birlikte ö.lenmeyişiyle, yürütülen çalışmaların çok yönlü bir faaliyet temelinde ve politik mücadele ekseninde toplanacak biçimde yürütülmemesiyle, dar ö. ve ilişki sisteminin ve bunun geri önderlik ve kitle çalışması tarzının sürüyor olmasıyla, alan sürtüşmeleriyle, yeni kadro yapısı ve düşünüş tarzına geçilememiş oluşuyla niteliksel dönüşüm sağlayacak temel adımlar atılamamaktadır. Bu söylenenlerden de çıkartılacak sonuç olarak;

Ö.SEL ÇALIŞMANIN GELDİĞİ DÜZEY, Ö.SEL ÖNDERLİĞİN SIÇRAMASINI DAYATAN KOŞULLAR, DAHA GELİŞKİN BİR ÖNDERLİK İHTİYACINDAKİ BÜYÜMEYLE, KİŞİYE DAYALI VE ÇEVRESEL BİR BOZUNUMA DA UĞRAMIŞ, AMATÖRCE YÜRÜTÜLEN Ö.LİK TARZI, ORGANSAL İŞLEYİŞİN GELİŞMEMİŞ OLUŞU, GERİ KADROSAL YAPI ÇELİŞTİ. Günlük çalışma içerisinde tekil işlerin yürütülmesine inmiş bir ö.lik, iş takibi ve bu şekilde sonuç almaya çalışma, daha sınırlı işler söz konusu olduğunda az çok yürür ve işe yarar görünürken bir bütün olarak organı ve alanı ö.lemek, organı ileriye doğru çeken ve düzeyini yükseltecek, organı yeni bir temelde ve yeni bir iç işleyişle çalıştıracak, organı organlaştıracak, organın bağımsız çalışma yürütebilmesinin koşullarını hazırlayıp önünü açacak bir ö.lik sergilemek söz konusu olduğunda tıkandı. Kesitsel olarak, farklı alan güçlerinin bir araya getirilişi ve özel görev komitelerinin kurulmasıyla gerçekleştirilen güç yoğunlaştırmalarıyla ve yer yer iç içe geçmiş olarak ö.lenen ve güçleri iç dinamikleri harekete geçirerek ö.lemeye girişen ve olumlu sonuçlar yaratan bazı örnekler ve adımlar da olmakla birlikte bunlar bir dizi iç zayıflık taşıyor olmalarının yanında çalışmanın bütününü belirleyen ve sürece hakim olan bir düzeyde de değillerdi.

Köm bileşeni, zaman zaman görev paylaşımında yeni düzenlemeler de yapmış olmakla birlikte ö.sel önderlik açısından yetersiz bir organdı. Y.lardan bazılarının gelişim ve birikimleri ve yapısal özellikleri siyasal ve teorik önderliğe yönelimli, ö.sel önderliğe, ö.çülüğe ise uygun değildi. Ö.sel alana dönük çabaları olsa da yeterli olmadı. Ö.çalışmasında birikimi olan bir y. ise, azımsanmayacak deneysel birikimini sistematize edip sıçratamıyor, eski dar ve kişisel ilişkiye dayalı ö.çülüğü aşamıyordu. Ö.sel konuları yukardan kavrama özelliği olan bir diğer y.ise, kuruculuk ve çalışmanın her zorlanma ve geçiş evresinde yeniden kuruculuk gerektiren ve hazır bir güce dayanarak değil varolan gücü de yeniden ileriye doğru ö.leyerek, gerekiyorsa baştan güç oluşturarak geliştirilmesi gereken ve büyük emek gerektiren kurucu önderlik tarzına yatkın değildi. Bir bütün olarak da organ, her yeni durumda, yeni sorunlarla karşılaştığında kemdisini de yeniden örgütleyerek varolan durumun üstüne çıkarak çalışmayı yönetecek bir düşünüş ve önderlik iradesine sahip değildi.Benzer bir durum Gk km içinde söz konusuydu. Az saydaki gençlik kadrosunun iradi olarak toparlanması, görece daha diri konumlanış ve çevre güçlerle ilişkileri koruma yönüyle nispi bir farklılık olsa da artık bu sürdürülebilir bir durum değildi; çalışmanın yeni bir düzleme geçiş ve sıçratılmasına gelindiğinde bu organda önce duraklama, sonra hızlı bir dağılma ve paralizasyon yaşandı.

2005 içerisinde çıkardığımız iki g.de düzlemsel geçiş, iç içe iki düzeyden birlikte tanımlanmıştı. Fiili tasfiyecilik halinin aşılmasıyla tarihsel ve dönemsel değişikliklere yanıt verecek yeni bir yapının oluşturulması, ö.sel-kadrosal bir dönüşüm sağlamak, çözümleri birbiriyle bağlantılı ve iç içe olarak değerlendiriliyordu ve çalışmaların yürütümüne bu bakış açısı yön veriyordu. Genel bir dönüşüm stratejisi içerisinde hareket edilirken ö.ün içe doğru ö.lenişi ve faaliyetin merkezileşmesiyle çalışmaların dışa doğru ö.lenmesindeki açılımlar, tempo, yoğunlaşma, engellerin aşılması çalışmaların ileriye doğru ö.lenmesiyle ve fiili tasfiyecilik halinin çalşmalar sırasındaki ortaya çıkan biçimlerine karşı mücadele ile birlikte gerçekleştiriliyordu. Köm’ün 2007 de çıkartmış olduğu genelge, Km’nin aynı dönemde sosyalist devrim stratejisini de ifade eden aynı zamanda siyasal ve ö.sel çalışmayı hedeflendiren g. si bu yönde adımlar ve yeni bir açılım olmakla birlikte bu konsept bütünlüğü bir eksen üzerinden sürdürülmediği gibi, an be an yürütülmesi gereken ve temel bazı adımların atılmasını da zorunlu kılan fiili tasfiyecilik haline dayanan her tutuma ve her görünüme karşı mücadele sürdürülmedi. Çalışmaların ileriye doğru süreklilik kazandırılmış ö.lenmesiyle -ki asıl belirleyici olan budur- fiili tasfiyecilik halinin, çalışmalardaki, düşüncedeki, yaşamdaki her ortaya çıkış biçimine karşı artan bir uzlaşmaz mücadele, birlikte yürütülmeliydi. Çalışmaların militanlaştırılması ve emeğin yumruğu, yeraltına geçiş ve genel çalışmanın oradan yönetimine doğru geçiş yönünde planlı-yöntemli bir kopuş örgütlenmeliydi.

Güçlü bir yönetici ve yönlendirici iradeyle birlikte kendisindeki ve ö. güçlerindeki fiili tasfiyecilik halinin geriye çekicilikleriyle sürekli kavga halinde olacak, iş yapan ve yaptıran, yaparken ve yaptırırken dönüşen ve dönüştüren, her çalışmanın hazırlık aşamasından itibaren organ ve kadroların iç dinamiklerini harekete geçiren ve gücü ileriye doğru ö.leyen, özgüven ve güven kazanan bir önderlik gereksinimi artmıştı. Bir önceki dönemde kulvarına girilen ve belli düzeyde gerçekleştirilmeye başlanan bu önderlik tarzı, çalışmaların yeni bir iç sıçrama, fiili tasfiyecilik halinden daha köklü bir kopuş eşiğine gelindiğinde sürdürülemediği gibi geriye doğru kırıldı.

Örgütsel önderlik, bir dönüşümle yeni bir düzleme çıkamayınca süreç ö.sel açıdan ileriye doğru değil geriye doğru, ilk genelgede belirtilen koşullara doğru bir gerilemenin olduğu bir duruma doğru evrildi. Kölece Çalışmaya ve Kölece yaşamaya Hayır kampanyası somut ve kapsamlı bir içeriğe sahip olmasına karşın başlatılan ve sürdürülen bir kampanya olmadı. Keza gençlik alanındaki kampanya yine somut ve güncel durumu kavrayıcı bir içeriğe sahip olmasına karşın sınırlı bir imza kampanyası ve küçük bir iki etkinliğin ilerisine geçemeden sönümlendi. Kampanyalar başarısızlıkla sonuçlandı. Parça bir girişim dışında gençliğin durumuna ilişkin bir çözümleme yapılamadı ve çalışmaya temel bri eksen kazandırılamadı. Bununla birlikte Gençlik ö.müzün sendika fikri ve ısrarı, ülkedeki toplumsal sınıfsal dönüşümün gençlik cephesinden kavranışı ve ona uygun bir örgütlenme politikası önermesi, ve ilk oluşuyla değerlidir. İleri bir adım oluşturmaktadır.

Ortaya çıkan tıkanma ve kriz ö.sel alanda yoğunlaşıyor olmakla birlikte sadece o alanla sınırlı görülemez. Ülkedeki ve dünyadaki ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel değişim ve dönüşümleri, topluluk ve bireylerin yaşam ve ilişkilerinde yarattığı değişiklerle, sonuçlarıyla birlikte kavrayan, Sosyalist Devrim stratejisi içerisinden derinleşen ve ö.sel çalışmanın içerimini bunlara göre oluşturan, Kolektif işçi bilincinden ve kent yoksullarından ön çıkışını alıp işçi sınıfıyla diğer emekçi sınıflarla dolaysız ve süreklileşmiş ilişki kurmaya yöneltecek hedef, talep ve ö.lenme politikaları, ara halkalar geliştiren adımlarla ilerlenmedi. Sosyalist devrim genelgesinin ne siyasal anlamı, ne de tarihsel anlamı kavrandı. En üst organlar da dahil olmak üzere. Teori, siyaset, ö.lenme, strateji, taktik bütünlüğü olmayan, bu bütünlüğü sadece genel düzeyde değil gündelik çalışmaya ve alanlara doğru indirerek kuramayan, demokratik dev. cilikle sınırlarını kalınlaştırarak ilerlemeyen, yön tutarlılığı olmayan, siyasal olarak özneleşme yönünde attığı temel adımın (sosyalist devrim) geriye kırıldığı, demokratik devrimciliğe ve ara akım şekilsizleşmesine doğru gerilenen, siyasal ve ö.sel olarak amorflaşmış bir yapı ortaya çıktı. Sosyalist devrim genelgesi ve seçim dönemiyle ilgili g. sosyalist devrimci bir bakış ve politik açılımı ifade eder. Sonraki politik süreçte bu açılım, ileriye doğru sürdürülememiş, geriye doğru ekletize edilmiştir. Karşı görüşlerle kilitlenme yaşanan iç savaş tartışmaları, türban, Ergenekon gibi rejim krizinin çatışmalarını oluşturan konularda neoliberal burjuva gericiliğinin siyasal demokrasi anlayışıyla sosyalist demokrasi karşıtlığı üzerinden sınır çekilmediği, keza emperyalizme karşıtlık kapitalist-emperyalizme karşıtlık üzerinden derinleştirilmediği için, kendi bağımsız politika ve tavrını bunun üzerinden bağımsız sosyalist politika oluşturarak ve sınıfta karşılığını yaratarak şekillendiremeyen, en iyi durumda “Ona da, ona da karşıyız” demenin ötesine geçemeyen silik muhalefet çizgisine gerilenmiş, çözülen bir ara akım durumuna gelinmiştir. Sosyalist devrim genelgesi, onu siyasal olarak zorunlu kılan koşullar, anlamının ve içeriğinin kavranması yönüyle değil haklı bir eleştiri bile olsa sonradan biçim öne çıkartılarak değerlendirilmiş, o dönemde onun çıkartılmasını zorunlu kılan nedenler ve içerik ise unutulmuş, gerilere itilmiş, politik eklektisizme, demokratik devrimciliğe dönülmüş, siyasal özneleşme olanağı kaybedilmiştir. (Bu genelgenin üstünde biçim yanlışlığını açıkça belirten, onun niçin gerekli olduğunu açıklayan bir üst paragraf daha organa taslak halinde getirilirken konulmuştu. O zaman hiçbir itiraz da olmadı. Sonrasında ise, gelen eleştiriler üzerine bir anda bu esas haline getirildi. Bu konuda diğer y.lardan gelen eleştiriler de bizdeki önderlik ve işleyiş tarzının sorgulanması açısından önemli. Evet, farklı şekilde olabilirdi. Üst organlar ve temel kadrolardan hızlı bir görüş toplama yapılabilirdi ve yapılmalıydı. Fakat bunların hiçbirisinde de esası gören, siyasal olarak o kesit ve o anda o adımın atılmasının zorunluluğunu gören bir cümle yok. 2005’in başında hemen sosyalist devrim dememiz gerektiğini, bunun ertelenmemesi gerektiğini ısrarla söyledim. 2007 Mart’ında da onun siyasal açıdan bir an bile geriye bırakılmaması gerektiğini görerek hazırlayıp organa götürdüm… Taşları yerine doğru oturtmak gerekir.)

Bu dönemde kesintili olarak çalışmaların farklılaştığı, gelişme gösterdiği sınırlı dönemler, altı ögeyi içerisinde barındırır. BİR, Çalışmanın yeni bir bakışla, toplumun, sınıfların ve bireylerin değişen yapı ve özelliklerini kavrayıcı, çelişkileri bu temelde ele alan politika ve ö.sel politika üretimiyle içerik kazandırılarak hedeflendirilmesi; İKİ, Temel biçimlenişini dünyadaki ve ülkemizdeki bugünkü tarihsel durumun kavranışının, yeni stratejik yaklaşımın, sosyalist devrimci bakışın oluşturduğu -ancak kesitlerde gerçekleştirdiğimiz bir süreç konumlanışı düzeyine çıkartamadığımız- taktiksel konumlanmalar. Bu bizim süreç ve kesitlerde bağımsız, öznesel faaliyet yürütmemizin, ö.sel bir duruş oluşturmamazın imkanı ve temel biçimidir. ÜÇ; Çalışmaların içe ve dışa doğru ö.lenmesinde temel dönüşüm parametreleriyle birlikte, fiili tasfiyecilik halinin alan, organ ve kadro tutum ve davranışlarındaki ortaya çıkışına karşı doğru bir önderlik tarzıyla süreklileşmiş bir mücadele yürütüldüğü, içte devrimci bir gerilim, basınç oluşturulduğunda, DÖRT; Çalışmalara alansal bir temel kazandırılmasıyla; mevcut gücün, alanlardaki güçlerin ve tanımlı özel görev komitelerinin bir konuda odaklanmasıyla, güç yoğunlaştırması ve iç içe geçişlilikle gerçekleştirilen çalışmalar; BEŞ; Çalışmanın ö. merkezli olarak içe ve dışa doğru birlikte, faaliyetin bütün yönleri birbiriyle bağlantılandırılarak ö.lenmesiyle; ALTI; Faaliyetin iki yönü arasında bağı doğru kurmuş, içerdenleşmiş bir önderlik yaklaşımıyla çalışmanın tıkanma noktaları ve geçiş aşamalarına doğru ve zamanında müdahalelerin yapılabildiği, ara hedeflendirmelerle güçlerin yeniden mevzilendirildiği durumlarda, çalışmalarımız ileriye doğru, yeni biçimlerde kazanarak gelişmiş, sonuç yaratıcı olmuştur. Gerçekleşen direniş ve eylemlere gidişlerde, bir refleks biçimiyle olsa da -ki bu zayıflamıştır- önceye dayalı bir çalışma olmadığı, sonrasında da alana içerdenleşen bir süreklilik kazandırılmadığından çoğunda kalıcı ilişkiler kurulamamıştır.

Son yıllardaki ö.sel alandaki çalışmalarımız açısından altı çizilmesi gereken gelecek yönüyle de önemli olan … İşçi Kurulu, Ür……. çalışmalarıdır. … İşçi kurulu, sınıf çalışması alanında alan içi ve yerelde bir kuruculuk oluşturmasıyla önemlidir öncelikle. Bu bir; süreklilik yaratabilmenin bir koşulu olarak önemlidir; iki, fiili tasfiyecilik halinin aşılması açısından sadece en üstten değil her alan ve düzeyden, çalışmanın olduğu her noktadan koşulları değiştirici, kurucu ve önder olabilmek önemlidir. İşçi sınıfı içerisindeki çalışmamız yönüyle de sınıfın örgütlenmesine işyeri komite ve meclisleri perspektifiyle alışılagelmiş sendikal çalışmanın dışından bir giriş yapması, o alandaki gücün kendi iç dinamiğini açığa çıkartmayı, onu harekete geçirmeyi ve özneleştirmeyi önüne koymasıyla da yeni ö.lenme politikalarına geçiş açılımlarımızdan birini oluşturmaktadır. Temel sınıf mücadelesi ve dönem kavrayışındaki yetersizlik, sınıf hareketinin geri düzeyi ve bu tür otodinamiğe dayalı ö.lenmelerin doğru bir önderlik götürülemediğinde oluşturduğu geriye çekicilik ve sınırlılıklarla, kuyrukçuluk tehlikesiyle de sınır çekemeyen, giderebileceğimiz zayıflıkları barındırmaktadır. İşçi sınıfı içindeki çalışmamızın sınıf hareketinin nesnel durumundan kaynaklı geriye çekiciliklere kapılmadan, küçük burjuva aceleci tarzla da sınır çekerek, sınıfla kaynaşmayı açık bir hedef ve öncelik haline getirerek, sınıfa içerdenleşerek ve içerden önderlik yaparak, ekonomik ve siyasal mücadelede devrimci taktiklerle sınıf hareketini geliştirmeyi ilke edinmesi; dogmatik revizyonist bir SD’ciliğin ekonomist, reformist işçi siyasetiyle de sınır çeken devrimci bir kitle çalışması tarzının geliştirilmesi ayırdedici olacaktır.

Giderek kendi iç devamlılığını yaratan Ür…… çalışmaları da önemlidir. Yeni bir dünya algısı, dünyadaki değişimlerin kavranışı içerisinden bir açılıma sahiptir. Bilim, sanat ve kültürün kendinde bir ele alınışının üstüne çıkarak, bunların içerdikleri politik dinamiklerle ve örgütleyici bir dinamik haline getirerek, ö.lenmeyi alışılagelmiş dar çevre örgütü kavrayışının dışına çıkartarak, kendi içerisinden geliştirmeyi esas alan, çalışmaya katılan güçlerin özneleşmesini bu şekilde sağlamayı amaçlayan, dışşsallığı kıran günümüzün ö.lenme arayışlarına bir başka yönden yanıt vermeye başlayan bir çalışmadır. Paylaşarak üretme/Üreterek çoğalma yönelimiyle komünizmin felsefesi ve ruhunun bu çalışmayı karakterize edecek olması onun kazanabileceği derinliği göstermektedir. Büyüme potansiyelleri olan ve kendisini büyütebilecek bir çalışmadır. Ü.. çalışmasının gerek kendi faaliyeti içerisinden gerekse -evet, yöntemlice ve dikkatlice ve aceleye getirmeden yapılması gereken- sınıf mücadelesinin diğer yönleriyle ve siyasal süreçlerle ilişkilenme zayıflığı, iç süreçlerin örgütlenişinde kendiliğindenciliğin aşılması gibi sorunları vardır. Bu çalışma henüz kamp vb. örgütlenmeleriyle sınırlı, küçük burjuva paylaşımcılığı aşamamış, alanın kendi içinden bir yön vericilik ve gelişim sürekliliği düzeyine çıkamamıştır. Bu tür çalışmalar, alansal bir sınırlılığın içerisine hapsolup kalmamalı, kendi toplumsal ilişki biçimi, yaşam ve davranış kültünü sınıfsal bir karşıtlık zemininde oluştururken, kendi varoluş nedeni de olan sistem karşıtlığını siyasal mücadele ekseninde birleştirmelidir. Ki bu sadece alan içi bir çalışma ve alandan örgütlenen bir mücadeleyle de sınırlı olamaz.

Çıkışını kolektif işçi bilincinden alan E… çalışmasından da söz etmeliyiz. Çok belirgin fakat örgütsüz bir dinamiğin taşıdığı farklı gelişim potansiyleriyle de birlikte görülerek örgütlenmeye girişilmesi ve alan içi güçlere dayanma yönüyle önemlidir. Bununla birlikte bu çalışma eli çantalı oradan oraya sürekli hareket halinde olan ö. leriyle her yere ulaşmayı, ön örgütlenmeler yaratmayı ve siyaseten de kazanılacak nüveler oluşturmayı ve eylemsel bir gelişimi önüne hedef olarak koymalı ve bundan kopmamalıdır. Emekçi memur hareketindeki duraksama, içe kırılma, sendikal bürokratizmden de sonuç çıkartmış olarak sonuç almaya kilitlenen içe ve dışa doğru hareketlilik, sadece kendisini değil öğrencileri, velileri de örgütlemeye yönelen ve TÖS geleneğini-sosyalist aydınlatıcılık yönünü ve direngenliğini- sahiplenen bir çizgide gelişmelidir. Bu tür hızlı gelişebilme potansiyelleri olan çalışmalar, klasik dernek, sendika çalışmaları biçimiyle, dar kurumsal ilişkilerin içerisinde geliştirilemezler. Ö.çülerimizin ve alan aktivistlerinin ilişkileri ve çalışmayı örgütleyiş tarzı kurduğu her ilişkiyi çalışmanın örgütleyicisi haline getirecek, küçüklü büyüklü toplantılar, küçüklü büyüklü eylemlerle harekat tarzı geliştirilecek bir örgütlenme politikasına dayanmalıdır. Bu çalışmalar, gençliğin sendikal çalışmaları olsun, bilinmelidir ki, masa başı ilişkileriyle, dar dernek çalışmalarıyla geliştirilemez. Alan kitlesine hızla açılan bir çalışmayla ve bu açılımı sağlamamıza katılacak ve bunu amaçlaştıracak, idealleştirecek güçlere, kişilere ulaşılarak ve eylemsel süreklilikle gelişir.

Yine bu dönemde 2007 1 Mayıs’ında diğer devrimci örgütlerin birçoğundan da farklı olarak lafzen değil fiilen de Taksim’e kilitlenen bir siyasal iradenin ortaya konulması ve bunda sonuna kadar ısrar edilmesi, buna uygun olarak Ö. güçlerimizin ne olursa olsun Taksim’e çıkma kararlılığı içerisinde hareket etmeleri ve bunun gerçekleştirilmesinin belirtilmesi gerekiyor. Bunun aynı zamanda Ö. ü içerden toparlayıp harekete geçiren, KÖM açısından da iradi bir çıkış anlamını taşıyan G. si, ve aynı dönemdeki Km’nin Öün siyasal ufkunu açan sosyalist devrim stratejisini açıklanmasının oluşturduğu ö.sel, siyasal,moral zemin üzerinden yükseldiğini de belirtmeliyiz…

Son kesitte Köm, yeni bileşimiyle de iç dinamizmi görece artmış, yeraltı ö.ün görüş alanına daha fazla sokulmaya başlanmış, konumlanış ve ilişkilerin sürdürülmesinde yeraltı yönelimini güçlendirici adımlar atılmaya başlanmış, küçük çaplı bazı askeri eylemler, militan çıkış örnekleri (BK, Bo.) gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Gençlik örgütümüz de Ö.deki dağınıklığa karşın ö.lenmesini bunun dışında tutup kendi içinde ö.lemeye başladığı, dar biçimiyle de olsa ö.ruhu ve eylemini çalışmalarında göstermeye başlayan bir yönelime girmiştir.

Evet, bunlar zayıftır. Görüş ayrılıklarımız, iç tartışma sürecinin derinleşmesi, üst organlardaki kilitlenme, toplam ö.sel durumumuz ve çalışmalardaki dağınıklık, durumumuzu belirlemektedir. Bununla birlikte merkezi ya da şu veya bu parçada duruma teslim olmayan, sorunları kendisine dışşallaştırmayan, kendi durumunu bunun içerisinden açıklamaya girişmeyen, tersine varolan durumu, bulunduğu yerde, parçada, şu ya da bu konuda ve düzeyde yarmaya ve değiştirmeye çalışan, her çaba -örgüt adamı duruşu budur- bu dönemde değerlidir. Bu sadece bugün için değil gelecek açısından da temel bir ayrım oluşturur. Böylesi bir ö. adamı duruşu ve çabasıyla örgütün bugün karşı karşıya olduğu sorunları, çözme çabası içerisinde bütününe kör tepkisellikle değil perspektif ve somut çözüm geliştirerek, bir eksenin ortaya çıkarılmasına katkı sağlayarak ve bu yönde alıcı ve özümleyici olan, kendisini dönüşümün hem öznesi hem bir parçası haline getiren kadro, bugünün kadrosudur. Bugünün X’lisidir.

Bu döneme ve sürecin bütününe ve gelişimine bakıldığında, emperyalist kapitalist sistemdeki ve ülkemizdeki ortaya çıkan değişim ve dönüşümlerin kavranışı ve stratejik, siyasal-ö.sel yeni bir konumlanışa geçilemeyişi, fiili tasfiyecilik halinin ö.sel alanda yoğunlaşan sorunlarının aşılamayışı, bunların kapsamında yer alan konu ve sorunların ele alınışı ve çözümünde üst organlar içerisinde var olan görüş ve tutum farklılıkları, Köm’ün büyükçe pay sahibi olduğu varolan durumun konformistçe sürdürülmesi, yapısal bozulma, bir bütünlük ve eksen üzerinden bir dönüşümün gerçekleştirilmesine karşı Km çoğunluğunun sorunu temelleriyle kavramaktan uzak, tutuculaşan ve gericileşen görüşleri ve tutumu, konformizmin Km içerisinde de varlığı durumun yarılmasını engellemiş ve bir kilitlenme yaratmıştır.

SONDAN BAŞA DOĞRU BİR BAKIŞ: SÜRECE BAKIŞ VE KONUMLANIŞTA TEMEL AYRIMLAR.

Kurultay ve oluşturulan organlar sonrasında ülkede olduğum dönemde yeniden ortaya çıkmaya başlayan tıkanmaya iki yönden bakmak gerekir. Bir çalışmaların geldiği düzlem içerisinden yeni ögeleri içerisine katarak, tıkanma noktalarını kendi içinde çözerek ileriye doğru farklılaştırılarak geliştirilmesi. Bunun hangi adımların derinleştirilmesiyle ve nelere bağlı olarak olabileceğini de irdeledik. Bu biçimiyle çalışma bir yere kadar sürdürülüp geliştirilebilirdi. Temel sorun, aşılmamış olarak kalır ve o aşılmadıkça da daha büyük tıkanma ve kırılmaların yaşanması önlenemezdi. Teorik, politik, ö.sel pratik olarak ortaya çıkan ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel yeni durum ve ilişkilere, içsel olarak birbirine bağlı köklü bir yanıt oluşturmak, kesikliliği aşmanın, örgütsel krizi çözmenin, çözebilmenin tek yoluydu. ’90ların ortalarından başlayan ve ağırlaşan bir krize dönüşen ö.sel sürecimizde o dönemden itbaren yürütülen çalışmaların sonuç vermeyişi de bu temel çözüme ulaşılmadıkça krizin aşılmadığını göstermektedir. Tüm bu dönemler içinde kendi içinde ilerlemeler, çözülme ve geri kırılmalar yaşanıyor olması da bu gerçeği gösteriyor.

Ülkede bulunduğum dönem de buna uygun olarak, iki yönden görülmelidir. Birincisi, temel sorunların çözülmemişliğine karşın ileriye doğru konulan politikaların yeni tip bir örgütsel önderlikle birleştirilmeye başlanılarak, fiili tasfiyecilik halinin en üst organdan en alttaki kadrolara, çevre güçlerine kadar yaratmış olduğu etkilere -konformizme, geri kitle çalışmasına, militanlık eşiğinin düşmesine, sistem içileşmeye, part-time’cılığa, çevrecileşmeye, bireyselleşmeye, olanaksızlıklara- karşı mücadele edilerek aşılması için mücadele. Örgütün merkezileştirilmesi, içe ve dışa doğru bir güç biriktirmenin gerçekleştirilmesi adımları. İki, Bu ne kadar yapılmaya yönelinilirse yönelinsin ’90ların ortalarından bu yana olan sürecimizin ve göreli bir toparlanmanın olduğu son döneminde gösterdiği gibi koşullardaki topyekun değişime yanıt verecek temel bir eksen ortaya çıkartılması gerçekleştirilmedikçe ve çalışmalar, bütünsel bir dönüşüm içerisinden yürütülür hale gelmedikçe bir gelişim sürekliliğinin sağlanamayacağının, sağlanan gelişmelerin alt düzeylerde ve parçalarda kalacağının, temel sorunun bütünsel çözümü ve pratikleştirilmesinin zorunlu ve ertelenemez hale gelmiş olduğunun görülmesi.

Geriye doğru da giderek bir değerlendirme yaptığımızda belirleyici olan, yakalanması gereken ana halka ikincisidir. ’90ların ortalarından itibaren ö.sel gerileyiş ve çözülmeye, ö.sel krize yol açan belirleyici etmen olarak bu ne ölçüde görüldü ve bu ana halka kavrandı mı?

Önce birincisinden başlayalım. İkincisinin belirleyici oluşu, birincisinin önemli olduğunu, bu düzeyde yapılabileceklerin varlığını ortadan kaldırmaz. Temel sorun çözülmemiş olmakla birlikte varolan ileriye doğru olan teorik, siyasal, örgütsel birikimlerle atılabilecek adımlar vardı ve böylesi dönemlerde tutumlar, döneme ve koşullara boyun eğmeye dönüşmedikçe, onun içerisinde erinip kaybolunmadıkça her zaman yapılabilecekler vardır. Uzun dönem içerisinde farklı dönemlerde bunun şu ya da bu konu üzerinden yapıldığını, yapılmaya çalışıldığını örnekleriyle görüyoruz. Bununla birlikte bunlar gitgide gerileyen, mecalsizleşen bir biçimde gerçekleştirilir hale geldiği gibi, konformist düşünüş ve davranışlar, üst organlardan alt organlara kadar tekil farklı örnekler ve zaman zaman farklılaşan tutumlar olsa da kadroların, çevre güçlerin büyük çoğunluğuna egemen hale geliyor. Hedefsizleşme, yön duygusunun kaybı, konulan hedeflerin daha ilk andan boşa düşmesiyle çember daralıyor, kısır bir döngüye giriliyor ve güç kaybı artıyor. Bunun bir diğer benzeri yurtdışında yaşanıyor, üstelik yurtdışı konf. yapılmış olmasına ve orada konulan hedeflere karşın. (Yusuf y. ve diğer iki mk üyesi, önerdikleri konf. ı ülkede yapamadılarsa da yurtdışında istedikleri biçimiyle yaptılar.) Gelişmiş kapitalist ülkelerde ve burjuva demokrasisi koşullarında geniş bir sınıf mücadelesi kavrayışına çıkarak bir eksen oluşturamayan bu Konf. y.dışı çalışmasının farklı özelliklerinin tespitine dönük bir derinleşme de gerçekleştiremediğinden bu alandaki çalışma da kısa bir canlılık döneminden sonra hızla geriledi ve çözüldü. Ülkedekinden de fazla olan temel kadro güçlerinin çoğu, çevre güçlerin büyük bölümü kaybedildi.

Doğru bir yaklaşım olarak temel sorunun çözülmemişliği ve onun engelleyiciliğine karşın bu dönemde çalışmanın bu düzeyde gerilemesine imkan tanınmaz, kimi alanlar ve konularda gelişim pekala sağlanabilirdi. Bu nasıl mümkün olurdu? Bir; temel sorunun varlığını ve ana çözüm halkasının o olduğunu bilerek çalışmanın yürütülmesiyle. İki; ösel çalışmanın yönünün ana çözüm yönünde kilitlenilmiş olarak oluşturulmaya çalışılan eksene bağlı kılınmasıyla, Üç; 90’ların başlarından bu yana sınıf ve sosyalizm vurgulu yönde geliştirilen politikaları değerlendirip geliştirerek çalışmalara dahil edilmesiyle, Dört, örgütsel çalışmayı dağınıklıktan kurtaracak sınıf odaklı belirli nokta ve hedeflerde toplayacak bir yönelimle, Beş; sınıf ve kitle hareketinin gelişim seyrine, siyasal koşullardaki gelişmelere bağlı olarak taktiksel önderlik geliştirerek. Bu o dönemlerde yaptığımız kapsamlı, uzun süreli ve sonu gelmeyen, sonuç yaratmayan kampanya tarzıyla, ya da bir direniş patladığında, bir olay olduğunda oraya koşan, sonra da hemen sonuç alamayınca uzaklaşan küçük burjuva aceleci tarza dayalı olarak değil stratejik olarak belirlenmiş hedeflere uygun onları güçlendirecek biçimde seçilmiş taktiksel yoğunlaşmalar olarak uygulanmalıydı. Rejim krizi gerilim ve çatışmalarının bizi belirlediği bir siyaset yapma ve sürüklenme durumundan da kesinlikle kopulmalıydı. Taktiğimiz; nispi yükseliş döneminin taktiğinden hemen vazgeçilmeden 90ların ortalarından itibaren sınıf ve kitle hareketindeki gerileyiş sürecine girişini de görerek ikili bir taktiğe geçilmeliydi. Özellikle 2001 krizi ve F tipi yenilgisinden sonra ise artık sınıf ve kitle hareketindeki gerilemenin belirginleşmesi, sınıfta ve örgütlerde ve biz de dağılma ve çözülmenin hız kazanmaya başlamasıyla güç toplama taktiğine geçilmeliydi. İşçi sınıfı hareketinin gelişim seyrine ve siyasal süreçteki dalgalanmalara, iniş ve çıkışlara göre dinamik bir taktik önderliğe geçişin ön adımları atılmaya başlanmalıydı. Güç toplamayı başaracak taktik, ancak ve ancak küçük burjuva sol devrimciliğinin stratejiyi taktiğe indirgeyen ve yok sayan taktik yaklaşımından, küçük burjuva aceleci tarzdan kopularak uygulanabilirdi. Her durumda taktiğin stratejiye olan bağı kurularak, stratejik bir plan içerisinde ve taktiğin de sonuç alıcı somut bir plan içerisinde yürütülmesi… Altı; ö.sel kadrosal durumun, kitlelerin durumunun ortaya çıkmış olan yenilgi ve fiili tasfiyecilik halinin tüm görüngü ve davranışlarını gören ve yok saymayan, öte yandan bunlara teslim olmayan, ısrarlı, inatçı, kararlı mevcut koşulların üstüne çıkabilen bir örgütsel önderliğin ortaya konulmasıyla. Bu da soyut değil somuttur. Sınıf ve kitle çalışmasının teorik, politik ve ekonomik her düzeyden yürütülüşünde stratejik belirlemelere dayalı öncelikler üzerinden, darmadağın ve sürüklenen biçimde değil seçili konularda güçlü taktik planlamalarla, dinamik bir taktik önderliğin gerçekleştirilmesi. Bu taktik yönüyle güçleri de daha canlı kılar, hareketlendirir, militanlaştırır fakat boğmaz, asıl ve temel olarak da çalışmaların stratejik odaklı olarak yürütülmesi ve taktiğinde somutlanmış stratejik görevlere bağlanmasıyla çalışmanın pratik ve uzun dönemli sonuç alıcılığıyla güç biriktirilmesine olanak sağlar, yaşanılan sonuçsuzluk ve geriye kırılmalar değil zayıf da olsa ileriye doğru bir gelişim ve farklılaşma ortaya çıkardı. Güç biriktirmenin hem dışa, hem içe doğru örgütlenmesi ve bunun mevcut durum içerisinde somut tanımlanışı olurdu bu. Verili, süregiden durum içerisinde bunlar yapılabilirdi.

Bugünkü durumumuz mutlak kaçınılmaz bir kader değildir. Bu belirtilenler durumu temelden değiştirmez, köklü bir değişim ortaya çıkarmazdı. İşçi sınıfı ve kitle hareketinin gerilediği bir döneme denk geliyor oluşuyla da büyük bir emek ortaya konulduğunda dahi alınabilen yol kısa olurdu. Bunun içinde nispi gelişme sağlayabilmenin imkanları olurdu ve vardı da. Bir bütün olarak bu dönemin strateji ve taktik ilişkisini bir, bizi tek yönlü çalışmayla, devrimci yükseliş dönemlerinin taktiği içerisinde gelişme sağlayıp durgunluk ve gerileme dönemlerinde başarısız kılan küçük burjuva aceleci tarzın taktiksel yaklaşımından koparak, sınıf mücadelesindeki alçalma ve yükselmelere göre aynı değil değişen taktikler uygulayarak ve ö. güçlerini buna hazırlayarak; İki, Gelişmekte olan SD yönelimini güçlendirecek bir stratejik, taktik konulanışa geçerek, bu dönem kendi içinde ileriye doğru farklılaştırılabilirdi.

Temel sorunun çözülmemiş olması -örneğin, bunun bir parçası olan o kesitte SD dememiş olmamız- nedeniyle bir dönem içerisinde, yaşanılan süreçlerde yapılabilecek fazla bir şeyin olmadığı ve bu durumun kaçınılmaz olduğu biçimindeki bir görüş yanlıştır. Sosyalizm ve sınıf devrimciliği bakış açısından dahi yaklaşırsak yapılacakların varlığını ve bunların az da olmadığını görürüz. Böylesi dönemlerde belirtilen kapsam içerisinde yapılabileceklerin varlığını görmeyen bir bakış açısı sorunu maksimalize eder. Fiili tasfiyecilik halinin konformist düşünüş ve ilişki ortamının dışına çıkarak değil onun içerisinden düşünmeye devam eder. Bu şekilde düşünüş ve maksimalizasyon sadece dünün yanlış değerlendirilmesiyle sınırlı bir etkiyle de kalmaz. Bir durumdan bir başka duruma bir anda bir sıçramayla geçemeyeceğimiz, sosyalist devrimci strateji, programatik yönelim ve hedeflenmelerle hareket edecek olmamıza karşın önceki örgütsel durumun bir anda değiştirilemeyecek oluşu ve sınıf mücadelesi koşulları da bir anda değişmeyeceğine göre önümüzdeki dönemin güçlüklerine de hazırlanamaz; duvara çarpar ve yenilgiye uğrar. Eğer teorik ve politik, örgütsel sorunların ileriye doğru kavrayışıyla birleşen bir ö.sel önderlik gerçekleştiriliyor olsaydı çözümlenmemiş temel sorunların varlığı ve dönemin geriletici etkisiyle hızlı ve istikrarlı bir gelişim gösterilemez, temel sorunlara çarpılır fakat ö.müzün yönü ileriye dönük olarak bu sorun ve konular tartışılırdı. Bu gerçekleştirilebilmiş olsaydı lafazanların hiç bir çözüm oluşturmayacak görüşleriyle süreci manipüle etmesinin önüne de geçilmiş olunurdu. Bu görülmelidir.

Bununla birlikte asıl çözücü ve belirleyici olana sıçrayamamak, dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal ve kültürel koşullardaki değişim ve dönüşümlere SD stratejisine de geçerek yanıt oluşturacak politikalar ve ö.sel politikalara geçiş yapılmaması, tekrarların, gerileme ve içe doğru kırılmanın asıl nedenidir. Çalışmanın nitel bir sıçramayla ve yeni bir niteliksel durumun içerisinden örgütlenmesine geçilmedikçe ortaya çıkan sonuç hafifletilebilir fakat ortadan kaldırılamazdı. Zemindeki değişim en iyi durumda parçalardan çıkışlarla yakalanmış olarak kalır fakat toplam durum içerisinde gerileyiş önlenemez, değişen koşullara yanıt verilemezdi. Geleneksel bir SDci bakışla da değil, önceki dogmatik ve revizyonist olanlardan farklı “büyük dönüşüm” içerisinden geliştirilen bir SD stratejisiyle birlikte üretilecek yeni politika ve örgütsel politikalar, strateji ve taktiğin bu temelde değişimi, ö.sel hedef ve kilitlenmelerin buna uygun gerçekleştirilmesi bütünsel bir dönüşüm ve durumun değiştirilmesinin yeni başlangıcını oluştururdu. Sürece, yaşanılanlara ilişkin bilinçsel karmaşa aşılmaya başlanır, sorunların tanımı değişir, konumlanış farklılaşmaya başlardı. Strateji değişimi ile birlikte yön kesinliği ortaya çıkardı. Stratejik hedeflerle taktik planlar daha uyumlu hale gelir, siyasal olarak çalkantının derinleştiği, rejim krizi çatışmalarının boyutlandığı bir kesitte bu düzeyde bir ara akımlaşma ortaya çıkmazdı. Teorik ve siyasal olarak geri çözülmenin, ara akımlaşmanın derinleşmesinin önüne geçilirdi.

Temel sorun, “SD deseydik …” sınırları içerisinde ele alınamaz. Bu çok açıktır. Peki şu şekilde ele alınabilir mi? “Devrimci militan ruh sessiz restorasyonu eski kadrolarda daha yoğun olmak üzere korkunç bir yıpranma, yorgunluğun da üstüne bindiği pratikten, pratik işleri örgütlemekten, bir parça risk almaktan uzak durmak olarak devletin söylediği gibi adım adım silikleştirdik. Ve bu ö. ’90larda sd deseydi de bugün bu durumda olurdu, ileri ö. biçimlerini savunsaydı da. Bu ‘sessiz restorasyonu’ tersine çevirmek ne tek başına sosyalizm projesi geliştirmek, ne tek başına yeni ö . modeli ve işlerlik örnekleri ne de neoliberal dönüşümü yazıp çizmekle olamaz. Süreçlere devrimci taktiklerle eylemli müdahale damarını yeniden canlandıramaz isek yeniyi sadece yazarız.” Bu cümleler , Büyük Angel y. ın. Onun bu görüşü sadece ona ait bir görüş değildir, küçük ifade farklılıklarıyla birlikte hareket ettiği km’nin diğer iki üyesine ait görüşlerdir de. SD deseydik de, neoliberal dönüşüm üzerine yazıp çizsek de, yeni örgüt projesi geliştirsek de, sosyalizm projesi geliştirsek de , … de, …de, …de “süreçlere devrimci taktiklerle eylemli müdahale damarını yeniden canlandıramaz isek yeniyi sadece yazarız.”

Büyük Angel y. tarafından ifade edilen bu görüş, işte tüm tartışmamızın üç Mk üyesi tarafından ifadesinin özüdür. Bu görüş, bu yoldaşların beş yıldır süren tartışma sürecinde gelebildikleri noktayı ifade etmektedir ve tam bir eklektizm örneğidir. Ona göre SD demek, neoliberal dönüşüm üzerine yazıp çizmek, yeni örgüt projesi geliştirmek, vb. vb. ayrı ayrı ve kendinde şeylerdir, aralarında bir bağ, etkiyen bir ilişki yoktur. Daha önemlisi taktiğin de bunlarla hiç bir ilişkisi yoktur! Taktik de kendinde bir başka şeydir! Üstelik bu sayılanlar sadece “yazı” dır, “yazıp çizmektir”!. “süreçlere devrimci taktiklerle eylemli müdahale” ise yazı değil eylemdir! Dolayısıyla devrimci olan, en devrimci olan budur. Bunu yapmaktır. ((Not: Büyük Angel y. ın ve Yusuf ve Leyla yol. ların görüşleri bu olduğuna göre onlara yıllardır bunları söylüyorsanız neden buna göre bir konumlanma içerisinde değilsiniz, ülkede bunu yapmayan, uzak duran bir Mök varken siz niye buradasınız, niye bir tekiniz bile gitmediniz demek hakkımız değil midir? Sizlere km’nin iki toplantısında açıkça söyledim: Eğer sizin bu görüşlerinizi savunuyor olsaydım burada olmazdım, dedim. Bir karşılığınız oldu mu, MÖk üyelerinin ülkedeki durumu belirterek yaptıkları açık çağrıya nasıl bir cevap verdiniz? “Devrimci militan ruh sessiz restorasyonu eski kadrolarda daha yoğun olmak üzere korkunç bir yıpranma yorgunluğun da üstüne bindiği pratikten, pratik işleri örgütlemekten, bir parça risk almaktan uzak durmak olarak devletin söylediği gibi …” diye başladığın değerlendirme cümlesi en başta sizi tarif ediyor olmasın. Konformizme battın ama değerli bir y.sın. Ruhunun hala devrimci olduğunu, bunun bütünüyle yok olup gitmediğini de biliyorum ama ülkeye neden gidemediğini anlattığın yazıdaki gerekçelerin tam bir yurtdışı tasfiyeciliği örneğidir.)) Bu görüş, üç MK üyesinin siyasal devrimci bakış açısından ürettikleri antifaşist mücadeleye doğru indirgenen bir militan taktik faaliyetin sürecin yarılmasında belirleyici olduğu görüşünden doğmaktadır. Sol lafazanlık örtüsü yırtıldığında geride kalan buram buram kendiliğindencilik kokan süreç-taktik anlayışıdır. Militan bir taktik faaliyet olmadığında strateji ve program değişikliği ne işe yarar demek olan bu görüş, taktiği, program ve stratejiden ayırmakta, taktiği onların önüne geçirmektedir. Bu ilk olarak, en kaba haliyle dahi sosyo-ekonomik yapıda, siyasal ve kültürel koşullarda, sınıf ilişkilerinde gerçekleşen ve gerçekleşmekte olan değişimlerin zorunlu kıldığı strateji ve program değişiminin politikaların, taktik ve örgütlenmelerin buna bağlı olarak belirlenmesini yadsır. Siyasal ve taktiksel olarak önceki koşulların içerisinden düşünür, güçleri buna göre mevzilendirmeye ve harekete geçirmeye çalışır. SD denildiğinde uygulanacak olan strateji ve taktikle, SD denilmediğinde uygulanacak olan strateji ve taktik ayrıdır. Sınıf mevzilenmesi de, güçlerin mevzilenmesi de farklıdır.Temel sınıf ilişkileri, siyasal koşullar değişmektedir. Bunlarla birlikte siyasal mücadelenin kapsam ve içeriği de değişmektedir. Dolayısıyla SD demek ya da dememek önemli değildir, önemli olan devrimci taktiktir diyen bir görüş, taktiği stratejiden de kopartarak yüceltir ve fiilen de demokratik devrimci bir taktiğin uygulayıcısı olur. Mücadeleye dönük ne kadar sol bir söylem geliştirmeye çalışırsa çalışşsın program ve strateji değişimini gerektiren ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel zemin değişimi gerçekleştiğinden önceki demokratik devrimciliğin sınırları içerisinde dahi kalamaz, onun daha gerisine, sağ bir siyaset zeminine geriler. Nitekim bu görüşlerin savunucusu ve formüle edicisi olan Yu. yın görüşleri anti emperyalist halkçı demokratik devrimciliğin dahi gerisine düşmüş, kapitalist gelişim ve iç mücadeledeki proletarya sosyalizminin baskısıyla eklektik bir hal almıştır. Angel y. ın yazı ve yazıp çizmek olarak gördüğü “neoliberal dönüşüm üzerine yazıp çizmek”, “sosyalizm projesi geliştirmek”, “yeni bir ö. modeli geliştirmek”, işte bunun için, bu hallere düşmemek için gereklidir. Artan ölçüde bir ara akımlaşma yaşanmışsa tam da bunlar yapılmamış olduğu içindir. Bu görüş, ilk ve saf haliyle Yu. y. tarafından son derece dar ve yüzeysel bir örgütsel toparlanma görüşü ile birlikte, süreçlerde taktik müdahale ile gelişim sağlamak olarak ileri sürülmüştür. 2005 yılında hazırladığı ikinci Ö.sel rapor taslağında Yu. y. şunları söylemektedir: “Bir örgüte ‘politik bir güç’ özelliğini kazandırabilmenin yanında örgüt güçlerinin her günkü faaliyetlerine ortak hedefler doğrultusunda birleşik merkezi bir faaliyet özelliği kazandırabilmenin en önemli aracı TAKTİKLER VE TAKTİK ÖNDERLİKtir. Geleneksel bazı bölge ve alanlarda, gelenekselleşmiş bazı biçimlerle sınırlı faaliyet yürüten dar bir örgüt olmanın kabuğunu kırmaya yöneldiğimiz ‘90’lı yıllar içinde bu alanda sıçramalı gelişmeler kaydettik; dönemine göre ilerici ve önaçıcı taktik politikalar ortaya koymanın yanında taktik önderlik konusunda da belirgin bir yetkinleşme sağladık. Ancak yine 3. Konferans öncesinde başlayan bir süreçten itibaren, SADECE ÖRGÜTÜN GELDİĞİ NOKTA, BEKLENTİ VE İHTİYAÇLARIN BÜYÜMESİ NEDENİYLE DEĞİL, ASIL DÖNEMİN MÜCADELE KOŞULLARINDAKİ KARMAŞIKLAŞMA VE DEVRİMCİ HAREKETİN BÜTÜNÜNÜ TEHDİT EDEN TEHLİKELERDEKİ BÜYÜME NEDENİYLE BU ALANDA ZORUNLU HALE GELEN BİR SIÇRAMAYI YAPAMADIK.

Burjuvazinin sömürü ve egemenlik yöntemlerindeki değişiklikler, “yeniden yapılandırma” kapsamında atılan adımların ortaya çıkardığı yeni sonuç ve sorunlar, 1990’lı yıllar boyunca bir türlü istikrarlı bir yükseliş çizgisi kazanamayan sınıf ve emekçi kitle hareketindeki durgunluğun ‘96’lardan itibaren giderek geriye doğru bir çözülme özelliği kazanması, toplumsal dokuda ve psiko-sosyal yapıda ortaya çıkan değişmeler en başta olmak üzere yer yer birbirini kesen çelişik etkenler yumağı içinde genel harekete ve örgüte doğru bir rota kazandırabilmek için ESKISINDEN ÇOK DAHA GIRIFT VE INCELIKLI, ÇOK DAHA ENERJIK VE SERI BIR TAKTIK ÖNDERLIK GEREĞI VE IHTIYACI ortaya çıkmıştı. O kesitte etkin ve işlevsel olmak isteyen bir taktik önderlik -bizim genellikle yaptığımız gibi- artık ortaya sadece genel bir taktik plan ve bunun esaslarını koymakla yetinemezdi; günün taktik önderlik ihtiyacı, doğru belirlenmiş stratejik öncelikler temelinde artık uygulamanın da ayrıntılı bir biçimde planlanıp yönlendirilmesini ve sürekli denetlenmesini gerektiriyordu.

TAKTİK ÖNDERLİK VE PLANLAMA ALANINDA DAHA ÖNCEDEN YAKALADIĞIMIZ GELİŞME ÇİZGİSİNİ BİZ BU DOĞRULTUDA GELİŞTİRİP YETKİNLEŞTİRMEYE YÖNELECEĞİMİZ YERDE, KENDİMİZCE BELİRLEDİĞİMİZ “STRATEJİK ÖNDERLİK” GÖREVLERİNE YÜKLENME VE YOĞUNLAŞMA ADINA DAHA ÖNCE YAKALADIĞIMIZ ÇİZGİNİN DE GERİSİNE DÜŞEN BİR PERFORMANS SERGİLEMEYE BAŞLADIK.”

Söylediklerinin özü ve esası, çıkardığı temel sonuç son cümlede olmakla birlikte Yu. y.ın görüşlerinin tam anlaşılması, “Orada şu da vardı” denilmemesi için uzun bir aktarma yaptım. (Not: “Stratejik önderlik görevlerine yüklenme ve yoğunlaşma” kapsamında sözü edilen de “biz” denilmesine karşın benimdir. Yu. y ın tarz ve uslubunu bilenler bunu hemen anlar. Bu “biz” i kabul ederek söylersek Yu. yoldaşın önce “stratejik önderlik görevlerine yüklenme ve yoğunlaşma” kapsamında ne yapmış olduğuna, daha sonra buna karşı çıkan olarak Yu. y ın o dönemde ve çıktıktan sonra taktik önderlik ve planlama adına ne yaptığına, örneğin bir dönem taktiği dahi ortaya koyup koymadığına, güç toplama taktiğinin ne zaman gündeme getirildiğine de bakılmalıdır.) Yu. y. birçok olguyu yan yana sıralamakta -“Burjuvazinin sömürü ve egemenlik yöntemlerindeki değişiklikler, “yeniden yapılandırma” kapsamında atılan adımların ortaya çıkardığı yeni sonuç ve sorunlar, 1990’lı yıllar boyunca bir türlü istikrarlı bir yükseliş çizgisi kazanamayan sınıf ve emekçi kitle hareketindeki durgunluğun ‘96’lardan itibaren giderek geriye doğru bir çözülme özelliği kazanması, toplumsal dokuda ve psiko-sosyal yapıda ortaya çıkan değişmeler..” – ardı ardına bunlar sıralandıktan sonra bunlardan “stratejik önderlik görevlerine yüklenme ve yoğunlaşma”nın yanlışlığıyla birlikte büyüyen taktik görevler sonucunu çıkartmaktadır. Ona göre yoğunlaşılması gereken taktik görevler ve taktik önderliktir!

Bu görüşler ne zaman ve hangi dönem için ileri sürülmektedir. Birincisi, program ve strateji değişikliğinin gerekli olduğu, ikincisi, gereklinin ötesinde zorunlu hale geldiği-benim hemen değişiklik yapmalıyız dediğim dönemde, 2005 yılında- söylenmektedir bu sözler. Üstelik bir raporda!

Program ve strateji değişiminin o dönemdeki önemini ve belirleyiciliğini, onun ne kadar zorunlu hale geldiğini kavramaktan çok uzak olan bu görüş, fiili tasfiyecilik haline yol açan etmenleri, kapsam ve derinliğiyle görmekten de çok çok uzaktır. Yan yana sıralamış olduğu bütün etmenler, taktiksel olandan önce programatik ve stratejik bir değişimi gerektirmektedir. Program ve strateji değişiminin de ötesinde ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel temel değişimlere yol açan ve açmaya devam eden emperyalist kapitalist sistemin içsel dönüşümünün yol açtığı yeni sorunlara çıkışını teoriden alacak yeni bir bakış açısıyla yanıt vermeyi gerektirmektedir. İşçi sınıfının yeni durumuna, toplumsal, grupsal, bireysel özellik ve ihtiyaçların değişimine yeni örgütlenme politikaları ve yeni bir çalışma tarzıyla yanıt vermeye geçmek gerekmektedir. Yeni bir parti modelini gerektiren de bunlardır. Yu. yoldaş ise, yeni ve değişen bazı olgulardan söz etmekle birlikte onları yan yana sıraladıktan sonra, bunların dahi ne anlama geldiklerini hiç ama hiç düşünmeyip önceki stratejinin içerisinde kalmaya devam etmekte, 3. konf. sonrasında stratejik görevlere yüklenilmiş ve yoğunlaşılmış olmasını da kendisince mahkum ederek, taktik görevlerde yoğunlaşmayı önermektedir. İşte -öncesi bir yana- 3. konf. sonrasında belirmeye başlayan, 2005 başında emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşüme, SD stratejine geçmeyi de içerecek biçimde yanıt vermek gerektiği, örgütsel stratejik ve taktik konumlanışın bunun üzerinden geliştirilmesi önerimle sıçrayan görüş ayrılıklarımız ve iç mücadelenin sürece bakışla ilgili olanı tam da budur. Yu. y.ın önerisi, bir program ve strateji değişimiyle birlikte taktik müdahalenin geliştirilmesi önerisi değildir. Önceki stratejinin içerisinden bakmaya ve kalmaya devam eder. (Bu y. ve diğer iki Mk üyesi y buna itiraz edecekler, kendilerinin de SD dediklerini, hatta bunu daha önce söylediklerini belirteceklerdir. Son kesitte en hakiki SD cilerin kendilerinin olduklarını söyleyen Mk üyesi üç y. ın yıllardır bu ö.ün ve Konf. ın gündeminde olmasına karşın neden bir SD çalışması yoktur? Gerçekleşen değişimler, son süreçte hız kazanan siyasal gelişmeler bu konuyu alabildiğine yakıcılaştırmışken eğer diğer bazı y.ler ve benim tarafından bir hazırlık yapılmamış olsa SD konusu yine ötelenmeyecek miydi? Üç Mk üyesinin örgütümüz açısından tümüyle yaşamsallaşmış bu konuda hiçbir çalışma yapmamış olmaları nasıl açıklanır? Bunu büyüyen taktik görevlere, devrimci taktik önderliğe verdikleri büyük önemden dolayı zaman bulamamakla açıklayacaklarsa, yanlışlığı bir yana o alanda ne yaptıklarını sormamız gerekmez mi?) Yu. y. ın da SD demeliyiz dediğini düşünsek te onun bu yaklaşımında program, strateji-taktik ilişkisini SDci bir bakış açısından kurduğunu gösteren bir yaklaşım var mıdır? O bırakalım örgütsel rapor taslağı yazdığı dönemi bir dizi tartışmadan sonra dahi yeni bir program ve strateji içerisinden düşünüşe geçememiştir. Birçok tartışmadan sonra onun gelebildiği en ileri nokta, görüşlerinin platformu olan eklektize edilmiş ve bulamaç bir sosyalizm haline getirilmiş, proletarya sosyalizmiyle hiçbir ilişkisi olmayan “Dünyada ve Türkiye de gidiş”tir. (Ki bu en ileri olandır. Yurtdışı seminerinde ifade edilen küçük burjuva milliyetçi görüşler, antifacılığın ötesine geçmeyen siyasal analizler, gel git sarmalı içerisinde bu süreçte o kadar çok ifade edilmiştir ki.) Devrimci taktik önderlik olarak söylenenler, Konf. la, İMT ile yapılmak istenen, YD Konf. da yapılan ve sonuçlarıyla, ufku ve erimiyle ne olduğu görülendir. Yu. yın dünyadaki ve ülkemizdeki değişim ve dönüşümlerin zorunlu kıldığı teorik, programatik, stratejik ve taktik yeni açılımlara dayanmayan, artık mutlak bir zorunluluk halini almış sosyalist devrimci strateji, program ve politika değişiminden kopuk taktiksel müdahale önermeleri, demokratik devrimciliğin gerileyen zemininden, siyasal kendiliğindenciliğin, yalpalamaların içerisinden yapılmaktadır. O bugünkü durumu, fiili tasfiyecilik halini doğuran nedenleri kavramaktan çok uzaktır. Devrimci teori ihtiyacının büyüdüğü bir dönemde teoriye düşmanlık, program ve strateji değişiminin olmazsa olmaz hale geldiği bir dönemde bundan kopartmış olarak, önceki stratejinin içerisinde kalarak taktiğe verdiği öncelik, onu demokratik devrimciliğin gerileyen çizgisinin içinde bir o yana bir bu yana -küçük burjuva milliyetçiliğinden liberalizme- yalpalayan bir çizgiye sürüklemiş, küçük burjuva toplumsalcı bulamaç bir sosyalizmin savunucusu haline getirmiştir. Yu. y.ın son yıllardaki yazılarının ardışık bir okunması, siyasal kendiliğindenciliğin, yalpalamaların, rejim krizinin çalkantıları içerisinde sürüklenmelerin, orta sınıfçı bir sosyalizme kayışın bir resmi geçiti gibidir.

Bu devrimci stratejiye bağlanmayan taktik devrimcilik, leninizmden uzak küçük burjuva sol devrimciliğinin “sürekli kriz, sürekli devrimci durum” ve buna uygun militan mücadele biçimleriyle de esinlenip, eklektize edilerek sürülmektedir. Örgütümüzde varolan bir an önce bu durumdan, fiili tasfiyecilik halinden çıkılması istek ve beklentilerine hitap etse de durumu, süreci, tasfiyeciliğe yol açan nedenleri kavramaya en uzak olandır. Fiili tasfiyecilik halinin aşılmasında sorunu militan taktiklerin uygulanmasında gören bu görüşün siyasette yalpalaması ve sağa kayması, pratikte de kitlelerle bağ kurup kitleleri harekete geçirme gücünün olmayışıyla da başarısızlığı kaçınılmazdır.

BİR KEZ DAHA 4 PARAMETRE: Temel sorun ve çözüm halkaları, 4 parametre olarak belirtilen etmenlerin tümünü içeririr. Bu 4 parametrenin içerisinde ’90’lı yılların ortalarından itibaren sınıf mücadelesindeki gerileyiş de değerlendirilir ve taktik bir değişiklik yapmalıydık sonucuna da varılır. Fakat soruna ne dönemsel sınırlar içerisine hapsolmuş olarak bakılır ne de taktiksel bir değişimle sınırlandırılarak bakılır. 4 parametre içerisinde diğerlerinin hepsine de etkiyen, her birisini sarsan, önceki durumunun da dışına çıkaran, sürdürülemez hale getiren emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşüm ve bununla birlikte Türkiye kapitalizminin ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel yapısında ortaya çıkan değişim ve dönüşümlerdir. Sosyalist devrimci bir stratejiye geçişi, Türkiye bağımlı kapitalizmi ve kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimiyle artık mutlak bir zorunluluk haline getiren budur ve bu söylenmediğinde siyasal, sınıfsal, ö.sel ve giderek ideolojikleşecek bir dizi sorun yaratmaya adaydır. Sistemin içsel dönüşümü penceresinden bakarak SD dememiş olmak bugün karşı karşıya olduğumuz durumun başlıca nedenlerinden birisidir.

Bununla birlikte emperyalist kapitalist sistemin içsel dönüşümünden kaynaklı olarak ortaya çıkan değişim, sarsıntı, sürdürülemezlikler, toplumsal özellikler, sınıfsal özellikler, grup ve bireylerin yeni özellikleri, ihtiyaç ve beklentiler, teori ve politikanın sorunları, yeni tipte parti, önderlik, kadro politikası, iç işleyiş, kitlelerle ilişki kuruş, işçi sınıfının, gençliğin örgütlenmesi, kadın çalışması.., her düzeydeki örgütlenme ve çalışma tarzı sorun ve çözümleri SD stratejisiyle ilişkili yönleri olmakla birlikte onun çok ötesindedir. Sistemik değişimler ve geniş bir tarihsel bakış içerisinde ele alınıp çözümlenmesi gereken konulardır. Bunlar, ideo-teorik bir sıçrama olmadan tarihsel olarak geniş bir zamana ve coğrafyaya yayılan ve gemen olan küçük burjuva demokratik ve ulusal kurtuluşcu devrimcilikle sınır çekilip kopuş gerçekleştirilemez, SD dahil -program sorunu dahil-, politikalara ve örgütlenme politikalarına doğru geliştirilmeden bugünkü koşullara yanıt verilemezdi. Derin bir eleştirellikle birlikte çıkışını buradan almayan bir SDcilik, dogmatik-revizyonist bir SDcilikle, çökmüş olan bir SDcilikle kaydadeğer bir ayrım çizemezdi ve çizemez. Ki o SDcilik burjuva demokrasisi ve genişleyen ve derinleşen meta egemenliği ilişkileri karşısında tutunamayıp eriyen, kaynağında “üretici güçler teorisi” olan, sınıf çalışmasındaki izdüşümü ekonomist, reformist bir işçi siyaseti olan bir SDciliktir. Bizim temel kopuş halkalarımızdan birisi de bu tür SDcilikten kopuştur. Tarihin yeni bir sayfasını çevirirken siyasetin ve siyasal mücadelenin, görevlerin kapsam ve içeriğindeki değişim sadece demokratik devrimden sosyalist devrimci stratejiye geçişe bağlı bir değişim olmayacak, bilinegelen sağ SDci bakıştan ve dogmatik SD programlarından da bir kopuşu da içerecektir. Her halkasına ve bütününe komünizmin ışığının düşürüldüğü ve ona kesintisizce ilerleyecek, bir program ve sadece program değil yeni tipte bir örgütlenme ve ö.sel politikalarla varolacağız. (Yazının ikinci bölümünde bunlara ilişkin temel çıkarımlar yeralıyor.)

2005 SONRASI BAŞKA BİR YOL İZLENEBİLİR MİYDİ? Benim yönümden de yanıtlanması gereken bir soru, Önderlik ve genel olarak da ö. düzeyinde bu adım neden atılamadı, neden bu sıçrama yapılamadı? Bu sorunun diğer mk üyelerinin görüşleriyle tartışarak verilen cevabı, yukardaki görüş ve değerlendirmelerdedir. Önceki dönemler, ’90’ların başlarından itibaren eğilim farklılaşmaları ortaya çıkmaya başlamış olmakla birlikte ileriye doğru olan yönelim hem karşı hem iç engellerine çarparak sıçrayamamış bu dönüşümü gerçekleştirememişti. 2005 başından itibaren konu tarafımdan dolaysızca ve ertelenmemesi ısrarıyla üst organların gündemine sokulmuş ve bir tartışma başlatılmış, karşı bir tutum ve dirençle karşılanmıştı. Buna bağlı ve sonrasındaki gelişmeleri de gözeterek bu süreçte ben ne yapmalıydım?.. Bu soruyu kendi tutumum ve iç engellerimi de belirterek yanıtlamalıyım.

Bunu iki düzeyde alacağım. Birincisi, çalışmaların yürütülüşü ve ö.sel önderlik boyutuyla. İkincisi, üst organlarda başlatmış olduğum strateji değişimini de içeren eksen tartışmasının yeni bir düzeye taşınarak örgüt güçlerine hızla açılması yönüyle. Ö.sel önderlik boyutuyla sınıf çalışması, gençlik gibi alanlara yeni bir bakış açısıyla güç toplayacak biçimde görece daha yakın bir konumlanma ilişkisi içerisine girebilirdim. Ülkedeki çalışma kurultay sonrası, temel organ yapılarının oluşturulmasıyla birlikte bir tıkanma içine de girmekteydi. Gençlik çalışması da yeni bir bakış açısıyla çalışmasını birleştiremiyor, politik örgütsel sıçramasını gerçekleştiremiyordu. Üst organ tıkanmış, kendi içinde de verimsizleşmişti. Organsal çalışmanın yeni düzlemine geçişte, teoriyle politika, politikayla örgütlenme ilişkilerinin kuruluşunda yaşanılan gerilimler, ileriye doğru aşılamıyordu. Mök ve Gx’da sorumlu konumda olan y.lar, ya eski geri önderlik tarzı içerisinde kalıyorlar, ya da alt politikalar geliştirme ve güçlerin yeni bir temelde örgütlenmesine dönük açılım ve kurucu bir önderlik geliştiremiyorlardı. Bu noktada genel bir organlaşma ve hiyerarşi yaklaşmının dışına çıkıp yeni tipte çalışmaya en yakın güçlerden oluşan birimler kurarak onlar üzerinden faaliyete yeni bir açılım kazandırarak, onu kolektivize etmeye başlamaya yönelebilirdik. Üst organlardaki tıkanma ve zayıflıkları görerek, kendi ilişkilenme biçimimi de kısmen farklılaştırabilirdim. Tıkanma eşiklerini kurucu bir önderlik tarzıyla aşmak ve yeni bir bakış açısıyla, 4×4’ü uygulayarak güç biriktirmeye geçmek, farklı türden sorunlara, çıkacak engellere karşın bu yol izlenebilirdi. Örgütsel konu ve sorunların stratejik dizilim ve öncelikleri farklı olduğundan belirttiğim çerçevede bir önderlik benim açımdan o gün için yakalanacak ana halka değildi ve belirleyicilik oluşturmuyordu… Buna karşın, çalışma tarzını da değiştireceğimiz, kolektivizasyonu örgüt çalışmasının içerisine taşıyacağımız yeni bir örgütlenişin kurucu ön adımlarını atmaya başlayabilirdik. En üst organlardan da başlayarak son derece engelli, sürtüşmeli ve karşı çıkışlı olur, buna karşın yeni olan sarsak adımlarla kendisini göstermeye başlardı. Yeni olan, ö.güçleri içerisinde de ileriye doğru bir farklılaşmayla kendisini kolektivize etmeye başlayan bir çalışma içerisinde doğmaya ve nispi düzeyde gelişmeye başlardı. Bu mümkündü.. İkincisi üzerinden devam edersek, bu yöndeki adımlar, yeni olanın örgütsel düzeye taşınmasının mevzi adımları olsa da temel soruna, ana halka ve eksen sorununa takılırdı. Onu aşmak için verili durumda ne yapılabilirdi? Konunun örgüt düzlemine daha önce taşınması, gecikme ve ötelemelere imkan vermemek!? 2005 başında yeni bir eksen oluşturmamız gerektiği görüşüyle üst organlarda başlattığım tartışmada bir görüş birliği sağlanamadı. Karşılıklı görüşler belirtildikten sonra bu netleşince yazıların örgüt kadrolarına dağıtılmasını -2006 sonbaharında- önerdim.(Önerime mök ve mk üyeleri de katıldılar. Daha öncesindeki, yazıların yaka sek.leri ve Gk sekreterine verilmesi yönünde almış olduğumuz karar ise yanlıştı. Doğru olan bütün del. lere dağıtılması kararının alınması olurdu.) 2005 yazında diğer y.lara ulaştırdığım yazıma Yu. yoldaşın sözlü yanıtı birkaç ay sonra, yazılı yanıtı ise bir yıl sonra geldi. Ona ve diğer y.ların değerlendirmelerine verdiğim yanıtla birlikte yazıların örgüt kadrolarına dağıtılmasını önerdim. Bu dönemde benden kaynaklı hiçbir gecikme de olmadı. Başlangıçta Konf. içerik ve kapsamının değiştirilmesi önerimi, iki üst organa km ve köm’e yaptım. Gündemde olan bir konferans ve hazırlanması gereken Ö. sel bir rapor vardı. Konf .ın kapsam ve içeriğinin değiştirilmesi gerektiğinin belirtilmesiyle ne olması gerektiği ve kendimin neyi üstlenmek istediğimle birlikte yapılan bir öneriydi. Önerim kabul edilmemesine karşın belirttiğim çalışmayı yaptım ve söylediğim tarihte -üç ay demiştim- sundum. Üst organlara öneride bulunmam ve bu yolu izlemem doğrudur. Üst organların karşı çıkmasına karşın böyle bir çalışmayı gerçekleştirmekte ısrar etmem ve gerçekleştirmem de doğrudur. Bir eksen değişimi ve rapor içeriği taşıyan konuları önce üst organlarda tartışmaya açmam da doğru olandır. Farklı görüşlerin örgüt kadrolarına açılması, tartışma ve kararların o düzlemde gerçekleştirilmesi ve sonuca bağlanması önerim de doğru olandır. Şimdi soru şudur: Bu daha önce olabilir miydi ? Bir görüş birliğine ulaşamayacağımız açığa çıktığı anda bu adım atılabilir miydi? Bu düşünülebilir. Yazıma yazılı yanıtın bir yıl sonra verilmesi geciktirici bir etken oldu. Bununla birlikte üst organlarda yön birliği ve azami birlik oluşturarak ilerleme düşünce ve ısrarım, örgüt birliğini koruyarak yeni bir eksene geçmek düşüncem sürüyordu. Bir dönüşüm gerekliliğinin içerisinden düşünmeye başlamış köm üyesi y.lar da “ara duruş” konumunu aşmış değillerdi, onlar da temel bazı konularda benimle farklı görüşlere sahiptiler. Bir bütün olarak ö. güçleri, kadrolarımız ivmeli ve hızlı bir geçişe hazır değildi. Benden kaynaklı yöne baktığımızda da henüz tüm yönleri içerecek bir eksen bütünlüğüne çıkabilmiş değildim. Bu toplam durumu değerlendirerek ör. çalışmasının yönünü ileriye doğru çevirmekle birlikte, yeni yaklaşımlar temelinde güç biriktirmenin adımlarını atma kararını aldım. Sınıf çalışmamızın, siyasal koşullardaki gelişmelerin ihtiyaç ve zorunluluklarına yanıt veren teorik siyasal yeni açılımlar -Kolektif işçi bilinci, kent yoksulları, daha sonraki sd genelgesi- aynı zamanda çalışmayla birlikte kadro bilinç ve davranışının bu yönde geliştirilmesinin adımlarıdır. Bunların, “büyük dönüşüm”ün çözümlenişiyle birlikte parça parça değil eksikliklerine, zayıflıklarına karşın bir eksen bütünlüğü içerisinde olduğu gibi tartışmaya açılması bugünden bakılarak söylenebilir. Çünkü, temel sorunlar çözülmedikçe, bir eksen değişimi gerçekleşmedikçe, Ö. tüm güçleriyle bir dönüşüm sürecine girmedikçe sağlanan ilerlemeler olsa da duvara toslanmaktadır. Bu bugün çok daha açık ve görülür haldedir. Rejim tipine ilişkin betonlaşmış görüşler sürdürülemez hale geldiği, antifaşist halkçılığın belirlediği devrimcilik tarzının tümüyle çözülüp çöktüğü bir durum içerisinde bu sonuca varabiliriz. Fakat o gün için faşizm ve antifaşist mücadele konusu başta olmak üzere bırakalım çoğunluk görüşü olmayı, azınlık görüşü bile değildi.

Buna karşın, bir yandan ö.sel ihtiyaçların da dayatmasıyla yeni açılımları gündemleştirirken temel yazıların ö.kadro güçlerine dağıtılmasını da üst organlardaki tartışma çevrimi yazılı biçimiyle tamamlanınca önerdim. Bu yanıtların daha erken verilmesine dönük sıkıştırmayla daha önce de olabilirdi, ö. kadro güçlerine açılmasını önerdiğim 2006 sonbaharı sonrasında dağıtım yönünden baskı yaparak da olurdu. Faşizm ve antifaşist devrimcilik konusunda betonlaşmanın gücüne karşın görüşümün doğruluğundan emindim. Beni frenleyen etken bu değildi. Temel parçalardan birini oluşturan ö.sel raporun ortada kalması, henüz teorik, politik, örgütsel bütünlüğü kuracak düzeye çıkmamış olmam, küçük burjuva sosyalizmleriyle tarihsel ve güncel bir ayrışmayı ortaya çıkartacak, proletarya devrimi ve sosyalizmin inşasında dogmatik revizyonist programları aşacak bir ön yaklaşım geliştirme gerekliliği, ö.sel tıkanmanın ve daha temelde ideoloik-teorik, politik ve ö.sel tıkanmanın başta km olmak üzere mevcut önderlik güçleriyle aşılamayacağını, buralardaki dönüşüm sorunun varlığını görmüş olmam (kolektif bir önderliğe ve yeni bir önderlik tarzına geçişin zorunluluğuna ilişkin içerideyken oluşmaya başlayan düşüncelerime karşın buna kimi yönlerden ben de dahilim), o kesitte ö.sel alana daha yoğun bir giriş yapmayı öncelikli görmeyişim gibi etkenler süreci ikili yürütme düşüncesiyle davranmamı belirledi. Uzun yıllar birlikte mücadele ettiğimiz Ö.müzün kuruluş ve geçmişinde emeği olan y.ları kazanma istek ve ısrarım da ketleyici oldu. Ne yazık ki, onlar bunu doğru biçimde anlamadılar. Artık bu şekilde sürdürülemeyeceği düşünce ve kararına varmam, İMT kararının da alındığı toplantılardan öncesine dayanır. KM üyelerinin yüzlerinin geriye dönüklüğü ve tutuculuk katsayılarındaki yükselme, temelde sağ bir çizgiye sahipken taktiksel sol söylemin konformizmle iç içe varlığı benim yönümden çok önceden görülendi. Buna karşın uzun bir mücadele geçmişini paylaştığım bu y.ları kazanma isteğimi ve ısrarımı uzun süre korudum. Görüş ayrılıklarımıza karşın ö.sel birliğimizi koruyarak sorunların çözümü ve aşılmasında stratejik bir ısrarı sürdürme kararlılığındaydım. Bu her şeyden önce onlar içindi. Tüm sürece bakıldığında karşı çıkış tarz ve tutumları değerlendirildiğinde az emek verilemediği, az çaba gösterilmediği görülecektir. Sabrım ve tahammül gücüm sınandı. (Görüş ayrılıklarımız, temel konuların yanısıra çalışmanın her konusuna yayılmasına, derinleşmesine karşın “eğilim farklılıkları ” demeyi sürdürdüm. Buna karşın başını Yu. y ın çektiği diğer mk üyeleri, bürokratik korkuyla hızla yaftalandırıp her gün yenilerini ekleyerek saldırıp bastırmaya çalıştılar.) Tüm bu süreç boyunca stratejik bir kararlılıkla yeri geldiğinde taktiksel bir esneklikle, y.ları kazanma düşüncesiyle hareket ettim. Bu gerekliydi, MK üyeleri için de, köm üyeleri için de, kadrolarımız, ö. güçlerinin bütünü için de gerekliydi. Bir bütün olarak bu durum, bizim kendi ö.sel durumumuz, kendi objektif koşullarımızdı.

Bu süreçte devrimci dönüşümün eksensel birlik gerçekleştirilerek ve ö.sel birlik korunarak ve bir dönüşüm gücü ortaya çıkartılarak sonuçlandırılması temel hedeftir. Bu şu kesitte de değişmiş değildir. Yolu yöntemi farklaşmıştır. Buna karşın her zaman ideal biçimler gerçekleşmeyebilir ve bu gerçekleşmezse bunun sorumlusu daha genel bir tartışma düzlemine geçmeden sektarizmden bürokratizme sıçrayan, bastırmacı tutumlarla alelacele siyaseten mahkum etme çabasına girenler, yüzlerini geriye dönmüş, dogmatikleşip tutuculaşmış, küçük burjuva toplumsalcı bir sosyalizm görüşünü örgüte kabul ettirmeye çalışanlar olacaktır. Dünkü düşünüş, örgüt ve mücadele biçimlerinin her seferinde öncekinden de daha geri olacak tekrarına tahammülümüz yoktur. Artık, bir dönem dünün programlarıyla, dünün örgütlenme biçimleriyle, dünün devrimcilik tarzıyla tümüyle kapanmaktadır. Onu geri döndürmek yönündeki çabalar nafile olduğu gibi gerici çabalardır. Artık ne önceki dönemin örgütleriyle ve devrimcilik tarzıyla ilerleyebiliriz, ne de bunları eklektik biçimde yeni koşullara uydurmaya çalışan görüş ve tutumlarla uzlaşabiliriz. Ya küçük burjuva sosyalizmi, ya proletarya sosyalizmi! Eklektik görüşlerle, ara güç, ara akım duruşuyla birincisini seçmekte ve sürdürmekte ısrar edenler istedikleri yolda yürümekte özgürdürler.

Y.DIŞI ÇALIŞMASI

[Ö.müzün çalışma alanlarından birisi olarak yurtdışı çalışmasının bir değerlendirmesini daha kapsamlı olarak yapmayı isterdim. Yeterli zamanım yok. Bu değerlendirme YDK’nın iki aşamada yazdığı hazırlanması yaklaşık bir yıl süren raporundan sonra hazırlandı. MK’nde okundu. Y.dışı çalışmasında neler yapılması gerektiğine ilişkin önerilerimi 7 maddede ayrıca sözlü olarak belirttim. Yurtdışı çalışmasına ilişkin Mk içerisinde bir görüş birliği sağlanamadı. Y.dışı çalışmasından sorumlu y.a göre sorun ve tıkanmaların nedeni “bir YDK üyesinden sonra bir diğer YDK üyesinin daha çalışmalardan düşmesiydi.” Yu. y.a göre ise, YDK’ya gidip misyonunu bildirmeliydik. MK’nın burnunun dibindeki gerek organ üzerinden gerek çevreci tarzda müdahale edilen bu organa karşı MK’nın organsal sorumluluğuna ilişkin ise söylenen tek bir cümle yoktu. Bu biçimde bir gitmeyi doğru bulmadığımı, y.larla konuşarak, sorunları birlikte tanımlayarak çözüm bulmamız gerektiğini söyleyince bu konuda da görüş birliği sağlanamadı.

Y.dışı çalışmamız iyi bir durumda değil. Organ faaliyeti durmuş durumda, çalışma bitkisel bir düzeyde. Sorunlar, ülkede karşı karşıya olunan sorunlardan farklı değil. Çalışmamız da demokratik bir göçmen faaliyeti düzeyini aşmış, gelişmiş kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin merkezi olan bu ülkelerde antikapitalist, sınıfsal bir nitelik kazanabilmiş değil. Buna karşın Mk üyeleri başından beri sorumlu oldukları bu alanda çalışmanın geldiği nokta ve durumuyla açıkça yüzleşmek yerine kendi bulundukları alandaki durumun açığa çıkmasının bürokratik korkusuyla hareket ettiler. Ö.ün bütününde yaşanılan sorunların ortak niteliğini, benzerliklerini görmek yerine onlar için kolay olan sadece MÖK’e fatura kesmekti. Kendilerinin bilfiil bulunup doğrudan sorumlu oldukları alandaki çalışmanın durumunun farklı olmadığının, kimi yönlerden daha da geri olduğunun açığa çıkması, Mk üyeleri için hoşa gidecek bir durum değildi. Ö.ün bütününden sorumlu bir organ gibi davranmayıp kaba ve mekanik karşılaştırmalarla konuyu speküle ettiler. YDK üyeleri de gerek kendi çalışma alanlarındaki sorunlara gerekse ülkedeki sorunlara bir üst organ sorumluluğu ile bakmaktan uzak oldular. Mk’nın üç üyesinin çarpıtıcı, sorumluluktan kaçan, örtbas edici, bürokratik tutumuna yedeklendiler. Son kesitte çok kısmi tavır farklılıkları oldu. Bugün bu organ bütünüyle çözülmüş durumda… Oysa ülkede daha sonra yaşanan pek çok şey, toplumsal, siyasal, kültürel değişimlerin devrimci güçlerde yarattığı erozyon bu gelişmiş kapitalist ülkelerde daha önce yaşanmıştı ve bir parça siyasal öngörüyle ileri sonuçlar çıkartılabilirdi. Uzun yıllardır yurtdışında olan Mk üyeleri geldikleri ilk dönem ö.sel bir toparlanma yönünde bazı adımlar atmış olmakla birlikte ne kadro ve güç kaybına yol açan erozyonu çözümlediler, ne de çalışmanın siyasal sınıfsal içeriğini değiştirdiler. İlginçtir, bizde de diğer örgütlerde de ülkedeki demokratik devrimci bakışın bir izdüşümü, y.dışı çalışmalarında uygulanmaktadır. Çalışmaya yön veren, Mk’nın geri siyasal bakışıdır. Üstelik bu demokratik devrimci bakış, antikapitalist bir derinliği olmayan, küçük burjuva bir antiemperyalizm olarak işlenmiştir. Sosyal forum çalışmalarında ise, buralara hakim olan orta sınıfçı dalganın dışına çıkan, farklılaşan bir gelişim ve ayrım yaratılamamıştır. Varolanın içerisinde, en liberal olanları hariç tutarsak erinmiştir. Örgütsel açıdan ise, ilk dönemin kısa süreli ö. lü olma çabası yerini çevreselleşmeye, Yu. yın çevreci ilişki tarzına bırakmıştır. Bugün varolan çevresel ilişkiler de gençlikte atılmaya başlanan küçük adımları hariç tutarsak çözülmektedir. Çevremiz iyice daralmış, ö.le bağları iyice zayıflamış kültürel bir çevre özellğindedir. Çalışmalar, yerel düzeyde birkaç y. ın tekil çabalarıyla sürmektedir.

Çalışma, Y.dışı konf.da iddia ve amaç bunu aşmak olarak konulmasına karşın ülkeye endeksli olmaktan çıkamadı, alanı içerden ve özgünlükleriyle yakalayan bir çalışmaya geçilemediği için de başarılı olunamadı. Yurtdışı çalışmamızında da ö.ün bütününde olduğu gibi yeni bir bakış ve köklü bir dönüşüm ihtiyacı vardır.]

DEĞERLENDİRME:

Y.dışı kon.göçmenlerin konum ve durumlarında ortaya çıkan değişime bağlı olarak bulunulan ülkelerin koşulları içerisnde mücadelenin ö.lenmesi kararı alınmıştı. Bu doğru bir karar ve bu geçişin hala yapılamamasının sorun ve sancıları yaşanmaktadır.

Enternasyonal açılım bunun özgül ve bizim açımızdan da önemli adımlarından birini oluşturuyor. O alanda sağlanan gelişim, sorun ve tıkanmalara bu değerlendirmede girmeyeceğim. Asıl olarak merkezi düzeyden yürütülen bir çalşmadır bu. Tek cümleyle bizim için ilk ve yeni bir alan açılımı olması ve girilen dünya durumu nedeniyle önemli. Çalışmanın derinleşmesinin zamana ihtiyacı var. Asıl olarak Ö.ün toplam faaliyet ve etkinlik düzeyine bağlıdır. Alan kurumsallaşması yönünden girişimler, sonuçsuz kaldı. Yol alınamadı.

Y.dışı çalışmasının yeni bir yön ve eksene oturtulması yönünde atılan iki temel adım Y. D. ve …. Buradayım kampanyasıdır. Her ikisi de çalışmaya yeni bir içerik ve yön kazandırılması yönünden önemli adımlar. Y.D. doğru bir bakış ve politikanın ürünü. Dar bir politik zeminle kendisini sınırlamadan kitlelerle daha geniş açılı bir ilişki kurma yönelimiyle de ayrıca önemli. Buna karşın, bu yayın ö.sel çalışmada işlevsel olamadı. Yayının içeriklendirlmesinde ortaya çıkan çeşitli iç zayıflıklar, amorflaşma, ö. çalışmasıyla bütünleşmemesi, mali sorun gibi sorunlar kronikleşip ağırlaşarak sürdü ve yayın sürdürülemez hale geldi. Son durumda temel ö. çalışması açısından fiilen işlevsizleşmişti; işlevli olduğu kesim ise, hedef kitlesi içerisinde daha dış bir halkayı, genel olarak ö.süz ve ö.lenmeye de kolay gönüllü olmayan ve bizim de ilişki kuramadığımız kesimlerdi.

Sorunun tanımı açısından belirtmek gerekirse sorun aslolarak Y. D.da değil bugünkü ö.sel çalışmanın düzey ve durumu, iyice dar bir alana sıkışmışlığı, kampanya-yayın bütünleşmesi ile elverişli yeni bir buluşma düzeyi yakalanmış olmasına karşın bunu dahi değerlendiremez duruma gerilemiş olmasındandır. Yayının çıkartılmasında yaşanılan zorluklar, istikrarlı bir çekirdek ekibin olmayışı, yayının amorflaşması, ö.süz ve mücadeleyle ilişkisi olmayan yazar çevrenin geri bir düşünüş ve ruhu yayına taşıması, siyasal içeriğin kalıp ve kuru halde sunulması, içerikte amorflaşma, yayının kendi odağından bir gelişim gösterememesi gibi bir dizi yayınla ilgili sorun var ve bunlarda değerlendirilmeli. Fakat bugün yayını çıkmaz hale getiren asıl neden yayından kaynaklı olanlar değildir. Kadro gücündeki azalma, ö. sel çalışmadaki aşırı daralma, böyle bir yayın için omurga gücü oluşturacak çevre kitle ilişkisinin neredeyse kalmamasıdır. Kadrolar yönüyle iş bir iki kişiye ve onların performansına kalmıştır. Yayınlara karşı eski dev.ci kitlelerde varolan ilgisizlik, tepki, yayının hemen bir ö. leyici çekim oluşturmaması ve kadrolarda yayınla ilgili stratejik bir kavrayışın geliştirilememesi, iş boğulması yayından giderek uzaklaşmaya çıkan sayıların neredeyse tümünün depoda kalmasına yol açmıştır. Böyle bir yayının dışa kitlelere doğru taşınmasında ve sonuçlarının derlenmesinde ana gücü yakın çevre güçlerden başlayarak çevreler oluşturur. İki, çevrelerin az çok örgütlü olduğu bazı kurumların varlığını. Üç, çalışmanın alansal ve yerel gelişim, açılım noktalarının varlığını gerektirir. Bunlardan en alt düzeyde dahi yoksun bir duruma gelinmişse iş bir iki kadronun performansına kalır. Bayi dağıtımı aslında bu durumdan kurtulmak için düşünülmüş; daha dış bir kitleye yayını ulaştırsa da, bugünkü durumda bunun ö.sel bir karşılık ve sonucu yoktur. Ayrıca negatif bir etkiyle ö. ile yayın bağını -en üst organ dahil doğrudan yayınla ilgili y. lar dışında- bir sorun olarak dahi koparmış, gündem dışına çıkmıştır.

…. Buradayım kampanyası. Öncelikle fikrin kendisi önemlidir. Son derece gecikmiş olunarak sınıf yönelimini doğrudanlaştırması ve kampanya oluşuyla da ö. güçlerinin gövdesiyle bu çalışmaya dahil etmeyi içermesiyle önemli ve temel bir adımdır. Somuttur. Dar bir politik içerik taşımamaktadır. Göçmen emekçi kitlelerine daha kolay ulaşmanın imkanını sunmaktadır. Bu çalışmamızda kısmen imza kampanyası, özelikle gecelerle geniş bir kitleye duyurulmasına karşın istem ve hedefi yönünde ilerletilememiş daha ikinci aşamaya geçişte başlayan tıkanma, daha sonra geceler yeni bir açılım imkanı sunmasına karşın sürdürülememiş fiilen bitmiştir. Üstelik kampanya için AB burjuva gericiliğinin yeni göçmen ve antiterör yasalarını çıkarmaya giriştiği buna bağlı hareketlenen bir zeminin olduğu, onu büyütebileceğimiz bir dönemle de çakışmasına rağmen.

Kampanyayla ilgili MYO için yazılan yazıyla ilgili yaptığım değerlendirmede buradaki ö.sel durumdaki zayıflıklarla bağını kurarak kampanyanın hangi sorun ve tıkanmalarla karşı karşıya olduğunu belirtmiştim. Onlar dikkate alınsaydı daha temel nitelikte olan bazı sorunlar kısa zamanda çözülemezdi, fakat kritik nokta geçilebilir ve daha ileri sonuçlara da ulaşılabilirdi. Ö.sel açıdan ve kampanyanın gelişimi ile ilgili sorunlar, kampanyanın kendi aktivistlerini yaratmaya geçiş yapmasında -yapamamamasında- iki, hedef kitlesiyle daha doğrudan ve içerden bir ilişkilenişe girememesindeydi. Bunları aşmanın yolu kampanyanın alanlara ve yerellere oradaki unsurlarla ilişkiye geçerek onlarla birlikte götürülmesi, iki, o zamanda belirlenmiş olan ülkelere göre de farklılıklar taşıyabilen özgül konularda odaklanmak, üç, göçmen ve anti terör yasalarına karşı Türkiyeli, diğer uluslar ve bulunulan ülkelerin demokratları vb. ile birlikte mücadele. Sonuncusunda küçük bir ön girişim oldu. Alana ve yerele taşıma, özgül konu ve sorunlardan yüklenme konularında ise hiçbir adım atılmadı. Tüm bunlarda ö.sel yönüyle asli sorun, çevre kitle gücüyle çok sınırlı da olsa kurulan ön ilişkinin bir rezonansa dönüştürülememesi, çevre kitle ilişkilerinin göçmen emekçi sorunları ve kampanyaya bakışlarındaki sorunları da çözmeyi hedefleyen bir ilişki kurmaya, ö.leyici bir perspektifle onlara yönelmemektir. Bizim bu konuda sorumluluğu karşı tarafa, çevreye yıkacak gerekçelerimiz hazırdır. Oysa örneğin Fransa’da merkezdeki imza kamp.na beklenenin üstünde bir çevreyi kattık. I. Gece çalışmalarında eski çevre de, yeni çevre de oldukça sahiplenici ve katılımcı bir tutum içerisinde oldular. Bu süreçlerde y.lar da iyi bir çalışma yürüttüler, yeni açılımlarda yaptılar. (Citroen, eğitim emekçilerinin yürüyüşü, Sarsel pazarında imza toplama gibi) fakat ortaya çıkan imkan ö.leyici bir perspektifle değerlendirilemedi. Gidilmedi bile. O aşamadan itibaren de birkaç kişiye dayalı çalışma yorgunlaştı , çalışmalar fiilen ve hızla sönümlendi. Kampanya hem fiilen, hem kafalarda bitti. Kritik eşik aşılamadı. Kampanya, çekirdekten çevreye, çevreden kitleye doğru ö.lü açılım gösteremedi. Bunun imkanı Paris’te, Strasbourg’da -burada da piknik organizasyonuyla iyi bir açılım yapılmıştı- vardı, diğer yerleri iyi bilmiyorum. Aynı düzeyde olmasa bile çok farklı değildir.

Bu sürece bu or. tarafından da önderlik edilemedi. Temel ö.sel zayıflıklarla, kampanyanın gelişiminde doğan ve doğabilecek sorunlar birlikte alınarak ona çözüm üreten bir bakış açısı bu organda da yoktu.

Şimdi sorun şudur. Y.dışında çalışmanın yeni bir temelde ö.lenmesine geçildikten sonra bu çalışmanın iki temel ve belirleyici halkasının ikisi de bugün istenilen ve amaçlanan uygun bir gelişim sağlayamadan durmuş ve sonuçlanmış durumda. Bunların dışında da süren bir çalışma ve önümüze koyduğumuz yeni de olmayan hedefler var. Bunlardan bazıları son dönemde daha somut ve doğrudan önümüze koyduğumuz fakat aynı zamanda önceki dönemlerde konuşulmuş ve gündemleştirilmiş fakat adım atılmamış konular. İnşaat işçileri, 4 kuşak, diğer ulusların göçmen örgütleriyle ilişki, sınıf temelli ilişkilerin geliştirilmesi..

Bunlarda önümüzdeki süreçte daha farklı sonuçlar, elde etmek istiyorsak nedenlere-sonuçlara öncekinden daha farklı bakmamız da gerekmektedir. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyiz. Çalışmada durağanlaşma var, güç kaybı, içe kırılmalar var; varolan durum ileriye doğru aşılamayınca kendinden yemeye başlıyor, içerden zayıflama yaşanıyor.

Kadrolaşma, temel güçlerle ilişkiler

1) Kadrolar yönünden erozyon sürüyor. Geçen yılın başlarında yapılan A tipine katılanlardan tümden gidenler oldu, bazıları da çalışmadaki konumları ve performanslarıyla daha geriye gittiler. Bunlar az bir sayı değil. Temel kadro olarak kalanYDK artı bir y. var. Kadro yönüyle muazzam bir daralma yaşanıyor.

Daha önce kadro olup şu anda sınırlı ve kesitsel olarak çalışmalara katılanlar, stabil bir durumdalar. Asıl olarak bizim dışımızda bir yaşam sürdürüyorlar

Dayanılabilecek bir tek alt komite yok. Par. kom., Stras.’da oluşturulmaya çalışılan kom. dağıldı.

Eskiye dayalı çevre güçlerimiz de durgun ve bize mesafeliler, kapitalist sistemle olan bağları giderek güçlenmiş, bizimle olan mesafe açılmış ve açılmaya devam ediyor. A.!da büyük bir gerileme yaşanmış ve stabilizasyon, bizden uzaklaşma çok daha güçlü. Fr.’da bu süreç ileriye doğru bir açılımla değerlendirilemezse ilişkiler yönüyle daha geri bir duruma düşeceğiz. İlişkilerdeki gerileme ve daralmanın sonucu olarak, lojistik ve mali sorunun çözümü yönlerinden de aşırı zorlanıyoruz.

Son yıllardaki çalışmalarda kazanılan ya da ileriye çekilen kadro adayı olmaya namzet bazı y.larımız var. Bunlar, ikiyi üçü geçmiyor, geliştirilmeleri ve sıçratılmaları sağlanamıyor. Dar bir faaliyet ve çok geri bir ör. algısı içerisindeler. Onların eğitimine dönük ve doğru yöntemlerin uygulandığı geliştirici bir yaklaşım ve ısrarlı bir çabamız yok.

Kamp. süreciyle birlikte ve gece çalışmalarında çevre gücün bir bölümünün kıpırdanması ve sınırlı bir yeni çevre güce doğru açılım sağlandı. Çalışmalara katılımları yönünden anlık ve kesitsel, bir durumla sınırlı adımlar atılsa da bu çevre güç, ileri ve istikrarlı bir konumlandırmaya sokulamıyor. İlişkileri süreklileştiren ö.leyici bir çabamız yok.

Bugünkü durumda çevremiz bizi, biz çevreyi dışlamış durumdayız. Bizim çevreyle ilişkilerimiz istikrarlı, bugünkü durum içerisinde onları kazanıcı bir ilişki değil. Avrupa’da kapitalist özümleme derinleştikçe ve Türkiye’deki mücadele geriledikçe bu iki taraflı kopuş da derinleşmiş. Biz de çevrelerin içerisinde bulunduğu duruma bakarak onlardan giderek uzaklaşmamıza temel oluşturan onların işe yaramazlığı ve onlarla birlikte bir iş yapmanın mümkün olmadığı biçiminde bir meşruiyet teorisi geliştirmişiz. Yeni çevreler oluşturma ve açılımda ise, bunun çalışması güçlü bir şekilde ortaya çıkmadığı ve bir süreklilik kazanmadığından, aslında yeni çevreler de kapitalist özümleme girdabının dışında olmadığından burada da yol alınamıyor. Biz bu yeni durum içerisinde çevre kitle gücünü örgütleyemiyoruz. Tekil ilişkiler geliştirme yönünde dahi başarısız ve bunun için de ciddi bir çaba yok.

Aslında kadrosal erozyonda da çevre erozyonunda da yaşanılan temel sorun aynıdır: Kapitalizme entegrasyon ve kapitalist özümleme. (Yurtdışı konut belgelerinde çeşitli konuşma ve yazılarda açık tanımlama biçiminde olmasa da süreçteki erozyonu bununla bağlantılandıran anlatım ve değerlendirmeler var. Buranın koşulları içerisinde ö.lenmek ve mücadeleyi ö.lemek yönünde doğru bir karar alınırken çalışmanın içeriklendirilmesi, ö.lenme, kadro politikaları, çevre güçlere yaklaşım, neye karşı mücadele edileceği, kapitalist özümleme ve entegrasyon konularında o dönem ve sonrasında politika geliştirme ve derinleşme olmamış. Sınıfa yönelim konusunda da silik bir yaklaşım var. Sonuç metninde gençlik, Aleviler, kadın çalışması üzerine kısa bölümler var işçi sınıfıyla ilgili bir bölüm bulunmuyor. ... Buradayım kampanyasına kadar da bu konuda temel bir yönelimimiz olmamış. (Bu ifade Yu. yın bayağılaşıp olay çıkarmasına neden oldu. Başka bir y. “Böyle bir bölüm var” demiş, ben de “Bakarım, varsa düzeltirim” demiştim. Yu. y. kısa bir süre sonra saldırgan bir dille bunu “sahtekarlık ” olarak niteledi. Sözünü geri almasını istedim. Toplantı kesildi… Evet böyle bir bölüm var fakat diğerleri gibi ayrı bir başlık altında değil diğerlerini de kapsayan bölümün genel başlığı altında yer alıyor. Ve diğerleri kadar değil! Ki sorun, olup olmadığı, ne kadar yer tuttuğu da değildir, sınıf eksenli bir çalışma var mıdır, bu konuda bir kadro yönelimi geliştirilmiş midir? Y.dışı çalışmamızda eylemimizin muhtevası nedir? Saldırganlığına gelince onda bu görüşüne güvenmeyenlerin farklı bir görüşe olan tahmmülsüzlüğünden doğan sektarizm, kişisel bir davranış özelliğinden çıkıp ideolojik bir küçük burjuva tarza çıkmıştır; bu bastırmacı tarzın hiç ama hiç işlemeyeceği kişilerden birisiyim. Engels’in dediği gibi derim kalındır. Bürokratça bir korku ve bastırmacılıktan kaynağını alan bu tutumların sökmeyeceği de bu süreçte görüldü. Yurtdışı çalışmasıyla ilgili Değerlendirmeme ilişkin ilk sorusu onun yazılı olarak yapılmış olmasından dolayı dağıtmayı düşünüp düşünmediğim oldu. Onun kaygısı, tıkanmış olan y.dışı çalışmasının durumuna ilişkin bir kaygı değildi; başta kendisinin sorumlu görüleceği bu çalışmanın durumunun açığa çıkmasıydı.)

Y.dışı çalışmasının daha geniş ve sağlam bir terik-programatik temele oturtulmasında da, ö.lenme politikaları, kadro ve çevre güçlere yaklaşım ve politikalar geliştirme konularında da temel sorun budur. Bunu geliştirdiğimiz ölçüde farklı bir ö. duruşu ve çalışması ortaya çıkartabiliriz. Önceki atılan adımlara yenilerini ekleyerek ve derinleşerek ilerlemeliyiz.

Yürütülen çalışmalar ve Mevcut ö.sel durum.

1)Çalışmalar, kampanya, gazete odaklı çalışma-çıkarma, dağıtım, örgütleme- durmuş durumda. Türkiye’de Kürt halkına yömelik saldırılar arttığında nispi bir hareketlenme oldu ve devrimci bir tavır gösterildi. Geceler, çekirdek güce dayanıldığından zorladı. Azımsanamayacak bir devrimci emek harcandı. Bu çalışmalar r.de belirtildiği gibi aşırı daralmış bir çalışmaya yeni bir açılım kazandırdı ve çevre kitle güçleriyle yeniden ilişki kurmamızı sağladı ve geliştirebilmenin imkanını önümüze koydu. Bulunulan ülkelerdeki sınıf mücadelesiyle ilişkilenmede ise ilgisizlikten kayıtsızlığa doğru gidildi. Geçen yılki ileriye doğru olan kıpırdanma sürmediği gibi, neoliberal saldırının boyutlanmasına karşı gelişen önemli işçi eylemleri, Fransa’daki genel grev, öğrenci eylemleri, Almanya’daki demiryolu grevlerine karşı uzak bir tutum sergilendi. Diğer göçmen ö.lerine, bulunulan ülkedeki devrimci parti faaliyetlerine -MPLD ilişkisi dışında – uzağız. Bu ülkelerdeki sınıf hareketlerinden, göçmen eylemlerinden uzaklaşmada -siyasal gündemlerle zaten hemen hiçbir ilgimiz yok- gecelerin etkisi kuşkusuz var ve az da değil fakat bununla açıklamak kolaya kaçmak olur ve bize bir çözüm getirmez. Tek neden hatta temeldeki neden bu değil. Bu ülkelerdeki mücadeleyle nasıl ilişkilendiğimiz ve çalışmadaki tek yönlülük, geçiş yapamamaktır. Bu açılardan bir durum ve kesitle sınırlı olmayan temel bir sorundur bu. Toplam durum içerisinden bakmak doğru olacaktır.

Mevcut gücü ileriye doğru toparlama, yeni çalışmalara zemin hazırlamaya yönelik çeşitli çalışmalar yapılsa da bunlar durağanlığı aşıcı, kendisini güçlendirerek ilerleyen, hedeflerle ve süreçle güçlü bağ kurarak gelişen, alan açıcı nitelikte değiller.

2)Bu çalışmaların kadrolara üzerinde yarattığı etki; çalışmalardaki nispi ileri açılımın dahi varolan gücü zorlaması ve bunun yarattığı bozunum. Nispi açılımların sonuca götürülememesiyle bir paralizasyonun ve içe kırılmanın da ortaya çıkması. Görevler, hedeflerle güçler çelişkisinin derinleşmesi. Yer yer de öncekinden de geri bir duruma düşmek. En üst komite dahil ö. güçleri açısından bu durum yaşanmaktadır. Bu durum, hem nicelik, hem nitelik yetersizliğini göstermektedir.

3)Üst organ genel kapasite ve özeliklerler açısından daha ileri bir çalışmayı ö.leyebilir. Fakat bu organın üyeleri ö.leyicilik, alan açıcılık, alan çalışması yürütme, çevrelerle ilişki kurma, kitle çalışması kavrayışı, kadrolaştırma, çalışmanın farklı düzeyleri arasında geçiş yapma, çok yönlü çalışma yürütme yönlerinden, bir bütün olarak kuruculuk yönünden zayıftır. Belirtilenler, hem kavrayışla ilgili hem de yapma ile ilgili sorunlardır. Çevre güçlerle ilişkide, sınıf çalışmasında zorlu ve süreklileşmiş bir emek isteyen, tek yönlü bir yaklaşımla ve bir-iki yüklenmeyle çözülemeyecek sorunlara yönelme ve çözme iradesi zayıftır. Organ içerisinde yaklaşım ve anlayışta, ö.kavrayış ve ö.le ilişki kuruştan kaynaklanan görüş farklılıkları da vardır ve bunlar düşünce ve irade birliğinin sağlanmasını güçleştirdiği gibi zaman zaman organ çalışmasını ketler düzeye çıkmıştır.

YDK nın altında komite bulunmayışı sorunlarını daha ağırlaştırmakta, fiili yüklerini artırmakta, önderlik kapasitelerini geriye çekmektedir.

YDK raporunda organla ilgili bir değerlendirme yapılması ileri bir adımdır. Belirtilen noktalar doğru olmakla birlikte yukarda belirtilen ö.sel önderlikle ilgili konular ve yurtdışı çalışmasının daha ileri bir temel kazandırılarak örgütlenmesi konuşunda organ olarak ve tek tek kendilerini aşma iradesini gösterme yönünde daha güçlü bir kavrayış ve iç zorlanmaya girmelidirler. Her organ üyesi açısından kazanılmış özelliklerin sınırları içerisinde hareket etme vardır ve bunun dışına çıkmama vardır, bu ise, bir sabitlenme oluşturmakta ve çalışmayı ileri taşımanın engeli olmaktadır.

4)Bu organa MK ‘yı temsilen katılan yoldaş çalışmalara daha üstten ve bütünden bakan, perspektif koyucu ve tıkanma noktalarında ön açan, çalışmanın toplamında düzlemi yükselten bir önderlik gösterememektedir. Organda etkin olamamaktadır.

Mk düzeyinden de hedef koyma, yapılacakları belirtme ile sınırlı bir önderlik yapılmaktadır. Bu, belirli bir ö.lenme seviyesine ulaşmış, istikrarlı bir yön kazanmış bir ö. açısından yeterli görülebilecek olsa da her bakımdan ve her alan ve düzeyde kuruculuğu gerektiren bir önderliğe ihtiyaç duyulan bugünkü koşullarda hiçbir yeterlilik oluşturmamaktadır. Çalışmanın sorunlarına, takılma noktalarına içerden müdahale, temel çalışmaların planlanması, geçiş evrelerinin takip ve önderliği ve y.dışı çalışmasına daha ileri bir temel kazandıracak teorik-programatik çalışmaların yürütülmesi konularında .. önderliği de yetersizdir.

Son dönemde azalmış olmakla birlikte çevreci tarzda dış müdahaleler olmuştur. Bunların bazıları bir işin yapılmasıyla ilgli zorunlu müdahalelerdi. Ortaya çıkan boşluklardan, kopukluklardan kaynaklanıyordu. Bununla birlikte bu işleyişte bir deformasyon, çok başlılık yaratıyor. Bunlara son vermeliyiz.

Çalışmanın teorik, programatik, siyasal, örgütsel-kadrosal derinleşme konuları

Avrupa ülkeleri gelişmiş kapitalist ve burjuva demokrasisinin hakim olduğu ülkelerdir. Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel olarak Türkiye’yle çok sayıda ve temel önemde farklar bulunmaktadır. Hakim çelişki öteden beri burjuvazi-proletarya çelişkisidir. Ekonomiyi olduğu gibi siyasi, sosyal, kültürel yaşamı tümüyle bu belirlemektedir. Bugünkü durum ve koşullar itibariyle görece bir değişim olsa da bağımlı ve faşizmin egemen olduğu, aslolarak antifaşist mücadele içerisinde şekillenmiş, antikapitalist kavrayış yönü zayıf olan bir ülkenin devrimcileriyiz. Büyük sayılarda ekonomik mülteciler, yine büyük sayılarda siyasi mülteciler buralarda.

Avrupa kapitalizmi, kapitalizmin en gelişmiş ve özümleme gücü en fazla olan kalesi, burada sudan çıkmış balığa dönen kaç kuşağı yedi. Kapitalist özümlemeye ve kapitalizme karşı mücadele buradaki temel sorun ve çelişkidir. Bazı temel açılımlar yapmş olmakla birlikte bu konuda teorik boşluk sürüyor. Asimilasyon ve entegrasyonun biçimleri, yöntemleri. Ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal olarak nasıl gerçekleşiyor? Ekonomik mültecilerde, siyasi mültecilerde, sınıflarda, kadınlarda, gençlerde nasıl gerçekleşiyor? Bunlara karşı demokratik ve anti kapitalist temeldeki mücadelenin programı, hedefleri. Özümleme, dıştalama, kölece bağımlı hale getirme, bir temel çelişki ekseni olarak sınıfsal ve toplumsal karşı koyuş. Özümlemeye karşı dinci-cemaatçi, mezhepçi, milliyetçi tutumlar, bizim bunlardan ayrılma ve karşıtlık noktalarımız. Bu açıdan da sınıfsal kaynaşma, enternasyonalist ilişki ve bu ülkelrdeki sınıf mücadelesinin temel bir parçası olmak. Gelişmiş kapitalist ülkelerde göçmen emekçilerin sınıfsal ö.lenmesi. Çelişki ve sorunların sınıfsal, ideolojik, siyasal ve sosyokültürel düzeylerden tanımlanması ve mücadele ekseni haline getirilmeleri. Avrupa işçi sınıfı mücadelesiyle iç içe geçen ve bütünleşen bir eksen oluşturulması. Diğer ulusların göçmen ö.leriyle egemen burjuva gericiliğin özümleme ve dıştalama politikalarına karşı demokratik bir mücadele hattının oluşturulması.

Gelişkin kapitalist ülkelerde siyasi mültecilik ve göçmenlik koşullarında komünist ö.lenme, çalışmanın yürütülüşü. Komünist devrimci yaşamın örgütlenişi. Kapitalizmle ve burjuva demokrasisiyle sınır çekmekten, ülkedeki sıcak mücadeleye ve bu ülkelerin gündemlerine uzaklığın ortaya çıkarttığı sorunlara (devlet baskısı, yoğun gündem takibi bunların zorlama ve sıkıştırmaları yok, nispeten daha iyi, işin ucu kaçırılırsa Türkiye koşullarına göre orta sınıf yaşamı sürdürmek mümkün) karşı güçleri eritmeyecek, diri tutacak ve ülkedeki mücadeleye yaklaştıracak bir kadro politikası.

Bu konularda teorik, programatik bir derinleşme; politikanın, ö.sel çalışmanın bu temelde derinleştirilerek geliştirilmesi gerekmektedir. Kaybedilen güçlere baktığımızda bu konularda ö.sel sınırlarımız güçlü değildir. Ülkeden gelen yorgunluk ve yıpranmalar, birçok gelenin oradaki mücadeleden kaçarak gelmesi, ortaya çıkan deşarj-relaks durumu, buradaki sınırlı bir çalışma ve gündemlerin dahi zorlaması, kapitalist özümleme, meta çekim etki alanına daha fazla girme, Türkiye’de olamayan oraya göre bir orta sınıf yaşam standardına geçebilme olanağı, burjuva yaşam biçimini burada görme, tatma, örgütlü ö.süz bireyselleşme, yalnızlaşmalar, birbirini izleyip beslemekte ve mücadeleden uzaklaşmayla, kenara kaçmakla sonuçlanmaktadır. Part-time, hatta part-time’ın da part-time’ı bir devrimcilik tarzı yaygındır. Kuşakları yiyen bu durum, bizim için de geçerlidir. Belirtilenler, güç erimesine yol açtığı gibi buralarda yetişen kadro ve taraftarların ülkeye gitmemesine, gittiğinde ise orada duramamasına yol açan etkenlerdir de. Hiçbir kalıcı gidiş sağlanamamıştır. yurtdışındaki ö.çalışması, tüm bunları gözeten biçimde yeniden ele alınmalı, yaşam ve ilişkiler bunları ortadan kaldıracak bir biçimde kurulmalıdır.

Temel çalışma alan ve konularının belirlenmesi .Çalışmaların hedef ve planlanması

Bulunulan ö.sel durum, kavranacak halka tespitini ve doğru halkaları kavramayı daha da önemli kılar. Sadece stratejik görevler, süreç ve dönem üzerinden görev ve hedeflerin ardı ardına sıralanması ve bunların ilgili organlarca yapılmasını istemek, sonucu itibariyle hiçbir şeyin yapılmamasına, yalap şalap yapılmasına ve hiçbir kalıcı sonuç yaratamamaya yol açar. Güç biriktirilemez. Güçlerdeki aşırı daralma, nicel ve nitel zayıflık durumu, güçlerin daha rantabl ve etkin değerlendirilebilmesi gereği dahi plan ve seçim yapmayı dayatıyor.

Temel çalışmada öncelik tespiti yaparak, süreçle ilişkilenişte de her işe aynı şekilde yönelmek, her tarafa yumruk atmaya çalışarak değil seçilmiş ve iyi bir hazırlıkla yer alacağımız bazı çalışmalara yüklenme yolunu izlemeliyiz. Biz yapmazsak hayat negatif seçicilikle bunu yapıyor, hatta birçok şey yapmak isteyen bir ö., hiçbir şey yapamaz, yaptıklarını da alabildiğine geri düzeyde ve sonuç üretmeyecek biçimde yapan bir ö.ye dönüşüyor. Aynı durum ülke için de geçerlidir.

Bizim seçimimiz, önceliğimiz yeni alan açma ve bu çalışmalara, yön, biçim ve düzey kazandırma üzerine olmalıdır. İkincisi, işlerin yürütülüşünde çevre kitle ilişkileriyle bağları güçlendirmeyi öne çıkartarak bunun araç ve yöntemlerini geliştirmede odaklanılmalıdır. Fr.’da inşaat işçileri çalışması, Al.’da da sınıf içerisinde temellenecek bir sektörel hedef tanımlanmalı. Mevcut gençlerle olan çalışmanın “Ür…..” perspektifli ve dernekleştirilerek yürütülmesi. Fr.’daki inş. işçileri çalışması da aslolarak sendikal perspektifle, yanı sıra işçileri ve ailelerini yaşam içerisinden, sosyal kültürel olarak da kucaklayan, bunun yöntemlerini geliştiren bir çalışma olmalı. Köln’deki çalışmamız alabildiğine durağandır, sürdürülegelen çalışmalar durumda bir değişiklik yaratmamaktadır. Bir alan açılımı, sorumlu y.ların kendilerini dönüştürmeyle de birleşen kurucu bir iradeyle sınıf içerisinde bir alan açılımı ortaya koymalıdırlar. Yürütülen sanat-gençlik çalışması, alan içi güçlerin inisiyatif kazanmalarıyla gelişen ve bizim çevre güçlerimizin yeni kuşak ilişkilerine dayanan bir çalışma olmasıyla, sağlanabilirse gençliğe doğru açılım olanağıyla anlamlıdır. Fakat bu yan bir çalışmadır, sınırlı kalma, tıkanma olasılıkları da fazladır. Politika üreterek derinleşmek de gerekiyor. Kö.. ve Al. çalışmasının bütünü açısından asıl sorun stabil durumun ileriye doğru aşılması, bunu gerçekleştiren bir çalşmanın bugüne kadar konulamamış olmasıdır. Dernek açılmalı. Ama sorunun aslolarak dernek açmakta düğümlenmediği bilinerek açılmalı. Sınıf çalışması ve alan açılımı için ise daha zorlayıcı, kopartıcı, sonuç alıcı bir iradenin ortaya koyulması, en azından mevcut durumda, oradaki koşullarımızda bir değişiklik yapmak gerekiyor. Sttut.’ta “Fabrika önlerinde bildiri dağıtmalıyız” gibi cümlelerin bir parça gerçeklik kazanması da böyle bir yaklaşma, sarsılmaya ve sarsmaya bağlıdır. Ham., hızlı bir gelişme imkanı olmasa da iç kıpırdanmasıyla yeni bir imkan, değerlendirmeliyiz. (Buradaki y. kadrolaştırılmalı. Kampta ö.e olan yakınlaşması sıcağı sıcağına değerlendirilseydi, şimdi daha farklı bir noktada olabilirdi.)

Çevre güçlerle geniş açılı, onları bugünkü durumları içerisinden kavrayan bir ilişkinin geliştirilmesi ve belirli araç ve yöntemlerle bu ilişkileri süreklileştirmek. Kapitalizmin meta egemenlik ve yüksek çekim alanının dışına çıkartıcı, yabancılaşmaya, bireysellleşmeye ve bireycileşmeye, düşünsel ve ruhsal körelmeye karşı “Ü….” perspektifi -paylaşarak üretme, üreterek çoğalma- bir iç dikeyleşme de oluşturacak biçimde bu güçlerle ilişki kurmanın ve örgütlemenin halkalarını ve geniş temelini oluşturmalıdır.

Bulunulan ülkelerde süreç ve gündem takibinde her konuya yönelme ve müdahele değil bazılarını seçerek daha ö.lü ve etkin katılım gerçekleştirmeliyiz. Bu aslolarak işçi hareketlerine katılma ve onlarla ilişkilerin geliştirilmesi hedefiyle olmalıdır. Dar dev.ci gündemlerin olabildiğince dışına çıkılmalıdır. Bunların bizi belirler ve yanıltır hale gelmesinden kurtulunmalıdır. Bu özelikle Kö.’de var. Bayrak dalgalandırma dışında bir anlamı ve geliştiriciliği olmayan işler durumunda bunlar. İyice daralmış ve bir iki kişiye inmiş bir çalışma da bu y.ları belirliyor. Bu çalışma, çekilebildiği kadar asgariye, en zorunlu olan sınırlara çekilmeli.

Ülkeler düzeyinde öncelik ve ağırlık, Fr.’ya verilmelidir. İnşaat işçileri çalışması şu anda somut olarak gerçekleşebilir tek alan açılımı imkanıdır. Alan içi güçler, ilişkiler vardır. Henüz, perspektif, plan, varolan gücün en üsteki sorumlu yoldaş dahil sınıf çalışması ve alan çalışmasına uygun bir kavrayışı yoktur. Alandaki ilişkilerimiz, sayı olarak başlangıç itibariyle hiç az değil. Fakat onların alanla ilişkilenişleri bir öncü işçi ilişkilenişi değil sıradan çalışan bir işçi ilişkilenişi. Yapılan dar ve görece geniş iki toplantıyla bir yön kazandırılmaya çalışıldı. Hangi sonuç alındı? R.da bu konuyla ilgili bilgi yok. Sorumlu y. tarafından söylenen iyi karşılandığı, yaparız düşüncesinin olduğu, bir başka y. tarafından aktarılan ise dernek konusunda kafaların karışık olduğu. Sınıf çalışması, alan çalışması ve alan kadrolaşması, daha temelde genel kitle çalışması kavrayışındaki zayıflıklar, bunlara uzak oluş bu çalışmanın en önemli handikapı. Buradaki y.lar, sınıfsal ve bir öncü işçi düşünüşüne değil, daha çok antifaşist bir düşünüşe ve tavra sahipler. İşçi yapısı ve alanın özelliklerinden dolayı örgütlenmesi güç bir alan ve uzun erimli bir çalışma gerekiyor. Yan açılımlarla dayanışmayı geliştirici ve aileleri de kucaklayıcı bir çalışma yürütmek de gerekli. Mevcut güç bunu ö.lemeye ne kadar yatkın ve yönelimli, ne kadar başarabilir, bu da bir soru. Sendikal perspektif geliştirmek, Fransız sendikalarıyla ilişkiye geçmek de zorunlu. Bu çalışma tek bir y.ın sorulmluluğuna bırakılmamalıdır. Onun kavrayışı ve aşırı tek yanlılaşmaları, süreklileşen bir kitle çalışmasına uzaklığı handikaptır. Doğru bir bakış açısı geliştirebilir, kısa dönemli planlar da sonuç alıcı olur fakat uzun süreli bir çalışma yürütme ve alan ö.çülüğü ve çalışmayı çok yönlüleştirme yönlerinden zayıftır. Bundan dolayı bu çalışmanın sorumluluğu paylaşılmalı, birlikte geliştirme, takip ve denetim sürekliliği sağlanmalıdır. Bu çalışmanın gelişimi ve sonuçları bizim Par. ve Fr. çalışmamızın toplamını belirler.

Bu kesitte Fr.ya öncelik ve ağırlık vermeyi gerektiren ikinci neden, bu ülkedeki göçmen kitlesinin stabilizasyonu Al.’daki kadar ileri değildir. Bizim çevre kitle ilişkilerimizle de kopuş oradaki kadar derin değildir, yeni çevresel açılım imkanı, yakalanan ilişkiler vardır. Bunları kısmen derneği de değerlendirerek kurumsal düzeyden, ayrıca özel çalışmayla onlara dönük etkinlikler, süreklileşen ilişkilerle örgütlemeye girişmeliyiz. Kamp ve ilk gece sonrası bunun imkanları doğmuştu, değerlendirilemedi.

Ing., İsv., buralardaki stabilizasyon derindir. Ö.lü gücümüz kalmamıştır. Geri bir çevresellik vardır. İçerden, ısrarlı, iradi, küçük farklılaşmalar yaratarak ilerleyecek, bir hareketlenme olduğunda onda yoğunlaşan bir çalışma gerekmektedir. İlgili y. önce kendi kafasındaki engeli kırarak üç günlük değil 20-30 günlük gidiş gelişlerle bunları yapmaya çalışmalıdır.

Gençlik çalışması, kadın çalışması bunlar planlanmalı ve fiii adımlar atılmaya başlanmalıdır. Çevre kitle çalışmasının geniş örgüsü içerisinde bu ilişkilere ulaşmak ve bunlar üzerinden de onu geliştirmek mümkündür. Bunlar hem alan açılımı yönüyle, hem çevre kitle ilişkileriyle dokusal olarak daha sağlam ilişkiler kurulması yönüyle ve gelecek yönüyle önemlidirler. Başlangıç için kapsamlı bir teorik çalışma da gerekmemektedir, Bildiklerimiz, derli toplu hale getirldiğinde yeterlidir. Nerede, kimlerle, nasıl diyerek ve cevapları verilerek başlanmalıdır. Kadın sorunu, azımsanamayacak kadar boyutlu ve derin bir sorundur buralarda. Üstü kapatılan, baskı altına alınan bir sorundur. Gelinen yerle buradaki toplumsal ve kültürel yaşam farkı, bunun kadında, erkekte, çocuklarda yarattığı değişim ve anomali, kapitalizmin saldırgan ve çözücü etkisiyle birleşmekte; bir dizi sorunu açığa çıkarmaktadır. Gençliği örgütlemek ise, diğer yanları bir yana onlar üzerinden bizim burayı anlamamız ve bizim gelecek sorunumuzdur.

Kadro sorunlarının çözümü ve kadro gelişimi

Halihazırda aşırı bir kadro sorunu ve aktive edilebilen çevre güç yetersizliği sorunu var. Bu hemen her şeyin önündeki engel durumunda. Çalışmaların genel örgütlenmesinde, hedeflendirlmesinde başta dikkate alınması gereken bir durumdur bu. Girilen her çalışmaya, doğan imkan ve fırsatlara, kadrolaşma ve güç toplama yönünden öncelikle bakılmalı ve bunu hangi çalışmalar bize daha fazla sağlayabilecekse varolan gücü bunlarda odaklayarak çalışmaları yürtümeliyiz. Belli bir kadro ve çevre gücü oluşturuncaya kadar böyle davranmalı, her yöne yumruk sallayan fakat hiçbir sonuç yaratmayan ve gelinen nokta itibariyle de yumruk atmakta da mecalsizleşen bir güç olma durumundan çıkmalıyız. Varolan gücün enerjisini en optimal şekilde kulanmanın yanında yapılan işi, çalışmayı daha nitelikli ve sonuç alıcı yapma imkanına bu şekilde ulaşırız.

Nitel ve nicel gelişim için şunlar yapılmalıdır.

Avrupa kadro tanımı, özgül yönleri de içerecek biçimde yapılmalıdır. Kısaca bu tanım, meta ilişkileri yoluyla ve sosyal kültürel olarak gerçekleştirilen, siyasal olarak da icazet ve tabiyete zorlayan kapitalizmle ve onun burjuva demokrasisiyle mücadelede ve yaşamında sınırlarını çekmiş, işçi sınıfı merkezli çalışma yürüten, göçmen emekçilerin sınıfsal çıkarlarını savunurken kafasında ve yaşamında göçmenlik gettolarını yıkmış, Avrupa komünist ve işçi hareketiyle bütünleşen ve aynı zamanda kendisini onun bir parçası olarak gören, Türkiye’deki mücadeleyle ilişkisini, ufkunu hiçbir zaman kaybetmeyen ve kendisini oraya ve o koşullara göre hazırlayan kadrodur.

Bu ülkelerde hakim çelişki burjuvazi-proletarya çelişkisidir. Bunun içerisinden düşünen, sorunları, çelişkileri bu temelde tanımlayan, mücadeleyi bu temelde yürüten bir bakışa sahip olmalıdır. Bu Türkiye’den kalma ve aslında erimiş, kimi olaylar olduğunda canlanan antifaşist bilincin ötesinde kapitalizmle karşıtlık zemininde bir duruşu, antikapitalist ve komünist çizgide derinleşmeyi, bunu yaşam tarzı haline getirmeyi, göçmen emekçilerle ilgili konu sorunlara da demokratik haklar ve eşitlik çerçevesiyle sınırlamadan sınıfçı ve sosyalist düşünüşle bakabilmeyi gerektirir. ….

Bunlar güçlü bir kadro kavrayışı ve duruşu haline getirilmelidir.

Eğitim, kapitalizm karşıtlığı içerisinde sosyalizmin kavratılması, kapitalizmin ekonomik, sosyal, kültürel özümlemesine, yozlaştırıcılığına, metaların çekim etkisine, bunların biçim ve yöntemlerine karşı donanım, mücadelenin ve yaşamın bu temelde örgütlenmesi. Bu koşullar içerisinde sınıf çalışması ve genel kitle çalışması. Bu koşullar içerisinde part-time devrimciliğe karşı mücadele. Bu koşullar içerisnde çevre güçlere bakış ve ilişkiler. Öncü-kitle diyalektiği. Kolektif işçi bilinci, kent yoksulları, buraların koşul ve ilişkileri içerisinden ilişkilendirilip tanımlanarak kavratılmalıdır. Komünist bilinç, düşünce, duygu, davranış ve ahlak olarak geliştirilmelidir.

Burjuva demokrasisiyle sınır sadece siyasal olarak ne olduğunun kavratılması ile çekilemez; burjuva demokrasisi koşulları içerisinde komünist ö.lenme ve çalışmaların yürütülmesi, yeraltı ölenmesi ve faaliyeti ile birlikte kavratılmalıdır.

Türkiye perspektifi, çalışmanın oradaki yürütülüşü, hedefleri sorunları ve oraya hazırlık olarak sürekli canlı tutulmalıdır.

B) Kadro gelişimi, dar bir ö. çalışmasının bir iki biçime sıkışmş ve onların yaptırılması ile sınırlanmış bir faaliyet içerisinde gelişim olmanın ötesine çıkmalı. Bir işin sadece yapılmış olması değil nasıl yapıldığı da önemlidir diye ifade ettiğimiz yaklaşıma uygun olmalı. Bir işin örgütlenişinde, tasarım ve plan aşamalarından itibaren, her aşama ve halkanın birlikte düşünülerek ve yapılarak ve kadro inisiyatifini geliştirici sorumluluklar verilerek yapılmasını, öğretilmesini temel yöntem haline getirmeiyiz. Bu sağlam bir temel perspektif, içerden bir yönlendirme, geliştirici bir yaklaşım, güçlü bir kolektivizm duygusu ile olabilir.

Organ çalışması ve kadro gelişiminde temel yöntem 4×4’tür.

Her çalışma içe ve dışa doğru birlikte örgütlenmelidir. Politika, çalışmanın asli ve yan güçleri, yöntem ve araçlar birlikte düşünülmelidir. Perspektif, tasarım, hedef belirlenmesi, güç ve alan analizi, plan, hangi sonuçların elde edilmek istendiği ve bunları hangi güçler, araçlar ve yöntemlerle elde edebileceğimiz, varolanların buna uygun olup olmadığı ve nasıl uygun hale getirebileceği, karşımızda hangi güçlerin, ne tür sorn ve engellerin olacağı birlikte düşünülmelidir. Bu hem en baştan yapılması gerekendir hem de sürecin gelişimi ve her yeni aşamasında yeniden, yeni durum içerisinde yapılmalıdır.

C) Tüm güçler tek tek gözden geçirilmeli, değerlendirilmeli, X kadrosu ve alan kadrosu olabilecekler, bütün çalışmalarımızda veya bir alan veya bir konuda aktif olarak yer alabilecek ilişkiler beirlenmeli -bunların her birisi ayrı kategorilerdir- bunlara özel olarak yönelinmeli, markaja alınmalı, kesikli illişki, işimiz düştüğünde arama vb. tutumlardan uzaklaşılmalıdır. Farklı iş ve düzeylere göre kadro seçimi, bizi dar kadrocu, sadece ö. kriterleriyle seçim yapma yaklaşımından da kurtaracaktır.

Kimle hangi çalışma içerisinde ne yapabiliriz, kimi nasıl bir farklılaşma içerisine sokabiliriz, bunun için ne yapmamız gerekir, yaşamı, özellikleri her yönüyle değerlendirilmeli ve zimmetlenmiş bir kazanma ilişkisi sürdürülmelidir. Bir iki kritere dayalı dar kadrocu yaklaşım, her işe hazır kadro beklentisi, gelişen ve geliştirilebilecek yönlerinden değil zaaflarından bakan güvensiz -aslında kendimize güvensiz- elitist yaklaşmlardan sıyrılmalıyız. İnsanlarla farklı ilişkilenme biçimleri vardır ve kişiyle doğru açı yakalanır, süreklileşen bir ilişki kurulur, emek verilir ve şu ya da bu çalışmanın içerisine çekilir ve orada işlevli ve yararlı olduğu kendisi dahil görülürse o ileriye doğru kazanılır. Biz en başta emek vermeyi öğrenmeliyiz.

Kadrosal eğitim ve geliştirme, aktif ve aktifleşebilecek taraftarlarla ilişkide onlarla ortam paylaşımı, ö.ü ve devrimciliği, yaşamı bütün yönleriyle konuşmak, örnek olmak son derece önemlidir. Bugün bu şekilde kadro geliştirmekten çok uzaklaşılmıştır.

Kadro gelişiminde öncekinden de farklı olarak bireysel ve bağımsız gelişimlerine önem veren, bunun için yap-yapma ilişkisinden uzak, kavratıcı ve yönlendirici, alan açan ve inisiyatif tanıyan, güven veren bir ilişki kurulmalıdır. Özellikle farklı özelliği, biraz aykırılıkları olan, aslında bir yeteneğe de işaret eden ilişkileri hemen kendi kalıbımıza sokmaya çalışan, istediklerimizi yaptıramadığımızda da iten ve uzaklaşan tutumlardan vazgeçmeliyiz. Eğer gelişmek, çok yönlüleşmek istiyorsak bizim onlara ihtiyacımız vardır. Temel değerlerimizi kazandırmayı hedeflemeliyiz ama bizim kopyamız olmalarını kesinlikle istememeliyiz. İster ö.sel ister kişisel korku ve endişelerle, onlarla başedemeyeceğimiz, ö.e ve çalışmaya zarar verecekleri düşüncesi ile alabildiğince dar kalıpçı ve tutucu bir yaklaşım gösteriliyor. Kendi önderlik düzeyimizi geliştirmeli ve ona güvenmeliyiz. Yoksa dar kadrocu yaklaşımla tek biçimli çalışmaların ötesine geçilemez. Ve gelişemeyiz.

Çevre-kitle güçleri, ilişkilerin geliştirilmesi

Burada karşılıklı bir dıştalama vardır. Sorun sadece çevrelerden gelmemektedir. Onların sistemle olan bağlarının güçlenmesi, antifaşist devrimci beklentilerinin karşılanmaması gibi nedenlerle bizden uzaklaşmaları değil bizim onlarla ilişkileri sürdürme biçimimiz, daha doğrusu sürdürmeyişimiz ve onları yeni durum içerisinde ö.lemeye geçemeyişimizden kaynaklı bir sorun vardır. Evet, eski çevrelerle ilişkiler daha kopuktur, mesafeler daha açılmıştır, onlarla iş yapabilmek zordur, bazılarıyla hiç mümkün değildir. Duruma göre farklı şeyler söylerler. Yeni denebilecek çevreler -ki bu konuda çok çok sınırlı bir açılım vardır- ise yenidirler, son dönem çalışmaları içerisinde ilişki kurulmuştur. Bundan kaynaklı bir fark vardır. Birincilerin kriterleri daha ö.sel ve antifaşist mücadele eksenli kriterlerdir. Ölçülerini buradan koyar, beklentilerini bu düzeyden ifade ederler. Sistemle bağları daha güçlenmiş, mücadeleye ise gerçekte daha uzak durumdadırlar.

1) Eski ya da yeni çevreler, kurulan ilişkileri hepsini kesen gelişmiş kapitalizmin özümleyiciliğidir, en başta meta ilişkileri hem zorunlu bağlarla hem güçlü çekim etkisiyle onları sisteme çekmekte ve bağlamaktadır. Bu ilişkiler, sömürücü, özümleyici, dıştalayıcı -göçmen emekçilere karşı daha derin bir dıştalayıcılık, ırkçı ve sınıfsal aşağılama-, yalnızlaştırıcı, bireyselleştirici, bireycileştirici ilişkilerdir. Bunlar, çelişkilerin hem sınıfsal siyasal, hem toplumsal kültürel tanımlanma eksenini oluşturur. Bunlar iç içe ve birbirini bütünleyen eksenlerdir. Biz karşıtını koyarak bütün halkalara asılmalıyız. Biz onları sadece politik bir eksen üzerinden ö.lemeye çalışıyoruz. Doğru bir politika da olsa politik faaliyet ve mücadeleye dolaysızca geçmeye hazır olmayan bu kitle için bu çabalarımız, tek başına bu çekim oluşturmaya yeterli olmuyor. Dolayısıyla karşıtlık, sadece siyasal olarak değil ekonomik, sosyal, kültürel her düzeyden tanımlanmalı ve bunlar bir ö.lenme politikası olarak geliştirilmelidir.

2) Biz, kendi cephemizden bir gidiş, aslolarak ajitasyon faaliyetiyle sınırlı bir gidiş gerçekleştiriyoruz. Bu gidişlerde de örgütleyici perspektif hemen hiç yok. İş üzerinden bir ilişki kurulsa dahi anlık ve kesitsel olarak kalıyor. Bir daha neredeyse hiç gidilmiyor. İlişkileri süreklileştirme düşüncemiz ve çabamız yok. Bundan dolayı son dönemde yakalanan ilişkileri de ileriye taşıyamadık. Sadece iş amaçlı gidiş ise arkası getirilmediğinde güvensizlik yaratıyor.

3) Keza bu gidişler şöyle bir tek yönlülük de taşıyor. Bizim gündemleştirdiğimiz konularda olsun diğer konularda olsun onların düşünüşleri, sorunları, beklenti ve istekleri neler; bunları öğrenmeye çalışan ve bunlara biçim ve yön kazandırarak çalışmayı ö.leyen bir yaklaşımımız yok. Bu ilişki, bu etkileşim kurulmadan onları çalışmalara katamayız ve ö.leyemeyiz. Öncü-kitle diyalektiğiyle ilgili de olan bu sorunda ciddi bir yaklaşım değişikliği gerekiyor.

4) Çevre ilişkilerini tutarsız ve güvenilmez buluyoruz, bunu doğrulayacak pek çok örnek sıralayabiliriz, ama onlar da bize güvenmiyor, biz ö.sel iddialarımızı, verdiğimiz sözleri ne kadar gerçekleştirdik?! Öncelikle biz onların güvenini kazanmak zorundayız ve bu daha çok emek gerektiriyor.

5) Aslında en yakın çevre güçleri dahi kapitalizmle uyumda derin sorunlar yaşıyorlar. Bir yandan özümlenme sürecine girmiş iken işçi olarak sömürülme, hem işçi hem göçmen emekçi olarak dıştalanma, bu dıştalanmanın yaşamdaki çok sayıda yansıması ile karşı karşıyalar. Biz hem sınıfsal siyasal bir duruş oluşturacak, hem de sistemin çözücülüğüne, köleleştiriciliğine, alıklaştırıcılığına karşı paylaşım ve dayanışmayı içeren ilişki formları geliştirmeliyiz. Meta ilişkileri ve metalar dolayımıyla kurulan ilişkiler alanının dışına çıkan bir nefes alabilme alanı, bir nebze özgürlük alanı açmalıyız. Bu yaşamın sınıfsal temelde sosyalleştirilmesini, sosyalist toplumsallaşmayı geliştiren ilişkileri içermelidir. Bu yaklaşım yürütülen her çalışmanın bir parçası olması gerektiği gibi, çevre kitle ilişkilerini belirli periyodlar ve çeşitli vesilelerle bir araya getirecek 4-5 etkinliğimiz olmalı. Bunlar faaliyet olarak kurumsallaşmalı. Bu geniş zeminli ilişki kurmayı, sürdürmeyi, ve farklı kesimlerine ulaşmayı -kadınlarla, gençlerle, çocuklarla- sağlar. (Bu yıl, bu düşünceyle geçen yıl başlatılan yaz kampının yapılmaması yanlış oldu. Gerekçeyi katılabileceklerin T.ye’ye gitmesinde değil kendimizde, bizim onu önceden planlayıp zamanında duyurmamamızda aramalıyız. Ayrıca o yapıldıkça kurumsallaşır, bazen daha zayıf bazen daha güçlü olur. İçeriğin güçlendirilmesi ve sürekliliğinin sağlanmasıyla da bir çekim oluşturur. Gelinmek, katılmak istenilen bir yer haline gelir.)

Diğer her şey bir yana bir ör. istikrarlılık kazanmış bir kitle temeli varsa varolabilir. Ö. olarak bizim en temel sorunlarımızdan birisi de budur. Zor dönemleri aşmakta en fazla zorlanan ö. olmamızın başta gelen nedenlerinden birisi de budur. Buradaki çalışmalarda da sağlam, güvenilir, gönüllükle destekleyen kitle ilişkisi bireyler düzeyinde dahi çok azdır. Bu bizim bireysel ilişki yoluyla dahi ilişki geliştirmektan ne kadar uzaklaştığımızı gösterir. Bu duruma hızla son vermeliyiz. Kitlelerle ilişkilerimizde de her şeye hazır ve gönüllü insanlar beklemek, negatif seçicilik, elitizmden uzaklaşılmalıdır. Bireysel düzeyde dahi devrimci bir etki sağlayarak, güven kazanarak, onların sorunlarına çözüm üreterek ilişki geliştiremiyorsak, nedeni karşımızda değil kendimizde aramalıyız.

İç ö.lenme

Organ çalışması ve organların o.laşması temel sorundur ve bütün ö.ü kesmektedir. Ö.ün olduğu gibi organların da yeniden inşası sorunu vardır ve bu aslolarak faaliyetin içeriğinin geliştirilmesi ve bunun çalışmaya aktarılmasıyla birlikte olacaktır. Bugünkü durumda organlar sadece şekli olarak oluşturulamazlar. Fakat bu varolan organların karar alma, uygulama, iç denetim gerçekleştirme vb.lerini ortadan kaldırmamalıdır.

Organlar, sayı ve nitelik yönleriyle de zayıf ve yetersizdirler. Hatta birçok alanda organ yoktur. Bundan dolayı bir işin yapılışı ve çalışmaların ö.lenişi sırasında sabit bir yaklaşım ve görev dağılımı ile değil daha geniş bileşimli, farklı yönlere doğru esnekleşebilen katılımı artırıcı, işlevselliği geliştirici ve işi niteliklendirici, sonuca götürülmesini güvence altına alacağımız bileşimler kurabilmeliyiz. Burada çekirdekte iyi bir yönlendirme, düzey, özellik, alan farklılıklarından gelecek sorunları da çözme yeteneği önem kazanır.

Bir çalışmanın ö.lenişinde en önemli kaygı, o işi sonuca götürecek en uygun bileşimi nasıl oluşturabiliriz olmalıdır. Bu bileşim gerekiyorsa kadro ve çevre güç katılımıyla oluşturulmalıdır.

Üst komite üyeleri ve bazı temel kadrolar da sabit görev dağılımı mutlaklaştırılmadan, alansal ve kesitsel yüklenmelere göre hareketli bir konumlanış içerisine girebilmelidirler.

Varolan sınırlı gücün daha etkin, işlevli ve sonuca gidici değerlendirilmesi bu şeklde mümkün olur.

Parti perspektifi olarakta alansal ve kadrosal düzeyde iç içe geçişli çalışmalara ve çalışmanın bu temelde daha yetkin ö.lenmesine yönelmeli ve daha hazır olmalıyız.

-Legalizmi yenmek

Y.dışı çalışması, legaldir ve düşünüşe de bu hakim hale gelmiştir. Çalışmalar, konumlanma, ilişkilerin sürdürülüşü, iletişim legaldir. Ve bu buradaki en üst organdan -bu organdan -başlamaktadır.

Burjuva demokrasilerinde yeraltı konusu, komünist partiler için en belalı sorunu oluşturmuş, mücadele koşulları değiştiğinde önceki örgütlenme, kadrosal yapı, işleyiş ve alışkanlıklar aşılamadığından yeraltına doğru dürüst geçiş yapılamamış ve ağır darbeler yenilmiştir. Burjuva demokrasilerinde legal alan daha geniş kullanılabilr ama bütün çalışmanın legalde olması diye bir düşüncemiz yoktur.

Türkiye devrimci hareketinin tarihinde de ö.lerin y.dışı konumlanışının tümden legal ve gevşek oluşundan dolayı dişardan alınan bilgiler, gidiş geliş ve sürdürülen ilişkilere bağlı olarak çok ağır darbeler yenildi. Bunların çoğu da merkezdeki güçlere ve temel kadrolara vurulan darbeler oldu.

Bulunulan ülkelerdeki koşullar öncekinden farklıdır ve değişmektedir. Yeni olarak A ülkesinde devletin bize dönük istihbari yönelimine ilişkin bilgilerimiz de oldu. Bu da biliniyor ve bunların üzerine konuşulmuş olmasına da karşın r.da bu konuda bir tutum ve yönelimin olmaması legalizmin ne kadar kanıksandığını gösterir.

Son kesitte küçük kıpırdanmalar oldu. Fakat sorun yapısallaşmıştır ve öyle bir çırpıda üstesinden gelinecek bir kolaylıkta değildir. İletişim, chat, telefon, mail yeniden düzenlenmelidir. Evlerden siyasi konular dışında chat yapılmamalıdır. Zorunlu olmadıkça telefon görüşmesi yapılmamalı, zorunlu olanlar da kontrol dışına çıkmış biçimde yapılmalıdır. YDK toplantısı yapılageldiği yerin dışına taşınmalıdır. Çok kolay dinlenecek ve dinlenmiyor olması da düşülemeyecek bir yerdir orası. Alt o. üyeleri, taraftarlarla buluşmalar mahalle dışında yapılmalıdır. Keza K.’de amaçsız ve alışkanlığa dayalı bir araya gelme ve toplanmalara son verilmelidir. Kurulan yeni ilişkiler, devletin görüş alanının dışında tutulmalıdır.

Bu konu kadro eğitimi konusu yapılmalıdır, asıl eğitim unsuru ise çalışmaların yürtülüşü biçimi olacaktır. Y.dışı çalışmasında ülke perspektifi ve buralarda yetişen kadroların ülkeye yaklaştırılmalarının temel unsurlarından birisi de budur. Arşiv, kaç göç durumları, geri çekilmeler için lojistik yaratmalıyız. Orta vadede konumlanışta değişiklikler yapmalıyız. Bu kadar kolay ulaşılabilir, bulunabilir olmaktan çıkmalıyız.

Avrupa’daki mücadelenin değişmekte olan koşulları

Neoliberal emp-kapitalist dönüşüm, bunun sınıfsal güç dengeleri ve burjuva demokrasisinde, sınıfların durum ve yaşamlarında yarattığı sarsıntı ve değişiklikler devam ediyor. 11 Eylül sonrasında birçok demokratik hakkın fiilen ve yasal gaspı bunları ayrı bir boyutta ekledi. Şimdi ABD’de başlayan ve durgunluk biçimiyle AB ülkelerine doğru da yayılan kriz, büyümede düşüş, enflasyon artışı, işsizlikte artma biçiminde ilerliyor. Emekçi sınıfların neoliberal saldırı sonrasında yaşam koşullarını daha ağırlaştırıcı sonuçlarını da göstermeye başladı.

Bu gelişmeler, sınıfsal, siyasal, ekonomik, bir dizi yeni gelişime gebe. Sınıf mücadelelerinin gelişeceği ve sertleşeceği bir zemini de ortaya çıkartacak. Gelişimin yönü budur. Lafı büyütmeye gerek yok, bu gelişmeler asgari ölçüde hazır olmak, belirli bir güce dayanmayı gerektiriyor. Her yönden hazır olmak, ama öncelikle güç yaratmak. O zaman göçmen emekçi mücadelesi, buradaki devrimci sınıf mücadelesinin giderek güçlenen bir parçası haline gelebilir. Bugünkü yapımız buna hazır ve yanıt verici değildir ama sınıf içerisinde yol alınırsa, kitle temelimiz farklılaşırsa diğer sorunların çözümü kolaylaşır…

Çözüm önerilerimi ayrıca maddeler halinde sunacağım. (Ekim 2008)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. TASFİYECİ DALGA, DEMOKRATİK DEVRİMCİLİĞİN KRİZİ

’90’ların ikinci yarısından itibaren Türkiye devrimci hareketi yeni bir tasfiyeci dalganın etkisi altına girdi. Bu tasfiyeci dalga, nispi canlanma ve yükseliş gösteren emekçi sınıf hareketlerindeki durgunlaşma ve gerileme sürecine girmeyle, devrimci hareket için güçlü bir çekim etkeni olan Kürt ulusal devrimci hareketinin yenilgisi ve reformist politikalara yönelmesiyle açığa çıkmış olmakla birlikte öncekilerden de farklı daha temel, zemindeki değişimle ortaya çıkan ve yapısal nitelikteki sorunlara dayanmaktadır.

12 Eylül askeri faşist diktatörlüğüyle askeri darbe sonrası ortaya çıkan tasfiyecilik, antifaşist halk hareketinin ve ona önderlik eden devrimci parti ve ö.lerin yenilgiye uğratılmasıyla ve bu mücadelede başı çeken büyük ö.lerin mücadelesiz teslimiyetiyle gerçekleşti. Bu dönemin en büyük üç örgütü DY, TDKP, Kurtuluş, merkezi bir politik tasfiyeyle dönüşüm geçirerek, reformist, legalist partiler haline geldiler. ’80’lerde başlayan emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşüm ve neoliberal kapitalist dalganın yükselişini çürüme halindeki revizyonist sistemi çökertmesi ve yaydığı liberal etki, modern revizyonist partileri hızla dağıtıp çökertirken bu parti ve örgütleri de çekim alanına aldı.

12 Eylül öncesi dönemin devrimci demokratik hareketteki bu en güçlü parti ve örgütlerinin dışında kalan diğer devrimci parti ve örgütlerin çoğu, ’80’lerin sonlarına doğru toparlanıp nispi bir canlanma ve yükseliş gösteren kitle hareketleriyle birlikte devrimci ö.sel reflekslerle, Kürt ulusal devrimci hareketinin uyandırdığı esin ve çekimle, 12 Eylül faşizmiyle mücadele içerisinde yollarına devam ettiler ve bir gelişim gösterdiler. Fakat bu gelişim, kitle mücadelesinde ve örgütlerde 12 Eylül öncesindeki güce ve düzeye ulaşamadı. Yığınsallaşan, kitleleri içine çeken bir antifaşist mücadele gelişmedi. Gelişim, ’80 öncesine göre daha sınırlı ve alt düzeyde kaldı. (Biz 12 Eylül öncesi yeni ve sonradan kurulmuş bir örgüttük. Bundan dolayı, ’90 ların ilk yarısında öncekinden daha fazla bir gelişim göstermiş olsak da bu mücadelenin ve örgütlerin bütününü kapsayan genel bir ölçü oluşturmaz.)

Birinci ve ikinci tasfiyeci dalgalar, siyasal ve idelojik-teorik çözülme ve politikalardaki değişim ve reformist bir çizgiye geçiş yönlerinden görüldü ve değerlendirildi. Sınıf ve halk hareketinin bastırılması ve sonrasında ekonomik ve toplumsal dönüşümlerle toplumun neoliberal kapitalist reorganizasyonu ile birlikte çözümlenip değerlendirilmedi. Birinci tasfiyeci dalga faşist saldırının askeri darbeyle azgın ve topyekun imhacı bir niteliğe bürünmesi karşısında bozguncu bir kaçış ve geri çekilme taktiği sonucu, halk hareketinin bastırılmasıyla ortaya çıkmış, emekçi sınıfların örgütsüzleştirilmeleriyle derinleşmişti. İkinci tasfiyeci dalgada 12 Eylül öncesinin antifaşist halk hareketin gövdesini oluşturan büyük örgütleri, bastırılmış ve örgütsüzleştirilmiş bir halk yapısıyla karşı karşıyaydılar, mücadele ettikleri militer, silahlı sivil faşist hareket de devletin doğrudan devreye girmesiyle geriye itilmiş, bir ölçüde tasfiye edilmişti. ’80’lerin ortalarından itibaren devrimci yapıları ve dayandıkları kitle temeli çözülerek yeni arayışlara girmiş olan bu örgütlerin, revizyonist sistemin çökmesiyle birlikte neoliberalizmin siyasal etki alanına girmeleri zor olmadı. Yeni politika ve örgütlenmeleri bunun içerisinde oluştu. Sistem içerisinde muhalif reformist partiler -ÖDP, EMEP- olarak ortaya çıktılar.

Sadece yenilgiye uğratılmış örgütler değil bastırılmış bir sınıf ve halk hareketi ve bu bastırma sonrasında örgütsüzleştirilmiş ve yeni bir temelde örgütlenmeye başlanmış bir toplum yapısı vardı. 2. tasfiyeci dalganın ortaya çıktığı dönemde bu örgütlerin ve sınıf ve halk hareketinin bastırılması, örgütsüzleştirilmesi yönüyle görülüyor ve değerlendiriliyor olsa da henüz, toplumsal, sınıfsal çözülmeler, toplumun yeni bir temelde örgütlenmesi, neoliberal kapitalist reorganizasyon yönüyle -sonradan sistemin yeniden yapılanması dediğimiz- belirginleşmiş değildi ve bu yönden görülmüyordu. Oysa bunun temelleri ekonomik politikalar olarak 1980 24 Ocak kararlarıyla siyasal olarak da Özal’ın “dört eğilimi birleştirme” politikalarıyla atılmıştı. Kitlelerin örgütlenmesi ve önceki mücadele koşullarının geri getirilememesinde yaşanılan sorun, sadece 12 Eylül faşizminin yaratmış olduğu depolitizasyonla, örgütlerin ve emekçi sınıf örgütlerinin zor yoluyla bastırılması ve örgütsüzleştirilmeleriyle açıklanıyordu. O dönemde bu doğru ve doğrunun büyük parçasını oluşturuyor olmakla birlikte bütünü değildi, başlamış olan kapitalist reorganizasyonu bütünüyle ve stratejik bir bakış içerisinde görmekten uzaktı.

Bu o dönem için yadırganacak bir durum değildir. Son derece tedrici, daha çok ekonomik alandan süren ve onun etkileriyle -ki sonradan olur- oluşmakta olan toplumsal ve siyasal dönüşüm, çok belirgin ve anlaşılır değildi. Temel yapısı itibariyle faşist rejimde bir değişiklik yoktu ve bilinegelen tarz ve yöntemleriyle hükmetmeye devam ediyordu. ’89 sonrası emperyalist- kapitalist neoliberalizmin revizyonist sistemi hızla çökertmek ve küresel sistemi yeniden yapılandırmak için ateşlediği neoliberal ideo-kültürel ve siyasal silahların yarattığı dalgasal etki revizyonist partilerin reformistleşerek çöküşünü ve antifaşist halkçı antiemperyalist devrimci hareketin ana gövdesini oluşturan örgütlerin bu sürece dahil olmalarına yol açtı. Bununla birlikte burjuva iç siyasette ve nispi bir canlanma içerisine girmiş sınıf mücadelesi alanında değiştirici bir etki yaratmadı. Burjuva siyaset alanında rejim içi çatışmalar ve dengeler, rejimin faşist yapısının köklülüğü, sınıf ve kitle hareketindeki nispi yükseliş ve özellikle Kürt ulusal devrimci hareketinin bir atılım içerisinde oluşu, bölge konjonktürü nedeniyle işbirlikçi tekelci burjuvazinin -’90’ların başlarında politikasını değiştirmeye başlayan TÜSİAD’ın- bazı hamlelerine (Raporlar, Cem Boyner’in partisi gibi) karşın belirgin bir değişim gerçekleşmedi.

Gerçekleşmekte olan ekonomik toplumsal değişimlerin, neoliberalizmin ideo-kültürel etkisinin toplumsal yaşam ve bireysel ilişkiler alanında belirgin olarak ortaya çıkmaya başlaması, sınıf mücadelesindeki nispi canlanma ve yükselişin durgunlaşması ve gerilemesiyle, keza Kürt ulusal devrimci hareketinin yenilgi, ateşkes sürecine girmesiyle oldu. Kürt ulusal devrimci hareketi, yenilgi, dünya ve bölge koşullarındaki değişimin sonucu, ’95 ateşkesiyle başlayan tasfiyeci bir politikayla ulusal reformist bir hatta girmişti.

Tüm bu gelişmeler, büyük ölçüde 2. tasfiyeci dalganın dışında kalmış, 12 Eylül sonrası nispi bir gelişme ve güçlenme göstermiş devrimci örgütleri de etkisi altına almaya başladı. Kitle hareketinin durgunluktan gerilemeye seyretmesi, örgütlerin ardı ardına merkezi darbeler yemesi ve örgüt güçlerindeki dağılma, sistemin yeniden yapılanmasının toplumsal kültürel alanda ilerleyip derinleşmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin -meta egemenliği ve metaya dayalı ilişkilerin- etki ve hakimiyetindeki artış bunları okuyup karşı bir temelde kendilerini yeniden örgütleyemeyen 2. tasfiyeci dalganın dışında kalmış komünist ve devrimci örgütleri çözdü. Bu çözülme sadece dönem ve mücadele koşullarındaki değişimin sonucu olan bir gelişim değildi; sınıfların koşullarındaki ve ilişkilerindeki değişimlerin, meta egemenliğindeki ve metaya dayalı ilişkilerdeki artışın, krizlerin daha da tetikleyip büyüttüğü lumpen proleterleşmenin bu örgütlerin güçlerini de artan ölçüde etkilemesiyle de oldu. ’94 ve 2001 krizleri. ’94 krizinin ilk etkisi, Gazi katliamı sonrasında gösterilen devrimci refleksle buluşmuş, ö.lerin güçlenmesine, 1 Mayıs ’96’ya da uzanan büyüyen bir kitle tepkisine yol açmıştı. Sonraki etkileri ö.lerin aldıkları merkezi ve semt güçlerine doğrudan yöneltilen operasyonlarla çözülme ve dağılmayı hızlandırıcı oldu. Ülkemizdeki en ağır krizlerden birisi olan 2001 krizi dönemine devrimci örgütler büyük ölçüde zayıflamış, bir çoğu merkezi yapılarını kaybetmiş olarak girmişlerdi, F tipi yenilgisiyle de birleşerek bırakalım devrimci refleks gösterebilmeyi ö.lerdeki çözülmeyi, dağılmayı hızlandırdı.

Üçüncü tasfiyecilik dalgası öncekilerle bir devamlılık oluşturmakla birlikte taktiksel ve ö.sel bir yenilgi ile sınırlı ve bu kapsamda açıklanabilir değildir. Oluşan yeni koşullar, sürdürülegelen devrimcilik zeminini sarsmış; tarihsel ve birikegelmiş yapısal sorunları bir kriz olarak açığa çıkartmıştır. Ne 12 Eylül’deki gibi bozguncu bir geri çekilme taktiği söz konusudur, ne PKK’nin ateşkes taktiğinde ifadesini bulan bir geri çekilme ve reformist politikalara geçiş söz konusudur. Örgütlerin parça parça fakat kısa aralıklarla yedikleri merkezi darbeler, kadro ve güç kaybıyla, son olarak F tipi saldırısının püskürtülememesiyle yaşanılan bir yenilgi vardır. Fakat bu 3. tasfiyecilik dalgasında belirleyici olan, kapitalist üretim ilişkilerinin etki ve hakimiyetindeki artış, sistemin ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yeniden yapılanmasının ortaya çıkarttığı ve devam etmekte olan değişimler, sınıf ilişki ve çelişkilerinde ortaya çıkan farklılaşma ve bunlara program ve strateji düzeyinde ve yeni bir ö. sel konumlanışla yanıt verilemeyişidir. BU GELİŞMELER, SINIF ÇELİŞKİSİ VE KUTUPLAŞMA EKSENLERİNİN DEĞİŞMESİYLE İÇERİSİNDE BULUNULAN DEVRİM AŞAMASINI SOSYALİST DEVRİM AŞAMASI OLARAK DEĞİŞTİRMİŞ, DEMOKRATİK DEVRİMCİLİĞİN, DEMOKRATİK DEVRİMCİ ZEMİNDE DURAN ÖRGÜTLERİN HAREKET ALANINI DARALTMIŞTIR. ARTAN GÜÇ KAYBI VE ERİMENİN POLİTİK TOPLUMSAL TEMEL NEDENİ BU DEĞİŞİM VE BU DEĞİŞİME YANIT VEREN TEORİK, POLİTİK , ÖRGÜTSEL YENİ BİR KONUMLANMAYA GEÇİLMEMESİDİR. İKİ; Ö.LERİN ALIŞAGELDİĞİ Ö.LENME VE ÇALIŞMA TARZI, ÖNDERLİK TARZI, KADRO YAPISI, İÇ İŞLEYİŞ, İLİŞKİ BİÇİMLERİ, KİTLELERLE İLİŞKİ KURUŞ VE KİTLELERİN ÖRGÜTLENMESİ, MÜCADELENİN BULUNDUĞU DÜZEY İLE ORTAYA ÇIKAN TOPLUMSAL, SINIFSAL DURUM, BİREY VE TOPLULUKLARIN, DÜŞÜNÜŞ, DAVRANIŞ VE BEKLENTİLERİ GİDEREK ARTAN ÖLÇÜDE ÇELİŞMİŞ, HATTA KARŞITLAŞMAYA BAŞLAMIŞTIR. Ö.LER, TEORİ VE PROGRAMLARI, POLİTİKALARIYLA OLDUĞU GİBİ, ÖRGÜTLENME VE ÇALIŞMA TARZLARIYLA DA BİR ÇEKİM OLUŞTURAMAZ HALE GELMİŞLERDİR. ’70’lerde, ’90’ların başlarında antifaşist ve halkçı mücadele zemininde varolmuş, tüm tarihleri bununla oluşmuş örgütlerin işte bu varoluş zemini değişmektedir. Sınıf durumlarında, toplumsal, kültürel, siyasal koşul ve ilişkilerde ortaya çıkan ve neoliberal bir biçimleniş kazanan ilişkiler karşısında önceki, antifaşizmle sınırlı ve dar siyasal biçimler içerisine hapsolmuş düşünüş, örgütlenme, mücadele tarz ve alışkanlıkları yetersiz kalmakta, etkisizleşip çözülmektedir. Öncekilerden farklı olarak, siyasal taktiksel değişiklik ve reformist politikalara geçişle belirgin ve hızlı bir şekilde ortaya çıkan değil, zamana yayılmış tedrici bir gelişim gösteren, örgütleri dışardan olduğu gibi içerden de çözen bir özelliktedir. Ve devrimci örgütler, bir politika değişikliğine gitmedikleri, önceki durumlarını geri getirmek için çaba gösterdikleri halde irtifa kaybı devam etmekte ve içe doğru kırılma, güçsüzleşme ve mecalsizleşme artmakta, gösterilen toparlanma çabaları bir öncekinden daha zayıf ve daha geri düzeyde olmaktadır.

Bu süreçte antifaşist halkçı-ulusalcı demokratik devrim stratejisine sahip örgütler, bir yandan bulundukları konumu koruma, önceki durumu geri getirme çabası içerisindedirler; buna karşın politik ve örgütsel erozyon, şekilsizleme, konjonktürel politika yapma ve ülkede ve dünyada öne çıkan güçlere göre bir hareket tarzı oluşturma, rejim krizi çatışmalarında yalpalama ve başka, hatta burjuva akım ve güçlerin etkisi altına girme, güçlerde çözülme ve dağılma yaşanmaktadır.

Bu tasfiye dalgasını ortaya çıkartan dünya ve ülkedeki tarihi-toplumsal koşullardaki değişimler, dönemsel olanın da ötesinde tarihsel ve yapısal birikegelmiş sorunlar bulunmaktadır. Tasfiyeciliğin aşılması, ancak yapısal nitelikteki sorunların çözümüyle, ö.sel ve stratejik programatik bir dönüşümle gerçekleşecek köklü bir kopuşla ve önceki oluşmuş devrimci birikimlerimizin yeninin içerisine taşınmasıyla olacaktır. Bizim bunu özellikle de kendimizle ilgili görmeyiş nedenlerimiz, siyasal devrimciliğimiz ve bunun büyük ölçüde bizde de burjuva sınıf egemenliğinin genşş kavrayışı içerisinden değil faşizme karşı mücadele sınırları içerisinden dar kavranışı, kendi demokratik devrimciliğimiz, ML ideolojik teorik şekillenişimizin kimi konu ve yönlerden güçlü kimi konu ve yönlerden ise zayıf oluşu ve kendimizi de kapsayan bir kopuş perspektifi içerisinden düşünüp hareket etmemektir.

2005 başından itibaren ısrarla bir dönüşüm ekseni üzerinden bu konular üzerinde durulmuş ve bunlar anlatılmaya çalışılmıştır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

KAPİTALİST ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN HAKİMİYETİ VE ETKİSİNDEKİ DERİNLEŞME. TOPLUMUN, SINIFLARIN, BİREYLERİN DEĞİŞEN YAPISI

Türkiye’nin emperyalizme bağlı geri kapitalist bir ülke olduğu tespiti kuruluşumuz, hatta grup olduğumuz dönemde yapılmıştır. Çözülme halindeki feodal ilişkilerin belirli bölgelerde ve oldukça sınırlı düzeylerde var olduğu da bu tespitin bir parçasıdır. Sonraki dönemde Türkiye bağımlı kapitalist ekonomisi orta düzey bir sosyoekonomik gelişim düzeyine ulaştı ve BUGÜN ORTA-İLERİ KAPİTALİST GELİŞİM DÜZEYİNE SAHİP BİR ÜLKEDİR. Bu gelişimle birlikte kapitalist üretim ilişkilerinin etki ve hakimiyeti genişlemesine ve derinlemesine artmış, toplumsal ve sınıfsal yapı ve ilişkilerde bütünüyle belirleyici hale gelmiştir. Toplumdaki proleterleşme hız kazanmış, kent nüfusu kır nüfusunu geçmiş, kırsal alanlarda da kapitalist sömürü biçimleri egemen olmuş, kapitalizm kentlerde olduğu gibi kırlarda da egemen hale gelmiştir. İşbirlikçi egemen sınıflarla (işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleriyle) halkı oluşturan emekçi sınıflar (proletarya, küçük orta köylülük, kent küçük burjuvazisi..) arasındaki temel çelişkinin yerini emek-sermaye, burjuvazi-proletarya çelişkisi almıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak önümüzdeki devrim adımı anti emperyalist demokratik devrim değil SOSYALİST DEVRİMdir.

Öngörüleceği üzere değişim, sadece sınıf mücadelesinin nispi yükselişten durağanlaşma ve gerileme sürecine girmesinden ibaret olmadığı gibi, toplumsal yaşam ve ilişkiler alanındaki görüngüleriyle neoliberalizmin sadece ideolojik-kültürel düzeyden yarattığı bozulumdan ibaret değildi. Gerçekleşen, sosyoekonomik temelleri olan bir toplumsal değişim, temel sınıf ilişkilerinin ve sınıfların iç ilişkilerinin değişmesi, toplumun, sınıfların, bireylerin neoliberal kapitalist dönüşüm içerisinde yeniden örgütlenmesiydi. Önceki toplumsal biçimler de bozunuma uğratılıyor, şekilsizleşiyor, karşı koymalarla ve eskiyi koruma çabalarıyla birlikte yeniden biçimleniyordu. Sermayenin yeni ve daha üst birikim biçimi, yeni üretim ve emek organizasyonları, sosyal işbölümündeki değişmeler, çürüyen kapitalizm, neoliberal formlarla yeni toplumsal ilişki biçimlerini ortaya çıkartmakta, toplumun, sınıfların, bireylerin durumlarını, çalışma ve yaşam koşularını, yaşam biçim ve ilişkilerini oluşturup belirlemektedir.

Temelde işleyen ve belirleyici olan dinamik, işbirlikçi Türkiye kapitalizminin 12 Eylül dönemi içerisinden başlamış ekonomik süreçlere bağlı olarak kendi içerisinde bir değişim göstermesi, “ithal ikamecilik”ten “ihracata dayalı üretime geçiş” olarak ifade edilen sermaye birikim biçimindeki değişimin üretimde ve pazar ilişkilerinde yarattığı sonuçlarla, bunlarla da birlikte, kapitalist gelişimin hız kazanması ve kapitalist üretim ilişkilerinin kentte dokulara doğru derinleşen bir hakimiyet kurmasının yanında kırlarda da hızlanan bir şekilde bütünüyle hakim hale gelmeye başlamasıdır. Neoliberal ideolojinin yukardan çözücülüğünün başarısında, toplumsal ve bireysel yaşam ve ilişkiler alanında sınıfların durumu ve iç ilişkilerinde hepsinde yansıyan bu iktisadi temeldeki gelişmeler, farklılaşmalardı. Emperyalizme bağımlı geri kapitalist sosyoekonomik yapı, orta ve orta-ileri kapitalist gelişme düzeyine doğru bir gelişim gösteriyor ve bu sadece ekonomik alanla sınırlı kalamayarak sınıf ilişkileri, toplumsal yaşam ve ilişkiler alanlarında da etkisini genişleterek gösteriyordu.

Ekonomik alandan başlayan bu değişim, toplumsal yaşam ve ilişkiler alanında, sınıfların durumunda, birey tutum ve davranışlarında özellikle ’90’ların ortalarından itibaren daha açık ve görülür hale gelmiş, 2001 krizi ve izleyen dönemde de çözücü etkilerini ve sınıfların ve toplumun durumundaki yeni biçimlenişleri çok daha açık bir şekilde ortaya koymuştur. 2000’li yılların Türkiye’sinin sınıfsal ve toplumsal yapısı, birey özellikleri ’70’lerin, ’80’lerin, hatta ’90’ların başlarının sınıfsal toplumsal yapısı ve birey özelliklerinden çok farklıdır.

İŞTE DEVRİMCİ PARTİ VE Ö.LERİ TEKRAR DUVARA ÇARPTIRAN BU GELİŞME VE DEĞİŞİMLERİN GÖRÜLMEMESİ, DÜŞÜNÜŞTE, DUYGUDA Ö.LENME VE ÇALIŞMA TARZINDA ÖNCEDEN KOPAMAMAKTI. 12 Eylül’de alınan yenilgi devrim karşıdevrim çatışmasında faşizm karşısında alınan bir yenilgiydi. Bu ise farklıydı; hemen 12 Eylül döneminin içerisinden başlamış, ’90’larda etkilerini daha açık olarak göstermeye başlayan 2000 lerde ise açık belirgin tarzda ortaya çıkan ekonomik,toplumsal, sınıfsal, kültürel değişmelerin sonucuydu. Kapitalist üretim ilişkileri kentlerde olduğu gibi kırlarda da hakim hale gelmişti. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişen hakimiyeti sadece ekonomik alanla sınırlı kalmayan, siyasete, kültüre toplumsal ilişkiler alanının bütününe damgasını vuran, dokulara doğru işleyen bir hakimiyetti.

Değişimlere yol açan gelişmeler, Türkiye kapitalizminin gelişmesi ve kapitalist üretim ilişkilerinin kentlerde derinleşip kırlarda da hakim hale gelmesinden de ibaret olmayan, sermayenin yeni birikim biçimine -neoliberal birikim biçimine- göre de şekillenen bir değişimdi. Ulusallığın sınırlarını daraltan, eriten, sermayenin küresel birikim biçimine göre toplumsal işbölümünü ve ilişkileri uluslararası düzeyden yeniden örgütleyen dinamiklerin belirleyici olduğu içe kapalılığın her alan ve düzeyde parçalandığı ve yıkıldığı bir biçimde gerçekleşiyordu. Gitgide daha fazla uluslararasılaşan, nispi ve mutlak artık değer sömürüsünü artırıp emeği kendi içerisinde bölerek parçalayan ve birbiriyle rekabete sokan, toplumu ve sınıfları gruplara ve bireylere doğru bölen, bireyciliğin yüceltildiği bir sermaye birikim biçimi, ekonomide, toplumsal yaşam ve ilişkilerde, bireylerin, sınıfların durumlarında, dünya algısında bir dizi farklılaşmayla yansımasını buluyordu. Özelleştirmeler, taşeronlaşma, fason üretim, bireysel sözleşme, sosyal güvenliğin tasfiyesi ve bireysel emeklilik ve sağlık sigorta sistemine geçiş, sınıfın kendi içerisindeki parçalanma ve rekabetteki artış, yoksulluğun cemaatleşmenin uzantısı haline de getirilen yeni yapılandırılma biçimleri emekçi sınıfların sadece ekonomik hak kayıplarına uğraması, çalışma ve yaşam koşullarını daha da ağırlaştırması gibi sonuçlar yaratmıyor; önceki örgütlenme ve ilişki biçimlerini çözen, parçalayan, yerlerine neoliberal toplumsal bireysel ilişki biçimlerini geçiren sonuçlar da yaratıyordu. KİT lerdeki tasfiyeler, emekçi sınıflar açısından sadece ekonomik sosyal hak kayıpları ve yaşamın ağırlaşmasına yol açmıyordu; bu yönde atılan adımlarla birlikte ve bunlar yaygınlaşıp derinleştikçe toplum, sınıflar, grupsal ve bireysel olana doğru parçalanıyor, neoliberal ideolojik formasyonla da birleşerek toplum ve bireyler bu temelde yeniden şekillendiriliyordu. Toplu olarak bir arada bulunan ve birlikte mücadele eden işçiler, değişen üretim ve emek organizasyonuyla, çalışmanın esnekleştirilmesiyle, yemek ve dinlenme sürelerinin azaltılmasıyla, toplu pazarlık imkanının ortadan kaldırılmasıyla, sınıf içi rekabetin artışıyla ancak belirli bir mesleki çalışma içerisinde olan az sayıda işçinin birlikte olabildiği bir grupsal çalışmaya ve bireysel davranma ve düşünmeye doğru sürüklenip çözülüyordu. Üretim süreci içerisindeki bu işçi bireyselleşmesi ve mesleki grupsallık, neoliberal kültürel bir biçimlendirmeyle bütünleştiriliyor, sınıf ö.lenmesinin geleneksel biçimleri, tarz ve yöntemleri işçi sınıfını ö.lemekte ve harekete geçirmekte yetersiz kalarak etkisizleşiyorlardı. Sınıfsal kimlik tanımının yerine meslek, bölge, din, milliyet ve farklı aidiyet ilişkileri içerisinde varoluş alıyordu.

O dönemde görülemeyen ve hala da görülmekte zorlanılan bunlardır. Keza Kayseri, Denizli, Konya ve bir dizi iç Anadolu kentinde sanayinin çok az, ticaretin de geri ve göreli olarak daha içe kapalı oluşunun da beslediği toplumsal tutuculuk ve gericiliğin yoğun olduğu illerde farklı bir bileşke içerisinde KOBİ orta burjuvazisinin kendi değişimiyle de başlayan bir değişim, kapitalist ilişkilerin neoliberal biçimleriyle hızla girmesi gerçekleşti. Bu değişimin öncüsü burjuvazi ve partiler, “ekonomide değişim, kültürde muhafazakarlık” biçiminde bir politikaya sahip olsalar da kısaca “ihracata dayalı sanayileşme”de ifadesini bulan ekonomik değişim dinamiği, bu kent ve bölgelerin kapalı yapısını parçaladı; büyük kentlerle ve dünyayla daha yoğun bir ilişki içerisine girdiler. KOBİ’ler biçimiyle sanayileşmenin hız kazanması, bu kentlerin çehresini sınıf ilişkileri yönünden de değiştirdi. Kırsal bağlarından kurtulamamış ve cemaatsel bağlarla bağlanıyor da olsa sınıf olarak proletarya bu bölgelerde kitlesel olarak ortaya çıktı. Sadece ticaretten sanayiye geçen, içe kapalı küçük-orta ölçekli sanayi üretiminden dış pazara üretim yapmaya başlayan burjuvalardan ibaret olmayan, hinterlandında yer alanları da kapsayan muhafazakar -türbanlı- orta sınıf bireyselleşmesi hızla gelişti.

Ülkemizde sınıf mücadelesinin en dar ve siyasal düzeyle sınırlı kavranışı, siyasal mücadelenin de antifaşist mücadeleye doğru daralmış kavranışından dolayı toplumsal, sınıfsal, bireylerin düşünüş ve davranışındaki bu değişimlerin görülmesi mümkün değildi. Değişimin 2001 kriziyle birlikte de hızlanıp daha açık hale gelmesiyle daha görülür oldu ve zayıflamış; önceki mücadele biçimleri bütünüyle etkisizleşti, sürdürülemez hale geldi.

Bu bakan ama görmeyen göz körlüğünün -hala da süren bu görme ve kavramaya uzaklığın- temelinde ise, üretici güçlerle üretim ilişkileri ilişkisini temel alan marksist sınıf ve süreç analizinden, tarihsel materyalizmin temel kavrayışından uzaklaşmak vardı. Maoculuğun derin tahribatlarından birisi budur. Felsefe kavrayışını basit bir çelişki yaklaşımına doğru indirip yüzeyselleştirdiği gibi, toplumsal gelişimin ekonomik yasaları ve onun üzerinde şekillenen çelişkiler ve sınıf mücadelesinin bu temeldeki bilimsel sosyalist kavranışından da uzaklaştırmıştır. Ülkemizdeki konjonktürel devrimciliğin, siyasal devrimciliğin, leninizmin yüzeysel kavranışının temelinde de bu vardır. Latin Amerika küçük burjuva devrimciliğinin teorik argümanlarıyla ve devrim anlayışıyla da beslenmiştir bu.

Üretici güçlerle üretim ilişkileri, sadece bir üretim tarzının niteliğini ve bir bütün olarak kavranışını sağlamaz; üretici güçlerle üretim ilişkisi çelişkisi, sınıflararası ilişkilere ve sınıf mücadelesine de temel teşkil eder. Bir toplumsal sistemin ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yapısının anlaşılması da karşıt bir toplumsal sistemin ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel nasıl bir şekilleniş içerisinde olacağının anlaşılması da bu temel çelişkinin kavranılmasına bağlıdır. BU ÇELİŞKİ KAVRANILMADAN BİLİMSEL BİR SINIF MÜCADELESİ TEORİSİNDEN, BİLİMSEL SOSYALİZMDEN SÖZ EDİLEMEZ. Maocu ve Latin Amerikacı teorilerden beslenen küçük burjuva devrimciliğinin demokratik devrimi aşmayan, hatta konjonktürel siyasal devrimciliğe doğru gerileyen ufku, uzlaşmaz sınıf çelişkilerine temel oluşturan ve sistem karşıtlığını -kapitalizm/sosyalizm karşıtlığını- açığa çıkartan bu temel çelişkiyi silmiştir.

Türkiye devrimci hareketinde, ekonomik toplumsal süreç ve durumların üretici güçler, üretim ilişkileri temel çelişkisine bağlı olarak ele alınışından tümüyle uzaklaşıldığı gibi, politik ekonominin yüzeysel kavranışıyla üretim ilişkilerinin mülkiyet ilişkilerine indirgenmiş dar ve özünde ekonomist olan kavranışı yaygın ve egemendir. Bu ise, bu kavramın tüm içerimini ve ona bağlı açılımları bize vermez. HER ÜRETİM TARZI KENDİ SINIFSAL YAPISINI VE SINIF İLİŞKİLERİNE BAĞLI KENDİ TOPLUMSAL İLİŞKİLERİNİ DE ÜRETİR, BİÇİMLENDİRİR. ÜRETİMİN TOPLUMSAL İLİŞKİLERİ OLARAK İFADE EDEBİLECEĞİMİZ BU KAVRAM, DİNAMİKTİR. BİR ÜRETİM TARZI İÇERİSİNDE DE ASLİ ÖGELERİ AYNI KALIR FAKAT, GEREK ÜRETİM TARZININ KENDİ İÇERİSİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERE -SERMAYE BİRİKİM BİÇİMLERİNDEKİ DEĞİŞMELERE, KRİZLERE, SİSTEMİN GELMİŞ OLDUĞU AŞAMAYA, AYRICA SINIF MÜCADELESİNİN GELİŞİMİYLE ORTAYA ÇIKAN DEĞİŞİM VE OLUŞAN YENİ DENGELERE- GÖRE DEĞİŞİME UĞRAR. SOSYALİZM İÇİN MÜCADELE VE SOSYALİST İNŞANIN NASIL GERÇEKLEŞTİRİLECEĞİ SORUNLARINA BAKIŞ VE ÇÖZÜM DAHİL BUNUN KAVRANILMASI ÇOK ÖNEMLİDİR. Üretim ilişkilerinin mülkiyet ilişkilerine, biraz daha genişletilmiş olarak ekonomik alandaki ilişkilere doğru indirgenmesi, toplumsal, siyasal, kültürel ilişkilerin kapsam dışına çıkartılması, sosyalist inşanın sorunlarının ele alınışında darlaştıran, ekonomizme meyleden bir yaklaşımı ortaya çıkartacağı (Stalin’in sosyalizmin temel ekonomik yasası tanımı buna karşı bir bakış açısını içerir) gibi, bir devrimin örgütlenme sürecinde de ekonomi-siyaset, genel olarak altyapı-üstyapı ilişkilerini, strateji-taktik ilişkisini birbirinden kopartır, devrimin kapsam ve içeriğini daraltır.

Konumuza dönersek sermayenin neoliberal birikim politikaları, daha temelde sermayenin tarihsel birikim sürecinin bugünkü durumda ortaya çıkarttığı sonuç ve gelişmelere bağlı olarak dışarıdan içe doğru hızlı bir akış gösteren ve içselleşen toplumsal, sınıfsal, bireysel değişim ve dönüşümler, yeni bir bakışı sınıf mücadelesinde yeni bir mevzilenmeyi gerektiriyordu. Ortaya çıkan, çıkmakta olan yeni bir toplum, yeni bir birey ve yeni bir dünya algısıydı. Toplumsal ve bireysel ilişki biçimlerindeki değişim, zaman ve mekan algısının, düşünme parametrelerinin değişimiydi.

Özellikle genç kuşaklarda neoliberal birey şekillenişi, düşünceden davranışa çok belirgindi ve olgular, hızlı bir kuşak-bir önceki kuşakla bir sonraki kuşak arasındaki mesafenin dahi oldukça açık olduğu- değişiminin olduğunu göstermekteydi. Devrimci örgütler cephesinden bu daha çok emekçi semtlerindeki genç kuşakta ortaya çıkan deformasyon, yozlaşma yönüyle görüldü. Oysa hem kendileriyle hem birbirleriyle kurdukları ilişkilerde farklılaşan bir kuşak söz konusuydu. Önceki dönemin devrimci ö.lenme biçimleriyle, ilişki kuruş yöntemleriyle ö.lenemeyen ve ö.lenemeyecek olan yeni bir kuşak…

Örgütlenmenin yeni koşullarını, sınıfların örgütlenmesinden bireylerin örgütlenmesine kadar belirleyecek olan da bu yeni durumdu. Gidişat yönünü hemen değiştirmek mümkün olmasa da ortaya çıkmakta olan bu yeni sınıfsal toplumsal durum görülmeli, işçi sınıfıyla, kitlelerle, farklı toplumsal gruplarla, tek tek bireylerle ilişki kuruşta bakış açısı ve yöntemde değişiklikler yapmalı, yeni araçlar ve biçimler bulmaya yönelmeli, mevcut örgütlenme biçimleri gözden geçirilip değişiklikler yapılmalı, ö.leme biçimleri-çalışma tarzından başlayarak stratejik bir değişimin koşullarını ve geçişini hazırlamalıydık.

Bu noktada asıl, yeni bir yönelimi ve açılımı ortaya koyan belirleyici hamle III. K. ile birlikte onu izleyen dönemde yapılmalıydı. III. Konf.mız, dünyadaki durum değişikliği ve ülkemizdeki dev .ci hareketin durumuna ilişkin çok önemli ve isabetli tespitleriyle büyük öneme sahiptir. “Konjonktürel devrimcilik”in, “koşullara bağlı devrimciliğin” siyasal kendiliğindenciliğin mahkum edilmiş oluşuyla, artık antifaşist devrimcilikle sınırlı bir devrimcilikle bir yere varılamayacağı bir sonuç alınamayacağını söylemesiyle güçlü çıkarımlara dayanır. Fakat bu tespit ve öngörü olarak, faşizmin neoliberalizmle iç içe geçen uygulamaları ve bir bütün olarak ekonomide, toplumsal yapıda, sınıfların durumlarında neoliberalizmin belirleyici olduğu değişimlerin görülmesi, sınıf mücadelesi ve siyasal mücadelenin bu temeller üzerinden yükseltilmesine doğru bir geçişle birleşmedi.

Bizim cephemizden de “Bir dönem kapanmıştır” biçiminde ifade ettiğimiz tespit sadece dışa doğru, diğer devrimci ö.lerin durumuna ilişkin bir tespit olarak yapıldı ve öyle kaldı. III. Konf. “dönem devrimciliği”ni, “konjonktürel ve koşullara bağlı devrimciliği” mahkum ederken bu tespitleri içe doğru, kendimize doğru okuyan ve sonuçlar çıkartan bir derinleşme gösterilemedi. Antifaşist mücadele de salt antifaşist mücadele olarak kaldığında harekete geçirici olamayacak, ancak proletaryanın sınıf eylemi zemininden gelişen bir mücadele ile kitlesel bir zemin bulabilecekken, buna uygun proleter sosyalist bir yönelime, sosyalist demokratik çözüm perspektifine girilmedi.

SİYASAL MÜCADELE VE GENEL SINIF MÜCADELESİ EKSENİ AÇISINDAN DEVRİMCİ HAREKETİN GENEL ZEMİNİNDEN FARKLI BİR YERDE DURMUYORDUK. KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİ Ö.LERLE SINIRLARIMIZ HER ALANDA VE HER KONUDA AÇIK VE NET DEĞİLDİ. AYRIMLARIMIZ İDEOLOJİK-TEORİK DÜZEYDE VE STATEJİK YAKLAŞIMLARDA KALIYORDU. SINIF VE KADRO TEMELİMİZ, ÇALIŞMA ALANLARIMIZ AÇISINDAN ONLARDAN BİR KOPUŞ VE AYRIŞMA OLMUŞ DEĞİLDİ. SİYASAL MÜCADELE ALANINDA İSE, KÜÇÜK BURJUVA OPORTÜNİZMİYLE SINIR ÇEKMEYİ İÇEREN BİR AYRIŞMAMIZ OLSA DA DEMOKRATİK DEVRİMİN KONU VE SORUNLARINA SOSYALİST BİR PROGRAM VE DEVRİM STRATEJİSİ İÇERİSİNDEN BAKMIYOR OLUŞUMUZ VE DOĞRUDAN SINIFA DAYANAN, SINIF DEVRİMCİLİĞİ OLARAK BİÇİMLENEN BİR MÜCADELE YÜRÜTMÜYOR OLUŞUMUZLA DA TEMEL BİR AYRIŞMA SAĞLAMIŞ DEĞİLDİK. FARKLI, AYRIŞAN BİR SINIF MÜCADELESİ VE AYRIŞARAK GÜNLÜK MÜCADELEYE AKAN BİR SİYASET, PROLETER SOSYALİST SİYASET ZEMİNİNE VE SINIF ZEMİNİNE GEÇEMİYORDUK. PROLETARYANIN FİİLİ ÖNCÜLÜĞÜNDEN SÖZ EDEN BİR Ö. OLMAMIZA KARŞIN SOSYALİST HAREKETLE İŞÇİ SINIFI HAREKETİNİ KAYNAŞTIRAN VE SINIFIN FİİLİ ÖNCÜLÜĞÜNÜ GELİŞTİRİCİ BİR ÇALIŞMA YÜRÜTMÜYOR, SINIFIN ÖNCÜ KESİMLERİNİ ÖRGÜTLEMEKTE KAYDADEĞER BİR GELİŞME GÖSTERMİYORDUK; İKİNCİSİ, İŞBİRLİKÇİ TEKELCİ KAPİTALİSTLERİN MAL VARLIKLARININ KAMULAŞTIRILMASI BİÇİMİNDE ANTİEMPERYALİST DEMOKRATİK DEVRİMLE BİRLİKTE GERÇEKLEŞTİRİLECEK SOSYALİST GÖREVLER GÖRÜŞÜMÜZ VE KESİNTİSİZLİK İLİŞKİSİNİ KURUŞUMUZ MAOCULUKLA SINIR ÇEKİCİ VE İLERİ BİR AÇILIM OLMAKLA BİRLİKTE MÜCADELEYİ DEVİNDİRİCİ GÜNCEL BİR ÇELİŞKİ OLMAKTAN VE BU ŞEKİLDE KAVRANILMAKTAN UZAKTI.

EKK çalışmaları gerilemiş ve durmuştu; “özelleştirme”ye karşı direnişlere refleks biçiminde gerçekleştirilen sınırlı gidişler sonuç yaratıcı değildi. III. K.daki çıkarımlarımız üzerinden bir yönelim başlamış olsa da bu kolektivize edilemediği, kendi iç engellerimize çarptığı gibi, kapsamlı bir düşünüş ve kendi öncelimizden de sıçramalı bir kopuş gerektiği kavrayışı yoktu. (Not: Bir dönüşüm gereğini o gün yeni açılımlarımız içerisinden görüyor olsam da bunun programatik-stratejik ve ö.sel olarak kendi öncelimizden de CANIMIZI DA YAKACAK SIÇRAMALI BİR KOPUŞU GEREKTİREN KAPSAM VE DERİNLİKTE OLMASI GEREKTİĞİNİ görmüyordum. (2005 sonrasındaki ısrarımın, “dayatma”larımın, sonuna kadar gitme kararlılığımın nedeni budur.) Zor ama tedrici bir gelişimle , küçük sıçramalarla aşabiliriz düşüncesindeydim. Yeni bir bakış açısının gerekliliği, bunun için bir zihniyet dönüşümün, sosyalist bir iç aydınlanma ve kadro dönüşümünün şart olduğu, buna felsefi ve ö.sel bir temel kazandırmak gerektiği konularında çok nettim. Çıkışını komünizmden alan, Parti kitabında da ifade edilen yeni bir program düşüncesi de vardı fakat bu henüz siyasallaşmış ve siyasal bir içerim kazanmış bir düşünce değildi.)

Bir eksen oluşturarak toplarsak, 1) “Bir dönem kapanmıştır”ın teorinin, siyasetin, ö.lenmenin hemen her konusunu kapsamına aldığı ve bunlardan ve kendi öncelimizden de sıçramalı bir kopuş gerektirdiği düşünüş ve bilinciyle hareket etmemek. 2) III. Konf.ın “Bir dönem kapanmıştır” tespitinin siyasette özneleşmeyi sağlayacak yeni bir bakışla, sosyalist devrimci program ve strateji değişimine yönelinerek somutlanmaması. Teori ve siyasette maoculuk ve genel olarak küçük burjuva antifaşist halkçı devrimcilikle ayrım ve sınırları kalınlaştırarak ilerlememek. 3) Sınıfsal-siyasal mücadeleyi faşizme karşı mücadeleyle sınırlandıran, faşizme karşı mücadelenin belirlediği bir devrimcilik tarzının dışına çıkılmaması. Faşizme karşı mücadelede proletaryanın önderliğini FİİLİ ÖNDERLİK OLARAK SOMUTLAYAMAYAN VE BUNU GERÇEKLEŞTİRECEK BİR Ö.SEL KONUMLANIŞ İÇERİSİNDE OLMAYAN, ÖRGÜT KONUMLANIŞ VE KADRO YAPI VE ÖZELLİKLERİNİN BUNUNLA BÜYÜK ÖLÇÜDE ÇELİŞTİĞİ, proletaryanın fiili önderliğinin ideolojik-teorik öncül bir kabulun ötesine geçemeyen bir ö. antifaşist mücadelede, halkçı demokratizmden ayrı bir zeminde yer alamaz ve ondan kopamamıştır. 4) En dar sınırlar içerisine indirilmiş devlet ve iktidar hedefli olmayan antifaşist devrimcilik mahkum edilir, sınır çekilirken siyasal mücadele ve genel sınıf mücadelesinin sınıfsal ve toplumsal içerik ve niteliği ve bunun somut kavranış ve uygulanmasının ne olacağının cevabı öncelikle sosyalist devrimci bir bakışı gerektiriyordu. Bu adım atılmadı. Ayrıca bu da kendi başına yeterli olmazdı. Nitekim sosyalist devrim diyen ö. ler açısından da farklı bir durum yoktu. Bu partiler sosyalist devrimin TKP-TİP çizgisinden beslenen sağ reformist devrim fikrine uzak bir yorumuna sahiptiler. Hassas noktalar BİR; sosyalist görevlerle demokratik görevler ilişkisinin yeni bir temelde -2007 Nisan gen. ile yapmaya başladığımız tarzda- kurulması, İKİ; sosyalizm, program ve stratejisinin Türkiye’de ve dünyada revize edilmiş biçimlerinden farklılaşan bir düzeyden konulması. Sosyalizmi yeni bir ara aşama haline getiren önceki tarihsel nesnel durumun teorizasyonundan kopularak kapitalizm-komünizm karştlığı içerisinden sosyalizmin tanımlanıp programlaştırılması. Dolayısıyla proletarya devriminin siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel devrimci dönüşüm stratejisi içerisinden tanımlanıp programlaştırılması. Bu iki etmen son derece önemlidir. BİRİNCİSİ, çözümlenmemiş demokratik antiemperyalist görevleri yok sayıp yadsımayan, siyasal mücadelenin yakıcı sorunlarına sırt çevirmeyen bir sosyalist devrim yaklaşımı yönünden önemlidir. İKİNCİSİ ise, emperyalist kapitalist sistemin bugünkü gelişim düzeyine, en yüksek ve en son aşaması olan bu düzeye yanıt verecek, bağrında sosyalizmin maddi öncüllerini çok daha gelişmiş ve olgunlaşmış olarak barındıran bu tarihsel aşamaya komünizmin unsurlarının dolaysızca gireceği bir programla yanıt vermek. Gerek tarihsel durumun zorunlu kıldığı ittifaklar, geriye çekilmeler ve aşamalı geçişlerin mutlaklaştırılmasından, gerekse revizyonist programların damgasını vurduğu programlardan farklılaşacak gelişkin ve devrimci bir çekim oluşturacak bir program ortaya çıkartmak için önemlidir. 5)Tüm bu konu ve sorunların içe doğru derinleştirilerek, her alan ve konuyu kapsayacak biçimde ve zorlu bir ö.sel-kadrosal dönüşüm yaklaşımıyla ele alınmayışı; çubuğu bu yöne doğru büküp kolektivize etmemek.

DEĞİŞEN NEDİR?

Bugüne doğru da getirerek söylersek birincisi, Türkiye bağımlı kapitalist ekonomisi, geri kapitalist bir gelişme düzeyinden orta, sonrasında da orta-ileri bir kapitalist gelişim düzeyine çıkmıştır. Bağımlı Türkiye kapitalist ekonomisi, dünyadaki 17. büyük ekonomi durumundadır ve büyük ölçüde emperyalist sermaye ihracının gerçekleştiği ve 180 milyar dolar dış borcu olan bu ülke burjuvazisi, aynı zamanda geniş bir coğrafyada yer alan çok sayıdaki ülkeye meta olduğu gibi sermaye de ihraç etmektedir. Kapitalist gelişmişlik düzeyi, emperyalist tekel stratejilerine ve işbirlikçi tekelci kapitalistlerin bölge pazarlarına açılımlarına yanıt verici olduğu gibi, konumu ve politikalarıyla bölge koşullarının ve özelliklerinin sağladığı avantajları da kullanmaktadır. (Ortadoğu, Asya, Afrika çevreleyen ülke ve bölgelerde kapitalist gelişimin daha geri oluşu, çevredeki daha önce revizyonist sistem içerisinde yer alan ülkelerin kapitalist üretim ve pazar ilişkilerine hızla girmesinden doğan fırsatlar (küçük bir sermayeyle bile bu ülkelerde iş çevrilebilir durumdaydı), dini, milliyete dayalı ve kültürel bağların kulllanılması..) Emperyalistlerle bağımlılık ve temel ittifak ilişkilerinden kopmadan emperyalistler ve çeşitli bölge ülkeleri arasındaki çelişkili güç ilişkilerini ekonomik, siyasal, diplomatik, kültürel, askeri yönlerden değerlendirerek kendi lehine kullanabilen bir bölge gücü durumundadır. (Bağımlılık düzey ve biçimleri, gelişmişlik dereceleri, ekonomilerin görece yalıtık oldukları önceki koşulların içerisinden değil ekonomiler arasındaki bağmlılığın arttığı günümüz dünyası ve emperyalist kapitalist uluslararası iş bölümünün yeni koşulları içerisinden düşünülmelidir. Türkiye kapitalist ekonomisi, bağımlı bir ekonomidir. Emperyalist-kapitalist sisteme bağlıdır. En kaba bakışla dahi büyük bir dış borcu olan, sanayi, banka ve borsa sistemleriyle (emperyalist kapitalist sistemde gelişmiş ve incelmiş bağımlılık biçimlerini sağlayan bağları bunlar oluşturmaktadır. Bu bağlar o kadar güçlüdür ki, zora dayanan siyasal bağlara çoğu zaman gereksinim dahi duyulmaz), ayrıca siyasal ve askeri olarak emperyalist kapitalist sisteme bağlıdır. Bununla birlikte işbirlikçi tekelci burjuvazi ulaştığı sermaye birikim düzeyiyle, uluslararası işbölümünün yeni koşulları içerisinde içte ve dışta sermayesini büyütebilme güç ve olanağına sahiptir. İşbirlikçi büyük burjuvazi, tekelci gelişimle birlikte en az birkaç dalda faaliyet gösteren holdingleşme düzeyine çıkmıştır. Emperyalist tekellerle işbirlikçi tekelci burjuvazi arasında ekonominin bütün dallarında sadece iç pazara dönük değil bölge pazarlarını hedefleyen bir işbirliği ve entegrasyon vardır. Türkiye ekonomisi, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve devleti, büyük bir iç ve dış borç yükü altında olmasına karşın sermaye ihraç edilen aynı zamanda büyük miktarlarda olmasa da sermaye ihraç eden bir ülke konumundadır. Görece gelişmiş kapitalizmle yeniden yapılanma süreci içerisindeki çevreleyen geniş bir coğrafyada ekonomik, politik, kültürel, diplomatik ve askeri güç ve ilişkileri kullanarak genişleme ve bir bölge gücü olarak etkinleşme olanaklarının varlığı ve bugün bunların sadece Ortadoğu ve yakın çevre ülkelerde değil Asya ve Afrikaya uzanan çok geniş bir coğrafyada değerlendiriliyor oluşu, işbirlikçi kapitalist Türkiye devletini bir bölge gücü olma yönünde etkinleştirdiği gibi, Türkiye kapitalizmini de orta ileri kapitalist gelişme düzeyine çıkarmıştır.)

Bu gelişmişlik düzeyindeki kapitalizmin, emperyalist neoliberal kapitalizmin dıştan içe doğru artan etki ve hakimiyetiyle birlikte, genişlemesine olduğu gibi derinlemesine olan gelişimi sonucu, kapitalist üretim ilişkilerinin büyüyen etki ve hakimiyetiyle metaya dayalı ilişkilerinin girilmedik hiçbir alan bırakmaması, doğrudan veya dolaylı tüm ilişkileri, altyapıyı olduğu gibi üstyapıyı da bütünüyle belirler hale gelmesi demektir. Kentin olduğu gibi kırın da toplumsal sınıfsal yapısının, kırdaki sınıf ilişkilerinin değişimi demektir. Emek-sermaye, burjuvazi-proletarya çelişkisinin daha da belirginleşerek belirleyici hale gelmesi demektir. Köylü sorununun, ulusal sorunun kendi içerisinde değişime uğraması, kırdaki ilişkilerin kapitalist ilişkiler halini almasına ve bağımlılık ilişkilerinde ortaya çıkan farklılaşmalara bağlı olarak bu sorunların çözümlerinin içerik ve biçiminin de farklılaşması, salt demokratik bir çözümün yerini sosyalist demokratik bir çözüme bırakmasıdır. En başta bunlardır ve bu bir bütün olarak yeni bir stratejik konumlanışa geçmeyi, onun içerisinden düşünmeyi, onun içerisinden hareket etmeyi, ö.sel strateji ve taktiğin, sınıf mücadelesi kavrayışının, kadrosal düşünüş ve şekilenişin, süreçlerle ilişki kuruşun sosyalist devrim stratejisi içerisinden olmasını gerektirir.

Bu dönem içerisinde emekçi sınıfların yaşamını doğrudan etkileyen üç kriz gerçekleşti. ’94, ’97 ve 2001 krizleri. Bunlardan ilkinin gerçekleştiği dönemde kitle hareketinde nispi yükseliş sürüyordu ve devrimci ö.ler çok yaygın ve derinlemesine olmasa da kitlelerin belirli kesimleriyle ilişki halindeydiler. Kadrosal olarak nispeten güçlenmiş, ö.çevre güçleri artmıştı ve daha örgütlü bir yapıya sahiplerdi. Bu koşullarda gerçekleşen ’94 krizine karşı Gazi’deki faşist katliama tepkiyle birlikte patlayan bir kitle eylem dalgasına yol açtı. Bu Alevi emekçilerin ağırlıklı olarak oturduğu semtlerdeki işsiz ve yoksullaşan gençliğin katılımıyla antifaşist bir biçim altında gelişti. Özelleştirmeye karşı işçi direnişleriyle de paralel bir seyir izledi. Fakat ’96 1 Mayıs’ında en üst noktasına çıkan sonrasında hızlı bir düşüş gösteren, kısa süreli bir hareket olarak kaldı. ’94 krizi, dolaylı bir biçimde de olsa Gazi antifaşist direnişine de uzanan devrimci bir refleksle karşılanmıştı. Sonraki iki kriz, emekçi sınıflar üzerindeki yıkıcı etkileri çok daha büyük olan 2001 krizi ise bu şekilde karşılanamadı. Gerek sınıf ve kitle hareketinin durgunluktan gerilemeye doğru olan seyri, devrimci parti ve ö.lerin kadrolar, ö. güçleri ve kitle ilişkileri yönünden faşizmin ardı ardına gelen operasyonlarıyla çok zayıflamış ve merkezi yapılarını kaybetmiş olmaları nedeniyle devrimci bir refleks gösterilemediği gibi, böylesi bir durumda daha da hız kazanmış ve boyutlanmış olarak neoliberal kapitalizmin kitlelerde yaratttığı yıkım ve çözülme arttı. Önceki örgütlenme ve ilişki biçimlerinden, onlara dayalı korunaklardan, dayanışma ilişkileri ve bağlardan da yoksunlaşan emekçi sınıflar içerisinde yozlaşma, bireycilik, rekabet, ahlaki düşkünlük, sınıf değerlerinin kaybı gelişti. Toplumsal çöküş ve çürüme arttı; rekabetin sadece burjuvaca zenginleşmenin değil emekçi sınıflar için ayakta kalabilmenin koşulu halini gelmesi önceki değerler sistemini tümden çökertti. Neoliberalizm emekçi sınıfları tümden teslim alabileceği, üç kuruşa en ağır koşullarda hiçbir hakka sahip olmadan kölece çalıştıracağı, kölece yaşamaya mecbur bıraktığı toplumsal koşulları da krizle birlikte ele geçirdi. Yeni üretim ve emek organizasyonlarıyla (KİT’lerin tasfiyesi, özelleştirme, taşeronlaştırma, fasonlaştırma, bireysel sözleşme) parçalanan ve rekabete sokulan emekçiler, kriz yıkıcılığıyla birlikte daha vahşi bir rekabetin içerisine itildiler. Nerdeyse tümüyle örgütsüzleştirildiler.

2000’li yıllarda krizin yıkıcı etkisiyle de çok daha belirgin olarak, çok sayıda görüngüsüyle ortaya çıkan bu durum siyasal stratejide, siyasal stratejinin kapsam ve içeriğinde değişikliği ve yeni bir bakışla değişikliği gerektirdiği gibi, sınıfı, diğer emekçi sınıfları örgütlemenin araçları ve yöntemlerinde, kitlelerle, kişilerle ilişki kurmanın biçimlerinde de değişikliği, yeni arayış ve yönelimlerin içerisine girmeyi şart koşuyordu.

Sınıfın yığınsal düzeydeki örgütlenmesi, çıkışını kolektif emekçi ve kolektif işçi bilinci yaklaşımından alacak biçimde Birleşik Mücadelenin Güçleri ve Dinamikleri yazısının ikinci bölümünde konulan kapsamda bir yaklaşımı gerektiriyordu. (O yazı bu kapsamda değerlendirilmelidir.)

Belirtilenler, a) emek-sermaye, burjuvazi-proletarya çelişkisini merkeze koymayı, b) kendi üretim tarzıyla birlikte kendi toplumsal ilişki biçimlerini geliştirip hakim kılan, bu hakimiyeti ekonomide, siyasette, toplumsal kültürel yaşam ve ilişkilerde her düzeyde geliştiren, güçlendiren burjuvazinin sınıf hakimiyetinin bütün düzeylerine ve biçimlenişlerine karşı mücadelenin iktidar mücadelesi stratejisine dahil edilmesini; c) Burjuva sınıf hakimiyetinin geniş içerimi ve bütün yönleriyle kavranmasının karşıtı olarak, sosyalist devrimin teori ve pratiğinin salt siyasal değil sınıfsal ve toplumsal bütün alan ve düzeyleri kapsayan bir içerik ve nitelikte inşasını ve mücadelenin de bu temellerde yürütülmesini, yeni yaklaşımımızın temeline yerleştirmek gerekiyordu..

Sadece ekonomik toplumsal alanda 12 Eylül döneminin içerisinden başlayan, ’90’ların ortalarında belirginleşen, 2001 krizi sonrası yıkıcı sonuçlarıyla da kendisini daha açık olarak ortaya koyan değişim ve dönüşümler değil siyasal ve idari alandaki rejimin yapısındaki geçiş adımları da bunu gerektiriyordu. Sermayenin neoliberal birikim politikalarıyla faşist diktatörlüğün tekçi politikaları, devletin faşist temeldeki ö.lenmesi çelişiyordu. Bu çelişme, emekçi sınıfların hak ve özgürlükleri ve yükselen mücadelesi üzerinden bir çelişme değil mali sermaye ve tekellerin, işbirlikçi tekelci bur.nin yeni bir işbölümünü ortaya çıkartan sermayenin yeni birikim koşullarına bağlı olarak gelişen bir çelişmeydi. Kaynağında sermayenin içe ve dışa doğru hareketi, iç ve dış politikanın buna uyumlu hale getirilmesi vardır. Buna bağlı olarak TÜSİAD ’90’ların başlarından itibaren açık bir strateji değişikliğine gitti. (Boyner, Eczacıbaşı dönemleri) Kürt ulusal sorununun neoliberal yaklaşımlarla kültürel ve bireysel aidiyete indirilerek çözümüyle sisteme içerili hale getirilmesi, siyaseti kendi sivil toplumunu oluşturarak yeni bir temelde, daha geniş bir burjuva toplumsal temele oturmuş olarak yapılır hale getirmek gibi politikalar gündemleştirildi. Sabancı’nın da -Kürt sorunundaki çıkışı gibi- dahil olduğu bu yöndeki girişimler, sonuçsuz kaldı. Bununla birlikte ekonomik ve toplumsal alandaki dönüşüm neoliberal dalganın dıştan içe doğru genişleyen etkisiyle sürüyordu. Emperyalist burjuvazi, sermayenin küresel düzeydeki yeni birikim koşullarına uygun olarak devlet yapılarını neoliberal temelde yeniden biçimlendiriyordu. Devletlerin iktisadi, politik, idari, hukuki yapıları çok sayıda uluslararası üst anlaşmalar ve zorlamalarla değişim sürecine sokuldu. YENİDEN YAPILANMA emperyalist kapitalist burjuva hegemonya ve sınıf ilişkileri içerisinde dıştan içe gelişen ve içerdeki egemen sınıflarında çıkarları gereği benimseyerek ya da zorlanarak bu sürece dahil edildikleri bir seyir izledi.

İşbirlikçi tekelci kapitalistlerin belirtilen açılım ve hamlelerle kendi başına gerçekleştiremediği, çok yavaş ilerleyen siyasal toplumsal değişim, bir başka vektörün dahil olmasıyla farklı bir biçimlenişle, rengini ve özelliklerini KOBİ orta burjuvazisinin verdiği bir biçimde ve rejim krizinin çatışmalarının seyri içerisinde, AB sürecinin çekimiyle birlikte gerçekleşmeye başladı. Yerel ticaret ve yerel küçük ölçekli sanayi üretimi düzeyindeki KOBİ orta burjuvazisi, sermayenin yeni birikim politikalarına bağlı olarak artan ölçüde dış pazar için üretim ve ticaret sürecine sokuldular. Tekelci kapitalizmin gelişimiyle gitgide küçülmekte ve yokoluşa gitmekte olan bu kesimler (bütünü değil), sermayenin parçalı ve fason üretim biçiminde ortaya çıkan yeni birikim politikalarına uygun olarak hızlı ve yaygın bir gelişim ve içlerinden bazıları da hızla büyüme sürecine girdiler. Üretimlerinin dış pazara dönük oluşu, alt ürünlerle başlayan iç pazarda daha geniş bir alana ve ülke düzeyine açılma, iç ve dış kredi olanaklarının teşviklerle genişlemesi, onları hızla büyüttü. Özal döneminden başlayarak özel teşvikler ve banka kredileriyle önleri açılan, faizsiz pay ortaklığı hileleriyle yurtdışından toplanan paraların sermayeye çevrilmesiyle hızla büyüyüp tekelleşme yoluna girenler, Ülker gibi önceden de tekel durumunda olanlar işbirlikçi tekelci bur. karşısına rakip olarak dikildiler. Bu rekabet sadece ekonomide değil siyasal alanda da parti ve devlet ilişkileri düzleminde de ortaya çıktı. Bu rejim krizinin o kesitte öne geçen bir çatışmasına yol açtı ve 28 Şubat postmodern darbesiyle sonuçlandı! Aslında sonuçlanmadı, yeni bir düzeyde farklılaşıp genişleyerek ortaya çıktı. 28 Şubat’ın sonuçları açısından bakıldığında işbirlikçi tekelci burjuvazi, hızlı büyüyüp tekelleşen ve pazarda rakip olarak karşısına dikilen KOMBASSAN, YİMPAŞ, JET-PA’yı tasfiye etti. Tarikatlara büyüklerine değil küçüklerine saldırarak onları tasfiye ederek, büyüklere gözdağı verip hizaya getirerek, şer-i hükümler üzerinden siyasete ve toplumsal yaşama müdahalelerini sınırlandırdı, kapitalizasyona uğramış cemaatleşme süreçlerini hızlandırdı. AKP, 28 Şubat postmodern darbesinin ince ayarına belli düzeyde –kendilerince bir daha aynı hatayı yapmamak olarak ifade edilen- uyan, neoliberal kapitalizmle bulundukları yerden bütünleşen ve genişleyen toplumsal destekleriyle birlikte etkin ve büyüyen bir güç haline gelen, işbirlikçi tekelci sermayenin Sabancı gibi belirli kesimleriyle flört halindeki, KOBİ temelli orta burjuvazinin gövdesini oluşturduğu bir partidir. Başından itibaren Ülker grubu gibi tekelci kapitalistlerin, Anadolu’da hızla büyüyüp holdingleşmeye başlayan (Antep, Kayseri, Konya, Denizli ..) tekelcileşme sürecine girmiş büyük kapitalistlerin partisidir. Fakat bu tanım bu haliyle de eksiktir; o, işbirlikçi tekelci burjuvazinin kendisinin başarısızlıkla sonuçlanan parti girişimleri sonrasında neoliberal birikim politikalarını sürdürüp geliştirerek onun çıkarlarını temsil eden, buna uygun politik açılımları yapan partidir aynı zamanda. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin kendi ideal partisini yaratma girişimleri her dönem başarısızlığa uğradı. Cem Boyner’ in liberal partisi de bunun son örneği oldu. Heterojen bir sermaye ve burjuva sınıf yapısının varlığı nedeniyle büyük metropollerdeki işbirlikçi tekelci burjuvazi, siyasal toplumsal desteklerini dolaysızca değil Anadolu’daki diğer burjuva kesim ve katmanlara dayanarak ve büyük toprak sahipleriyle ittifak içerisinde ancak oluşturabilmektedir. Sermaye içi güç ve çıkar çatışmaları ile birlikte AKP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temel stratejik hedeflerine mevcut içerisinde en iyi yanıt veren parti oldu. Keza ABD’nin yeni Ortadoğu politikalarında “ılımlı islam” siyasetiyle birlikte neoliberal dönüşümü gerçekleştirme stratejisiyle, AB ile neoliberal bütünleşme stratejisiyle emperyalist burjuvaziyi Türkiye’deki mevcut siyasal yapı ve dengeler içerisinde en iyi temsil etmeye aday partiydi. Kısaca işbirlikçi tekelci burjuvazi ve emp. burjuvazinin temel çıkarlarına ve stratejilerine uygun parti olmasaydı, onun ne gelişmesi mümkün olurdu ne de hükümet olabilirdi. 28 Şubat’la köpek dişleri sökülmüş bir AKP 2001 krizi sonrası siyasetin baş aktörü haline geldi. Rejim krizi de öncekinden farklılaşarak yeni bir temelde genişleyerek sürdü…

Temel sınıf çelişkilerinde, siyasal toplumsal koşullarda, sınıfların durumlarından birey özelliklerine kadar bir değişim sürecine girilmiş ve bir dizi değişim gerçekleşmişken biz neden strateji değişikliği yapmadık, neden sosyalist devrim demedik? Bunun temel nedeni demokratik devrimcilikten kopamamak ve kopmamaktır.

BEŞİNCİ BÖLÜM

İDEO-TEORİK-PROGRAMATİK ZAYIFLIKLAR; DEMOKRATİK DEVRİMCİLİKTEN KOPAMAMAK; DEVRİMCİ SIÇRAMALI BİR KOPUŞUN ZORUNLULUĞU

Bilimsel komünizm-Parti (program, strateji/taktik, örgütlenme/kadrolar)- işçi sınıfı ilişkisinde, henüz ideolojik grup/dar örgüt olunan başlangıç dönemini hariç tutarak söylersek, bu bütünlüğün temel parçalarından birisi eksikse temel sorun çözülmemiş demektir; bütünüyle komünist bir yapıdan söz edilemeyeceği gibi, karşılıklı etki oluşturan bu nitelikler arasında içsel bağın kurulmamışlığı nedeniyle sadece olmayana değil diğerlerine de bakmak gerekir. Bugün sınıfla bağlarımızın çok az zayıf olmasının nedenlerini sadece örgütsel pratik bir sorun olarak değil ona da temel oluşturan teori ve siyasetlerimizle, ö.sel/kadrosal yapımızla ilgili bir sorun olarak daha bütünsel ve temellerine oturtulmuş olarak incelemeliyiz. Sorun ideolojik/teorik, örgütsel kökleri olan bir kapsamlılıktadır; proletaryanın bağımsız olarak örgütlenmesi, proletarya sosyalizmi ve proletarya devriminin halkçılık, antifaşist devrimcilik, demokratik devrimcilikle ayrımlarının teori-politika-örgütlenme-kadro yapısı, çalışmaların hedeflendirilmesi, her alanı, her düzeyi ve her konuyu kesecek ve belirleyecek biçimde açık, net eksenleştirilerek ortaya konulması sorunudur. Bu yapılmadıkça öncenin tekrarından kurtulunamaz, konjonktürel ve anlık gelişmeler dışında sınıf içerisinde hiçbir gelişme sağlanamaz. ÜZERİMİZDEKİ ANTİFAŞİZMLE SINIRLI DEVRİMCİLİĞİN, ÜZERİMİZDEKİ HALKÇILIĞIN BİZİ GERİYE ÇEKİP BELİRLEMESİNDEN KÖKLÜ BİR HESAPLAŞMAYLA KOPMALI, SINIFÇI MİLİTAN BİR SOSYALİZMİ, PROLETARYA SOSYALİZMİNİ TEORİDEN GÜNLÜK ÇALIŞMAYA, KADROSAL ÖZELLİKLERİMİZE VE YAŞAMIMIZA KADAR İNDİRMELİ VE HAKİM KILMALIYIZ. KENDİMİZLE KÖKLÜ BİR HESAPLAŞMAYA GİRMEDEN BU GERÇEKLEŞTİRİLEMEZ.

Bunun için baştan başlayacağız. Türkiye’de egemen üretim biçiminin kapitalist üretim biçimi olduğunu, emperyalizme bağımlı geri -daha sonra orta düzeyde- bir kapitalizmin olduğunu Grup olarak varoluşumuzdan bu yana söylüyoruz. THKO’yla olan birleşmede de bu görüşümüzü onlara da -Niğde (THKO’nun hapishanedeki önder kadroları) dışındakilere- kabul ettirmiştik. Keza proletaryanın diğer emekçi sınıflarla ilişkisini ve sınıfsal önderliğini “ideolojik önderlik”le sınırlayan milli demokratik devrimin en geri küçük burjuva, burjuva yorumlarına karşı “İŞÇİ SINIFININ FİİLİ ÖNDERLİĞİ” biçiminde ifade ediyor ve bu şekilde savunuyorduk. İşbirlikçi tekelci burjuvazinin gelişim sürecine ilişkin doğru değerlendirmelere sahiptik. Antiemperyalist demokratik devrimle sosyalist devrim arasındaki ilişkide maocu hareketlerle de aramızda temel bir ayrım konusunu oluşturan -“yeni demokrasi” aşamacılığına karşı- kesintisizlik vurgumuzun güçlü olduğu, proletarya ile başta köylülük olmak üzere diğer emekçi sınıflar arasındaki hegemonya ilişkisini bu temelde kuran, tekelci kapitalistlerin mal varlıklarının kamulaştırılması gibi sosyalist nitelikteki iktisadi görevlerin demokratik devrimde çözümünü öngüren görüşlere de sahiptik. Bu görüşlerimizle birlikte ülkemizin sosyoekonomik gelişme düzeyi ve temel sınıf ilişkileri açısından içerisinde bulunulan devrim aşamasının sosyalist devrim aşaması olduğu tespiti daha önce yapılabilirdi. BU GÖRÜŞLERİMİZE, “ORTA GELİŞMİŞLİK DÜZEYİNDE KAPİTALİZM” TESPİTİNE KARŞIN BİZ NEDEN “SOSYALİST DEVRİM” DEMEDİK?!

GELİŞİM SÜRECİMİZ

…B

Türkiye sol hareketi, ’60’lar sonrasında iki ayrı eksen üzerinden gelişir. Bunlardan biri, “sosyalist devrim” görüşünü savunmakla birlikte revizyonist-reformist barışçıl bir politik-pratik hatta sahip TKP-TİP çizgisidir. Diğeri, emperyalizme olan bağımlılık, feodal, yarıfeodal ilişkilerin yaygınlığı ve köylü sorununun çözülmemişliği -devrimci harekette sosyal şovenizmin güçlü oluşundan dolayı Kürt sorunu o dönemde ya hiç dillendirilmiyor ya da üstü kapalı ifadelerle geçiştiriliyordu- rejimin yapısına bağlı olarak demokratik bir devrim aşamasını şart gören ve kendisini MDD olarak tanımlayan görüşlerdir. Bu ikinci görüşte, rejimin yapı ve niteliği “Filipin tipi demokrasi”, “sömürge tipi faşizm”, “oligarşik diktatörlük” “faşist diktatörlük” tespit ve tanımlamalarla değerlendirilir. Bu görüşlerin her birisi içerisinde, özellikle ikincisinde devrimin ulusal bağımsızlık ya da halkçı demokratik yönünü öne çıkartan farklı görüşler ve giderek daha da derinleşen ayrımlar bulunmaktadır. Bu ayrımlar, program ve stratejileri, örgütlenme ve mücadele anlayışları farklı çok sayıda parti, örgüt ve grubu da ortaya çıkartmıştır.

Temel bir ayrım oluşturan görüşlerden ilki, görünümde sosyalizm hedefini önüne koysa da bu kapitalizme karşıt ve devrimci bir çizgi ve stratejiye dayanmaz, revizyonist-reformist bir içeriğe sahiptir ve sistemle bütünleşiktir. Sınıf içerisinde, sendikalarda daha örgütlü ve hakim durumdadırlar fakat bu alanda oynadıkları rol, ekonomist-reformist burjuva bir işçi siyasetiyle yangın söndürücülüğüdür. Bu çizgi, özellikle TKP, Sovyet sosyal emperyalizmine de endeksli, karşı devrimci revizyonist bir partidir. Bunlardan TİP çizgisi, Sovyet revizyonizmine bakışı dönemlere göre değişmekle birlikte başından itibaren legalist reformist ve parlamentarist bir çizgidir. Revizyonist “kapitalist olmayan yol” “barışçıl geçiş” çizgisinden beslenir.

Bu temel ayrışmanın diğer tarafı, MDD görüşünün savunucuları, proletarya önderliğini açık, örtük, fiilen yadsıyan, devrimde önderliği küçük burjuva, burjuva -asker, sivil, aydın, milli burjuvazi- sınıflara veren, gençliğin rolünü abartan, devrimin temel gücü olarak köylülüğü gören bir görüşe -görüşlere- sahiptir. Son dönemde bazı devrimci ö.leri de etkileyen ve içine çeken burjuva milliyetçi Amerikan emperyalizmi karşıtlığının kökleri o dönemdedir. Sol cuntacılarla ilişki halindeki küçük burjuva millici bir emperyalizm karşıtlığı özellikle ilk dönemde hakimdir (Doğan Avcıoğlu, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı çizgileri). Genel olarak ulusalcı-halkçı çizgideki MDD görüşü, daha sonra kendi içerisinde gerçekleşen ayrışmalarla devrimci hareketin omurgasını oluşturan örgütlerde (THKO, THKP/C, TKP/ML-TİKKO ve izleyicileri) halkçılığın baskın olduğu, sol darbeci, devlet içi odaklarla bu yönden ilişkili yaklaşımlardan uzaklaşan bir çizgiyi doğru evrilmiştir. Bu örgütlerde, halk devrimi eksenli stratejiler belirleyici hale gelmiştir ve onları karakterize eden en önemli özellik ise antifaşizmdir. Faşizme karşı mücadele içerisinde doğmuş, ’70’lerde antifaşist halk hareketi biçimi kazanmış, faşist diktatörlüğün ağır imhacı saldırılarıyla karşı karşıya kalmış, ona karşı direnmişlerdir. Teori ve politikaları, örgütlenme ve kadro yapısı, mücadele anlayışı, ruhsallığı ileri ve geri yönleriyle bunun içerisinde oluşmuştur. Türkiye devrimci hareketinin içerisinde yer alan ö.leri şekillendiren, hatta teorilerin de ötesinde şekillendiren bu olmuştur. Maoculuk, Latin Amerika devrimciliği bu hareketlerin ideolojik/teorik beslenme kaynaklarıdır. Fakat onlar, toplumsal-sınıfsal olarak ülkemizdeki yaygın ve son derece amorf yapıdaki küçük burjuvazinin kısmen proletaryaya da uzanan kesimlerine dayanmaktadırlar, gelişen antifaşist siyasal savaşım içerisinde maocu örgütler dahil bu örgütleri asıl belirleyen, şeklini şemalini veren faşizme karşı mücadeledir. Bu ö.lerde proletarya önderliği ya ideolojik önderlik olarak tanımlanmıştır -açık maocu ö.ler gibi- ya da proletaryanın fiili önderliğinden söz edilse de bu teorik bir görüş olmanın ötesine geçmemiş proletaryanın örgütlenmesi her zaman geri düzeyde kalmış, küçük burjuvazinin değişik kesimleri daha fazla, proletarya ise en az ve halkın bir parçası olarak örgütlenen kesim olmuştur. Proletarya önderliğinden söz eden küçük burjuva ö.ler olmanın ötesine geçmemişlerdir.

Ülkemiz devrimci hareketindeki bu ayrışmaya ilişkin olarak -Ekim’in yaptığı gibi- birincilerin daha sınıfçı ve sosyalizmci, ikincilerin daha halkçı-devrimci olduğu ve her iki gelenekten de bir şeyler alarak içermek biçiminde bir değerlendirme yapılabilir mi? Bu akımların dayandıkları ideolojik-teorik zeminlere, gelişimlerine bakıldığında bu şekildeki bir değerlendirmenin birinciler için yanlış ikinciler için kısmen doğru olduğudur. Birinciler, işçi hareketi içerisinde yer almış ve etkinleşmişlerdir. Sosyalizm söylemi daha ön plandadır. Fakat bu sosyalizm, revizyonist reformcu bir sosyalizmdir; “kapitalist olmayan yol” un “barışçıl geçiş” teorisine ve Amerikan karşıtı darbeci biçimlerine dayanır. İşçi hareketinde ise ekonomist ve sendikalist bir çizginin uygulayıcısıdırlar. Birinciler için, sınıfçı ve sosyalizmci biçimindeki bir değerlendirme, karşıdevrimci modern revizyonist partilerin, sınıfla olan ilişkilerinin niteliğini, izledikleri burjuva reformist işçi siyasetini, sınıf ve halk hareketlerini bastırmacı ve yangın söndürmeci, Sovyet sosyal emperyalizmine yedeklemeci rollerini, bırakalım sistem karşıtı olmayı kabaca düzen karşıtı bile olmadıklarını, rejimle uzlaşmalarını, Sovyet sosyal emperyalizminin hegemonya mücadelesindeki işlevlerini, TKP nin “ileri demokrasi”ciliğini, bürokrasi içeriisnde tırmanma girişimlerini, sendika ağalığının burjuva sınıf karakterini vb. lerini silivermektir. TKP ve TİP reformist-revizyonist bir muhalefet ve burjuva işçi siyasetinin uygulayıcısı olmuşlardır. Bu ikisinin sınıfçı ve sosyalist devrimci olduğu yönünde bir sonuç çıkarma bunları siliverdiği gibi, aslında tarihsel olarak aynı köklere sahip, temel tezleri birbirine yakın olan bu iki kesim arasındaki ayrışmada sonraki gelişmeler ve dönem itibariyle asıl belirleyiciolan ve görülmesi gereken yükselen halk hareketleri ve devrimci sınıf mücadelesi karşısında takınılan tutumlardır. Ayrımı oluşturan ve büyüten, dünyadaki ve ülkemizdeki mücadelenin gelişimi, özellikle antiemperyalist mücadeledeki yükseliş, ’68 hareketiyle birlikte sadece ona da bağlı olmayan ülkemizdeki devrimci gençlik hareketinin gelişimi, işçi sınıfındaki ve köylülükteki hareketlenmeler, bunların içerisinde yer alış ve bunlar karşısında gösterilen tutum, faşizme, faşist diktatörlüğe karşı mücadelelerdeki karşıt tutumlardır. Bundan dolayı, ülkemiz sol hareketinde mücadeleyle daha devrimci tarzda ilişki kuran, rejim ve kabaca düzen karşıtlığı -hiçbir zaman kapitalist sistem karşıtlığı düzeyine çıkamayan- çizgisinde gelişen, sınıf mücadelesinin gelişiminde devrimci bir rol oynayan damarı, ikinci kesim, MDD çizgisinden gelişen hareketler oluşturur. İlk ayrışmada başı çeken Mihri Belli ve Doğu Perincek, keza Hikmet Kıvılcımlı’nın MDD yorumlarından kopulup faşizme karşı mücadeleyle birlikte halkçılık yönünde derinleşen, rejime karşı savaşan devrimci hareketin omurgasını oluşturan ö.lerin ortaya çıkmasıyla gelişmiştir ülkemizdeki devrimci mücadele.

BİZ NEREDE YER ALIYORDUK? Bu tespitlerden sonra, bu sorunun yanıtını vermeliyiz. MDD nin kaba, bir ucu, en fazla rejim karşıtı olan devletin belirli muhalif ve “sol cuntacı” kanatlarıyla iç içe ve ittifak ilişkileri içerisinde olan, planlarını gençliğin, işçi sınıfının, halk muhalefetinin figüran olarak kullanıldığı bir darbe üzerine yapan kesimleriyle revizyonist geçmişe tavır alan, rejim ve düzen karşıtı, devrimci antifaşist, halkçı devrimci bir muhalefet çizgisindeki ilk ayrışmalardan sonra, bu ikincisinden daha güçlü bir ML savunuculuğu ve proletarya yönelimiyle ayrılan ö.müz açısından bir kopuş devamlılığının yaratılması temel sorundu.

Başından itibaren modern revizyonizm karşısında net bir tutuma sahiptik ve leninist görüşleri savunuyorduk. Üç dünyacılığa karşı çıkışımız, Maoculuğun eleştirisi, ülkemizin bağımlı geri kapitalist bir ülke olduğu tespiti, proletaryanın fiili öncülüğü, devrimin içerisinde bulunduğu antiemperyalist demokratik aşamayla birlikte sosyalizme geçişte kesintisizlik ilişkisinin kuruluşu, bunların dile getirildiği Platformumuz, ML teorinin ülkemiz koşullarına uygulanması yönündeki atılmış doğru ve ileri adımlardır. Bizde Leninizmin emperyalizm, devlet, devrim, parti, , proletaryanın hegemonyası, işçi-köylü ittifakı, proletarya diktatörlüğü, ulusal sorun, strateji-taktik konularındaki tezlerinin güçlü bir kavrayışı, revizyonizme ve oportünizme karşı uzlaşmaz mücadele anlayış vardı. Bununla birlikte parti-sınıf-kitleler ilişkisinin, sınıf ve sosyalizm ilişkisinin kavranışı ve kuruluşu, strateji ve taktik bütünlüğünün doğru kurulması ve taktiksel esneklik gibi konularda revizyonizm ve oportünizmle sınır çekmeyi merkeze koyan, her konuyu ilkeselleştiren, Leninizmin değil dar bir devrimciler örgütünün tutum ve yaklaşımlarına sahiptik. Marksizmden başlayan bir ideo-teorik kavrayış ise zayıftı. Lenin’in bilimsel sosyalizme kaynaklık eden üç bileşen olarak tanımladığı ekonomi politik, felsefe, sınıf mücadelesi/sosyalizm bütünlüğü içerisindeki bir kavrayış bütünlüğü oluşturulabilmiş değildi. (Bunlar bir-iki y.la sınırlı tekil olarak vardı. Politikalarımıza, ö. güçlerine ve mücadeleye indirilebilmiş değildi.) Marksizmin sadece leninizm üzerinden kavranışı ve leninizmin sınıf devrimciliği üzerinden kavranışından uzaklaşma, Lenin’in devrimci lafazanlığa, sol kendiliğindenciliğe dönük eleştirilerinden sonuç çıkartmamak, emperyalizm çağında emperyalizmin kapitalist temeli, nitelik ve özellikleri üzerinden eleştirisini, proletarya-burjuvazi, sosyalizm-kapitalizm karşıtlıkları üzerinden kavranışını zayıflattı. Doğru bir sınıf ve kitle çalışması anlayışının geliştirilmesini ve pratikleştirilmesini engelledi. Özellikle uzun bir tarihsel döneme ulusalcı ve demokratik-halkçı küçük burjuva devrim ve hareketlerin damgasını vurmasıyla Lenin’in emperyalizmi kapitalizmin en yüksek olduğu gibi en son aşaması, çürüyen kapitalizm ve sosyalist devrimin arifesi olarak değerlendirmesine karşın EMPERYALİZMİ ELEŞTİREN FAKAT KAPİTALİST-EMPERYALİZMİ ELEŞTİRMEYEN ve emperyalizme karşı mücadeleyi ulusalcı, halkçı demokratik bir zemine doğru daraltan görüşlerle tam bir ayrım oluşturulamamasına da yol açtı. Keza kapitalizmin ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel egemenliğinin geliştirdiği işbölümü ve toplumsal ilişki ve örgütlenme biçimleri içerisinden kavranışı ve eleştirisinden de uzak tuttu.

Son yıllardaki iç tartışmalarda bu konulara uzaklığı süren y. ların burjuvazi-proletarya, kapitalizm-sosyalizm karşıtlıklarına uzaklıkları, emperyalizmin ulusalcı küçük burjuva eleştirilerine yakınlıkları, antifaşist halkçı devrimciliği aşamayışları, rejimin yapısı, burjuva sınıf egemenliğinin biçimleri konularında tartışmalarda bir “Alman İdeolojisi”nden, “üretim ilişkileri” kavramının kapsam ve içeriğinden, Lenin’in Avrupa devrimlerinin yenilgisinden sonra yapmış olduğu çıkarımlardan ne kadar bihaber oldukları görülmektedir. Faşist diktatörlüğün açık zora dayalı, monolotik bir diktatörlük oluşu ve burjuvazinin sınıf hakimiyetinin baskı ve teröre dayalı bu biçiminin uzun yıllardır sürmekte oluşu, burjuva sınıf hakimiyetinin geniş temellerinin ve farklı biçimlerinin -hatta faşizm koşullarında kullanılan farklı biçim ve yöntemlerin- görülmesini perdelemekte ve devrimci sınıf mücadelesinin kapsam ve içeriğinin, yöntem ve araçlarının buna göre geliştirilmesini, hatta bunları düşünmeyi engellemektedir. Devrimci hareketteki ve bizdeki yüzeysel siyasal bakış, burjuvazinin egemenliğini sadece baskı ve şiddetle sürdürdüğüdür ve bunun dışına çıkan uygulamaları ise demagojiden ibarettir! Lenin’in “Mali sermaye özgürlük değil egemenlik ister” sözünün faşizme ve klasik sömürgecilik sistemine bağlanıveren yorumuyla da bu desteklenir. “Azami kar-azami egemenlik” ilişkisi, askeri politik bir hakimiyet biçimine indirgenir. Emperyalizmin ve burjuvazinin hakimiyetini belirli biçimlere hapseder, gerek sermaye birikiminin tarihsel gelişimine, birikim biçimlerindeki değişmelere bağlı olarak gerekse bu tarihsel süreçlerde ortaya çıkan toplumsal sınıfsal güçlerin mücadeleleriyle emperyalizmin ve burjuvazinin varolan hakimiyet biçimini zorlaması, gedikler açması, devrimci bir dönüşüm yaratması görülmez; tarihsel süreçlere bunların içerisinden bakılmaz. Sömürgecilik sistemine geri dönüldüğü gibi yüzeysel görüşler kolaylıkla ileri sürülebilir. Lenin’in eleştirmiş olduğu emperyalist ekonomistlerle aynı frekanstan, faşizmi ve sömürgecilik sistemini mutlaklayacı görüşler savunulur. Burjuva sınıf egemenliğinin farklı siyasal biçimleri, sınıf egemenliğinin ekonomik, sosyal, kültürel biçimlenişleri, bunların birbirleriyle olan ilişkileri etki ve sonuçları gözardı edilir. Tarihi ekonomik, toplumsal, siyasal süreçler arasındaki farklılıklar görülmez. Bu son derece yüzeysel ve geri bakış keskin sol çıkarımlarıyla sadece burjuvazinin sınıf egemenliğinin bütün yönleri ve derinliğiyle kavranmasını engelleyen tembel ve yanlış bir bakışı ortaya çıkartmakla kalmaz; kapitalist-emperyalist sistemin ekonomik, sosyal, siyasal, diplomatik, kültürel, askeri politika ve mekanizmalarla kendisini nasıl yeniden yeniden üretip realize ettiğini kavramaktan da uzak bu görüş, gerçek bir devrimci kitle çalışması sözkonusu olduğunda duvara toslar. Çünkü kitle çalışmasını bir etki-tepki ilişkisine ve tek biçimli çalışmaya -aslolarak dar bir siyasal çalışmaya- bağlamıştır; eğer kitleler yönünden devrimcileşen, bu yönde gelişen bir tepki durumu, o dönem ve kesitte yoksa bir tek kişiyi dahi örgütleyemez. Bu kez de ya öyle ortada kalır ve hiçbir zaman gerçek bir kitle çalışması yürütemez ve dar ör. ilişki sistemi içerisinden konuşur durur ya da tüm o keskin söylemine karşın kitlelerin kültür ve geleneğinde yer alan burjuva bilinç alanındaki konulardan popülüst, kuyrukçu bir çalışma tarzına geçer.

’90LI YILLARDA ML’in üç bileşeni üzerinden bilimsel komünizmin daha bütünsel kavranışı, teori ve politikanın bu yönden geliştirilmesi, dönemsel-siyasal devrimcilikten kopma, halkçılıkla ayrımlarımızı derinleştirme, sınıf ve sosyalizm vurgusunun güçlenmesi yönünde de adımlar atttık. Keza bu dönemde dar bir devrimciler ö.ü olmaktan çıkma yönünde de attığımız adımlar oldu. Pratiğimizde YENİ İLKLER gerçekleşti. Teori ve temel siyasetlerinde ML’e dayanan, modern revizyonizme karşıt bir çizgide gelişen, Platformunu Maoculukla ve küçük burjuva halkçı devrimcilikle ayrımını derinleştirerek oluşturmuş, yeni açılımlara yönelmiş, leninist örgütlenme ilkelerini temel alan, faşizme karşı mücadelede devrimci bir strateji ve militan direnişçi pratiğe sahip, leninist ilkelere göre örgütlenmiş bir yapıydık. En önemli öne geçen özellikler olarak modern revizyonizme karşıtlık, maoculukla ve halkçı devrimcilikle sınır çekilmesi, faşizme karşı militan direnişçilik, 12 Eylül ve izleyen dönemde tasfiyecilik karşıtı duruş, yaratılan ve sahip olunan ö.sel kadrosal kimlik ve değerler… Leninist parti anlayışının profesyonel devrimcilik normlarına göre şekillenmiş, işçi sınıfıyla kitlelerle siyasal ve örgütsel olarak buluşup kaynaşamamış, ’90’ların ilk yarısında aşma yönünde adımlar atılsa da henüz kendi çemberini kıramamış olan dar bir devrimciler Ö… Bizi karakterize eden bunlar olmuştur.

BU YETERLİ MİDİR? Temel çizgi ve ö.sel yapı itibariyle gelişim sürecimize baktığımızda ML bir ö.üz. Fakat, kendimizle ilgili yaptığımız bu değerlendirme bizim ne son derece yapısal ve kendi gelişimimizin büyüyen ölçüde engeli haline gelen dar bir dev. ciler ö.ü olmaktan çıkamamakta toplanan ö.sel zaaflarımızı göstermeye ve açıklamaya yeterlidir. Ne bizim ideolojik-teorik programatik zeminimizdeki zayıflıkları, ayrımların net çekilemeyişini, antifaşist halkçı devrimcilikten köklü ve nihai bir kopuş yapamayışımızı, işçi sınıfı içerisinde kök salamayışımızı açıklar. NE DE TEORİ, SİYASET VE ÖRGÜTLENMEDE DÜN İÇİN YETERLİ OLAN BUGÜN İÇİN İSE TOPLUMSAL, SINIFSAL SİYASAL KOŞULLARDAKİ DEĞİŞİMLERİN SONUCU YETERSİZ OLMANIN ÖTESİNDE TEMEL VE KÖKLÜ ADIMLAR ATILMADIĞINDA TUTUCULUK, DOGMATİZM VE KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİN KULVARINA BİZİ İTECEK GELİŞMELERE YANIT VEREBİLİR. ŞU ANDAKİ DURUMUMUZ İÇİN DE HİÇBİR AÇIKLAYICILIK OLUŞTURMAZ. En önemlisi, tüm bu söylenenlerle bağlantılı olan ülkemiz sınıf mücadelesinde uzun bir geçmişe sahip kimi güçlü özellikleriyle devrimci hareket içerisinde yeri olan Ö.müzün neden işçi sınıfıyla kaynaşamadığını, neden sınıf mücadelesinin yükseliş ve diğer dönemlerinde kurucu ve ön açıcı, sınıfı ve kitleleri peşinden sürükleyen bir ö. olamadığını, neden geçiş dönemlerinde ve alınan darbelerle sık sık kesintiye uğradığını, neden dar bir devrimciler ö.ü olarak kaldığını, neden sınıf-sosyalizm bağını kuramadığı ve halkçılıktan kesin kopuş yapamadığı için ö.sel/kadrosal zeminini değiştiremediğini ve neden ARA BİR GÜÇ DURUMUNDA KALDIĞINI, ARA AKIMLAŞARAK ERİYİP YOKOLMA TEHLİKESİ ile karşı karşıya olduğunu açıklamaz.

Bundan dolayı, bu soruların cevabı da olacak bir açıklayıcılıkla birlikte, hem gelişimimizin devamı olarak hem de dünyada ve ülkemizde ortaya çıkan toplumsal-sınıfsal değişimlerle oluşan yeni tarihsel duruma bağlı olarak zorunlulaşan bir sıçramayla kopuşta bir derinlik yaratmamız gerekmektedir. Bu bugüne yanıt vermeyen, kalıplaşan, dogmatikleşen, sürdürüldükçe de bizi geliştirmek bir yana ayak bağı ve engel oluşturan, tutuculaştıran görüşlerimizle hesaplaşmayı ve onlardan kopmayı, bugünkü tarihsel duruma, ülkemiz koşullarına yanıt verici yeni görüşler üzerinden ilerlemeyi gerektiriyor. ML kavrayışımızdaki derinleşme, teoriye olan hakimiyetimizdeki gelişim, tüm iç zorlanmalarımıza karşın daha gelişkin, daha bütünlüklü bir teorinin ortaya çıkartılmasının imkanını veriyor.

Modern revizyonizm ve Maoculuk eleştirilerimiz, ’90’ların başlarından itibaren bilimsel komünist teorinin dar kavranışının dışına çıkmaya başlayan, sınıf ve sosyalizm vurgusunun güçlendiği görüşlerimiz, bunun için bir temel oluşturmaktadır. Fakat bu gelişim, bugünü açıklayacak ve bizi hedeflendirecek yeni bir ekseni ortaya koymak için yeterli değildir. Bir sıçrama gerekmektedir. Yine bu gelişim, tüm bu attığımız ileri adımlara karşın en belirgin olarak sınıf-sosyalizm ilişkisinin parti aracılığıyla kuruluşundaki aşılamamış sorun nedeniyle, ideolojik-teorik olanın pratikleştirilmesinin önündeki her düzeydeki engellerin kaldırılması için köklü bir hesaplaşma yapmak zorundayız.

BUGÜNKÜ SORUN SADECE TEORİK-PROGRAMATİK OLARAK DEMOKRATİK DEVRİMCİLİKTEN SOSYALİST DEVRİMCİLİĞE GEÇMEK SORUNU DA DEĞİLDİR, DEMOKRATİK HALKÇI ZEMİNDEN ÖRGÜTSEL VE SINIFSAL BİR KOPUŞ GERÇEKLEŞTİRMEKTİR AYNI ZAMANDA. Tüm tarihsel sürecimize baktığımızda modern revizyonizmin, maoculuğun eleştirileriyle iç içe gelişen ML gelişimimiz ve devrimci pratiğimizin olduğunu fakat sınıf ve sosyalizm vurgularımıza karşın sınıf-örgüt-sosyalizm bütünlüğünün kurulamadığını, bundan dolayı da halkçılıktan kesin ve nihai bir kopuşun gerçekleştirilemediğini görmeliyiz. DEVRİMCİ ELEŞTİRELLİĞİMİZ, HALKÇI DEVRİMCİLİKLE SINIRLARIMIZI ÇEKEREK, KİMİ YÖNLERDEN KALINLAŞTIRARAK İLERLEMEMİZİ SAĞLADI, BUNLARLA İÇ İÇE BİRLİKTE GELİŞEN ÜLKEMİZİN KOŞULLARINA İLİŞKİN ÇÖZÜMLEMELERİMİZ KURUCU BİR NİTELİK KAZANDIRDI. FAKAT BUNLAR, DÜN İÇİN YETERLİ OLSA BİLE BUGÜN İÇİN DEĞİLDİR. ÜLKEMİZDE ANTİEMPERYALİST DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ STRATEJİSİNİN GEÇERLİ OLDUĞU DÜNKÜ KOŞULLAR İÇERİSİNDE DAHA AZ ÖNEMLİ, HATTA ÖNEMSİZ SAYILABİLECEK KİMİ YANLIŞ VE EKSİKLİKLER, BUGÜN TEORİ VE SİYASETTE ÇOK DAHA BÜYÜK BOŞLUK YARATICI VE DAHA BÜYÜK YANLIŞLARA, KAYMA VE SAVRULMALARA KAYNAK OLUŞTURUCUDUR. BUGÜN DEMOKRATİK DEVRİMCİLİĞİN ZEMİNİ DARALMIŞTIR; DEMOKRATİK DEVRİM STRATEJİSİNDE AÇIK YA DA ÖRTÜK ISRAR, SÖYLEM NE KADAR RADİKAL OLURSA OLSUN BURJUVA SİYASET ZEMİNİNE KAYMAYA, BURJUVA SİYASETİNDEKİ ŞU YA DA BU KANADA YEDEKLENMEYE YOL AÇAR. BUGÜN EMPERYALİZMİN KAPİTALİZME DAYALI ELEŞTİRİSİNDE DERİNLEŞİLMEDİĞİ VE EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELENİN MERKEZİNE KAPİTALİZM KARŞITLIĞI VE ONU YIKMA MÜCADELESİ YERLEŞTİRİLMEDİĞİNDE, İKİ; SADECE FAŞİZMİN DEĞİL BUGÜN GİDEREK DAHA HAKİM HALE GELEN NEOLİBERALİZMİN, EKONOMİDE, TOPLUMSAL YAŞAM VE İLİŞKİLERDE VE SİYASETTEKİ HAKİMİYETİNE, GERİCİ LİBERAL BURJUVA DEMOKRASİSİNE KARŞI SOSYALİST DEMOKRASİ ÜZERİNDEN BİR KARŞITLIK VE MÜCADELE YÜRÜTÜLMEDİĞİ, FAŞİZME KARŞI MÜCADELEYLE SINIRLI VE BUNU MERKEZE KOYAN BİR MÜCADELE YAKLAŞIMIYLA HAREKET EDİLDİĞİNDE LİBERALİZMİN BOZMA VE ÇEKİM ETKİSİ İÇERİSİNDE ERİNİLİR, HER İKİ KONUDA DA SOSYALİST BİR ALTERNATİF YARATILAMAZ. SONUÇTA YA BİRİSİNE YEDEKLENİLİR YA DA BU KOŞULLARDA KENDİSİNİ POLİTİK OLARAK ÖZNELEŞTİREMEYEN BİR Ö. OLARAK -BİZDE SD GEN.SİNDEN GERİYE DOĞRU GİDİLMESİYLE- “ONA DA, ONA DA KARŞIYIZ” TUTUMUYLA ARA AKIMLAŞILIR. Özellikle rejim krizi tartışmalarıyla da bağlantılı olarak burjuvazi-proletarya, kapitalizm-sosyalizm karşıtlıklarında derinleşme, burjuva siyasal sistemin egemenlik biçimindeki farklılaşmalar görülerek sosyalist demokrasi üzerinden eleştirilmesi, sosyalist devrimin siyasal anlamının buradan kavranılması gereklidir. İç tartışmalar da buradan kavranılmalıdır. Özellikle Körfez savaşından, ABD’nin Ortadoğu işgalinden sonra y.dışındaki Km üyeleri ulusalcı bir antiemperyalizme doğru kaymış, Avrasyacı stratejilerle bu iç içe geçirilmeye çalışılmıştır. Y.dışı seminerinde yapılan değerlendirme, Hizbullah, Hamas, İran’la ilgili yapılan -o dönemde tartışılıp düzeltilen- değerlendirmeler, Ortadoğu yazıları, Avrasyacı bir stratejist Kagarlitsky gibilerin Kurultay’a gönderilmek istenmesi, Türkiye kapitalizminin gelişimine ilişkin önceki görüşlerimizin dahi gerisinde olan tespitler… Faşizme karşı mücadeleyle, dar bir antifaşizmle sınırlı burjuva egemenliğindeki siyasal farklılaşmaları, egemenliğin dayandığı katmanlı yapıyı görmekten ve bunlara karşı mücadele geliştirmekten uzak, neoliberalizmin gelişen ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel hakimiyetine karşı bırakalım mücadeleyi sınır dahi çekemeyen, antikapitalist bir derinlik oluşturamayan, yeni çelişki kavrayışına çıkamayan dolayısıyla yaşanılan erozyonun en belirleyici etkeninin kavranmasına dahi uzak olan antifaşist halkçı devrimciliğe doğru gerileyen ve sistem içerisinde de ara akımlaşarak eriyen görüşlerin savunuculuğu yapılmıştır. Tasfiyecilik karşıtlığı, devrimci militanlık üzerine keskin söylemlerine karşın kendi gerçeklikleri bu söylenenleri doğrular. BUGÜN TASFİYECİLİK KARŞITI OLMAK, ONA YOL AÇAN ETMENLERİN HEM TARİHSEL HEM SİYASAL, HEM Ö.SEL DERİN BİR KAVRANIŞINI, BU TEMELLERDE ÖZELLEŞTİRELLİKLE BİRLİKTE BİR KOPUŞU VE SIÇRAMAYI, BURJUVAZİ-PROLETARYA, KAPİTALİZM-SOSYALİZM KARŞITLIĞININ SINIF MÜCADELESİNİN GÜNCEL SİYASAL KONULARI İÇERİSİNDEN NET VE AÇIK İFADESİNİ, HALKÇILIKLA, TOPLUMSALCILIKLA, ORTA SINIF BULAMAÇ SOSYALİZMLERİYLE SINIR ÇEKMEYİ, SINIFA DAYALI BİR DEVRİMCİLİĞİ, SINIF MİLİTANLIĞININ GELİŞTİRİLMESİNİ GEREKTİRİR. PROLETARYA SOSYALİZMİ Mİ, KÜÇÜK BURJUVA BULAMAÇ SOSYALİZMİ Mİ? SINIFIN ÖRGÜTLENMESİ VE SOSYALİST SINIF MİLİTANLIĞI MI ANTİFAŞİST HALKÇI DEVRİMCİLİK VE ANTİFAŞİST MİLİTANLIK MI? TASFİYECİLİK KARŞITI OLMANIN İÇERİĞİ VE SOMUT ANLAMI BUDUR.

Dünyadaki ve ülkemizdeki bugünkü tarihsel durum, kopuş ve sıçramanın iç içe geçirilmesini gerektiren bir eşiği önümüze koymuştur. Böylesi dönem ve durumlarda sıçrama ve kopuş tarihsel bir zorunluluktur; fakat onun tarihsel bir zorunluluk oluşu kolaylıkla yapılabileceği anlamına gelmez. Dünya tarihine bakıldığında bu geçişleri yapabilen partilerden kat kat fazla olanı bu geçişleri yapamayan ve bir dönem devrimci bir rol oynamış dahi olsalar yokolup giden partilerdir. Düşünüşüyle olduğu gibi tarzıyla da biten bir dönemi sürdürmek isteyen önderliklerdir.

BU AÇIDAN BAKILDIĞINDA BİZDE SIÇRAMANIN KİMİ DİNAMİKLERİNİN GELİŞMİŞ OLDUĞU, FAKAT HENÜZ SİSTEMLEŞMEDİĞİ GİBİ BÜTÜNÜ KAPSAMADIĞI, KİMİ DİNAMİKLERİNİN İSE FAZLASIYLA ZAYIF OLDUĞU GÖRÜLECEKTİR. SORUN KENDİMİZDEN KOPMAK, KOPABİLMEK SORUNUDUR. Ve ele aldığımız konu itibariyle sosyalist hareketle işçi sınıfı hareketini kaynaştırmayı başaramamış, sınıf zeminine dayanmayan bir ö.ün ideolojik-teorik olarak ve temel siyasetlerde almış olduğu yola karşın incelmiş olarak eklektize görüşlerle ve militanlık yaftası takılarak antifaşist bir halkçılığı devam ettirmesi, devam ettirmek isteyenlerin varlığıdır.

SINIFIN ÖNCÜ KESİMLERİYLE BULUŞUP BÜTÜNLEŞEMEMİŞ, Ö.SEL GÜÇ TEMELİ, KADROSAL YAPISI KÜÇÜK BURJUVAZİDEN PROLETARYAYA DOĞRU ARA KATEGORİLERDEN OLUŞAN, TÜRKİYE DEVRİMCİ HAREKETİNİN KONJONKTÜREL GELİŞİMİNDEN STRATEJİ VE PRATİĞİYLE KOPAMAMIŞ, DÖNEMLERİN BELİRLEDİĞİ BİR Ö.ÜN BU ZEMİNDE KENDİSİNİ TEKRAR EDİP DURMAKTAN ÇIKMA, TEORİ-SİYASET, ÖRGÜT, SINIF BÜTÜNLÜĞÜNÜ KURMAK SORUNU, BELİRLEYİCİ BİR SORUN OLARAK DURMAKTADIR. BU KOPUŞ, TARİHSEL OLARAK ANTİ FAŞİST HALKÇI DEMOKRATİK DEVRİMCİLİKLE, GÜNCEL VE DEĞİŞEN KOŞULLARA UYGUN OLARAK DA DAHA ÇOK KENT ORTA SINIFLARINDAN KENT YOKSULLARINA UZANAN ÇİZGİDEKİ “TOPLUMSALCILIK”LA, ARA SINIF SOSYALİZMLERİYLE SINIRLARIN ÇEKİLMESİ, İDEOLOJİ-PARTİ-SINIF BÜTÜNLÜĞÜNÜN KURULMASI ÜZERİNDEN YÜKSELECEK BİR PROLETARYA SOSYALİZMİNİN, SINIFÇI MİLİTAN BİR SOSYALİZMİN GELİŞTİRİLMESİYLE OLACAKTIR. SORUN SADECE HALKÇI YA DA TOPLUMSALCI KÜÇÜK BURJUVA SOSYALİZM TÜRLERİYLE SINIR ÇEKMEK DEĞİLDİR; ASLOLAN PROLETARYA SOSYALİZMİNİN GELİŞTİRİLMESİ, TEORİ VE PRATİKTE KURUCU BİR ROL OYNAMAKTIR. BUNLARA YANIT VERECEK Ö.SEL YAPISAL BİR DÖNÜŞÜMÜN GERÇEKLEŞTİRİLMESİDİR. KESİN VE NİHAİ KOPUŞ ANCAK BU ŞEKİLDE MÜMKÜNDÜR.

Tam da bu noktada tarihsel olanla kopuş bizi daha köklü bir hesaplaşmaya girmeye zorluyor. Bunu zorlayan ve bizim dilimizin bir türlü “sosyalist devrim” demeye varmamasına da yol açan en önemli tarihsel siyasal frenleyici etken, halkçı demokratizmin temsil ettiği antifaşist mücadele içerisinde şekillenmiş devrimci gelenek ve bizim de bu geleneğin içerisindeki şekillenmemizdir. Yukarda özetlediğimiz bu gelenek, Türkiye devrimci hareketinin ’60’lar sonrasındaki gelişiminde asıl ve büyük ölçüde rol oynayan, belirleyici olan güçlerden oluşur. Bizim ö.sel tarihimiz ve devrimci ö.sel şekillenişimizin temel unsurları da bir farklılaşmayla birlikte revizyonist reformizmle kabaca sınır çekmiş, rejim, düzen karşıtlığı ve militan bir mücadele üzerinden yükselen bu gelenek içerisinde oluşmuştur. Bunun en önemli ve belirleyici unsuru da halkçı devrimci bir çizgide gelişen antifaşist mücadeledir. VE BUGÜN ARTIK ESKİSİ GİBİ SÜRDÜRÜLEMEYEN TAM DA KOPULMASI GEREKEN DE BUDUR.

Faşist diktatörlüğe karşı mücadele etmeyen, faşizm tespiti dahi yapmayan, demokratik antiemperyalist görevlerin yadsınması ve bir bütün olarak revizyonist tezler üzerine inşa edilen “sosyalist devrim” görüşleri, burjuva ekonomist-reformist bir işçi siyaseti de izleyerek, demokratik siyasal mücadelenin yakıcı, çatışmalar alanından uzak durmayla bütünleşmiş, ülkemizde emekçi sınıflar mücadelesini geriye çekici ve düzen içileştirici bir misyonu yerine getirmiştir. Bunların sonucu, revizyonist, reformist parti ve örgütlere karşı duyulan devrimci tepki, tüm doğruluk ve haklılığına karşın perdeleyici ve sınırlandırıcı bir rol de oynamış; halkçı demokratik devrimciliğin daha derin bir eleştirisinden uzak durmaya, ondan kopmamaya da neden olmuştur. Kapitalist bir ülkede, sosyalist devrim demenin sürekli olarak ötelenmesinde de, öne geçmiş ve belirleyici durumdaki halkçı antifaşist devrimcilikle devrimci olmanın ve devrimci militanlığın özdeş görülmesinde de, komünist devrimciliğin bunlarla ayrımının çizilemeyişinde de bu sözde işçi sınıfı ve “sosyalist devrim “ diyen revizyonist, reformist partilerin suçu büyüktür. (TKP-TİP sosyalizmi ile, TDKP sağcılığını harmanlayan demokratik görevlere sırt çeviren -konjonktürel kısmi bir rota değişikliği yaptılar- geri bir işçi siyaseti uygulayan Ekim sosyalist devrimciliği de son kötü örnektir. Fakat ünlü sözdür, kötü örnek örnek olmaz!) BU NOKTADA BİZİM AÇIMIZDAN DEMOKRATİK DEVRİMCİLİĞE TAKILIP KALMAK SADECE BU DEMOKRATİK GÖREVLERE SIRT ÇEVİREN REVİZYONİST SOSYALİZM TEORİLERİNE TEPKİYLE AÇIKLANAMAZ. KENDİ GÖRÜŞLERİMİZİ BAĞIMSIZ OLARAK GELİŞTİRMEK YERİNE İLK DOĞUŞ DÖNEMİ İÇİN OLAĞAN FAKAT SONRASI İÇİN KABUL EDİLEMEZ OLAN REVİZYONİZMİ, OPORTÜNİZMİ ELEŞTİREREK SINIR ÇEKME VE GÖRÜŞ OLUŞTURMA BİÇİMİNDEKİ TEPKİYE DAYALI TEORİ VE SİYASET YAPMA TARZI, ÖZNELEŞMENİN VE SİYASAL SÜREÇLERE ÖNDEN GİRMENİN ÖNÜNDE ENGELDİR. BU TEPKİ SİYASETİ, FAŞİZME KARŞI SİYASAL MÜCADELEYE, DEMOKRATİK GÖREVLERE YAN ÇİZEN “SOSYALİST DEVRİM” GÖRÜŞÜNE KARŞI MESAFELİ VE SOĞUK DURMA TAVRINI ALTTAN ALTA BESLEMİŞTİR. “SOSYALİST DEVRİM”CİLİK, REVİZYONİST VE TROÇKİST OLMAKLA EŞDEĞERLİLEŞTİRİLMİŞTİR.

BİZİ HEMEN HER DÖNEMDE ELEŞTİREL MUHALİFLİKLE SINIRLANDIRAN TEPKİ SİYASETİ OLARAK GELİŞEN REVİZYONİST-REFORMİST SOSYALİST DEVRİMCİLİĞE KARŞI ÇIKMA TUTUMU, PSİKOLOJİK DEVRİMCİ ŞEKİLLLENİŞİMİZE KADAR YER ETMİŞ BU YAKLAŞIM, PROJEKTÖRÜN SADECE BU YÖNE TUTULMASIYLA DEMOKRATİK DEVRİMCİLİĞE KARŞI ELEŞTİRELLİĞİ ZAYIFLATMIŞ VE ONUN AÇIK-ÖRTÜK SÜRDÜRÜLMESİNDE BİR MEŞRUİYET YARATMIŞTIR. DEMOKRATİK DEVRİMCİLİĞİN SINIF OLARAK KÜÇÜK BURJUVAZİYE VE KÜÇÜK BURJ. DEVRİMCİLİĞİNE YAKINLIĞI VE YATKINLIĞI İŞÇİ SINIFINA VE PROLETARYA SOSYALİZMİNE UZAKLIĞI, PROLETARYANIN BAĞIMSIZ OLARAK ÖRGÜTLENMESİNİ VE ÖNDERLİĞİNİ AÇIK VE ÖRTÜK YADSIMASI VE PROLETARYA ÖNDERLİĞİNİ İDEOLOJİK ÖNDERLİK DÜZEYİNE İNDİRMESİ, EMEK-SERMAYE, BURJUVAZİ-PROLETARYA ÇELİŞKİSİNİ EMPERYALİZM-İŞBİRLİKÇİ (TEKELCİ) BURJUVAZİ-BÜYÜK TOPRAK SAHİPLERİ/HALK ÇELİŞKİSİ İÇERİSİNDE ERİTMESİ, KAPİTALİZM-SİSTEM KARŞITLIĞI YERİNE BELİRSİZ BİR DÜZEN KARŞITLIĞINI GEÇİRMESİ, SOSYALİZMİ DEVRİMCİ DEMOKRASİ ERİMLİ HALKÇI, BULANIK BİR SOSYALİZME İNDİRMESİ, FAŞİZMİN VE BURJUVA DEMOKRASİSİNİN SOSYALİST DEMOKRASİ/PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ TEMELİNDE BİR ELEŞTİRİSİ DEĞİL DEVRİMCİ DEMOKRASİYE DAYANAN ELEŞTİRİSİ İLE SINIRLI KALMASI, KAPİTALİZMİN EN YÜKSEK VE SON AŞAMASI OLAN EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELEYİ KAPİTALİZMİ YIKMA VE SOSYALİZMİ KURMA STRATEJİSİ İÇERİSİNDE DEĞİL BAĞIMSIZLIKLA SINIRLI -DOLAYISIYLA MİLLİ KAPİTALİZMİ AŞMAYAN- BİR STRATEJİYLE SINIRLANDIRMASI, BUNLARIN SONUCU -BUGÜN OLDUĞU GİBİ- BURJUVA MİLLİYETÇİLİĞİYLE VE LİBERAL BURJUVA DEMOKRASİSİYLE BİR YANDAN YA DA ÖBÜR YANDAN SINIR ÇEKEMEYİP BİRİNE YA DA DİĞERİNE YAKLAŞMASI, YALPALAMALARI GİTGİDE DERİNLEŞEN BİR ELEŞTİREL AYRIMIN KONUSU YAPILMAMIŞTIR.

Bizim bunların bazılarında ayrımlarımız daha net ve kesin, bazılarında ise daha belirsiz ve tam kopuşun yapılamadığı düzeydedir. Dünya tarihinde çok uzun bir döneme ulusal kurtuluş mücadeleleri, küçük burjuvaziye dayalı antiemperyalist ve demokratik hareketler, faşizme karşı mücadeleler damgasını vurduğu, işçi sınıfı hareketinin ise daha geri düzeyde ekonomik ve kısmi siyasal-demokratik mücadeleler içerisinde kaldığı, modern revizyonizm ve sosyal demokrasi tarafından engellendiği ve bloke edildiği bir tarihsel dönem içerisinde, bu koşullara sahip, küçük burjuva devrimciliğin, halkçılığın, antifaşist mücadelenin baskın ve çözülmemiş demokratik sorunların var olduğu ülkemizde köklü bir hesaplaşma ve kopuş gerçekleştirilmediği için sınırlarımız kimi konularda net kimi konularda belirsizdir. Temelde ideoloji-örgüt-sınıf-sosyalizm bütünlüğü kurulamadığı, sınıfsal zemin değişikliği gerçekleştirilemediği için de bu kopuşu yapmakta zorlanılmaktadır. İşte bizde incelmiş fakat kesin bir kopuşun sağlanamadığı demokratik devrimciliğin, eklektik görüşlerle sürdürülmeye çalışılmasının temel nedenleri bunlardır.

Şimdi somutlayalım. Ülkemizde demokratik devrimin en önemli, en belirleyici siyasal görevi, faşist diktatörlüğe karşı mücadele, faşizmin yıkılmasıdır. Bu stratejik görev, bizi de tümüyle belirlemiştir. Biz faşist diktatörlük koşulları içerisinde doğmuşuzdur; tüm yaşamımız ve mücadelemiz bu koşulların içerisinde geçmiştir ve bizi biçimlendiren en önemli etmen bu olmuştur. Politik ve ö.sel yapımız, kadrosal düşünce ve duygularımız, ruhsallığımız, faşizme karşı mücadele içerisinde, aslolarak militan direnişçi bir çizgiyle şekillendi. Türkiye devrimci hareketinin tarihi faşizme karşı mücadele tarihidir. Bizi, Ö. olarak da karakterize eden, genlerimize kadar işlemiş olan budur. Tüm konu ve sorunlara bu odaktan bakar, tüm konu ve sorunları getirir buna bağlarız. Görüşlerimizde antiemperyalizm, tali, daha ikincil bir öge olarak vardır. Emperyalizme karşı mücadelede belirleyici olan emperyalizme bağımlı, emperyalizmin işbirlikçisi olan burjuvaziye karşı yürütülen mücadeledir. Antiemperyalist mücadele ve ulusal devrimcilik -bugün burjuva milliyetçiliğine dönüşmüş, rejim içi mücadelede egemen sınıfların belirli kesimlerinin dümen suyuna giren, açık örtük ilişkiler kuran-, sömürgecilik görüşüne uzaklığımız nedeniyle ulusalcı-halkçı devrimci güçlerde yarattığı etki düzeyinde bizi belirleyen bir etken değildir. (ABD’nin Irak işgali sonrasındaki merkezi düzeyde yurtdışında ifade edilen görüşler, bu konuda da sınırların ileriye doğru çekilmediğini, konjonktürel etkiye ne kadar açık olunduğunu ve geriye, küçük burjuva milliyetçiliğine doğru kayıldığını gösterdi.)

Ö.müzün sınıf yönelimi grup ve ilk kuruluş döneminde güçlüdür. Özelikle grup döneminde “SOSYALİZME SINIFI ÖRGÜTLEYEREK ULAŞILACAĞI” görüşü ve proletaryanın örgütlenmesi saf bir düşünce olarak vardır. ’90’lardan itibaren sınıf ve sosyalizm vurgularımız artmıştır. Fakat, gerek ’70’lerde, gerek ’90’larda bizim faaliyetimizin ağırlığını oluşturan ve belirleyen bunlar olmamıştır. Faşizme karşı, ö.olarak semt/halk temelli ve oldukça sınırlı güçlere dayalı yürütülen mücadele, bizim kadrosal yapımızı, ö.sel,düşünsel-ruhsal varoluşumuzu belirlemektedir ve ondan koptuğumuz an ve zamanda -bugün hala bazı y.ların sandığı gibi- devrimciliğimizi, devrimci militanlığımızı kaybedeceğimizi düşünürüz.

’75 te T..O ile olan birleşme ve mücadelenin antifaşist halk hareketi biçimindeki gelişimi, kadro ve ö.güçlerin çoğunluğunun öğrenci devrimci ve semt kökenli küçük burjuva ve proletaryaya doğru uzanan ara sınıflardan oluşu , bizdeki idelojik bir tutum olarak belirlenmiş çok güçlü sınıf yönelimini zayıflatmıştır. Bir bütün olarak devrimimizin içerisinde bulunduğu antiemperyalist demokratik aşamanın görev ve sorunlarının önde oluşuyla, bu koşullar içerisinde de bağımsız bir proletarya örgütlenmesi ve hareketi yaratılamadığı ve bu birincil görevden uzaklaşıldığı içinde halkçı devrimciliğin baskın olduğu verili nesnel siyasal koşulların belirleyiciliği içerisinde kalmışızdır.

Faşizme karşı mücadeleyi MHP vb. ile, sivil faşist hareketle sınırlamayarak devrim ve iktidar sorunu olarak görüşümüz, bulanık halkçı akımlarla temel bir ayrımımızı oluşturur. Fakat bu yeterli değildir ve yanılsama tam da bu noktada başlar; bu ayrım antifaşist mücadele içerisinde stratejiyi de içeren bir ayrım olmakla birlikte faşist diktatörlüğün yıkılması, rejimin yapısındaki bir değişim burjuvazinin de yıkılması, sınıf iktidarını kaybetmesi demek değildir. Burjuvazinin sınıf hakimiyetinin faşist olmayan biçimleri de vardır ve gelişim özellikleri ve oluşan sınıf dengelerine göre farklı türleri olan burjuva demokrasisi, burjuva sınıf hakimiyetinin faşizme göre çok daha yaygın ve daha gelişkin bir biçimidir. Ayrıca faşist diktatörlüğün halk mücadelesi, burjuvazi içerisindeki çıkar çelişkilerinin siyasal yapıya yansımalarına, dünya ve bölge konjonktüründeki değişimlere bağlı olarak faşist rejimin eski yapısını koruyamadığı nispi demokratik gelişim ve açılımların gerçekleştiği dönemler olur ve olmuştur. Fakat ülkemizdeki kökleşmiş faşist yapı, hep faşizm koşulları içerisinde yaşamış ve o koşullarda mücadele etmiş, devrimci yapı ve özellikleri, karakteri buna göre oluşmuş bizlerde teorik olarak bilinen bir gerçeklik olmasına karşın, rejimin yapısı içerisinde-faşizm koşulları içerisinde –değişiklikler olduğunda dahi görmekten uzak, görülse de bir farklılık yaratmayan bir düşünüş ve tutum yaygındır. Siyasal koşullara da yansıyan kimi değişmeler saptansa da, ki bu yönde bazı belirlemeler- net ifadelerden kaçılarak- yapılır, fakat faşizm değişmez bir tabu olarak mutlaklanmaya devam edilir. Bir dönem yoğun tartışma konusu olmuş “sürekli faşizm” görüşlerine karşıyızdır fakat tarihsel-siyasal süreçlere ilişkin değerlendirmelerimize bakıldığında onunla pek bir ayrım çizilmediğini görürüz. (’86-87 yıllarında bugün mücadeleyi bırakmış teorik çalışma yürüten bir y.la Türkiye’nin siyasal tarihini yeniden ele almamız, ’60’lar gibi bazı dönemleri daha farklı değerlendirmemiz ve “sürekli faşizm” görüşüyle sınır çekmemiz gerektiği üzerine bir yazışmamız olmuştu. )

Bizim sadece devrimci değil komünist şekillenmemiz açısından da önemli olan faşizme karşı militan mücadele, burjuvaziye karşı mücadelenin faşizmle sınırlı bir kapsam içerisinde görülmesiyle de perdeleyici bir rol de oynar. Öne geçenin, belirleyici olanın zayıf yönü örtmesi, değişen koşullarla birlikte ortaya çıkan yeni durumda büyüyen bir sorunu da ortaya çıkartır ve bu tespit edilip giderilmezse bir engel haline gelir. BURJUVAZİNİN SINIF HAKİMİYETİNİN SİYASAL VE SİYASAL OLMAYAN DİĞER BİÇİM VE YÖNTEMLERİNİ, KULLANDIĞI EGEMENLİK ARAÇLARINI GÖRMEKTEN VE ONLARA KARŞI MÜCADELEDEN UZAK BU YAKLAŞIM DEVRİMCİ HAREKETİ VE BİZİ AYNI ZAMANDA TEMBELLEŞTİRMİŞ, SINIF MÜCADELESİNİ FARKLI YÖN VE BOYUTLARIYLA BİRLİKTE DÜŞÜNMEKTEN UZAKLAŞTIRMIŞ, SİYASAL MÜCADELEYİ DAHİ EN DAR ALANA HAPSEDEN YÜZEYSEL BİR DEVRİMCİLİK BİÇİMİNİ, KALIPÇI BİR DÜŞÜNÜŞÜ ORTAYA ÇIKARTMIŞTIR. BU BURJUVAZİNİN SINIF EGEMENLİĞİNİN FARKLI SİYASAL BİÇİMLERİNE, İKİNCİSİ, SİYASAL VE SİYASAL OLMAYAN BÜTÜN BİÇİMLERİNE KARŞI MÜCADELE PERSPEKTİFİNDEN UZAK, DEVRİM STRATEJİSİNİ BUNLAR ÜZERİNE KURMAYAN PROLETARYANIN SOSYALİST GÖREVLERİNİ GÖZARDI EDEN, SADECE FAŞİZME KARŞI DEMOKRASİ İÇİN MÜCADELE EDEN BİR GÖRÜŞ VE TUTUMU ORTAYA ÇIKARTMIŞTIR. BU UFKUN SİYASAL DEVRİMCİLİKLE, SİYASAL DEVRİMCİLİĞİNDE ANTİ-FAŞİZMLE SINIRLANDIĞI BİR DEVRİMCİLİK BİÇİMİNİ ORTAYA ÇIKARTMIŞTIR.

DEVRİMCİ HAREKETTE BU DÜŞÜNÜŞ, ÖZELLİKLE ANTİFAŞİST MÜCADELENİN YAYGINLAŞTIĞI VE ŞİDDETLENDİĞİ VE HALK HAREKETİ BİÇİMİNE BÜRÜNDÜĞÜ 70 Lİ YILLARDA, MAOCU VE LATİN AMERİKADAKİ KÖYLÜ VE KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİNİN İDEOLOJİK-TEORİK BELİRLEMELERİNİN Ö.LERE HAKİM OLMASIYLA İÇ İÇE GEÇEREK GELİŞTİ. (Naif olmakla birlikte 68 hareketinin siyasal ufku çok daha genişti devrimle toplumsal yaşamı bir bütün olarak dönüştürme idealine, bunun düşünüş ve ruhsallığına sahipti. Kapitalist ülkelerden gelen bir dalgaydı ve sağlam bir temele sahip olmasa da kapitalizme karşı eleştirel ve sorgulayan, tutum alan bir çizgideydi. Gençlik hareketinde Türkiye devrimci hareketinin bütününde de bu düzenin değiştirilmesi biçimini aldı. TİP ve Köy emstitüsü mezunu öğretmenlerle Anadoluya giren sosyalist fikirlerde (sosyalizmin halkçı, kemalist fikirlerle karştırıldığı) devrimci aydınlanmacı bir karaktere sahiptiler. Bütün tabuları yıkarak yaşamla ilgili her konuyu içerecek biçimde düzeni topyekun değiştirme fikri vardı o yıllarda. Ve o dönemin devrimci kuşağı bunu geleceğe ait bir sorun değil o güne ve kendilerine ait, kendi yaşamlarını değiştirmekten başlayan bir sorun olarak görüyorlardı. ’70’li yıllarda devrimci mücadele ve militan yaşam yaygınlaşarak ve gün gün ölümle karşı karşıya olunan bir mücadele içerisinde büyük bir özveriyle sürüyor olmakla birlikte devrimin ufku, ulusal sınırlar içerisine çekildi ve faşizmi yıkma siyasal hedefiyle sınırlandı.) FAŞİZME KARŞI MÜCADELENİN BİR DEVRİM VE İKTİDAR SORUNU OLARAK GÖRÜLMESİ, BU KAPSAM VE İÇERİKTE YÜRÜTÜLEN FAŞİZME KARŞI MÜCADELENİN BURJUVAZİNİN SINIF EGEMENLİĞİNE KARŞI YÜRÜTÜLEN BİR MÜCADELE DE OLMASI, FAŞİZME KARŞI MÜCADELEYİ SİVİL FAŞİST HAREKETE KARŞI MÜCADELEYLE SINIRLAYAN ANTİFAŞİST DEVRİMCİ Ö.LERLE TEMEL BİR AYRIM OLUŞTURUR FAKAT BU BURJUVAZİNİN SINIF İKTİDARININ BÜTÜN BİÇİMLERİNE KARŞI MÜCADELEYİ İÇEREN KAPSAMLILIKTA ANTİKAPİTALİST BİR MÜCADELE, SOSYALİZM ZEMİNİNDEN ÇIKIŞ ALAN VE PROLETARYANIN SOSYALİST GÖREVLERİNİ KAPSAMINA ALAN BİR AYRIM DEĞİLDİR.

Bu ayrımın birinci koşulu, proletaryanın antiemperyalist demokratik devrim döneminde de bağımsız olarak örgütlenmesi, antifaşist mücadelede diğer sınıflar içerisinde erimeden bu şekilde yer alması, bu şekilde yer alarak önderliğini onlara kabul ettirmesidir. Proletaryanın sosyalist görevleri, proletaryanın burjuvaziye karşı sınıf olarak -sınıfa karşı sınıf olarak- emek-sermaye çelişkisi üzerinden yükselen mücadelesini, geniş içerimiyle kapitalizme karşı mücadeleyi, sosyalizm için mücadeleyi içerir ve antifaşist mücadeleyle sınırlı bir bilinçle yürütülen bir mücadele olmaktan farklıdır. Lenin, proletaryanın demokrasi için mücadelesine ve bu mücadele içindeki eğitimine ve bunun önemine vurgu yapar. Proletaryanın demokrasi için mücadelesinin yadsınmasına, gözardı edilmesine karşı bir vurgudur bu. Fakat ne proletaryanın mücadelesi bununla sınırlıdır ne de proletaryanın örgütlenmesinin temelini bu teşkil eder. Komünistlerin ve devrimci proletaryanın hedefi kapitalizmi yıkmak -kapitalist sömürü ve egemenliğin bütün biçimlerine son vermek- sosyalizmi kurmaktır. Ücretli kölelik düzenini yıkmak için mücadeledir. Bu amaçla ve bu nedenle Leninizm öncelikle, bunları gerçekleştirecek sınıf olarak proletaryanın sınıf olarak bağımsız örgütlenmesini temel alır ve Lenin’in bu vurguları yaptığı dönemde sınıf olarak örgütlenmiş, komünistlerin içerisinde yerleşik oldukları ve bir güç oluşturmaya başladıkları bir dönemdir, bunun üzerinden konuşur. Sonuç olarak, proletaryanın bağımsız olarak örgütlenmesini sağlayacak bir ö.sel/kadrosal konumlanma içerisinde olmayan, bunu gerçekleştiremeyen, faşizme karşı mücadeleyle kapitalizmi yıkma ve sosyalizmi kurma hedefini somut bir sınıf bağına ve gücüne dönüştürmeyen, halkçılığın ve ona asıl niteliğini veren antifaşist devrimciliğin tarihsel ve konjonktürel belirleyiciliğinin dışına çıkmayan bir ö., ML ideo/teorik bir hattan dahi gelişiyor olsa kopuş sağlayamaz ve işçi sınıfıyla küçük burjuvazinin katmanları arasında ara bir zeminde kalır.

Buradaki sorun sadece teoriden gelme bir sorun değildir; ülkemizdeki antifaşist mücadele gelişimi itibariyle işçi sınıfı önderliğinde bir mücadele olmadığı gibi, mücadelenin ekonomik mücadele temelli gelişimi, revizyonizmin, reformizmin oluşturduğu barikatlar nedeniyle faşizme karşı mücadele, işçi sınıfının güçlü, etkin bir katılımının olmadığı bir biçimde, işçilerin de kısmen doğrudan (DGM’ye karşı siyasal grev gibi), daha çok da dolaylı halkın bir parçası olarak içerisinde yer aldığı halkçı demokratik bir çizgide gelişti ve bu belirledi. Dolayısıyla ancak proletaryanın bağımsız olarak örgütlenmesine girişilerek, proletaryanın sosyalist görevler temelinde örgütlenmesi fikri ve pratiği gelişebilir, halkçı demokratik devrimcilikten de ancak bu şekilde kopulabilirdi. Gerek teorik bakış gerekse sınıfı ö.leme yönüyle bu gerçekleşmediği için, zaten belirleyici olan halkçı ve demokratik devrimci temeldeki antifaşist mücadeleyi aşan bir gelişim gerçekleşmedi. (İşçi hareketinde sendikalarla birlikte etkin olan TKP ve sosyal demokrasi, reformist bir işçi siyasetiyle yangın söndürücü bir rol oynuyordu. Fakat, MESS’e, DGM’ye karşı gerçekleştirilen sınıfsal siyasal grev ve eylemler, sınıfın devrimci potansiyellerini gösteren yönünden okunup değerlendirilmedi. Bunlar ülkemiz tarihinde İLKlerdi fakat, TKP’nin kendisine alan açma ve legalleştirme mücadelesi nedeniyle üzerinden atlanıldı.)

BURJUVAZİYE KARŞI SINIF MÜCADELESİNİN BU GENİŞ İÇERİMİYLE KAVRANMAYIŞI, ’90’LARIN ORTALARINDAN İTİBAREN DAHA GÖRÜNÜR HALE GELMEYE BAŞLAYAN, 2000’LERDE ÇOK DAHA AÇIK HALE GELEN TOPLUMSAL SINIFSAL DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜMLERİN, KİTLELERDEN BİREYLERE YAŞAM VE İLİŞKİLERDEKİ BELİRİMLERİNİN, DAHA KATMANLI HALE GELEN BURJUVA SINIF EGEMENLİĞİNİN BÜTÜN BİÇİM VE DÜZEYLERİNİN- Kİ BU PARTİ KİTABINDA İŞLENEN BİR KONUYDU- FAŞİST REJİM YAPISINDAKİ FARKLILAŞMALARIN GÖRÜLMESİNİ VE ANLAŞILMASINI DA ENGELLEDİ. BU GELİŞMELERE BAĞLI OLARAK ANTİFAŞİST MÜCADELENİN DEĞİŞMEYE BAŞLAYAN KOŞULLARI, KAPSAM VE İÇERİĞİNİN YENİDEN ELE ALINMASI, BİR BÜTÜN OLARAK DEĞİŞEN KOŞULLARA, GELİŞİM YÖNÜNE UYGUN YENİ BİR BAKIŞIN GELİŞTİRİLMESİNE DOĞRU BİR GEÇİŞ GERÇEKLEŞMEDİ. DEVRİMCİ HAREKETİN BÜTÜNÜNDE DE ORTAYA ÇIKAN ZEMİN KAYBI, ERİME ONLARI VAREDEN KOŞULLARDAKİ DEĞİŞİMİN VE BU DEĞİŞİME YANIT VEREMEYİŞİN SONUCUDUR.

Türkiye devrimci hareketini, ideolojik bakış, temel teorik açılımlar, yönelim ve özellik farklılıklarımız olmakla birlikte bizi de nesnel olarak var eden ve belirleyen antifaşist halkçı devrimciliktir. Artık bu zemindeki bir devrimciliği sürdürebilmenin koşulları kalmamıştır. antifaşist mücadelenin kapsamı önceki dönemlerdeki kadar geniş ve güçlü değildir, salt antifaşist mücadeleyle ve mücadelenin merkezine bunu koyarak bugün geniş kitleleri harekete geçirmekte mümkün değildir. BU GÖRÜLMELİDİR.

’90’ların başlarında Kürt ulusal devrimci hareketi, güçlü bir devrimci çekim etkisine sahip olduğu gibi, Kürt halkına yönelik demokratlara doğru da genişleyen saldırılar, kontrgerilla operasyonları, gerilların vahşice katledilmesi, toplu katliam, köy yakma ve boşaltmalar, yasaklar, inkarcı ve imhacı şovenizm, toplumsal gericiliğin şoven milliyetçi temelde örgütlenmesi, 12 Eylül’den çıkış mücadeleriyle birlikte antifaşist mücadelenin de en önemli ve ilerletici vektörü oldu. Bu etken de önceki dinamizmine, çekim gücüne sahip değildir. Giderek zayıflamıştır, zayıflamaya devam da etmektedir. Ulusal sorun, ezilen ulusun kendi içerisindeki sınıfsal farklılaşma, ezilen ulus burjuvalarının emperyalist-kapitalist sistemle ilişkileri ve yeni entegrasyon planlarıyla birlikte yeni bir nitelik kazanmaktadır. Keza Gazi ve Sivas katliamlarıyla ezilen Alevi mezhebinden emekçilerde harlanan antifaşist bir yön kazanan dalga, sistem içerisine çekici devlet politikası değişimiyle liberal düzeyde mezhep serbestisi sağlanarak, burjuva sınıf ve siyaset sistemi içerisine çekerek muhalif kimliğin dışına çıkarılmaktadırlar. Kürt sorununda Özalist stratejinin geri bir versiyonuna geçilmiştir; dışta Güney Kürdistan politikalarında, içte dil ve kültürel haklar konularında kırmızı çizgiler kaldırılmaktadır. Belediyelerin DTP tarafından kazanılması ve özellikle AKP döneminden itibaren il idari sisteminde farklılaşan bir uygulama vardır. Kürtçe yayın yapan bir TV kanalı açılmıştır. Üniversitelerde Kürdoloji enstitüsü açılacağı söylenmektedir. Değişik zamanlarda dillendirilen üst kimlik olarak “anayasal vatandaşlık” ve etnik alt kimliklerin serbestiyeti yönünde örtük bir program uygulanmaktadır. Kürt ulusal sorunu ve mücadelesi bölgeselleşmiş; ve Güney Kürdistan’da geniş bir özerklikle federatif bir yapı kazanmıştır; iç politikanın sınırları içerisinde tutmanın ve onlarca yıldır sürdürülen inkarcı ve imhacı politikanın sürdürülemediği koşullarda Özal döneminden bu yana altta alta yürütülen süreç son dönemde dışta olduğu gibi içerde de açık politika değişiklikleriyle, kırmızı çizgilerin ortadan kaldırılmasıyla, taleplerini iyice aşağıya çekmiş PKK’nin siyasal ve dolaylı anlaşmalarla fiili tasfiyesiyle gelgitler halinde ilerletilmektedir. Bunlar Kürt ulusal sorununun liberalist reformist çözüm adımlarıdır fakat sorunun temel siyasal çözümü, isterse ayrılıp ayrı devletini kurmayı da ulusal kendi kaderini tayin hakkını içeren bir çözüm olmadığı gibi, ezilen ulusun ezilen emekçilerini kapsayan, onların yaşamını değiştirecek bir çözüm değildir. Kuzey Kürdistan’da bağımlı kapitalizmin gelişimi içerisinde iç ve dışta genişleyen bağ ve bağlantılarla palazlanan, ticari ve sınai alanda yoğunlaşan, sermayesi büyüyen ve holdingler kuran, Güneyle de fiili bir entegrasyon gerçekleştiren Kürt işbirlikçi burjuvalarının -orta burjuva kesimleri de kapsıyor- ve işbirlikçi Türk tekelci kapitalistlerinin bölgesel hedef ve çıkarlarının adımları olan bu gelişmeler, Kürt ezilen emekçi sınıflarının yaşamlarında bir değişiklik yaratmamaktadır. Burada görülmesi gereken bu mücadelenin artık salt ulusal özgürlükçü ve antifaşist demokrasi mücadelesi kapsamında yürütülemeyeceği, bu liberal kapitalist çözüm tasfiyesine karşı Kürt proletaryası ve diğer emekçi sınıflarının emperyalizm ve Türk burjuvazisi ile daha fazla bütünleşen kendi burjuvalarını da hedefleyen bir sınıfsal mücadeleyle, sosyalizm hedefine bağlanmış bir bağımsızlık ve demokrasi mücadelesiyle çıkmaları gerektiğidir.

DEVRİMCİ HAREKETİN BÜTÜNÜNÜ VE BİZİ KARAKTERİZE EDEN EN ÖNEMLİ NİTELİK, FAŞİZME KARŞI MİLİTAN MÜCADELE VE HALKÇILIKTAN KOPAMAYAN GÖRÜŞ VE TUTUMLAR, YERİNİ, SINIFÇI BİR SOSYALİZM DÜŞÜNCESİNE, SINIF MİLİTANLIĞINA, BURJUVAZİYE VE KAPİTALİZME KARŞI UZLAŞMAZ MÜCADELEYE BIRAKMAK DURUMUNDADIR.

Önümüzdeki dönem ve süreçte, kendisini merkezinde emek-sermaye çelişkisinin olduğu proletarya-burjuvazi karşıtlığı temelinde örgütlemiş proletarya devrimciliği ile, kent ağırlıklı küçük burjuvaziden kent yoksullarına uzanan ara katmanların temsiline dayalı “toplumsalcılık” iki ana akım ve güç olarak yer alacaklardır. Halkçılığın yeni kulvarı, “toplumsalcılık”, “ezilencilik” tir. Geçmişteki halkçılığın uzantısı olan orta sınıf, alt katmanlar, ezilenler sosyalizmi -hiçbir zaman sistem karşıtlığına dönüşmemiş bulanık bir düzen karşıtlığının, ezilenci, toplumsalcı bulamaç sosyalizmi- ile net ve uzlaşmaz bir kapitalizm karşıtlığı ve sınıfa karşı sınıf ekseni üzerinde yükselen proletarya sosyalizmi arasında olacaktır mücadele. BİZ PROLETARYA SOSYALİZMİNİN, SINIFÇI BİR SOSYALİZMİN VE SINIF MİLİTANLIĞININ TEORİ VE PRATİKTEKİ TEMSİLCİSİ OLACAĞIZ. ARA SINIF SOSYALİZMLERİNDEN, SEATTLE SONRASI BİR DALGA OLARAK GELİŞEN, SOSYAL FORUMLARDA VÜCUT BULAN BUGÜN GERİLEYEN, YENİDEN GELİŞEBİLECEK ORTA SINIF SOSYALİZMİNDEN, REVİZYONİST-REFORMİST İÇERİKLİ SOSYALİZMLERDEN BİZİM SOSYALİST DEVRİMCİLİĞİMİZİ AYIRACAK OLAN BUNLAR OLACAKTIR.

İKİ; üstte söylenenlerle bağlantılı olarak teorimizde sorunlu olan yön de şudur: Bizim çözümlemelerimizde antiemp. demokratik görevlerle sosyalist görevler ilişkisi, tek bir yönden antiemp. demokratik görevler yönünden kurulmuştur. Devrimin aşamalılığı, demokratik görevlerin öncelikli çözümünü gerektirir. Fakat bu proletaryanın sosyalist görevlerinin başlı başına ele alınmasını ve proletaryanın bu temelde bağımsız örgütlenmesi gereğini ortadan kaldırmadığı gibi, demokratik görevlerle sosyalist görevler ilişkisi de tek bir yönden kurulamaz. Temel ilişki, üst bir stratejik ilişkilendirmeyle nihai amaç yönünden -sosyalizm/komünizm- yönünden kurulur.

Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu, proletaryanın sınıf olarak gelişkin, fiili öncülük koşullarının olduğu bir gelişmişlik düzeyinde proletaryanın sosyalist görevleri kapsam ve içeriğiyle, çözülmemiş demokratik sorunların içerisine girer, iç içe geçer ve belirler. Bu ekonomik, sosyal, siyasal antikapitalist içerikteki görevlerin kapsamının genişliğini, kapitalizmin gelişimiyle giderek daha da genişlediğini gösterir, kesintisizlik bağıyla bağlı demokratik çözümlerle sosyalist çözümlerin kapsamının ikincisi yönünde genişletilerek iç içe geçirilmesini gerektirir. DEMOKRATİK GÖREVLERİN ÇÖZÜMÜ, ARTAN ÖLÇÜDE SOSYALİST GÖREVLERİN ÇÖZÜMÜNE BAĞLI HALE GELİR.

Bizim çözümlemelerimizde maocu “yeni demokrasi” aşaması görüşüne karşı aşamalılık-kesintisizlik ilişkisinin kuruluşunda kesintisizlik vurgusu güçlü olmakla birlikte bu ilişkinin sosyalist görevler yönünden kurulması yönü zayıftır. Bu konudaki teorik görüşlerimizdeki temel yanılgıyı oluşturan, Türkiye kapitalizminin gelişmişlik düzeyiyle kesintisizlik ilişkisini kurarken a) antiemperyalist demokratik devrimde iktisadi nitelikteki sosyalist görevler kapsamıyla sınırlı bir bakış açısının varlığı; b) kesintisizliğin proletarya-köylülük ilişkisinde proletaryanın hegemonyası ve ittifakının derecesine bağlı olarak tanımlanmakla yetinilmesidir. BUNLARIN HER BİRİ O DÖNEMDE İLERİ VURGULARDI, MAOCULUKLA ARAMIZDAKİ SINIRLARI DA OLUŞTURUYORLARDI; FAKAT, HER İKİSİNDE DE SİYASAL GÖREVLER ALANINDAN BİR TANIMLAMA VE İÇERİKLENDİRME, SOSYALİST GÖREVLERDEN DEMOKRATİK GÖREVLERE DOĞRU BİR İLİŞKİLENDİRME YOKTUR. OYSA PROLETARYANIN HEGEMONYASINI SİYASAL DÜZEYDE GERÇEKLEŞTİREBİLMESİ, ANTİEMPERYALİST DEMOKRATİK HALK DİKTATÖRLÜĞÜNÜN PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNÜN ÖZGÜL BİR BİÇİMİ OLABİLMESİ, DEVRİMİN EKONOMİK VE SOSYAL İÇERİĞİNİN DERİNLİĞİ TAM DA BUNA BAĞLIDIR.

Antiemperyalist demokratik devrim stratejimiz, antiemp. demokratik devrimin gerçekleşmesine bağlı olarak tekelci mülkiyetin kamulaştırılması, kesintisiz geçişi koşullayan sınıf ittifak politikası gibi o günkü koşullarda maoculuktan ve halkçı devrimcilikten ideolojik-teorik olarak ayrılan ML bir açılıma, ileri tespitlere dayanmakla birlikte sınırlı kapsamdadır, siyasal görevler alanında aynı açıklığa netliğe, ayrımlara sahip değildir. Proletarya cephesinden emek-sermaye, burjuvazi- proletarya karşıtlığını açık net olarak belirleyip bu temelde bir bağımsız politika ekseni, işçi sınıfını bağımsız olarak örgütleyecek -işçi sınıfının teorik, politik ve ekonomik mücadelesinin örgütlenmesi koşulu- bir eksen yaratarak diğer sınıflarla, onların halkçı demokratik istemleriyle buradan çıkış alarak bir ilişki ve ittifak politikası geliştirmek, proletaryanın hegemonyasını gerçekleştirebilmenin ve devrimi kesintisiz ilerletebilmenin koşuludur. Bizde bunlar -kesintisizliğin devrim sürecinde proletaryanın önderliği ve işçi köylü ittifakının derecesine bağlanması gibi- genel bağıntılandırma ve vurgular olarak yer alıyor olsa da sosyalist devrimle demokratik devrim arasındaki stratejik bağıntılandırma, fiili önderliğin somutlanması ve örgütsel pratiğimizin bunu gerçekleştirmeye uzaklığıyla sorunludur, açı geniştir.

Bir ülkede kapitalizm egemen üretim biçimiyse burjuvazi-proletarya çelişkisi temel çelişkidir; biz ise, egemen sınıflar içerisinde işbirlikçi tekelci burjuvazinin iktidardaki belirleyiciliğini söylüyor olmakla birlikte çelişkinin diğer kutbuna halkı, milli burjuvaziyi dışta tutarak emekçi halk sınıflarını koyuyorduk. Dolayısıyla ne kadar proletaryanın hegemonyasından söz edersek edelim -ki proletarya bir sınıf olarak bağımsız olarak örgütlenmeden onun hegemonyasından söz edilemez-, proletarya-burjuvazi çelişkisini emek-sermaye çelişkisi temelinde ayrı bir çelişki olarak belirlenmeyişi ve ona uygun bir hat izlenmeyişiyle proletaryanın diğer emekçi sınıflarla ittifakını bağımsız olarak örgütlenmiş olarak kurmasını silikleştiren, proletaryayı halkın içerisinde eriten bir yaklaşımdır. Proletarya yönelimi taşımakla birlikte halkçılıktan kopamamış bir görüştür. Dolayısıyla ML teoriden çıkış aldığımız, aşamalılık ve kesintisizlik ilişkisini belirtilen temel noktalardan maoculuğu eleştirerek geliştirdiğimiz Platformumuz ve siyasal alandaki mücadelemiz tam da bu noktada halkçılıktan koparak ayrışamamıştır. Sosyalist görevler alanından demokratik görevlere bakış ve proletaryanın bağımsız örgütlenmesine dayanan bir hegemonya yaklaşımı yetersiz kaldığı gibi, ayrıca fiilleştirme adımları da atılamadığı için halkçılıkla ayrımlarımız derinleştirilememiş, kesin bir kopuş sağlayamamışızdır.

Sosyalist görevlerin tekellerin kamulaştırılması ile sınırlı görülmesiyle demokratik alandaki siyasal görevlerin çözümüne bağlı olarak sosyalizm aşamasına geçileceği görüşü sürmektedir. Köylülük, küçük burjuvazinin diğer kesimleri için demokratik ve anti emperyalist görevler temelinde bir siyasal sınıfsal çözüm yeterlidir. O kendi hakimiyetinde ya da kendisini dıştalamayacak bir meta ekonomisi düzeni düşler ve hedefler, onun için mücadele eder. Nihai amaç, demokratik kapitalizmdir. Emperyalizme karşı mücadelesi de bu kapsamdadır ve bununla sınırlıdır. Anti-tekel bir mücadeleye dahi girseler, amacı yine tekellerin olmadığı demokratik bir kapitalizmdir. Proletarya ise burjuvazinin sınıf iktidarını ve kapitalizmi yıkmak için mücadele eder. Proletarya genel olarak emperyalizme değil kapitalist emperyalizme karşıdır. Emperyalizme karşıtlığının somut ve açık ifadesini ve DERİNLİĞİNİ ve farkını, kapitalizme karşı onu bir sistem olarak yıkmak ve ortadan kaldırmak için yürüttüğü mücadele ve sosyalizm için olan mücadelesi oluşturur. Onu ulusal kurtuluşçu burjuva, küçük burjuva antiemperyalizmlerinden ayıran budur. Dolayısıyla demokratik devrim koşullarında dahi proletaryanın programının, örgütlenmesinin, mücadelesinin kapsamı ve içeriği diğer halk sınıflarından farklıdır. DEVRİMCİ PROLETARYA, İTTİFAK İLİŞKİLERİNİ DE BUNA GÖRE, DİĞER EMEKÇİ SINIFLARIN İSTEMLERİNİN DEMOKRATİK KAPSAM VE İÇERİĞİNİ UNUTMADAN -ÇÜNKÜ ONLARI HAREKETE GEÇİRECEK OLAN VE DEVRİME KATILMALARININ SEBEBİ BUDUR- KENDİ AMAÇ VE HEDEFLERİNDEN DE VAZGEÇMEDEN KURAR. Proletaryanın bağımsız bir çizgi geliştirebilmesinin, ittifak ilişkilerinde hegemon bir ilişki kurabilmesinin, kesintisiz gelişimin koşulu da budur. Kendisini partisi aracılığıyla bir sınıf olarak örgütlemesi en başta bunun için gereklidir. İşte proletaryanın fiili önderliğinden, hatta hegemonyasından söz etmemize karşın onun bağımsız örgütlenmesini her şeyin önüne koymayan, buna göre bir ö.sel konumlanma içerisine işçi sınıfının teorik, isyasal ve ekonomik mücadelesini bir bütünlük içerisinde yürütmeyen, demokratik devrimin siyasal görevlerine doğru daralan bir Ö. olarak biz, demokratik halkçı devrimcilikten kopamamışızdır.

Proletaryanın siyasal nitelikteki sosyalist görevlerinin “Antiemperyalist demokratik halk diktatörlüğü, proletarya dikratörlüğünün özgül bir biçimlenişidir” biçimindeki ifadesine karşın sosyalist demokrasinin siyasal, ekonomik, toplumsal yapı ve ilişkilerine dayalı, bu yönde derinleşen bir tanımlanışının olmayışı, bu noktada da halkçılıktan kopamayan bir demokratik devrimcilikle sınırlandırmıştır bizi.

Bunlar, sadece teorik-programatik, stratejik düzeylerde halkçılıkla ayrımlarımızın net ve derinleşmiş olarak çizilmemiş olduğunu göstermez. PROLETARYANIN BAĞIMSIZ VE SOSYALİST GÖREVLER TEMELİNDE ÖRGÜTLENMESİ, HER DÖNEM VE HER DURUMDA AÇIK- SEÇİK BİR BİLİNÇ, OLMAZSA OLMAZ HALİNE GETİRİLMEDİĞİNDE, PROLETARYANIN İŞÇİLER OLARAKTA DEĞİL SINIF OLARAK VÜCUDUYLA MÜCADELENİN İÇERİSİNDE BİLFİİL YER ALMADIĞI VE BUNUN ÖRGÜTLENMESİ OLUŞTURULMADIĞI KOŞULLARDA, SINIF MÜCADELESİNİN ANTİFAŞİST DÜZEY VE BİÇİMLER ÜZERİNDEN GELİŞTİĞİ, KÜÇÜK BURJUVA DEVRİMCİLİĞİN YAYGIN VE HALKÇILIĞIN BASKIN OLDUĞU BİR ÜLKEDE VE SİYASAL ORTAMDA ML İDEOLOJİK- TEORİK BİR KAYNAKTAN ÇIKIŞ ALINIYOR, SINIFIN Ö.LENMESİ HEDEF OLARAK KONULUYOR BİLE OLSA İÇERİSİNDE OLUNAN DEVRİM AŞAMASININ, DÖNEMİN, KONJONKTÜRDEKİ MÜCADELENİN ÖNE GEÇMESİ VE BELİRLEMESİ ÖNLENEMEZ OLUR. HELE Ö. OLARAK KENDİ DOĞUŞU DA BU ZEMİN İÇERİSİNDE OLMUŞ, ÖZELLİKLERİ DÜŞÜNÜŞ, ALIŞKANLIKLARI, REFLEKSLERİ BUNUN İÇERİSİNDE OLUŞMUŞ VE ŞEKİLLENMİŞ, Ö. KADRO VE GÜÇ SINIF TEMELİNDE SINIF TEMELİNE DAYANMA YÖNÜNDE FİİLİ BİR DÖNÜŞÜM GERÇEKLEŞTİREMEMİŞ BİR YAPI SÖZ KONUSUYSA YÜZ KERE TEKRAR EDİLENİN YÜZ BİRİNCİ VE YÜZ BİNİNCİ TEKRARINI YAPMAK İSTEMİYORSAK NEDENLERİ FARKLI YERLERDE DEĞİL BURADA ARAMALIYIZ.

Üç; Sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin kaynaşması; ML ideoloji-parti-sınıf bütünlüğü ilişkisi içerisinden söylediklerimizi Ö.sel-kadrosal yapımızla ilişkilendirerek ilerletelim. Kopuşu engelleyen bir diğer etken, ideolojik bir grup-dar örgüt yapısını aşamayışımız, teori ve siyasetlerde ML ideolojiden çıkış alırken bunları sınıf temeline dayandırıyor olmayışımız, diğer deyişle sosyalist hareketle işçi sınıfı hareketinin kaynaşmasını yaratamayışımız, örgüt olarak dayanılan sınıf temelinin içinde işçi kökenli y.lar olsa ve kimi dönemler sınıf yönelimi daha güç kazansa da küçük burjuva ara katmanların çoğunlukta oluşu, antifaşist devrimci şekillenişin baskın niteliğidir… Bu dar ö. yapısı içerisindeki amorf sınıfsal ve siyasal şekilleniş, kısaca bu durumumuz, bizi işçi sınıfı temeli üzerinden politika yapmaya zorlayacak, onun içerisinden bir düşünüşe yaklaştırmadığı gibi, antifaşist mücadelenin ve halkçılığın baskınlığıyla da birleşerek sınıf yönelim ve startejisinin değil siyasal süreçteki değişim ve dalgalanmaların bizi belirlediği bir ara güç olmaya doğru itmiştir. Ö.sel kadrosal yapı ve özelliklerimiz, geri düzeyde seyreden işçi sınıfı hareketinin örgütlenmesinin sorun ve güçlüklerini çözmeye çalışmak, bunda ısrar yerine -zaman zaman vurgu ve çubuk bükmeler bile yapsak- devrimci antifaşizmin bizi de biçimlendirmiş olan baskın karakteri çekmiş ve belirlemiştir. Türkiye’deki işçi sınıfının yapısı, oluşum süreci ve gelişimi, sendikal hareketin gelişimi, işçi sınıfının dünyadaki durumu, burjuva, revizyonist reformist blokajlar, sınıfın örgütlenmesini güçleştiren sorunların çokluğu ve ağırlığı, stratejik olarak çok kararlı ve kısa dönemde sonuç alma beklentisine kapılmayan süreklileşmiş bir sınıf çalışmasını gerektiriyor. Üretim ve emek organizasyonlarındaki farlıklaşma ve sınıfın değişen yapısıyla sınıf örgütlenmesinin yeni ve çetrefil sorunları da ortaya çıkmış durumda. İŞTE BİZİM Ö.SEL KADROSAL YAPIMIZ VE GÜÇLERİMİZİN BİRÇOĞUNDA HAKİM OLAN DÜŞÜNÜŞÜMÜZ, İŞÇİ SINIFININ BU KOŞULLAR İÇERİSİNDE ÖRGÜTLENMESİNE YATKIN VE YÖNELİMLİ DEĞİLDİR. PROLETARYANIN SABIRLI SOLUKLU, UZUN VADELİ AMA SON DERECE DERİN, MUAZZAM BİR AKIŞKANLIK DA GÖSTEREBİLEN DEVRİMCİLİK TARZINDAN DAHA FAZLA TEK YANLI VE TEK BİÇİMLİ MÜCADELEYE, KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ACELECİ VE ÇABUK SONUÇ ALMA İSTEKLİ TARZINA DAHA YAKINIZ. KRİZLER GİBİ DÖNEMSEL FIRSATLARI ÖZGÜL VE ALANSAL GELİŞMELERİ DEĞERLENDİREREK FAKAT TEMEL SINIF ÇALIŞMASINI BUNLARDAN İBARET OLMAKTAN ÇIKARTARAK KISA HATTA ORTA VADEDE HİÇBİR BEKLENTİDE OLMAYACAK BİÇİMDE STRATEJİK BİR KARARLILIKLA VE İYİ HEDEFLENDİRMELERLE YÜRÜTÜLMESİ GEREKEN BÖYLE BİR ÇALIŞMA YERİNE KÜÇÜK BURJUVA ACELECİ DEVRİMCİLİK ANLAYIŞINDAN, SOL KENDİLİĞİNDENCİLİKTEN KOPAMAMIŞ BİR ÇALIŞMA TARZI, SINIF MÜCADELESİNİ SALT SİYASAL MÜCADELEYE İNDİRGEMİŞ -Kİ BU DA DAHA ÇOK ANTİFAŞİST İÇERİKLİDİR- HER KONU VE DURUMU İLKESELLEŞTİRİP İDEOLOJİKLEŞTİREN SINIFIN EKONOMİK MÜCADELESİNE VE DİĞER YAŞAMSAL SORUNLARINI KAPSAYAN MÜCADELE VE ÖRGÜT BİÇİMLERİNE UZAK BİR DÜŞÜNÜŞ BİÇİMİ, BELİRTİLENLERİ KAPSAYARAK SAĞLAM VE KARARLI BİR STRATEJİYLE SÜREKLİLEŞEN, KURUMSALLAŞAN BİR BİÇİMDE YÜRÜTÜLMESİ GEREKEN BİR SINIF ÇALIŞMASIYLA ÇELİŞMEKTEDİR. (Grup döneminde sınıf ve sosyalizm idealizasyonu ve bunun komünistlik ve profesyonel devrimcilik ölçütü haline getirilmesiyle ileri ve kilitlenen bir konumlanışa sahiptik. Keza işçi kökenli komünist y.larımız, işçi sınıfını içerden tanıyan ve aceleci küçük burj. devrimciliğiyle bağdaşmayan yapı ve özellikleriyle sınıf ve kitle çalışması yürüttüler. Sonuç alıcı da oldular. Sınıfla nispeten daha iç içe olan, sosyalizm-sınıf bağını ideolojik olan kurabilen, öncü-kitle diyalektiğine ilişkin son dönemde yapılan açılım ve vurguları görece kavrayan y.larda bu kavrayış ve bilinç, bütünüyle doğru ve derinleşmemiş de olsa vardır.)

GÜÇLERİMİZDE SINIFÇI DÜŞÜNÜŞ VE SINIF İDEALİZASYONU ZAYIFTIR. İşçi sınıfının devrimci rolüne ilişkin olarak teorik tespitlerimiz son derece nettir; komünist bir ideolojik kimliğin belirleyici ögelerinden birisi olan, sınıf devrimciliğiyle somutlanması gereken bu tespit, sınıfın içerisinde ve onun içerisinden kavranışıyla birleşip somutlaşmadığı, sosyalizmle işçi sınıfı hareketini kaynaştıran bir gelişim sağlanmadığı için teorik bir önerme olarak kalmaktadır. Hatta işçi sınıfı hareketinin geride olduğu ve geriye itildiği, küçük burjuvazinin ve küçük burjuva devrimciliğin öne geçtiği bir tarihsellik içerisinde ve sınıfı örgütlemekte yaşanılan sorunlar nedeniyle sınıfa, işçi sınıfının devrimci özellik ve potansiyellerine karşı dile getirilmeyen bir güvensizlik ve inançsızlık yaygın olarak vardır. (Ki bu sınıfla da sınırlı değildir; kolay hareketlenen kesimler dışında kitlelere karşı bir güvensizlik vardır.) Sınıfı örgütlemekte yaşanılan zorlanmalar, sorunu yeni bir bakış açısı, yeni ilişki biçimleri geliştirerek aşmaya da yönelinmediği ve bunlarda ısrarlı olunmadığından sınıfın devrimci potansiyellerine olan bu güvensizlik ve inançsızlık alttan alta beslenmektedir. Süreçlere baktığımızda ML ideojiden, teoriden ve bazı siyasetlerimizden çıkış alarak gerçekleştirilen sınıf yönelim ve vurguları, güçlerimizle dışında olmadığımız halkçılığın ve halkçılık zeminindeki faşizme karşı mücadelenin çekim etkisi karşısında çözülmüş etkisizleşmiştir. Antifaşist ve antiemperyalist mücadeleler, olay ve gelişmeler, hareketlenmeler, bizim devrimci şekillenmemize ve duyarlılıklarımıza daha kolay hitap eder, reflekslerimiz hemen bu yönde çalışır ama işçi sınıfının zor ve zahmetli örgütlenmesi, ancak uzun süreli bir çalışmayla sonuç alınabilecek bir çalışma ise, başlansa bile sürdürülmez, bir süre sonra bırakılır. ANTİFAŞİST MÜCADELENİN BİR MİLİTANI, EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE DE DE ATEŞLİ BİR YURTSEVER OLMALIYIZ FAKAT BİZ ÖNCELİKLE SINIFIN BİR DEVRİMCİSİ VE PROLETARYANIN SAVAŞIMININ BİR MİLİTANI OLMALIYIZ. VE İŞÇİ SINIFINI ÖRGÜTLEMEK İÇİN NE GEREKİYORSA ONA GÖRE KONUMLANMALI, ONA GÖRE YAŞAMALI, SINIFIN BİR PARÇASI HALİ GELMELİYİZ. EĞER KENDİMİZE KOMÜNİST VE PROLETARYA DEVRİMCİSİ DİYORSAK BİZİM İÇİN BİRİNCİL KISTAS BUDUR. İşçi sınıfının bir parçası haline gelinmeden onun öncüsü ve ileri müfrezesi olunamaz. Proletaryanın savaşımı, sadece teorik ya da sadece genel bir siyasal savaşım değildir onun günlük ihtiyaç ve istemleri doğrultusunda yürütülmesi gereken bir mücadeledir aynı zamanda. Bu mücadelelerle hak elde edilmesi, sadece işçi sınıfının yaşam koşullarınn bir nebze iyileştirilmesini sağlamaz, sınıfın siyasal özdeneyim, eğitim ve özgüveninin gelişimini de sağlar. Ekonomik mücadelelerin, reformlar için mücadelenin gerekliliğini lafzen kabul edip bunun pratiğine uzak olmaktan vazgeçmeliyiz. Bugün için zorlu, zahmetli, süreklileşmiş emek gerektiren bir çalışmadır bu. Bu çalışmalar yürütülmeden devrimin büyük kapıları açılamaz, zorlu ve küçük adımlarla ilerleyecek bu çalışmalar yürütülür, sınıfla bağlar geliştirilirse sınıfın büyük devrimci gücünü ve sınıf hareketinin akışkanlığını ve oluşturduğu dalgaları görecek ve onun yaratıcısı olacağız. 15-16 Haziran’ı -sendikal özgürlüğü kısıtlayan bir yasaya karşı başlamıştır- yaratan da, DGM’yi ezdik/sıra MESS’te diye yürüyen de, Ekim devrimini gerçekleştiren de işçi sınıfıdır. ARTIK ŞU ÇOK İYİ BİLİNMELİDİR: PROLETARYANIN KATILMADIĞI VE EN ÖNÜNDE YÜRÜMEDİĞİ HİÇBİR HAREKETİN, İSTERSE DALGASAL YÜKSELİŞLER GÖSTERSİN KÜÇÜK BUJUVAZİNİN ÖFKELİ EYLEMLERİNİN GELECEĞİ YOKTUR. BİZİM DUYARLILIĞIMIZ DA SORUMLULUĞUMUZ DA, BİLİNCİMİZİN VE YÜREĞİMİZİN BÜTÜN GÜCÜYLE KİLİTLENECEĞİ İŞÇİ SINIFI HAREKETİ VE ONU ÖRGÜTLEMEKTİR.

Proletaryanın devrimci şiddeti de sadece bir devrim döneminin, silahlı halk ayaklanması döneminin şiddeti değildir ve olmayacaktır. Bugün bu an itibariyle emeğin korunması mücadelesinden de başlayarak EMEĞİN YUMRUĞUnu yükselteceğimiz, sınıfın haklarını ve onurunu bununla da savunacağımız ve ayağa dikeceğimiz bir mücadele olacaktır aynı zamanda… EMEĞİN YUMRUĞUnun hedefi sadece faşistler değildir bir bütün olarak kapitalist sınıf ve ona her türden uşaklık yapanlardır. işçileri kölece çalıştıran, ücretlerini ödemeyen, hakaret eden aşağılayan, uşaklaştıran kapitalistlerdir düşmanımız. Sınıf kinimiz, öfkemiz onlara yönelecektir. EMEĞİN YUMRUĞU BUGÜN ÇIKIŞINI SINIFIN BÜYÜYEN ÖZSAVUNMA İHTİYACINDAN ALMAKTADIR VE SINIF ÇALIŞMASI YÜRÜTTÜĞÜMÜZ VE SINIF ÖRGÜTLEMEYE BAŞLADIĞIMIZ HER YERDE BU ÇALIŞMANIN VE ONU ÖRGÜTLEMENİN BİR PARÇASI VE BİR BİÇİMİ OLARAK YÜKSELTİLECEKTİR. SINIF SAVAŞIMI GELİŞTİKÇE DE PROLETARYANIN DEVRİMCİ ŞİDDETİNİN FARKLI BİÇİMLERİYLE DE BİRLEŞECEK, İÇ İÇE GEÇECEKTİR.

’90’ların başlarında sınıfa yönelme vurgu ve kararları, ayrı bir çalışma olarak örgütlenen EKK çalışması dışında geçici ve kısa sürede etkisizleşen, sonuç yaratmayan hamleler olarak kalmıştır. Bizde -X’in temel yapısında- komünist kimlik, PROFESYONEL DEVRİMCİLİK BİÇİMİNDE PARTİ İŞÇİLİĞİ güçlü bir özelliktir. Bu aslolarak leninist örgüt nitelikleri ve kendi yaratmış olduğumuz devrimci değerler üzerinden şekillenmiş bir kimliktir. Sınıf ve kitlelerle geniş ölçekli bir buluşma ve kaynaşma gerçekleşmediğinden de dar devrimciler ö.ü olma norm, değer ve özellikleri güçlü, öte yandan ciddi zayıflık ve engel oluşturan yönleriyle baskın ve belirleyicidir. Ö.sel-kadrosal kimlik oluşumunda, ideolojik olarak ML’den doğup besleniyor olsa da proletaryanın devrimci özelliklerinin, proletarya mücadelesinin biçimlendirdiği bir sınıf kimliğinden çok, faşizme karşı mücadele içerisinde şekillenen bir kimlik, onun kazandırdığı değerler baskındır. Ö.müzün ilk dönem çekirdek kadro yapısı içerisinde öğrenci-aydın kökenli y.larımızda bu iki nitelik birbirini güçlendirerek vardı. Birçoğumuz fabrikalarda çalıştı ve işçilerin oturduğu bölgelerde ve işçilerin evlerinde yaşadık. Sınıf içerisinde çalışmak, sadece işçi sınıfını örgütlemek değildi, tutkulu bir hedef, idealimizin gerçekleşmesiydi. PROFESYONEL DEVRİMCİLİĞİN EN ÖNEMLİ ÖLÇÜTÜYDÜ; küçük burj. sınıf yapı ve özelliklerinden, bu temeldeki aile ilişkilerinden, okuldan kopmak kendimizi sınıfın bir parçası ve proletarya devrimcisi olarak örgütlemekti. ANCAK SINIFI Ö.LEYEREK SOSYALİZME VARILABİLİRDİ. Ö. kimliğimiz ve fabrikalarda çalışılarak, işçi semtlerinde yokluk içerisinde yaşanılarak kazanılan sınıf kimliği bizi karakterize eden, çelikleştiren temel özelliklerden birisiydi. Gençlik mücadelesinde, daha sonra semtlerde şekillenmiş militan antifaşist kimliğimiz bu nitelikle birlikte vardı. Birbiriyle harmanlanmış bu özellik ve nitelikler, profesyonel devrimci ö.işçisi kimliğiyle bütünleşerek daha üst bir niteliğe çıkmıştı. Sınıf yönelimi, sınıf çalışması ile bütünleşen, sınıf niteliklerinin de içerisine katıldığı bir ö.sel kimliğe en fazla sahip olduğumuz dönem grup ve X’in kuruluşu sonrası dönemidir. Bu dönemde aynı zamanda semtlerde, antifaşist mücadelenin halk hareketi biçimindeki gelişimine dayalı amorf bir şekilleniş ve bunun öne geçmesi vardır. Fakat, faşizme karşı mücadele koşullarının sertliği, faşistlerle gece-gündüz yaşanan çatışmalar, faşist devlet teröründeki artma, bu dönemde antifaşist militan devrimcilikle profesyonel devrimci ö. işçisi kimliğinin özelliklerinin iç içe geçmesi ve yürütülen semt ve fabrika çalışmalarının birbirine yakın hatta yer yer iç içe oluşu, temel kadro şekillenişi açısından derin bir ayrım yaratmadığı gibi, kimi kadroların daha nitelikli bir gelişimine de olanak sağlamaktaydı.

Bu söylenenler, sonraki dönemde gençlik çalışması içerisindeki güçlerimizi ve semtlerde ö.lenen güçleri kapsamaz. Onlarda antifa. özellikler daha baskındır, kadrolaşmış olanlar belli düzeylerde ö.kimliği de kazanmışlardır. ’90’lı yıllarda kadro şekillenmemizdeki bu işçi ve sınıfçı yön, sınıf çalışması yürüten, EKK çalışmalarında yer alan y.larda belli düzeyde gelişti. Bahar işçi eylem dalgasını yakalayamamıştık, sınıfla bütünleşme güç toplama yönünden iki-üç ilişki dışında onu değerlendiremedik. Sınıf eylemleri de geri bir düzeyde ve geri biçimler içerisindeydi. Birkaç y. dışında bizim ö.sel-kadrosal özelliklerimiz, ilişki kuruş yöntemlerimiz sınıf hareketinin bu düzeyinden ilişki kurmaya yönelimli ve yatkın değildi. Gazi’yle birlikte baskınlaşan ise, antifaşist özellikler oldu.

Sınıf özellik ve nitelikleri kazandırmaya başlayan bir damar, işçileşmeyle ve yürütülmeye başlanılan sınıf çalışması içerisinde 2000’lerde tekrar fakat daha geri bir düzeyden, enformel sektörlerde ortaya çıktı. İşçi hareketinin, genel olarak sınıf mücadelesinin geri düzeyi, ö.lenme ve kadrolaşma düzeyinin bu dönemdeki geriliği onları belirliyor, komünist partili işçi kimlik ve niteliği kazanmış değiller. Bunlar kazanılabilir ve kazanılacak özelliklerdir. BU SÜREÇTE VE BUGÜN, PROFESYONEL DEVRİMCİLİK VE PARTİ İŞÇİSİ KİMLİĞİ, KAPİTALİST SİSTEM BASINCI VE İÇE DOĞRU ETKİSİYLE, PART-TİME DEVRİMCİLİK TARAFINDAN BOZUNUMA UĞRATILMIŞTIR VE EN ÜST ORGANLAR DAHİL ZAYIFLAMIŞ BİR KİMLİKTİR. SINIFIN İLERİ ÖZELLİKLERİNİN KAZANILMASI VE BUNUN İLK KRİTERLERDEN BİRİ OLARAK PARTİ-KADRO KİMLİĞİ HALİNE GETİRİLMESİ, KEZA GELİŞKİN BİR PROFESYONEL DEVRİMCİLİK ANLAYIŞIYLA PARTİ İŞÇİSİ KİMLİĞİ, KOLEKTİF Ö.SEL EMEĞİN ETKİN, ÖZNELEŞMİŞ, ÜRETKEN BİR PARÇASI OLMAK, GELİŞKİN KOMÜNİST İDEOLOJİK BİÇİMLENME VE UZLAŞMAZ SİSTEM KARŞITLIĞI VE MİLİTAN DEVRİMCİLİK KADRO ÖLÇÜT VE DEĞERLERİMİZİN BUGÜNKÜ OLMAZSA OLMAZLARIDIR.

Semtlerdeki kadro ve ilişki şekillenişi, gençlik çalışmasının sonraki dönemlerinde sınıf yöneliminin başarısız oluşu, ilk dönem çekirdek kadro yapı ve kimliğinin güçlü bir özelliği olan proletarya devrimciliği niteliğini zayıflatmıştır. İŞTE X DEĞERLERİ DEDİĞİMİZ ZAMAN İLK HATIRLAYACAĞIMIZ, GRUP OLDUĞUMUZ VE KURULUŞ SONRASI DÖNEMİMİZDEKİ SINIF KİMLİĞİYLE ÖZDEŞLEŞEN, SINIFLA TUTKULU BİR KAYNAŞMA HEDEFİNİ ÖNÜNE KOYMUŞ BİR PARTİ İŞÇİSİ KOMÜNİST KİMLİĞİNİN OLUŞTURULMASI OLACAKTIR. “SINIFI ÖRGÜTLEYEREK SOSYALİZME ULAŞACAĞIZ” DÜŞÜNCESİ OLACAKTIR. BUGÜN Ö.SEL VE KADROSAL DÜZEYDE TASFİYECİLİK KARŞITI DURUŞ, KAPİTALİZMLE SINIRLARIN KALINCA, YAŞAM TARZIMIZ DAHİL ÇEKİLMESİYLE MÜMKÜNDÜR. BU DA ANCAK İDEOLOJİ-SINIF-SOSYALİZM BAĞINI GÜÇLÜ BİR ŞEKİLDE KURACAK OLAN PARTİ İŞÇİSİ KOMÜNİST KİMLİĞİYLE VE BURJUVAZİYE KARŞI UZLAŞMAZ SINIF SAVAŞIMIYLA OLUR. BAŞKA DA HİÇBİR ŞEKİLDE OLMAZ.

Bir bütün olarak bakıldığında teori, program, temel siyasetler, sınıf, örgüt-kadrolar arasında ilişkisel bir bütünlük oluşturamadığımız, bunun formasyon ve davranışını geliştiremediğimiz görülür. Bu anlamda biz, proletaryaya dolaysızca dayanan, işçi sınıfının öncü kesimlerini örgütlemeyi başarmış ML bir politik ve ö.sel özne hiçbir zaman olamadık. İdeolojik, politik ve örgütsel varoluşumuz, ideo-teorik olarak ML’e dayanan, politikalar genel olarak bunlardan çıkış alarak biçimlendiriliyor olsa da konjonktürelliğin aşılamadığı -süreç devrimciliği- ve sınıfla bütünleşememiş, sınıfa uzak kalan, kadrosal açıdan dar-örgüt komünist ö. değerleriyle şekillenmiş, sınıf özellik ve niteliklerini taşıyan, sınıf kökenli yoldaşlarımız da içerisinde yer alsa da bugüne doğru getirdiğimizde sınıf yönelimli aydınlar olmayı, semt devrimciliğini, öğrenci devrimciliği aşamayan, profesyonel devrimci parti işçisi kimlik ve özellikleri gerilemiş küçük burjuva kökenlilerin çoğunlukta olduğu bir varoluş biçimidir. Bu kadrosal şekillenişte sınıf devrimciliği kimliği daha zayıf ve daha az sayıda y.ta var olan bir kimliksel özelliktir, farklı düzey ve dozajlarda olmakla birlikte antifaşist nitelik baskındır. Komünist ideolojik-teorik, siyasal şekillenişte ve X norm ve değerlerine göre biçimlenmekte ve bunların bütününün belirlediği bir mücadele duruşu ve yaşam tarzı oluşturmakta ise belirgin bir düşüş vardır.

ŞİMDİ BİRDE KONJONKTÜREL ETKİ ÜZERİNDE DURALIM. Bizde ’90’ların başlarından itibaren sosyalizm vurgusu arttı, genel bir vurgu olmaktan çıktı. Teori ve siyasetlerimize daha yoğun ve dolaysız girmeye başladı. (1990’da çıkarttığımız MYOda demokratik ve sosyalist görevleri tanımladığımız yazı somut ve sosyalizm vurgusu güçlü bir içeriğe sahipti. O sıra iki kez görüştüğümüz Ekim’in MK’nde yeralan bir arkadaş bu yazıya bütünüyle katıldığını söyledi. Bu görüşmelerde biz, onların demokratik görevlere uzak duran görüş ve tutumlarını eleştirmiştik.) EKK yönelimiyle daha da güç kazandı. Bahar eylem dalgası, onu izleyen emekçi memur hareketi de bu yönelimi besliyordu. AFM.. politikalarımızın içerisine de girdi. Fakat sadece politika olarak kaldı; AFM..nın sınıf ve kitlelerle siyasal olarak buluşan ve derinleşen bir çizgide değil semt gençlik kesimi içerisinde kalışı ve dar bir antifaşist eylem anlayışına doğru gerileyişi ile bu yön, hiç fiilleşmedi. İşçi sınıfı hareketindeki gerileme, emekçi memur hareketindeki durağanlaşma, genel grev taktiğinin boşa çıkması, nispi yükseliş dalgasının her alanda düşüşe yönelmesi, EKKnın politik açılımlarının yenilen ö.sel darbelerle birlikte -o çalışmaları yürüten Tahsin gibi y.ların yakalanmasıyla- pratikleştirilememesi, farklı sektörlerden işçilerle gerçekleştirilmeye başlanan toplantıları bitirdi. EKK sosyalizm içerimli ve yeni bir sosyalist öncü işçi kuşağı oluşturmayı amaçlayan bir kapsama sahipti; sınıfın yapısında ortaya çıkan parçalanma ve değişimlere uygun yeni politikalarla, özellikle de yeni ö.leme politkalarıyla geliştirilmesi, sınıf çalışmasının bütününü içeren stratejik -özellikle stratejik- ve taktik belirlemeler yapılması gerekiyordu.

Bu gelişmeler, sosyalizm-sınıf ilişkisini kurma yönelimimizi zayıflattı; özelleştirmeye karşı direnişler ve yürütülen çalışmalar da bu açıdan sonuç sağlayıcı olmadı. Hizbin dar ve geri bakış açısı, sonuç alamayan yeni politikalara düşmanlığı ve bunların X’i bozduğu görüşleri, ileriye doğru olan gelişime uzaklıkları düşüncemizde bir değişiklik yaratmamakla birlikte oluşan güç kaybıyla fiili bir engel oluşturdu.

III.Kon.ın içerimi, teorik yönden sosyalizme doğru yeni bir vurgu oluşturmakla birlikte bu antifaşist devrimcilik için kapanan döneme işaret edişle sınırlı kalıyor sosyalist devrimci bir siyasal stratejiye geçişle birleşmiyordu. Liberal anarşist ütopyalarla, küçük burjuva sosyalizm türleriyle sınırlarımızı çektiğimiz “Komünizmin Özgürlük Dünyası” gibi, “Toplumsal İlişkiler Bütünü Olarak İnsan” gibi ve bunları izleyen, daha gelişkin bir sosyalizm anlayışının temellerinin atıldığı teorik çalışmalar oldu. Fakat düşünüş olarak kimi zaman depreşse de sosyalist devrim stratejisine geçiş gerçekleştirilmedi.

Bu dönemde siyasal koşullar ve rejimde görünür değişikliklerin olmaması, özellikle Kürt sorununun yakıcılığını sürdürüyor olması, neoliberalizmin etki ve ilişkilerinin ekonomik-toplumsal yapıda daha belirgin olmasına karşın o dönem ve izleyen süreçte idari ve hukuki yapıda değişiklikler olarak gerçekleşmesi belirleyiciydi. Bir ön açılım yapılmış olmakla birlikte devleti sadece siyasal iktidar aracı olarak görmeye indirgenmiş bakış açısından dolayı sınırlı tespitler dışında devletin yeniden yapılandırılmasının farklı yön ve boyutları görülmüyordu. (Devletin yeniden yapılandırılması yazısının ikinci bölümü, yazıyı yazan Yu. y. kafasında çözemediği için asıl olarak bundan dolayı yazılmadı. Çünkü, devlet konusunda daha üst ve daha geniş bir bakış açısı ve yeni bir açılım gerekiyordu. Devleti sadece siyasal işlevleri üzerinden değil toplumsal rol ve işleviyle, idari ve hukuki yapısıyla, dış politikasıyla, sermaye birikim koşullarındaki değişimin devletin iktisadi temelinde ve diğer alanlarda ne gibi değişiklikleri ortaya çıkartmaya başladığını ileriye doğru görerek, burjuvazinin sınıf egemenliğinin diğer araç ve biçimleriyle ilişkilendirerek çözümlemek gerekiyordu. Değişimin ekonomik temeline ilişkin kısa bir bölüm önerimle girdi… Bu çözümleme, önceki dar bakıştan kurtulan bir açılımla gerçekleştirilemedi.) Özal’ın “dört eğilimi birleştirme” olarak ifade ettiği, DSP-MHP-ANAP koalisyonuyla yeni bir biçimde dizayn edilen, AKP nin de rejim krizi dengelerine uyarlayarak Özalist çizgide devam ettirdiği, son dönemlerde “toplumsal merkez” kavramıyla da ifade edilen “uç”ları değiştirerek ve kapsayarak merkeze doğru çekme ve merkezin yeniden inşası politikasının anlamı da doğru olarak çözümlenmiş değildi. Ki bu siyasetin yeniden yapılandırılması açılımı, basitçe zayıflamış ve çözülmüş önceki merkez partilerinin yerine yenilerini geçirmek değil, ekonomik ve toplumsal değişimlere bağlı olarak burjuvazinin bir iç mücadeleyle kendisini ve toplumu yeni bir siyaset üzerinden örgütlemesidir. BUGÜN KÜRT SİYASETİNDE, ALEVİ SİYASETİNDE SOPA VE HAVUÇ SİYASETİYLE DEĞİŞİME UĞRATARAK KAPSAMA, KAPSAYARAK DEĞİŞİME UĞRATMA, MARJİNALİZE EDEREK DIŞTALAMA, SADECE SİSTEMİN DEĞİL SİYASAL REJİMİNDE İÇERİSİNE ÇEKME SİYASETİ, GELGİTLİ, POLİTİK GERİLİM VE ÇATIŞMALARLA SERT ÇALKANTILI BİR BİÇİMDE FAKAT BİR STRATEJİ İÇERİSİNDE UYGULANMAKTADIR. Siyasal düzeyde bunlar, ayrıca ekonomi-devlet, devlet-toplum ilişkilerindeki değişimler, idari ve hukuki yapı değişimleri bunların yaratacağı sonuçlar, siyasal ve sınıfsal anlamları çözümlenmiş değildi ve sonraki- 2000’lerde çıkan- XP’lerde idari yapı değişimleri ve toplumun yeni bir temelde örgütlenmesine ilişkin -YÖNETİŞİM, YOKSULLUĞUN YENİDEN YAPILANDIRILMASI gibi- ileriye doğru açılan bazı çözümlemeler yapılmış olsa da bağlantılı ve iç bütünlüğü kurulan bir kavrayış yoktu.

Burjuva siyaset alanında partileri, parlamentoyu, devleti kapsayan, ilerki dönemde tüm kurumlarını saran ve sermaye içi iktidar savaşıyla da giderek boyutlanan konjonktürel değişimlerin sık olduğu sert çalkantılı bir rejim krizi yaşanmaktaydı. Devrimci halk hareketinin önceki dönemlerdeki etkisi olmakla birlikte bu dönem ve süreçte Kürt ulusal devrimci hareketinin baskısı dışında devrimci bir vektörel etki bulunmuyordu. Kürt ulusal hareketi de gerilla savaşı, serhildanlarla kitleselleşmesiyle sorunun bölgeselleşme olasılığıyla güçlü bir baskılayan olmakla birlikte bir yandan da bir gerileme ve çözülme süreci içerisindeydi. Kürt orta sınıfları ve Kürt burjuvaları sürece daha fazla dahil olmaya başlamışlardı; aynı zamanda Türkiye Kürdistan’ında bağımlı kapitalizmin hızlı gelişimi, kapitalizm öncesi ilişkilerin daha hızlı çözülüme uğramasıyla önceki ve yeni Kürt burjuvalarının içerde ve dışarda Türk işbirlikçi tekelci kapitalistleri, emperyalist kurumlar, ve son süreçte de Güney Kürdistan’la yeni bir işbirlikçi entegrasyon sürecine girmeleri, neoliberal işbirlikçi kapitalist gelişimin Kürdistan’da oluşturduğu sınıfsal ve toplumsal yapı dönüşümünün savaşın yıkımıyla iç içe geçerek iki yönden bir toplumsal çözülme oluşturmaya başlamasıyla koşullar hızla değişiyordu. Kürdistan, ABD ve diğer emperyalistlerin Irak ve Ortadoğu politikalarıyla ilgi alanına daha dolaysız olarak girmişti. PKK ise bu değişen duruma ezilen Kürt emekçi sınıflarına daha fazla dayanarak karşıt yönde politikalarla değil bu gelişime “ateşkes” politikaları, program ve taleplerini geriye çekerek, geriye doğru bir değişimle sisteme uyum göstererek ve ona dahil olarak yanıt veriyordu. Kürt burjuvalarını kazanmaya, imhacı ve inkarcı Türk burjuva devletine karşı emperyalistlerden destek arayan, bölge devletleri arasındaki çelişkileri kullanmaya çalışan bir siyaset izliyordu. Ulusal hareket, bağımsızlıkçı ulusal devrimci bir programdan ulusal reformist bir programa geçmişti ve bu ulusal reformist program da sonraki dönemde giderek daha alt düzeyde ve geri taleplere -sınırlı kültürel ve idari haklar, dolayımlı siyasi haklara, Anayasal vatandaşlık talebine kadar geriye- doğru çekildi.

Bu süreç öyle çok alttan işlemiyor olsa da, rejimin yapısı ve temel koşullar itibariyle ’90’ların ikinci yarısında belirgin bir değişim yoktu. Devletin kurumsal yapısı, örgütlenişi 12 Eylül Anayasasına dayanıyor ve faşist niteliğini koruyordu. İç ve dış politikanın tüm önemli konu ve sorunlarında belirleyici olan MGK ve generallerdi. Emekçi sınıfların ekonomik sendikal hakları, siyasal haklar büyük ölçüde budanmış ve yasaklanmıştı. 301. Madde, siyasal parti yasaklamaları, seçim barajı devam ediyordu. Faşist gerici birikim siyasal ve toplumsal düzeyde yoğundu. Kürt sorunu rejim krizinin en önemli unsuru olarak çözülmemişliğiyle ve siyasal toplumsal durumu da etkileyerek sürüyordu. İnkarcı politikada gelgitler yaşanıyor olmakla birlikte bir değişiklik olmuş değildi ve imhacı politika, Kürt ulusuna saldırılar, gerillaya karşı askeri operasyonlar sürüyordu. Bunların varlığı, IMF vb. üzerinden emperyalizme artan bağımlılık, bölgesel koşullar, ABD’nin bölgeye yerleşmesi antiemp. demokratik halk devrimi stratejisi içerisinde kalışımıza yol açtı.

İşte sorun tam da bu noktada ve bu sorunlar kapsamında bu sorunların artık demokratik değil sosyalist demokratik çözümü perspektifinden ele alınmasının gerekliliği, halkçılığın değil proletaryanın mevziinden bu sorunlara bakmaktı. Sınıf ilişkilerindeki değişim, proletaryanın sosyalist devrimdeki ittifaklarını -köylülüğü çözerek kent ve kır yoksullarının, tarım proleterlerinin sayısını hızla artırarak- güçlendiriyor, proletaryanın yanı sıra bu kesimleri de ihtiyaç, özlem ve talepleriyle sosyalist devrime yaklaştırıyordu. KOBİ’sel gelişimle toplumsal gericiliğin en yoğun olduğu İç Anadolu bölgesinde bulunduğu ortamın izlerini ve doğum lekelerini taşımakla birlikte işçi sınıfı yığınsal olarak ortaya çıkmıştı. Küreselleşme, bu bölgelerdeki katı donmuş ilişkileri ve değer yargılarını neoliberal yönde parçalayıp yeniden şekillendiriyordu. Toplumsal, sınıfsal, grupsal, bireysel ilişkiler ve düşünüş, kapitalist bir biçim, başka ve farklı bir gericilik biçimini alıyordu. Türkiye Kürdistan’ında kapitalizm hakim hale geldikçe önceki homojenite bozuluyor, iç sınıfsal kutuplaşma -her ulusun iki ulus olma gerçeği- daha açık hale geliyordu. Bu değişen sınıf yapı ve ilişkileri, toplumsal yapı değişimi sosyalist devrimi koşullayan etmenlerdi. İçteki ve dıştaki bir dizi gelişme ekonomik toplumsal alandan başlayarak faşist rejimi ve burjuva siyasetin önceki şekillenişini çözerken gerek iç gerekse dış siyaset alanındaki farklı etkenler de -faşist kurumsallaşmanın köklülüğü, önceki egemen sınıf siyaset şekillenmesinin iç ve dış politikadaki güçlülüğü ve direnci, Kürt sorununda inkarda gelgitler yaşanıyor olmasına karşın inkarcı ve imhacı askeri politkanın sürüyor oluşu, emekçi sınıfların baskı altında tutularak yoğun bir şekilde sömürülmesinde neoliberalizmin faşizmin silahlarını kullanmaya devam etmesi, sendikal hakları gaspeden 12 Eylül yasaları, Ortadoğu koşulları- faşist rejimin irtifa kaybederek sürdürülmesinin dayanağını oluşturmaktadır.

DEMOKRATİK DEVRİMCİLİĞİ ISRARLA SÜRDÜRMEMİZİN EN ÖNEMLİ VE KAFAMIZDAKİ BELİRLEYİCİ NEDENİ ÜLKEMİZDEKİ SİYASAL VE TOPLUMSAL GERİCİLİK BİRİKİMİNİN YOĞUNLUĞUDUR. Siyasal ve toplumsal gericilik, eşittir faşizm olmamakla birlikte ülkemizde faşizmin temel sınıf dayanaklarını ve geniş toplumsal temelini oluşturur. Kapitalizm öncesi çözülüm halindeki feodal kalıntıların ve Orta Anadolu gibi bölgelerde geri düzeyde ve içe kapalı ticaretin-esnaf ilişkilerinin belirleyici olduğu ekonomiyle geri kapitalist yapı içerisinde sürdürülen tarikat yapılarıyla dinsel bir içerik kazanmış kültürel ilişkiler, tutuculuğun ve toplumsal gericiliğin yaygın temelini ve gücünü oluşturur. Bu gericilik çok eskilere dayalı bir tarihsel temele, dinsel ve miliyetçi burjuva bir içeriğe sahiptir. Osmanlılar döneminde Anadolu isyanlarının bastırılması, Alevilerin katledilmesinde egemen mezhebe -Sünni islama- dayalı olarak kullanılmıştır. Emperyalist ve Yunan işgaline karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren Anadolu hükümetine karşı padişah gücü olarak -Anzavur isyanları- kullanılmıştır. Bu toprakların insanları olan Ermenilere ve Rumlara -Karadeniz ve İstanbul’da Rumlara, İç ve Doğu Anadolu’da Ermenilere- karşı gerçekleştirilen saldırılarda bu bölgelerdeki dinsel ve milliyetçi burjuva gericiliği harekete geçirilmiş, bu ulus ve dini topluluklar “azınlık” durumuna düşürülmüş, mal varlıkları yağmalanmıştır. Türk burjuvazisinin hızlı sermaye birikimi için yağmaya, talana başvurulmuş, ağır vergiler uygulanmıştır. Toplumsal gericilik, Kürt isyanlarının bastırılmasında, Ermenilerin katliamında, 6-7 Eylül olaylarında Rum ve Ermenilere karşı saldırılarda kullanılmıştır. Balkanlarda reaksiyoner bir şekilde gelişen Türk burjuva milliyetçiliği, Cumhuriyetin kuruluşunun hemen sonrasından -1924- başlayarak saldırgan bir milliyetçiliği, 1930’lu yıllarda da dünya ve ülke konjoktürüyle faşist miliyetçiliğe dönüşmüş, devletleşme politikasına Trkleştirme politkası eşlik etmiştir. Kanlı Pazar saldırısında, ’70’lerde antifaşist devrimci halk hareketinin karşısında dini ve milliyetçi faşist temelde karşı devrimci kitle gücü olarak harekete geçirilmiştir.

Burjuvazinin gelişim sürecindeki zayıflıklar, iktidarı feodal sınıflarla giderek azalan düzeyde fakat uzun süre paylaşması ve kitleleri zapturapt altında tutmakta zayıf olduğu bölgelerde onların gücünden yararlanması, Anadolu’ya, özellikle Kürdistan’a doğru gidildiğinde burjuvaziyle feodallerin iç içe ilişkileri ve ticaret yapısının da bu ilişkiler içerisinden şekillenişi, bunlara bağlı oluşan bölgelerdeki hakim siyasal yapı, merkez parti yapılarının bu güçlere dayalı oluşu, emperyalizmin Sovyetleri aşağıdan çevirmek için oluşturduğu “yeşil kuşak” planı, NATO’nun sınır ülkesinde devrimci bir gelişime olanak tanımamak için Komünizmle Mücadele Derneklerinin örgütlenmesinden başlayıp sivil faşist hareketin devrimci hareketin karşısına çıkarılmasıyla, kontrgerilla saldırılarıyla ve askeri faşist darbelerle sürdürülen hakimiyet, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesine karşın bu ilişkilerin girift bir şekilde uzun zaman sürmesine ve korunmasına yol açmıştır. Bu toplumsal siyasal gerici güç, her dönemde gelişen sınıf hareketlerinin, halk mücadelelerinin, Alevilerin, Kürt halkının karşısına çıkartılmış, halkın büyük bir kesimi bu gerici bağlar içerisinde tutulmuş, burjuvazinin ve yerel düzeylerde feodal gericilerin iktidarlarını sürdürmelerini kolaylaştırmıştır. Köklü bir tarihsel temelede sahip bu gerici kesim, ’60larda Komünizmle Mücadele Derneklerinde, camilerde örgütlenmiş, TÖS’lü öğretmenlere, devrimci öğrencilere ve gençlik hareketine, işçi hareketine, ezilenlerin her uyanışına ve eylemine saldırmıştır. ’70’li yıllardaki devrim karşıdevrim çatışmasının karşıdevrim kutbunda, iç savaşa doğru gelişen sürecin bir tarafında faşist hareketinde toplumsal taban bulduğu bu gerici kesimler yer alır. Kürt ulusal özgürlük mücadelesine karşıda Batıda faşist hareketlerin arkasında, Kürdistan’da ise koruculuk ve Hizbullah -PKK’nin dediği gibi Hizbulkontra olarak örgütlenmiştir.

Antifaşist mücadelenin bu temeldeki şekillenişi, siyasal toplumsal gericilik birikiminin kitleler içerisindeki yoğunluğu, devletin faşist yapısıyla birlikte ona toplumsal bir temel de oluşturarak demokrasi mücadelesinin en önemli ve kilit sorunu olarak yer almıştır.

Kafamızdaki asıl ve doğru yanıtlanmayan sorun, toplumsal gericilik birikiminin varlığı ve yoğunluğunun ötesinde, bunun nasıl çözüleceğidir. Bu noktada yön veren ve pratikleştirilen görüş, en başta işçi sınıfını ö.leyerek, sınıf zemininden bir eksenleşmeyle ve sınıf hareketinin meşruiyetini kullanarak bu gücü parçalamak değildir; demokratik talepleri olan heterojen güçlere dayanan bir demokrasi mücadelesiyle, halkçı bir mücadele çizgisinden faşizmin ve ona taban oluşturan siyasal toplumsal gericiliğin yenilgiye uğratılması yaklaşımıdır. BUNDAN KOPULAMAMIŞTIR. ’90’larda proletaryanın önderliği; sınıfa karşı sınıf duruşuyla halk içerisinde gerici saflaşma ve bölünmelerin önlenmesine yönelik vurgulu yazılarımız oldu. Buna karşın siyasal toplumsal gericilik birikimini halkçılık kapsamında kalan demokrasi mücadelesiyle aşmak düşüncesinden kopamadık, sosyalist sınıfsal demokrasiyi alternatifleştiren bir görüşe geçilemedi. Oysa gelişen kapitalist üretim ilişkileri kapitalizm öncesi ilişkileri daha etkisiz hale getirmeye başladığı gibi, sınıfsal ilişkileride daha açık ve karşıt olarak ortaya çıkarmıştı. BURJUVAZİ-PROLETARYA KARŞITLIĞI SADECE BÜYÜK KENTLERDE DEĞİL PROLETARYANIN GERİ YAPISINA KARŞIN ÜLKE GENELİNDE HAKİM ÇELİŞKİ NİTELİĞİ KAZANMIŞTI. KEZA KIRSAL ALANLARDA DA. Feodal toprak ağalığı ekonomisinin yerine toprak ağalarının tarım kapitalistlerine dönüşümü ve zengin köylü işletmeleriyle kırsal alanlarda kapitalist tarım egemen hale gelmiş, ayrıca kırsal alan ticaret yoluyla bir bütün olarak kapitalist ilişkilerin içerisine çekilmiştir. Tarım proleterlerinin sayısı artmış, “sözleşmeli çiftçilik” uygulamasıyla küçük üreticilerde tekelci kapitalistlere bağımlı yarı işçiler haline getirilmekteydiler.

Kapitalist sömürü biçimleri ve kapitalist ilişkiler, diğer emekçi sınıfları ve toplumun geneline doğru da hızlı bir yayılma gösteriyordu. Sermayenin küresel birikim koşullarıyla uluslararası işbölümündeki farklılaşmalar, ekonomide olduğu gibi kültür, siyaset, yaşam biçimi, toplumsal ilişkiler alanında neoliberal ilişkilerin hızla yaygınlaşması, kapitalizm öncesi ilişki biçimlerini hızla çözmekteydi. Bu çözülüm, liberal kapitalist biçimlerle toplumsal gericilik birikiminin en yoğun olduğu Konya, Kayseri gibi kentlerde de liberal ilişkileri yaygınlaştıran ve hakim kılan yapısal bir toplumsal değişime yol açmakta ve sınıf ilişkilerini de farklılaştırmaktaydı.

Bütün bunlar sosyalist devrim demeyi gerektiriyor olmasına karşın siyasal görevlerin burjuvazinin sınıf iktidarını devirme stratejisi içerisinden değil faşist diktatörlüğü yıkma ile sınırlı ve pratiğiyle halkçılıktan kopamamış bir strateji içerisinden düşünülmesi faşizme de dayanak oluşturan toplumsal gericilik birikimine karşı mücadeleyi de bunun içerisinden düşünüyor ve bu şekilde aşamalandırmaya devam ediyor oluşumuz nedeniyle, bu düşünüşün bizdeki genetik etkisiyle bir strateji değişikliğine gidilmedi. (Not: ’97-’98 yıllarında sosyalist devrim dememiz gerektiği düşüncesi bende oluşmuştu. Fakat strateji değişikliğini öncelikli sorun olarak görmüyordum. O dönem yazdığım temel yazılar kapitalizm-sosyalizm karşıtlığı üzerine ve sosyalizm için bir teorik çerçeve oluşturmaya dönük yazılardır. GELİŞKİN BİR PROGRAM İÇİN TEORİK TEMELİN YENİLENMESİ GEREKTİĞİ, YENİ BİR BAKIŞ AÇISI OLUŞTURMAK VE BİR KADROSAL DÖNÜŞÜM YARATMAK BASKIN VE ÖNCELİKLİ DÜŞÜNCEYDİ. Sosyalizmin tarihsel yenilgi ve gerilemesiyle kapitalizmin güç kazanmasına karşı teorik-stratejik ve ö.sel/kadrosal bir yanıt hazırlamak, ML teorinin temel konu ve sorunlarında yeni açılımlar gerekiyordu. Siyasal yönden ise, faşist diktatörlüğe ve faşist hareketlere toplumsal temelde oluşturan toplumsal siyasal gericilik birikiminin yoğunluğu, Kürt sorununda bir değişimin olmaması, kafamda takılma noktasıydı. Beni en en fazla kilitleyen de bu iki etkendi.Toplumsal gericilik birikimi konusunu tartışır, ölçüp biçerken 1905 devrimi yenilgisinden sonra azgın bir gerici olan Stolipin’in kırsal alanlarda yapmış olduğu reformları kapitalist gelişim yönüyle doğru bir şekilde çözümleyen Lenin’in toplumsal gericilik birikimine olan vurgusu, o dönemde sosyalist devrim demeyişi de düşündürüyordu. Lenin bunu 1917 Şubat burjuva devriminin hemen ardından, Rusya’ya ayak bastığı gün trenden indiğinde söyledi. Bolşevik kadrolar içerisinde de bir çalkantı yarattı. Özellikle Kürt sorunu ve mücadelesi nedeniyle varolan durumda farklılaşanı ve değişeni bu yönden görmek o günlerde çok mümkün değilse de farklı bir açıdan bakmak mümkündü, doğru olan da oydu. Bu şekilde bir bakış olmayınca, frenleyen ve geriye çeken etkenler oldular. F tipi sürecine de girmiştik, devrimci hareketin ve bizim de gündemimiz bu tek konuya doğru hapsedilmişti… ABD’nin 2003’teki Irak işgalinden sonra da savaşın bölgeselleşmesi, ABD’nin İran’a da saldırması, Kafkaslara doğru yayılması, Kürt sorununun yeni bir boyut ve nitelik kazanması, Türkiye’nin bir şekilde bölgesel savaşa girmesi gibi o gün için gerçekleşme düzeyi az olmayan olasılıkları da değerlendirerek tartışıyordum. Bilindiği gibi, 90 bin Amerikan askerinin Türkiye Kürdistanında konuşlanarak oradan kara harekatıyla Irak’a girmesi, çapraz bir meclis ittifakıyla kıl payı reddedildi. Bunların yaratacağı sonuçları, etkilerini, antiemperyalist mücadelenin kazanacağı önemi vb.lerini düşünerek o kesitte bir strateji değişikliğine gitmemenin daha doğru olacağı düşüncesindeydim. Son dönemde geliştirdiğimiz sınıf-sosyalizm içerikli görüşleri de kapsayacak biçimde sosyalizm vurgusunu artırarak antiemperyalist demokratik devrim stratejisinde devam edebilirdik! Bu görüşümü y. lara da sözlü olarak ilettim. Konu, bir gelecek projeksiyonu oluşturmak için kendi içimde süren bir tartışmaydı. Bir yandan da emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşümü, gelişimi içerisinde kavramaya, ML teorideki tıkanma ve gerileme noktalarını, emperyalizmin küçük burjuva eleştirilerini aşmaya çalışıyordum. Kapitalist üretim ilişkilerinin en geri, dünyanın kırlarını oluşturan bölgelerde de hakim hale gelmesi ve belli başlı çelişkilerde yer değişiminin önsel kavranışı, proletaryanın durumundaki değişim bende yeni bir bakış açısını ortaya çıkartmaya başladı. Dünyadaki ve ülkemizdeki değişimler daha açık ve anlaşılır hale geldi; bölgedeki gelişmelerin seyri ve iç siyaset alanında ortaya çıkmaya başlayan kimi politik olgular, gecikmeden ve hiç zaman yitirmeden, bir an önce sosyalist devrim dememiz gerektiği düşüncesine yönelmemi sağladı. Temel bir değişim ve yeni bir konumlanmaya geçme zorunluluğuyla birlikte, sosyalist devrim dememenin anti emperyalist ve demokratik görevlerle buradan çıkarak ilişki kurmamanın milliyetçi küçük burjuva bir antiemperyalizme sürükleyeceğini, neoliberalizmden zarar gören, çeşitli nedenlerle -başta Kürt sorunu olmak üzere- ABD nin bölge politkalarına karşı olan egemen sınıf klikleriyle, faşistlerin bazı kesimleriyle dahi hatların karışabileceğini, bunların içte, bölge-Ortadoğu ve Kafkaslarda- gerici milliyetçi, şoven faşist, fundemantalist feodal dinci-milliyetçi kesimlerle ayrımları silikleştirip, konjonktürel sürüklenme ve erime tehlikesini ortaya çıkartacağını, çalkantılı bir gelişim gösteren neoliberal gerici burjuva demokratik oluşumla da sınırların ancak sosyalist demokrasi üzerinden çekilebileceğini, eğer bu adım atılmaz, demokratik devrimcilikte kalınırsa ayrımların iki yönden de silikleşeceğini, bu çalkantılı sürecin kritikliğini görmüştüm ve bir an önce karşıt sınıfçı bir sosyalizm, proletarya sosyalizmi BAĞIMSIZ POLİTİKA EKSENİNE geçmemiz, sosyalist devrim dememiz gerektiği sonucuna vardım. Bu görüş, içerdeyken oluşmuştu ve hazırlıklarına girişmiştim. Çıktığım andan itibaren de sonraya bırakılmaması gerektiğini belirterek bu görüşte ISRAR ETTİM. Temel nedenler ve bu süreç doğru kavransaydı 2005 yılı bitmeden Sosyalist devrim, -’90’ların başlarından itibaren yönelimimiz içerisinde oluşmakta olan bu görüş- bütün y.ların da görüş ve onayıyla söyleniyor olacaktı. Bunu söylemek için yazmış olduğum Taslak yazıdaki km ve köm üyelerinin hepsinin karşı çıktığı “gelişimin yönü gerici bir burj. demokrasisine doğru” tespitinin ucunu kırmayı, bunu açık bir tespit düzeyinde belirtmemeyi de önerdim. 2007 Mart’ında da rejim içi çatışma ve saflaşmaların devrimci ö.leri de içine çekmeye başlamasının oluşturduğu tehlikeyi görerek sosyalist devrim deme dışında sınır çekmenin, bağımsız politika yaparak özneleşmenin imkanının olmadığı düşüncesiyle sosyalist devrim genelgesini taslak olarak hazırlayıp organa (km) götürdüm. Önceden konuşulmuş değildi. Program/strateji değişimi kongre kararını gerektirir. Bu noktada, yöntemin yanlışlığı öte yandan bu adımın atılmasının siyasal bir zorunluluk olduğu G. nin en üstünde taslak olarak getirilirken belirtilmişti. Biçim ya da yöntemden kaynaklı hiçbir itiraz da olmadı. Köm den de bir itiraz olmadı. (Sonrasında Köm içinden daha sahiplenici bir yaklaşımla “Gerisini getirelim, açılım kazandırıcı adımlar atalım” önerisinde bulunan yoldaşlar da oldu. özellikle Teo. y.dan gelen bir öneriydi bu. Sonra bunun üzerine de bir tartışma yaşandı Km de.) Bir süre sonra ortaya çıkan Km çoğunluğunun yüzünü geriye dönmesidir; sonraki görüş ve tutumları, sosyalist devrim genelgesinin özellikle siyasal anlamının onlar tarafından hiç kavranmamış olduğunu göstermektedir ve sonraki adımlar dem. devrimciliğe doğru geriye dönüştür. “Dünyada ve Türkiye’de gidiş” başlıklı yazıda burjuvazinin gelişim sürecine ilişkin yapılan çözümleme, sermaye birikim biçimlerine ilişkin söylenenler, bırakalım sosyalist devrim demeyi bizim proletaryanın fiili önderliğine dayanan demokratik devrim görüşümüzün bile çok gerisinde proletaryanın ideolojik önderliğini öngören bir demokratik devrimciliğin savunusuna varır. Krize karşı mücadele konusundaki görüş ve önerileri ise evet, hiç abartmadan tekrarlıyorum P/c nin görüşlerinin dahi gerisindedir. )

Stratejide yapılacak değişiklik ve bu yöndeki ilk programatik açılım ekseni, kendi başına dünyanın bugünkü tarihsel durumunu kavramaya, koşullardaki temel değişimlerin anlaşılmasına yeterli olmazdı; fakat o bizi onun içerisinden düşünmeye ve derinleşmeye daha fazla sevkederdi. Bu temel adımın atılmayışıyla da birlikte;

EMPERYALİST KAPİTALİST SİSTEMİN İÇSEL DÖNÜŞÜMÜ VE HIZLANAN KAPİTALİST GELİŞİM, NEOLİBERAL KAPİTALİST BİÇİMLERİN ÖNCEKİ BİÇİMLERİ DAHA HIZLI ÇÖZMESİ VE YENİ BİR BİÇİMLENME OLUŞTURMASIYLA, META EGEMENLİK İLİŞKİLERİNİN HER ALAN VE DÜZEYİ ARTAN ÖLÇÜDE BELİRLER HALE GELMESİ, TOPLUMSAL DEĞİŞİM VE ORTAYA ÇIKAN YENİ İLİŞKİ BİÇİMLERİ, SİYASAL MÜCADELE DAHİL MÜCADELENİN DAR VE SINIRLI BİÇİMLER İÇERİSİNDEKİ KAVRANIŞI, KİTLELERİ ÖNCEKİ ÖRGÜTSEL BİÇİMLER İÇERİSİNDEN ÖRGÜTLEMEYE ÇALIŞMAK ARTAN ÖLÇÜDE ÇELİŞTİ. BUGÜN DE HER DÜZEYDEKİ KİTLE ÇALIŞMASININ EN TEMEL VE BELİRLEYİCİ SORUNU BUDUR VE KISMİ DÜZEYDE ALANSAL AÇILIMLAR YER YER YAPILIYOR OLSA DA SORUNUN BU EKSENDEN, YENİ BİR BAKIŞLA KAVRANMASI ÇOK ZAYIFTIR. BİR YÖNELİM OLARAK SINIRLI DÜZEYDE VARDIR.

Burada asıl görülmesi ve yakalanması gereken halka, ortaya çıkan değişim ve dönüşümlere Komünist Manifestocu bir bakışla çıkartılacak sonuçları programatik düzeye çıkartmak ve bunu sınıf mücadelesi duruşumuz haline getirmektir. Marx ve Engels, bu yapıtta burjuvazinin sınıf iktidarını gelişimi içerisinde ve geniş temelleriyle değişim dinamikleriyle ortaya koyarlar. (Alman İdeolojisi’nde de buna teorik bir temel kazandırılır. Alman İdeolojisi, sosyalizm teorisine bilimselliğini kazandıran tarihsel materyalizmin temellendirildiği yapıttır. Devrimci hareketin ve bizim de toprağa gömdüğümüz bir yapıttır.) Burjuvazinin iktidara gelişinin sarsıcı, yıkıcı ve dönüştürücü gelişimini ekonomiden sınıfların durumuna, sınıfların durumundan siyasete, siyasetten, aile ve bireylerin ilişkilerindeki değişime kadar, son derece zengin içerimiyle ele alır. Eskisi gibi kalan, kalabilecek olan hiçbir şey yoktur! Sosyalizmin programını da bunun karşıtının geliştirilmesi ve karşıtlık temelinde sınıf mücadelesiyle yadsınarak aşılması oluşturur. İşte, ’80’lerden itibaren sarsıcı ve yıkıcı biçimlerle ortaya çıkan ve henüz sonuçlanmamış emperyalist-kapitalist sistemdeki içsel değişim ve dönüşümlere bu perspektifle yaklaşmak ve ona yanıt ve alternatif oluşturacak bir karşı duruş geliştirmek, temel sorun buydu ve halen de budur. ((DİPNOT: Bundan dolayı sorunumuz sadece sosyalist devrim deyip dememek, bunun ne zaman söylendiği, niçin daha önce söylenmediği değildir. Daha önce sosyalist devrim denmiş olsaydı o bizim bazı sabitelerimizi aşmaya, kafamızdaki çivilerden bazılarını sökmemize yardımcı olurdu.Yeni bir eksen içerisinden düşünmeye doğru da geçerdik. Buradada belirleyici olacak olan siyasal ayrımların çekilmesiydi. Örneğin 2004 yılındaki yazılarında Kızıl Bayrak da yalpaladı, gerici ulusal vurgular, EMEP tarzı vurgular başyazılarında yer almaya başladı. Ayrıca salt ve öncelikle ondan yola çıkarak sınıf devrimcisi olmazdık. Yeni üretim ve emek organizasyonları ve neoliberal ideolojik saldırıların çözülüme uğratttığı sınıfı, sadece sınıfa yönelerek ve kaba bir sosyalizm propagandası yaparak örgütleyemezdik. Daha fazlası ve daha farklı şeyler, teorik ufkun genişletilmesi ve bunun çalışmaya indirilmesi gerekiyordu. Bunları sorunun geleceğe doğruda doğru anlaşılması için belirtiyorum. Ana noktayı sosyalizmin ideolojik-teorik ufkun genişletilmesi, başta siyaset olmak üzere mücadelenin her alan ve düzeyine bu geniş ufuk içerisinden bakan ve bunu örgütleyen bir düşünüşe çıkmak, kendimizi tepeden tırnağa buna uygun bir dönüşüm sürecine sokmak oluşturuyordu. Bugün de budur!)

REJİMİN DEĞİŞEN YAPISI: FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN ÇÖZÜLMESİ. BELİRGİN BİR GERİCİ NİTELİĞİ OLAN GERİ TİPTE BİR BURJUVA DEMOKRASİSİ

Faşist rejimin yapısı değişmektedir.

Cumhuriyetin kuruluş döneminden itibaren hakim olan -ilk meclis döneminde nispi bir farklılık var- gerici diktatörlük, 1940’lara doğru faşist bir biçim kazanmaya başladı. Siyasal koşul ve dengelerdeki değişime bağlı olarak bazı dönemler farklılaşmalar olsa da ülkemizde 1940’lardan itibaren faşist diktatörlük hakimdir. Gerici burjuva sınıf diktatörlüğünün burjuva sınıf hakimiyetinin bir başka biçimine – faşist diktatörlük- dönüşmesinden sonraki siyasal tarihsel süreçte, kitle mücadeleleri ve egemen sınıflar içerisindeki çelişkilere bağlı olarak ’60’lar ve ’70’li yıllarda faşist rejimin yapısında gevşeme, demokratik haklarda genişlemeler, nispi demokratik imkanlarda artış ve fiilen yaratılan özgürlük alanları olduysa da faşist rejim, parlamentarist bir sistem içerisinde devam etti. (Faşist diktatörlüğün askeri ve parlamentarist biçimlerle sürdürülmesi, keza kitle mücadelelerine bağlı olarak elde edilen hakların ve mevzilerin olduğu dönemler farklıdır. Göreli fakat basitçe göreli denilip geçilemeyecek, düz bir mantıkla aynılaştırılamayacak sınıf mücadelesinin, örgütlenme ve çalışmaların yürütülüşü yönlerinden de farklı şekilde değerlendirilecek, değerlendirilmesi gereken bir fark oluşturur. Bu deneysel olarak yakalansa da analizlerde indirgemeci bir yaklaşım vardır. Bunun son örneğini de Belediye tartışmalarında -aşırı merkezileşmiş devlet yapısıyla belediyelerin ipinin kolaylıkla çekileceğini ileri süren görüşte- gördük.) Komünist ve devrimcilere karşı işkence, hapishane ve imha, devrimci siyasal faaliyete imkan tanımama, emekçi sınıfların gaspedilen sendikal hakları, Kürt ulusuna dönük inkarcı ve imhacı politikalar, varlığının dahi kabul edilmeyişi, Türkleştirme politikalarıyla azınlık durumuna düşürülmüş çeşitli milliyetler, Aleviler ve diğer din ve mezheplere karşı dini mezhepsel baskı ve ayrımcılık, komşu ülke halklarına karşı ulusal düşmanlığın körüklenmesi ve saldırgan politikalar tüm bu dönemler boyunca sürdürüldü. Sermayece zayıf olan, devlet kapitalizmi politikalarıyla da bir sermaye birikimi sağlayan, palazlanıp tekelcileşen, emperyalizmle bağları artan burjuvazi, faşist diktatörlüğün temel sınıf dayanağı idi. Bununla birlikte faşist diktatörlüğün sınıfsal toplumsal dayanakları daha genişti. İşbirlikçi büyük burjuvazi, ortaya çıkışından itibaren ülkemizdeki faşist diktatörlüğün temel sınıf dayanağını oluşturmakta feodallerle de ittifak halindeydi. Bu gerici ilişkinin belirleyici olduğu burjuva-feodal yapı ve ilişkilerle oluşturulan gericilik birikimi, faşist diktatörlüğün geniş toplumsal temelini oluşturuyordu. Faşist dikatatörlüğün dıştaki dayanağı ise emperyalizm idi; özellikle ABD emperyalizminin başını çektiği Sovyetler Birliği’ni aşağıdan kuşatma stratejisine uygun olarak, en küçük bir gediğe, devrimci hareketin gelişimine imkan tanımayacak bastırma stratejisine en uygun siyasal egemenlik biçimi, faşizmdi. Ve MGK’nın iç ve dış siyasette belirleyici olduğu bu faşist devlet yapısı içerisinde NATO stratejisine uygun olarak “Seferberlik Tetkik Kurulu”, daha sonra “Özel Harp Dairesi”, son dönemde JİTEM isimleriyle kendi gladiosunu ve vurucu güçlerini de oluşturmuştu.

Egemen sınıfların hakimiyetini, bu faşist gerici siyasal yapıyı korumak ve sürdürmek için gelişen halk mücadelelerine karşı sivil faşist hareket, o yeterli olmayınca 12 Mart ve 12 Eylül askeri faşist darbeleri örgütlendi. Binlerce antifaşist devrimci, komünist katledildi, onbinlercesi hapishanelere dolduruldu. Kürt ulusuna ve ulusal özgürlük savaşçılarına karşı katliamlar gerçekleştirildi. Kontgerillanın provokasyon ve katliamları, askeri darbe koşullarını hazırlayan planların uygulanması hiç eksik olmadı. İşçiler sendikal haklarını kullanamaz hale getirildiler ve her direnişe geçtiklerinde karşılarında sadece kapitalisti değil faşist devletin polis ve jandarmasını da buldular.

Faşist diktatörlük iç ve dış siyasetin tümüne egemen olduğu gibi toplumsal ve kültürel yapı ve ilişkileri de bütünüyle belirliyor ve şekllendiriyordu. Devlet sadece siyasal yapısıyla değil idari ve hukuki yapısıyla da faşistti. Askeri faşist darbe dönemleri dışında genel olarak siyasal partilere dayalı parlamenter bir yapının varlığına karşın iç ve dış politikayla ilgili bütün temel kararlar MGK tarafından alınmaktaydı. Bunun içerisinde de Cumhuriyetin kuruluşunda subayların oynadıkları rolle, uç bölgede emperyalizmin saldırgan ve vurucu gücü NATO ordusu olarak ve askeri darbelerle gücünü pekiştiren generaller daima belirleyici konumdaydılar. Faşist generaller, dayanaklarını ve güçlerini, şbirlikçi tekelci burjuvazi ve OYAK’la onun bir parçası haline gelmiş oldukları bir sınıf temelinden, ABD emperyalizmi ve bir parçası oldukları askeri savaş aygıtı NATO’dan ve ideo-siyasal bir aygıt olarak da devletin onlarca yıla dayalı faşist kurumsal yapısından, MGK ile her dönemde iç ve dış siyasette oynadıkları etkin ve belirleyici rolden almaktaydı. Kaybedilmiş bir imparatorluk vardı! Anadolu dahi parçalanmak, Türklere İç Anadolu ve çevresi dışında hiç bir yer bırakılmamak isteniyordu! Dört taraf düşmanlarla çevriliydi! Militarist milliyetçi faşist gelenek bu temelde yüceltilirken ülkenin bekçisi olarak ordu, her türlü tartışma ve eleştirinin dışındaydı. Faşizmin hakim olduğu tarihsel süreç boyunca iç ve dış politikanın kritik konu ve sorunlarında MGK aracılığıyla generallerin son sözü söyledikleri parlamentolu bir yapı, 12 Mart, 12 Eylül dönemleri gibi askeri faşizmin belirleyici olduğu dönemler oldu. Bunlar kendi içerisinde farklı olmakla birlikte siyasal rejimin faşist nitelikte olması yönünden bir fark oluşturmuyordu. (27 Mayıs 1961 Anayasası sosyal haklara da vurgu yapan burjuva demokratik maddeleri içerir. Dönem olarak da farklılıklar taşır. Dev-Genç, DİSK’le, 15-16 Haziran’la işçi hareketi, ’70’lerde antifaşist halk hareketi ve işçi hareketi, !’90’larda Kürt ulusal hareketi mücadeleyle özgürlük alanlarını genişletti. Derinleşen devrim-karşıdevrim mücadeleleri içerisinde devrimci halk hareketi ve sınıf mücadelesiyle ekonomik, sosyal ve siyasal hakların fiilen kazanılarak genişletildiği, faşizmin hakimiyetinin birçok alan, bölge, semt, fabrika, okulda geriletildiği mücadeleye dayanan bir özgürleşme gerçekleşti. Faşist diktatörlük sürüyordu fakat kimi bölgelerde ve kimi konularda etki ve hakimiyeti zayıflamıştı. Maraş katliamının ardından ilan edilen sıkıyönetim ve 12 Eylülde gerçekleştirilen askeri faşist darbeyle karşıdevrim kaybetmekte olduğu inisiyatifi geri aldı ve devrimci halk hareketi bastırıldı.) Parlamentonun temel işlevi, kendi içerisinde oldukça katmanlı olan burjuvazinin çıkarları birbirinden farklı kesimleri ve giderek kapitalistleşen toprak ağalarının oluşturduğu heterojen yapı içerisindeki ilişkileri düzenlemek ve emekçi sınıfları manipüle ederek burjuva siyasal partiler ve hükümetlerle sisteme bağlayan bir siyasal işlevi yerine getirmekti. Burjuva siyasal partiler ve parlamento, siyasal toplumsal iç dengelerin gerici bir temelde sürdürülmesine hizmet etmekteydiler. Bu nedenle askeri faşist diktatörlük dönemlerinde de parlamenter yapı, rol ve işlevleri daraltılmış olarak varlığını korudu. 12 Mart yarı askeri faşist nitelikteydi. 12 Eylül döneminde ise önce danışma meclisi biçimiyle ’83 sonunda da seçimle tekrar yerini aldı. 28 Nisan postmodern darbesi ise, ne parlamentoyu ne de böylesi durumlarda “adet olsa” da hükümeti yerinden etmedi.

Bu MGK’lı parlamentolu faşist yapı, gerek egemen sınıfların bütününün, katmanlı bir yapıdaki burjuvazinin çıkar farklılıklarına dayalı iç ilişkilerinin düzenlenmesinde gerekse emekçi sınıfların yönetiminde ve toplumsal gericilik birikimin yedeklenmesinde esneklik, kapsayıcılıkla birlikte baskıyı hiçbir zaman eksik etmeden, “demir yumruğu”nu da her an indirmek üzere hazır tutuyordu. Faşist diktatörlük, Osmanlılardan devralınan feodal sopanın halkın üzerinden hiç eksik edilmediği ceberrut bir devlet geleneğine, cılız burjuvazinin sermaye birikiminin devlet kapitalizmi politikalarıyla desteklenerek gerçekleştirilmesinin ve yukardan aşağıya gerçekleştirilen burjuva reformların güçlendirdiği baskıcı bürokratik gerici devlet geleneğine dayanıyordu; siyasi, hukuki ve idari bütün kurumsal yapısı ve işleyişiyle toplumsal gericilik birikimini de arkasına almış olarak yoğun bir baskı ve zorbalık temelinde örgütlenmişti. TC devleti, öncesinden reaksiyoner, sonra savunmacı, sonra saldırgan milliyetçi -1924’ten itibaren- ve faşist milliyetçiliğe dönüşen bir uluslaşma ve devletleşme sürecine ve bunun geleneklerine dayanmaktaydı. Ülkedeki diğer uluslara karşı saldırgan, imhacı ve inkarcı burjuva milliyetçiliğinin azgınlaşması ve 1929 krizinden sonra ortaya çıkan Avrupa’da faşizmin yükselişine yol açan yeni dünya konjonktürü ile giderek daha gericileşen “tek millet, tek parti, tek şef politikası”na geçiş, zayıf burjuvazinin sermaye birikiminin devlet kapitalizmi politikalarıyla gerçekleştirilmesi, dini ulusal azınlıkların -Rumların ve Ermenilerin- mal varlıklarının yağmalanması, ağır vergiler, Kürt isyanlarının katliamlarla bastırılması, Cumhuriyet rejiminin 1940’lara doğru faşist bir nitelik kazanmasına yol açtı. Bu süreç, içte devlet kapitalizmi politikalarıyla burjuvazinin sermaye birikimi ve palazlanmasının gerçekleştiği, İngilizci ve Almancı kanat mücadelerinin hükümetin içi dahil yoğunlaştığı, Alman faşizmine yakın olanların hakim (Şükrü Saracoğlu hükümeti) hale geldiği bir seyre de sahiptir. Zayıf milli Türk ticaret burjuvazisi, İttihat Terakki ve Cumhuriyet dönemleri içerisinde ortaya çıkıp “devlet kapitalizmi” politikalarıyla palazlanmış, işbirlikçileşmiş, işbirlikçi niteliği 45’lerden sonra artmıştır. İşbirlikçi büyük burjuvazi, ittifak halinde olduğu feodallerle birlikte, toplumsal gericilik birikimini de arkalarına almış olarak faşizmin sınıf temelini ve başlıca dayanağını oluşturmaktadırlar. Bu faşist yapı, artan ölçüde kurumsallaşarak emekçi sınıflara, hatta faşizmin çizdiği siyaset sınırlarının dışına bir nebze çıkan her muhalif sese karşı baskı ve şiddet poliitkalarının uygulayıcısı oldu.

Faşist diktatörlüğün bu örgütlenmesi, bu taşlaşmış faşist devlet yapısı karşısında tek geçerli yöntem, devrimci sınıf savaşımı ve bu savaşımın silahlı silahsız bütün biçimlerle sürdürülmesiydi. Nitekim, faşist diktatörlüğe karşı ancak bu temelde, komünistlerin ve devrimcilerin, gençliğin, aydınların, işçilerin, yoksul köylülüğün, emekçi memurların, Kürt özgürlük savaşçıları ve halkının ancak faşizmin anladığı dilden konuştukları silahlı ve silahsız uzlaşmaz, dirençli ve soluklu bir mücadele yürüttüklerinde faşist diktatörlüğün kalelerinin burçlarını yıktılar, özgürlük alanlarını mücadeleyle açtılar. Siyasal ve sendikal hak ve özgürlükler bu yolla elde edilebildi. 141-142 gibi faşist yasalar, 274-275 gibi iş kanunları bu şekilde uygulanmaz hale getirildi, geri çekilmek zorunda bırakıldı. Kağıt üzerinde var olan haklar dahi ancak bu şekilde kullanılabildi.

Bu açıdan ülkemiz siyasal tarihinde ’60’ların ikinci yarısından başlayan, ’70’li yıllarda bir halk hareketi biçimini kazanan antifaşist özgürlük mücadesi, yine o yıllarda tohumları atılıp ’80’lerde Kürt özgürlük savaşçılarının başlattığı ’90’ların başlarında serhildanlarla yükselişe geçen Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi, ’90’ların başlarındaki ve Gazi antifaşist halk direnişiyle bir sıçrama gösteren devrimci örgütlerin mücadeleleri, işçi sınıfının ilk sendikalaşma ve DİSK’in ortaya çıkış sürecinden başlayan çok sayıda fabrika işgal ve direnişi, DGM’ye karşı grev, Maraş katliamını protesto eylemleriyle süren mücadeleleri, gençliğin ’68’le “Dünyayı istiyoruz kırıntı değil” diyerek başlayan ve her dönemde büyük bir özveri ve ön açıcılıkla yürüttüğü mücadeleler, en karanlık dönemlerde dahi ayakta dik durmayı başaran aydınların, özellikle eğitim emekçilerinin TÖS’le başlayan mücadeleri faşist diktatörlüğün yarılmasında, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmasında belirleyici olmuştur. Ülkemiz siyasal tarihi bu yönüyle bir çok yenilgi ve kesintilere karşın direnişler tarihidir. Komünistlerin devrimcilerin, Kürt özgürlük savaşçılarının, işçi sınıfının, gençliğin, Kürt halkının büyük emek ve özveriyle yürüttükleri direnişler, çatışmalar, işgal ve grevler, boykotlarla, hapishane direnişleriyle dolu bir tarihtir.

Bu on yıllara yayılmış zaman zaman yükseliş gösteren mücadeleler, BURJUVAZİNİN YÖNETEMEME KRİZLERİNE YOL AÇMIŞTIR. Ve nihai sonuçlarıyla, sermayenin artık eskisi gibi yönetememesinde bugün bu dinamiklerden bazıları zayıflamış ve geriye düşmüş de olsalar, tarihsel olarak BELİRLEYEN olma niteliğindedir. Antikomünist yasaların, 141 ve 142. maddelerinin direncini kıramadığı komünistlerin, demokrat aydınların mücadeleleri, ’70’ li yılların antifaşist halk hareketi, 15-16 Haziran’da faşist sendika yasalarını, ’76’da DGM’yi ezen işçi hareketi, inkar ve imha politikalarının taştan yasasını, egemen ulus zulmünü kırıp parçalayan Kürt ulusunun özgürlük savaşçılarının ve Kürt halkının mücadeleleri olmasaydı, faşizmin kalesinde gedik dahi açılmazdı. Bu mücadeleler, taşlaşmış faşist yapıyı yıkmaya yeterli olmadılar fakat burjuvazinin siyasal sınıfsal hakimiyetini zora sokmayı, sömürüsünü ve zulmünü keyfi ve dizginsizce sürdürmesini engellemeyi, içindeki korkuyu büyütmeyi başardılar. (TÜSİAD’ ın On Yılı isimli kuruluş dönemini anlatan kitapta Vehbi Koç, 1970-80 yılları arasını yaşanmamış ve bir daha asla olmasına izin verilmemesi gereken bir dönem olarak değerlendiriyor.) Ülkemizde bir devrim başarısına ulaşamamış olsa da köklüleşen bir devrimci gelenek vardır ve bu köklü devrimci gelenek bugün zayıflamış da olsa dayandığı sınıfsal toplumsal temel üzerinden, istikrarsız ekonomik ve siyasal yapı içerisindeki sınıf çelişkilerinin keskinleşmesiyle kendisini yeniden geliştirmeye ve burjuvazi için büyüyen bir tehdit oluşturmaya adaydır. Ve bu burjuvazinin iktidarını temellerinden sarsıp yıkacak kadar güçlü olarak çıkacaktır ortaya.

FAŞİST REJİMİN ÇÖZÜLMESİNE YOL AÇAN DEVRİMCİ ETKEN BUDUR fakat bugün bu çözülme ve rejimin yapısındaki değişimin asli nedenini bu oluşturmamaktadır. Bugün komünist ve devrimci hareket, devrimci sınıf ve halk hareketi zayıflamış ve gerilemiş durumdadır ve faşist rejimdeki çözülmenin aktüel etkeni, doğrudan baskılayanı, zorlayanı değildir. Kürt ulusal hareketin kendisi de gerileyip çözülüyor olmakla birlikte Kürt ulusal mücadelesi, özellikle Güney Kürdistan’daki gelişmelerle sorunun bölgeselleşmesinin de kattığı dinamiklerle aktüel olarak çözümü zorlamaktadır. Faşist rejimdeki çözülmenin temeldeki nedenini dünyadaki değişen durum, sermayenin birikim koşul ve biçimlerindeki değişim, uluslararası ve ulusal düzeyde burjuvazinin sınıf içi ilişkilerindeki farklılaşma, sayılanların iç ve dış politika marjlarını değiştirmesi oluşturmaktadır. Mali sermayenin küresel birikim koşullarının önündeki engelleri ortadan kaldırmak, para ve malların serbest dolaşımı, doğrudan sermaye yatırımları, borçların geri transferi için güvenli ve engelsiz bir siyasal, idari, yasal ortamın yaratılması.

Sosyal emperyalist Sovyet bloğunun çökmesiyle oluşan dünya ve bölge dengelerindeki değişim, sermayenin küresel birikim koşullarının kapalı ekonomik-siyasal yapıları çözmesi, ekonominin olduğu gibi siyasetin de neoliberalizme uygun olarak düzenlenmesine geçilmesi bu değişimin dışardan içeriye doğru olan etkenini oluşturmaktadır. Bu içte, öncekine göre daha büyük bir sermaye birikimine ulaşmış işbirlikçi tekelci burjuvazinin yeni uluslararası işbölümü koşullarına uygun olarak birikim temelini içerde olduğu gibi dışa doğru da genişletmesi, iki; “ihracata dayalı ekonomi” politikalarıyla palazlanan, emperyalist-kapitalist dünya ekonomisiyle entegrasyona geçen orta burjuva kesimlerin palazlanarak, bir bölümü tekellleşerek siyasal alanda da etkinleşmesiyle oluşan sermaye içi çelişkiler, burjuvazinin iç sınıf ilişki ve dengelerindeki farklılaşma ile birleşmektedir; bu da içteki etkeni oluşturmaktadır. Bu gelişmeler, kapalı bir yapıdaki iç siyaseti çözdüğü, iç ve dış siyaset arasındaki ilişkileri değiştirdiği gibi iç toplumsal yapıda bir değişim ve yeni dengeler ortaya çıkartmıştır. Sermayenin daha geniş temellerde ve derinlemesine birikimi için zorla, zorbalıkla, iknayla neoliberal birikim politikalarının önündeki engellerin kaldırılması için ulusal , dini, yerel, bölgesel çelişkilerin yeni bir yapılanma temelinde çözülmesi, bir engel oluşturmaktan çıkartılması. Nispi ve mutlak artıdeğer yoluyla işgücünün azgınca sömürüsü faşist rejimin monolotik yapısıyla baskı altına alarak dışa ittiği toplumsal kesimlerle olan çelişkileri, rejim yapısındaki değişimle kapsamına alarak kapitalist birikim sürecinin bileşeni ve dinamiği haline getirecek biçimde çözmek. Bu, siyasal düzeyde Özal’la başlayan siyasal toplumsal bir yeniden yapılanma açılımıdır. Sadece geleneksel sağı ve solu değil, uçlara doğru olan kutuplaşmaları da yeni bir merkez politikası oluşturarak toplama ve kapitalist devletin kutuplaşmalar ekseninde daralmış siyasal toplumsal temelinin bu hamlelerle genişletilerek güçlendirilmesidir.

Dünya düzeyinde yeni birikim politikalarına geçiş için ’70 ve ’80’lerdeki askeri darbeler ve askeri faşist diktatörlüklerle sınıf ve halk hareketlerinin bastırılması, emekçi sınıfların örgütsüzleştirilip pasifize edilmesi gerçekleştirilmiş, keza burjuva demokrasilerinde de bir kutbunda emekçi sınıfların sendikalar vb. ile bir tarafında yer aldıkları, tarihsel bir şekillenişi olan burjuva demokrasi biçimi – sınıfa karşı sınıf dengelerine dayalı olarak sosyal hakların görece gelişkin olduğu sosyal demokratik biçimler- tasfiye edilmiş, siyasal toplumsal yapı yeniden düzenlenmiştir. Neoliberal, postmodernist biçimler, geleneksel sendikaların taban gücünü oluşturduğu sosyal demokrasinin tasfiyesi ve liberalize edilmesiyle oluşturulan Blair’in “üçüncü yol” siyaseti, Özal’ın burjuva siyasetin önceki iç kutuplaşmalarını ve uç eğilim ve hareketleri çözüp kapsamayla “dört eğilimi” birleştirerek egemen burjuva siyaseti yeni bir temelde merkezileştirme ve bunu hem iç politikanın hem de dış politikanın itilim gücüne dönüştürme -ki AKP bunu devam ettiriyor- politikası gibi biçimlenişler kazandı. Burjuva politik sistemin yeni yapılanışındaki bu dönüşüm, sopa ve havuç siyasetinin birbirini izlediği veya iç içe geçtiği biçimlerde gerçekleşiyor. Türkiye’de devrimci örgütlerin ve halk hareketinin, işçi sınıfı hareketinin 12 Eylül askeri faşizmi ile yenilgiye uğratılması, oluşturulan toplumsal stabilizasyon bu geçişe elverişli zemini oluşturmuştur. Kürt ulusal hareketine karşı da askeri operasyon ve kuşatma vb. ile reformist bir hatta çekilirken liberal reformist bir çözüm kulvarında da gelgitli bir biçimde ilerlenmektedir. Keza İngiltere de “Demir Leydi” unvanlı Thatcher’ın saldırı politikaları, sert bir direnişten sonra İngiliz madenci grevinin yenilgiye uğraması, sendikaların etkisizleştirilmeleri Blair’in İşçi Partisi’nin sendikalarla bağını da, geleneksel sosyal demokrasiyi de toprağa gömen “üçüncü yol” siyasetine zemini hazır hale getirmiştir.

Faşist diktatörlüğün önceki, geleneksel kurumsal yapı ve örgütlenişini de değişime zorlayan bu yeni burjuva siyaset merkezileşmesi, önceki siyasal partiler düzeniyle de çelişiyordu. Bununla birlikte diğer partileri de -örneğin Ecevit’in yeni DSPsi- etkilemeye başladı (Gülen cemaatiyle ilişki kurdu); DSP-MHP-ANAP koalisyonuyla yeni bir biçim kazandı. 2001 krizi, diğer birçok sonucunun yanı sıra bu partiler ve onların temsil ettiği burjuva siyasetin önceki yapılanmasını da çökertti. Özalist çizgide neoliberal bir parti olan AKP, krizi çürüyen burjuva partilerine fatura edip hızlı bir yükseliş göstererek geniş bir burjuva sınıfsal destekle, din-cemaat-vakıf ilişkileriyle -daha sonra özellikle belediyeleri de dahil ederek- büyüyen bir toplumsal destek oluşturarak, emperyalizmin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin program ve stratejik hedeflerini uygulamaya en uygun parti olarak hükümet oldu.

Bu dönemde iç ve dış siyasetin bir çok vektörü değişmiştir, değişmektedir. NATO konumlanma stratejisi, ’90’ların başlarından itibaren değişmiştir. Devletin ekonomik, idari ve hukuki yapısında değişiklikler oldu. Bunlar emperyalist burjuva demokrasilerinin -AB kriterlerinin- belirlediği değişimlerdir ve çok sayıda üst kurum ilişkisiyle ve bir üst hukukla da bağlanmıştır. İdari ve hukuki yapının liberal burjuva demokratik bir çerçevede düzenlenmesini içermektedir. Bunlar güdük ve sınırlı, faşist kurumsal yapı ve yasalarla iç içe ve birlikte vardırlar. Fakat bunlar, neoliberal temelde yapılandırılan ekonominin gereksinimlerine uygun olarak devlet yapı ve iç işleyiş ve ilişki sistemini ve bireyler arası ilişkileri düzenleyici değişikliklerdir. Örneğin idari alanda iller idaresi, belediye yasalarında yapılan değişiklikler farklı burjuva katmanları da kapsayarak sermayenin daha geniş temelde iç ve dış bağlantılı birikimi için katı merkezi bürokratik devlet yapı ve işleyişini esnekleştirerek farklılaştırmanın yanı sıra bir Kürt sorununun geri düzeyde liberal reformist çözümünün örtük koşullarına da yolu açmaktadır. Hukuksal düzenlemeler, liberal burjuva birey yapısını güçlendirip özel mülkiyetçi gelişimin önünü daha fazla açmakta, sermaye birikimine yeni ögeleri de katan daha geniş ve daha dinamik bir temel oluşturmaktadır.

Nasıl devletin iktisadi ve sosyal işlevinde yapılan değişiklikler, “özelleştirme” operasyonları, örtük keynesiyen politikalardan vazgeçilmesi, işçi sınıfını ve toplumu çözücü bir rol oynamış daha fazla bireyselleştirici olmuşsa, bunlar da neoliberal yeniden yapılanmanın parçaları olarak işlevleriyle ve diğer dönüşüm ögeleriyle birlikte değerlendirilmelidirler. Burjuva sınıf egemenliğinin dar ve yüzeysel kavranışı, devletin de sadece siyasal işlevi üzerinden ve bu işlevin de şiddetten ibaret görülerek kavranışı, sadece faşist biçim içerisinden düşünme sınırlılığı, burjuvazinin gerek devleti gerekse toplumu yeni bir temelde örgütlemesinin geniş kavrayışından uzak tutmakta, BU DA TEK YÖNLÜ, DAR SİYASAL, GERİ VE YÜZEYSEL BİR SINIF MÜCADELESİ TUTUMUNU ORTAYA ÇIKARTMAKTADIR.

Siyasal alandaki değişim, oluşmuş ve köklü bir faşist kurumsallık ve işleyişe dayanan dengeler nedeniyle daha zorlu, gerilim ve çatışmalarla, iniş ve çıkışlarla birlikte gerçekleşmektedir. MGK’nın, -MGK içerisindeki ordu partisinin- iç ve dış siyaset alanında temel kurumsal belirleyiciliği zayıflamıştır. Bir çavuşunu bile teslim etmeyen ordu partisi, kuvvet komutanlığı, MGK sekreterliği yapmış generallerini teslim etmektedir. Kürt siyaseti, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu gibi temel sorunların emperyalist-burjuva çözümünün önünde engel oluşturmaya başlayan faşist milliyetçi, ABD’deki neo-concu kanat, Rusya gibi farklı klik ve emperyalist güçlerle ve bölgesel yerel ittifaklarla darbe arayışına giren kontrgerilla yapısı çökertilmektedir. Devlet içi güç dengeleri ve devlet örgütlenmesi değişime uğramaktadır. “Cumhuriyetin kurucu ve kollayıcı gücü olarak dokunulmaz olan ordu”nun darbe yapma meşruiyeti elinden alınmaktadır. Darbe hazırlığında bulunan, darbeye teşebbüs eden ve darbe yapan subayların sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasa değişiklikleri gerçekleştirildi. Ülkemizdeki demokrasinin kilit sorunu, Kürt ulusal sorunu Özalist çözümün bugüne uyarlanmasıyla geri düzeyde liberal reformist bir çizgide çözülme sürecindedir. Kürt partilerinin parlamentoda ve yerel yönetimlerdeki varlığı, Kürtçe televizyon uygulaması, üniversitelerde Kürdoloji Enstitüsü gibi liberal reformist açılımlar, Güneydeki fiili federatif Kürt yönetimiyle kırmızı çizgileri kaldıran ilişkiler ve fiili bir ekonomik entegrasyon sürecinin yaşanmakta oluşu (Güney Kürdistan’da 400 dolayında Türkiyeli şirket faaliyet gösteriyor. Irakla son yapılan ekonomik ve askeri anlaşmalar çok kapsamlıdır) ve dillendirilen örtük program (örtük bir idari özerklik, bölgedeki resmi kurumlarda Kürtçenin de kullanılması, okullarda Kürtçe eğitim gibi konuları içeriyor), PKK’nin de dolaylı olarak dahil olduğu PKK’nin tasfiye pazarlıkları, bu geri düzeydeki liberal reformist çözüm, Kürdistan’da ekonominin bağımlı kapitalist temellerinin gelişimiyle birlikte sayıları artan ve büyüyen holdingler kuran işbirlikçi burjuvaların iktidarı ile, sınıf yapılarını ve sınıf karşıtlığını daha açık hale getirerek, koşut olarak gerçekleşmektedir.

REJİM İÇİ ÇATIŞMALARIN GELİŞİM YÖNÜ VE BUGÜN GELDİĞİ YER İTİBARİYLE SİYASAL YAPIYI BİÇİMLENDİREN NEOLİBERALİZMDİR. FAŞİST KURUMSAL SİYASAL YAPI BÜTÜNÜYLE ÇÖZÜLMÜŞ OLMAMAKLA BİRLİKTE BUGÜN HAKİM HALE GELEN NEOLİBERAL EN GERİ TİPTE GERİ DÜZEYDE BİR BURJUVA DEMOKRASİSİDİR. Ülkemizde faşist diktatörlük işçi sınıfı mücadelesi ve bir halk hareketiyle yıkılmış değildir. Komünist ve devrimcilerin, işçi sınıfının ve antifaşist halk hareketinin, Kürt ulusal özgürlük savaşçıları ve Kürt halkının on yıllara yayılı mücadeleri, gösterdikleri direniş tarihsel ve güncel bir baskılayan oluşturmakla birlikte sistemin yeniden yapılanması, burjuva sınıf ilişkileri ve dengelerindeki değişimler, emperyalist burjuvazinin, işbirlikçi tekelci sermayenin ve burjuvazinin palazlanan orta burjuva katmanlarının birikim politikalarına uygun yeni bir siyasal yapı gereksinimi rejim krizinde derinleşmeye yol açan bir dizi iç ve dış çatışma ve gerilimlerin sonucu bir değişimden geçmektedir ve bu sürmekte olan bir süreçtir. (Ekonomik kriz, bazı ülkeleri içe doğru kapanmayla ve kapalı, iç pazara dönük ekonomi politikalarla çözüm arayışına yöneltebilir. Krizle birikte kaynak kullanımı ve dağılımında öncelikler buna göre de belirlenecektir. Fakat bu “kapanmacı” çözümler, sermayenin tekelci gelişiminin bugünkü düzeyinde suyun akış yönüne ters olduğu gibi, Türkiye işbirlikçi kapitalist ekonomisinin genel ve bölge içerisindeki durumu, konjonktürel etkenleri kullanma imkanı vb. nedenler bu şekilde bir ekonomi politikaya ne imkan tanır ne de burjuvazinin tercihini oluşturur.)

Çekirdeğinde mali sermaye baronlarının -uluslararası dev sınai ve banka tekellerinin temsilcilerinin ve dünya bürokratik elitinin olduğu, küresel siyaset ve çok daha geçirgen ve geçişli olan devletler arası ilişkilerin onlar tarafından belirlendiği, sermayenin küresel termellerdeki birikimine uygun olarak küreselleşmekte olan bir iktidar sistemi vardır (Davos, Bilderberg, IMF, DB, GATT, G-8, G-20, AB ve diğer bölgesel birlikler). Emperyalist kapitalist hiyerarşi içerisinde devletler arası ilişkiler, yeni, çok daha geçirgen ve geçişli bir biçim kazanarak artan ölçüde bu güç tarafından belirlenmekte, uluslararası, bölgesel, hatta iç siyasetle ilgili kilit konu ve sorunlar buralarda belirlenen stratejiler doğrultusunda -kimi zaman doğrudan müdahalelerle- çözülmektedir. Artık devletin sadece bir ülkedeki sınıf temeli ve siyasal biçimlenmesinden değil sistemin bu içsel dönüşüm ve yeniden yapılanmasının oluşturduğu ilişkiler sistemi içerisinde kurulan burjuva sınıf ilişkileri, kurumsal ilişkiler ve siyasal şekillenişten, bunun artan ölçüde belirleyici olmasından söz etmek gerekir. Bu bir devletin diğer devletlerle kurduğu ilişkiyle sınırlı kalmayan uluslararası burjuvazinin birbirleriyle dolayımsızca kurduğu ilişkiler, muhalefet partilerinin birbirleriyle kurduğu ilişkiler ve ortak politika oluşturmaları, ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel çok sayıda kurumun birbirleriyle çeşitli düzeyerden çok sayıda ilişki kurması biçimleriyle gerçekleşmektedir. Tüm bu değişimler, bu temel değişim anlaşılmadan, mali sermaye egemenliğinin bu küresel düzeydeki genişleme ve derinlemesine gelişimine bağlı olarak gerçekleşen değişim, egemenliğin hiyerarşik derinleşmesi anlaşılmadan anlaşılamaz ve açıklanamaz.

Türkiye’deki iç siyaset burjuvazinin sınıf egemenliği için en güvenli ve istikrarlı olacak yeni merkez politikaları ekseninden ince ayarlarla şekillendirilmektedir. 28 Şubat postmodern darbesi, kırmızı çizgiler koyarak rejim krizinin temel unsurlarından birisini oluşturan dinci gerici güçlerin siyasal ve toplumsal ince ayarıyla büyük tarikatların cemaat ve vakıflarla kapitalist ilişkilerin içerisine geçiş sürecini -bunlardan bazıları Demirel dönemlerinde, büyük gövde Özal’la bu sürece girmişti- hızlandırıp AKP’yi de ortaya çıkarttı. Bu kesimin para toplayıp iç etme yöntemiyle çok hızlı büyüyen ve işbirlikçi tekelci sermayeyle sektörler düzeyinde rekabete başlayan kesimi tasfiye edilirken zaten tekelci sermayenin bir parçası durumunda olanlar, kendi alanından gelişen ve kapitalist çarkın yeni işbölümü koşulları içerisinde rolü olanlar, gelişim gösterdi. Ekonomide olduğu gibi siyasette de etkinleşirken bulundukları alanlarda burjuva bir sosyokültürel dönüşümü de gerçekleştirdiler.

Şimdi bir başka ince ayar, öbür yönden Ergenekon operasyonuyla yapılmaktadır. Neoconcularla hareket etmeye çalışan, Rusya gibi ülkelerle yeni ittifak arayışlarına giren, Kürt sorununun dışta kırmızı çizgileri kaldırılan ve Özal’ın önerdiğinin alt varyasyonu bir entegrasyonu içeren, içte de liberal reformist adımlarla bunu birleştiren çözümüne karşı çıkan, iç siyasetin merkeze doğru normalizasyonunun önünde engel oluşturan kontgerillacı-darbeci faşist milliyetçiler “kontrollü” bir şekilde tasfiye edilmektedir. Ordunun, cumhuriyet rejiminin kuruluşundaki tarihsel rolüyle, askeri faşist darbelerle pekiştirilmiş, büyük ölçüde MGK üzerinden ve sık sıkta muhtıralı-muhtırasız ses yükseltmeleriyle uygulanan iç ve dış siyasetteki belirleyici rolü, kısıtlanmaktadır. Rütbe tenzilini de içeren ince bir ayarla ordunun konum ve rolü iç siyaset alanında daraltılıp sınırlandırılırken onu, PKK’nin askeri olarak zayıflatılıp etkisizleştirilmesi, burjuvazinin bölgesel açılımları ve emperyalist NATO politikaları doğrultusunda yeni bir konumlanışa sokan bir “yeniden yapılanma politikası” uygulanıyor. Devletin kurumsal iç yapısı, kurumlar arasındaki ilişki ve dengeler (MGK, ordu, parlamento, hükümet, partiler, yasalar, yargı organları, üniversiteler, belediyeler….), devlet-toplum ilişkileri yeniden biçimlendirilmektedir. Devlet içi kurumsal ilişkiler ve devlet-toplum ilişkilerinin yönetişimsel ilişkiler olarak düzenlenmesine dönük adımlar atılmaktadır.

Bugün gerçekleşen, sürmekte olan siyasetin neoliberal temelde emperyalistler ve işbirlikçi burjuvazi tarafından yeniden yapılandırılmasıdır. Dolayısıyla bu sınıfın bütün gerici özelliklerini içerisine akıttığı bir gelişim ve biçimlenişe sahiptir. Onun demokrasisi, burjuvazinin neoliberal sermaye birikim politikalarının önünü açacak ve burjuvazinin iç ilişkilerini yeni bir iç denge oluşturarak düzenleyecek, emekçi sınıfları da burjuva sisteme ekonomik olarak olduğu gibi siyasal ve toplumsal bakımdan da sıkıca bağlayacak -bunun mekanizmalarını kuran- bir demokrasidir. Rejim krizine, siyasal ve toplumsal istikrarsızlığa yol açan çelişkilerin bireysel, grupsal, kültürel aidiyet ilişkileri temelinde çözülerek sisteme dahil edilmeleri politikası, Türkiye koşullarına uygun bir liberal kapitalist çözüm şekli uygulanmaktadır. Bu en geri düzeyde, en geri tipte bir burjuva demokrasisidir. Burjuva demokratik biçimlerin içerisinde en geri düzeyde, gerici niteliği belirgin olan bir biçimidir. Ücretli kölelik düzenidir. (En gelişkin burjuva demokrasisi bile burjuva sınıf diktatörlüğüdür. Burjuvalar için demokrasi, işçiler ve diğer emekçi sınıflara karşı diktatörlüktür.) Dış politika alanında da emperyalistlerle karşıtlaşan bir çizgide değildir. AB, NATO, Kıbrıs, Ermeni politikaları emperyalist politika ve stratejilere uygun bir çizgide olduğu gibi, Kürt politikası da kırmızı çizgiler kaldırılarak geldiği nokta itibariyle bölgesel ortak bir strateji içerisinde yürütülmeye başlanmıştır (Kerkük, petrol-doğal gaz aktarım ve kullanımında alınan bazı tavizlerle birlikte). İran, Hamas gibi konulardaki çelişkiler, emperyalist stratejilerin dışında olmayan, onların B ya da C planları içerisinde yer alan -A planı da olabilecek olan- konulardadır; bir alternatifin hazırlanması ve sunulmasıdır. Ortadoğunun yeniden yapılandırılmasında da genişleyen ekonomik ilişkiler içerisinden ılımlı İslam stratejisi içerisinden siyasal ve kültürel bir dönüşümün seçeneği ve hazırlayıcısı olarak da rol oynamaktadır. Bakınız, İslam Kalkınma Örgütü örneği. Bir bütün olarak dış politika stratejisi, işbirlikçi tekelci burjuvazinin bölgesel hedeflerine, daha geniş burjuva temelli olarak da orta ileri düzeydeki Türkiye işbirlikçi kapitalizminin bölgesel genişleme ve güç olma hedeflerine uygundur. Geniş bir yelpaze içerisinde ekonomi, siyaset, kültürel bağlar ve diplomasinin iç içe geçirildiği esnek stratejilerle uygulanmaktadır. Ve dış politikada, Kıbrıs, Ermeni ve Kürt politikalarında kırmızı çizgilerin kaldırılmasıyla faşist milliyetçi saldırgan dış politika değiştirilmektedir.

Faşist diktatörlüğün kurumsal yapısını çözülüyor olmakla birlikte halen 12 Eylül faşizminin anayasa ve yasalarının hükmü delinmiş fakat ortadan kalkmış değildir. En gelişkin liberal çözüm biçimiyle dahi olsa, ne ulusal ne dinsel, mezhepsel sorunların ve baskıların tam hak eşitliğine dayalı bir demokratik çözümünü öngörmediği gibi, sınıfsal sömürünün yoğun bir şekilde sürdürülmesi, nispi ve mutlak artıdeğer sömürüsünün en üst düzeyde gerçekleştirilmesi için işçi sınıfına karşı ekonomik ve siyasal terörün sürdürülmesinde faşizmin sınırsız zorbalığını ödünç alıp devam ettiren bir karakterdedir. Emekçi sınıflara karşı düzenlenmiş faşist 12 Eylül yasaları korunmaktadır. Bol demokrasi gevezeliklerine karşın yüksek seçim barajıylada parlamentoda siyasal temsil ve katılımı en has egemen sınıf partileriyle sınırlama, emekçi sınıf temsilcilerini engelleme, Kürt ulusal hareketinin güçlü temsilini önleme, parlamento dışına atmaya ve yasaklamaya çalışma politikası sürmektedir. KOBİ burjuvazisi ve islami holdinglerin, cemaat ve vakıfların yönlendirmesi ve dönüşümüyle şeriatçı özelliklerinden arındırılmış, sekülerleştirilerek dünyevileştirilmiş ve kapitalizme uygun hale getirilmiş “ılımlı islam”ın gerçekleşen siyasal toplumsal neoliberal dönüşümde oynadığı rol bujuva demokrasisinin geri tipteki yapısını ve gerici karakterini göstermektedir. Toplumsal düzeyde ılımlaştırılarak yaygınlaştırılan dinsel gericilik, bilimde toplumsal yaşam ve ilişkilerde, kültürde her alanda kendisini gösteriyor. İçte toplumsal, kültürel yaşamın şekillendirilmesinde, siyasal seçim ve tercihlerde artan ölçüde belirleyici olduğu gibi, dış politikanın da bir model ve yayılım vektörü olarak -son Davos çıkışında olduğu gibi kendisini odaklaştırma hamleleriyle de- Ortadoğunun yeniden yapılandırılmasında kullanılıyor. Faşist gerici toplumsal birikim de sökülüp atılmış değildir. MHP eksenli faşist milliyetçilik, ırkçı milliyetçilikten kültürel milliyetçiliğe doğru bir geçiş arayış ve yönelimi içerisindedir. Kapitalist gelişim, kentleşme, toplumsal değişime uygun yeni bir toplumsal temel arayışı ile, önceki dayanılan toplumsal temelin korunması üzerinden politika yapılmakta, İç Anadolu ve Kürt göçlerinin yoğun olduğu Ege, Akdeniz bölgelerinde, üniversitelerde gerici, tutucu, şoven milliyetçilik, Kürtlere karşı provokatif saldırılarla sürdürülmektedir.

Bugünkü burjuva demokrasisi, mali sermayenin dünya ölçeğinde ve tek tek ülkelerdeki egemenliğinin -bizim gibi ülkelerde içteki ayaklarıyla, işbirlikçi burjuvalarla birlikte her alanda ve her düzeyde- bütün alanları kapsayan ve bunların birbirleriyle bağlantılantılandırıldığı katmanlı bir egemenlikle azamileştirilmesine, artan ölçüde dikeyleşen sınıf egemenliğinin daralan temellerinin toplumun liberal, “öteki”leri de kapsamına alan örgütlenişiyle genişletilmesine, ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel, idari, yasal, askeri, diplomatik sayısız biçim ve bunların her birinin kendine özgü ve birlikte uygulanan yöntemleri ve araçlarıyla hükmetmeye, emekçi sınıfların örgütlülüklerinin bunlar aracılığıyla etkisizleştirilmesine dayanır. Ülkemizdeki neoliberal geri burjuva demokrasisini de biçimlendiren bu ögelerin toplamı, bunların Türkiye’nin siyasal toplumsal koşullarına uydurulmuş halidir. (Dinin cami-cemaat-vakıf ilişkileriyle sekülerleştirilip burjuvazinin ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi, aynı zamanda emekçilere kadar uzanan kesimleri kendi toplumsal temeli olarak örgütlemesine imkan tanır. Kayseri’deki, Konya’daki KOBİ burjuvazisi kendi işçisini bu temelde örgütler, kendisine bağımlı hale getirir.)

En geri düzeydeki bu liberal burjuva demokrasisi, emperyalist burjuvazinin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin gerici niteliklerini iç politikada olduğu gibi dış politikada da göstermektedir; genişlemeci, gerici bağların güçlendirilmesine dayalıdır, baskıcı bir karaktere ve role sahiptir. Bütün komşu ülkeleri düşman gören faşist milliyetçi saldırgan politika değişmektedir. Fakat dış politikanın “sabite”lerinden birini oluşturan, aşınmış Misak-ı Milli sınırları içerisinde kalma, “Yurtta sulh, cihanda sulh!” politikası da değişime uğramaktadır. Kendine özgü bir vizyonla çıkıyor görünse de bölgedeki emperyalist strateji ve çıkarların içerisinden hareket eden, ona uygun yayılmacı bir versiyon geliştiren özelliktedir. Ana çizgilerini emperyalistlerin çizdiği bölgenin yeniden yapılandırılması politikaları içerisinde işbirlikçi tekelci sermayenin bölgesel yayılım politikalarına da hizmet eden diplomasisi ve ordusuyla “yumuşak güç” rolünü üstlenmiştir; dini-kültürel ve tarihi bağları da kullanarak, bunları özellikle ABD emperyalistlerince desteklenen bir “rol model” haline getirerek GOP stratejisi içerisinde yer yer kendi dansını da yapan katalizör bir rol oynamaktadır. (Bir ordu gücü, hiçbir zaman sadece “yumuşak güç” olarak kalamaz. Friedman’ın son -Şubat 2009- Türkiye konferansındaki konuşmasına bakıldığında Türkiye’nin, Amerika’nın bazı bölgeleri, bölgedeki bazı ülkelerle birlikte, onlara dayanarak kontrol altına alma yönündeki yeni dış politikasına uygun bir konumlanma içerisine sokulmak istendiği görülüyor. Friedman, Türkiye’nin Güney Kürdistan’daki çıkarları, çevresindeki ülkelerin zayıflığı, Türkiyenin güçlü oluşu gibi “gaza getirici” analizleri arka arkaya sıralayarak “Türkiye’nin kendisine rağmen büyük güç olacağı” tespitini yapıyor. A. Davutoğlu siyaseti, ekonomik entegrasyonla birlikte tarihsel, siyasal, kültürel bağları kulllanıp bölgedeki kangrenleşmiş sorunlara ara bir yerden çıkış yaparak uzlaştırma siyasetiyle bir çözüm geliştirme üzerine kurulu olsa da, bu dış politika (emperyalist taktiklerle kimi noktalarda çelişse de emperyalizmin bölge stratejisiyle karşıtlaşan değil onunla uyumlu, bir başka versiyon sunan bir özelliktedir) sadece ve sürekli bu zeminde kalınarak sürdürülemez. Siyasal diplomasi ve “en önemli ihracat malı ordu”suyla bölgeye daha fazla meta ihracı, sermaye yatırımı yapabilmek, kriz döneminde Arap sermayesinin ülkeye daha fazla çekilmesini gerçekleştirmek gibi işbirlikçi burjuvazinin yeni açılım ve entegrasyon politikalarının bir ürünü olan bu dış politika, Ortadoğunun emperyalist yeniden yapılandırılmasında katalizör oluşturucu bir varyasyondur. Güney Kürdistan’a dönük kırmızı çizgilerin kaldırılarak Kürt sorunununda yeni bölgesel açılım stratejisi içerisinden ele alınması -içteki açılımlar, Genelkurmayın, “akil” general ve devlet adamlarının Kürt sorununun “kültürel” boyutunu dillendirip çözüm istemeleri, yanlış yapıldığını açıkça söylemeye başlamaları, PKK’nin silahsızlandırılması, marjinalize edilmesi, Türk ve Kürt burjuvalarının Güneyiyle Kuzeyiyle ortak politikalar geliştirmeye hız vermeleri, Gülen cemaatinin faaliyetleri- bu stratejinin içerisinde ana parçalarından biri olarak geliştirilmektedir. (Komünistler, diyalektikten olguculuğa doğru geriledikleri, diyalektik kavrayışlarını da kantumsal bir diyalektik kavrayış düzeyine çıkartamadıkları için çok sayıda farklı, temel ve yan çelişkiyi içerisinde barındıran, sıçramalı gelişmelere açık kaotik süreç ve durumların çelişik çözümlerini, farklı aktörlerin bunun içerisindeki karşıtlaşabilen rollerini vb. vb lerini anlamaya dahi uzaktırlar. Burjuvazi her zaman pragmatizm silahına sahiptir. Ayrıca pozitivist diyalektik kullanımına geçmiştir. Komünist ve devrimciler ise, diyalektikle de ilişkisi olmayan basit neden-sonuç, etki-tepki, dar deneyciliğe, stratejik bakış yoksunluğuna ve taktiksel tek biçimliliğe doğru gerilemişlerdir. Dar deneycilik ve olguculuk hakimdir. Ne yazık ki bizde de durum farklı değildir. MKdaki y. lar da bunun dışında değildir. Farklı düşünmeye geçebilen çok çok az sayıda y. vardır. Onlarda da bu sistematik bir bütünlük kazanmamıştır. Bütün alan ve konulara doğru indirilebilen düzeyde değildir. Politik ve ö.sel çalışmalarda, günlük yaşamda diyalektik materyalizm kullanılmamakta, tavanda asılı güzel bir avize gibi durmaktadır. Konjonktürel devrimciliğin felsefi temelini de bunlar oluşturmaktadır. DİYALEKTİK MATERYALİST OLUNMADAN VE DİYALEKTİK MATERYALİZM, BİLİMİN VE TOPLUMUN BUGÜNKÜ GELİŞME DÜZEYİ İÇERİSİNDEN YORUMLANIP KAVRANILMADAN KOMÜNİST OLUNAMAZ VE BİR DÜNYAYI DEĞİŞTİRME İDDİASINDAN DA SÖZ EDİLEMEZ. )

Faşist diktatörlüğü aşağıdan zorlayan bir halk hareketinin olmayışı, faşizmin kale burçlarını yıka yıka ilerleyen, demokratik hak ve özgürlükleri fiilen ele geçiren ve onu gidebileceği son noktaya kadar götüren, demokratik bir devrimle sonuçlanmasa dahi emekçi sınıfların demokratik hak ve özgürlük kazanımının burjuva demokrasisi içerisinde ileri düzeyde gerçekleştiği sınıf karşıtlığına dayalı bir denge üzerine kurulu daha gelişkin bir burjuva demokrasisinin gerçekleşmeme nedenidir.

Bu en geri tipteki ve gerici niteliği belirgin olan burj. demokrasisini karakterize edenin burjuvazi içerisindeki ilişkiler, emperyalist mali sermayenin, ülke içerisindeki burjuvazinin farklı kesimlerinin çıkarlarına uygun olarak faşist rejim yapısından bir değişim gerçekleştirerek iç ilişkilerde yeni bir dengenin kurulması oluşudur. Emperyalist tekellerin, işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve burjuvazinin diğer kesimlerinin çıkarlarına yanıt verici, sınıf içi dengelere göre oluşturulup neoliberalizme göre biçimlendirilen, “ılımlı islamı” kültürel siyasal referans olarak kullanan, devrimci bir işçi ve halk hareketine dayalı olarak gelişmeyen bu demokrasi şekli, onun geri tipte oluşunu ve açık gerici karakterini gösterir. Yasa, kurum ve uygulamalarıyla faşist ögeleri içerisinde barındıran, faşizan özellikler taşıyan bir burjuva demokrasisi şeklidir. Emperyalizm çağı burjuvazisinin -“Mali sermaye özgürlük değil egemenlik ister”- gerici karakterini göstermektedir. Sermayenin çeşitli yöntemlerle nispi ve mutlak artıdeğer sömürüsünü alabildiğine artırma yönelimine, emekçi sınıfları yüksek tekel fiyatları, yüksek vergiler, yağma ve vurgunlarla sömürmesine, neoliberal ekonomik politikalara göre biçimlendirilmiştir. Ülkemizdeki uzun bir tarihsel geçmişe sahip ve 12 Eylül askeri faşizmiyle pekiştirilmiş faşist siyasal ve kurumsal yapının birçok unsuru çözülmeye uğramakla birlikte yeni koşullara uydurularak ve biçim değişikliğiyle korunmaktadır. Bunlardan bir bölümü iç ve dış siyasetin yeni dengeleri içerisinde değiştirilmiştir, uygulamada da bazı farklılıklar olmakla birlikte işçi haklarına dönük yasalar, işçi sınıfının ve diğer emekçi sınıfların özgürce siyaset yapmasını engelleyici yasalar, Kürt ulusal kimliğini ve haklarını tanımayan yasalar, yasalarla birlikte ve yasalar kaldırılsa, değiştirilmiş olsa da fiili engellemeler, dini ve mezhepsel ayrım ve baskılar, MGK, YÖK gibi kurumlar varlıklarını çözülüm halinde sürdürmektedirler. Polise kolay öldürme yetkisi tanıyan polis yasası durmaktadır. Polis, kontrol, dinleme ve arama tacizleri yaygın olarak sürmektedir. Dinsel alanda burjuvazinin çıkarlarına uygun sekülerleşme adımları atılmakla birlikte dini gericilik siyasal toplumsal, kültürel yaşam ve ilişkilere geniş ölçüde yayılarak burjuva “sivil toplum”un dayanaklarından biri haline getirilmiştir. Siyaset-din-toplum ilişkilerinin bu temelde düzenlenmesi, emekçi sınıfların geniş bir kesiminin bu yolla düzene bağlı kılınmasının başta gelen etmenlerinden biridir. Bunun sonucu, KOBİ burjuvazisi işçisiyle arasındaki sınıf ayrımını silikleştirmeyi ve işçileri kendisine bağlamayı başarmaktadır. Bunun sonucu, kadınlar, türbanla üretim alanına, toplumsal yaşama geniş ölçüde çekilir, burjuvazinin ihtiyaçlarına bu şekilde uygun hale getirilirken din aracılığıyla kadının köleleştirilmesi -kadının da bunu bir dini tercih olarak benimsemesi-, kadınların kültürel ve siyasal olarak bu temelde örgütlenmesi yeni koşullar içerisinde üretilip tescillenmektedir… (Türban, liberalize edilmiş siyasal ılımlı islamın toplumsal yaşam alanındaki simgelerinden biridir. Kadının erkek tarafından din aracılığıyla köleleştirilmesinin araç ve simgelerinden biridir. Cinsiyet ayrımcı ve kadını aşağılayan bir düşüncenin ürünüdür. Evde hapis durumundaki ve kara çarşaflı kadınlar, türbanla kapitalizmin ekonomik ve toplumsal ihtiyaçları gerektiği ölçüde özgürleşmektedirler. Bu kölenin ücretli köle olması gibidir. Kapitalizmin serbest işgücüne ihtiyacı vardır, bundan dolayı feodale bağımlı ve onun topraklarını terk edemeyen serf durumundaki köylünün serbest işgücü olarak ortaya çıkması burjuvazinin özgürlükçülüğüdür; üretim araçlarının özel mülkiyetinden yoksun olan bundan dolayı yaşayabilmek için işgücünü kapitaliste satmak zorunda olan işçi ise burjuvazinin ücretli kölesidir. Evden dışarı çıkan, kara çarşaftan kurtulan kadına kapitalizmin türbanla verdiği özgürlük, onu aşağılayan ve erkeğin kölesi gören köle kadın bağını başına bağlayarak köleliğini yeni durum içerisinde de bu biçimde sürdürerek olmaktadır. Bu emekçi kadın için ayrıca ücretli kölelik olarak vardır. Din aracılığıyla kadının erkeğe köleliği, dini kural ve şer-i hukuk haline getirilmiştir. Bütün peygamberler erkektir ve bütün dinler, ataerkildir. “Kitap”larda kadın alenen aşağılanır, şer-i hukukta evlilik olsun, mülkiyet olsun alenen ikinci sınıftır. Kadın, dini bir vecibeyi yerine getiriyor aldanmasıyla adı “türban” olan kölelik bağını başına kendi eliyle bağlar. Kadınlar erkeklerden daha önce ve daha fazla din karşıtı olmalıdırlar ama ne yazık ki durum tam tersidir. Bu da şaşırtıcı değildir. Kölenin köle sahibine, işçinin kapitaliste köle düşünüş ve ruhuyla bağlı olması gibi, kadın, “evdeki burjuva” erkeğe de, dine de daha fazla bağlıdır. Bugün hızlı kapitalist gelişim ve toplumsal değişimin muhafazakar kitlede oluşturduğu yozlaşmaya, erkeğin dış yaşamdaki savrulmalarına karşı dinsel inancına daha bağlı ve daha tutucu olan kadının erkeği bunlardan uzak tutma ve aile birliğini koruma rolü islami yayınlarda kadınlara verilmektedir.)

Dünya Bankası patentli “yönetişim” “yoksulluğun yeniden yapılandırılması” gibi kavramlar da bu dönemin icadıdır ve bu amaçla kullanılır. Bunlar burjuva demokrasisinin uygulandığı gelişkin burjuva kapitalist toplumlarda sınıfsal dengelere dayalı, işçi sınıfının, sendikaların, öncesiyle sosyalizmin karşı yönde bir basıncı olan sosyal demokratik biçimlerde kazanan burjuva demokrasilerinin yerine “üçüncü yol” siyaseti gibi siyasetlerle birlikte liberal temelde yeni bir siyasal toplumsal örgütlenme biçiminin oluşturulmasını burjuvazi-proletarya, devlet-toplum ilişkilerinin de buna uygun yeniden yapılandırılmasını içerir. Burjuva karşısındaki sendikayı tasfiye ederek, olabildiğince etkisizleştirerek kurar “yönetişim” ilişkisini. Devlet keynesiyen uygulamalardan arındırılmış, sosyal hakları tasfiye ederek kurar. Önceki sınıfsal toplumsal ilişki ve baskı formlarının, bir yanda bunların olduğu burjuva demokrasisi tipinin tasfiyesi -Thatcher’ın sözleriyle “Toplum diye birşey yoktur, aileler ve bireyler vardır”- liberal toplumsal bireysel formlarla toplumun yeniden örgütlenmesi; gerçekleştirilen bu olmuştur. Yönetişimin siyasal, sınıfsal, toplumsal anlamı öncelikle budur. Bununla birlikte toplumun neoliberal temelde dikey olduğu gibi yatay olarak örgütlenmesinde grupsal, bireysel, cemaatsel katılımı sağlayıcı, “öteki”leri de kapsamına alarak burjuvazinin daralan egemenliğini daha geniş bir temele oturtmasının bir ilişki biçimi, yönetsel bir yöntemidir. Üretim alanlarında da sendikal örgütlenmeyi tümüyle çözmüş ya da geriye itmiş olarak öncelikle nitelikli emek olmak üzere işgücünün yeni bir aidiyet ilişkisine sokularak üretim sürecine daha etkin katılımını sağlamakta kullanılmaktadır. (Krizle birlikte artan işten çıkartmalar, ücretlerin düşürülmesi, nitelikli işgücünü krizin vurması sonucu, birçok ritüelle süslenen yönetişim politikası fabrika ve işletmelerde dibe vurmuştur.)

İşçi sınıfının, sendikaların basıncından kurtulmayı amaçlayan ve bunda büyük ölçüde -Fransa gibi ülkeler kısmen dışında- başarılı olmuş bu demokrasi tipi, 11 Eylül sonrası kendi kaldırdığı taşları da ayağına düşüren politikalarla da içte doğan elverişli -sendikaların ve sol muhalefetin etkisizleştirildiği, “terörist saldırı” korkusunun topluma doğru yayıldığı- ortamı da kullanarak birey hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı, faşizan uygulamalar -özellikle ABD ve İngiltere’de- gerçekleştirmiş, yasalar çıkartmıştır.

Türkiye’de ise neoliberal kapitalizm, geçmişlerinde güçlü işçi mücadeleleri olan gelişkin burjuva demokrasilerine göre zaten daha zayıf olan 12 Eylül faşizmiyle etkisizleştirilmiş sınıfsal sendikal örgütlülükleri çözüp daha da zayıflattıktan ve devrimci hareketFi etkisizleştirdikten sonra, faşist siyasal toplumsal yapıyı da çözerek kendi ihtiyaçlarına göre siyasal toplumsal yapıyı yeniden yapılandırmaya girişmiştir. Darbelerle pekiştirilen faşist siyasal yapı -devletin örgütlenişinden toplumun örgütlenişine-, iç siyasette ve dış siyasette uluslararası burjuvazinin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin, yükseliş halindeki KOBİ orta burjuvalarının ihtiyaç ve çıkarlarına, uluslararası ve ulusal düzeyde burjuva sınıfı içindeki oluşmakta olan dengelere yanıt vermemektedir. Önceki antifaşist halk hareketinin, işçi mücadelelerinin, gençlik hareketinin, aktüel olarak Kürt ulusal hareketinin basıncı ve yaratmış olduğu istikrarsızlıklar vardır. Sayılanların tümüne bağlı olarak rejim krizleri, yönetememe krizleri kimi dönemler ağırlaşarak yaşanmaktadır. Bu etkenlerin tümüne bağlı olarak bir değişim zorunluluğu, siyasal toplumsal yapınının yeniden örgütlenmesi, devletin iç kurumsal yapısının yeniden dizenlenmesi, devlet-toplum ilişkilerinin de yeniden düzenlenmesi -ki bunu Özal ve AKP, devletin sermayeye hizmetini kolaylaştırıp hızlandıran kayıt- kuyut işlemlerini, kontrol ve denetimi azaltan düzenlemelerle ve bürokrasi elitinin halka yabancılığı eleştirileriyle birlikte gerçekleştirdiler- politikaları uygulandı. Türkiye’de de sendikaların etkisizleştirilmesi, devletçe uygulanan örtük Keynesiyen politikaların tasfiyesiyle toplumun neo-liberal temelde örgütlenmesi iç içe gelişti. Toplumun neoliberal temeldeki örgütlenmesi, yeni üretim ve emek organizasyonlarının parçalayıcılığıyla da birleşiyordu.

Emperyalist burjuvazinin, işbirlikçi tekelci burjuvazinin, yükselmekte olan KOBİ burjuvalarının çıkarlarına uygun olarak devlet revizyondan geçirilir, faşist devlet yapısı çözülürken yerine geçirilen liberal burjuva toplumsal siyasal yapı ve demokrasi, emekçi sınıf örgütlülüklerini daha da zayıflatıyor, kazanılmış ekonomik sosyal hakları da ortadan kaldırıyordu. İç kurumsal yapı ve ilişkileri yeniden düzenlenmiş olarak devlet, yeni tipte örgütlenmiş ANAP, AKP gibi partiler, yerelde kitlelerle doğrudan temas halindeki kurumlar olarak belediyeler, cemaat ve vakıflar, çok sayıdaki ve birçok alanı kapsayan, iç ve dış yatay ilişkilerle bağ kuran grupsal ve dar mesleki örgütlenmeler ve birey merkezli bir ilişki sistemi üzerinden siyaset ve toplum yeniden örgütleniyordu. Türkiye’de son dönemde gelişen ve yığınsallık kazanan “sivil toplum” örgütlenmesi de bu zeminde, bu ilişkiler üzerinden gerçekleşmiştir. Öte yandan liberal reformist bir hatta giren İHD gibi kimi demokratik kurumlar, hatta sendikalar kendilerini “sivil toplum” örgütleri olarak tanımlamaya girişmişlerdir. DİSK, yeni anayasa taslağını “açık toplumcu” bir liberal olan İbrahim Kabaoğlu vb.lerine hazırlatmıştır.

Neoliberal siyasal toplumsal örgütleniş ve ilişki sisteminde amaç, önceki bütünüyle açık terör, bastırma ve tabiyete dayalı, devlete sıkı sıkıya bağlı sistemin yerine kapsayıcı açılımlar ve -ya devletten yanasındır ya karşısındır, karşı olanın hayat hakkı yoktur, biçimindeki önceki ilişki sisteminin yerine- daha esnek bir ilişki sisteminin geçirilmesidir. Bu burjuva zordan, şiddet uygulamaktan vazgeçilmesi değildir, faşist açık terörcü diktatörlük yöntemlerinin, şiddetin eskisi gibi ve önceki yoğunluk ve yaygınlıkta kullanılmamasıdır. Devlet örgütlenmesinin faşist tipteki monolotik, katı merkeziyetçi, içte ve dışta saldırgan yapısının değiştirilmesi, siyasal, idari yapının, yasaların buna göre geri düzeyde bir burjuva demokrasisi olarak yeniden düzenlenmesidir. Bunlara kısmi değişiklikler dışında genel bir anayasa değişikliğiyle yeni bir anayasal temel kazandırılmış değildir. Alt yasa değişiklikleriyle, uygulama değişiklikleriyle bir o yana bir bu yana gidilerek gerçekleştirilmektedir.

Liberal burjuva demokrasisi, genel yapısı itibariyle burjuva bireysel ve grupsal hak ve özgürlükleri daha tanıyıcı, sınıfsal ve toplumsal hak ve özgürlükleri ise ortadan kaldırıcıdır. Liberalizmin özgürlük anlayışının temelinde burjuva özel mülkiyet ve sermayenin gelişim özgürlüğü, bunların önündeki her türlü engelin kaldırılması vardır. Burjuvazinin feodallerle iktidar mücadelelerine ve burjuvazinin işçi sınıfını bastırma mücadelelerine bağlı olarak doğuşunda ve sonrasında farklı gelişme özellikleri göstermiştir. Bugün, emperyalizm çağında ise bu demokrasi şekli, dünya genelinde mali sermayenin sınırsız egemenlik isteğine ve bunun her alana hakim kılınmasına ve de güncel politikalarına uygun olarak sınırlandırılmış biçimde -birçok yönden kuşatma ve denetimle, birey hak ve özgürlüklerini dahi kısıtlayan yasalar çıkartılarak- kimi zaman ve yerde faşizan, işgalci biçimler kazanarak uygulandığı gibi, onyıllardır faşist bir diktatörlüğün hüküm sürdüğü Türkiye’de işlerine yarayan faşist yasaların korunması biçimiyle, birey hak ve özgürlüklerinin ve bunların kullanımının ezelden beri gelişmemiş oluşuyla da daha geri düzeyden uygulanmaktadır.

Özal’la başlayan, ’90’lardan itibaren daha görülür hale gelen bir siyasal toplumsal değişimin sonucu, kapitalizmin gelişimiyle de artan, dışardan içeriye doğru gelişen etkiyle de hızlanmış, kapitalist toplumsal bireysel ilişki biçimleri ve kurumları, öncekilerin çözülmesi, etkisizleşmesi, içerden değişime uğraması ve yenilerin ortaya çıkmasıyla çoğalmışlardır. Türkiye’nin bugünkü ekonomik, siyasal, toplumsal yapısı, örgütlenişi bir değişim geçirmektedir; öncekinden bir hayli farklılaşmıştır. Rejim krizinin sürmekte olan fakat eski şiddetinde olmayan konusu olarak Kürt sorunu da içteki ve bölgedeki gelişmelere uygun olarak yeni bir denge yaratılarak neoliberal bir çözümle sisteme bağlanmaya yönelinmiştir.

Toplumun neoliberal siyasal toplumsal temeldeki örgütlenişi, ortaya çıkan liberal toplumsal, bireysel ilişki biçimleri faşist diktatörlük altında ve sosyokültürel ilişkiler olarak feodal etkinin içerisinde daha fazla yer aldığı geri kapitalist yapı içerisindeki önceki örgütlenişinden farklıdır; ortaya çıkan ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel dönüşüm ve bunun ilişki biçimleri kavranılmadıkça komünistlerin ve devrimci hareketin etkili bir karşı örgütlenme ve mücadele geliştirmesi mümkün değildir. Dar bir siyasal zeminde antifaşist mücadele yürüten, bilinçleri ve görüş mesafeleri darlaşmış komünistlerin ve devrimci hareketin anlamakta da kavramakta da zorlandıkları bu değişimdir.

Belirtilenler, ülkemizin ekonomik, siyasal, toplumsal bir yapı dönüşümü gerçekleştiğini, bunun içerisinde çözümlenmemiş demokratik nitelikteki siyasal toplumsal sorunların varlığını, bu sorunların çözümünün ise ancak sosyalist devrim ve sosyalist demokrasi mücadelesiyle ona bağlı olarak gerçekleşeceğini gösterir.Yine bu belirtilenler, sosyalizm ve sosyalist demokrasi mücadelesinin dar bir siyasal zemine indirgenmeden tersine siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel olanın birliğini, bunların sık iç bağlarla iktidar mücadelesinin vektörü haline getirilmelerini gerektirir. ((Sürecek))

****

Y…, (Fuat- 31 Temmuz 2009)

Değerlendirmemin ikinci bölümünü sunuyorum.

Bu bölümünde Marksizmin bakış açısından “sivil toplum”un ne olduğu ve bunun kapitalizme karşı mücadele açısından önemi belirtildikten sonra , ardı sırada Türkiyenin siyasal toplumsal gelişimi içerisinde çözümlenmektedir. Bu temelde yaptığımız çıkarımlar burjuva sınıf eşgemenliğinin mücadele edilmesi gereeken geniş temellerini gösteriyor. Konu bu içeriğiyle sadece demokratik devrimciliğin değil daha sonra modern revizyonizme evrilen komünist partilerin de görüş ve mücadele alanı olmaktan çıkmış, bu çıkışla da ML canlılık ve derinlik katan pek çok şey uçup gitmiştir. Bundan dolayı, teorimizin gelişimi ve sosyalist devrimci bir proğram ve mücadelenin geliştirilmesi yönünden taşıdığı büyük önemin yanısıra sadece liberal reformist bir sivil toplumculuğun değil yeni toplumsal hareketler” içerisinde sınırların silikleşmesiyle devrimci reformizme doğru evrilişin görülmesi açısından da önemlidir.

Genel olarak burjuva demokrasisi, burjuva demokrasilerinin üzerinde yükseldiği ekonomik toplumsal temein kavranması, geldiğimiz aşamada karşımızdaki düşmanın burjuva demokrasisi oluşu, burjuva sınıf diktatörlüğünün burjuva demokratik biçimine karşı mücadelenin kapsamı birbiriyle bağlantılı olarak işlenmektedir. Bu sonraki bir bölümde ayrıca temel sloganlarımızdaki değişim yönüyle de ele alınmaktadır. Burjuva demokrasilerinin gelişim ve özellik farklılıkları, burjuvazinin sınıf egemenliğini toplumsallaştırması ve sisteme bağlamasının aracı olarak burjuva demokrasisi gibi bölümlerle birlikte sadece burjuva demokrasilerinin ne olduğu değil sosyalist devrim mücadelemizin üzerinde yükseleceği karşıt temellerin ne olduğu da görülür hale gelmektedir.

Halkçı devrimcilikten küçük burjuva ezilenci, toplumsalcı sosyalizme doğru evriliş, girilen dönemin büyüyerek gelişecek olgusudur. Bu görüşler, teorik temelleriyle eleştirilerek sınır çekilmektedir. Açık tanımlanmasıyla temel ayrımı oluşturan, “küçük burjuva ezilenci, toplumsalcı sosyalizmi mi, proletarya sosyalizmi mi?” dir.

“Görüş ayrılıklarımız”, eksenleşmiş olan görüş farklılıklarımızın teorik temelleriyle ele alınmasıdır. Yu .y ın artık küçük burjuva toplumsalcı bulamaç bir sosyalizme varmış olan görüşleri teorik düzeyden eleştirilmektedir. Bir arşiv taramasına girmediğimden eksik kalan bir iki konu olmakla birlikte temel bir çok konu aralarındaki iç bağlar kurularak bu görüşlerin neyi ifade ettiği ve proletarya sosyalizmiyle bir ilişkisinin bulunmadığı gösterilmektedir.

Proletarya devrimi ve proletarya sosyalizminin ayırd edici çizgileri. teori, proğram, strateji, taktik ve örgütlenmede temel kopuş halkaları, başlıklı bölüm ne olduğunu başlığıyla açıkça söylüyor. Bu bölüm birikimlerimizi toplamakta, net bir şekilde tanımlı hale getirmekte ve ileriye doğru açmakta, üzerinde yürüyeceğimiz yolu göstermektedir. Net ve açık olarak söylemek gerekirse, benim yönümden tartışmanın, birlik ve ayrılığın belirleyici ögelerini-faşizm konusunu da ekleyerek- bunlar oluşturmaktadır. Bu bölümde sösylenenlerin sadece yeni oluşu değil asıl olarak bunların oluşturduğu güçlü devrimci dinamik, bizi geleceğe taşıma gücü görülmelidir.

Demokratik devrimciliğin burjuva demokrasisi korkusu. korkunun tarihsel temelleri. Kapitalizme ve burjuva ve demokrasisine karşı savaşım. Dönüşümün tarihsel ve güncel anlamı. Siyasal savaşım ve militanlığın ölçütleri bölümleri, kopuşa ilişkin kaygıları aşmak ve kopuşa derinlik kazandırmak amacıyla bir yönden de kendimize yazılmıştır.

Tarihi geçişlerin yapıldığı dönemlerde Komünist partilerin ve işçi sınıfı mücadelesinin burjuva demokrasileri karşısında etkisizleşmesi ve erimesi başlığını taşıyan bölüm, devrimci kopuşumuzun sadece halkçı demokratik devrimcilikten değil modernrevizyonizme ve reformizme evrilen doğmatik SD cilik türlerinden de bir kopuşu gerçekleştirmek yönünden önemlidir. Karşı karşıya olacağmız yeni sorun budur, tarihe bu yönden bakış da bu açıdan önemlidir. İşçi hareketinin gelişimini özellikle de 2. emperyalist paylaşım savaşı sonrasındaki gelişmeler içerisinde ele alan bir çözümleme ve geliştirilen teorilere ilişkin bir bölüm daha vardı. Bu konuyu daha sonra ele almak üzere şimdilik koymuyorum. Keza ne zaman Sd demeliydikle birlikte dememiş olmanın sonuçlarının irdelendiği sunduğum birinci bölümde farklı bir yönden kısmen girilmiş olan bir konuyu ve siyasal mücadelenin kendi içinde ve diğer mücadelelerle ilişkisi içerisinde bağlantılandırılarak ele alındığı yazmış olduğum bazı bölümleri de koymuyorum. Bunlar ya sonraki bölümde yer alır ya da daha sonra ayrıntılandırarak işleriz.

Bir bütün olarak bu bölüm, halkçı demokratik devrimcilikten köklü bir kopuş ve bunun derinleştirilmesinin yanı sıra dayanacağımız Sosyalist devrim görüşüne ML ve sosyalizm teorimizdeki tarihsel gerileme yenilgi ve silikleşmeyi aşarak güçlü bir temel ve devrimci bir eksen kazandırmayı amaçlamaktadır. ML ve sosyalizme yüksek bir çekim gücü kazandırmak, kilit sorun, bir bakıma bütün sorunların temelindeki sorun budur. Önümüzdeki dönemde güçlü bir kolektif etkinlikle ve onu pratikleştirerek, kendi iç engellerimizle de savaşarak bunu başaracağımızdan kuşkum yok.

Başlıklarını da sıralamış olduğum konuların ele alınışında onların bir tartışmanın sınırları içerisinde değil – o sadece bir parçasını oluşturur- geleceğimizi üzerinde kuracağımız ideolojik-teorik ve siyasal temeller olarak görülmesi, bu perspektifin içerisinden değerlendirilmesi ve geliştirilmesi doğru olacaktır. 31 temmuz. 2009 Fu.

xxx

Yazımın ilk bölümünü sunduğum günlerde Yu. y da “parti” yazısını sundu. İçerisinde bulunduğumuz örgütsel durumla ilişkilendirerek söylersek bu çalışması, onun bana yapıştırmaya çalıştığı kavramı kullanacak olursak bir “teorisizm” örneğidir! Bu çalışmada karşı çıkarken kabul ettiği, kabul ederken karşı çıktığı, kabul etmiş olduklarını sonuçlarına götürmediği görüşler karmaşasıyla ve emperyalizm çağı ve günümüze ilişkin daha önce yapmış olduğu keskin analizlere hiç te karşılık oluşturmayan bir parti teorisiyle çıkıyor karşımıza.

Eklektik görüşler ve yığma -ve bir anda keşfediverdiği teoriye ne kadar önem verdiği ve bu konudaki yetkinliğini göstermek için ( mi, yoksa bir sistem kuramadığı için mi?) alıntılarla doldurduğu bu parti teorisinin içine doğru girip özsel olanı diğerlerinden ayırdığımızda Y. y.ın soldan sağa, sağdan sola giden çizgisinde bu kez ibrenin kuvvetlice sağa küçük burjuva liberalizmine doğru kaymış olduğunu görüyoruz. Sol maceracı küçük burjuva devrimcilerinden almış olduğu “sürekli kriz” “sürekli devrimci durum” a yakın görüşler gerilere itilmiştir. Bunun uzantısı olan strateji taktik ilişkisini taktik yönünden kuran ve bunu merkeze alan “olağanüstü devrimci ” bir parti teorisini de göremiyoruz. Çalışmanın bir çok bölümde akademikleştiği bir parti teorisi getiriliyor.

Şiddetle karşı çıktığı devrimci kopuşla ilgili olarak kopuş vurgusunu bir parça daha artırdığı görülüyor. Fakat o hala kopuşun ancak bir sıçramayla olacağını ve kopuşla birlikte sürekliliğin önceki ögelerin de dönüşüme uğrayarak olabileceği fikrine, kopuşla birlikte süreklilik fikrine geçemiyor. Ona göre, sürekliliğin evrilmesiyle kopuş olabilecektir. Dönüşümlerin çoğu zaman düzenli bir gelişimle değil kaotik durumların içerisinden gerçekleştiği, bırakalım birikegelmiş tarihsel sorunlar, bizimki gibi yoğunlaşmış yapısal ö.sel sorunlar yaşanıyor olmasını dönemsel geçişlerin dahi öyle kolay sarsıntısız olmadığı fikrine ise hala çok uzaktır. Dönüşüm için hayatın akışının çoktan parçalayıp geçtiği kurallar sıralamaktadır. Eğer onun sıraladığı kurallara uyarak bir dönüşüm gerçekleştirmek isterseniz bırakalım sert dalgalı bir denizde, okyanusda yüzmeye cesaret etmeyi bir havuza bile giremezsiniz. Burjuvazinin katmanlı egemenliği kabul edilmektedir. Fakat günümüzde burjuvazinin sınıf egemenliğine ilişkin olarak bununla birleşik bir yaklaşım geliştirmeye yine geçilemediği için önceki karşı çıkış da aynı şekilde sürdürülmektedir. yu. y. ın eklektizm salıncağında gidip gelmesinin çoğalan örnekleri bir yana o her şeyi iki yanlı olarak koyup , tehlike ve avantajlardan uzun uzun söz eder, tehlikeler hep daha daha ağır basar ve tüm yazı boyunca da onun ikilemleri içerisinde kavranacak halka göremezsiniz. Onun bu sayfalar dolu yazısı çok şey söyler gibi yapan ama hiç bir şey söylemeyen eklektik yığmalarla doludur.

Yu. y. ın dünyadaki durumun ne kadar devrimci olduğunun barometresini oluşturan “orta sınıflar bile..” ritüeli geri çekilmiştir. Geri çekilmekle kalmadığı gibi, egemen sınıfların orta sınıfları, hatta proletaryaya doğru da genişlemiş olarak sisteme çekip bir istikrar yaratmış oldukları söylenmektedir. Bu barometrik değişim kendisi de uzun zamandır dünyaya orta sınıfların gözünden bakan Yu. y.ın tüm sistemini de bozmuş görünüyor!

Yu. y. “psikolojik eşiğin dahi aşılmış olduğu iç savaş” görüşünü de “toplumsallaşmış rejim krizi” görüşünü de usulca geri çekti. Faşizm teorisi ise bir faşizm karikatürü ile “neofaşizm” olarak sürdürülmeye çalışılıyor. Onun neofaşizminin sınıfsal bir temeli neredeyse yok, faşist diktatörlük bir devlet biçimi olmaktan çıkmış-“faşist diktatörlük” bile demiyor, diyemiyor- grup ve kişilere inmiş iktidarı elinde tutanlarla bozunuma uğramış orta sınıf kesimlerinden çıkan çetecilerden ve lumpenlerden oluşan milliyetçi bir guruh “neofaşizm”i oluşturuyor. Siyasal sürecin cesaretle yeni bir analizine girişmek yerine keskin kimi görüşlerini usulca geri çekerken ’30lı yıllar ritüeli, bir tür islami faşizm keşfi ile durumu idare etmeye çalışıyor. Bir de neo liberalizmin karakteristikleriyle -üst kurullar gibi- faşizmi açıklamaya, Leninden alıntılarla Kievsky’i doğrulamaya çalışıyor. Güç yoğunlaşması ve merkezileşmesi eşittir siyasal ve askeri egemenlik ve şiddet o da eşittir faşizm, işte onun bütün formülasyonu bu! Onun görüş açısından hareket ettiğimizde emperyalizm çağının karakteristikleri içerisinde faşizm ebedi düzendir; burjuva sınıf egemenliğinin faşist diktatörlük biçimi süreklilik gösterir, burjuva demokratik biçim ise arızi ve rastlantısaldır. Bunu bir devlet biçimi olarak faşist diktatörlükle burjuvazinin faşizan eğilim ve tutumlarını karıştırarak da yapmakatdır. Bu formülasyonun dünya analizindeki bir diğer karşılığı ise -Görüş Ayrılıklarımız bölümünde eleştirdiğim- dünyada da yeniden sömürgecilik sistemine doğru gidildiği görüşü..O bu görüşleriyle bunların Leninizm olduğunu söyleyerek ortaya bir Kievsky karikatürü çıkartıyor.

İler tutar hiç bir yanı, Üçüncü ent. in faşizm teorisiyle hiç bir ilişkisi olmayan faşizm ısrarı, aslında demokratik devrimciliğin burjuva demokrasisinden duyduğu korkunun bir ifadesi, sosyalist devrimciliğe uzak durmanın da temel nedenidir. Ondan vaz geçtiği an, antifaşist siyasal devrimcilik üzerine kurduğu tüm söylem çökecektir. Köylü devrimcilerin Dersimin kırsalında iki tane feodal taş bulup Türkiye’de feodal, yarı feodal ilişkilerin egemen olduğunu onlarla açıklamaya çalışmaları gibi, Yu. y., derinleşen bir eklektisizmle hemen her konuda yaptığı gibi faşist diktatörlük ün yerine “neofaşizm” i geçirerek değişen bir durum olmadığını, aslında hiç bir şeyin değişmediğini, ama “kendisinin değişime karşı olan bir dinazor” da olmadığını, fakat yine de değişen bir şey olmadığını bize göstermeye çalışıyor. Köylü devrimciler, iki tane feodal taş bulup feodal ve yarı feodal ilişkilerin hala egemen olduğunu kanıtlamaya neden çalışırlardı? Çünkü kapitalizmin egemen olduğunu kabul ettikleri an tüm sistemlerinin çökeceğini, temel çalışma alanının kırlar olmaktan çıkacağını, kırsal alanlarda köylü gerilla ve halk savaşı teorisinin biteceğini bilirler bu nedenle doğmatik bir ısrar içinde olurlardı. Onların dışında herkesin kolaylıkla gördüğüne dahi gözlerini kaparlardı. İşte bizde de hala faşizmin sürdüğü görüşünde ısrar eden , bunun için iler tutar yanı olmayan karikatür bir faşizm görüşü ileri süren Yu. y. ve onunla aynı görüşte olanlar, antifaşizmin ötesine geçmeyen bir siyasal devrimciliğin ufkunu aşamadıkları için ve demokrasi sorununa demokratik devrimciliğin sınırlı ufkundan bakarak burjuva demokrasisinden duydukları korkuyla bu görüşten vaz geçemiyorlar. Sorunun düğüm noktası bu! Ve bu yenilmeden asla sosyalist devrimci olunamaz.

Yu. y.ın burjuva demokrasisi korkusu onu idealleştirmeye dönüşüyor. Parti yazısında burjuva demokrasisini idealleştirerek, proletarya partisi ve sosyalist demokrasi içerisindeki sorunları komünizm perspektifi içerisinden değil burjuva demokrasisinin bakış açısı içerisinden onun yöntemlerini ve tarzını benimseyerek çözmeye girişmiş. Komünist partiler ve proletarya diktatörlüğü devletindeki demokrasi sorunlarını burjuva demokrasisinden gelen liberalist eleştiriler yönünde çözüyor. Burjuva demokrasisinin en büyük öğünç kaynağı ve proletarya devletini sadece bir diktatörlük olarak nitelemesinin dayanağı olan siyasal çoğulculuk, burjuva demokrasisinden ödünç alınıp proletarya partisine ve proletarya demokrasisine monte ediliyor. Çoğulcu parti ve çoğulcu demokrasi! O vara vara ÖDP yide doğuran Kuruçeşmeciliğe ve burjuva demokrasinin siyasal çoğulculuğuna varıyor. Monolotik parti görüşünün ML in ideolojik bütünlüğünden ve sınıfın birliğinden, parti ile sınıfın her daim geliştirilmesi gereken ortak irade ve eylem birliğinden çıkışını aldığını, siyasal, taktiksel, ve belirli teorik konularda mücadele içerisinde doğabilecek görüş ayrılıklarını bu yönde daha yüksek bir ideolojik, teorik, siyasal, örgütsel birlik oluşturarak çözmek gerektiğini, ancak bu yapılırsa irade ve eylem birliğinin geliştirilebileceğini yadsıyor. O sadece siyasal ve taktiksel bir konuda, ya da teorik bir konuda nücadelenin seyri içerisinde çıkabilecek görüş farklılıklarının evet, hiç bir şekilde bastırılmadan, kendisinin yaptığı gibi “düşünce zaptiyeliği”ne başvurmadan tartışılarak sonuçlandırılmasını değil karşı çıkıyor görünse de grup ve hizip oluşumlarına kapıyı ardına kadar açan bir demokrasiyi formüle ediyor. Nihayetinde iki ayrı ideoloji ve iki ayrı sınıf demek olan “ideolojik teorik görüş farklılıkları” dahi onun bu geniş demokrasisi içerisinde bir arada kalmaya, kurallar dahilinde tartışmaya, irade ve eylem birliği içinde hareket etmeye devam edebilir. O bize parti içinde “İdeolojik teorik görüş farklılıkları”nın tüzük kuralları dahilinde barış içinde bir arada olabileceği ideal bir küçük burjuva demokrasisi sunuyor. İki ayrı ideoloji, iki ayrı sınıf demek olan bu durumda tüzük kuralları içerisinde irade ve eylem birliğinin korunabileceğini vaazediyor. Bunun da iki çizgiyi mutlaklaştıran maocu parti görüşü olmadığını söylüyor. Ne de olsa Ö. müzün eski kadrolarının ve dolayımlı olarak ta yeni kadrolarının en azından bir bölümünün devrimci bir refleksle karşı çıkacağını bildiği için söylüyor bunu da.

Maocu parti görüşünden ve Kuruçeşmecilikten bir farkı olmayan parti görüşü, sosyalist demokrasi konusunda da maoculuğun “yeni demokrasi”, Kuruçeşmecilerin proletarya diktatörlüğünü burjuva demokrasisine benzeterek demokratikleştirme görüşüyle birleşiyor. Proletaryanın farklı kesimlerinin varlığı nedeniyle bu çoğulluğa uygun olarak proteryayı temsil eden farklı partilerin olabileceğini söylüyor. “Keşke olsa” diyor ve kendisince bazı koşullar koyuyor. Sosyalizmde sadece proletarya olmayacağına, kent ve kır yoksulları, kısa dönemde ortadan kalkmayacak büyük bir küçük burjuvalar sınıfı olacağına göre bu partiler çoğulluğuna -O söylemese de- bunları da demokrasi gereği dahil etmemiz gerekiyor. Ve devrilmiş burjuvazinin de bunlardan bazıları içerisine girmekten ve o şekilde etkinleşmeye çalışmaktan geri durmayacağı da belirtilmeli.

Burjuva demokratik parlamenter sistemde bir çok burjuva partisi vardır; kapitalist özel mülkiyet ve rekabete dayalı bu sistemde birbirleriyle de mücadele halinde olan, sömürüden en fazla payı almak isteyen burjuva kesimler farklı partilerde örgütlenerek, iktidar içerisinde daha güçlü hale gelmeye ve üstünlük kurmaya çalışırlar. Bu sistem, emekçi sınıfları sisteme dahil ediyormuş gibi gösterip bağlamanın aracı olduğu gibi, gerçekte geniş kitleleri politikanın dışında ve yönetsel görevlerin uzağında tutmaya yarayan bir temsililiğe de sahiptir. Ve bu parti çoğulluğu burjuva demokrasilerinin gücü ve geliştirici itkisi olarak görülür. Bugünkü neoliberallere de ilham veren muhalefeti de geniş bir şekilde kapsayarak burjuva demokrasilerinin temellerini güçlendirme ve ona bir itilim kazandırma teorisi bugünkü neoliberallere de ilham veren karl Popper vb. tarafından geliştirilmiştir. Bu ilham yu. y a kadar ulaşmış görünüyor. İşte Yu. y. ın proletaryanın farklı kesimlerinin çıkarlarını temsil edecek ve uyguladığı demokrasi kriterine göre sadece proletarya partileri ile de sınırlı kalamayacak çok sayıda parti ile proletarya demokrasisini demokratikleştirmesi böyle bir kopya oluşturuyor. O sorunu en gelişmiş burjuva demokrasisinden emekçi sınıfların girişkenliği üzerinden yükselen ve siyasal katılımını doğrudanlaştırmasıyla kat kat daha demokratik olan komün/sovyet sistemi içerisinde ve komün/sovyet sisteminden ileriye doğru giderek ve proletarya diktatörlüğü demokrasisi sorununu proletarya diktatörlüğü devletinin , proletarya partisinin sönümlenmesi, sadece diğer sınıfların değil işçi sınıfının da ortadan kalkması perspektifi içerisinde komünizmin ışığını düşürerek çözmek, sosyalist demokrasideki tıkanma ve geriye kırılmayı buradan aşmak yerine bize burjuva demokrasisini, Kuruçeşmeciliği vaaz ediyor. Parti ile sınıfın yığın örgütleri sendikalar vb. ilişkisinde de onların etkisizleşme ve silikleşmelerine, rollerini oynayamaz hale gelmelerine yol açan parti ve devletle olan ilişkilerinin kaba bir tabiiyet ilişkisine dönüşmesine karşı etkileşimin iki yönden güçlendirilmesiyle bunu aşmayı değil sendika ve diğer kitle örgütlerinin “bağımsızlığı” görüşünü, bu oportünist görüşü çıkartıyor.

Çalışmamın şimdi sunduğum bu bölümünde bu konuda tam karşıt bir ele alışı bulacaksınız. Burjuva sınıf egemenliğinin burjuva parlamenter demokratik biçiminin karşısına proletaryanın sınıf egemenliğinin proleter demokrasisi biçimi çıkartılırken iktidar organları olarak konseyler, proletarya demokrasisinin temel taşı olarak belirleniyor.

Yu. y. ideal bir burjuva demokrasisinin esinlendiği küçük burjuva demokratizmi üzerinden yükselen görüş ve çözümleriyle bizim proletarya demokrasisisinin sorunlarını yapı, özellik ve işleyişleriyle proleter demokrasinin burjuva demokrasisine üstünlüğünü oluşturan organları, konseyler demokrasisini öne çıkartarak ve bunu devletin sönümlenmesi , “devlet olmayan devlet” ilişkisi içerisinden ele alarak komünizmin bakış açısından geliştirdiğimiz çözüm tam bir karşıtlık oluşturmaktadır. Onun görüşü “yeni ihanet çağı”nın görüşüdür. Ö. platformumuza yıllar önce mahkum edilmiş bu maocu parti görüşü, bu bir ürünü ÖDP olan Kuruçeşmeci liberal reformist görüşler getirilebiliyorsa onları tereddütsüz mahkum etme ve hiç bir şekilde bu görüşlerle bir arada olmayacağımızı açıklama hakkımız vardır.

Yu. yın kah gitgide içi boşalan devrimci bir taktiksel keskinlik, kah küçük burjuva milliyetçi bir antiemperyalizm, kah liberal oportünizme bürünen görüşlerinin geldiği liman en sonuncusudur. Genellikle siyasal bir salınım halinde ve bu düzeyde eklektize olan bu görüşler, ML teorimizin ve proleter sosyalist teorik siyasal çizgimizin gelişiminin basıncını hep üzerinde hissetmiş, bu yönden de eklektize olmuş fakat ne zaman ortam ve koşullar itibariyle elverişli bir durum bulmuşsa kendisini siyasal olarak ortaya koymaya çalışmış, teorizasyona giriştiğinde de açığa çıkmıştır. Devrim stratejimizin değiştirilmesi gündeme geldiğinde de antiemperyalist demokratik halk devrimciliğini toplumsalcı küçük burjuva sosyalizmiyle sürdürmeye yönelmiştir. İç mücadelemizin sadece açık bir tartışma biçimiyle süren son beş yılına değil on yılı aşan bir süresine doğru gidildiğinde onda daha önce ileriye olan gelişimin önce bir durgunluğa sonra sürecin içerisinde fiili bir erimeye daha sonra da önce küçük burjuva milliyetçi bir antiemperyalizm teorisiyle ortaya çıkmaya dönüşmüş, emperyalist kapitalist sistemdeki içsel dönüşüme karşıt proleter sosyalist bir eksen, teori ve politikalar geliştirilmeye başlandığı andan itibaren de şiddetle karşı çıkma, kısmen kabul sonra red döngüsü içerisinde gitgide tutuculaşan ve gericileşen görüşlerin savunucusu olmuştur. Şimdi, görüşlerini karşı çıkarken kabul biçimiyle yeniden eklektize etmeye çalışırken sabitelerini, donmuşlklarını da korumaya çalışıyor. Ara akım oluışun da sürdürülemezliğiyle bu kez de parti ve proleter demokrasi konusunda olduğu gibi bayağı liberal oportünist görüşler aradan fışkırıveriyor. Bu görüşler mahkum edilmelidir. 31 Temmuz 2009 -Fu

NEOLİBERAL BURJUVA SİYASAL TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME. GELİŞEN, ETKİ VE HAKİMİYETİ ARTAN KAPİTALİST ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN SONUCU BURJUVA SINIF EGEMENLİĞİNİN KATMANLILAŞMASI, DERİNLEŞİP AZAMİLEŞMESİ. SİVİL TOPLUMUN ANLAMI

“SİVİL TOPLUMCULUK”, “YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER” İLİŞKİSİ- Öncelikle şunu belirtelim. Sanıldığı gibi burjuvazinin “sivil toplum”u sadece toplumsal alanla sınırlı değildir, ekonomiyi de, devleti de dışta tutmaz. “Sivil toplum” un devleti dışta tutan muhalif bir örgütlenme alanı olarak tanımlanması, öncelikle K. Poper’in -“açık toplum” görüşünden- vb. den hareketle bir kısım neo liberale aittir. (K. Poper, liberal bir toplum yapısı içerisinde – devrimci sınıf mücadelesi ve komünizmin gelişimini de önleyecek- bir model oluştururken muhalefeti dıştalamayan bir iktidar muhalefet ilişkisine dayalı bir modelle çıkar; bu ilişki içerisinden daha geniş ve kapsayıcı bir muhalefetle evrimci bir gelişimi de sağlayacak sistem içi bir denge kurma arayışına girer. Bunu sistem içi bir itilim unsuru ve totolatarizme karşı da bir sigorta olarak görür. Soroz gibiler, “Açık Toplum Enstitüsü” vb. K. Poperin görüşlerini referans olarak alırlar. Siyasetin neoliberal eksende merkezileştirilmesine, devlet-toplum ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasına uygun muhalefeti ve ötekini dıştalamayan içine doğru çeken kurumsal yapı ve ilişkiler, kurumlar arası ve devlet-toplum ilişkilerinde yönetişim, bu yönde faaliyet gösteren kurumlara finansal destek sağlanması gibi yöntemler bu politikanın farklı yönlerdeki açılımlarıdır. Bu açılımların sadece bunlarla, kurum çalışmaları ve kurumlararası ilişkiler reformizmi içerisinde kalmadığını revizyonist ülkelerdeki “kadife devrim”lerde karşı devrim içerisinde karşı devrim olarak nasıl örgütlendiğini ve kitle ayaklanmalarına dönüştürüldüğünü de biliyoruz. “Sivil toplum” un muhalif bir örgütlenme alanı olarak gösterilme nedeni, revizyonist bürokratik burjuva diktatörlüklere karşı bir muhalefet ve kalkışma gücünü örgütlemek, kapitalist ülkelerde ekonomi-siyaset ve devletin işlevlerinin neo-liberal biçimlerle yeniden düzenlenmesi, devletin çekirdekte merkezi yapısı korunur ve güçlendirirken, sermaye birikiminin yeni koşullarına uygun olarak devletin ekonomik işlevlerini farklılaştırma, devlet toplum ilişkilerini de yeniden biçimlendirme, karşı yönde duran ve dışlanmış toplumsal muhalefeti marjinalize ederek ve geniş bölümünü parçalarla sisteme dahil ederek sistemin toplumsal temelini oluşmuş sınıf dengelerinin dışına çıkartarak genişletme, “kamusal işlevler” olarak tabir edilen örtük keynesiyen politikaların tasfiyesi gibi hedeflere dayanmaktadır. ) İkinci olarakta Gramsci nin yanlış bir görüşünden de çıkış alınarak devlet dışı alanda muhalif bir örgütlenme alanı oluşturma düşüncesiyle neoliberalizmin etkisi altında geliştirilen liberal reformist bir görüştür; bizde de “sivil toplum” denilince bu şekilde, bu ikisi içiçe geçmiş olarak anlaşılmakta benimseyenler bu temelde benimsemekte, karşı çıkanlarda bu temelde karşı çıkmakta ve tavır almaktadırlar.(Gramsci bir komünisttir. Onun “mevzi direnme”yle(!Kaynak elimde yok, kavrama bakamadım)l ilgili mücadeleyi tedricileştiren reformist istismara açık görüşleri dengeci bir muhalif stratejiye doğru evriltilmiştir. İkinci Dünya savaşından sonra reformist revizyonist bir parti olan İtalyan Komünist Partisi, İtalya tarihindeki burjuvazinin feodallerle uzlaşması ve tedrici bir gelişimle iktidarı ele almasının bir tekrarını Dünya Savaşı sonrasında oluşmuş olan siyasal sınıfsal toplumsal denge içerisinde “tarihsel uzlaşma” teziyle Hristiyan Demokratlarla gerçekleştirmeye yönelmiştir. Merkezi iktidarla yerel yönetimlerin adı konmamış bir paylaşımı gerçekleşmiş, İKP, sendikalar, yerel yönetimler ve çok sayıda geniş bir örgütlenme ağı oluşturan muhalif kurumla toplumsal muhalefet oluşturma, iktidara bu şekilde ortak olma ve ele geçirme stratejisi uygulamıştır. Bu kooperatif örgütlenmesi; tekellerin, tekelci devlet kapitalizminin dönüştürülmesi gibi ekonomik politikalara ve hedeflere de sahiptir. Özet olarak bütün alanları kapsayacak şekilde kendi “sivil toplum”unu kurarak reformist bir muhalif strateji içerisinden iktidarın ele geçirilmesi hedeflenmiştir. Reformist içeriği belirgin Avrupa revizyonizmi -“Avrupakomünizmi”- budur.)

Fakat “sivil toplumculuğu” ortaya çıkartan sınıfsal, toplumsal, siyasal zemin çok daha geniştir. Geniş temelini de küçüklü büyüklü yeni toplumsal hareketlerde bulmaktadır. Sistemin önceki yapısının neoliberal kapitalist çözülmesi ve dönüşümünün yol açtığı parçalayıcılık, orta sınıf şekilsizleşmesi, devrimci yapıların bozunuma uğraması, neoliberal kapitalist emperyalist saldırıya karşı muhalefet ve direnişin bunun içerisinden gelişimi, şekillenişi onun-yeni toplumsal hareketler ve sivil toplumculuğun- temelini oluşturmaktadır. Kökleri yukarda belirtilen görüşlerle, sınıfsal niteliğe sahip olan örgütlülüklerin devrimci politik örgütlenmelerin zayıflatılması ve tasfiyesiyle, yerlerine liberal ve sol reformist, özgül sorunlardan yola çıkan-genellikle de kendini onunla sınırlandıran- daha amorf örgütlülüklerin geçirilmesi, bu ö.lülüklere dayalı bütün renkleri içerisinde taşıyan bir muhalefet hareketi oluşturmak ve mücadelenin onlara dayalı yürütülmesi bir strateji haline getirilmiştir. Seattle sonrası yükselen çözülme halindeki orta sınıfların damgasını vurduğu dalga, ABD emperyalizminin Irak işgali sonrası oluşan savaş karşıtı ve anti-emperyalist birlik oluşumları bu hareketin geniş temelini oluşturmuş, hareketin karmaşık sınıf yapısı ve çözülüm hali, siyasal yapısına da yansımış, liberalinden anarşistine, reformistinden devrimcisine geniş bir yelpaze ve içiçe -ana yönü geriye doğru olan- geçişli ilişkiler ortaya çıkmıştır. Proletaryanın sınıfsal ve siyasal temsilinin neredeyse hiç olmadığı-sendikalist ve reformist düzeyde dahi sıfıra yakın bir düzeydedir- bir bileşkedir bu.

Bu hareketi oluşturanlar, bileşeni haline gelenler, sadece bir takım dernek ve kurumlarda, partilerde örgütlenen liberal ya da mücadele yöntemleriyle de belirgin reformist olan parti, kurum ve kişiler değildir. Önceki devrimci proğram ve stratejilerinden kopmuş, onları uygulama konum ve kararlılığına sahip olmayan, siyasal sınıfsal ve toplumsal olarak daha şekilsizleşen, çözülme halindeki önceki devrimci parti ve hareketlerde bunun dışında değillerdir. Bu güçler, halkçı devrimci sınıf niteliği belirgin olan, devrimci bir proğram ve stratejiye dayanan politikadan sınıf niteliği belirsiz-orta sınıf şekilsizleşmesi- ara akımlaşılan politik şekilsizleşmeye ve protest politikalara, reformist devrimciliğe doğru gerilemiştir. Bu hareketlerde liberalizmin ve aslında onunla kardeş olan anarşizmin etkisi oldukça fazladır ve iki yönden genel hareketi belirlemektedirler.

Dünya ölçeğinde de “Yeni toplumsal hareketler” içerisinde yer alan, “sosyal forum”ları örgütleyen güçlerde bu kapsamdadır ve iki ögeyi liberal reformist ve devrimci reformist olanı barındırmaktadır. Bu tarzdaki “sivil toplumcu”luğun liberal ve liberal reformist olanları, egemen burjuva neoliberalizmiyle, devlet-toplum ilişkilerinin yeniden düzenlenmesine uygun, muhalefeti dıştalamama, “öteki”yi de içerme biçimindeki politikaları ve yönetişim ilişkileriyle bağlantı içerisinde sisteme muhalif olarak entegre olmaktadırlar. Neoliberal kapitalizmin bir bileşeni, neoliberal reformist politikaların takipçisi durumundadırlar. (Greanpeace, Atac, bugünkü İHD gibi örgütler, Bıanet, Sosyal Forum organizasyonlarının başında yer alanlar vb. bu kategoridedir. Kyoto protokolünün uygulanmasını, Tobin vergisinin konulmasını, kirize karşı çözüm olarak sol keynesiyen politikaları önerirler.) Devrimci hareket içerisinde de “sivil toplumculuk” bu zemin ve sınırlar içerisinde, bunlardan ibaret olarak görülmekte ve bu sınırları aşmayan bir yaklaşımla eleştirilmektedir. Bu belirtilenler, gerek siyasal olarak, gerekse kurumsal ilişkilerle sistemle, bazıları devletle daha entegre bir ilişki içerisindedirler. Yardımlarla-fonlarla- da desteklenmektedirler. Dolayısıyla bunlar, daha kolay görülmekte, eleştirilmekte, sınır çekilmektedir. Görülmeyen ise radikal reformist olanlardır. Bizzat devrimci hareketin ve örgütlerin bu zemine yaklaşması ve onun içerisine kayması, sınırlarının silinmesidir.

Sadece mücadele de görece daha radikal biçimlerin kullanılması, bu yönde eylemlerin önerilmesi tek başına bir ayrım oluşturmaz. Genel olarak savaş karşıtı olanla emperyalist savaş ve işgallere karşı olmak siyaseten de temel bir ayrım oluşturur fakat bu vb. leri yeterli ve erimeyi engelleyici değildir. Devrimci parti ve örgütlerde, genel bir orta sınıf şekilsizliğinin damgasını vurduğu “yeni toplumsal hareketler” ve “Sosyal Forum” yapıları içerisinde erimektedirler.. Önceki dönemde küçük burjuva devrimci sınıf niteliği ve halkçı derinliği olan proğram ve strateji netliğine sahip örgüt ve hareketler, bir ucu neoliberalizm ve liberal burjuvalarda olan şekilsizleşmiş bir orta sınıf muhalefet hareketinin parçası haline gelmişlerdir. Bizde -buralara verilen özel öneme ve merkezi düzeyden temsile karşın- görece radikal olana dahil olma dışında sınır çeken, farklı bir rengi, sesi ve soluğu oraya taşıyan, sınıfçı komünist antikapitalist yönde farklılaşan bir örgütlenme ekseni oluşturmaya yönelen, bunun adımlarını atan bir duruş, tutum ve ilişkiler geliştirememişizdir. Varolan geri ve geriye çekici durumun çok nispi ayrıksı tutumlar dışında üstüne çıkılmamaktadır. Buralarda işçi sınıfına dayalı ilişkileri geliştiren, kapitalizme karşı sosyalizmi eksenleştiren, proletaryanın enternasyonalist hareketini geliştirmeyi amaçlayan bir çalışma yoktur. (Yurt dışı çalışması, genel esasları itibariylede ucu kırık ama umutlu bir başlangıç olan ve kısa sürede sönümlenen “Alınterimle Buradayım” çalışması dışında zayıf ve gitgide daralan demokratik bir göçmen faaliyeti ve protestliğin ötesine geçmeyen antiemperyalist bir mücadele düzeyindedir. Bu çalışmalarda aşırı düzeyde darlaşmış ve geri düzeylerdedir.)

Devletle, envai çeşit emperyalist kurumla doğrudan ilişki kuran, yardım ve destek alan, genellikle kurumsal faaliyet düzeyinde çalışmalar yürüten liberal ve reformist sivil toplumculuk, mevcut yönetimleri kimi konu ve sorunlar üzerinden eleştirmekte ve bir muhalefet yürütmektedir. Fakat bu sistemin dışnda ve karşısında değil içindedir; geleneksel egemen burjuva muhalefetten farklı bir çizgide ve farklı bir biçimle gelişiyor da olsa sistemle uyumlu ve bütünleşiktirler. Öte yandan yeni toplumsal hareketlerin oluşturduğu zeminde bu hareketin oluşturduğu çeşitlilik ve geniş yelpaze içerisinde yer alan emperyalizmin ve onun neoliberal politikalarının saldırısı karşısında direnç gösteren devrimci yapılar farklı bir eksen oluşturmakla birlikte bir bütün olarak koşullardaki değişimle birlikte devrimci proğram ve stratejilerindeki zayıflama, sınıfsal, siyasal ve örgütsel şekilsizleşme sonucu eriyen ve diğerleriyle ayrımları silikleşen, reformist devrimciliğe doğru kayan bir konum ve durumdadırlar. Bu halleriyle ileriye doğru ayrışan, devrimci bir gelişim gösteren karşı bir eksen oluşturmaya bir hayli uzaktırlar. Bu yönde henüz bir proğram ve stratejiye de dayanmayan çok cılız bir eğilim vardır. Önceki çizgi ve politikaların içerisinde kalınarak da bu gerçekleştirilemez. Bu söylediklerimiz nispi farklarla birlikte bizim içinde geçerlidir. Bundan dolayı,

Örgütlenmenin sınıf temelli şekillenmesi ve siyasetinde devrimci bir siyaset olarak sınıf temeline uygunluğu, devrimci bir proğram ve strateji dahilinde hareket etmek ve proğram ve stratejide net bir ayrıma sahip olmak, orta sınıf şekilsizleşmesi ve siyasal bozulumunun oluşturduğu tablonun dışına çıkmak ve karşısına geçmek- bizim açımızdan bütün bunların proleter sosyalist bir çizgi ve renkte olması, çıkışını komünizmden alan bir kapitalizm eleştirisi ve ekseni oluşturmak- sivil toplumculuğun kaba reformist ya da erimekte olan radikal biçimlerinden ayrımda belirleyicidir. Dünya genelinde proletarya-burjuvazi çelişkisi merkeze konulmadan, kapitalizm karşısında sosyalizm-proletarya sosyalizmi- net ve açık tanımlı hale getirilmeden, sadece faşizmin değil neoliberal gerici niteliği belirgin burjuva demokrasisinin sosyalist demokrasi temelinde bir eleştirisine girişilmeden, komünist oluşumlar ve proletaryaya dayalı bir ilişkiler ağı geliştirilmeden ve bunun çalışması merkeze konulmadan, ittifak ilişkilerine devrimci sınıfsal siyasal bir bakış hakim kılınmadan, emperyalizme karşıtlık kapitalist emperyalizme karşıtlık çizgisinde derinleştirilmeden, siyaset bu zeminde proleter sosyalist bir siyaset olarak yapılmadan dünya ölçeğinde ortaya çıkan toplumsal muhalefet hareketleri, savaş karşıtı-işgale karşı hareketler, anti emperyalist birlikler içerisinde erimek, ülke içerisinde de ezilenci-toplumsalcı bir muhalefetin, şekilsizliğin parçası olmak-sağ ya da sol parçası – kaçınılmaz olur.

Ayrımı buralarda çizmeli, sınırlarımızı buralardan çekmeliyiz. Bu ayrımlar belirtilip sınırlar çekildikten sonra ne sendika, ne kooperatif, ne çeşitli türden dernekler kurmak, ne belediyelerin ele geçirilmesi, ne “sosyal forumlar”da, işgale karşı ve anti-emperyalist birliklerde yer almak, tekil sorun ve konular üzerinden örgütleme çalışmaları yürütmek “sivil toplumculuk”tur. İşçi sınıfının bütün kesimlerine uzanan ve çeşitli biçimlerde onları harekete geçirebilecek ö.lülükler kurmak, güçlü ve yığınsal bir sınıf hareketi geliştirebilmenin, emekçi sınıfları burjuvazinin etki alanından çıkartıp örgütleyebilmenin koşuludur. 3. Enternasyonal mevcut partilerin kitlelerle ilişkisindeki zayıflığa dikkat çekerek- ki en zayıf parti bile bugünkü durumdan çok çok güçlüdür- kitlelerle ilişki ve örgütlenmenin bu yollarına vurgu yapar. Varolan zayıflığı eleştirir. Olması gereken bunlara taşıdıkları tehlikeler nedeniyle sırt çevirmek değil devrimci amaç ve stratejilere uygun olarak onların kullanılmasıdır. Proletaryanın geri kesimleriyle, kitlelerin geniş kesimleriyle ilişki kurmak ilişkiler genişledikçe kuyrukçuluk tehlikesini, sendikal örgütlenme, ekonomik mücadele ekonomizm tehlikesini, kooperatifler meta ilişkileri içerisinde boğulma tehlikesini, askeri alanı örgütlemek askeri bakış tehlikesini, gençlik çalışması, kadın çalışması alansal sapma tehlikelerini, yasal bir parti kurmak, dernekler açmak, yasalcılık tehlikesini, bir belediye yönetimini ele geçirmek reformistleşme tehlikesini, küçük burjuva devrimci partilerle, kurumlarla, güçlerle ittifak ilişkileri sağ uzlaşmacılık tehlikesini, tekil bir konu ve sorun üzerinden yürütülecek bir çalışma, yerel düzeydeki bir çalışma kendi içinde tıkanma/boğulma ve reformistleşme tehlikesini vb. vb. barındırır. Ama bunlar olmadan, bu tür örgütlülükler geliştirmeden ve onları ele geçirmeden de işçi sınıfını, işçi sınıfının farklı kesimlerini, genel olarak kitleleri örgütleyemeyiz. Bir devrime önderlik edemeyiz. Sorun bunların her birinde reform-devrim ilişkisinin doğru kurulması, proğram ve taleplerin, mücadele yöntemlerinin, örgütlenmenin amaca uygun olarak gerçekleştirilmesidir. Ve bugün proletarya sosyalizmi açısından sivil toplumculuğun, toplumsal hareketçiliğin, ezilenciliğin her türüyle, reformist ya da radikal olanıyla sınır çekmek, burjuvazi-proletarya, kapitalizm-sosyalizm karşıtlığını merkeze koymayı, proğram ve stratejimizi olduğu gibi günlük siyaseti ve taktiği de bu temelde şekillendirmeyi, ve işçi sınıfını sadece ideolojik ve genel siyasetler düzeyinden değil sınıfın bir parçası olarak temsil edecek, sınıf örgütlülüklerini artan ölçüde kuran, ele geçiren ve sınıf mücadelesi alanında bu şekilde varolan bir düzeye çıkmakla olacaktır. Hem bu şekilde işçi sınıfının her alan ve her düzeyde örgütlenmesine ve onun her düzeyde temsiline kilitlenmeliyiz, bu öncelik olmak üzere, mevcut orta sınıf şekilsizleşmesi ve politik bozulumunun dışına çıkarak proletarya-kent ve kır yoksulları ittifakını temel alacak ve geliştirecek, demokratik ve anti-emperyalist mücadeleri de bunun üzerinden yükseltecek bir stratejiyi uygulamalıyız. Sivil toplumculuğun, toplumsal hareketler içerisinde, anti-emperyalist birliklerde erimemenin yolu, yöntemi, panzehiri budur. Bu hareketleri devrimci yönde çözmenin, ileriye doğru geliştirmenin yolu da yöntemide bu siyasal sınıfsal eksen ve tanımlı ittifak ilişkisidir. Sağlam bir proğram ve strateji, sınıf temelli onun dolaysız ve her düzeyden temsiline dayanan bir örgütlenme, diğer sınıflarla ittifakın sosyalizm ve proletarya yönünden kurulması..

-MARKS, ENGELS VE “SİVİL TOPLUM”- Şimdi liberal burjuvazinin ve revizyonist reformizmin görüşleri ve ona ilişkin tanımları ve vermek istedikleri role bağlı olarak değil Marksistlere göre “SİVİL TOPLUM”un ne olduğunu, buna ilişkin yapacağımız değerlendirmenin de bugün neden önemli olduğunu tanımından başlayarak açıklayalım.

Marks ve Engels Alman ideolojisinde “Sivil toplum, üretici güçlerin belirli bir gelişim aşaması içerisinde bireylerin maddi ilişkilerinin hepsini birden kucaklar. Sivil toplum bir aşamanın ticari ve sınai yaşamının tümünü birden kucaklar ve bu bakımdan da, her ne kadar dışarda milliyet olarak kendini olurlamak ve içerde devlet olarak örgütlemek zorundaysa da, devleti ve ulusu aşar. Sivil toplum terimi, 18. yüzyılda , mülkiyet ilişkileri, ilkçağ ve ortaçağ ortaklığından kurtulur kurtulmaz ortaya çıktı. Sivil toplum, sivil toplum olarak ancak burjuvazi ile gelişir; böyle olmakla birlikte , üretimin ve ticaretin doğrudan doğruya sonucu olan ve her zaman devletin ve ayrıca idealist üst yapının temelini oluşturan toplumsal örgütlenme de her zaman aynı adla belirtilmiştir.”(Seçme Yapıtlar I; sf 92) demektedirler. Marks ve Engels, burada birbirinin aynı olmayan “sivil toplum”la ilgili iki tanımı vermektedirler. İlk cümlelerde tarihsel materyalizme dayanan kendi tanımlarını yapmaktadırlar, sondaki cümlelerde de kendi tanımlarıyla da birleştirerek yorumladıkları kabul gören bir tanımı belirtmektedirler. Bu tanım liberallerin ve liberal reformistlerin “sivil toplum” tanımlarından farklı bir tanımdır. “ticari ve sınai yaşamın tümünü birden kucakladığı” “dışarda milliyet olarak kendini olurlayıp içerde devlet olarak örgütlediği” ve bunları aştığı, “burjuvaziyle birlikte ortaya çıktığı”, ikinci tanımda da “üretim ve ticaretin doğrudan doğruya sonucu olduğu” “devletin ve idealist üst yapının temelini oluşturan toplumsal örgütlenme olduğu” söylenmektedir. Belirli bir üretim tarzına ilişkin toplumsal ilişkilerin bütün yönleriyle anlaşılması, ekonomiyle siyaset, kültür, genel olarak alt yapıyla üst yapı arasındaki ilişkilerin anlaşılması ve bu ilişkilerin doğru kurulması için önemlidir bu tanım. Asıl olarak bu kavramın içeriği, ona getirilen tanım önemlidir.”…, ÜRETİCİ GÜÇLERİN BELİRLİ BİR GELİŞİM AŞAMASINDA İÇERİSİNDE BİREYLERİN MADDİ İLİŞKİLERİNİN HEPSİNİ BİRDEN KUCAKLAR.” denildikten sonra neleri kucakladığı belirtilmektedir. Marksizme hayatiyet kazandıran onu ekonomik indirgemecilikten de siyasal indirgemecilikten te uzak tutacak ve bütünlüğünü kazandıracak bir tanımdır bu. Bu tanım, tüm devrimci çkarımlarıyla birlikte önce Marksizmi ekonomik bir analiz düzeyine indiren ve “ÜRETİCİ GÜÇLER TEORİSİ”ni ileri süren revizyonistler tarafından, ilerki dönemde de leninizmin, maoculuk ve latin amerika küçük burjuva devrimciliği, Türkiyedeki küçük burjuva halkçı anti-faşist devrimcilik tarafından taktiğe ve anti-emperyalist mücadeleye indirgenmesiyle mezara gömülmüştür. Üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki ilişkinin doğru biçimde ele alınmasını da sağlayan bu tanım, Marksizmi ekonomik bir analiz düzeyine indiren görüşlerle de Marksizmi yüzeysel bir siyasal devrimciliğe indiren görüşlerle de sınır çekmek, Marksizme canlılığını yeniden kazandırmak, tarihsel materyalizme hak ettiği yeri ve değeri vermek ve bilimsel komünizmin savunucusu olabilmek için önemlidir. Bir ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel sistemi-kapitalist sistemi- tüm yönleriyle ve bu yönler arasındaki iç ilişkileriyle çözümlemek, anlayabilmek ve tümünü kapsayan karşıtlığı her alan ve düzeyde koyacak güçlü bir proğram ve mücadele perspektifi ortaya koyabilmek için gereklidir. MARKSİZME BİLİMSEL NİTELİĞİNİ KAZANDIRAN EN TEMEL İLİŞKİ, ÜRETİCİ GÜÇLERLE ÜRETİM İLİŞKİLERİ ARASINDAKİ BAĞIN KOPARTILMASI VE ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN DAR BİR ALANA İNDİRGENMESİYLE SINIF MÜCADELESİNİN MATERYALİST KAVRANIŞNDAN UZAKLAŞILDIĞI GİBİ, ONA CANLILIK VE DİNAMİZM KAZANDIRAN VE SON DERECE ELEŞTİREL VE DEVRİMCİ KILAN TÜM ÖGELER KAYBEDİLMİŞTİR. bU NEDENLE BU TANIM VE İLİŞKİYE YENİDEN DÖNÜYORUZ. MAOCULUK, LATİN AMERİKA SOLCULUĞU, ÜLKEMİZDE ANTİFAŞİST DEVRİMCİLİK TARAFINDAN TOPRAIN DERİNLİKLERİNE GÖMÜLENİ GÖMÜLDÜĞÜ YERDEN ÇIKARTIYORUZ. Ayrıca bugünkü Türkiyenin-kapitalist üretim ilişkilerinin etki ve hakimiyetinin çok daha artmış olduğu ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yapısının da maoculuğun, latin amerika devrimciliğinin, küçük burjuva antifaşist halkçı devrimciliğin belirlediği, hakim hale gelmiş siyasal devrimciliğin yüzeysel bakışının-saflarımızda da var olan ve bugün iç tartışmanın konusu ve temel nedenlerinden birisi olan- aşılarak anlaşılması ve güçlü bir mücadele proğramı ortaya koyabilmek için de güncel bir öneme sahiptir. Buradan çıkış alınmadan Türkiyenin ve Kuzey Kürdistan’ ın değişen ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yapısı ve bunların ortaya çıkarttığı yeni ilişkiler kavranılamaz. Ayrıca sadece sosyo-ekonomik yapı değişimine bağlı olarak yapılacak bir strateji değişimi ve proğram oluşturma, kaba bir sosyalist devrim proğram ve stratejisi ortaya koymakla sınırlı kalır. Bu yönüyle bilinegelen bir sosyalist devrim proğram ve stratejisi ortaya koyulur,TKİP in yaptığından farklı olmayan bir çekim gücüde oluşturamayan bir sosyalizmin savunucusu olunur. Bu şekilde ne sınıfsal çelişki ve karşıtlıklar dinamik bir biçimde bütün düzeylerde tüm konu ve sorunlara indirilerek ele alınabilir ne de kapitalizmi her konuda ve her noktada yıkacak ve buna uygun bir alternatif oluşturacak bir sosyalizm proğramı ve sosyalist inşa gerçekleştirilebilinir.

KAPİTALİST ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN ETKİ VE HAKİMİYETİNDEKİ ARTIŞLA BİRLİKTE TOPLUMSAL SİYASAL YAPININ YENİDEN ÖRGÜTLENİŞİ; TÜRKİYE VE KUZEY KÜRDİSTAN’IN DEĞİŞEN TOPLUMSAL SİYASAL KÜLTÜREL YAPISI- Ülkemizin siyasal toplumsal tarihi, burjuvazinin gelişimi süreci ve kurduğu ilişkiler, başından itibaren burjuvazinin kendisiyle birlikte kendi “SİVİL TOPLUM”unu HER YÖNDEN geliştirmesi biçiminde bir gelişim göstermemiştir. Burjuvazinin ve Türkiye kapitalizminin gelişimi farklı bir seyir izler. Türkiye burjuvazisi ve kapitalizminin gelişim biçimi -gelişimin özellikle yukarıdan aşağıya ve feodallerle ittifak ilişkileri içerisinde oluşuyla- , bu yönlü kapsamlı bir gelişime gereksinim duymayan bir özelliktedir. Bu nedenle tarihsel olarak tanımlanan türden burjuva sınıf egemenliğini çıkışından itibaren geniş temellere dayandıran bir burjuva toplumsal gelişim gerçekleşmemiştir. “Sivil toplum” kavramında ifade edilenlerden devlet iktidarı başta olmak üzere bazılarına dayanır, bazılarını sınırlı düzeyde içerir, çoğunu da içermez.(Avrupanın gelişmiş kapitalist ülkelerinden farklı olarak devrim öncesi Rusyasının toplumsal yapısıda “sivil toplum”un gelişmemiş oluşuyla benzerdir. Dolayısıyla, bu konu Lenin’in görüş alanında olmamıştır. )

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren burjuvazinin devlet iktidarıyla birlikte yukardan aşağıya örgütlediği ekonomik, siyasal, toplumsal, mesleki kurumlar olmakla birlikte bunların rol ve işlevleri her zaman güdük ve devlete endeksli olmuştur.(Türk İş in dahi devlet vesayetiyle kurulması; Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz sözü, hatta cumhuriyetin ilk yıllarında sahte bir komünist partisinin kurulması hatırlansın!) Bu burjuvazinin ve Türkiyedeki kapitalizmin gelişim süreciyle ilgilidir; sermaye birikiminde devletin doğrudan kullanılması, burjuvazinin feodallerle olan ittifakı, ikitdarında onların gücünede dayanması, burjuva demokratik devrimin gerçekleşmeyişi, sınırlı burjuva reformların yukarıdan aşağıya gerçekleştirilmesi, burjuvazinin feodallerle ve kendi içindeki çelişkileri sert çatışmalara dönüşmeden devlet-hükümet- parlamento-parti ilişkileri içerisinden çözmesi, emekçi sınıfların aşağıdan bir hareketinin gelişmeyişi gibi bir çok etmene dayanmaktadır.

Kapitalizm geliştikçe ve sınıf mücadelelerine de bağlı olarak burjuvazinin, genel olarak egemen sınıfların ekonomik, siyasal, toplumsal, mesleki, kültürel örgütlenmeleri çoğalmış fakat bunların işlevleri güdük ve sınırlı kalmıştır. Faşizm monolotik(tekçi) bir yapıya sahiptir. Devletin faşist monolotik, kurumsal aşırı merkeziyetçi örgütlenişi, farklı alanlardaki kurumların kendi alanlarından gelişimlerine ve işlevselliğine imkan tanımadığı gibi, onları katı merkeziyetçi faşist devlet yapısına tabi biçimde örgütlemektedir. En etkin ve en fazla büyütülmüş kurumlar, şiddetin ve bastırmanın araçları olarak ordu, polis, hapishaneler olmuştur. Faşist merkezi devlet yapısına bağlılık, siyasal partiler ve sözde en üst kurum olan parlamento için de geçerlidir. Ancak burjuvazinin, genel olarak egemen sınıfların kendi iç çelişkilerinde, birbirleriyle olan mücadelelerinde sesleri çıkıp, rol oynayan bir yere sahiptirler. Halkevleri gibi burjuva cumhuriyet ideolojisini-altı ok- kitlelere doğru taşıyıp hakim kılacak, onları örgütleyecek bir gıdım “halkçı”lık sosu dökülen açılımlar ise egemen sınıfların iç çatışmalarına bağlı olarak kapatılmıştır. Keza köyden çıkan öğretmenlerin halkçı ve aydın özellikler göstermesiyle özellikle feodallerin korkusuna neden olan Köy Enstitüleri kapatılmıştır.

Ülkemizdeki sınıf mücadelelerine bağlı olarak ve 61Anayasasının nispi özgürlüklere olanak tanımasıyla sınıfsal ve demokratik nitelikteki örgütlenmeler ortaya çıkıp yaygınlaşmaya başlamış, özgürlük alanlarını mücadeleyle genişletebildikleri ölçüde varlıklarını korumuş, karşı yönden bir basınç oluşturmuşlardır. Bunlarda faşist baskı ve saldırılarla bastırılmış, faaliyetleri sınırlandırılmış, kimi dönemlerde tümüyle engellenmiş, kapatılmışlardır. İşbirlikçi tekelci burjuvazi, sınıf iktidarını ve egemenliğini topluma doğru yayacak diğer kurumlara pek bir ihtiyaç duymadan devlet aracılığıyla, baskı ve şiddete dayalı yöntemlerle faşist bir rejim oluşturarak, feodallerle ittifak kurarak, şoven milliyetçiliğe ve dinsel gericiliğe-toplumsal gericilik birikimine -bunların , sağladığı güce ve kolaylıklara- yaslanarak sürdüregelmiştir. Bugün, ne sermayenin ihtiyaçları, ne bugünkü kapitalist üretim ilişkilerinin gelişme düzeyine bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik-toplumsal yapıyla değişen ilişkiler, sınıf mücadelesinin oluşturduğu birikimler, kürt ulusal devrimci mücadelesi, burjuva siyasetin iç ve dış belirleyenleri ve dengeleri onun bu şekilde devamına imkan tanımaktadır. Toplumsal doku daha parçalıdır. Toplum ve birey ilişkilerinin de öncekinden farklılaştığı bir toplumsal değişim gerçekleşmektedir. Farklı yönleri, özellikleri ve dinamikleri içerisinde barındıran, önceki homojonitenin tümden kaybolduğu, farklılaşan bir toplumsal doku vardır bugün. Tek bir kalıpla tek bir tornadan çıkartılan ve hizaya sokulan faşizmin ideal toplumsal yapısıyla ortaya çıkan farklılaşmış ve artık önceki gibi yönetilmesi de mümkün olmayan bu toplumsal yapı artan ölçüde çelişmektedir. Kapitalizmin ülkedeki ve uluslararası gelişimi, kapitalist küreselleşmenin ortaya çıkarttığı dinamikler ve ilişkiler, bunların kapalı olanı, önceki ilişki biçimlerini hızla parçalaması(medyanın, toplumlar arası artan ilişkilerin daha da hızlandırdığı), ekonomik ve sosyal işbölümünün yeni biçimleri yeni bir toplumsal yapı ortaya çıkartmıştır. Sınıfsal toplumsal düzeyde olduğu gibi siyasal düzeyde de çoğulculuğu zorlayan -örneğin seçim barajını aşağı çekme ve barajı tümden kaldırmadan Türkiye milletvekilliği gibi az oy alanlarında parlamentoya katılımını sağlayacak nispi temsile dayalı bir sistemin devreye sokulmak istenmesi bunun sonucudur- ortaya çıkanı -faşizmin aşırı dar, aşırı merkeziyetçi ve tekçi, toplumu tek bir kalıpta ve bir hizada tutmaya odaklı, bunun için terör ve bastırmanın temel yöntem olarak kullanıldığı yapısından farklı bir biçim ve düzeyde- daha çok sayıda araç ve yöntem kullanarak örgütlemenin zorunlu olduğu bir toplum tablosudur bu. Bu tablo içinde gerek iç gerek dış siyasetin zorunlulukları, tekçi ve açık teröre dayalı hiç bir özgürlük tanımayan faşist diktatörlüğün sürdürülebilirliğini ortadan kaldırmıştır.

Burjuvazi neoliberalizmle siyasal ve toplumsal yapıya yeni bir biçim vermekte, kullanılagelen kavramla “yeniden yapılandırma”ktadır.. Neoliberal devlet yapılanmasının temel ayaklarından birisini de burjuvazinin sınıf egemenliğinin siyasal toplumsal temelini genişletme ve güçlendirme hedefine uygun olarak devlet-toplum ilişkilerinin de idari yapı düzenlemeleriyle de yeni bir temele oturtulması oluşturur. İller idare yasası, belediyeler yasası ile düzenlenen-yarım kalmış- aşırı merkeziyetçiliği ortadan kaldıran, yerinden yönetimi geliştirici düzenlemelerde bunun bir parçasıdır. Bunların temelinde sermayenin bugünkü birikim ve hareket biçimlerine uygunluk, meta egemenliğinin ve metaya dayalı ilişkilerin güç kazanması, metaların ve metalara dayalı ilişkilerin daha geniş temellerde üretimi ve burjuva sınıf hakimiyetinin bunun üzerinden yükseltilmesini gerçekleştirmek amacı vardır. Bu anlamda kapitalizmin, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi ve artan ölçüde hakim hale gelmesiyle ilişkilidir. Toplumsal yapı ve ilişkileri de buna göre ve sermayenin günümüzdeki ihtiyaçlarına göre biçimlendirmektedir. Bu burjuvazinin konum ve çıkarlarına-sermayenin üst düzeydeki birikimine- uygun olarak küçük bir azınlığa dayanan oligarşik hakimiyetle, ekonomik, mali,siyasal,idari, askeri alanlarda çekirdekte artan ölçüde merkezileşmesiyle çelişik gibi görülen ama tersine onu bütünleyen mali oligarşinin ve bir bütün olarak burjuva sınıf egemenliğini ve sömürü ilişkilerini daha geniş bir temele yayıcı, sermaye birikimine de daha geniş bir temel kazandıran esnek bir kurumsal yapılanmayı ve esnek bir ilişki sistemini geliştirmeyi içerir. Kapitalist toplumsal siyasal yapı içerisinde var olan kurumlar-onbinlerce kurum ve kuruluş- bu yolla, bu ilişki sistemiyle sisteme bağlı olarak örgütlenir ve bağlı hale getirilirler. Burjuvazi tarafından kurulmuş olanlar dışında da sistemle tam karşıtlık içerisinde olmayan -daha önce faşist, tekçi, ırkçı, saldırgan, dıştalayıcı siyasetle bastırılan- farklı yön ve özellikler taşıyan her akımın, her gücün, her kurumun bu yolla-esnek merkeziyetçilikle- bir faaliyet serbestisine de sahip olarak sisteme bağlı kılınması amaçlanır. Siyasal toplumsal yapının yeni bir örgütlenmesine girişilir. Devlet-siyaset ilişkisi, devlet-toplum ilişkisi, devletin kurumları arasındaki iç ilişkiler belirtilenlere uygun olarak yeniden biçimlendirilir.

Bu amaçla uluslararası burjuvazi, sermayenin küresel birikim koşullarına uygun, onun önünü açacak, içe kapalı ekonomi ve devlet yapılarını çözecek çok sayıda resmi olmayan, yarı resmi, resmi, ekonomik, siyasal, kültürel, idari, sanatsal, sportif bağlar oluşturan kurumsal yapılar ve ilişkiler geliştirmiş, medyayı, internet erişimini de etkin bir düzeyde kullanarak bunlar üzerinden dalgasal bir etki oluşturmuştur. Neoliberalizm ekonomik alanda olduğu gibi, ideoloji, siyaset, kültür, sanat -post modernizmi de geniş ölçüde kullanarak- alanlarında çok sayıda kurumsal ilişkiyle ve yeni kurumlar ortaya çıkartarak, medyayı, iletişim ve organizasyonel ilişkileri, destek fonlarını etkin bir şekilde kullanarak bir taarrruza girişmiştir.

Bu örgütlenmelerin bir bölümü devletlerle doğrudan bir bölümü dolaylı ilişkilidir. Bir bölümünün ise, devletle bağı olmadan toplumsal alandan, şu ya da bu konu üzerinden örgütlenmesi onların burjuva sınıf egemenliğinin dışında olduğunu göstermez; egemen sınıf olarak kültürüylede egemen olan ve kendi toplumsal örgütlenmesini oluşturan burjuvazinin bugünkü ekonomik ilişkilerine ve gereksinimlerine yanıt verici kurumlar olarak toplumsal ilişkiler alanı içerisinde ortaya çıktıklarını ve sistemi bulundukları yerden kendilerine özgü rollerle ürettiklerini gösterir. İsterse ekonomi ya da siyasetle hiç bir ilişkileri olmasın!

“Sivil toplum” un devletin dışında ve muhalif bir alan olarak tanımlanması, siyasetin yeni yapılandırılmasını ve devlet-toplum ilişkilerinin düzenlenmesinin yeni biçimlerini gizler. Kapalı ekonomi ve siyasi yapıları çözmek ve devletin kimi işlevlerinin ortadan kaldırılmasını kimi işlevlerini ise güçlendirmeyi hedefleyen – ki bunlar burjuvalara vergi ve denetimlerin azaltılması, merkez bankalarının bağımsızlaştırılması, üst kurulların kurulmasını(propaganda edildiği gibi devletin ekonomiden elini çekmesini değil-tekelci devlet kapitalizminde bu mümkün değildir zaten- devlet tekeller kaynaşmasının yeni bir biçimine geçişi), örtük Keynesiyen politikalardan vaz geçilmesini, sosyal hakların gaspını, sınıfsal baskının artırılmasını, izleme ve denetimin artırılmasını, radikal ve radikalleşme potansiyeli taşıyan muhalefetin marjinalize edilerek etkisizleştirilmesini, tanımlanmış ve olabildiğince kitlelerden diğer yöntemlerle yalıtılmış hedeflere karşı vuruculuğu artırılmış saldırıyı ve imhayı vb. ni kapsar- liberalist bir düşünüşün ve propagandanın ürünüdür. Propaganda edildiği gibi devlet ekonomiden elini çekmemekte neoliberal bir biçimde sermayenin yeni birikim koşullarına uygun yeni bir merkezi yapılanması gerçekleştirilmektedir. Sayılanlar sermayeye yeni ve farklı birikim kanalları açmaya hizmet ettikleri gibi bir bütün olarak toplum ve birey yapısının yeni koşullar içerisinde artı değer üretimi ve sermaye birikimine uygun olarak örgütlenmesini ve gelişimini sağlarlar. Bunun için yeni kanallarda açarlar.

Bu değişimler, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi, Türkiyenin kent-kır ilişkilerini de artık nüfusun artan çoğunluğunun kentlerde yaşamasının yanısıra sosyo-kültürel ilişkiler yönüyle de bir değişimini ortaya çıkartmıştır. Daha önceki göçlerde kır kente-özellikle gecekonduluk bölgelere- kültür ve ilişkileriyle taşınırken, sonraki dönemde kentin kıra kültür ve ilişkileriyle de daha fazla nüfuz edip hakim hale gelmesi, en fazla içe kapalı, donmuş bölgeleri dahi çözmesi gerçekleşmektedir. Değişim itibariyle daha önce hızlı göçlerle kır kente daha fazla girmişken bugün kent kıra daha fazla nüfuz edip girmektedir. Yaygın, hakim ve kıra da girmiş olan kentsel burjuva kültürdür. Kuşkusuz bunun her sınıftaki algılanış ve biçimlenişi farklıdır. Fakat bunların her birisi de egemen burjuva ideoloji ve kültürün içerisinde ve ona göre şekillenmektedirler. Daha önce kırla-köyle kurulan ilişkiden, akrabalık ilişkilerinin değişmesine, beğeni ve ihtiyaçların değişimine, giyim-kuşam değişimine, AKP nin toplumsal tabanının özelliklerine, din-dünya ilişkilerinin burjuvazinin ihtiyaçlarına yanıt verecek yeni yorumuna, MHP nin kırsal faşist milliyetçi toplumsal tabanını kaybetmeden ırkçılık katsayısı düşürülmüş , kapitalizme uyumlu kentsel bir faşist milliyetçilik biçimine doğru evrilişine-ki bugün ikili bir siyaset izliyorlar-, Kuzey Kürdistandaki sınıfsal ve sosyokültürel farklılaşmaya çok sayıda ve her alanda gözlenebilecek yansımaları vardır. Bunlar görülmeden Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın değişen toplumsal yapısı anlaşılamaz. Değişim ekonomik olduğu gibi toplumsaldır da. Değişim ekonomik, toplumsal olduğu gibi siyasaldır da. Değişim aynı zaman da kültüreldir de. Bunlar iç bağlarla birbirine bağlıdır ve bir bütündür; bazıları daha açık ve belirgindir, bazıları daha örtük ve yavaş bir gelişim seyri içerisindendir, her bir alanda öncekinin etki ve izleri değişik düzeylerde, gitgide zayıflayarak sürmektedir. Fakat gerçekleşmiş ve sürmekte olan bir değişim/dönüşüm vardır. Bir, öncelikle ve net olarak bu görülmelidir. İki, bu her alanda ve her düzeyde neo liberal bir biçim içerisinde olmaktadır. İkinci olarak da bu görülmelidir. Bu sadece doğru çözümleme ve tanımlamada bulunmak için değil bundan sonraki süreçte neye, nelere karşı mücadele edeceğimizin doğru belirlenmesi, karşıtlık ekseninin doğru belirlenmesi için gereklidir.

Kapitalizmde “Sivil toplum” BURJUVA SINIF EGEMENLİĞİNİN DAYANDIĞI VE YIKILMASI GEREKEN GENİŞ TEMELLERİ gösterir. Ona Soroz gibi liberallerin ya da reformist liberallerin gözüyle değil buradan bakılmalıdır. FAŞİZME KARŞI MÜCADELE İÇERİSİNDE ŞEKİLLENMİŞ, MÜCADELE UFKU FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN MONOLOTİK, AÇIK TERÖRCÜ, IRKÇI, İNKARCI, İMHACI VE DIŞTALAYICI, BASTIRMACI, ASİMİLE EDİCİ YAPISI VE ÖZELLİKLERİYLE SINIRLI, BUNLARA KARŞI KOYMAYA DAYANAN DAR BİR SİYASAL MÜCADELE KAVRAYIŞININ ÖTESİNE GEÇEMEYEN DEVRİMCİLER VE KOMÜNİSTLER İÇİN BURJUVAZİNİN SINIF İKTİDARINA KARŞI MÜCADELENİN DAHA GENİŞ TEMELLER ÜZERİNDEN VE KARŞITLIK OLUŞTURULARAK GELİŞTİİRLMESİ İÇİN BELİRTİLENLERİN KAVRANILMASI ÖNEMLİDİR. Ülkemizde kapitalizmin ekonomide olduğu gibi toplumsal kültürel ilişkiler alanında gelişimi ve artan bir hakimiyet kurması, önceki içinde feodal ilişkileri daha fazla barındıran geri kapitalizmden de daha gelişkin bir kapitalizmin varlığı, siyasal ve toplumsal düzeyde ortaya çıkan değişimlerin anlaşılması ve sınıf mücadelesinin her alanda ve düzeyde antikapitalist bir temelde ve uzlaşmaz karşıtlıkla yürütülebilmesi için bunların kavranması şarttır. Yoksa neoliberal kapitalist toplumsal ilişki biçimleri ve sistemi, bugün olduğu gibi devrimcileri de komünistleri de -meta ilişkileri, kültürü, yaşam tarzıyla- içerisine çekmekte ve yutmaktadır.

Diğer şeyler bir yana, komünist ve devrimci yapıların kapitalizmin bu şekilde kendi içlerine girmesine son vermek, onunla sınırlarını çekmek, karşıt bir eksen oluşturmak, yaşam ve iç ilişkilerin farklı bir temelde kurulmasını gerçekleştirmek, hem içe -kendimize- hem dışa-sınıfa ve kitlelere- doğru yeni örgütlenme politikaları geliştirmek, çalışma tarzını farklılaştırmak için gereklidir en başta. Burjuva sınıf egemenliğinin ve devlet aracılığıyla sürdürülen burjuva sınıf iktidarının geniş temelleri üzerinden ve oluşturulan katmanlı egemenlik sistemini içerisinde kavranılması gerçekleştirilmeden, “sivil toplum” konusunda liberal ve reformist liberal yanılsamalardan kurtulmadan günümüz kapitalizmine karşı mücadele edilemez. Bugüne uygun bir örgütlenme, bugüne uygun bir çalışma tarzı, kitlelerle ilişki kurmanın yeni biçimleri geliştirilemez.

SOSYALİST DEVRİM DEMENİN TEMEL VE AYIRDEDİCİ HALKALARINDAN BİRİSİ DE BUDUR. Sosyalist devrimi, sadece siyasal sınıfsal bir devrim olarak mı göreceğiz? Sadece siyasal olmayan , sadece ekonomik olmayan bu devrimin sınıfsal toplumsal anlamını nasıl kavrayacağız? Onu nasıl içeriklendireceğiz? Proletarya devriminin siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel yönleri arasındaki ilişkileri, bunların arasındaki iç bağları önceki devrim örneklerinden de -onların yanılgılarından da arınmış olarak- farklılaşmış olarak nasıl kuracağız? Bugünden nasıl kuracağız? Nasıl bir sosyalizm inşası düşüncesine sahibiz ve nasıl bir sosyalizm kuracağız? Nihai amaçla, günlük çalışma arasındaki ilişkinin kurulması yönünden gelecek için olduğu gibi bugün içinde, bugün için olduğu gibi gelecek içinde önemli olan bu soruların yanıtı sorunun bu analiz içerisindeki ele alınışındadır. Bizim sosyalizme bakışımızın ve sosyalist devrim anlayışımızın ayırd edici niteliklerinden birisi budur. Sosyalist devrimin sadece siyasal bir devrim ve iktidarın alınmasından ibaret olarak görülmemesi, sadece ekonomide devrimci bir dönüşüm gerçekleştirecek bir devrim olarak görülmemesi, proletarya devriminin sınıfsal toplumsal niteliğinin anlaşılması ve onun hangi karşıtlık temelinde ve somut olarak nelere karşı mücadele edilerek geliştirileceği, gerçekleşecek bir devrimin hangi siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel yapı ve ilişkiler sistemi içerisinde örgütleneceği, bunların birbirleriyle olan bağları ancak bu yaklaşımla anlaşılabilir ve geliştirilebilir. Sosyalist devrim mücadelesi için de gelecekteki sosyalizm için de doğru ve öncekileri aşacak perspektiflerin geliştirilmesi için gereklidir bunlar. Geniş temelleriyle birlikte yeni bir yaklaşımı içerecek, içermesi gereken proğramımızın konusudurlar. BU YAKLAŞIM OLMADAN ÇEKİM OLUŞTURABİLECEK BİR KOMÜNİST PROĞRAM ORATA KONULAMAZ. Neoliberalizmle oluşturulan kapitalist dalgaya karşı bunlar kavranmadan, ülkemizde kapitalist üretimin ilişkilerinin gelişimiyle ortaya çıkan toplumsal sınıfsal değişimler, ortaya çıkan toplumsal ve bireysel yeni ilişki biçimleri anlaşılmadan her alan ve düzeyi kapsayacak bir sınıfa karşı sınıf, kapitalizme karşı sosyalizm duruşu gerçekleştirilemez ve sosyalist devrim için savaşılamaz.

GENEL OLARAK BURJUVA DEMOKRASİSİ; BURJUVA DEMOKRASİLERİNİN ÜZERİNDE YÜKSELDİĞİ EKONOMİK TOPLUMSAL TEMELİN KAVRANMASI. KARŞIMIZDAKİ DÜŞMAN, BURJUVA DEMOKRASİSİDİR. BURJUVA SINIF DİKTATÖRLÜĞÜNÜN BURJUVA DEMOKRATİK BİÇİMİNE KARŞI MÜCADELENİN KAPSAMI.

Burjuva demokrasisi, burjuvazi için özgürlük ve demokrasi, işçi sınıfına ve diğer emekçi sınıflara karşı diktatörlüktür. Azınlık için demokrasi, çoğunluğa karşı diktatörlüktür. iktidarı elinde tutan azınlık bir sınıf olarak burjuvazinin çoğnluk oluşturan işçi sınıfını ve emekçi halkın diğer kesimlerini ücretli köleler olarak ve farklı yollarla sömürme özgürlüğüdür.. En gelişmiş burjuva demokrasileri için de geçerli olan bu belirlemeler, burjuva demokrasilerinin bir sınıf diktatörlüğü olduğunun açık ve hiç bir karartmaya imkan tanımayacak tespitidir; burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün burjuva demokratik devlet şeklinin ancak parçalanıp yıkılarak onun yerine proletaryanın sınıf diktatörlüğünün geçirilmesiyle son verilmesinin zorunluluğunu da gösterir.

Bunları biliyor olmak ve bu temel tespitin yapılması, bizim, küçük bir azınlığın burjuva demokrasilerine dayanarak büyük çoğunluk üzerinde nasıl hakimiyet kurabildiğini ve iktidarını bu şekilde sürdürebildiğini, sınıf ikitidarını sürdürmesinin kurum, araç ve yüntemlerinin neler olduğunu, bu kurum, araç ve yöntemlerin hangi işlevleri yerine getirdiklerini, her birinin ayrı ayrı ve hep birlikte burjuvazinin sınıf egemenliğini sürdürmesine nasıl hizmet ettiğini anlamak ve burjuva sınıf egemenliğinin en yaygın iktidar ve devlet örgütlenme biçimi olarak burjuva demokrasisini yıkmak için nasıl mücadele etmemiz gerektiği üzerine düşünmemizi engellememelidir. Özellikle günümüzde burjuvazinin sınıf iktidarına büyük gücünü kazandıran burjuva demokrasisidir. Burjuva demokrasisi, burjuvazinin sınıf egemenliğini sürdürmesinin, sınıf diktötörlüğünü gizlemesinin en yaygın ve en güçlü silahı durumundadır. Açıktır ki, burjuva sınıf egemenliğinin bu en yaygın ve etkin aracının parça parça edilerek yıkılması ve onu aşan bir sınıf iktidarını ortaya çıkartmak ve inşa etmek, proletarya devriminin temel sorunudur. Bugünkü tarihsel durum, yakıcılaşmış ve büyümüş bir sorun olarak burjuva demokrasilerinin yıkılması sorununu devrimci proletaryanın önüne koymuştur. Eğer bir proletarya devriminden söz edeceksek ve bu sözde kalmayacaksa burjuva demokrasisi koşullarında proletaryanın devrimci eyleminin geliştirilmesi ve burjuva demokrasilerini yıkma sorununu kilit bir sorun olarak kapsamlı bir şekilde önümüze koymalıyız. (Almanya’da kriz, artan işsizlik nedeniyle toplumsal patlama tehlikesinden söz eden SDP sözcüsüne karşı Hükümetteki CDU sözcüsü Almanyada burjuva demokratik sistemin oturmuş olduğunu bu nedenle bir sosyal patlama olmayacağını söyledi. CDU sözcüsüne burjuva demokrasisinin oluşturduğu bariyerleri de yıkıp aşacak devrimci işçi sınıfı hareketi dalgalarının bugün olmasa da gelecekte olacağını burjuva demokrasisine o kadar güvenmemesi gerektiğini söyleyelim. Bununla birlikte biz komünistler de kendi cephemizden burjuva demokrasisiyle oluşturulan bariyerlerin yıkılması sorununun temel bir sorun olduğunu çok iyi görmeliyiz. Proletaryanın devrimci eyleminin geliştirilebilmesinin ve proletarya devrimini başarıya ulaştırmanın zorunlu koşuludur bu. Lenin, Almanyadaki devrimin yenilgisinin nedenlerini değerlendirirken durumu salt Spartakistlerin hatalarıyla açıklamayıp burjuva demokratik sistemin gücüne de işaret etmişti. Burjuva demokratik sisteme bu gücü kazandıran, en muhalif görünen partileri, işçi hareketini sistemin içerisine çekip etkisizleştirmesini sağlayan nedir? Bunu aşacak ve yıkıp devirecek komünist bir önderlik altında devrimci bir işçi hareketi nasıl geliştirilmelidir? Bu soruları yanıtlamalıyız. )

Emperyalizm çağı kapitalizminin sadece ekonomik bir sistem olarak değil siyasal ve toplumsal bir sistem olarakta çürümüşlüğünün gösterilmesi ve açığa çıkartılması, burjuva demokratik sistemin en iyi sistem olarak gösterilmesine karşı etkin ve kapsamlı bir mücadeleyle olabilir. Burjuva sınıf egemenliğinin en yaygın ve temel biçimi olarak burjuva demokrasisinin yıkılması sorunu, sadece siyasal devrimin sorunu olarak değil burjuva demokrasilerinin üzerinde yükseldiği ekonomik ve toplumsal temellerle birlikte ele alınması gereken- iç bağlantıları kurularak hepsine de saldırılması gereken- bir kapsamlılıkta olmalıdır. Burjuva demokrasisinin, genel olarakta burjuva sınıf egemenliğinin her biçiminin kaba ve yüzeysel eleştirisinin aşılması da ancak bu bütünlüğün kurulmasıyla olacaktır. Proletaryanın sınıf egemenliğinin aracı olarak proletarya diktatörlüğünün ve bir bütün olarak sosyalizmin ve sosyalist demokrasinin tüm yönleriyle-toplumsal hak ve özgürlükler yönünden olduğu gibi bireysel hak ve özgürlükler yönüyle de ve her ikisinin dayandığı temeller ve ikisi arasındaki komünizme doğru olan diyalektik ilişki kurularak- , gelişkin bir kapsam ve içerikle burjuva demokrasilerinin karşısına çıkartılması ve onun üstünlüğünün gösterilmesi de ancak bu şekilde olabilir. Bu belirlemeler, proletaryanın ve proletaryanın mücadelesinin daha gelişkin olduğu burjuva demokrasilerinin yerleşik bir sistem haline geldiği gelişmiş kapitalist ülkeler için olduğu gibi siyasal ve toplumsal gericilik birikiminin bir çok unsurunu içerisinde barındırmaya devam eden geri tipte bir burjuva demokrasisinin olduğu Ülkemizde de işçi sınıfı devriminin yakıcı bir sorunudur. Ülkemizdeki ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmelerin toplam sonucu olarak devrimimizin çok uzun yıllar temel sorunu olan faşizme karşı mücadele devrimin temel, en belirleyici sorunu olma özelliğini kaybetmiştir; anti faşist görevler, tümüyle ortadan kalkmamakla birlikte geri düzeyde bir burjuva demokrasisi egemendir. Siyasal mücadelemizin yoğunlaşma noktası burjuva sınıf diktatörlüğünün burjuva demokratik biçimine karşı mücadele olacaktır. Karşımızdaki düşman burjuva demokrasisidir. Karşıt iki demokrasi biçimi olarak burjuva demokrasisi ve proleter demokrasi, giderek daha fazla yoğunlaşacağımız konular olacaktır.. Hedefe burjuva demokrasisini çakacak ve onu yıkacağız.

-BURJUVA DEMOKRASİLERİNİN GELİŞİM VE ÖZELLİKLERİNDEKİ FARKLILIKLAR. BURJUVAZİNİN KENDİ SINIF EGEMENLİĞİNİ TOLUMSALLAŞTIRMASININ VE EMEKÇİ SINIFLARI SİSTEME BAĞLAMASININ ARACI OLARAK BURJUVA DEMOKRASİSİ.

Burjuva demokrasileri, ilk ortaya çıkış dönemlerinde burjuvazinin feodallerle olan mücadelesine- savaş, çatışma, burjuva devrimlerin öncesinde ve sonrasındaki uzlaşmalara, tedrici dönüşüme-, burjuvazinin her dönemde kendi içindeki mücadelelere, sömürgecilik sistemine, emperyalizme karşı mücadeleye ve bu dönemlerde emekçi sınıfların bu mücadelelere katılış biçim ve düzeylerine bağlı olarak; burjuvazinin iktidarı aldığı izleyen dönemlerde de işçi sınıfının, halkın diğer kesimlerinin burjuvaziye ve diğer egemen sınıflara karşı mücadelelerine bağlı olarak oluşan dengelerle, keza iktidar alındıktan sonraki dönemde de burjuvazinin farklı kesimlerinin kendi içindeki mücadelelere bağlı olarak farklı biçimlenişler kazanmıştır. Egemen sınıflar arasındaki, egemen sınıf olarak burjuvazinin kendi içindeki ve egemen sınıfı sınıflarla işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflararasındaki dengelere bağlı olarak burjuva demokrasileri ortaya çıkış dönemlerinde ve sonraki dönemlerde farklı gelişim özelliklerine sahip olmuşlar ve farklı biçimlenişler göstermişlerdir. Örneğin Fransız, İngiliz, Amerikan, İtalyan burjuva demokrasilerinin tarihsel gelişimleri farklıdır ve farklı özellikler gösterir. Bu hem burjuvazi ile feodaller arasındaki ilişkilerin gelişimiyle farklıdır hem de fransız burjuva devrimine halkn katılımı, İngiltere Chartist (işçi hareketi) hareketin sonraki dönemdeki etkisi, İtalyada fodallerle uzlaşmacı evrimci gelişim, Amerikada feodallerin olmaması gibi etkenlere bağlı olarak farklıdır. İlk gelişim dönemlerinden de farklı olarak özellikle işçi hareketleri, komünist partiler ve sendikalar karşı yönden zorlayıp büyüyen bir tehdit oluşturdukça ve Ekim devrimiyle birlikte sosyalist sistemin-proletarya diktatörlüğü demokrasisinin- ortaya çıkmasının yarattığı basınçla yeni bir denge durumu ortaya çıkmış, burjuvazi, sınıf iktidarını genişleyen ve derinleşen meta egemenliğine yaslanarak ve siyasal düzeyde de sosyal demokratik biçimleri de uygulayarak sürdürme ve korumaya yönelmiştir. Bunlar da yönetim ve uygulama şekilleriyle ülkelere ve dönemlere göre de kendi içinde farklılıklar göstermektedir.

Burjuva demokrasisi, ister en gelişkini ister en geri biçimi olsun farklı özellikler göstersede temel nitelikleriyle aynıdır; burjuvazinin sınıf diktatörlüğüdür, sermayenin iktidarında geniş kitlelerin siyasal katılımını parlamento aracılığıyla sağlarken, bu katılım hangi egemen sınıf partisinin ve onun temsilcisi olduğu burjuvazinin hangi kesiminin kendisini daha çok sömürüp soyacağını belirlemek dışında bir işe yaramaz! Ancak bu gerçek, sadece komünistler için apaçık bir gerçektir. Tarihsel olarak ömrünü dolduran siyasal olarak ömrünü doldurmamıştır ve bu söylenilen ancak sistemin dışına çıkan bir bakış içerisinden görülebilir. Burjuva parlamenter sistem, burjuvazinin emekçi sınıflar üzerinde hakimiyetini sürdürebilmesinin en etkili ve güçlü aracıdır. Emekçi sınıfların siyaset algısı, düşünüş ve çözüm beklentileri onun içerisinden olur. Emekçi sınıfların temel ihtiyaç, özlem ve beklentilerini hiçbir zaman karşılamayan burjuva demokratik parlamenter sistem, hükümet ve siyasal partiler kitleleri günlük çıkarlar üzerinden bunlardan bazılarını en alt düzeyde karşılayarak örgütler ve manipüle eder, sisteme siyaseten ve ekonomik/toplumsal olarak bağlar.

Emperyalizm çağında burjuva demokrasisi, tekellerin egemenliğinin sürdürülmesinin bir aracıdır ve artan ölçüde iktidarın burjuvazi içerisinde de küçük bir azınlığın-mali oligarşinin- elinde toplanmasıdır. Buna karşın burjuva demokrasisi, burjuvazinin iktidarını sürdürmesinin en güçlü ve en uzun süreli aracıdır. Burjuvazi, burjuva demokrasisi aracılığıyla sınıf iktidarına kendisi dışında geniş bir toplumsal temel oluşturabilmektedir. Burjuvazi, uzlaşmaz sınıf karşıtlığı oluşturan çelişkileri dahi bu sistem içerisinde zayıflatmayı, etkisizleştirmeyi başarmaktadır.

Revizyonist sistemin çökmesinin ardından liberal özgürlük balonlarıyla sesini daha yükselten, ehven-i şer olarak dahi kendisini rakipsiz olarak gösteren bir burjuva demokrasisiyle karşı karşıyayız. Proletarya devrimleri sonucu gerçekleşen proletarya diktatörlükleri burjuva demokrasilerinin tarihsel bakımdan da bu ülkelerde siyasal bakmdan da ömrünü doldurduğunu gösteriyordu. Sosyalizmin yenilgisi ve izleyen süreçte tersine bir durum ortaya çıktı. Proletarya diktatörlüğü devletinin sosyalist örgütlenişindeki sorun ve zayıflıklar, iktidarın revizyonist bürokratik burjuva diktatörlüklere dönüşmesi ve bunların yıkılması sonrasında ise yoğunlaşan karşı devrimci propaganda ile burjuva demokrasilerinin en iyi ve ideal sistem olduğu ilan edildi. Ve bu sadece baş dönmesiyle liberal demokrasinin zaferini kutlayan Fukuyama gibilerin görüşü olarak kalmadı geniş kitlelerin bilincinde de bu şekilde yer etti. Öyle ki, krizler, yoksulluğun kitlesel büyümesi, toplumsal çürüme arttıkça kapitalist sistem bu yönlerden savunulamaa hale geldikçe birey hak ve özgürlüklerinin varlığı nedeniyle burjuva demokrasisinin “her şeye rağmen” en iyi sistem olduğu görüşü ileri sürülebilmektedir. ABD emperyalistlerinin Irak ve Afganistan’ı işgali, Guantanamolar, ABD ve Avrupadaki polis devleti uygulamaları, bu liberal demokrasi masalının façasını bozduysa da kötünün iyisi olarak dahi burjuva demokrasileri baş tacı edilmeye devam ediliyor. Ehven-i şer biçimde dile getirilen bu görüşler, kriz için dahi onun bir sigorta olarak gösterilmesi çürümüş sistemin hali hazırdaki en güçlü silahını burjuva demokrasisinin oluşturduğunu gösteriyor. İşte biz onu bu silahı kullanamaz hale getirmeli ve burjuva demokrasisini yıkmalıyız.

Burjuvazi, gitgide daralan ve mali oligarşinin egemenliğine dönüşen bir azınlığın iktidarını nasıl çoğunluğa dayalıymış gibi gösterebilmektedir? Genel oy sistemi içerisinde bunu nasıl gerçekleştirebilmektedir? Seçim sistemleri, seçilebilmenin güce ve paraya dayalı olması gibi bir çok etken vardır fakat sadece bunlar bunu açıklamaya yeterli olmaz. Daha temeldeki nedenleri vardır; Kapitalizm meta egemenlik sistemidir; burjuva demokrasilerinin meta egemenliğine dayanan geniş bir ekonomik temeli ve üst yapı üzerinden biçimlendirilen pek çok aracı, sayısız yöntemi vardır. Baştan alırsak, burjuvazi, kendisini ulus olarak örgütlemeyi ve iktidarını feodallere, sömürgeciliğe karşı mücadelesi üzerinden bir halk egemenliği ve ulusal egemenlik olarak göstermeyi de başarmıştır. Önceki, kralların, feodallerin, kilisenin oluşturduğu kaba sınıf ayrımları, kast sistemi, ayrıcalıklar, serflerin yarı kölelik durumu kaldırılmış, yasalar ve genel oy hakkıyla yurttaşlar eşitlenmiştir! Özel mülkiyete ve bunun üzerinde yükselen sermaye egemenliğine dayanan ayrımlar, halkın/ulusun iradesini -gerçekte hükümetin ikisi-üçü arasında el değiştirmesine karşın- çok sayıda siyasal partinin yer aldığı parlementer sistemle egemen kılmış olarak gösteren bir perdeyle örtülmüştür. Bu partiler ve parlemento, burjuvazinin sınıf egemenliğini gizleyen propaganda dilinde kullandığımız kadar basit bir incir yaprağı değildir. Emekçi sınıflar, bu partiler tarafından temsil edildiklerini, günlük çıkarlarının, isteklerinin az ya da çok onlar tarafından karşılanacağını düşünür ve beklerler. Bundan dolayı birine ya da öbürüne oy verirler. Zaten en alt düzeye indirilmiş istek ve beklentileri, destekledikleri tarafından karşılanmadığında diğerine yönelirler. Çünkü gerçek ihtiyaç ve özlemlerinin temel çözümlerini de içeren bir düşünüş ve beklentiyle değil en alt düzeyde günlük çıkarlarının bir bölümünün karşılanması gibi çok sınırlı bir beklentiyle düşünürler çözüm ufukları da-meta egemenliğinin ufku içerisinde- bunlarla sınırlıdır. Ayrıca onları, bu partilere ve parlamenter sisteme bağlayan çok sayıda ve derin başka bağ vardır. Sistemin dışında değil içinde ve onun bir parçası durumundadırlar.(Bundan dolayı, göz göre göre yapılan büyük vurgunlar, yolsuzluklar, rüşvetlere, ahlaksızlıklara karşın aynı kişi ve partiler yeniden seçilebilirler. Onlar için, kapitalistlerin karı meşru, zenginlerin zenginliği normaldir! Kendileride çalışmalarına ya da çalışmamalarına, az ya da çok çalışmalarına bağlı olarak iş güçlerinin karşılığı almakta , almamakta, az ya da çok almaktadırlar. Onları bu şekilde düşündüren meta egemenliğinin mutlaklığı içerisinde düşünüyor olmalarıdır. )

Burjuvazi, burjuva demokrasisi biçimiyle iktidarını, siyasal ve toplumsal geniş bir örgütlenme temeline dayanarak, bir çok alanda çok sayıda örgütlülük oluşturarak yürütür ve genel oy hakkıyla, çok partiye dayalı çoğulcu parlamenter sistemle onu bir halk egemenliği olarak gösterir. Çok sayıda partinin varlığına dayanan bu çoğulcu sistem, seçme özgürlüğünün temeli ve teminatı olarak gösterilir. Her vatandaş seçme ve seçilme özgürlüğüne sahip olduğu gibi, kendisi gibi düşünenlerle birlik oluşturarak parti kurma ve seçimlere katılma hakkına da sahiptir! Hatta bu çok partililik, burjuva ideologlarına göre burjuva demokrasilerinin “tek parti diktatörlüğü” olarak gösterdikleri proleter demokrasiden daha üstün olduğunun en güçlü kanıtıdır.

Burjuva demokrasilerinde parlamentoların rol ve işlevleri faşist diktatörlüklerdeki parlamentoların rol ve işlevlerine göre daha geniştir. Dolayısıyla parlamenter demokratik bir cumhuriyetin kitleleri sisteme bağlayıcı gücü daha fazladır. Siyasal egemenlik, dayandığı ekonomik temelin-meta egemenlik sisteminin- yanı sıra çok sayıda toplumsal, kültürel kurum ve ilişkiler ağıyla güçlendirilmiştir. Belirtilenler, burjuvazinin sınıf egemenliğini daha katmanlı ve daha güçlü hale getirir, aynı zamanda dolayımlaştırır. Bu şekilde, burjuvazi sınıf iktidarını bir halk egemenliği gibi göstermeyibaşarır ve günümüzde burjuvazi içerisinde de küçük bir azınlığın mali oligarşinin hakimiyeti olmasına karşın sınıf iktidarını daha saklı kılar. Sanki kurulmuş ebedi bir düzen, yönetim aygıtı olarak devletinde toplumun üstünde bir güç haline geldiği bir düzen vardır, burjuvalar burjuva olarak, emekçilerde emekçiler olarak bunun içerisinde yer almaktadırlar.

Burjuva demokrasilerinde burjuvazi böyle bir ilişkiler temeli üzerinde emekçi kitleleri partiler aracılığıyla örgütler, genel oy hakkına, seçme ve seçilme haklarına dayalı olarak siyasal eşitliğin, çalışan, çalışmak isteyen herkes içinde fırsat eşitliğinin varlığını ileri sürer. Burjuvazinin farklı kesimlerini temsil eden çok sayıda partiye dayalı çoğulcu sistem, bu partilerin genellikle muhalefet dönemlerinde emekçi sınıfların bazı düzen içi taleplerini de sahiplenmeleriyle onları da temsil ediyor görünür ve demokrasi yanılsaması yaratır. İşçi, serbest iş gücü olarak iş gücü metaını kapitaliste kiralama ya da kiralamama hakkına-özgürlüğüne- sahiptir. Keza genel oy hakkıyla da bir yurttaş olarak seçme ve seçilme özgürlüğüne sahiptir. Yırtılıp atılması gereken bir perdedir bu.

Burjuvazi iktidarını sınıf egemenliğinin temel aracı olarak devlet aracılığıyla yürütür. Bununla birlikte burjuva sınıf egemenliğinin sürmesini sağlayan sadece parlemento, siyasal partiler, yasaları, ordusu, polisi, vergisiyle, okullarıyla devlet kurumları ve bu kurumlar aracılığıyla uygulanan kimi zaman sopa kimi zaman havuç, genellikle de bunların içiçe geçirildiği yöntemler değildir. Ulus, dünyevi kapitalist bir içerik kazandırılmış olarak din, yine kapitalizme göre yeniden tanımlanmış ve biçimlendirilmiş aile kurumu, toplumsal ve kültürel alanda yer alan sayısız kurum ve ilişki biçimleri, eğitim sistemi; hepsi egemen sınıf kültürüne göre ve daha önceki hiç bir toplumsal sistemin ulaşamadığı çokluk ve zenginlikte, küçüklü büyüklü olan hem üretim alanını hem de sosyal, siyasal, kültürel yaşam ve ilişkileri örgütleyen toplumsal örgütlülükler vardır. Ayrıca topluma, işçi sınıfı da içinde olmak üzere kabul ettirilmiş burjuva düşünüş, kültür ve ahlakı, gelenekler vardır. Eğer bunlar olmasaydı küçük bir azınlığın büyük çoğunluğu yönetmesi asla mümkün olamazdı. Devlette bir sopa ve vergi aracı olarak kalırdı. Ve bir sınıfın kısa bir dönem dışında sadece zorbalığa dayanarak, vergi alarak hakimiyetini sürdürmesi asla mümkün olamazdı.

Burjuva kapitalist bir toplumda üretim araçlarını elinde tutan sınıf olarak burjuvazi, hakimiyetini meta egemenliğine dayalı olarak, bütün ilişkilerin doğrudan ve dolaylı metalar aracılığıyla kurulmasıyla yürütür. Burjuvazi, meta egemenlik düzenini değişmez mutlak bir sistem olarak gösterir, dolayısıyla kendi sınıf egemenliğini ve onu sürdürmenin en güçlü aracı olarakta burjuva demokrasisini değişmez, mutlak ve en iyi sistem olarak gösterir. Kapitalizmin meta egemenlik düzenidir; sadece üretim ve ticaret değil bütün siyasal ve sosyal iş bölümü formları-ulustan aileye-, bütün toplumsal ve bireysel ilişki biçimleri ona göre ve onu geliştirecek biçimde örgütlenir. Emekçilere zerkedilen egemen kültürün de bu temelde oluşturulmasıyla burjuva egemenlik sisteminin ekonomi, siyaset, kültür, sosyal işbölümünün temel formları üzerinden toplumsal ve bireysel ilişki biçimlerinin hepsine hakim olması da gerçekleştirilir; bunlar, hep birlikte burjuva sınıf egemenliğinin geniş temelini oluşturur.

Farklı alan ve düzeyleri içiçe geçirmiş bu geniş temel emekçi sınıfları yüzlerce bağla sisteme bağlı kılarak küçük bir azınlığın büyük çoğunluk üzerinde egemenliğini sürdürmesine, her alanda işlerini kendi çıkarlarına uygun olarak yürütmesine-Engels, genel oy sistemi içerisinde bunun nasıl olabildiğini yalın bir ifadeyle “borsa ve rüşvetle” diyerek açıklamıştı-, ele geçirmiş olduğu devlet aracılığıyla sopa ve havuç yöntemlerini kullanarak istediğini yapabilme imkanını sağlar.

Burjuva demokrasileri aynı zamanda bu ilişkiler sistemi içerisinden gelişir ve onları örgütler. Burjuva demokrasilerini sadece siyasal alandaki partiler, parlamento vb. sınırlı kalmayıp toplumsal alana doğru genişleyen, toplumun bütününe yakınını örgütlemeyi gerçekleştiren farklı özellik ve işlevlere sahip olan bu kurumlar ve ilişkiler oluşturur. Gerek siyasal gerek ekonomik, toplumsal, kültürel düzeylerde örgütlenmiş kurumlar-sanattan, spora- siyasal ve toplumsal bir çoğulluk ve bunlar aracılığıyla gerçekleştirilen bir AİDİYET VE SİSTEME BAĞLILIK BAĞI oluşturur. (Günümüzde neoliberalizmle öne geçen altlı üstlü, küçüklü büyüklü, yerel global aidiyet ilişkileri ve bağlarını da bu yönden ve bu bütünlükte görmek gerekir. Aidiyet bağı, sadece kişi ve grupların kendilerini tanımlamasının ve ona göre davranış biçimleri oluşturmasının aracı ve görünümü değildir, kişi ve grupları sisteme bağlayan bağları da oluşturur.)

Burjuva demokrasilerinin dayandığı siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel geniş temel budur. Bu temel ve yaygın ilişkiler ve bunların içiçe geçişi kavranılmadan, emekçi sınfları kapitalist sisteme bağlayan yüzlerce, binlerce bağ, kurumsal ağlar anlaşlamaz, burjuva sınıf egemenliğine karşı etkili ve cepheden bir mücadele yürütülemez. Sömürücü küçük bir burjuva azınlık, hatta burjuvazinin mali oligarşiyi oluşturan küçük bir bölümü, baskı ve şiddeti de kullanarak ama çoğu zaman ve yerde buna hiç gerek duymaksızın, sopayı arkasında tutup arada bir çıkartarak büyük çoğunluk üzerinde hakimiyetini sürdürmektedir. (Burjuvazinin- finans kapitalin en azgın ve en gerici kesimlerinin- açık terörcü diktatörlüğü olan faşizm koşullarında da burjuvazi sadece terör ve şiddete dayalı olarak sürdürmez egemenliğini. En bilineni ulusun çıkarlarını yüceltir ve saldırgan ırkçı milliyetçilik, komünizme işçi hareketlerine karşı mücadelesine başka ülkelere saldırı ve işgale temel oluşturur. Ulus ve ülkenin geleceği için işçileri daha fazla çalışmaya, daha çok üretmeye çağırır. Tankla birlikte tereyağ vaad eder. Dinsel tutuculuğa yaslanır ve aileyi yüceltir. İtalyadaki “dopolovara”lar gibi kitle örgütlenmeleri oluşturur. vb. Fakat faşizmde bu tür örgütlülükler, tekçi bir yapıda, korporatif biçimde ve yukarıdan ve aslolarak devlet inisiyatifiyle örgütlenirler. Burjuva demokrasilerinde ise daha geniş ve yaygın, daha çok sayıda v her alanda, hem siyasal hem toplumsal ve ekonomik düzeylerde daha çoğul bir örgütleniş içerisindedirler. )

Burjuvazi, bütün alan ve düzeyleri kapsayan sosyal iş bölümüyle kendi toplumsallaşmasını yaratmış ve egemenliğini bu şekilde toplumun bütününe yaymış ve hakim kılmıştır. Burjuva demokratik parlamenter sistemde bunun etkin araçlarından birisidir. Bu araçlar, bu yasalar ve kurumlar aracılığıyla kendisini meşru ve yasal olarak göstermeyi, işçi sınıfını ve halkı temsil eden komünist ve devrimcileri ise gayrimeşru ve yasadışı olarak göstermeyi de başarır.

Burjuvazinin sınıf egemenliğinin temel aracı -burjuva demokrasilerinde de faşist diktatörlüklerde de- devlettir. Devlet, burjuvazinin sınıf ikitidarının siyasal egemenlik aracıdır en başta. Fakat sadece -sanıldığı gibi- siyasal egemenlik aracı değildir. Burjuvazi iktidarını onun üzerinden-parlemento, hükümet, siyasal partiler, anayasa, yasalar-ticaret hukuku, ceza hukuku, medeni hukuk- , ordu, polis, hapishaneler, il idareleri, belediye yönetimleri, elçilikler, ekonomi-merkez bankası, bütçe, plan, üst kurullar- maliye-hazine, para, vergi, eğitim, kültür-okullar, diyanet, spor vb. yle sürdürür. Görüldüğü gibi burjuvazinin devlet aracılığıyla sürdürdüğü iktidarda geniş bir temele oturmuştur, bir çok alanı kapsamaktadır ve devlet sadece siyasal iktidarının aracı değildir(kitlelerin gözünde devlet algısı bunların toplamına göre -bazısı daha öndedir- oluşur ve farklı bir yere oturur. Toplumun üstünde ve ona yabancılaşmış bir güç olan devletin farklı, bir ihtiyaç olarak görülmesine ve de yüceltilmesine yol açar.); bu nitelik ve özelliklere sahip olan burjuva sınıf egemenliğinin temel aracı olarak devlete karşı savaşılmadan ve tüm kurum ve ilişkileriyle yıkılıp parçalanmadan proletarya, iktidar olamaz ve kendi sınıf egemenliğini kuramaz.

Burjuva demokrasilerinde devletin zor aygıtı olma niteliği zaman zaman en vahşi katliamlara girişse de yok etme ve katliamlar daha örtük, daha geri plandadır. Daha sınırlı düzeyde uygulanır.(Son dönemde Avrupa burjuva demokrasilerinde “şiddetin orantılı kullanılması” gibi yeni kavramlarda devreye sokuldu. Kitle eylemlerini zayıflatma, etkisizleştirme ve bastırma taktikleri de buna göre planlanıyor. Türk polisi de böyle bir eğitim sürecine sokulduysa da eşek eşektir, Türk polisi de türk polisidir! Ve de polis, dünyanın her yerinde polistir! ) Faşizm ise burjuvazinin -hatta genel olarak bujuvazinin de değil finans kapitalin en azgın, en gerici ve en saldırgan kesimlerinin- açık, terörcü diktatörlüğüdür. Ve faşist diktatörlüğün başta gelen aracıda devlettir. Polis, ordu, hapishaneler, yasalar, vb. yle siyasal ve ekonomik terör had düzeyde uygulanır, siyasal,ekonomik, sosyal hak ve özgürlükler bütünüyle ortadan kaldırılır. Faşist diktatörlüklerde burjuva sınıf egemenliği açık terörle sürdürülür; şiddet, imha ve inkar, asimilasyon, bastırma siyasal hak ve özgürlüklerin tümüyle gasbı, sosyal hakların gaspı, üretkenliği artırmak için ekonomik terör ve emekçi sınıfların daha ağır koşullarda çalıştırılmaları, ırkçı milliyetçilik, egemen ulus, egemen din/ mezhep dışında olanlara karşı inkar, imha, dıştalama politikaları, komşu ülke ve uluslara karşı düşmanlık, bitip tükenmeyen ulusal kan davaları, sınır sürtüşmeleri, fırsat bulunca saldırma ve işgal politikaları uygulanır. Burjuvazinin bir kesiminin- finans kapitalin en gerici ve en saldırgan kesiminin- burjuvazinin diğer kesimlerı üzerinde de üstünlük kurmak için saldırma ve susturma, siyasal temsillerinin önlenmesi ya da zayıflatılması politikaları da uygulanır. Kısaca siyasal ve ekonomik terör, içte ve dışta saldırgan, inkarcı ve imhacı politika, siyasal ve ekonomik hak ve özgürlüklerin tümüyle veya büyük ölçüde ortadan kaldırılması, şiddetin, inkar ve imhanın, dıştalamanın temel yöntem olarak kullanılması faşizmi, faşist diktatörlükleri karakterize eden bunlardır.

Burjuva sınıf egemenliğinin burjuva demokratik biçiminde ise devlet aracılığıyla egemenliğin sürdürülmesi, yasalar, kurumlar arası ilişkiler, işleyiş, yöntem, siyasal toplumsal örgütlenme yönleriyle farklıdır. Burjuvazinin kendi iç ilişkilerinin, burjuvazinin diğer sınıflarla ilişkilerinin, egemen ulus ve egemen din /mezhebe bağlı olarak diğer milliyet ve dini topluluklara karşı tutumların, toplumun genel örgütlenişinin ve bunun bir parçası ve aracı olarak devlet-toplum ilişkilerinin kuruluşu farklıdır. Yine baskı ve şiddet, yasaları, ordusu, polisi, hapishaneleriyle sürmektedir. Baskı ve şiddet burjuva sınıf diktatörlüğünü, sınıf egemenliğini sürdürebilmenin olmazsa olmazlarıdır. Fakat açık terör ve şidddete dayalı yöntemler, inkar ve imha, asimilasyon politikaları tümüyle ortadan kalkmamakla birlikte faşist diktatörlüklerle aynı şiddet ve yoğunlukta uygulanmaz. Biçim ve yöntemleriyle de farklıdır. Muhalefet, her düzeyde sisteme daha geniş ölçülerde içerilidir. gelişkin burjuva demokrasileri, açık bir sistem karşıtlığıyla ortaya çıkan ve bunu devrimci bir eylemsellikle yürüten komünist ve devrimci muhalif hareketler dışında her türlü muhalefeti içerimine alarak etkisizleştirerek özümleme gücüne ulaşmışlardır. Hatta bu biçimiyle muhalefet, sisteme dinamizm kazandıran bir parçası olarak görülür. Bu kapsayıcılığıyla burjuva demokrasileri, sadece devrimci demokratik, ulusal devrimci güçleri değil bir dönemin güçlü komünist partilerini ve işçi hareketlerini de sistem içeriisne çekip özümlemişlerdir.

Burjuva demokrasileri genel, eşit ve gizli oya dayalı demokratik parlamenter, çoğulcu bir yapıya sahiptirler; çok sayıda siyasal partinin varlığıyla genel oy sistemi, siyasal özgürlükler, kişi hak ve özgürlükleri, burjuva hukukun evrensel kuralları daha fazla uygulanır, devlet-toplum ilişkileri ve toplumun genel örgütlenişi de faşist diktatörlüktekinden daha farklı biçimdedir. Faşist devlet tipinin aşırı merkeziyetçi, gücün büyük ölçüde devlette ve devlet kurumları içinde de yürütme erkinde toplandığı, ordu, polis gibi kurumların yetki ve inisiyatiflerinin had düzeyde arttığı devlet örgütlenmesi biçimine göre “kuvvetler ayrılığı” da denilen parlamentonun rol ve işlevinin daha ön planda olduğu, yargınında denetleyici bir unsur olarak yer aldığı karşılıklı sınırlandırmayı içeren dengeleyici sistemler öne geçer.

Günümüzde burjuva demokrasilerinde devlet örgütlenmesi, mali oligarşiye ve sermaye birikiminin küreselleşmesine uygun bir biçim kazanmaktadır. Burjuva demokrasilerinin yapılanışı içerisinde başkanlık, yarı başkanlık sistemi gibi, hemen her ülkede- en gelişmiş burjuva demokrasilerinde de- var olan ” ulusal güvenlik konseyi” “iç kabineler” gibi mali oligarşinin hakimiyetini doğrudan ve dikey olarak yürütmesini sağlayan açık örtük kurumlar ve ilişkiler ağı, inisiyatif kullanmalarına olanak sağlayan yasalar ve örtük ilişkiler vardır. Başkanlık, yarı başkanlık, hükümetler, hükümet içi hükümetler, güvenlik konseyleri, istihbarat örgütleri, örtük ve açık operasyonları gerçekleştiren özel müdahale kuvvetleri, sermayenin çıkarlarına doğrudan hizmet eden bağımsızlaştırılmış merkez bankaları, üst kurullar mali sermayenin oligarşik hakimiyetinin dikey yürütümünü sağlar. Dünya ölçeğinde aktif olan diplomatik ve askeri gizli operasyon örgütleri, acil müdahale güçleri vardır. Daha önce Sovyet sosyal emperyalistleriyle hegemonya mücadelesine ve Sovyetleri çevreleme stratejisine göre konumlandırılan Nato, sabit konumlanışın dışına doğru çıkartılarak ’90 ların başlarından itibaren yeni bir küresel konumlandırılma stratejisiyle vurucu bir müdahale gücüne çevrilmiştir. Basın, Tv, radyo, yayınevleri, matbaalarıyla medya, sinema, müzik, spor klüpleri her ülkede ve dünya ölçeğinde tekelci kapitalistlerin mülkiyeti, kontrol ve denetimi altındadır. Küresel düzeyde ve bölge ve ülkelere dönük stratejik kararların alındığı G-8, G-20, Güvenlik Konseyi, Nato gibi kurumlar, Davos, Bilderberg gibi bunların alt yapısını hazırlayan mali oligarşinin küresel düzeyde kaynaştığı yönetsel organ ve ilişkiler vardır. Buralarda büyük burjuvalar, tekel yöneticileri, hükümet başkanları, bakanlar, muhalefet üyeleri, emekli generaller, stratejisiyenler, araştırma kurumları yöneticileri, medya patronları ve elit gazeteciler, bilim adamları, din adamları, sanatçılar, hepsi bir arada bir çevrim halindedirler. IMF, DB, DTÖ. vb. de merkezi ekonomik yönetsel organlardır. Sayılanlar, mali oligarşinin hakimiyetini doğrudanlaştıran ve dikeyleştiren, yoğunlaştıran ve merkezileştiren kurum ve organizasyonlardır. Burjuvazinin “dünya devleti”nin kurumları, ilişki ve organizasyonlarıdır. Politika ve güç onlar üzerinden merkezileştirilmiştir. Küresel, bölgesel, kritik yerel sorunlar buralarda konuşulmakta, kararlar alınmakta, stratejiler oluşturulmakta ve uygulanmaktadır. Sermayenin uluslararası ve giderek küresel düzeydeki birikim sürecine geçilmesi, küresel birikim temellerinin genişlemesi, ekonomilerin artan bağımlılığı ve içiçe geçişi, emperyalist kapitalist hiyerarşi içerisinde artan ölçüde dikeyleşmeyle yeni karar merkezlerini ve yönetsel organları ortaya çıkartmaktadır. Sermayenin üst düzeydeki birikimi, yoğunlaşıp merkezileşmesi arttıkça, güç de -çelişkili birlikler olarak- yoğunlaşıp merkezileşmektedir. Bunların karşısında, proletaryanın uluslararası ve dünya ölçeğindeki mücadelesi de sosyalist bir dünya devrimi stratejisiyle yürütülecektir.

Devletin aşırı merkezileşmiş yapısı ve açık terörcülüğün temel yöntem oluşuyla faşizm, egemen sınıf iktidarının temellerini daraltırken burjuva demokrasisi siyasal ve toplumsal olarak daha geniş temellere dayanır. Mücadele, küçük tavizler ve uzlaşmanın içiçe geçtiği, uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının törpülenerek emekçi sınıfların sistemin içerisinde tututlduğu, burjuva sınıf egemenliğinin bu şekilde sürdürüldüğü yeni bir denge durumu oluşturulur. Çok partililik, parlamenter demokrasi, genel, eşit ve gizli oya dayalı seçim sistemi esastır. Siyasal, sınıfsal toplumsal yapı daha çoğul ve karmaşık görünüm ve farklılıklarıyla ve farklılaşan yöntemlerle sınıf çelişkilerini daha perdelemiş olarak ortaya çıkar. Sistem içerisinde kalmak ve onu yıkmaya çalışmamak koşuluyla diğer sınıfların- işçi sınıfının da, komünist partilerinde -, farklı toplum kesimlerinin örgütlenmesi de, yine aynı sınırlar içerisinde muhalefeti, eylemleri de kabul edilir. Sistem kendisini muhalefet yoluyla da, hatta çoğullaşan muhalefetle sigortalar. Burjuva muhalefetin, işçi hareketi temeline dayanan sosyal demokratik, revizyonist sosyalist muhalefetlerin yangın söndürücüler olarak oynadıkları rol ve işlevde budur.

Burjuva demokrasileri de kendi içerisinde farklılıklar taşır. Onun liberal ve sosyal demokratik biçimleri farklıdıri egemen sınıfların ve burjuvazinin iç ilişkilerine ve burjuvaziyle proletarya ve diğer emekçi sınıflar arasında oluşan dengelere göre de farklılıklar taşır ve değişim geçirir. Burjuva demokrasisi içerisinde oluşmuş dengelerle emekçilerin sistem içinde bir yanılsama içerisinde ve ıslah edilmiş olarak tutulmaları mutlak, gelecektede aynı şekilde sürecek bir durum değildir. Burjuvazinin komünistlere ve işçi sınıfına kendiliğinden tanıdığı bir hak olmamıştır; ekonomik, sosyal ve siyasal haklar neredeyse iki yüz yıl süren ve hala da sürmekte olan işçi sınıfı mücadelelerinin sonucu, burjuvazi tarafından zorunlu kalınarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte, burjuvazi sınıf mücadelesi dengeleriyle oluşan yeni koşullarda sınıf egemenliğini sürdürmenin yeni koşullarını oluşturmaya girişmiştir. Bu aşamadan itibaren burjuva demokrasisi, işçi hareketinin devrimci gelişimini önlemek için muhalefeti azami ölçüde kapsamına alıp etkisizleştirme yolunu tutmuş, bu şekilde bir sistem bütünlüğü oluşturup sınıf egemenliğini sürdürmeyi güvence altına alırken sistem için tehdit oluşturmaya devam edenleri etkisizleştirerek marjinalize etmenin biçim ve yöntemlerini geliştirmekte yoğunlaşmıştır. Bunun siyasal, ekonomik ve toplumsal çok sayıda yöntemini de geliştirmiştir.(Örneğin Türkiye’den ve dünyanın bir çok yerinden Avrupa ülkelerine gelen devrimcileri Avrupa kapitalizmine sadece entegre etmekte değil özümlemekte de bu burjuva demokrasileri son derece başarılıdırlar. Bunun içerisinde ekonomik, sosyal entegrasyonda vardır, bu ülkelere karşı eylem yapmama ve fazla radikalleşmeme üzerine gizli ve açık konsensus da vardır. Baskının yoğun olduğu, genellikle faşizmin hüküm sürdüğü ve ekonomik olarak geri ülkelerden gelip buralarda sudan çıkmış balığa dönmek, bir gıdım refaha kavuşmak, risksiz devrimcilik yapmakta vardır.. Vardır da vardır! Onbinlerce komünist, devrimci siyasal mülteci bu ülkelerde eriyip kaybolmuşlar, devrimciliklerini mezara gömmüşlerdir.) Bunun için tehditler savrulup sertliğe de baş vurulur, tutuklamalar ve örtük operasyonlar, gizli yer yerde açık imhalarda yapılır, bunlardan çok daha fazla ve daha yaygın olarak havuç yöntemleri, görüşmeler, pazarlıklar, kısmi tavizler, satın almalar, içerden ele geçirmeler, geri adım atarak uzlaşmalar vb. leri uygulanır. Bunların hepsinin sonucu olarak, asıl başarı muhalefetin -en radikal görünümlü olanların bile bir şekilde- sistem içerisinde kalmasını sağlamaktadır. Burjuva demokrasilerinde siyasal toplumsal mekanizmalar bunu sağlayacak biçimde oluşturulduğu ve kullanıldığı gibi, bunun geniş temelini de gelişkin meta egemenlik ve metaya dayalı ilişkiler sistemi, toplumsal ilişkilerin hemen hemen bütününe bunun hakim olması oluşturur.

BURJUVA DEMOKRASİLERİNE KARŞI MÜCADELENİN KAPSAMI- Bizim gibi, faşizm koşulları içerisinde doğmuş, bütün devrimci yaşamları faşizme karşı mücadele içerisinde geçmiş, bir kaç kuşaktır bununla büyüyen, onun kültür, alışkanlık ve davranışlarını-bugün zayıflamışta olsa- edinen komünist ve devrimcilerin burjuva sınıf egemenliğinin burjuva demokratik biçimine karşı mücadeleyi kapsamı, içeriği, biçim ve yöntemleriyle düşünmesi de kavraması da kolay olmayacaktır. Kolay olmayacaktır ama BUNU ÖĞRENMEK VE YAPMAK ZORUNDAYIZ. ’80lerin başlarından bu yana Avrupaya giden devrimciler, içlerinde y.larımızında olduğu bir kaç kuşak Avrupa kapitalizmi ve onun burjuva demokrasisi tarafından yutuldular. Onlar ’70lerin militan anti faşist mücadelesinin savaşçılarıydılar. Bir bölümü de aynı düzeyde olmasa da ’90ların ilk yarısındaki antifaşist mücadelenin militanlarıydılar. İçlerinde yorgun, yıpranmış, hatta çürümüş unsurlar da vardı militan, devrimci, en kısa zamanda ülkeye dönme isteğiyle dolu örgütüyle birlikte yaşayanlar da vardı. Genellikle faşizmin hüküm sürdüğü siyasal koşullardan, kapitalizmin iktisaden, toplumsal yaşam ve ilişkiler olarak geri olduğu ülkelerden geliyorlardı. Hepsi anti faşist mücadele içerisinde onun siyasal düşünüşü, ruhu ve savaşçılığıyla şekillenmişlerdi. Aşırı yorgun, yıpranmış ve çürümüş olanlar hızla, diğerleri ise tedrici bir şekilde büyük çoğunluğu bu gelişmiş kapitalizm ve burjuva demokrasileri içerisinde eridiler. Çok sayıda önder kadroda dahildir buna. Avrupa, bir filler mezarlığıdır bugün. Çünkü onların, onları bir çok yönden içine çeken, vantuzlarıyla saran gelişmiş Avrupa kapitalizmine ve burjuva demokrasisine karşı bir bağışıklıkları yoktu. Hatta çoğunluğu devrimci siyasal düşüncelerini koruyorlardı fakat sistem emici vantuzlarıyla ağır ağır onları içine çekiyordu. Onlar, faşizme karşı mücadele etmeyi, daha çokta direnmeyi öğrenmişlerdi fakat gelişmiş bir kapitalizm ve onun burjuva demokrasisine, onun toplumsal mekanizmalarına-sosyal ve ekonomik entegrasyonu sağlayan mekanizmalarına- karşı bir donanımları bulunmuyordu. Artık faşist bir ülkede değil burjuva demokrasisinin ve yaşam tarzıyla da gelişmiş kapitalizmin hakim olduğu bir siyasal toplumsal coğrafyada yaşıyorlardı. Faşizmin baskısından kurtulmuşlardı, bu ve bir gıdım “sosyal refah” yetiyordu. Avrupanın siyasal ve toplumsal koşulları, entegrasyon politikaları onları-bir kısmını hızla, bir kısmını yavaş yavaş- içine çekti ve yuttu. Önceki devrimci düşünüş ve devrimci ruhta erozyona uğradı ve yitti gitti. Ülkedeki mücadeleye bağlılık azaldı, lafta kaldı. Derinleşen bir ö. süzleşme ile çevreselleşme ve bireyselleşme, kabuklaşan ve nostaljiye dönüşen bir anti-faşist dev.cilik, kimlik kaybı ve kriziyle birlikte hızlanan bir düzeniçileşme ortaya çıktı. Devrimci yaşam biçiminin yerini gevşek, liberalleşen, gettocu, ipini kıranlar dışında “ne o, ne o” olabilen yaşam şekilleri aldı. Bugün büyük çoğunluğu devrimciliği bırakmış geride kalanlar ise Avrupa koşullarına göre biçimlenmiş, ona uyum kazanmış geri bir devrimciliği sürdürmektedirler.

Belgelerini okuduğum Yurt dışı Konf.nda çeşitli yoldaşlar yaşanılan bu erozyonu belirtir resmederler -bu erozyon Türkiyedeki mücadelenin gerilemesiyle hız kazanmıştır-, sürmekte olan erozyon ağırlıklı olarakta çevre güçler üzerinden anlatılır fakat o temel kadroları ve en yakın çevre örgüt güçleri de kapsamaktadır. Artık y.dışında olan MK üyelerinin ve ileri kadroların katıldığı Yurt dışı konf. dan sonraki dönemde de artan bir hızla devam etmiştir. Avrupadaki mücadele Türkiyedeki mücadeleye endekslidir; Türkiyedeki mücadelenin gerilemesi Avrupadaki mücadelenin de gerilemesinin bu ilişki içerisinde belirleyici etkenidir. Yurt dışı Konferansında Avrupadaki örgütlenme ve mücadeleyi bunun dışına çıkartma yönünde kararlar alınır. Fakat, bunun kapsamıyla da, içeriğiyle de, konulacak hedefleriyle de farklı bir çalışma olması gerektiği, yeni bir kadro poliitkasını ve ö.sel kadrosal bir dönüşümü de gerektirdiği görülmez. Kapitalizm ve burjuva demokrasisi karşıtlığı ekseninde bir politika, bunun ö.sel kadrosal dönüşüm ve yaşam tarzı yönüyle de ele alınması, bu karşıtlık üzerinden bir kadro politikası oluşturma, kapitalizme karşıtlık ekseninde derinleşme ve sınıf çalışmasına doğru sert bir çubuk bükme gerçekleştirilmez. Kapitalist burjuva demokrasisinin ekonomik, sosyal, siyasal nasıl bir entegrasyon ve özümleme gerçekleştirdiği bunlara kapılmamak ve her birine karşı mücadele için neler yapılması gerektiği üzerine düşünülmez. Meta egemenliği ve ilişkilerin, metalar aracılığıyla yürütülür hale gelmesi ve metaların insanları yönetmeye başlaması karşısında izlenecek örgütlenme ve çalışma tarzı belirlenmez. Kadro ve güç erozyonunun en temel sorununu da bunun oluşturduğu görülmez ve kendini bunun dışında tutmaya çalışan bir-iki y. dışında erime devam eder. Ve son yıllarda gelenlerin de çoğunun kaybı, az sayıda geride kalanında devrimci niteliklerinin zayıflaması sürer.

ASLINDA TÜRKİYEDE SON DÖNEMDE DEVRİMCİ HAREKETÇE YAŞANAN AVRUPADA UZUN YILLARDIR VE BİR KAÇ KUŞAĞIN KAYBIYLA YAŞANMAKTADIR. Faşizme ve işgale karşı savaşa önderlik etmiş, büyük bir güce, etki ve prestije ulaşmış komüist partiler, yutulmuştur. Bunlar düşünülerek yanıt verici bir politika belirlenmez. Oysa bir canlının ya da toplumun evrimsel olarak daha gelişmiş bir düzeyi içerisinde olanını daha olgunlaşmış, gelişkin ve çürüyen yönleriyle görmek, daha geri bir durum içerisinde ve sonradan ortaya çıkmakta olanını görmekten daha kolaydır! Maymundan insana değil insandan maymuna bakma örneğinde olduğu gibi gelişmiş bir meta ekonomisi sisteminin olduğu, yerleşikleştiği, katmanlılaştığı bir ülkede olup bitenler, durumlar, uygulanan yöntemler o yola yeni girmiş olanlar, ülke, toplum ve bireyler için bire bir olmasa da çok sayıda gözlem yapma ve sonuç çıkartma olanağını verir. Bunu yapmak yerine, Avrupa koşullarında tamamen farklı olan ekonomik, toplumsal politik koşullara sahip Türkiye devrimciliğinin ufku ve sınırları içerisinden düşünme, çalışmanın kapsam ve içeriğinde hiç bir değişiklik yapmadan oraya bağlı ve onun uzantısı gibi bir çalışma yürütme devam ettirilirse, şekli, o da pratikleşmeyen bir değişikliğin ötesine geçilmez, yeni politikalar, hedef ve konumlanmalar, kadro dönüşümü ve erime ve özümlenmeyi engelleyici tedbirler olmazsa, farklı bir düşünüş ve varolanı değiştirme yön ve iradesi olmayınca verili olanın içerisinde kalınmaya ve erinmeye devam edilir. Yapılan ise bir getto devrimciliği ve iyice daralmış demokratik göçmen faaliyeti, anti emperyalist protestlik olur. Bu Ö.ün bunları ilk görmesi gereken KM üyeleri Avrupadadır! Bulunulan alanın tahlilini bile yapmamışlardır. Çalışmalar, bugün iyice gerilemiş, çok sayıda kadro ve güç kaybına uğramış, iyice daralmış, içe doğru kırılmış, zayıf düzeydeki parça çalışmalarla çok az sayıdaki y.ın yerel ve kişisel çabalarıyla sürdürülmeye çalışılan bir düzeye inmiştir. (Son süreçte Mk üyeleri, bürokratik korku ve kaygılarla yurt dışı çalışmasındaki gerileme ve dibe vurmayı örtbas etmeye çalıştılar. Onların bütün kaygı ve hesapları Türkiyedeki çalışmanın MK ya bağlı olarak ö.sel sorumluluklarını taşıyan MÖK ‘e fatura kesmekti. Bir de başarabilirlerse benim görüş ve tutumumu mahkum etmeye çalışmaktı. Oysa Türkiye de olduğu gibi yurt dışındaki çalışma da, kendileri burada olduğu ve ülkedekinden daha fazla kadro burada olduğu halde hızla gerilemiş, büyük güç kaybına uğramıştı ve bütünü görebilen sorumlu bir organ buna göre düşünür ve bu şekilde çözüm geliştirmeye çalışırdı. Bu sorunlara, nedenleriyle de çözümleriyle de farklı bakma imkanını sağlardı. Ama ne MK üyeleri ne de YDK üyeleri kendi gerçeklikleriyle devrimci bir şekilde yüzleşme cesaretini gösteremediler. Aynı sorunlar, yurt dışı çalışmasında bazıları daha hafif bazıları daha şiddetli yaşandığı halde onları tanımlamaktan ve çözüm aramaktan kaçtılar. Kendilerine MK düzeyinden doğru dürüst hiç bir önderliğin götürülmediği YDK üyeleri bu sorunların tam ortasında yaşadıkları halde şu son süreçtede MK nın üç üyesine kendilerini yapıştırma dışında bir üst organın sorumluluk ve kişiliğine uygun hiç bir görüş ve davranış gösteremediler.(Son etapta OKHK seçiminde Men.lerin ultra tasfiyeci kafa yapısının ürünü listelerindeki isimlerden bir-iki tanesini yazmadılar.) )

Bu acı bir tecrübedir. Avrupa komünist hareketi açısından da, bir kaç kuşağını buralarda kaybetmiş ülkemiz devrimci hareketi ve örgütümüz içinde acı bir tecrübedir. Ülkemiz de de 90’ların başları, daha belirgin düzeyde ’90ların ortalarından itibaren ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal değişimlere bağlı olarak, önceki geri, sonra orta ve orta-ileri düzeyde bir kapitalizme geçilmesiyle, bunun gerek meta ilişkileriyle, gerek toplumsal bireysel ilişki biçimleriyle, siyasal yapıdaki değişikliklerle kendisini göstermesiyle devrimci parti ve örgütlerde, kadro ve önder güçlerde, çevre kitle ilişkilerinde artan ölçüde bir erozyon, yapısal çözülme yaşanmaktadır.

YAPISAL ÇÖZÜLMENİN NEDENİ, TÜRKİYENİN DEĞİŞEN EKONOMİK, TOPLUMSAL, SİYASAL, KÜLTÜREL KOŞULLARINA BAĞLI OLARAK TEORİ VE POLİTİKALARDA, ÖRGÜTLENME VE TAKTİKLERDE, ÇALIŞMA TARZINDA DEĞİŞEN BU KOŞULLARA YANIT VEREMEYİŞTİR. Bunun için, en başta bunun için kapitalizme-kapitalizmin özümlemesine- ve burjuva sınıf egemenliğinin burjuva demokratik biçimine karşı mücadele etmeyi öğrenmeliyiz. Bugün yaygın olan part timecılığı, -miş gibi devrimcilik yapmayı aşmak, kendi içinde tutarlı olmayı gerçekleştirmek için öğrenmeliyiz en başta. Kendimiz, sistemin içerisinde eriyerek ve onun bir parçası olarak komünistlik ve devrimcilik yapamayız ve bu şekilde işçi sınıfını ve emekçi kitlelerin diğer kesimlerini inandıramayız. Tasfiyeciliğe karşı mücadele etmekte budur; tüm bu belirtilenlere karşı karşı bir proğram, örgütlenme ile örgütsel bir karşı duruş oluşturmakla sistemin devrimcileri ve komünistleri içine çeken vantuzlarına karşı mücadelenin birleştirilmesidir.

Bu sadece kendi kendimize yürüttüğümüz, içe dönük bir mücadele olmayacaktır ve bu şekilde de bu durumu yarmak, istenilen sonuçlara ulaşmakta mümkün değildir. Kapitalizme ve onun burjuva demokratik egemenlik biçimine karşı işçi sınıfının mücadelesini örgütlemek zorundayız. Burjuva sınıf egemenliğinin burjuva demokratik şekline karşı, daha geniş temelleri ve derinliği olan karşı bir bilinç oluşturmak ve bunu her düzeyde mücadele içerisinde geliştirmek zorundayız. Ve bu sadece siyasal iktidara karşı mücadeleyle sınırlı bir bilinç olmamalıdır. Keskin bir siyasal iktidar savaşımı ve onun bilinci olmadan iktidar için mücadele edilemez ve burjuvazinin devlet iktidarı yıkılıp parçalanamaz. Leninizm bize bunu öğretir. Fakat ne devlet iktidarı salt siyasal olanla sınırlıdır ne de burjuva sınıf egemenliği kurumsal olarak, işleyiş ve ilişkiler olarak sadece devlete dayanır. Çok sayıda, yüzlerce-binlerce, ekonomik, toplumsal, kültürel , ahlaki mekanizma ve ilişkiler sistemine dayalı olarak yürütür burjuvazi sınıf egemenliğini. Ulus, aile, din, sınıf farklılıkları, statüler, ayrıcalıklar, gelenekler, TV, sinema, internet, müzik, spor, moda, tüketimcilik vb. vb. her birisi egemen sınıfa ve onun kültürüne göre içeriklendirilmiş ve biçimlendirilmiştir. Toplumsal ilişkileri ve bireylerin yaşam biçimlerini de bunlar belirler. Her birisine egemen sınıf içeriği, siyaset ve kültür olarak zerkedilmiştir. Her biri, bu burjuva içerik, biçim ve ilişki sistemleriyle burjuva sınıf egemenliğinin sürdürülmesine ve yeniden üretilmesine araçlık ederler. Burjuvazinin iktidarı bu şekilde içimize, evimize, beynimize, eşimizle, arkadaşlarımızla, yoldaşlarımızla ilişkilerimize, ö.sel ortamımıza kadar girer ve bir karşıtlık oluşturulmazsa da belirler.

Bütün bu sayılanlar, burjuva sınıf hakimiyetinin politik biçimiyle sıkı sıkıya ilişkilidir. Hatta onun bir parçası ve uzantısı haline gelmişlerdir. (Davosta sadece büyük burjuvalar, tekel yöneticileri, hükümet başkanları, politikacılar, üst düzey bürokratlar, askerler değil, medya patron ve üst düzey yöneticileri, bilim adamları, din adamları, sanatçılar, sporcular toplanıyorsa ve oraya kayak yapmak için gitmediklerine göre, bu burjuva elit, oligarşik tablo bize burjuva sınıf egemenliğinin bütün düzey ve biçimlerinin nasıl içiçe geçtiğini, nasıl bir egemenlik aygıtıyla karşı karşıya olduğumuzu gösterir. BU YAPI VE İLİŞKİLERLE, BÜTÜN ALAN VE DÜZEYLERİ KAPSAYAN ÖRGÜTLENİŞLE MALİ OLİGARŞİK EGEMENLİK YUKARIYA DOĞRU DARALMAKTA VE MERKEZİLEŞİRKEN AŞAĞIYA DOĞRU EKONOMİK, SİYASAL, DİLOMATİK, ASKERİ, SANATSAL, SPORTİF, DİNSEL, AHLAKİ BÜTÜN ALAN VE DÜZEYLERİ İÇEREREK VE KİTLELERE DOĞRU YAYARAK GENİŞLEMEKTEDİR. Farklı alan ve düzeylerden gelenlerin her biri, merkezi bir egemenlik aygıtının parçaları olarak kendi işlevini yerine getirmekte, kendi rolünü oynamaktadır.)

Burjuva sınıf egemenliğinin dayandığı bu geniş temelleri görmeden devrimci bir sınıf mücadelesi yürütülemez. Tüm ilişkilerin temelinde onun ekonomik gücü ve bunun yoğunlaşmış ifadesi olarak siyasal gücü vardır fakat, o ne salt büyük tekellerin, banka ve borsanın gücüne dayanmaktadır, ne partileri ve parlamentosuyla burjuva demokrasisine, ordu ve polis gücüne dayanmaktadır. Bunlar, egemenliğini sürdürmesinin en temel araç ve kurumlarını oluşturmakla birlikte onun, toplumun kapitalist temellerde örgütlenmesiyle toplumsal yaşam ve ilişkiler alanında, bireylerin yaşamında gündelik yaşam ve ilişkilere indirerek kurduğu hakimiyet görülmezse dar bir siyasal mücadele ve sınıf mücadelesi kavrayışının ilerisine geçilemez. Bir toplumu temellerinden değiştirecek ve yeni bir toplum yapısını ortaya çıkartacak sınıfsal ve toplumsal bir devrim iddiasıyla ortaya çıkılamaz ve gerçekleştirilemez. Sayılanlar bir bütün olarak kavranılmalıdır ve burjuvazinin siyasal gücünü, ordu, polis, yasalar, hapishanelerden ibaret görmekten de vaz geçmeliyiz. Evet, bunlar olmadan, şiddete başvurmadan burjuvazi iktidarını sürdüremez ve bir işçi devrimi başarıya ulaşmak için bunları yenmek, kırıp parçalamak zorundadır. fakat özellikle burjuva demokrasilerinde burjuvazinin siyasal gücünü sadece bunlar, baskı ve şiddetin oluşturduğunu düşünmek politik bir bönlük oluşturur, sol lafazanlık altında kopartılan gürültüler, burjuvazinin parlamenter demokrasiyle kurduğu hakimiyet ve egemenliğini dayandırdığı geniş temelleri yıkmaya yaramadığı gibi, döner ona hizmet eder. Bir medyanın burjuva sınıf egemenliğinin sürdürülmesinde, burjuvazinin şu ya da bu kesiminin, şu ya da bu siyasal partinin diğerlerine üstünlük kurmasında ne kadar etkili olduğunu ve onu ele geçirmek için burjuvazi içerisinde süren mücadeleyi her gün görüyoruz. Gerek Türkiyedeki medyadaki tekelleşme gerekse dünya düzeyinde medyanın iki-üç grup tarafından kontrol edilir hale gelmesi, onun bir egemenlik aracı olarak-sadece siyasal egemenlik aracı olarak değil çok daha fazlasıyla yeni kültürel toplumsal ilişki biçimlerini, birey davranışlarını etkin bir şekilde şekillendiren bir araç olarakta- nasıl kullanıldığını, mali oligarşinin azami egemenliğinin araç, yöntem ve biçimlerinin kapsamına ne gibi yeni ögelerin girdiğini de gösterir. Dinin, milliyetçiliğin, ailenin-aile içerisinde erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin, çocuklar üzerinde kurulan baskının, burjuva sınıf egemenliği ilişkilerinin aile içerisine taşınmasının, miras hukukuyla bir özel mülkiyet çekirdeği olarak korunan ailenin kapitalizmin tükertim nesnesi haline getirilmesi ve aile içi ilişkilerinde bu temelde kurulur hale gelmesi -, okulun, statünün, ayrıcalıkların, rüşvet ve torpilin, kredi ve borsa sisteminin, markanın, tüketimciliğin medyanın rol ve etkilerini, bunların ne kadar belirleyici olduğunu, olabildiğini ilişkilerin bunlar üzerinden nasıl kurulduğunu görüyoruz.(Bir kredi kartının, daha çok tüketmeye endekslenmiş bir yaşamın, kiraları ya da borçları ödemenin, en başta ücretli köle olmanın sisteme oluşturduğu bağımlılık, polis copuyla sağlananın çok üstündedir. Yöneten metalar, metalar dolayımıyla kurulan egemenliktir. Bu egemenliğin siyasal bir biçim kazanmasıdır. Ceza yasaları, cop, baskı ve şiddet onun bir parçası olarak vardır ve genellikle, bunların dışına çıkılmaya başlandığında devreye girer. ) Bütün bunlar genel olarak bütün biçimleriyle burjuva sınıf egemenliğinin yoğunlaşmış olarakta burjuva sınıf egemenliğinin burjuva demokratik biçiminin dayandığı geniş ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal, kültürel ilişkiler temelini, iş bölümü organizasyonlarını oluşturur. (Burjuva demokrasisi, çekirdek ailenin ve tek tek bireylerin sahip olduğu kişi hak ve özgürlükleriyle üstte belirtilenlerin her birini ve hepsini kendi istek ve tercihlerine göre yapma ve kapitalizm içerisinde- tabiki daha çok çalışma, girişim ve rekabetle- onlara ulaşma hakkına sahip olduğu ve onlar için güvence oluşturduğu yanılsamasını yaratır. Burjuva demokrasisinin birey özgürlüğünü sağlayan ve bireyin haklarını koruyan sistem olarak gösterilmesi, bireylerin ve toplumun burjuva demokrasisi üzerinden sisteme örgütlenmesi/bağlanması bu şekilde gerçekleştirilir. Hatta partilere, parlamentoya, devlet kurumlarına inanç ve güven azalır, fakat sadece siyasal hak ve özgürlüklerden ibaret olmayan birey hak ve özgürlüklerine en fazla yanıt verdiği ve koruduğu düşünülen burjuva demokratik sisteme bağlı kalınır. İşte biz bu burjuva demokrasisinin en büyük gücü ve dayanağını oluşturan bu ilişkiye onun bu en güçlü noktasına saldırmalıyız. Onun emekçilere özgürlük mü getirdiğini yoksa köleliliğini mi ebedileştirdiğini göstermeliyiz.

MÜCADELEMİZİN UFKUNA BUNLAR GİRMELİDİR. Marks ve Engels’in Komünist Manifestoda gösterdikleri gibi, burjuvazi feodallerin iktidarını yıkarken onun oluşturduğu bütün kurumlara ve değerler sistemine saldırdı. Hepsini yıktı, parçaladı yerlerine kendininkileri geçirdi. Bir proletarya devrimi ise çok daha fazlasını yapmak zorundadır. O önceki egemen ve sömürücü sınıflardan devraldıklarıyla birlikte kendi sınıf sınıf egemenliğini kuran burjuvazinin sadece siyasal iktidarını değil bütün kurumlarını-ekonomik, toplumsal, kültürel- tarzını, yöntemlerini, ilişki biçimlerini paramparça edecek yerine sadece kendi siyasal iktidarını değil her alanda ve düzeyde yepyeni kurumları ve yeni ilişki biçimleriyle kuracağı yeni bir toplumsal sistemi örgütleyeceği bir devrimi gerçekleştirmelidir. Proletarya devrimine toplumsal devrim niteliğini kazandıran özellikler bunlardır. eski toplumun tüm kurum ve ilişkileriyle temellerinden yıkılması tümüyle yeni bir toplumun kurulmasıdır. yıkılacak ve devrilecek olan sadece burjuvazi değildir, bujuvazinin örgütlediği önceki toplumsal sistem içerisinde ücretli köle olarak yer alan, burjuva toplumsal siyasal, kültürel ilişki sisteminin bir parçası durumunda olan ve sınıf bilinçli hale gelip kendi sınıf çıkarları için mücadele ettikçe bundan kurtulmaya başlayan fakat ancak siyasal olduğu gibi toplumsal bir devrimle bundan tümüyle kurtulabilecek olan proletaryanın önceki varoluş koşullarıdır da. Proletarya devriminin, sosyalist devrimin, komünizme yürümenin anlamı da budur.

İşte devrimci proletaryanın bugünkü proğramının kapsamı ve hedefleri, sadece bunlar değil örgütlenmesi ve çalışma tarzı da -araçları ve yöntemleriyle de- buna uygun olmalıdır. (Elbetteki bugünkü siyasal, toplumsal, kültürel durumun sınırlandırıcılıkları gözardı edilmeden…) Böyle bir devrimi, belirtilen nitelikte bir sosyalist devrimi örgütleyecek partinin örgütleniş ve duruşu da daha farklı olmalıdır; kadro tipi, yapısı da mücadelenin önceki koşullarına uygun olarak büyük ölçüde anti faşist ve anti emperyalist mücadeleye göre şekillenmiş kadro tipi ve özelliklerinden de farklı olmalıdır. Tekrarlarsak, militan bir anti faşist savaşçı, ateşli bir yurtsever olunmalıdır, genel olarak halkında bir parçası olmalıyız fakat kimlik ve kişiliğimizin asıl belirleyici unsuru bunlarında üstünde komünist olmaktır, işçi sınıfının bir devrimcisi olmak, sınıfın bir parçası olmak, kapitalizme karşı savaşmaktır. (Komünist olmak anti- faşist ve yurtsever olmayı içerir fakat, bir anti faşist ve yurtsever olmak komünist olmayı içermez. ) Burjuvaziye kaba bir siyasal sınıfsal karşıtlık içerisinde olunarak kapitalizme karşıtlık oluşturulamaz. Bunun yetmediği yeterli olmadığı görülmüştür; üzerinde yükselen tüm kurumlarıyla alt yapısıyla olduğu gibi üst yapısıyla da meta egemenlik sistemine temelden karşıt olmak, metaların yaşam ve ilişkilerimize kadar yönetir hale gelmesine karşı savaşmak ve burjuvazinin sınıf egemenliğinin sadece faşist diktatörlük biçimine değil burjuva parlamenter demokratik biçimine karşı da uzlaşmaz bir sınıf savaşımı yürütecek bir düzey ve donanıma çıkmak şarttır.

Kapitalizme ve onun iktidarının burjuva demokratik şekline, karşı derin bir bilinç ve karşıtlık oluşturmak, sınıfa karşı sınıf eksenli bir mücadeleyi örgütlemek komünistlerin ve proletarya sosyalizminin bugünkü en temel ve en yakıcı sorunu ve görevidir. Ülkemizde geri ve neoliberal tipte, faşizmin ögelerini içerisinde barındıran, her ikisi de çözülmüş olmakla birlikte toplumsal gericilik birikiminin gerek dinsel gericilik gerekse faşist milliyetçilik biçiminde sürdüğü, sendikal hak ve özgürlüklere dönük yasakların ve grev engellemelerinin devam ettiği, işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıfların karşı yönde güçlü bir basınç oluşturamadıkları , sadece kürt ulusal hareketinin sisteme artan bir entegrasyonla gerileyen bir çizgide basınç yarattığı tüm bunların oluşturduğu belirgin bir gerici niteliği olan neoliberal şekillenişteki bir burjuva demokrasisisi vardır ve burjuvazi sınıf egemenliğini ona dayalı olarak yürütmektedir. Mücadelemizi bu bütünlüğü gözeten bir çizgide varlığını koruyan faşist yasa ve uygulamalara, çözülmekle birlikte süren dinsel ve milliyetçi yoğunluklu toplumsal gericilik biçimlerine karşı mücadeleyi, emperyalizmle olan bağların kopartılması için mücadeleyi KESİNTİYE UĞRATMADAN -bunlar sosyalist demokratik görevler kapsamı içerisindedir- burjuva sınıf diktatörlüğünün geri düzeydeki neoliberalist burjuva demokrasisi şekline karşı, siyasal mücadelemizin merkezine bunu koyarak yürüteceğiz. önümüzdeki düşman, burjuva sınıf egemenliğinin geri düzeyde, neoliberal tipteki burjuva demokratik şeklidir. Devrimci proletaryanın ikitdar savaşımı, burjuva demokrasisini yıkarak burjuvazinin sınıf egemenliğini yıkma savaşımıdır.

Bugün değişen, önceki homojenliğe göre farklılaşmış, sınıflar içerisinde de farklılaşmış farklı özellik ve davranışlar gösteren daha karmaşık bir örgütlülüğe ve ilişkilere sahip bir toplumsal siyasal yapı/tablo ortaya çıkmıştır. Neoliberal burjuva demokrasisi, toplumu kendine göre örgütlemekte, biçimlendirmektedir. Bizde örgütlenme politikalarımızda, kitlelerle kurduğumuz ilişkilerde bunu gözetecek karşı bir eksen oluşturarak, sınırlarımızı çizecek, kalınlaştıracak, mücadelemizi onun üzerinden yükselteceğiz. Evet, burjuvaziye karşı proletarya, burjuva sınıf diktatörlüğüne karşı proletaryanın silahlı ayaklanması ve proletarya diktatörlüğü, burjuva demokrasisine karşı proleter demokrasi, Kapitalizme karşı sosyalizm! Sınıfa karşı sınıf eksenimiz budur. Ve sadece siyasal sınıfsal olmayan, sadece ekonomik bir dönüşümü gerçekleştirmekle yetinmeyecek olan toplumsal ve kültürel bir devrimi de gerçekleştirecek ve bunların arasındaki ilişkileri kaba bir aşamalılığa indirmeyecek, ve sınıfsal toplumsal devrimi sadece geleceğin, iktidarın alınmasından sonranın sorunu olarak görmeyip proğram strateji ve örgütlenmesine, günlük çalışmasına akıtacak, çalışmalarını nihai hedef bağı içerisinden yürütecek bir sosyalist devrim! Sosyalist devrimden bunları anlıyoruz.

Şİmdi burjuva demokrasisine ilişkin olarak bölümün başında söylediklerimizle bağ kurarak söylersek; Mali sermayenin işçi sınıfından küçük burjuvaziye kadar uzanan kesimlerin artan ölçüde söümürüsüyle gerçekleşen üst düzeydeki yoğunlaşma ve birikimi, burjuvazinin her alan ve her düzeye doğru derinleşen egemenlik azamileşmesiyle birlikte geçekleşmektedir. Lenin dediği gibi, azamileşen sömürü koşullarını sürdürmek için mali sermaye özgürlük değil egemenlik ister, ve bu egemenlik, toplumsal ve bireysel yaşamın bütün alanlarına en yaşamsal ihtiyaçların metalaştırılması ve bunları asgari düzeyde temin edebilmek için dahi emekçilerin çok daha fazla kölece çalışmasıyla, gelişen teknolojiyi-üretim araçlarını- ücretli emeği nispi ve mutlak olarak daha fazla sömürmek için kullanmasıyla, fetişleşen metaların kişileri yönetir hale gelmesi, peşinden sürüklemesi-kredi kartı köleliği gibi- ve insanlararasındaki ilişkileri belirler hale gelmesiyle, yaşamı hücreleştirmesiyle olduğu gibi kazanılmış ekonomik, sosyal haklara göz dikmesi ve geri almaya çalışmasıyla, büyük gözaltısıyla, siyasal hak ve özgürlükleri, kişi hak ve özgürlüklerini sınırlandırması ve sistemine tabi kılması , tecavüz edişiyle, polis, ordu gücü, yasaları ve hapishaneleriyle, bilim ve teknolojinin gücünü kendi sınıf gücü haline getirmesiyle, kültürel gelişim araçlarını egemen sınıf kültürünü yayma ve hakim kılmanın araçları haline getirerek toplumsal cehaletin ve düşkünleşmenin yeni biçimlerini ortaya çıkartmasıyla, doğanın artan katliam ve sömürüsüyle her alan ve her düzeyde azamileşerek kendisini göstermektedir. Burjuva sınıf egemenliğinin en yaygın ve ne güçlü aracı olarak burjuva demokrasisi, burjuvazinin -mali oligarşinin- sınıf egemenliğindeki azamileşmeyle baskıya dayalı olan ve baskıya dayalı olmayan bütün kurum, mekanizmaları, ilişkileriyle birlikte karşı yönde artan bir özgürlüksüzleşmeyi doğurur. Kölece çalışma ve yaşamların hücreleştirilmesi! Emekçilerin daha fazla, daha da fazla meta üretimi ve daha fazla ve daha da fazla meta tüketiminin köleleri haline getirilmeleri, bu şekilde tüketebilmek için bu şekilde üretmenin onlara benimsetilmesi. bütün toplumsal ilişkilerin, bireyler arasındaki ilişkilerin bunun içerisinde hapsedilmiş olarak ve metalara tarafından yönetilerek belirlenmesi. Denildiği gibi, “metalar dünyası büyüdükçe, insanlar dünyası küçülür.”

Demek ki, insanın kölelikten özgürlüğe geçebilmesi, insanın insanla insanolarak ilişki kurabilmesi, toplumsal ilişkilerin tümüyle farklılaşması,kapitalist özel mülkiyetin, sermayenin büyütülmesi üzerine kurulmuş, üretim ve tüketim parametrelerinin ancak bir devrimle olabilecek topyekün değiştirilmesine bağlıdır. Toplumsal gelişim ve özgürleşmenin, bireylerin toplumsallaşarak özgürleşmesinin düşmanı ve engelidir burjuva demokrasisi. işçi sınıfının kölelik durumuna son vermesi, burjuva sınıf egemenliğine ve onun burjuva demokratik biçimine karşı savaşmadan ve onu yıkmadan gerçekleşemez. Burjuva demokrasileri içerisinde ekonomik, sosyal, siyasal bazı haklar sınıf olarak kazanılabilinir fakat burjuva demokrasisi yıklmadan ve kendi sınıf egemenliğini kurmadan işçi sınıfı özgürleşemez. Burjuva demokrasisi, en iyi haliyle kapitalist özel mülkiyet ve rekabet temelinde burjuva birey gelişimini en üst düzeye çıkartmıştır. Ücretli kölelerin üstüne basarak ve derin bir yabancılaşmayla gerçekleşen bu birey gelişimi, kendi gelişiminin sınırlarına dayandığı gibi karşıtıyla, kolektif emekçi niteliğiyle ancak işçi sınıfının gerçekleştirilebilecek olan, toplumsallaşan bireyin özgür gelişimiyle aşılacak, bireyler toplumsallaşmanın ufku ve olanakları içerisinde çok daha ileri bir gelişimin kapısından gireceklerdir. Burjuva sınıf diktatörlüğünün bir şekli olarak burjuva demokrasisi, kapitalist emperyalizmin, mali oligarşinin ve onun bir parçası olarak işbirlikçi tekelci kapitalistlerin sömürü ve yıkımına hedef olan proletaryaya, kent ve kır yoksullarına -proletaryaya doğru yaklaşmakta olan ve gelecekleri artan ölçüde sosyalizmde olan diğer emekçi sınıflara- burjuva sınıf iktidarını, kapitalizmin ücretli kölelik düzenini yıkıp kendi iktidarlarını kurmak, sosyalist bir demokrasiyi gerçekleştirmek, sınıfsal toplumsal ve bireysel özgürlük gelişiminin yolunu bu şekilde açmak dışında bir yol bırakmaz. Bunu gerçekleştirmenin bir tek yolu vardır: Sosyalist devrim!

SOSYALİST DEVRİM, PROLETARYA DEVRİMİDİR.

HALKÇI-ULUSALCI DEMOKRATİK DEVRİMCİLİĞİN SONU. HALKÇILIĞIN EZİLENCİLİĞE, TOPLUMSALCILIĞA DÖNÜŞMESİ. KÜÇÜK BURJUVA SOSYALİZMİ Mİ, PROLETARYA SOSYALİZMİ Mİ?

Neoliberalizmin ekonomi, siyaset, kültür, toplumsal yaşam ve ilişkiler alanında ortaya çıkartığı değişim ve kapitalist üretim biçiminin tümüyle hakim hale gelmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin hakimiyetindeki yaygınlaşma ve derinleşme, devrimci demokrasinin halkçı ve ulusalcı- demokratik devrimciliğin şu ya da bu yönüne ağırlık veren her iki biçimi içinde- zemini daraltmıştır. Bu siyasal toplumsal zemin daralmasıyla birlikte önceki koşullarda mücadele edemeyen ve önceki dönemdeki güçlerine sahip olmayan örgütlerde yalpalamalar artmış, burjuva milliyetçilerinin ya da liberal burjuvaların etki alanına girmişlerdir. Bu etkilerle birlikte dünün halkçı devrimciliği, ezilenci ve toplumsalcı bir küçük burjuva sosyalizmi yönünde bir evrimsel değişim sürecine kısmen bilinçli, daha çok sezgisel bir yönelimle girmektedir.

Değişen ekonomik toplumsal ve sınıfsal, siyasal koşullara bağlı olarak devrimimizin içerisinde bulunduğu aşama değişmiştir; devrimimizin bugün içerisinde bulunduğu aşama emek-sermaye, burjuvazi-proletarya çelişkisinin belirleyici olduğu sosyalist devrim aşamasıdır. Sosyalist devrim, burjuva sınıf iktidarını yıkarak, proletaryanın sınıf ikitdarını gerçekleştirerek bu çelişkiyi çözecektir. Çözümlenmemiş demokratik görevler(liberal reformist güdük bir çözüme doğru götürülen kürt ulusal sorunu, sürmekte olan faşist yasa ve uygulamalar, parça değişiklikler yapılan12 eylül anayasası ve MGK nın kaldırılması, dinsel gericiliğe ve faşist milliyetçiliğe dayalı gericilik birikimi, bağımsızlık sorunu, bir hayli azalmakla birlikte kapitalist ilişkilerin içerisine geçmiş olarak sosyo kültürel düzeyde süren kalıntı niteliğindeki feodal sorunlar, demokratik içeriğiyle de kadın sorunu- kadınlar ve erkeklerin siyasal, hukuksal ve toplumsal eşitliği sorunu… ) sosyalist devrimin demokratik görevleri kapsamında çözüleceklerdir.

Devrimimizin içerisinde bulunduğu aşama, görevler kapsam ve içeriğiyle değişmiştir. Ortaya çıkan ekonomik, toplumsal, sınıfsal, siyasal yapıdaki değişimleri, görevlerin kapsam ve içeriğindeki değişmeleri görmekten uzak ve önceki zeminde kalan, kalmakta ısrar eden halkçı-ulusalcı devrimcilik biçimleri, ekonomik toplumsal, siyasal, kültürel zeminin farklılaşması ve önceki varoluşlarını oluşturan zeminin daralmasıyla zayıflayıp erimekte, sağa sola yalpalamakta, liberalizme ya da burjuva milliyetçiliğine doğru çözülmektedir; Patinaj halinde önceki proğram ve stratejileri zemininde de kalamamakta reformist devrimcilik yönünde gerileyerek bozunuma uğramaktadırlar. Bu aynı zamanda, proğram ve stratejileriyle örgütsel konum ve eylemleri arasında büyüyen bir çelişki, örgütsel ve kadrosal bir bozulma olarak da kendisini göstermektedir. devrimci proğram ve stratejiler şeklen korunsa dahi kabuklaşmakta faaliyetin içeriği artan ölçüde reformistleşmekte, öncekine göre protestlikle sınırlı geri mücadele biçimleri ve legalizm güç kazanmaktadır.

Ekonomik toplumsal değişim ve bunun neoliberal örgütlenişi sadece faşist rejimi çözmemektedir; halkçı, ulusalcı demokratik devrimci örgütleri de etki ve tepki biçimiyle iki yönden çözmektedir. Temel varoluş koşullarını faşizme karşı mücadelenin oluşturduğu, gözlerini faşizm koşullarına açmış, o koşullar içerisinde yaşamış ve savaşmış, ufku onun ötesini göremez hale gelen devrimci örgütler, kapitalist meta egemenlik ilişkilerindeki genişleme ve derinleşme ile kapitalist ilişkiler güç kazandıkça ve en geri şekliyle bir burjuva demokrasisi gelişmeye başlayınca varoluş koşullarını yitirerek çözülmeye yüz tutmuşlardır. Etkiye dayalı çözülme neo-liberalizm yönünde olurken tepkiye dayalı çözülme de burjuva milliyetçiliği yönünde olmaktadır. Bunlardan birinin ya da diğerinin baskın olduğu; duruma göre birinden, bir başka durum ve konuda diğerinden etkilenen, sarkaç gibi gidip gelen, bulamaçlaşan tutumlar yaygındır. Neo-liberal kapitalist çözücü etki, sadece politikalar yoluyla değil, meta egemenliğinin artan etkisiyle, ilişki biçimleri, yaşam tarzıyla bütün örgütlerin içerisine kadar girmiştir. Meta egemenliğine dayalı ilişkiler etki ve hakimiyetini derinleştirdikçe gerileyen devrimci yaşama da hakim olmakta ve artan ölçüde belirlemektedir. Üstelik bu düzeyden, metaya dayalı ilişkiler yoluyla gelişen neo liberal kapitalist etki, siyasal olarak neoliberal ya da burjuva milliyetçi yönde ayrışma ve etkilenme içerisinde olan tüm güçleri, sağ -sol, faşist, dinci, devrimci hepsini çekim alanına alıp belirlemektedir. Devrimci hareketin ayrımsız bütünündeki zemin kaymasının temel etkeni de budur.

Demokratik devrimci ö.lerin teorik, siyasal, örgütsel düzeyde bugünkü durumları özetle şudur: Doğmatik bir ısrar ve dirençle önceki devrimci konumlarını korumaya çalışmak. artık olmayan önceki koşullar içerisinde önceki düşünüş, davranış ve eylemle mücadele etmeye, tutunmaya, önceki koşulları geri getirmeye çalışmak. Ağırlıklı tutum budur; bununla birlikte, gösterilen devrimci çabaya, geçmişe duyulan özlem ve onu geri getirme çabasına karşın karşın hızlı bir güç kaybıyla, politik kayma ve erozyonlarla, içte ve dışta gerici konjonktürel etkilere-rejim kriz çatışmalarında şu ya da tarafın etkisi altına girme, yedeklenme, özneleşemeyen ara duruş, kürt ulusal hareketine yedeklenme, orta sınıf -sosyal forum dalgalarına, Avrasyacı burjuva stratejilere kapılma, İsrail ve Amerikan karşıtı olan tutarsız, farklı emperyalistler ve bölge gericilikleriyle işbirliği içindeki feodal-burjuva dinci-ulusalcı Hamas, Hizbullah, İran gericiliklerine koşulsuz övgüleyicilik, her dalgaya son derece açık, sınırların incelip kaybolduğu yapılara dönüşme yaşanmaktadır. BU Ö.LER, EKONOMİK, TOPLUMSAL, SİYASAL ZEMİNDEKİ DEĞİŞİMLER, KAPİTALİST ÜRETİM İLİŞKİLEİRNİN GELİŞMESİ VE MÜCADELEDE YAŞANILAN EROZYONLA DEVRİMCİ DEMOKRATİK ÖZNE OLMAKTAN ÇIKMIŞLARDIR. ÖNCEKİ DEVRİMCİ PROĞRAM VE STRATEJİLERİYLE UYUMLU Ö.SEL YAPILAR, HER YÖNDEN KARARSIZLAŞAN, ÇÖZÜLME HALİNDE, DIŞ ETKİLERE SON DERECE AÇIK REFORMİST DEVRİMCİ YAPILARA DÖNÜŞMEKTEDİRLER. ÖNCEKİ DÖNEMDE ANTİ-FAŞİST MÜCADELENİN BİÇİMLENDİRDİĞİ DEVRİMCİ KÜÇÜK BURJUVA RADİKALİZMİNİN YERİNİ ŞEKİLSİZ, YALPALAYAN KARARSIZ BİR ORTA SINIF DEVRİMCİLİĞİ ALMAKTADIR. İdeolojik-siyasal bozulumla, ö.sel kadrosal yapı bozulması içiçe gelişmektedir. Geri ve medyatik olmaya çalışan teşhir ve protest eylem biçimleri ve legalizm hakim hale gelmiştir. Part-timelılaşan, -miş gibileşen bir devrimcilik tarzı, devrimci yaşam ve ideallere gitgide uzaklaşan bir yaşam biçimi egemen olmaktadır. Keskin iddia ve söylemler sürdürülürken, yaman dev.cilik iddialarından bulunulurken, bunu en fazla yapanlar da içinde olmak üzere devrimci olanın içi boşalmış ritüeller halini almış ve kabuklaşmıştır. Teori-proğram-siyaset-örgütlenme-kadro yapısı ve gerçekleştirilen pratik artan ölçüde birbiriyle çeliştiği gibi konum, güç, prestij kaybı, önceki örgütlenme ve mücadele biçimlerinin, alışılagelen yöntemlerin etkisizleşmesi, kitlelerle mesafenin giderek daha fazla açılmasıyla gitgide hareketsizleşen, çok dar bir alanda hareket eden, içe doğru kırılan ve dokusal bir bozulmanında yaşandığı fiili tasfiyecilik halinin egemen olduğu bir tablo ortaya çıkmaktadır.

Bugün, tüm bu değişimlere bağlı olarak önceki gibi kalarak ve onu sürdürmeye çalışarak, en iyi halini geriye getirmeye çabalayarak devrimci bir konumda kalmak mümkün değildir. Dünya ve ülke koşullarındaki değişimi, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimiyle ortaya çıkan yeni sınıf durumlarını ve sınıfsal karşıtlığın her alan ve düzeyde aldığı yeni biçimleri görerek politikalarda, örgütlenmede bir değişim gerçekleştirmeden önceki konumda ısrar ve onu geri getirme çabası , dün doğru ve hatta geliştirici olan da olsa bugün yanlış olan ve geliştirici olamayacak olanda ısrardır. Bu yönde onu geri getirme arayış ve çabası tutuculuk katsayısı yükselmiş bir doğmatizmdir. İstenilse ve bu yönde çabalanılsa da başarılamayacaktır. Bugünkü durumda, geriye doğru sürüklenme içerisinde gösterilen gittiçede zayıflayan ısrara karşın erime her alana ve her konuya yayılarak artarak sürmektedir. Ortaya çıkan yeni durum kavranılmadan ve kopuşu gerektiren devrimci bir sıçrama gerçekleştirilmeden de bu gerileyiş, bu kan kaybı durdurulamayacak, bir yön değişimi gerçekleştirilemeyecektir.

Önceki proğram ve stratejilerin, politikaların bugüne yanıt vermemesiyle siyasal çözülme geriye doğru derinleşmektedir. Ülke içindeki, Ortadoğu bölgesindeki ve dünyadaki konjonktürel etki ve dalgalara, hatta burjuvazi içerisindeki rejim krizi çatışmalarından, emperyalistler arasındaki, bölgesel ve yerel güçler arasındaki gerilim ve çatışmalara kadar her konuda şu ya da bu yönde yalpalamalar, yedeklenmeler, eklektik siyasetlerle olmaktadır. 2007 bayrak mitingleri karşısında olsun, Ergenekon karşısında olsun, türban konusunda olsun , liberallerin açtığı Ermenilerden “özür dileme” kampanyasında olsun yedeklenmelerin ve silik-sessiz, ara akımlaşan tavırların temelinde bu gerileyiş vardır. Emperyalistler arasındaki çelişki ve çatışmaların her durumda tek bir yönden ve abartılarak, hep ve her durumda keskin çelişkiler olarak görülmesi, keza rejim krizinin yine sadece bu yönden değerlendirilmesi, kriz analizlerinde sol kendiliğindenci çıkarımlarda bulunmak, lafazanlık üzerinde yükselen politikalar, abartılı eylem değerlendirmeleri, sayıların şişirilmesi vb., ML in teorik düşüncesinden ve politika yapıştan, diyalektik ve tarihsel materyalizmden, devrimci özne olmaktan da, sosyalist özne olmaktadan da uzaklaşan hepsinde özgüvensizleşmeyle de birleşen farklı güçlere ve çelişkilere yaslanan bir tutum doğmuştur.

Kapitalist emperyalist sistem yeni bir örgütleniş içerisindedir. Ülkemizde kapitalist üretim ilişkileri daha ileri bir gelişim düzeyindedir; etki ve hakimiyetini bütün alanlara yaymış ve derinleştirmektedir. Neoliberalizmin ekonomik siyasal toplumsal yapılanmasıyla, burjuva neoliberal gericilik ve onun liberal gerici burjuva demokrasisiyle sosyalist sınıfsal bir karşıtlık oluşturamamanın, anti-kapitalist temellerde bir derin karşıtlık yaratamayışın, sınıfçı bir sosyalizme geçemeyişin sonucu, karşı bir eksen oluşturulmadığından sınır dahi çekilememektedir. Bu devrimci hareket üzerinde neoliberalizmin ideolojik, siyasal ve kültürel etkisini büyütüp genişlettiği gibi, anti kapitalist yönde derinleşmeyen küçük burjuva anti-emperyalizmi-küçük burjuva demokratik devrimciliğin ana damarlarından birisi- burjuva milliyetçi tepki biçimlerine doğru savrulmakta, rejim krizi içerisinde egemen sınıf kesimleri içerisindeki güç çatışmalarının etki alanına girmektedir.

Türkiye devrimci hareketinin belkemiğini oluşturan demokratik ve ulusal halkçı devrimci örgütlerin hepsi ’90 ların ortalarından itibaren artan ölçüde bir güç kaybı ve erime, siyasal ve örgütsel şekilsizleşme yaşamaktadırlar.

Anti-faşist halkçı-ulusalcı demokratik devrimcilik süregelen biçimi, proğram, örgütlenme ve mücadele anlayışıyla bitmiştir. Küçük burjuva milliyetçi ve liberal reformist yönlerde yalpalama ve kaymalar artmakta anti-faşist mücadele temelinde gelişen, ’70li yıllarda en üst düzeyine çıkan devrimci öznesellik, dayanılan siyasal toplumsal zeminin zayıflaması ve ortaya çıkan yeni toplumsal siyasal durum nedeniyle tümden kaybedilmektedir.

Bu gelişmeler bağlı olarak halkçılıktan ezilenciliğe ve toplumsalcılığa doğru bir gelişim, buna uygun heterojen yapıların ortaya çıkması beklenmelidir ve bunun örnekleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Devrimci ö.yapılarının bugünkü durumlarına ilişkin çizilen tablo, halkçılığın bittiği, biteceği anlamına gelmez. Ülkemiz, proletaryanın hızlı nicel artışına karşın büyük sayılarda küçük burjuvazinin olduğu ve etkisini proletaryaya doğru da genişlettiği bir ülkedir. Küçük burjuvazi, toplam nüfus içerisinde büyük bir sayı oluşturmakadır. Ayrıca düşünüş ve yaşam şekli olarak ve bir geçiş toplumu olma özelliğimizle küçük burjuvazinin etkisi sayısının da üstündedir. Çok sayıda küçük burjuva ara katman varolduğu gibi, proletaryaya yeni katılan küçük burjuva katmanların yapı ve özellikleri ve sınıf olarak mücadeleyle sınıf niteliği kazanmış bir proleter kitlenin azlığı bu etkiyi içiçe geçişlerle büyütmektedir. Büyüyen ve heterojen bir yapı oluşturan kent yoksulları kitlesi vardır. Kent yoksulları, yıkıcı bir biçimde gerçekleşen sermaye birikim ve merkezileşmesi arttıkça ve kentsel nüfusun artışıyla büyük sayılara ulaşmıştır. Kırsal alandan zorla göç ettirilmiş yoksul kürt emekçilerininde yoğun olarak yaşadığı kentlerin varoşlarında yaşayan, yaşama savaşı veren kent yoksulları krizin artan etkisiyle şu veya bu olaya bağlı olarak bir anda patlayan sonra sönen eylemlerle, büyüyen bir öfkeyle de ortaya çıkabilirler. Devrimci hareketin örgütlenme temelinin buralar oluşu ve refleksleriyle ilk uzanacağı ve ulaşacağı kitle onlar olacaktır. Ayrıca demokratik devrimin kapsamında olan tüm sorunlar çözülmüş değildir. Halkçı-ulusalcı demokratik devrimci örgütler, zayıflamışta olsalar, dayandıkları bir toplumsal temel, yaratmış oldukları ö.lülük ve değerler vardır ve ülkemiz tarihinde çok küçük ö.ler bile kolay kolay silinmemektedirler.

Bu tarihsel, toplumsal ve siyasal zemin üzerinde varlığını sürdüren küçük bujuva devrimci ö.lerin bazıları, değişen koşullar içerisinde ezilencilik, toplumsalcılık biçimiyle, küçük burjuvazi, kent yoksulları ve işçi sınıfının geri kesimlerine- daha çok enformel sektörlerde çalışan- dayanarak, halkçı çizgide bir derinleşme yaratarak daha sosyalizan görüş ve vurgularla ortaya çıkacaklardır. Çıkmaya da başlamışlardır.(Bu örgütler bu türden geçişleri ideolojik ilkesel tutuma uzaklıkları halkçılıkları ve pragmatizmleriyle bize göre çok daha hızlı yapabilmektedirler.) Halkçılık özü itibariyle sürerken değişen koşullara uygun olarak o biçim değiştirmektedir. Küçük burjuvazinin mülk sahibi kesimleriyle mülkünü yitiren, proleterleşemeyen kesimlerinin veya büyük ölçüde enformel işlerde çalışan işçilerin sınıfsal toplumsal zeminini oluşturacağı bu yapılarda bu kesimlerin düşünce ve ruh hallerine uygun bulamaç bir sosyalizm programı şekillenmektedir. Antifa. halkçı devrimcilik, bir geçiş arayışındadır. (Şu anda bunun en görünür örneği, Dev Yol geleneğinden gelen ve halkçı pragmatizmini de yeni koşullara hızla uyarlamaya başlayan ve bir gelişme de kaydeden Halk Evleri çevresidir.) küçük burjuva halkçı devrimci örgütlerin bir bölümü çözülüp eriyecek, sürseler dahi eski durumlarına bir daha ulaşamayacaklar, bir bölümü de “ezilenci”, “toplumsalcı” küçük burjuva sosyalizm yönünde evrimsel bir değişim geçireceklerdir. Örneğin, köylü devrimciliği olarak önceki dönemde de Ülkemiz koşullarında tutturulamamış maoculuğun artık lafzen dahi o şekliyle sürdürülebilemesinin olanağı kalmamıştır.

Dünyadaki ve bölgemizdeki oluşan hareketlerden, liberalizmden de anarşizmden de beslenen, marksizmden de bir şeyler apartan, hakçılığa yeni bir biçim kazandıran akımlar… Oluşmakta olan bu akımlar, Seattle la birlikte ortaya çıkan ve “sosyal forum”lara da dönüşen yeni toplumsal hareketlerden, yine Latin Amerikadaki antikolonyalist (emperyalizm karşıtlığı güdüktür, kapitalizm karşıtlığı çok daha güdüktür) ve otonom ve anarşist hareketlerden, Lübnan’daki Hizbullahtan etkilenirler. Genel olarak orta sınıf etkisi içerisinde, orta sınıfın farklı kesimlerinin kendilerini politik özne haline getirme arayışını temsil ederler, bunlara göre biçimlenir, kent yoksullarının öfkesini, hatta proletaryanın geri kesimlerini de temsil etmeye çalışırlar. Bazısı daha kentselleşen orta sınıf kesimlerini temsil etmektedir, mali sermaye tekelleşmesine karşı durumu sarsılan k.burjuvazinin tepkisini yansıtsalar da liberal reformist ve burjuva milliyetçiliği sarakacında sistemle daha bütünleşiktirler, bazısı da daha fazla küçük burjuvazinin alt, hızlı yıkım yaşayan katmanlarına, kent yoksullarına, proletaryanın geri kesimlerine yaslanma , onların hareketi olma yönelimindedirler. Görece daha radikal ve devrimcidirler.

Orta sınıfların üst katmanlarından kent yoksullarına doğru uzanan, işçi sınıfını da onun bir bileşeni olarak gören bu akım ve güçler, kapitalizmin krizle birlikte daha artan kendi ekonomik koşullarında yarattığı yıkımı, kapitalist çürümenin yarattığı toplumsal ve ahlaki yıkımı görür. Kapitalizmin yarattığı çevre yıkımını, ekosistem tahribatını görür. Tekellerin hakimiyetini, metaya dayalı ilişkilerin yolaçtığı yabancılaşmayı, tüketime endeksli ilişkilerin toplum ve bireylerde oluşturduğu yıkımı görür. Kapitalizmin cinsiyet ayrımcılığını nasıl yeniden yeniden ürettiğini, kadın sorununun çözülmemişliğini görür. Bölüşümdeki eşitsizlikleri, kapitalist sömürünün varlığını görür. Finansal krizleri, büyüyen açlığı, silahlanma yarışını, savaşların yarattığı yıkım ve felaketleri, bunlara yol açanın emperyalizm ve kapitalizm olduğunu da görür. Onun görmediği, kapitalist sömürünün temel biçimiyle diğer biçimleri arasındaki fark ve bunların arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla o çelişkiyi ayrım yapmadan genelleştirir. Yine bir kutba bütün ezilen ve sömürülenleri, halkı koyar. Kapitalist tekelleşmenin durumlarını sarstığı yıkıma uğrattığı mülk sahibi küçük burjuvaları, mülkünü kaybetmiş fakat henüz proleterleşmemiş olan kesimleri, kent yoksullarıyla proletaryayı ayrımsız olarak aynı bayrak altında toplar. Onlar için kapitalist sömürü, genel ve muğlaktır; artık değer sömürüsünün yerine bazılarınca “artık”kavramı geçirilir; zora, vurgun ve talana dayalı el koyma, eşitsiz ticaret yoluyla tarımsal artığın ele geçirilmesi, bölüşümdeki eşitsizlik ve adaletsizlik, yüksek tekel karları, yüksek vergiler kapitalist sömürüyü açıklama biçimleridir. Kimilerince kapitalist sömürünün bir biçimi olarak artık değer sömürüsü kabul edilse de bu temel ve özsel bir çelişki olarak, emek-sermaye, burjuvazi-proletarya çelişkisini merkeze koyarak görülmez, diğer çelişkilerin yanına yerleştirilir. Dolayısıyla kapitalist emperyalist sistemin içsel ve temel çelişkilerine bu perspektifin içerisinden bakılmaz. (“Dünyadaki ve Türkiyedeki gidiş” yazısı işte bu kategoridedir. İşbirlikçi burjuvazinin gelişim tarihi, sömürü biçimleri bu kapsamda konulmakta, artı değer sömürüsünün sözü dahi edilmemektedir.) Üstelik, küçük burjuvazinin en elit kesimlerinden çok sayda ara katmanla proletaryaya doğru uzanan bu kesimler, küçük burjuvazinin çelişkili sınıf karakterine uygun olarak kendi yıkımlarına yol açana sahip olmaya, çizginin öbür tarafına geçmeye çalışırlar. Erekleri de gerçekleşse bile aynı koşulları yeniden üretecek demokratik kapitalizmdir. Bu demokratik kapitalizm ya sadece bölüşümde bir adalet ve eşitlik sağlamayı hedefler, ya da daha gelişmiş haliyle bu adalet ve eşitliği sağlamak için üretimi de buna göre örgütler. (Bunun Sismondi ve Proudhon’dan günümüzdeki liberal anarşistlere uzanan modelleri vardır.)

İşte bizim çok açık bir şekilde ayrım çizmemiz gereken bu küçük burjuva ezilenci, toplumsalcı sosyalizm türü olacaktır. Kapitalist sömürünün temel ve özsel biçimi artı değer sömürüsüdür. Kapitalist sömürünün diğer tüm biçimleri, kapitalizmin oluşturduğu sınıfsal toplumsal ilişki biçimlerinin hepsi bu kapitalist sömürünün özsel ve temel biçiminde ve burjuvazi-proletarya karşıtlığında içerili olarak-çözümleri bu çelişkinin çözümüne bağlı olarak- vardırlar. Dolayısıyla, kapitalizmin ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yapı ve ilişkiler alanında ortaya çıkattığı tüm çelişki ve sorunların temel ve nihai çözümü emek-sermaye, burjuvazi- proletarya çelişkisinin çözümüne bağlıdır; ezilen ve sömürülen diğer emekçi sınıflar, kent yoksullarının büyük kitlesi ancak proletaryanın mücadelesi ve proletarya sosyalizminde içerili olan bu çözüme yaklaştıkları ölçüde kendi sorunlarının çözümünü ve kurtuluşlarını bulacaklardır. Proletaryanın devrim stratejisi, tek bir ülkedeki sosyalist devrim stratejisi ve dünya devrimi stratejileri bu çelişki merkeze konularak, emperyalizm çağında varolan diğer çelişkiler bununla bağlantılandılandırılarak ele alınacaktır. Günlük siyaset ve çalışmada bu stratejiye uygun olarak belirlenecek ve yürütülecektir. Kapitalizm-sosyalizm karşıtlığı da bu çelişki merkeze konularak tanımlanacak-genel olarak bir kapitalizm eleştirisi, genel olarak bir sosyalizm proğramı değil devrimci proletaryanın görüş açısından bir kapitalizm eleştirisi, ve ezilenci, toplumsalcı, orta sınıfçı bulamaç bir sosyalizm değil proletarya sosyalizmi olarak sosyalizm..İşte doğmakta olan küçük burjuva sosyalizmlerinden ayrımda en temel ve belirleyici etmen budur.

Tekelci kapitalist gelişimin üst düzeye çıkması ve mali sermayenin egemenliğindeki yoğunlaşma, kapitalist sömürünün her alan ve her konuya doğru olan genişlemesinin ve kapitalist çürümenin yol açtığı toplumsal yıkımların diğer ezilen ve sömürülen emekçi sınıfları sosyalizme doğru itmesi, proletaryayı toplumsalcı bir sosyalizm bayrağı altında birleşmeye değil bu emekçi sınıf ve tabakaları proletarya sosyalizmi proğramı ve bayrağı altında toplanmaya çağırmayı, proletaryanın hegemonik etkisini güçlendirmeyi gerektiriyor. Ki bu proletaryanın sınıf bilincinin geliştiirlmesini ve bağımsız örgütlenmesini öncelikli bir koşul haline getirir. Proletaryanın toplumsallaşması ve toplumun proleterleşmesi ilişkisini de bu perspektifin içerisinden, diğer emekçi sınıfları proletaryanın proğramına yaklaştırarak ve onun hegemonyası altında bir mücadeleye çekerek, kavrayıp uygulayacağız.

Bugün bu halkçı-ezilenci, toplumsalcı sosyalizm türleriyle ayrımların net olarak çizilmesi, kapitalist sömürünün özsel ve temel biçimi olan artı değer sömürüsünün ve bunun oluşturduğu emek-sermaye, burjuvazi-proletarya karşıtlığının açık net bir tanımlanışı şarttır. Maoculuk, , Latin Amerikacılık-Bağımlılık Okulu teorisyenleri-, Monthly Rewiev çevreleri bu çelişkiyi silmişlerdir.(Örneğin bu sonuncular, temelinde sol keynesyen görüşlere sahiplerdir. Artık değer yerine toplam üretimle toplam tüketim arasındaki farka göre oluşan “artık” kavramını geçirmişlerdir. Kar oranlarının düşme eğilimi yasasının geçersizleştiğini – ki kapitalizmin devrimci yasasıdır bu- yerine artığın yükselme eğilimi yasasının geçtiğini ileri sürmektedirler. Son krizleri de bu temelde finansal alandaki şişmeyle, sermayenin birikim süreçleri ve üretim alanıyla ilişkisini silikleştiren, kendi içindeleştiren bir yaklaşımla açıklamaktadırlar. ) Frederic Hayec, Antony Giddens, Habermas, Derrida, N. Chomsky, Samir Amin,Vallerstein, John Bellamy Forster, M.Bouchin , Antonie Negri, J. Petras gibi geniş bir burjuva, küçük burjuva, liberal, postmodernist, milliyetçi, anarşist teorisyenler grubu ML min kapitalizm ve emperyalizm eleştirilerini bozan ve yadsıyan ve devrimci yapılar üzerinde etkili olan burjuva, küçük burjuva görüşlerle ortaya çıkmışlardır. İdeolojik-teorik bir bombardıman söz konusudur. Bunlardan akan liberalist, postmodernist ve milliyetçi küçük burjuva görüşlere, temsili demokrasi yerine “katılımcı demokrasi”nin, liberal piyasa ekonomisi yerine “piyasaların toplumsallaştırılması”nın bir alternatif olarak çıkartılmasına, kapitalist emperyalizme karşı mücadeleden küçük burjuva milliyetçiliğine kayan ve dini-feodal anti-amerikancılığı aşmayan anti emperyalizmlere övgüler düzen görüşlere, sınıfsal karşıtlık ve sınıf mücadelesiyle oluışan sınıf dengeleri üzerinden bir demokrasi değil, grup ve bireylerin, “öteki” nin hakları üzerinden tanımlanan post modernist liberal demokrasiciliğe, liberalizmden beslenen küçük burjuva anarşizminin sözde radikal muhalefet şekli ve ütopik toplum modellerine , otonomculuğa vb. vb. lerine karşı mücadele etmeliyiz. Bu konularda ’90ların ikinci yarısından itibaren geliştirdiğimiz görüşlerimiz var ve teorik bir temele sahibiz. Bu teorik temel iyi kavranılmalıdır ve onu geliştirmemizde gerekiyor.

Kapitalizmin ortaya çıkarttığı bütün diğer çelişki ve sorunlara, kapitalist sömürünün diğer biçimlerine ve yarattığı yıkıma kapitalist sömürünün bu özsel ve temel biçimi ve onun yokedilmesi mücadelesinden bakılmazsa genel olarak kapitalizm karşıtlığı biçiminde de ortaya çıksa ve kapitalist sömürünün şu ya da bu şekline, şu veya bu alandaki yıkıcılığına karşı şiddetli mücadeleler yürütse de bu aşırılıkları giderilmiş düzeltilmiş bir kapitalizm savunuculuğunun ilerisine geçmeyecektir. Bu toplumsalcı, ezilenci, küçük burjuva eşitlikçi sosyalizm türleri, kah finansal şişmenin yol açtığı krizlere, kah doğa dengelerindeki yıkıma, kah emperyalist işgallere ve savaşlara, kah cinsler arasındaki eşitsizlik ve ayrımcılığa, kah toplumsal kültürel eşitsizlik ve ayrımcılıklara, kah bölüşümdeki adaletsizlik ve dengesizliğe, kah toplumsal kültürel ve ahlaki yıkımlara , yozlaşma ve çürümeye karşı çıkacak, kapitalizmin oluşturduğu yıkım ve barbarlık üzerine canhıraş konuşmalar yapacak, Keynesyen politikalarla başlayıp en gelişmiş haliyle Sismondi, Prodhon gibilerinin yapmış olduğu biçimde bölüşümün eşitlikçi dağılımını, üretim ve tüketim arasında bir denge oluşturmayı amaçlayan ve kapitalizmin aşırılıklarını sınırlayan, sosyalizm adı altında eşitlikçi bir kapitalizm öneren ekonomik proğramlar ve insanal sosyalizm görüşlerini ileri sürecek, kapitalizmin ykıcılığı karşısında bu şekilde bir denge kurma ve eşitlik arayışına girecek, “öteki”lerin haklarının da tanındığı bir demokrasi isteyecek ler, demokratik bir küçük burjuva cumhuriyeti düşleyeceklerdir.

Tarih tekerrüden ibaret değildir, koşullar değişse de aynı şeyleri yapmaya devam edenlerin ulaşacağı farklı sonuçlar ancak öncekinin bozunuma uğramış çok daha geri bir tekrarı olabilir. İşte bu kötü ve geri tekrar, devrimci proletaryanın diğer sınıfların içerisinde eriyip kaybolmadan bağımsız örgütlenmesini gerçekleştirecek sınıfsal bir strateji ve pratikle engellenmelidir. Yeni ezilenci-toplumsalcı, eşitlikçi küçük burjuva sosyalizm türlerine karşı proletarya sosyalizmi. Sınıfa karşı sınıf, kapitalizme karşı sosyalizm!

Biz komünistler, kapitalist-emperyalizmin yaratmış olduğu yıkım karşısında bu yıkımın hedefi olan dehşete kapılmış küçük burjuvazinin keskin, içi boş söylem ve muhalefetine kapılmadan ısrarla ve inatla, kitlesel katılımlarla büyüyen ve kolektif emekçi niteliği güçlenen fakat henüz, kazanacağı öz deneyimlerle birlikte sınıf mücadelesiyle sınıflaşma yönü son derece zayıf ve gerilemiş olan proletaryayı, işçi sınıfın hareketini örgütlemeye yöneleceğiz. İşçi sınıfına kolektif işçi bilincinin kazandırılması ve işçi mücadelelerinin ve hareketinin bu perspektif içerisinden geliştirilmesi, önümüzdeki açık seçik yol budur. Bundan böyle proletaryanın bağımsız örgütlenmesini yaratmadan, gücümüzü, enerjimizi bunda yoğunlaştırmadan, stratejik ve taktik olarak proletaryayı örgütleme ısrarında olmadan, sosyalist görevler temelinde proletaryanın örgütlenmesine öncelik vermeden, bunları gerçekleştirmek için sert bir çubuk bükme yapmadan diğer emekçi sınıfları örgütlemeye girişmenin, onlara öncelik vermenin, konjonktürel devrimcilik yapmanın o sınıflar içerisinde erimeye, o sınıfların proğramına göre hareket etmeye yol açacağını ve proletaryayı örgütlediğimiz ölçüde diğer emekçi sınıfları örgütleyebileceğimizi ve sosyalizme yaklaştırabileceğimizi bilerek hareket edeceğiz. Proletarya artan ölçüde toplumsallaşmaktadır; kapitalizmin bağrında derinleşen, daha açık ve belirgin hale gelen sorun ve çelişkiler, sosyalizmi sınıfsal olduğu gibi toplumsal bir ihtiyaç ve zorunluluk haline getirmektedir. proletarya ile diğer emekçi sınıflar arasındaki -proletaryanın toplumsallaşması, toplumun proleterleşmesi biçimindeki ilişkiyi proletaryayı diğer emekçi sınıflar içerisinde eriterek değil proletarya hegemonyasına güç kazandırarak proletarya devrimi yönünden kurarak çözeceğiz. Tutucu -şoven milliyetçilikle de sınırları belirsizleşen milliyetçi küçük burjuva anti-emperyalizme karşı enternasyonalist ve evrenselleşen net bir anti kapitalist içerik ve stratejiye sahip proletarya soyalizminin anti-emperyalizmi arasındaki derin ayrımı ortaya koyacağız. Değişen siyasal toplumsal koşullarla birlikte burjuva liberal demokrasiciliği ile sınırları belirsizleşen ve ona doğru eğilen ana içeriğini anti-faşistliğin oluşturduğu halkçı demokratizmle ayrımımızı burjuva sınıf diktatörlüğü ve geri düzeydeki burjuva liberal demokrasisinin karşısına proletaryanın sınıf diktatörlüğünü ve proleter demokrasisini çıkartacağız. İkisini birlikte, halkçı demokratizmden kesin kopuşun, kopmanın ya da kopmamanın ana ayrım konuları olarak göreceğiz.

Şimdi şu sorunun yanıtını da verebiliriz.Tasfiyecilik karşıtı duruş nedir, bu duruş nerede düğümlenmektedir? Faşizme karşı mücadeledeki gerileme sonucu, devrimci ö.sel mücadelenin anti-faşist temelde geliştirilmesi ereğiyle bunu getirip eylem yapmaya ve militanlık eşiğinin yükseltilmesine bağlayan görüş, eskinin tekrarı arayışındadır ve bununla sınırlı bir bakış, tasfiyeciliği ortaya çıkartan koşulları anlamaktan uzaktır. Bu 12 eylül dönemindeki tasfiyeciliğin, faşist darbenin hemen ardından bozguncu bir geri çekilme taktiği uygulayan ve mücadelesiz , direnmesiz teslim olan tasfiyeciliğin tanımı ve karşıt bir çizgide mücadelenin örgütlenmesi için doğruydu. Bugün ise, devrimci ö.lerdeki çözülmenin ana etkeni, ekonomide siyasette, toplumsal ve kültürel ilişkilerde, bireylerin yaşam ve davranışlarında artan ölçüde-ve ö.lerin içerisine kadar- hakim hale gelen neo liberal bir biçimlenişe sahip kapitalist üretim ilişkileridir. Kapitalist üretim ilişkileirnin etki ve hakimiyetindeki artıştır. DEĞİŞEN SOSYO-EKONOMİK, SİYASAL KOŞULLARA BAĞLI OLARAK DEVRİMİMİZİN İÇERİİSNDE BULUNDUĞU AŞAMANIN DEĞİŞMİŞ OLMASIDIR. TEMEL ÇELİŞKİLERDEKİ FARKLILAŞMA, ÖNCEKİ PROĞRAM, STRATEJİ VE ÖRGÜTLENMELERİN , ÖNCEKİ DÜŞÜNÜŞ, ÖNDERLİK VE KADRO YAPIMIZIN, İŞÇİ SINIFIYLA, DİĞER EMEKÇİ SINIFLARLA İLİŞKİ KURUŞ BİÇİMLERİMİZİN BU DEĞİŞEN KOŞULLARA YANIT VEREMEYİŞİDİR.

Dünyadaki ve ülkemizde genel toplumsal durum, sınıfların birbirleriyle ve kendi içlerindeki ilişkileri değişmiştir. Sermayenin birikim koşullarındaki değişim ve daha üst birikim koşullarına geçişe bağlı olarak oluşan yeni uluslar arası durum, sınıf ilişkileri durumu çelişkileri farklılaştırmış, çelişkilerin yerleri değişmiştir. Bu, gelişmelere yeni bir proğram-strateji , örgütlenme ve mücadele politika ve taktikleriyle, kadro dönüşümüyle yanıt veremeyen antifaşist, halkçı demokratik devrimciliğin önceki konumunu sarsmış, çözmüş, şekilsizleştirmiş etkisizleştirmiş ve sürdürülemez hale gelmesine yol açmıştır. Bu ö. lerin hemen hepsi ne kadar önceki konum ve durumları içerisinde kalmaya çabalarlarsa çabalasınlar ekonomik, toplumsal, siyasal zemindeki değişimle ve politik bir erimeyle kendileri olmaktan çıkmış, devrimci özne olabilme nitelik ve gücünü kaybetmişler, yokoluş girmişlerdir.

Rejim krizi çatışmalarında yalpalayan, devrimci bir alternatif yaratamayarak liberallerin ya da burjuva milliyetçilerin etkisine giren, “ona da, ona da karşıyız” siyasetiyle ayakta kalmaya çalışan, Bölge düzeyinde ABD ye bir parça kafa tutan, ona rakip emperyalistlerle ve bölge gerici ülkeleriyle içli dışlı, burjuva-feodal dinsel milliyetçi hareketlere övgü düzen, emperyalistler arasındaki çelişkilere bakan ara akımlaşan ve eriyen bir seyir içerisindedirler. Bizim durumumuz da budur. kendi durumumuzu da “Ona da, ona da” karşıyız demenin ötesine geçemeyen, konjonktürel politika yapmanın dışına çıkamayan olarak özetleyebiliriz.

Bugün tasfiyecilik karşıtı duruş ve mücadele, öncelikle kapitalizme derin, temellerinden ve bütünüyle karşıt olan proletarya sosyalizminin her tür küçük burjuva halkçı-toplumsalcı sosyalizm türleriyle de ayrımını çekmiş olarak kapitalizm karşısına konulmasını, işçi sınıfının önderliğinin ideolojik savunuculuğunu yapıp sınıfa uzak halkçı zeminde hareket etmekten vaz geçip sınıfı örgütleme politikalarına yönelmeyi, neoliberal kapitalizmin ekonomide olduğu gibi toplumsal yaşam ve ilişkiler alanında ve siyasette de, örgütlerin iç yaşam ve ilişkiler alanında da hakim hale gelmesine karşı her alan ve düzeyde, ayrı ayrı ve hepsini kapsayacak topyekun bir mücadelenin yürütülmesidir. Bu proletaryanın mücadelesini teorik, siyasal, ekonomik, kültürel bütün yönlerden örgütleyerek ve günlük mücadelelerle sınırlı kalmayıp mücadele içerisinde proletaryayı devrime hazırlayan militan bir proletarya hareketinin geliştirilmesiyle olacaktır. Proletaryanın devrimcileşmesi sosyalist devrimin temel ve ayırd edici koşullarından biridir.

Bugün tasfiyeciliğe karşı mücadelenin eksenini faşizme karşı ve halkçı zeminden yürütülecek bir mücadele oluşturmaz; çözümlenmemiş demokratik nitelikteki görevlerin çözümünü – antifaşist mücadeleyi- de içerecek biçimde merkezinde emek-sermaye, proletarya-burjuvazi çelişkisinin yer aldığı kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesi oluşturur. Politikalara, örgütlenme politikalarına, günlük çalışmaya, iç yaşam ve ilişkilere indirilmesi gereken budur. Bütün bunlar yeni bir dünya algısı içerisinde devrimci bir kopuş gerçekleştirerek yeni bir temelde örgütlenmeyi gerektirir. Dağılanı, çözüleni önceki iyi halini özleyerek getirme çabalarıyla, ya da kopuş içerisinde bir sıçrama gerçekleştirerek bir süreklilik sağlama tutumuna sahip olunmadan öncekine bir şeyler ekleyerek “ne o, ne o” olabilen-ki biz bunun acısını çekiyoruz- ara duruşlarıyla tasfiyecilik yenilemez. Böylesi geçiş dönemlerinin bir hastalığı olarak ortaya çıkan sol lafazanlık ise, varolan önceki düşünüş, değer yargıları ve alışkanlıkları geri getirme ve sürdürme tutumuyla, bunda ısrar ettikçe kadrolarda kafakarışıklığına yol açar ve bir dönüşümün engeli haline gelir. Biz de sol lafazanlık, gitgide içi boşalan keskin bir söylemle ortaya çıkmıştır. Fakat gerçek olan şudur ki, bu görüşlerle ortaya çıkanların artık “sol” luğunun da olmayışı geriye sadece lafazanlığın kalmış olmasıdır.

Ö.müzün ’90 ların başlarından itibaren olan süreci, ileriye doğru olan gelişimi, duraklaması ve sıçrama yapamayarak geriye ve içe doğru kırılması da, 2005’ten bu yana süren tartışma ve iç mücadelede bu söylenenler içerisinden anlaşılmalıdır. Bu gelişim içerisinde temel eğilimler belirginleşerek karşıtlaşmış iki ayrı eksen olarak ortaya çıkmıştır. Proletarya sosyalizmi ile iki yöne doğru da yalpalayan küçük burjuva bulamaç sosyalizmi..

GÖRÜŞ AYRILIKLARIMIZ

YÜZÜNÜ GERİYE DÖNMÜŞ DEMOKRATİK DEVRİMCİİK. TOPLUMSALCI BULAMAÇ BİR SOSYALİZM Mİ, ROLETARYA SOSYALİZMİ Mİ?

Yurt dışında yapılan seminerde-ABD Emperyalizmi ve Dönemsel Yönelimleri başlıklı bir broşürde toplanmış- Yu. y. şunları söylüyor: “ABD nin yeni stratejisinde yeni olan, ayırdedici olan nedir? sorusunu yanıtlar, düşünürken asla gözden kaçırmamamız gereken bir diğer özellik şudur, sizlerin sabah değindiği noktada biçimde (…) dünyada klasik sömürgeciliğe, dominyon tipi yönetim tarzına bir geçiş süreci başlamıştır. Bu bir geri dönüştür.” (sf.76 (…) biçimindeki yerler broşürde bu şekilde bulunuyor. ) Yu. y.tarafından yapılan bu tespit ve bundan yapılan çıkarsamalar görüş ayrılıklarımıza temel teşkil etmektedir. Bu tespitin ardından şu da söyleniyor, “Neosömürgecilik, yeni kolonyalizm kendini göstermeye başladığı andan itibaren yeniden kompradorlaşma süreci diye tanımlanan o kavram adı altında birtakım yeni teorilerin ortaya atıldığını hepimiz biliyoruz. türkiyede işte işçi Partisinin şovenizme doğru evrilen milliyetçiliğin temel dayanaklarından biri bu teoriler olmuştur. bu ve buna benzer teorilerle ki son dönem buna DHKP/C ninde kendini artık fazlaca kaptırdığını görüyoruz. Başka çevrelerinde bu eğilimin içerisine girdiğini görüyoruz. Doğru içeriklendirmek koşuluyla ve bu tehlikeli milliyetçi sapma ve savrulmalarla aradaki sınırları kalınca çizmek koşuluyla bu süreci daha önceki emperyalist sömürü ilişkileri biçiminden farkını ifade etmek için , yeni sömürgecilik, neo sömürgecilik gibi kavramlar kullanılabilir, çünkü zaten kavramın kendisinden ziyade olgunun kendisini görmek, oradaki farkını görmek önemlidir. Dolayısıyla klasik sömürgecilik yöntemlerinin -tabii ki tıpatıp aynı değil- ;aradan geçen yılların yarattığı birikim ve halen emperyalizmin bütün görünür gücü ve iradesine rağmen ona karşıt yöndeki dinamiklerin de varlığını dikkate alacak olursak, o yeni çizgiler kazanmış bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.” deniliyor ve “fakat” diye başlayan bir cümleyle işgal edilmiş Irak’ ta İngiltere, Hollanda, Fransanın 1700, 1800 lerde Hindistan, Afrikada uyguladığı yönetim tarzından hiç bir farkı olmadığı anlatılıyor- yazıda “hiç bir farkı yok” ifadesi kullanılıyor.- Bu tespitlerin ardından bu tespitin mantıksal uzantısı olan “ulus devletler de ortadan kalkıyor” gibi yarı sorulu görüşler, bu tespite pek aklı yatmamış olan fakat açıktan karşıda çıkamayarak, ticari kapitalizm ve emperyalizmin ilk dönemindeki sömürgeciliği aşan yeni bir emperyalizm olup olmadığı, söylenenlerin ancak bir alt yapı değişimine bağlı olarak olabileceği, bir kişi tarafından dillendiriliyor. İlginçtir, hepsini ML olarak kabul edeceğimiz y.ların bulunduğu bir seminerde bu görüş sadece bir kişi tarafından ve ürkek bir soru olarak belirtiliyor. MK nın diğer üyelerinin ve orada olan YDK üyelerinin ML düzeylerinin ne olduğunun görülmesi için belirtiyorum bunu. Bu soru karşısında tespiti yapan Yu. y. tespitin aşırı indirgemeci olduğunu, fazla uçmuş olduğunu farkedip hız keserek “Bu yöntemin , bu idari ve siyasi yönetim tarzının emperyalizmin sömürgeleştirme siyasetindeki bu politikanın henüz dünya çapında genel ve egemen bir biçim halini aldığı anlamına gelmiyor. sadece böyle bir yönelimden artık kendini şu saydığımız örneklerde de olduğu gibi, belirgin çizgileriyle gitgide daha fazla kendini göstermeye başladığına işaret etmek içinde dile getirdiğim bir tespittir.” biçiminde bir değiştirme yapıyor.

Sömürgecilik tarihsel olarak iktisadi ve siyasi bir kategoridir. Merkantilist dönemden başlayarak serbest rekabetçi kapitalizm ve emperyalizm çağının ilk dönemlerine özgüdür. İkinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası sömürgecilik sistemi az sayıda ülke dışında sona ermiştir. Bugün az sayıdaki-16 olacak- çok küçük-birkaç yüz, bir-iki bin nüfuslu- bazı ada devletlerde özel bir yapılanmayla sürmektedir. Gerek iktisadi anlamda gerek siyasal anlamda tarihsel bir kategori olarak sömürgecilik sistemi sona ermiştir. İktisadi olarak sona ermesine yol açan sermayenin birikim süreçlerindeki, sömürü ve el koyma biçimlerindeki farklılaşmadır. Siyasal olarakta bu ülkelerdeki ulusal burjuvazinin, küçük burjuvazinin, köylülüğün sömürgeciliğe karşı gelişen ulusal bilinçle yürüttüğü ulusal kurtuluş mücadeleleri ve siyasal bağımsızlığın elde edilmesiyle sona ermiştir sömürgecilik sistemi. Emperyalizmin ilhak eğilimi ve işgallere girişmesi olsa da-ki olacaktır- gerek ekonomik olarak gerek siyasal olarak sömürgecilik sisteminin geriye getirilebilmesi mümkün değildir. Dünya tarihi ve bugünkü durum açısından bakıldığında ezilen ulusların yeraldığı bölgelerde , işgal edilen ülkelerde bağımlı kapitalizmin gelişme düzeyiyle de bağlantılı olarak karşıt bir ulusal bilinç hızla harekete geçer. Lenin, Emperyalizm kitabında olsun Kievskinin emperyalist ekonomist görüşlerini eleştirdiği kitabında olsun bu nedenle farklı bağımlılık biçimlerini-yarı sömürgelik, bağımlı ülkeler kategorilerini- incelemiş ve bunların niçin olanaklı olduğunu anlatmıştır. Ki o dönemde az sayıda ulusal kurtuluş devrimi gerçekleşmişti ve sömürgecilik sistemi dünya ölçeğinde hakimdi ve yaygın olarak sürmekteydi.

Emperyalist ülkelerin yarı sömürge veya bağımlı bir ülkeyi, ülkeleri -siyasal olarak bağımsız olan bu ülkeleri-, ekonomik, mali, siyasal, diplomatik, askeri, sosyal, kültürel yönlerden kendisine bağlayacağı ve bu şekilde sömüreceği binlerce bağ vardır. Şu yada bu ülkenin topraklarının hammadde kaynaklarını doğrudan denetim altına almak için, siyasal ya da askeri strateji gereği işgal etsede, bunun kalıcı bir ilhaka dönüşmesi, dominyon tarzı bir yönetimle yönetilmesi geçici durumlar dışında mümkün değildir. Hem hızla uyanacak, örgütlenecek ulusal direniş ve onu bastırma girişimlerinin emperyalistlere maliyeti çok daha fazla olacak ve hiç bir zaman kesin bir zafer kazanamayacaklardır, hem de kapitalist emperyalist sömürünün bugünkü biçimleri, sınai, bankacılık, ticaret, borsa üzerinden kurulan çok sayıda bağ, farklı yol ve yöntemlerle bu ülkeleri sisteme bağlı kılma ve sömürmenin imkanlarını vermektedir.

Yusuf y.ın ne “..dünyada klasik sömürgeciliğe, dominyon tipi yönetim tarzına bir geçiş süreci başlamıştır.” biçimindeki tespiti ne de gelen kuşkulu sorular karşısında “…belirgin çizgileriyle gitgide daha fazla kendini göstermeye başladığı” biçiminde düzeltmeli tespiti doğrudur.

Yusuf y. tarafından ifade edilen görüşler, Maocu ve Latin Amerikacı jenerasyondan gelen örgütler tarafından İşçi Partisi, EMEP, DHKP/C, Sendika org çevresi vb .tarafından sermayenin neoliberal birikim sürecine bağlı olarak iç ve dış ekonomik ve siyasi ilişkilerin yeni bir biçim kazanmasına ve ilk Körfez savaşından itibaren ABD nin Bölgeye yerleşmesine -Ortadoğu, kürt siyasetinde yeni vektörlerin devreye girmesi- bağlı olarak artan ölçüde ileriye sürüldü. İdeolojik teorik düzeyde maoculuğun yanısıra anti-kolonyalizm üzerinden yükselen Latin Amerika solculuğu, Samir Amin, Monthyl Review çevreleri tarafından ideolojik teorik alt yapısı oluşturulmuş görüşlerdir bunlar. Bu dönemde çoğunluğu Cumhuriyet gazetesi yazarı olan Erol Manisalı, Korkut Boratav, Ergün Yıldızoğlu, Mustafa Sönmez gibi ekonomist yazarlarda bu yönlü görüşlere teorik bir arka plan oluşturdular. Türkiyede de anti emperyalist demokratik devrimciliğin ulusalcı küçük burjuva yönü ve yorumlarını önde tutan parti ve örgütlerle Zonguldak-Botan ittifakı politikasından şovenist türk miliyetçiliği ve genelkurmay solculuğuna hızlı bir geçiş yapan karşı devrimci İşçi Partisi tarafından dayanılan, savunulan bir teorik zemini oluşturmaktadır. İşçi partisi, milliyetçi şovenist teori, proğram, strateji ve ittifak politikalarını bunun üzerine kurmuştur.

Yusuf y. bu parti ve örgütlerce “yeniden kompradorlaşma süreci diye tanımlanan” ve “tehlikeli milliyetçi sapma ve savrulmalara” yol açan görüşlerle “sınırları kalınca çizmek” gerektiğini söylüyor. Ama bırakalım onlarla sınırları kalınca çizmeyi aslında hiç bir sınır çizmiyor. Bu süreci tanımlamak için “yeni sömürgecilik” ” neo sömürgecilik” gibi kavramların kullanılabileceğinden söz ediyor. Bu kavramlar, zaten özellikle Latin Amerika kaynaklı olarak bazılarınca sömürü koşul ve biçimlerinde kimi farklılaşmaları anlatmak, klasik sömürgecilikle olan farkı belirtmek aynı zamanda bir değişim olmadığını da anlatmak için 2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası dönemi kapsayan biçimde uzun zamandır kullanılıyor. Bu kavramların kullanılmasıyla hiç bir ayrım çizilmiş olmuyor. Bu kavramları kullananlar bu görüşlerinin uzantısı olarak ulusal çelişkiyi ön plana koyuyor, anti sömürgeci(anti-kolonyalist) savaşım, emperyalizm- halklar çelişkisi baş çelişki olarak belirleniyor. Emperyalizm içsel bir olgu olarak belirlenip oligarşi kavramının içerisine yerleştiriliyor. Bu tanımlamayla içteki burjuvazinin konum ve durumu daha zayıf olarak, uzantı bir işbirlikçilik ve tabiyet ilişkisi olarak, taşeron bir ilişki olarak belirleniyor.(Türkiye bağımlı kapitalizminin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin gelişim düzeyine ilişkin olarak Yu. yol.ın daha sonradan ifade ettiği görüşlerde bu kapsamdadır.) Bu görüşte olanlar için klasik sömürgecilikle yeni sömürgecilik farkına göre değişen emperyalizmle ezilen uluslar çelişkisinin yerine emperyalizmle halklar çelişkisinin geçmiş olmasıdır. DHKP/C kendisini parti olarak açıkladığı ’93 proğramında ’70lerdeki mücadelesinin seyrinden de farklı olarak bu çelişkiyi merkeze koydu. İlk Körfez savaşıyla ABD bölgedeydi. Çiller, IMF, vb. karşıtı propaganda ajitasyon bu içerikteydi ve yazılanlar-çizilenler Aydınlık’la içeriksel olarak sıkı benzerlikler taşıyordu. (İşçi Partisi, egemen sınıfların belli kesimleri ve ordu partisiyle karşı devrimci bir ittifaka yönelirken DHKP/C küçük burjuva milliyetçi halkçı devrimci bir çizgideydi. Kökleri itibariyle de THKP/C den devralınmış MDD ciliğin sol kemalizm yorumları, İkinci Kuvayı milliyecilik, asker-sivil zümre-aydın ittifakı politikalarına dayanıyordu. Bu konulardaki yakınlığa karşın DHKP/C sol devrimci çizgide faşizm karşısında net bir siyasal tutuma sahiptir. Bu onu TİP gibilerinden devrimci temelde ayırır.

Cumhuriyet mitingleri dönemindeki kayma ve yalpalamalar, Dev-Genç kökenlilerin bir bölümünün milliyetçi bir tutuma yönelmeleri, Ergenekonla ilişkilere kadar uzanan bağların böyle bir tarihsel teorik arka planı vardır. )

Bu nedenle Yusuf y. ın analizi küçük burjuva milliyetçi analizlerle ayrışmıyor örtüşüyor. Bu analizde Lenin’in sömürge ülkelerin yanı sıra daha o dönemde ortaya çıkmış olan yarı-sömürge ve az sayıdaki -Portekiz, Arjantin örnekleriyle tanımlanan- bağımlı ülke kategorilerinin sözü bile edilmiyor. Gelen sorular sonrasında bile. Oysa günümüz dünya durumunda yaygın ve hakim kategori yarı-sömürgelik olduğu gibi, Türkiyenin de dahil olduğu 15-20 kadar ülke, ulaştıkları ekonomik gelişme düzeyi ve oynadıkları siyasi rollerle daha önce bir kaç ülkeyle sınırlı olan “bağımlı ülke” kategorisine doğru bir geçiş yapıyorlardı.

Yu. y. ın görüşlerinin daha iyi anlaşılır olması için devam edelim. “Dünyada klasik sömürgeciliğe, dominyon tipi yönetim tarzına bir geçiş süreci başlamıştır. Bu bir geri dönüştür.” Bu tespitle de birleşen bir şekilde şu görüş de ifade ediliyor. “Emperyalizmin bu saldırganlığı arttıkça içyüzünü böyle- demin ifade ettğimiz pervasızlıkla kustukça, dünya çapında emperyalizmle ezilen halklar, emperyalizmin saldırganlığına ve yoğunlaşmış gitgide vahşileşmiş silah gücüyle, yeraltı ve yer üstü kaynaklarının açıkça yağmalanmaya kalkışıldığı halklar arasındaki çelişkiyi derinleştiriyor. yani ülkeler bazında küçük burjuva ve orta sınıflar özgülünde gerçekleşen durum dünya çapında ezilen halklar zemininde de kendini gösteriyor. Ezilen halklarla emperyalizm çelişkisi onları emperyalizme karşı seferber etme imkanları ve dinamikleri nesnel olarak artıyor.”(sf 100) Ardısıra bunun milliyetçi sapma tehlikeleri de getirdiği, islami motifler taşıyan yeni bir Arap milliyetçiliği dalgasının doğması üzerinde durmak gerektiği de belirtiliyor.

Milliyetçi sapma tehlikeleri de belirtildiğine göre “daha ne” diyenler olacaktır. Bunun bu şekilde belirtilmesinin hiç bir anlamı yoktur. (Ki bu yeni bir durumda değildir; revizyonist bloğun çökmesi sürecinde bu blok içerisinde yer alan bir çok ülkede yaygın bir gerici milliyetçi dalga ortaya çıkmıştı.) Nitekim Yusuf y. ve onunla aynı görüşte olan y.ları Hamas, Hizbullah, İran, genel olarak Ortadoğuya bakış konularında bu güçlerle sınırları net olarak çeken değil sınırları belirsizleştiren bir anti-emperyalizmden kurtarmamıştır. Biz önceki yıllarda Filistindeki demokratik küçük burjuva halkçı ulusalcı demokratik devrimci , hareketlere dahi doğru olarak eleştiri yağdırırken karşıtlıkları İsrail ve Amerikan emperyalizmiyle sınırlı dinsel gerici, farklı emperyalist ve gerici bölge ülkeleriyle bağları olan burjuvazinin belli bir kesimini temsil eden Hizbullah ve Hamas’a, İran gerici yönetimine karşı eleştiri eşiği iyice düşük, övgüleyerek destekleyen yazılar yazılmaya girişilmiştir. Emperyalizmin Ortadoğuyu yeniden yapılandırması sürecine bu bölgedeki sosyoekonomik dönüşüm yönündeki gelişmeler ve sınıf penceresinden bakış ise yoktur.(Genellikle y.dışındaki y.lar tarafından yazılan bu içerikteki yazılar, sitede her seferinde eleştirildi. Düzeltilerek yayınlandı.)

Tüm bu gelişmelere bağlı olarak Türkiye’de küçük burjuva – Kürt sorunuylada bağlantılı olarakta milliyetçileşen, en gerici egemen burjuva kliklerle açık, örtük ittifaklara giren, konjonktürel olarak yalpalayıp onların dümen suyunda hareket eden bir anti-emperyalizm ortaya çıktı. İşçi Partisi ihanetçi karakterine uygun olarak şoven milliyetçi, genelkurmaya yedeklenen egemen sınıf kliğiyle karşı devrimci ittifak politikaları içine girerken, TKP bu politikanın bir başka versiyonuyla-yurtsever cephe örgütleme, işçi sınıfını, gençliği, burjuva milliyetçi temelde örgütleme, yurtsever subayları örgütleme politikasıyla – ortaya çıktı. P/C, Sendika org gibiler küçük burjuva milliyetçi politikaların izleyicisi olarak örtük ittifaklar, dümen suyunda hareket etme politikaları içerisine girdiler. Avrasyacılık- Şanghay beşlisiyle yakınlaşma stratejik bir dış politika ekseni olarak Aydınlık tarafından devreye sokuldu. Ergenekon kliği de bir yandan neo-comlarla anlaşmaya çalışırken(Laiklik, AKP, AKP nin ortadoğu politikaları ve İran karşıtlığı, Türki cumhuriyetleri Asya ve Kafkas açılımlarında kullanma üzerinden), Rusya, İran politikalarıyla ve strateji değişikliği tehditiyle sonuç almaya giriştiler. Siyasal analizlerimizde bunlara ilişkin değerlendirmeler doğru temellendirilememiştir. Şişirilmiş, nihayetinde emperyalistler ve büyük bölgesel güçlerin arasındaki ilişkiler sadece keskin çelişki biçimiyle görülüp , içiçe geçiş ve işbirliklerini görmeyen, nihayetinde de emperyalistler arasındaki çelişki olan bu çelişkileri doğru analiz etmeyen görüşler ileri sürüldü. Kaynağında bu olan Avrasyacı stratejilerle ayrım çekmek yerine Kagarlitsky gibilerine ilgi gösterilmiştir. 2005 sonrasında Hamas, Hizbullah, İranla ve genel olarak Ortadoğuyla ilgili her yazı sitede tartışma konusu olmuş, düzeltilerek girmiştir. Bu dönemde sadece Amerikaya karşı olan farklı emperyalistlerle ve bölgedeki gerici ülkelerle açık örtük bağları olan Lübnan gibi bir ülkede yoğun işbirlikçi kapitalist ilişkilerin dışında olmayan burjuva kesimlere dayanan, bazıları çok daha yoğun gerici dinsel özellikler taşıyan Hizbullah, Hamas gibi parti ve hareketlere neredeyse eleştirisiz, övgüleyen destekleyici bir yaklaşım içeren yazılar yazılmıştır. MLKP gibi örgütler Ortadoğu bölgesel devrim stratejisi geliştirmeye yönelirken EMEP gibi partilerde -Aydın Çubukçu, Nuray Mert, Nihat Genç vb.Hizbullah(Lübnan), Hamas, İran seferlerine çıkmışlardır.

Bu sayılanların bunları yapmasında fazla yadırganacak bir durum yoktur. Demokratik devrimci zeminden, tutarlı bir antiemperyalist mücadele zemininden daha geriye doğru kaymayı ifade eder. Fakat o dönemde y. dışındaki y lar tarafından yazılan yazılarda da bu Hareketlerle sınır çekmek bir yana aşırı övgüleyici bir yaklaşım vardır. Bunlar, her yazı üzerinden ısrarlı eleştirilerle belli düzeyde düzeltilmiştir. Kagarlitsky’nin ne alaka ise İşçi Kurultayına gönderilmeside kabul edilmemiştir. Emperyalist güçler arasındaki çelişkilerin bu dönemde son derece keskin olarak gösterilmesi, sadece bugünkü dünya durumunun abartılı bir tespiti değildir. Bundan ibaret olarak kalsaydı emperyalist kapitalist sistemin bugünkü ekonomik durumunu, emperyalistler arası ekonomik ve siyasal ilişkilerin bugünkü düzeyinin abartılı bir değerlendirmesi olarak yanlış bir görüş olarak kalırdı. Ama bugün bu devrimci harekette ve bizde sözde Lenin’e dayandırılmaya çalışılan bu sol lafazanlık görüşü aslında kendisi özne olamayan ve proletaryanın gücüne güvenmeyen, tarihsel gelişimi bu yönde okuyamayanların başka güçlerden, onların arasındaki çelişkilerden medet ummasıdır. Bu kah Şanghay beşlisinin gücünü abartmak olur, kah Putin’in bir çıkışına abartılı anlamlar yüklemek olur, kah Çin’in gücünü zayıflıklarını görmeden abartmak olur, kah Chavez’in şişirilmesi olur, kah Kübanın sosyalist olduğunun bir anda keşfedilivermesi olur, Hamas, Hizbullah, İran destekçiliği olur. Bunların hepsinde ortak payda değişen dünyayı doğru çözümlememek, proletarya hareketinin yeni koşullarını ve durumunu görememek, komünist özne ve sınıfsal özneyi geliştirmek yerine kimi zaman açık, kimi zaman örtük bu güçlere bel bağlama vardır. Sol lafazan tahllilerin arkasından sırıtan anti-ML bu sağcı öz ve politikadır.

Bu yaklaşımların temelinde-teorik temelinde- sömürgecilik sistemine, dominyon tipi yönetime geri dönülmekte olduğu tespiti ve bugünkü dünya durumunda çelişkiler yönünden daha temel değişimleri zerrece görmeyen emperyalizm-halklar çelişkisinin sınırları içerisinden bakan görüş vardır. Oysa bizim “Emperyalizm ve İşçi Sınıfı” yazılarıyla dünyadaki çelişkilerdeki farklılaşmayıda içerecek yeni bir ekseni ortaya koymaya başladığımız, “kahrolsun ücretli kölelik düzeni”, “Kurtuluş devrimde, kurtuluş sosyalizmde” gibi sloganlar attığımız, ’90 ların başlarından itibaren farklılaştırmaya başladığımız çözümlemelerimiz ve politik görüşlerimiz bulunuyor. “Sınıfa karşı sınıf” vurgusu ve çalışmaların ısrarla bu yöne doğru zorlanması vardır. Emperyalizmle olan çelişkinin karşı kutbuna “halklar”ı değil, işçi sınıfını koymuşuzdur. Bunlardan ileriye doğru devam etmek yerine ve 90 lı yıllar içerisinde bu devam ettirilirken bu görüşler, sağ tasfiyeci bir geriye dönüşü ifade eder. Yurt dışı seminerinde bu dünya analizinin yapılmış olduğu dönem, kapitalist üretim ilişkilerinin dünya çapında hakim hale gelmesiyle proletarya-burjuvazi çelişkisinin dünya ölçüsünde belirleyici çelişki haline geldiği bir döneme denk düşer. Gerçekleştirilen seminerde ne bu dünyadaki temel değişim, buna bağlı olarak temel çelişkilerde ortaya çıkan farklılaşma, her bir çelişkinin kendi içerisindeki değişmeler le ilgili tek bir tespit, tek bir cümle yoktur. Kapitalist-emperyalist sistemin içsel dönüşümüyle ortaya çıkan yeni bir analiz ve çelişki tespiti olmadığı gibi, proletarya-burjuvazi çelişmesi önceki durum içerisinden dahi belirlenip ele alınmamaktadır. Enver Hoca, Emperyalizm ve Devrim isimli kitabında proletarya-burjuvazi çelişkisine ve proletarya mücadelelerine uzak olan maoculuktan farklı olarak Avrupadaki işçi hareketlerine vurgu yapar, bu hareketlerin revizyonistler ve sosyal demokratlarca etkisizleştirilmesini, onların yangın söndürücü rollerini değerlendirir. Ki o dönemde emperyalizm-halklar çelişkisi hakim çelişkidir. Yusuf y .ise, üstelik proletarya-burjuvazi çelişmesinin dünya ölçeğinde hakim hale geldiği bir dönemde konuşmaktadır; sistemin içsel dönüşümü, kapitalist üretim ilişkilerinin dünya ölçeğinde hakim hale gelmesi, çelişkilerdeki değişim, proletarya ve proletarya mücadelesinin yeni koşullarından – işçi sınıfı devrimcisi olan bir komünistin asıl ve öncelikle yapması gereken budur- hiç söz etmemektedir. Üstelik O, bunların, bu değişimin farkında bile değildir. Anti-emperyalist mücadeleyide ileriye doğru anti-kapitalist içeriğini belirgin kılarak ve öne geçirerek, kapitalizmi yıkma stratejisiyle, mücadelesiyle birleştirerek derinleştirmek yerine ulusalcı küçük burjuva devrimciliğinin tutucu milliyetçiliğe doğru kayan görüşlerine, geriye doğru yaklaştırmaktadır. Kaldı ki, siyaseten kürt sorunu gibi bir sorunun canlı bir şekilde gündemde olduğu ülke koşullarında, halkçı devrimci derinliğini ve uluslararasındaki demokratik eşitlikçi yaklaşımını, proletarya enteryonalizminden etkilenmesini kaybetmeye yüz tutan, faşist şoven milliyetçilikle sınırları belirsizleşmeye başlayan küçük burjuva milliyetçiliğiyle sınırlarımızı çok daha net olarak çekmemiz ve tutum almamız gereken bir dönemdir.

Eğer yaptığımız çözümleme sömürgecilik sistemine, dominyon tipi yönetime geri dönüldüğü biçiminde olursa emperyalist -kapitalist sistemin bugünkü iç ilişkilerini doğru çözümlemekten uzak bu görüş, sadece halkçı bir anti emperyalizmle sınırlı kalmayacaktır; bu görüş, en gerici burjuva miliyetçilik türlerinin de gelişeceği ve boy atacağı bir zeminde onlarla sınırlarını çizemez. Çünkü sınır çekmek, ancak diğer sınıfların konum ve durumlarına, ittifak ilişkilerine proletarya- burjuvazi çelişkisinin merkeze yerleştiği, proletarya ile bu sınıflar arasındaki ittifak ilişkisininde yeni bir biçimleniş kazandığı durumun içerisinden bakarsan mümkün olur. Bu olmadıkça hiç bir ayrım çizemez, en iyi durumda erir, ara akımlaşırsın. Ya da açık örtük sağ ittifak politikalarına savrulur, veya savrulmamak için bulunduğun yerde “o na da, ona da karşıyım” siyasetiyle çakılır kalırsın.

Faşist generallerden, sivil faşistlere kadar uzanan açık örtük ittifaklar, devrimci antiemperyalizmden milliyetçi küçük burjuva emperyalizm karşıtlığına doğru gerileyen tutumlar nereden doğmuştur ? Bu görüşlerin teorik temeli nedir? “Yeniden kompradorlaşma”, “sömürgecilik sistemi”ne geriye dönüldüğü görüşleridir. Bu görüşler, sınıfların durumları ve ittifak ilişkileri açısından yeni bir durumu ortaya çıkartır. Egemen sınıfın içerisinde dahi bir farklılaşma ve yarılma ortaya çıkar. Hele kürt sorunu gibi emperyalistlerce farklı bir mecraya akıtılmak istenilen bir ulusal sorunda varsa devlet-ülke bütünlüğü vb. üzerinden şoven milliyetçilik ulusal bağımsızlıkçı bir tavırla ortaya çıkar. İşçi Partisi, TKP çizgilerini, ittifak politikalarını nüans farklarıyla bunun üzerinden inşa etmişlerdir. DHKP/C devrimci antiemperyalizmden küçük burjuva milliyetçiliğine doğru bir kayma göstermiştir. EMEP, Sendika org aynı temel analizden yola çıkarak farklı yönlerde ve farklı düzeylerde bu politikaların girdabında hareket etmişlerdir. “Sömürgecilik sistemine, dominyon tipi yönetime geri dönülüyor” tespiti yapıldığı zaman politika ve ittifaklar açısından kapıyı da bu yöne açmış olursun. Kaldı ki, bu raddeye vardırılmasa dahi kapitalist üretim ilişkilerinin dünya çapında hakim hale gelmesinin belli başlı çelişkiler yönünden sonuçları doğru okunmazsa kendini tarihsel ve siyasal özne olarak koyamazsın , sınırların silikleştiği bir zemine girmen ve bu şekilde ara akımlaşman “ne o, ne o” olabilmen kaçınılmaz olur. Bu siyaseten eklektisizme ve daha geriye doğru gidişe yol açar. Ve geçmişimizdeki köklerini de açığa çıkartan bir hesaplaşmaya girilmezse bu çok daha geri düşmelere, belirgin siyasal savrulmalara ve yokoluşa yol açar. Bu ö.müzün küçük burjuva milliyetçi bir anti emperyalizm ve bulamaç bir sosyalizm görüşüyle ML den proletarya sosyalizminden uzaklaştırılmasıdır. Geçmişteki halkçı devrimcilikten kopamayan kökleriyle birlikte ABD emp. nin Irak’ı işgali sonrasında bölge analizlerinden de başlayarak gelişen küçük burj. miliyetçi anti emperyalizmine doğru gelişen bu sağ sapma, dünya koşulları itibariyle de sistemdeki içsel değişimi doğru olarak proletarya sosyalizmi perspektifinden analiz edememiş, yeni toplumsal hareketlerle ayrımını çizemeyen bulamaç bir sosyalizm görüşünün savunucusu olarak ortaya çıkmıştır. Orta sınıf sosyalizmleriyle onların sosyalizm görüşleri arasında-radikalizm vurgusu dışında- bir ayrım göremezsiniz.

Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya genelinde hakim hale gelmesi, kapitalist emperyalizmin genişlemesine olduğu gibi derinlemesine de artan ölçüde hakim hale gelmesidir; bu durum proletarya-burjuvazi çelişkisini temel çelişki olarak merkeze yerleştirir. Bu da emperyalizm-halklar çelişkisinin çözümünün, ulusal sorunların çözümlerinin bu çelişkinin çözümüne daha fazla bağlı hale geldiğini gösterir; demokratik antiemperyalist nitelikteki sorunların proletarya devrimine bağlı çözümünün daha sıkı iç bağlarla ve daha dolaysız olarak ortaya çıkması, nihai çözüm için proletarya devriminin zorunlu hale gelmesidir. İşbirlikçileşme ve bağımlılık katsayısındaki artışla kendi başına ulusal demokratik bağımsızlıkçı çözümün imkan ve sınırlarının daralması, sosyalist demokratik bir çözümün imkan ve sınırlarının ise genişlemesidir. Çelişkilerdeki ve çelişkilerin birbirleriyle ilişkilerindeki bu farklılaşma görülmezse, devrimci antiemperyalizmden küçük burjuva milliyetçiliğine doğru kayma, gerici işbirlikçi milliyetçi güçlerle sınırların silikleşmesi, ittifak politikalarını geliştirme derece derece çıkar ortaya.

Yu. y. ta Kievski gibi emperyalizmin bir karikatürünü çıkartarak azami egemenlik denilince bundan sadece baskı ve şiddeti, işgali ve ilhakı anlamakta, dışarda sömürgeciliği, içerde de faşizmi mali sermayenin egemenlik biçimi olarak görmektedir. Kievski, emperyalizmi işgal ve ilhak politikalarına indirgeyip eşleştirmekte , Yu. y. Kievskiden bunları devraldığı gibi faşizm teorisine doğru da genişletmekte, güç yoğunlaşması ve merkezileşmesini siyasal baskı ve teröre dayalı bir egemenliğe indirgeyerek her koşulda faşizmle eşleştirmektedir. Bunların dışındaki diğer bütün kategorileri bu ikisine indirgeyerek ele almaktadır. Sömürgecilik, önceki biçimiyle açıklanmaz hale gelmişse ona “neo” elbisesi giydirilmektedir. Faşizm, önceki biçimiyle açıklanamıyorsa buna da bir “neo” ön eki takılmaktadır. Bu şekilde ne özün ne de içeriğin hiç bir şeyin değişmediği, eskisi gibi kaldığı bir karikatür çıkmaktadır ortaya. Kievskinin o görüşleri ileri sürdüğü dönemde sömürgecilik sistemi hala hakim ve yaygındı, buna karşın Lenin diğer bağımlılık biçimlerini, bunun emperyalizm koşulları içerisinde nasıl olabildiğini, üstelik Engels’in genel oy sistemi kabul edildikten sonra burjuva demokrasilerinde burjuvazinin nasıl hakimiyetini sürdürebildiğini açıklayışına dayanarak açıkladı. Yu. y. tüm bunları da yok sayıp Kievski’ninkinden “büyük” bir karikatür çizmeyi başarıyor.

Yu. yoldaşın “neofaşizm” olarak ifade ettiği son görüşlerin Üçüncü enternasyonalin faşizm tanım ve çözümlemeleriyle hiç bir ilişkisi yoktur. Türkiye’nin siyasal toplumsal tarihi ve sınıf mücadelesinin gelişimi, ne gibi değişmelerin olduğunun içerisinden bir ele alış yoktur. Burjuvazinin, sermaye içi ilişkilerin gelişimine, ortaya çıkan değişimlere göre bir ele alınışı da yoktur. “Psikolojik eşiğin dahi aşılmış olduğu” nu söylediği “iç savaş” görüşü usulca geriye çekilmiştir. Bunun yerine koşulların ’30lu yıllara benzediği yönünde bir görüş geçirilmiştir. Eğer ’30 lu yıllara benziyorsa bu komünist ve işçi hareketinin durumuyla nasıl bir karşıtlık içerisinde gelişmektedir. Irkçı milliyetçilik yönüyle söyleniyorsa Kürt ulusal sorununun bugünkü durumu ve gelişim yönüyle nasıl bir ilişki kurulmaktadır. Yu. y.ın beş yıldır süregelen ve siteye de yansıyan “iç savaş” tartışmalarından bu yana yapmış olduğu bütün siyasal analizler çökmüştür. Bunların sonucu, sunmuş olduğu son yazıdaki neofaşizm tanımıyla, bonapartizmi çağrıştıran bir karikatür ortaya çıkmıştır. Muğlak, boş, kaçak ve ne anlama geldiği düşünülmeyen ifadelerle bir tanım yapılmaktadır. Güç, bir grup hatta bireylerin elinde yoğunlaşıp merkezileşmiştir! O, “neofaşizm”ini ne bir bütün olarak işbirlikçi tekelci burjuvaziye, ne de onun bir kesimine dayandırmaktadır. Sınıfsal bir temeli ve dayanağı yoktur, grup hatta, kişilere dayalıdır ve milliyetçi bir güruhtur. O diğer konularda olduğu gibi faşizm konusunda da bir bulamaç oluışturmaya çalışmaktadır. Açıkça ifade edemese de onun neofaşizmi, orta sınıf destekli bir kısım üst düzeyde bürokratik elit, general vd. ve bu kesimlerin ve lumpen milliyetçilerden oluşmaktadır.(Yu. y.ın “büyük dönüşüm” yazısına yanıtını okurken karşımda bir narodniğin, maocu bir TKP-ML ninin durduğunu düşünmüştüm. Onlar, en kıyıda köşede kalmış bir-iki feodal ilişki biçimi bulur, Türkiyeyi ve bütün dünyayı onun üzerinden açıklamaya çalışırlardı. Feodal ve yarı feodal ilişkilerin hakimiyeti onlar için asla çıkartılamayacak bir zırhtı. Dünyaya at gözlükleriyle bakıyorlardı. At gözlüklerini çıkarttıkları an da bütün sistem çökecekti. Bilimsel gerçekliğin yerini inanç almıştı. İşte şimdi de, Yu. y .ın neo faşizm görüşünü okuyunca karşımda bir P/C linin olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü onun faşizm tanımında sınıf, sınıf ilişkileri yok. Gruplar, bireyler falan var! Aslında getirdiği faşizm tanımı kendi kendini tekzip eder niteliktedir. Bu nasıl iktidardaki faşizm olabilmektedir? Bu iktidardaki faşizmin bir sınıf temeli, dayanağı yok mudur? Faşist diktatörlük bir devlet biçimi değil midir? Getirilen bu faşizm tanımıyla nasıl faşist diktatörlük hüküm sürebilmektedir? 1930’larla kurduğu paralellik bir parça tarih bilgisine sahip olan için dahi gülünçtür. Yu. y. ML dışına o kadar derin bir şekilde savrulmuştur ki, A. Öcalan’ın savaşı bir kısım “savaş rantçıları”nın sürdürdüğünü söylemesi gibi faşizmi bir gruba hatta kişilere bağlayabilmektedir. Bugün işbirlikçi tekelci burjuvaziye dayandırarak faşizmi açıklamak mümkün değildir çünkü. Fakat o bunu, işbirlikçi tekelci burjuvazinin stratejilerindeki değişim içerisinden görmediği için yapmış olduğu faşizm tanımıyla onları aklamaktadır.

Ne yazık ki, her türden doğmatizmde olduğu gibi bu karikatürleşmiş, betonlaşmış görüşler kendi donmuş durumu içerisinde kalamayıp oradan oraya yalpalamalara ve sağ bir siyaset ve ittifak zeminine savrulmaktadırlar. İşte hoş göremeyeceğimiz , tahammül etmeyeceğimiz budur. Onun bu görüşlerinin öteki yüzünü burjuva demokrasisini ideal biçim olarak görmek oluşturmaktadır. Öyle ki, “Parti” yazısında en gelişmiş burjuva demokrasisinden çok daha demokratik olan sosyalist demokrasinin sorunlarını ileriye doğru, komünizm perspektifi içerisinde çözmek ve aşmak yerine burjuva demokrasisinin çoğulcu sistemini sosyalizme taşıyarak geriye doğru, burjuva demokrasisi yönünde düzeltmektedir. O gide gide Avrupa komünizminin vardığı yere, ürünü ÖDP olan Kuruçeşmeciliğe varmıştır.

Şimdi de Yu. y.ın bu görüşlerinin bir başka teorik temeline mali sermaye tanımına bakalım. Onun mali sermaye tanımı, sol liberal reformistlerden halkçı toplumsalcı sosyalizm savunucularına kadar uzanan geniş bir yelpazede yapılan tanınmlarla aynıdır.

Mali sermaye tanımı: Yusuf y. a göre mali sermaye, para sermayedir! Broşürde şu söyleniyor. “mali sermayenin etkinliği ile ekonomik faaliyetler içerisindeki yeri ve ağırlığının artışı beraberinde şunu getiriyor o sermayenin yapısından dolayı.Para sermaye aynı zamanda en (…)*-parantez içi noktalamalar broşürde bu şekilde.herhalde teyp kaydı anlaşılamamış/nba- sermaye türüdür; çnkü doğasından dolayı bir yerde hafif rüzgarların değiştiğini hissetsin bir şeylerin kendisi için tehdit olacağını hissetsin hemen kaçar. Asya krizi sırasında falan gördük bunları. Şimdi dolayısıyla demin size okuduğum 4 yıllık savunma raporunun girişinde de en büyük tehlike belirsizliktir diyorlar ya; işte belirsizlik korkusunu en fazla duyan sermaye mali sermayedir. Amerikan ekonomisi bugün bir çok iktisatçı tarafından köpük ekonomisi olarak adlandırılıyor. Çünkü mali sermaye hareketleri Amerikan ekonomisi içerisinde çok özel bir ağırlık kazanmış durumda.” (sf. 88) Lenin’in Emperyalizm ve Emperyalist Ekonomizm kitaplarından birisini okuyan bir komünist böyle bir mali sermaye tanımı ve açıklaması yapabilir mi?! Ergun Yıldızoğlu gibi bu tür tanımların en popüler savunucuları bile bunu söylerken biraz eğer büker… Emperyalizm kitabını okuyan her komünist ve devrimci, mali sermayenin banka sermayesiyle sanayi sermayesinin içiçe geçip kaynaşması olduğunu ezbere bilir. Burada ise en yakın tanım olarak “para sermaye” olarak tanımlanabilecek banka, borsa spekülasyonlarında kullanılan popüler dilde “sıcak para ” olarak ifade edilen bir sermaye türünden söz ediliyor ve buna mali sermaye deniliyor. Bu sermaye türü, sermayenin aşırı birikimi sonucu ortaya çıkmış sınai-banka-ticaret üçgeni içerisinde olağan yollardan değerlendirelemeyen ve borsa yoluyla, spekülasyon ve hile yöntemleri de kullanılarak değerlenmeye sokulan bir sermaye türüdür. Bu para sermayenin hareket biçimi liberal, milliyetçi reformistlerden siyasal olarak son derece radikal görüşler ileri sürenler dahil küçük burjuva devrimci sosyalizm savunucularına uzanan yaygın bir yelpazede kapitalizmden bir sapma olarak değerlendirilmekte, son krizler bunun üzerinden açıklanmakta ve düzenli kapitalizme geçilerek bundan kurtulunması önerilmektedir. Sadece kriz çözümlemelerinde değil krizden kurtulma proğramlarında da gerek banka-borsa sisteminin düzene sokucu liberal proğramlarda, gerekse liberal ve sol keynesiyen proğramlarda suçun müsebbibi olarak o görüldüğünden, çözümde onun ortaya çıkartmış olduğu bozulma ve dengesizliği gidermekte görülmektedir.

Mali sermayenin para sermayeye eşleştirilen bu şekildeki tanımı, sermaye birikim süreçleri, kriz analizlerini olduğu gibi krizden kurtulma proğramlarınında açık örtük düzenli kapitalist proğramlar olarak yapılmasının temel dayanağını oluşturur. Siyasal olarak çok radikal görünen devrimci hareketlerin çoğunun ekonomik proğramlarının bu nedenle radikallikle hiç bir ilişkisi yoktur. Bu tanım ve bu yönlü kriz analizleri, özellikle sanayi sermayesini ve sanayie yatırım amaçlı olarak kullanılan banka sermayesini -ki ikisi ve sermayenin tüm biçimleri kaynaşmıştır bugün- temize çıkartmaya hizmet eder. Onları krizin gerçek nedeni olmaktan çıkartır.(Yu. y.ın Dünyada ve Türkiyede Gidiş yazısında bir bölüm burjuva ekonomist gibi “reel ekonomi” ayrımı yapması da bu görüşün devamıdır.)

Bu görüş küçük burjuva anti-emperyalizminin teorik dayanaklarından birisidir. Mali sermayenin para sermayeye indirgenerek açıklanması, sınai üretim yoluyla genişletilmiş yeniden üretimle sermaye birikim ve büyütülmesinin mümkün olmadığı görüşünün mutlaklaştırılmasına dayanır. Emperyalizm çağında tekellerin durgunluk ve çürüme eğilimini bir eğilim olarak değil mutlak bir durum olarak görür. Bu belirlemeyi yapan Lenin’in hemen ardısıra söylediği “bir bütün olarak kapitalizm eskisinden de büyük bir hızla gelişmektedir” belirlemesini gözardı eder. Oysa Marksın belirlemesiyle sermayenin artan ölçüde kendi iç engeli haline gelmesine yol açan sermayenin bu birikim sürecidir;sermaye büyüdükçe, yoğunlaşıp merkezileştikçe kendisinin daha fazla iç engeli haline gelir. Emperyalist kapitalist sistemdeki büyüyen, artan eşitsiz ve sıçramalı gelişime yol açan iç dengesizliklerin ve çelişkilerin temelinde- onunda temelinde üretici güçler üretim ilişkileri çelişkisinin bulunduğu- birikim sürecindeki bu çelişki vardır. Üretim yoluyla değerlenemeyen büyük bir sermaye kitlesi de bunun sonucu açığa çıkar, farklı yollardan değerlendirmeye sokulur, bu da yeni ve artan bir dengesizliğe yol açar ve varolanı büyütür. Denge değil dengesizlik, istikrar değil istikrarsızlık egemen olur.

Mali sermayeyi para sermayeye/finansal sermayeye indirgeyen görüş, 80lerden itibaren yeni üretim ve ürün teknolojileriyle yeni ihtiyaçlar yaratılarak ve ortaya çıkmış olan ihtiyaçlara yanıt verilerek meta üretimin genişletilmesini, kapitalizmin dünya ölçeğindeki derinlemesine ve genişlemesine olan gelişimini, buna yol açan etkenleri ve krizlerin bu temeldeki gelişimini görmez ve yadsır. Ve bu sadece sermaye birikim sürecine ilişkin ekonomik bir analiz yanlışlığı olarak kalmaz. Başta proletaryanın gelişimi olmak üzere sınıf durumlarındaki gelişme ve değişimi, proletaryanın ve genel sınıf mücadelesi koşullarındaki çok temel değişimleri de görmez. Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya ölçeğinde -daha önce “dünyanın kırları” olan bölgelerde de- hakim hale gelmesi, proletaryanın nicel ve nitel gelişimi, işçi sınıfının yapı ve bileşimindeki değişimler görüş alanının dışındadır. Bu gelişmelerin sonucu proletarya-burjuvazi çelişkisi dünya ölçeğinde temel çelişki olarak merkeze yerleşmiş, belirleyici hale gelmiştir. Bunu görmez ve dünyaya otuz yıl öncesinin gözleriyle bakar. Çelişkilerdeki yer değişimini, her bir çelişkinin kendi içerisindeki farklılaşmaları çözümlemediği içinde politikada yalpalar ve sağa kayar. Küçük burjuva milliyetçi anti-emperyalizmine ve orta sınıf bulamaç sosyalizmine doğru kaymanın başlıca teorik temelini bu oluşturur.

Mali sermayenin para sermayeye indirgenmesi, basit bir ekonomi politik kavram yanlışı değildir. Sınai sermayesini tümüyle dışta tutan bu görüş, sınai üretim, dolayısıyla sınai üretime dayalı olarak artı değer üretiminin artık mümkün olmadığı ya da bunun sınırlı olduğu ve önemini kaybettiği görüşünden çıkış alır. Artık sermayenin bu şekilde değerlenme imkanları kalmamış, ya da azalmıştır! Artı değere el koyma biçimiyle değerlenemeyen sermaye, farklı kanallardan spekülasyon ve vurgun, yollarıyla değerlendirilmeye, varolan birikmiş artı değerin ele geçirilmesi için kullanılmaya başlanır. Dünya kapitalist ekonomisi, bir spekülasyon ekonomisi olarak görülür. Ki bu son derece yüzeysel bir emperyalizm tahlilidir. Bu görüş, popüler propaganda ögesi olarak kullanılmanın ötesine geçtiğinde vahim yanlışlara yol açar.(Yu. y.ın Dünyada ve Türkiye de Gidiş yazısında Türkiye kapitalizmi ve burjuvazisinin gelişiminde vurgun ve talan yoluyla el koymaları belirtip artıdeğerin ele geçirilmesiyle gerçekleştirilen sermaye birikiminden-dolayısıyla emek-sermaye çelişkisinden, burjuvazi-proletarya karşıtlığından- hiç söz etmemesinin temelinde bu görüş yer almaktadır. Bu türden görüşler, Latin Amerika Bağımlılık Okulunun kimi yazarları tarafından emperyalizm ile neo-kolonyalizm ilişkileri çözümlenirken teorileştirilmiştir. Bir başka kaynağı maoculuktur. Genel olarak dünyanın her tarafında küçük burjuva antiemperyalizminin görüşleridir.)

Sermaye büyüdükçe, yoğunlaşıp merkezileştikçe , daha az sayıda elde toplandıkça sermayenin değerlenme sorunuda büyür. Giderekte artan miktarda, her seferinde daha fazla bir sermaye kitlesi değerlenemez hale gelir. Çeşitli türden Kredi ve borçlandırmalarla, spekülasyonlar yoluyla bu sermayeyi çoğaltmanın yolları aranır. Bu yollarla sermayeye değerlenme kanalları açmanın borçlandırmaya ve spekülasyonlara dayalı yöntemleri, kar oranlarının düşme eğilimindeki süreklileşme ve artışla birlikte özelliklede ’80ler sonrasında artan ölçüde uygulanmaktadır. 97 Asya krizinde olsun, son krizde olsun bunların büyüttüğü dengesizliğin krizi nasıl tetikleyip büyüttüğünü de görüyoruz. Bununla birlikte bu üretim ve ürün teknolojilerinde gerçekleştirilen değişiklikler, yeni üretim ve ürün teknolojileri bulunarak kapitalist üretimin derinlemesine ve genişlemesine büyütülerek artı değere el konulmasına bir engel oluşturmaz. Kredi ve borçlandırmalarla bir dereceye kadar olsa da genel olarak banka ve borsa spekülasyonları yoluyla toplam sermayeyi büyütmek mümkün değildir. Birikmiş sermayenin ele geçirilmesi üzerinde yoğunlaşan bir mücadele sözkonusudur. Üstelik bu, bir dönem yoğun bir şekilde uygulandığında daha büyük dengesizliklere ve yıkımlara yol açar. Bundan dolayı, üretici güçlerin gelişimine de yol açan yeni üretim ve ürün teknolojileri geliştirilerek sermayenin büyütülmesi, sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesinin bu şekilde gerçekleştirilmesi sistemsel bir zorunluluktur. ’80 lerin başlarından itibaren emperyalist kapitalist sistemin içsel bir dönüşümle yeniden yapılanmasının temel itici etkeni bu olmuştur.

Mali sermayeyi para sermayeye indirgeyen teoriler, işte bu gelişimi yadsırlar. Bunun sonucu olarakta kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi, dünya ölçeğinde hakim hale gelmesi, proletaryanın nicel ve nitel durumundaki gelişme , kolektif emeğin gelişimi, üretim ve emeğin toplumsallaşmasının ileri düzeye ulaşması, proletarya devriminin ekonomik, toplumsal, sınıfsal maddi koşullarının olgunlaşması, daha gelişkin bir sosyalizmi kurabilmenin maddi temellerinin ortaya çıkışı, çelişkilerdeki değişmeler onların görüş alanında yoktur, değerlendirmelerinde yer almaz. Kapitalist sömürünün en temel ve genişleyen biçimi olarak artı değer sömürüsü, sistemin yeniden yapılanmasınının belirleyici etkeni olarak nispi ve mutlak artı değer söürüsünündeki yoğunlaşma, sınıfsal çelişkilerin bu temelde ele alınması , daha açık hale gelen, büyüyen ve keskinleşen bir çelişki olarak burjuvazi-proletarya çelişkisi yoktur. Kapitalist sömürü vurgun, yağma, zorla el koyma, savaş ve işgaller-önceki sömürü ve egemenlik biçimlerine, sömürgecilik sistemine dönüş değerlendirmeleride buradan gelmektedir- ve “artık” gibi kavramlarla genelleştirilerek tanımlanır. Proletaryanın sömürü ve mücadele koşullarıyla, diğer emekçi sınıfların sömürü ve mücadele koşulları eşitlenir. Aralarındaki ayrımlar silinir; proletaryayla diğer emekçi sınıflar arasındaki ilişki proletaryanın önderliğine bağlı bir ittifak ilişkisi olmaktan çıkartılır, “ezilenci” “toplumsalcı” bir potada eritilir.

Dünün halkçı bugünün ezilencisi ve toplumsalcısı küçük burjuva sosyalizm türlerinin kapitalist sömürünün temel biçimi olarak artı değer sömürüsünü, nispi ve mutlak artı değer sömürüsündeki artışı, kar oranlarının düşme eğilimi yasasının işleyişini buna bağlı olarak proletarya- burjuvazi çelişkisinin daha geniş ölçeklerde ve daha keskinleşen bir çelişki olarak ortaya çıkışını, bugünkü dünya durumunun gelecek açısından da en önemli olan belirleyici olgu ve çelişkisini görmezler, onun yerine kapitlaizmin yıkıcı saldırılarına maruz kalan ona direniş gösteren orta sınıfları ve bulamaç sosyalizm görüşlerini koyarlar. Bu görüşler, Seattle sonrası, ABD emperyalizminin ilk Körfez savaşı ve sonraki Irak işgaline karşı çıkmalar, kapitalist ülkelerde kapitalizmin yarattığı toplumsal yıkımlara, doğanın yıkımına karşı mücadeleler üzerinden temellenip boy atmıştır.

Banka ve sanayi sermayesinin kaynaşıp içiçe geçmesiyle yeni bir özellik kazanan mali sermayenin iç bütünlüğünü ortadan kaldıran bu görüş, sermaye birikiminin gelişim sürecini, değerlenebilen ve değerlenemeyen sermaye ilşkilerini, krizleri, sermayenin kendi iç engeli haline gelmesini de doğru değerlendiremez. Bundan dolayı son dönemde sıkça gördüğümüz finansal krizlerin kendinde değerlendirmesine ve çözümüne yönelir; bu krizlerin aşırı üretime dayalı temelini göremez. Değerlenebilen ve değerlenemeyen sermaye ilişkisini, ikisi arasındaki bağı doğru kurmadığı, koparttığı için ve sermaye birikiminin tarihsel gelişim sürecine dayandırarak da açıklamadığından emperyalizm çağı kapitalizminin büyüyen iç çelişkilerini, gelişim eşitsizliklerini ve dengesizliklerini de doğru bir şekilde ve derinliğiyle açıklayamaz. Onu, para sermaye üzerinden, toplumsal yıkım, doğa yıkımı, kültürel ahlaki yıkım gibi konular üzerinden her birini kendindenleştirerek açıklamaya girişir. Bu sayılanlar “ezilenci” “toplumsalcı” küçük burjuva sosyalizmin teorik dayanaklarını oluştururlar. Kapitalizm kötüdür, çürümüştür, yıkılmalıdır! Yıkıma uğrayan küçük burjuva, tüm gücüyle bu şekilde bağırır. Küçük burjuva sosyalizm türleri bu görüşleriyle “düzeltilmiş kapitalizm” görüşünün küçük burjuva devrimci ve küçük burjuva reformist versiyonlarının dışına çıkamaz. Kimisi bütünüyle anti emperyalizm çerçevesi içerisinde kalır, sömürüyü kapitalist içerik ve niteliğinden soyutlayarak emperyallik üzerinden açıklar, kimisi sayılanlardan birine ya da ikisine yapışarak, tekellerin azami kara dayalı sömürüsüne karşı çıkarak kendi küçük burjuva sosyalizm türünü oluşturur fakat hiç bir zaman net bir emek-sermaye, proletarya-burjuvazi çelişkisi karşıtlığından hareket etmeyi zorunlu sayan proletarya devrimi ve proletarya sosyalizmi görüşüne sahip olamazlar. Onların gerçekleştirmek istedikleri de sosyalizm değil isterlerse adına sosyalizm desinler en ileri biçimiyle küçük burjuva eşitlikçi bir kapitalizmi kurmaktır. “Başka bir dünya mümkün” derken de bunu amaçlamakta, hatta daha geri versiyonlarını dile getirmekte ve istemektedirler.

Yusuf y. ın 2005 Haziranında sunduğum kapitalist-emperyalist sistemdeki içsel dönüşümü üretici güçler ve üretim ilişkileri çelişkisi temeline dayandırarak ele aldığım ve içsel dönüşümü sağlayan dinamik olarak üretim ve ürün teknolojilerindeki gelişim, üretici güç olarak proletaryanın gelişimi ve bu gelişmelerin sınıfsal sonuçlarına, karşıtlıklarına işaret ettiğim yazıya şiddetle karşı çıkmasının temelinde işte mali sermayeyi para sermayeye indirgeyen, kapitalist emperyalist ekonomiyi spekülasyon ekonomisi olarak gören “toplumsalcı sosyalizm” perspektifli bu görüş vardır.

Emperyalizm çağında üretici güçlerin gelişimine dayanan bir gelişimin olmayacağı görüşü, tekellerin durgunluk ve çürüme yaratma eğiliminin mutlaklaştırılmasıyla içiçe geçmiş olarak başta Türkiyede köylü devrimciliğini savunan ama o zeminde kalamayan maocu akımlar, Parti/Cephe, TDKP gibi küçük burjuva devrimcileri tarafından savunulur. (Emperyalizm ve İşçi Sınıfı yazılarında P/C nin bu konudaki görüşlerini alıntılayarak eleştirmiştik.) Bunun sonucu dünyada ve Türkiye’ deki kapitalizmin gelişimi , gelişmeyen bir kapitalizm olarak ya da sürekli olduğundan geri bir kapitalizm olarak belirlenir. İşbirlikçi tekelci kapitalistler, “komprador kapitalistler”, “taşeron kapitalistler” olarak adlandırılır, emperyalizmle ilişkileri de tam bir tabiiyet ilişkisine indirgendiği gibi emperyalist tekellerin sermaye ihraç biçimlerindeki ve birikim koşullarındaki değişimlere bağlı olarak yarı sömürge ve bağımlı ülkelerdeki varoluş biçimleri de doğru değerlendirilemez. Özellikle ’80ler sonrasında sermayenin yeni birikim koşullarıyla emperyalist tekeller ve ülkelerle bazı bağımlı ve yarı sömürge ülkeler ilişkilerinde iş bölümü koşullarındaki değişimle ortaya çıkan tablo, 15-20 kadar ülkenin yeni bir konum kazanması, bağımlı Türkiye kapitalist ekonomisinin orta-ileri bir gelişme düzeyine ulaşmış olması gibi gelişmeler görülemez. Dolayısıyla, sosyo-ekonomik yapı analizlerinden, sınıfların durumlarında ortaya çıkan değişmelere, bir bütün olarak ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel değişimlere, sınıf çelişkilerinin farklılaşmasına, devrimin ve mücadelenin koşullarındaki değişime kadar uzanan hiç bir konuda durum kavranarak doğru görüşler oluşturulamaz.

Yusuf y. ın görüşleri de aynı temel yaklaşıma sahiptir. Onun yazımla ilgili değerlendirmesine verdiğim yanıtta görüşlerinin narodnik niteliğini belirtmiştim. (Köylülüğe dayalı olarak devrim yapma görüşündeki narodnikler, rusyada kapitalizmin gelişmeyeceği görüşünü ileri sürüyorlardı. Lenin Rusyada kapitalizmin gelişimini, üretici güçlerdeki gelişimi göstererek ve bu gelişimin zorunluluğunu Marks’ın genişletilmiş yeniden üretim şemalarına dayanarak açıkladı ve gelişen sınıf olarak proletaryanın devrimdeki önder rolünü gösterdi. Yusuf y. ta yeni üretim ve ürün teknolojilerinin ve iş gücünün yeni bir nitelik kazanmasıyla-üretici güçlerin gelişimiyle- gerçekleşen değişmeleri red ettiğinden ne kapitalizmin bugünkü gelişim düzeyini, ne kapitalist üretim ilişkilerinin dünya ölçeğinde hakim hale gelişini, ne de proletaryanın günümüzdeki nicel ve nitel gelişimini anlayabildi. Halkçılığın bakış açısının üstüne çıkamadığı için de emperyalizme karşı mücadeleyi de halkçı bir anti emperyalizm kapsamında değerlendiriyor, kolektif emekçi olarak proletaryanın yeni konum ve koşullarını, sosyalist devrim mücadelesini hiç ama hiç kavramıyor. Halkçı-toplumsalcı bulamaç bir sosyalizm görüşünün ötesine geçemiyor. Yu. y. sunmuş olduğu yazıda üretici güçlere bağlı olarak gerçekleşen gelişmeleri red etmesini bugün “ideolojik gaf” olarak niteliyor. “Gaf” sözcük anlamıyla pot kırmanın biraz daha ilerisi oluyor. Aslında doğru bir duruş, doğru bir görüş içerisindeyken bir anda yapılıveren sonradan yanlış olduğu anlaşılıp düzeltiliveren bir şey oluyor bu. Ve Yu. y. bu “ideolojik gaf”ı “büyük dönüşüm” yazısının “düzenli ve istikrarlı gelişim” öngörmesine karşı tepki sonucu yapmış olduğunu söylüyor. Böylece bu “ideolojik gaf”ın büyük devrimci değerini de anlamış oluyoruz. Artık böylesi büyük bir devrimci değere sahip olan bu “ideolojik gaf”ın Marksizm lenizmle en küçük bir ilişkisinin olmadığını, önceki konumunu korumak isteyen tutucu küçük burjuvazinin ideolojik konumundan yapılmış olduğunu, ancak sert tartışmalardan sonra kabul edilmek zorunda kalındığını unutabiliriz. Bunları unutsak da Yu. y.ı doğrulamayıp yalanlayan bir gerçek daha var ki, o da şudur: Onun yurt dışı seminerinde ifade ettiği görüşler, küçük burjuva milliyetçi anti amperyalizme teorik dayanak oluşturan mali sermaye tanımı henüz “Büyük Dönüşüm” yazısının ilk taslağı hazırlanıp sunulmasından önceye 2004 yılına aittir… Şarkıda söylendiği gibi, “nereden baksam tutarsızlık!”. Gerçek olan şudur: Eğer “Büyük dönüşüm” yazısı ve izleyen çalışmalarla örgütsel düşünüş ve pratik ısrarla bu yöne, proletarya sosyalizmi yönüne doğru götürülmeseydi Yu. y. ın üste eleştirdiğim küçük burjuva milliyetçi antiemperyalizm görüşleriyle Örgütümüz çok daha yanlış yerlere ve farklı bir rotaya doğru götürülmeye çalışılacaktı.İşte buna imkan tanınmadı. (Yu. y.ın “büyük dönüşüm”ün taslağında uzun süreli bir istikrarlılığın öngörüldüğü eleştirisi doğru mudur? O yazıda kar oranlarındaki uzun dönemli süreklileşen düşüş karşısında kapitalist emperyalist sistemin üretici güçlerden, üretim teknolojilerinde bilgisayarlı vb. üretim teknolojilerine geçişle başlayan genişlemesine ve derinlemesine büyümeyi içeren bir hamlenin sermayenin daha üst ve küresel düzeyde bir birikim sürecine geçişle birlikte geliştiği temel tez olarak ileri sürülmektedir. Bu doğrudur. Üretim ve emeğin daha üst düzeyde toplumsallaşması, kapitalist üretim ilişkilerinin dünya ölçeğinde hakim hale gelmesi, temel çelişkilerdeki farklılaşma, proletaryanın gelişimi, kafa emeğinin kitlesel düzeyde üretim alanına girişi, sosyalizmin maddi önkoşullarının gelişmesi gibi bir dizi sonuç bu analizden doğmaktadır. Ve bunlar, proletarya harketinin ve proletarya devrimlerinin yeni tarihsel koşullarını göstermekte, burjuva propagandanın ve tasfiyeci görüşlerin karşısına dikilmektedir. O yazıda ara başlıklara da taşınmış olarak krizler ve kriz aralıklarındaki sıklaşma vurgulanmaktadır. Çeşitli bölümlerde yer alan belirtmelerin yanı sıra ara bir başlık altında bölüm olarak da yer almaktadır. Bu dönemin krizsiz geçeceği biçiminde bir görüş yoktur. Bu dönemin içerisinde gerçekleşmiş olan ’97 Asya kriziyle ilgili, “Krize karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm” yazısı tarafımdan yazılmıştır. Yine bu dönemin içerisinde ’94 krizi ve 2001 krizleri yaşanmıştır. Bankaların artan rolü de belirtilmektedir. O yazının çerçevesi itibariyle amacı dünyadaki ve ülkemizdeki temel sınıf karşıtlıklarının burjuvazi-proletarya karşıtlığı olarak değişimi, temel çelişkilerin buna göre yeniden ilişkilendirilmeleri ve stratejinin bu temelde oluşturulması ve ülkemiz yönüyle de sosyalist devrim stratejisine hemen geçilmesidir. O yazıda bilinçli bir şekilde mali sermaye konusuna doğrudan bir giriş yapmadım. Bu konu, Lenin in emperyalizm teorisinde o gün için sorun oluşturmayan ve doğru da olan mali sermayeye ilişkin karşılaştırmalı çıkarımın, sermayenin birikim sürecinin ileriye doğru devam ettirilerek ele alınmayışıyla da birleşerek, Sovyet devrimi dışında proletarya devrimlerinin yenilgiye uğraması ulusal ve demokratik kurtuluşçu devrimlerin öne geçtiği tarihsel koşullarda küçük burjuva antiemperyalizm teorilerine dayanak oluşturduğunu düşündüğümden, o kesitte kafamda varolan sorular nedeniyle bunu sistematize edecek bir durumda da olmadığımdan sonraya bıraktım. Bunu kısaca Grundrisse ve Kapital birinci cildin sonunda kapitalist birikimin tarihsel gelişimi perspektifi içerisinden sermaye birikim sürecinin oluşan iç engelleriyle birlikte ele alınması ve kar oranlarının düşme eğilimi yasası, kapitalist birikimin mutlak genel yasası gibi yasalarla bağıntılandırarak sonuçlar çıkartmak gerekliliği olarak belirtebilirim. Dolayısıyla amacım, bir örneğini de Yu. y ın sergilediği küçük burjuva anti-emperyalizm teorileriyle sınır çekmekti. Şimdi sunmuş olduğum bu çalışmada çıkartılmış temel sonuçlar üzerinden bu bağlantılar kurulmakta, küçük burjuva antiemperyalizmleriyle de sınırlar çekilmektedir. )

Yusuf y. ın para sermayeye indirgenmiş bu görüşü, üretici güçler ve ürün teknolojilerindeki gelişimin oluşturduğu dinamiğe, sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesinin bu temeldeki gelişimine şiddetle karşı çıkan görüşleri, bugün ö. çoğunluğu tarafından içselleştirilmeye başlayan, daha düne kadar dünyanın kırları olarak bilinen bölgeler dahil kapitalist üretim ilişkilerin dünya ölçeğinde hakim hale geldiği, burjuvazi-proletarya çelişkisinin merkeze yerleştiği ve belirleyici çelişki niteliği kazandığı görüşlerimizle açık bir şekilde çelişir. O, artık bugün bunlara açıkça karşı çıkacak durumda değildir. Bunları red ederse bu ö.ün geri bir taraftarı tarafından bile eleştirilir ve mahkum edilir. Fakat o konuyu ve bu gelişmeleri bütünüyle ve en temel sonuçlarıyla kavramaya hala çok çok uzaktır. Kapitalist emperyalist sistemin içsel dönüşümüyle ortaya çıkan gelişmelerin işçi sınıfının değişen yapısı; yapı ve bileşimindeki farklılaşma, kolektif emekçi ve kolektif işçi bilinci içerisinden kavranışından, sistemdeki içsel dönüşümün temel çelişkilerin her birinde ve birbirleriyle ilişkilerinde oluşturduğu farklılaşmaların kavranışından, sistemdeki içsel çelişkilerin sermaye birikim süreçlerine bağlı analizinden, krizlerin bu temeldeki çözümlenişinden,üretim ve emeğin toplumsallaşmasının bugünkü düzeyinden, tek bir dünya kapitalist ekonomisi olarak dünya emperyalist kapitalist sisteminin bugünkü durumunun ekonomik, toplumsal, siyasal analizinin kavranışından, emperyalist kapitalist sistemdeki hegemonya ve bağımlılık ilişkilerinin, hiyerarşinin bugünkü durumunun kavranışından, bağımlı orta ileri bir kapitalist gelişim düzeyine sahip Türkiye kapitalizminin ve işbirlikçi tekelci burjuvazisinin bugünkü gelişme düzeyinin kavranışından, kolektif emekçi niteliği güçlenmiş proletaryanın bugünkü koşullarından, proletarya kent yoksulları ittifakının kavranışından, proletarya devriminin ve proletarya sosyalizminin günümüzdeki koşulları ve sahip olduğu devrim ve sosyalizmi inşa olanaklarının değerlendirilmesinden uzaktır. Birbiriyle sıkı sıkıya bağlı olan bütün bu konularda halkçı devrimciliğin, küçük burjuva milliyetçi anti-emperyalizmin, orta sınıf bulamaç sosyalizmciliğin görüş ve teorilerine yakın ve yönelimlidir. Bu görüşleri daha çok siyasal devrimciliğin görüş açısından dile getirmekte ve teorik olarak yarım yamalak ifadelendirmeye her girişmesinde orta sınıfçı sosyalizm görüşleri ortaya çıkmaktadır.

Emperyalistler arasındaki çelişkilerin ele alınışı ve anti-emperyalist mücadele konusunda olsun, burjuvazi-proletarya, proletarya sosyalizmi kapitalizm karşıtlığı temeline oturmayan kapitalizm eleştirilerinde olsun tam da şu dönemdeki yıkım ve alt üst oluş halindeki küçük burjuvazinin düşünüş ve ruh halini içi boşalmış, altını kazıdığında reformizm çıkan keskin söylemlerle yansıtmaktadır. Üstelik devrimci bir kopuşu gerektiren böylesi bir dönemde bugüne yanıt vermeyen görüşleri artan bir tutuculuk ve doğmatizmle savunurken örgütümüzün değerleri ve anti-faşist militan devrimciliği geri bir dayanak noktası haline getirerek artık ayrıştırılması, bir bölümü terkedilip bir bölümü yeni bir bireşimle sürdürülmesi gereken önceki düşünce ve duyguları, alışkanlıkları lafazanlıkla kullanmaya girişmektedir. Şu durumda bu ö.e ve devrimci gelişime en fazla zarar verecek tutumlardan birisi bu sol, keskin söylemli, içi artık fazlasıyla boşalmış olan lafazanlıktır.

Bugünkü tarihsel koşullar ve süreç tam tersini gerektirirken proletarya devrimciliğinin, proletarya sosyalizminin koşul ve imkanları büyüyerek ortaya çıkarken o yüzünü geriye dönmüştür. Eksen ve yön kaybı sonucu bu görüş ve tutum, artan ölçüde de eklektiktir. Neoliberal emperyalist sömürü, saldırı ve işgallere karşı küçük burjuva milliyetçi antiemperyalist bir karşı çıkış kulvarına girerken, türban ve dinci gericiliğe karşı tutum, ermenilerden özür dileme gibi konu ve sorunlar gündeme geldiğinde burjuva sol liberalleriyle aynı kulvara girer.(bu konudaki karşı yazıya ve tartışmalara karşın yurt dışında ermenilerden özür kampanyasına destek veren bir yazıya imza atılmıştır.) Sözde keskin neo liberalizm karşıtıdır. Ama bugün antifaşist devrimcilikten kopulmadan, rejimin yapısı/rejim tipi tespitinde değişiklik gerçekleştirilmeden, siyasal düzeyde mücadelenin karşı tarafına artık çözülmüş olan faşist diktatörlüğü değil burjuva sınıf diktatörlüğünün neoliberal burjuva demokratik biçimini- ülkemizdeki geri düzeydeki ve belirgin gerici özellikleri olan burjuva demokrasisi konulmadan liberallerle, ve onların bu ne-oliberal nitelikteki görüşleri ve gerici burjuva demokrasisiyle sınırlar çekilemez. Dün siyasal sınıfsal mücadelenin temel hedefi faşist diktatörlüğü yıkmaktı. Bugün faşist diktatörlük çözülmüş durumda. Anti-faşist demokratik görevler olmakla birlikte bunlar sınırlı düzeyde. Bugün yıkmakla karşı karşıya olduğumuz burjuva sınıf diktatörlüğünün burjuva demokratik biçimidir. Bu siyasal ve sınıfsal olarak açık ve stratejik mücadele hedefi olarak tanımlanmadığında devrimci demokratizmle burjuva liberalizmi arasındaki ayrım silikleşir. Bugün Dev Yol -ÖDP vb. lerinde başlayarak MLKP ye kadar uzanan çizgide neo liberalizme sol kulvardan ekleniliyorsa, türban savunuculuğu yapılıyor, Ermenilerden “özür kampanyası”na imza atılıyorsa bu anti-faşist demokratik devrimciliğin neo liberalizm karşısında içinin boşalması ve erimesinin sonucudur. Bugün burjuva demokrasisinin bizimki gibi gerici niteliği daha açık ve belirgin olan geri türlerine değil en gelişmiş türlerinin karşısına da gelişkin içeriğiyle proletarya demokrasisi(ekonomik, toplumsal temelleri ve toplumsal ve bireysel hak ve özgürlüklerle tanımlanmış ve açıklanmış olarak) çıkartılmazsa liberallerle ne ayrım çizilebilir ne karşıtlık oluşturulabilinir. Biz de faşizme karşı mücadele, faşist diktatörlüğü yıkma stratejisi içerisinde kalmaya devam edersek bugünkü siyasal, ekonomik ve toplumsal koşullarda sol reformist liberallerle net bir ayrım çekemeyiz ve burjuva sınıf egemenliğinin neoliberal biçimine karşı açık, cepheden bir karşı duruş ve mücadele yürütemeyiz. Bunda derinleşemeyiz.

BİZİ LBERALLERDEN AYIRACAK OLAN SOSYALİST DEVRİM STRATEJİMİZDİR. nEOLİBERAL BURJUVA DEMOKRASİSİNİN VE BURJUVA DEMOKRASİSİNİN BÜTÜN BİÇİMLERİNİN KARŞISINA PROLETARYA DEMOKRASİSİNİ KOYMAK, DEMOKRASİYİ SOSYALİST DEMOKRASİ ÜZERİNDEN TANIMLAMAK,DEMOKRASİ MÜCADELESİNİ SOSOYALİST DEMOKRASİ OLARAK YÜRÜTMEK BURJUVA DEMOKRASİSİNİN TAM KARŞISINA BUNU KOMAK BUNU İKİTDARMÜCADELESİNİN DOLAYSIZ SAVAŞIM GÜCÜ HALİNE GETİRMEKTİR. ÇOK AÇIK VE CEPHEDEN OLACAK BİÇİMDE BURJUVA ÇOĞULCU PARLAMENTER DEMOKRASİNİN KARŞSINA , İSTERSE EN GELİŞMİŞİ OLSUN ONDAN KAT BE KAT DAHA DEMOKRATİK OLAN , ÖNCEKİ GİBİ BİR ORDUNUN VE POLİSİN OLMAYACAĞI , MEMURLARIN HALKIN ÜZERİNDE VE AYRICALIKLI BİR KONUMDA YER ALMAYACAĞI YIĞINLARIN GİRİŞKENLİĞİNE DAYANAN İŞÇİ DEMOKRASİSİ GÖRÜŞÜNÜ ÇIKARTMALIYIZ. bU BİZİM ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDEKİ SİYASAL MÜCADELEMİZİN EN GÜÇLÜ SİLAHI OLACAKTIR. HEM KARŞISINDAN HEM DE İÇİNDEN BURJUVA DEMOKRASİSİNE SALDFIRACAĞIZ. Rejimin yapısına ilişkin faşist diktatörlük tespitimizi ve anti-faşist mücadeleyi merkeze koyan görüşümüzü değiştirmeliyiz. Siyasal mücadele, iktidar mücadelesi açısından savaşmamız ve yıkmamız gereken burjuva sınıf egemenliğinin burjuva demokratik biçimidir. Görüş ayrılıklarımızın en temel, en belirleyici ve en hassas konusu budur. 2005 yılında “gelişimin yönü gerici bir burjuva demokrasisine doğrudur.” tespitini yaptım. Sürecin son derece çalkantılı, sert ve çatışmalı geçeceğini bununla birlikte bu yönde-neoliberal gerici bir burjuva demokrasisi yönünde- bir gelişimin olduğunu değerlendirdim. Emperyalist kapitalist sistemdeki değişim ve dönüşümler, Türkiye bağımlı kapitalizmi ve işbirlikçi tekelci burjuvazisinin gelişimi, ihtiyaçları, yeni burjuva kesimlerin dahil olmasıyla burjuvazinin kendi iç ilişki ve dengelerindeki değişmeler, rejim krizinin temel etkenlerini değerlendirerek yapılmış bir tespitti. MK ve MÖK üyelerinin bütünü tarafından karşı çıkıldı. Yazıyı sonradan okuyan YDK üyeleri ve görüşümü öğrenen başka y.lar tarafından da. Bu görüşü ileri sürmek, bir tabuyu ve artık bugüne hiç yanıt vermeyen bir devrimcilik tarzını yıkmaktı. Son zamanlarda dahil olmak üzere en fazla spekülasyon yapılan, hemen bütün örgütün karşıma çıkartılmaya çalışıldığı konu bu oldu. İlk söylenen bu oluyor, görüşlerim bu konu üzerinden kestirmeden mahkum edilmeye çalışılıyordu. Kendilerince herkesin karşı çıkacağı, benim en zayıf halkamdı!

Devrimciliğin ve militanlığın temel kıstası olarak bu, anti-faşist devrimcilik, görülüyordu. Ki bunu böyle görmek , komünist devrimciliği, proletarya sosyalizmi ve proletarya devrimciliğini anti-fa. devrimciliğin ölçütlerine indirmiş olmanın dışavurumu ve itirafıydı. Faşizm ve anti faşist mücadeleye yaklaşım konusu, bu kapsam içerisinde rejim krizine ilişkin değerlendirmeler MK nın diğer üyeleriyle aramda sürekli tartışma konusu oldu. Sürecimiz aynı zamanda 5 yıldır siyasal konular üzerinden süregelen bir tartışma sürecidir. Sitedeki “iç savaş” tartışması, Yu. y.ın “Dünyadaki ve Türkiyedeki gidiş” yazısı ve ona verdiğim yanıt bunların açığa çıkmış örnekleridir.(Sorunu parçadan ele almayı çok da yararlı görmediğim için pas geçtiğim yazılarda oldu. Faşizm, TUSİAD ın politika değişikliğinden sonra işbirlikçi tekelci burjuvaziye dayandırılarak açıklanamaz hale geldiği için birisi Yu. y. tarafından olmak üzere Poluzantası çağıran yazılar bile yazılabildi. anlaşılan o ki yu. y. şimdi bunu bir faşizm karikatürü analizi olarak neofaşizm tahliline taşımış. )

Bugün Türkiye de rejimin yapısının faşist diktatörlük olduğunu hala savunan ve savunabilecek olan, olup bitene bihaber ya da kör gözlüğüyle bakmakta olan birileri vardır. Subjektivizmin, doğmatizmin, tutuculuk katsayısının, kendisinde bir dönüşme gücü ve cesareti gösterememekle içiçe geçmiş olarak, en yüksek olduğu konudur bu. Fakat faşizmin ne olduğu konusunda ortalama bir teorik kavrayışı olan ve rejim krizinin temel unsurlarını ve bunların gelişimini biraz değerlendirebilecek olan bir devrimci, bırakalım bilimsel sosyalist bir analiz yapabilecek bir komünisti orta bilinçte bir devrimci dahi, o çok yaygın olan olgucu sonuç çıkarma yöntemiyle DAHİ artık Türkiyede rejim/devlet tipininin faşist olmadığını görebilir. Bu çok daha önce de görülebilirdi. Fakat Türkiye devrimci hareketini karakterize eden, genlerimize işlemiş olan anti-faşist devrimcilik, bundan kopamamak konunun siyasal-teorik bilimsel analizinin önüne geçmektedir. Bu görüş, geldiği nokta itibariyle anti-faşist militanlık olarak , geri düzeyde sürdürülen ve içi boşalan, tutucu ve geri bir devrimcilik tarzının direnci olarak, daha önemlisi bu devrimcilik tarzını aşamamak olarak vardır. Genç bir yoldaşın bu konuda devrimci bir duyarlılık göstermesi, bunu devrimciliğin temel ölçütü olarak görmesi olağan olarak görülebilir. Ama MK üyelerinin bunu, tutucu ve giderek gericileşen bir direnç ve demagoji ve spekülasyonlarının baş konusu haline getirmeleri ne olağan görülebilir, ne de ML min bilimselliğiyle, komünist devrimcilik ölçütleriyle ilişkilendirilebilir. Bu tür görüşler hala bir şekilde savunulabiliyorsa, artık onda aranacak olan bir parça dahi bilimsellik değildir; artık artan ölçüde gerileyen ve ölmekte olan, buna karşın önceki konum ve durumunu korumanın bir adım dahi ötesine geçemeyen bir düşünüş ve devrimcilik tarzıdır. Bu görüşte ayak direyenlerin söylemdeki keskinliklerine karşın gerçek yaşamdaki duruşları ve yaptıkları arasında açık bir çelişki de vardır ve çökmekte olan her düşünce gibi içerden çürümektedir. Biz, onun yerine gücünü kolektif emekçi olarak proletaryanın devrimci kapasitesinden, proletarya devrimlerinin bir çağ dönümünü muştulayan gelişen bugünkü koşullarından ve bilimsel komünizmden alan sınıf militanlığını, sınırsız ufkuyla komünist militanlığı, 21. yüzyıla sosyalizmi yazacak fedakar kuşağın militanlığını koyacağız. Amacımızı ve ideallerimizi oluşturacak, besleyecek ve büyütecek olan bu olacaktır. Yaşamımızı buna adayacak, geleceğimizi bu fikirlerle kuracağız.

PROLETARYA DEVRİMİ VE PROLETARYA SOSYALİZMİNİN AYIRD EDİCİ ÇİZGİLERİ; TEORİ, PROĞRAM, STRATEJİ, TAKTİK VE ÖRGÜTLENMEDE TEMEL KOPUŞ HALKALARI

1)Temel bir ayrım konusu ve ekseni olarak, her türlü halkçı, toplumsalcı, ezilenci küçük burjuva ara sınıf ve ara tabaka sosyalizmleriyle ayrımımızı net bir biçimde belirtmek için genel olarak sosyalizmden değil proletarya sosyalizminden söz ediyoruz. BİZİM SOSYALİZMİMİZ, PROLETARYA-İŞÇİ SINIF- SOSYALİZMİDİR. SINIF OLARAK KOLEKTİF EMEKÇİ NİTELİĞİ GÜÇLENEN PROLETARYANIN MÜCADELESİNE DAYANAN VE SINIF OLARAK PROLETARYANIN KURACAĞI BİR SOSYALİZMDİR.

Sınıf ön vurgulu bu tanım, sosyalizmle ilgili görüşlerimizi dünün halkçılığından, bugünün ezilenci ve toplumsalcı küçük burjuva sosyalizmlerinden niteliksel olarak ayırmaktadır. Yine bu tanım KOLEKTİF EMEKÇİ niteliği kazanmış proletaryanın mücadelesinin, proletarya devriminin önceki koşullarıyla olan farkını ve daha gelişkin bir sosyalizmi kurabilmenin, sosyalizm-komünizm ilişkisinde de daha gelişkin perspektifler koyabilmenin imkanını göstermektedir.

Üretim ve emeğin toplumsallaşması ve genişleyen ve derinleşen iş bölümü koşulları içerisinde alt işlevlerden birini, bir bölümünü yerine getiren, kendi içinde bölünmüş işçi sınıfının farklı kesim ve bireylerini birleşik ve ortak bir mücadele içerisinde örgütleyecek, proleter sınıf mücadelesinin gelişimini sağlayacak olan bilinç,KOLEKTİF İŞÇİ BİLİNCİdir. Bu bilinç, sınıfın çeşitli kesimlerinin ve genelinin kendiliğinden eylemlerinde nüvesel olarak gelişecek olmakla birlikte aslolarak sınıfın içerisinde bulunduğu koşulların-ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel koşulların- bütün yönleriyle, birbirleriyle olan ilişkileriyle ve bir bütün olarak sınıfa kavratılması açısındanDIŞARIDAN GÖTÜRÜLEN BİR BİLİNÇ tir. Sınıfın parça işlevlerden birini ya da öbürünü yerine getiren kesim ve üyelerinin kazanmış oldukları kolektif emekçi niteliğini kapitalist üretim ve emek organizasyonlarının, sosyal yaşam formlarının parçalayıcılığı, sınıfın farklı kesim ve üyelerini birbirlerine karşı rekabete sokuculuğuna karşı, BÜTÜNDEN kavratan bilinçtir. Kolektif emekçi olarak sınıfın kazanmış olduğu muazzam potansiyelleri ve gücü, sosyalist devrimi gerçekleştirme ve gelişkin bir sosyalizmi kurma gücünü ortaya koyan bir bilinçtir.

2)SOSYALİST DEVRİM, PROLETARYA DEVRİMİDİR. Üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetine sahip olmayan ve işgücünü meta olarak kapitaliste satmak zorunda olan işçi sınıfının ücretli köle olma durumuna son vermek için özel mülkiyete dayanan ve meta egemenlik düzeni olan kapitalizmi yıkmak dışında önünde bir ikinci yol yoktur. Bu, işçi sınıfını ve işçi sınıf sosyalizmini mülkiyet durumları ve geriye dönük özlemleriyle erekleri demokratik ve eşitlikçi bir kapitalizm olan ve buna sosyalizm adı veren küçük burjuvazinin bütün kesimlerinden, küçük burjuva sosyalizminin her türünden ayırır. İşgücünün meta olmaktan çıkmasının ve artıdeğer sömürüsünü ortadan kaldırmanın ve meta egemenlik düzeni olarak kapitalizme son vermenin ilk ve temel koşulu, üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetine son vermek ve mülkiyetin kamusallaştırılmasıdır. Bunu ise, üretim araçlarının özel mülkiyetinden yoksun olan proletarya dışında hiç bir sınıf gerçekleştiremez. Bu noktada da tekellerin hakimiyetini denetim altına alma ve sınırlandırma; tekellerin olmadığı bir kapitalizm kurma amacıyla onlara yönelik kamulaştırmalarda bulunmayı öneren, eşitlikçi kapitalizm erekleriyle hareket eden küçük burjuvazinin en radikal kesimlerinden de ayrılır. Bundan dolayı sadece ve sadece proletarya, burjuvazi ve kapitalizmle uzlaşmaz karşıtlık durumundadır. Bundan dolayı, sosyalist devrim proletarya devrimidir. Proletarya olmadan, proletaryanın eylemi olmadan böyle bir devrim gerçekleştirilemez.

3)Üretim ve emeğin bugünkü toplumsallaşma düzeyinde kolektif emekçi olarak proletarya, sosyalist devrimin temel, önder ve yönetici gücüdür; burjuvazinin sınıf egemenliğini yıkıp parçalayarak iktidarı devralma ve kendi sınıf egemenliğini kurma güç ve yeteneğine sahip yegane sınıftır. Üretim ve emeğin bugünkü toplumsallaşma düzeyi, çok daha gelişkin ama çok daha parçalı olan iş bölümüne göre örgütlenmiş proletaryanın sınıfsal örgütlenmesine yeni sorun ve güçlükler getirmesine karşın kolektif işçi bilincinin gelişimiyle de birlikte daha ileri ve üst düzeyde örgütlenebilecek bir proletaryayla, proletarya hareketinin gelişme koşulları doğmuştur. Daha 25 yıl öncesine kadar “dünyanın kırları” olarak tanımlanan bölgelerde de bugün büyük sayılarda proleter kitleler bulunmaktadır. Proletaryanın sayısındaki hızlı ve muazzam artışın yanısıra yeni üretim teknolojileri-bilgisayarlı teknolojiler ve her türlü iletişim , kontrol ve denentim teknolojileri- ve üretim dallarının ortaya çıkması ve önceki üretim dallarının bu temelde yeniden örgütlenmesiyle, hizmet alanlarının artan ölçüde metalaşmasıyla daha önceleri az sayıda olan kafa emekçilerinin sayısında kitlesel bir artış gerçekleşmiştir. Bu gelişmeler, proletaryanın nicel ve nitel gelişimini gösteren bu olgular, proletarya hareketinin ve proletarya örgütlenmesinin muazzam gelişme potansiyellerini, sosyalist devrimi gerçekleştirme ve devrimin önder ve yönetici gücü olma kapasitesindeki muazzam artışı göstermektedir.

4)BURJUVAZİ-PROLETARYA ÇELİŞKİSİNİN DÜNYA ÖLÇEĞİNDE BELİRLEYİCİ ÇELİŞKİ HALİNE GELİŞİ VE KAPİTALİST EMPERYALİST SİSTEMİN İÇ ÇELİŞKİ VE DENGESİZLİKLERİNİN ARTACAĞI VE BÜYÜYECEĞİ BİR TARİHSEL DÖNEME GİRİLMİŞ OLUŞUYLA DALGALAR HALİNDE GELİŞECEK YENİ BİR PROLETARYA DEVRİMLERİ DÖNEMİ AÇILMAKTADIR. Bu devrimlerde sözü söyleyecek olan işçi sınıfı, kapitalizmdeki maddi ön koşulları daha olgunlaşmış olarak önceki sosyalizm deneyimlerinden daha ileri ve onu yeni bir ara aşama olmanın bir çok sorunundan kurtaracak bir sosyalizmi kurmanın imkanlarına ve yeteneğine sahip bir sınıftır. Kafa ve kol emeğinin daha gelişkin; niteliklenmiş ve içiçe geçmiş özelliğini kolektif emekçi kimliğinde birleştiren işçi sınıfı gelişkin partileşme, sosyalist devrimi gerçekleştirme ve sosyalizmin inşasında yaratıcı ve kurucu adımlar atacak güç ve yeteneğe, örgütlenme kapasitesine eskisinden çok daha fazla sahiptir. Partinin inşasından da başlayarak sosyalist inşanın temel sorunları olan kafa-kol emeği çelişkisi, kır-kent, sanayi-tarım çelişkileri gibi çelişkilerin çözümünde, meta egemenliğine dayalı ilişkilerin sınırlandırılması ve tümüyle ortadan kaldırılmasında önceki proletarya partilerinin örgütlenişi ve sosyalizm deneyimlerinden farklı ve daha ileri çözümler geliştirilebilecek maddi koşullar vardır. Bunların her birindeki sorunlar kendi içinde değişikliğe uğramıştır.

5) Proletaryanın sosyalist devrimin önder ve yönetici gücü olmasından çıkartılacak ilk sonuç, proletaryanın sınıf olarak diğer sınıflardan bağımsız örgütlenmesinin birincil koşul olduğudur. Proletarya diğer sınıflardan bağımsız olarak örgütlenmeden sosyalist bir devrimden ve onun başarısından söz edilemez. İkinci sonuç, proletaryanın sosoyalist devrimin aynı zamanda temel gücü olduğudur. Proletarya örgütlenmeden, sosyalist devrimde onun temel gücü olarak ve devrimi gerçekleştirecek sınıf olarak yer almadan sosyalist bir devrimden söz edilemez. Sınıf olarak örgütlenmiş proletarya, sosyalist devrimin önder ve yönetici gücü olduğu gibi temel gücü olarakta devrim mücadelesinde yer alır ve sosyalist devrimini gerçekleştirir.

Halkçı devrimcilikten kesin bir kopuş noktası olarak kendimize dönük çıkartacağımız temel bir sonuç, PROLETARYANIN ÖNDERLİĞİ PARTİSİ ARACIILIĞIYLA YÜRÜTÜLEN İDEOLOJİK BİR ÖNDERLİK DEĞİLDİR. SOSYALİST DEVRİM DE OLSUN DEMOKRATİK EVRİM DE OLSUN PROLETARYANIN DEVRİMDEKİ ÖNDERLİĞİ , BİLFİİL SINIF OLARAK GERÇEKLEŞTİRİLEN , DEVRİM SÜRECİNDE VE DEVRİMDE BU ŞEKİLDE YER ALDIĞI BİR ÖNDERLİKTİR. dEVRİMDE PROLETARYANIN ÖNDERLİĞİ PARTİSİ ARACILĞIYLA İKAME EDİLEMEZ, ONA İNDİRGENEMEZ.

6)Proletaryayla diğer emekçi sınıflar ilişkisi açısından bunun anlamı, kendisini bağımsız olarak örgütlemiş, diğer sınıflarla ayrımlarını çizmiş ve sosyalist devrimin temel gücü olarak örgütlenmiş ve mücadele eden proletaryanın kendisine en yakın KENT VE KIR YOKSULLARIndan başlayarak hegemonyacı bir temelde, fiili önderliğini onlara kabul ettirecek bir ittifak ilişkisi kurmasıdır. Proletarya, sınıfsal olarak proletaryaya yaklaşan ve çıkarları da artan ölçüde sosyalizmde olan sınıflarla ittifak kurarak, onları örgütleyerek sosyalist devrimi gerçekleştirir. İşçi sınıfının kent yoksullarıyla olan ittifakı şekilsiz ve önderliğin paylaşıldığı bir ittifak değildir. Proletaryanın burjuvaziyle ve kapitalizmle uzlaşmaz karşıtlık içerisinde oluşundan, sınıf olarak kendisini örgütleme gücünden ve nihai amaca yürüme kararlılığından, sınıfsal konum ve niteliklerinin yanısıra ML partisinin önderlik gücünden gelen-strateji ve taktikleri, ittifak politikalarıyla diğer emekçi sınıflarada bu şekilde kabul ettirilen- bir hegemonya ilişkisine dayanmalıdır. Bu ise, sadece partinin önderliği üzerinden, parti aracılığıyla kurulacak bir ilişki değil işçi sınıfının diğer emekçi sınıflarla ilişkisi, işçi sınıfının eylemlerinin diğer emekçi sınıfların üzerindeki ileriye çekici ve örgütleyici etkisi üzerinden, mücadele içerisinde kurulacak bir hegemonyadır.

Bu söylenenlerin hiç bir belirsizlik bırakılmadan söylenmesi ve proletaryanın bağımsız olarak örgütlenmesi, dünün halkçılığı bugünün ezilenciliği ve toplumsalcılığı ile sınır oluşturur. Proletaryanın sınıf olarak bağımsız örgütlenmesi, sosyalist devrimin fiilen önder ve yönetici gücü olması, temel gücü olması ve diğer emekçi sınıflarla arasındaki hegemonya ilişkisi, teori ve söylemin konusu olarak kalmamalı pratikte vücut bulmalıdır. Ölçü budur.

Bugünkü ö.sel yapımız, kadro yapımız, çalışmaların yürütülmesi açısından bunun anlamı, ö.sel çalışmanın her türlü konjonktürel etkinin üstüne çıkan stratejik bir sınıf çalışması planlamasıyla(kısa dönemde büyük sonuçlar elde etme, edemeyincede yüz geri etme küçük burjuva aceleciliğinden kurtularak), politikaların bu yönde içeriklendirilmesiyle, mevcut kadrosal yapının sınıf çalışmasına göre konumlandırılması ve odaklı hale getirilmesiyle ve bunların sadece bir düzeltme ve durum ayarlaması olarak değil ara güç olmaktan bizi çıkartacak bir yapısal dönüşüm düşünüşü ve kavrayışı içerisinde gerçekleştirilmesidir. Kısa ve öz haliyle stratejik, taktiksel, örgütsel-kadrosal konumlanma, günlük çalışmaya indirilmiş süreklileşen düşünsel ve ruhsal bir kilitlenme ve bir dönüşüm stratejisi içerisinde ele alınmasıdır.

7)Sosyalizmin proletarya sosyalizmi, sosyalist devrimin proletarya devrimi olabilmesi, komünist ideoloji-parti-sınıf bütünlüğünün kurulmasını şart koşar. Komünist ideoloji/teori olmadan, proğram, strateji ve taktikler ona dayandırılmadan, parti, sınıf birliği sağlanmadan proletarya sosyalizminden, devrimci proletarya hareketinden ve sosyalist devrimin proletarya devrimi olmasından söz edilemez. BUNLAR BİR BÜTÜNDÜR.

Sosyalizmle işçi hareketinin kaynaştırılması TEMEL SORUNU çözülmemiş olarak durmaktadır. İşçi sınıfı devrimcisi ve leninist olmanın birinci kriteride sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin kaynaşmasını gerçekleştirmektir. Partisi aracılığıyla temsil edilen bir proletarya ve sınıfın ideolojik-siyasal temsiliyle sınırlı kalan bir parti değil, sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin kaynaşmasında somutlanan ve bu şekilde devrimci bir nitelik kazanan sınıf devrimi gerçekleştirebilir ve ancak bu şekilde sınıfı temsil düzeyine çıkabilecek olan parti sınıfa önderlik edebilir.

a)Bu, sosyalist devrim proğram ve stratejisinin çıkışını komünizmden almasını, nihai amaca uygunluğunu ve ona ulaştıracak biçimde oluşturulmasını, iki nihai amacın günlük çalışmanın, politikaların, örgütlenme politikalarının içerisine akıtılmasını, örgütlenme felsefesinin bu temelde net bir açıklığa sahip olmasını gerektirir. Kapitalist üretim ilişkilerinin ileri düzeyde geliştiği ve sosyalizmin maddi temelinin kapitalizmin bağrında daha fazla ve daha açık olarak ortaya çıktığı, işçi sınıfının kolektif emekçi niteliğinin güçlendiği bugünkü koşullarda proğramına, siyasetlerine, örgütlenmesine ve çalışma tarzına komünizmin ışığını düşürmeyen ve o yönde bir gelişim göstermeyen bir örgüt ve hareket başarılı olamaz. Alternatif olmanın, olabilmenin koşulu budur. Bu proğram sorununda sosyalizm komünizm ilişkisini düz bir aşamalılığa indirgemekten, bunun fiili teorileştirilmesinden kurtulmuş bir proğram yaklaşımını, parti örgütlenmesinden, siyasetlerin içeriklendirilmesine, siyaset yapış tarzına-bir şeyin sadece yapılmış olması değil nasıl yapıldığıda önemlidir dediğimiz- kadar her konuya düşürülmesi gereken bir ışıktır. Komünist parti ve örgütlerin etkisizleşmesine ve ölümüne yol açan evet koşulların sınırlandırdığı ve giderek belirlediği, sadece revizyonist reformist partiler içinde geçerli olmayan reel devrimcilik yapmaktan bizi kurtaracak, varolanın dışına ve üstüne çıkartacak, alternatif olabilmemizi sağlayacak olan budur.

b)Proletarya ile diğer emekçi sınıflar arasndaki ilişkinin kuruluşunun proğram ve siyasetler düzeyindeki somut belirim ve tanımlanma alanı olarak sosyalist görevlerle demokratik görevler ilişkisinin kuurluşunda proletarya cephesinden temel alınacak olan bu ilişkinin sosyalist görevler yönünden kuurlmasıdır. Bu açıklıkla şöyledir: PROLETARYA SOSYALİST GÖREVLER TEMELİNDE ÖRGÜTLENİR. PROLETARYA DEMOKRATİK SORUN VE GÖREVLERİN ÇÖZÜMÜ İÇİN MÜCADELE EDER FAKAT, O ÖNCELİKLE KENDİSİNİ SOSYALİST GÖREVLER TEMELİNDE ÖRGÜTLER VE MÜCADELESİNİ DE BU TEMELDE YÜRÜTÜR. BU AYRIM AÇIK SEÇİK KONULMADIĞI VE BU GERÇEKLEŞTİRİLMEDİİ DUURMDA İSTERSE PROLETARYA ÖRGÜTLENMİŞ OLSUN O DEMOKRATİK TEMELDE ÖRGÜTLENMİŞTİR. Proletaryanın bu şekilde örgütlendiği ve demokratik ve ulusal mücadelere katıldığı örnekler az değildir.

Demokratik sorun ve görevlerin çözümü de, sosyalist devrim sürecinde ve sosyalist devrimle birlikte, sosyalist demokratik bir içerikte olacaktır. Bu kendinde bir bağımsızlık sorunu, kendinde bir demokrasi sorunu, bunların küçük burjuva devrimci demokratik ve ulusal kurtuluşçu tanımlarını değil, bağımsızlığın ve demokrasinin sosyalizmle birlikte kazanılacağı ve gerçekleştirileceği bir ilişkiyi ve proletaryanın ittifaklarını da bu temelde kurmasını-proletaryanın siyasal ve fiili hegemonyasının zorunluluğunu- şart koşar. İŞÇİ SINIFI PARTİSİ, DEMKRATİK NİTELİKTEKİ SORUN VE GÖREVLERİ ,SOSYALİZM YÖNÜNDE DERİNELŞTİREREK VE SOSYALİST BİR İÇERİK KAZANDIRARAK ELE ALIR. DEMOKRATİK GÖREVLERİN ÇÖZÜMÜNÜ GEREKTİREN BİR AŞAMALILI BAĞLI KALMADAN SOSYALİST DEVRİM YOLUYLA ÇÖZÜLMEMİŞ DEMOKRATİK NİTELİKTEKİ SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNÜ ÖNGÖRÜR. Geride kalan demokratik sorun ve görevlerin çözümünü ve onlar için mücadeleyi yadsımaz ve ihmal etmez, fakat, onun mücadelesinin kapsam ve içeriği ve stratejisi, günlük çalışması, sosyalist görevler temelinde olacak , demokratik sorun ve görevleri bunlarla bağlantılandırarak ele alacaktır. Bu kavrayışa çıkılmadan ve buna uygun bir çalışma yürütülmeden -bugünkü iç tartışmalarımız açısından da söylersek-, çalışmanın ağırlığını faşizme karşı mücadele, anti emperyalizm oluşturuyor ve bunlar da sosyalizm perspektifi içerisinden ele alınmıyor ve bilfiil proletarya mücadelesi üzerinden yükseltme üzerinden yürütülmüyorsa, sosyalist devrimci olunamaz.

8)Sosyalist devrim de olsa işçi sınıfının diğer emekçi sınıflarla ittifakı devrim için zorunludur. O zaman bu ittifak nasıl olacaktır? Bu ittifak ilişkisi içerisinde devrimin sosyalist olabilmesi ve sosyalist kalabilmesi, proletaryanın fiili önderliğini ve diğer emekçi sınıflara hegemonyasının kabul ettirmesini şart koşar. Bunun gerçekleştiricek bir ilişki birincil koşuldur.İTTİFAKIN ÖNDER VE YÖNETİCİ GÜCÜ VE TEMEL GÜÇLERİNDEN BİRİSİ PROLETARYADIR; SOSYALİST DEVRİMİN DİĞER TEMEL GÜCÜ BÜYÜK ÇOĞUNLUĞUNU YARI PROLETERLERİN OLUŞTURDUĞU KENT VE KIR YOKSULLARIDIR. İŞÇİ SINIFIYLA KENT VE KIR YOKSULLARI İTTİFAKI, İŞÇİ SINIFI İLE KÖYLÜLÜK İTTİFAKINDAN FARKLI , BİR EMOKRATİK DEVRİM AŞAMASINI GEREKTİRMEYEN, DOĞRUDAN SOSYALİST DEVRİME YÜRÜNEBİLECEK, PROLETARYAYA DAHA YAKIN VE ÇIKARLARI BÜYÜK ÖLÇÜDE SOSYALİZMDE OLAN EMEKÇİLERİN- YARI PROLETERLERİN DAHA BÜYÜK SAYILARDA İÇERİİSNDE YER ALDIĞI BİR İTTİFAK NİTELİĞİNDEDİR.

PROLETARYANIN TOPLUMSALLAŞTIĞ TOPLUMUN DA PROLETERLEŞTİĞİ BUGÜNÜN KOŞULLARINDA EMEKÇİ SINIFLAR ARASINDAKİ İÇ ÇELİŞKİLERİN İLERİYE DOĞRU ÇÖZÜMÜ, GERİYE ÇEKİCİLİKLERİN AŞILMASI İMKANINI DAHA FAZLA SUNAN, SOSYALİST DEVRİM SÜRECİNDE OLDUĞU GİBİ SOSYALİST KURULUŞN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNE DE DAHA FAZLA İMKAN TANIYAN VE GÜÇ SAĞLAYAN BİR İTTİFAKTIR.

Proğram ve talepler yönünden bu ittifak proletaryadan farklı talepleri de olan bu kesimlerin bu taleplerini gözardı etmeden fakat onların çözümünü sosyalizm proğramına bağlayarak gerçekleştirilecektir.

Sosyalist devrim, proletaryanın dışındaki diğer emekçi sınıfların çıkar ve ihtiyaçlarını da karşılayacak bir devrimdir. Bu diğer emekçi sınıfların istek ve çıkarlarının proletaryanınkilerle bütünüyle özdeş olduğu, kendi sınıfsal durumlarına uygun istem ve ihtiyaçlarının olmadığı ve özel mülkiyetçi nitelikteki isteklerinden hemen vaz geçecekleri anlamına gelmez. Onların çıkarlarına uygun bu istek ve ihtiyaçlarınının karşılanmasının proletarya ile ittifak içerisinde mücadele etmeleriyle gerçekleşeceğini ve proletaryanın sosyalist proğramının ve bir siyasal ekonomik, toplumsal sistem olarak sosyalizmin onların beklentilerini de ileri düzeyden karşılayacağı anlamına gelir. Kuşkusuz bu proletarya ile diğer emekçi sınıflar arasındaki ilişkilerde çelişkili bir gelişmeyi ve ikna sürecini, bu sınıfların geriye çekme ve geriye dönme eğilimlerine karşı sürekli uyanık olmayı ve mücadeleyi gerektirir.

Sermayenin yeni birikim koşullarının, kapitalist küreselleşmenin, meta egemenliğindeki artış ve derinleşmenin en fazla sarstığı, alt üst ettiği sınıflardan birisi küçük burjuvazidir. Kırsal alanda küçük üretime dayanan orta köylülük hızlı bir gerileyiş ve çöküş, proleterleşme-proleterleşememe sürecine girmiştir. İşsizlik, açık ve gizli işsizlik olarak yaygındır. Küçük burjuvazi, kentlerde de sermayenin katlanarak hız kazanan tekelci gelişiminin saldırısı altındadır. Hem üretim hem tüketim yönüyle meta egemenliğinin kıskacı altındadır. Mülkiyet kaybı, işsizlik, işçileşme bu sınıfın bir çok kesimini vurmaktadır. Kendisini ekonomik olduğu gibi toplumsal olarakta bir anaforun içerisinde hisseden ve acı çeken, derin bir ümitsizlik ve öfke patlamalarının sarkacında gidip gelen küçük burjuvazi, bu durumunu teorileştirmekte, siyasetleştirmektedir. Yeni toplumsal hareketlerin-Sosyal Forumların, işgale karşı ve antiemperyalist hareketlerin- ana gücünü oluşturmaktadır. Kapitalist küreselleşmeyi, emperyalist saldırganlığı, yıkıcılığı, barbarlığı kendi sınıfsal toplumsal durumu içerisinden görmektedir. İçinde büyümüş olan “Barbarlık içerisinde yokoluş” korkusuyla “Başka bir dünya mümkün” arayışı bu sınıfın hem haleti ruhiyesini hem de-hem reformist hem de radikal kesimlerini kapsayan- siyasal tutumunu oluşturmaktadır. Kapitalist küreselleşmenin yıkıcılığına karşı ilk büyük dalgasal tepkiler, bu orta sınıf kesimlerinden gelmiştir. Proletarya bu hareketlere kısmen katılmış, nicel katılımı düşük sayılarda olduğu gibi nitel olarakta komünist örgütlerin, komünist strateji ve politikaların etkilerini artırdıkları bir varoluş olmamıştır.

Bugün proletarya yeni koşullar içerisinde henüz kendisini örgütleyebilmiş değildir. Proletaryanın bu sınıfa, küçük burjuvazinin hareket halindeki kesimlerine önderliği, öncelikle bugün gerilemişte olsa bu hareketin çekim etkisinin dışında kendisini örgütlemesine, kendi bağımsız örgütlenme ve eyleminin onun üzerinde bir çekim etkisi yaratmasına bağlıdır. Çözülüş halindeki küçük burjuvazinin geniş kesimlerini proletaryanın etki alanına çekmek, proletaryaya yakınlaştıran talepler üzerinden örgütlemek mümkündür. Fakat tekrar vurgulamak gerekirse bugün tüm dikkat ve çabamızı proletaryanın son yıllarda dünyanın bir çok bölgesinde gerçekleştirdiği küçüklü büyüklü sayıları krizle birlikte daha artmakta olan eylemlerine çevireceğiz, bunların örgütlenmesine yöneleceğiz, komünist ve devrimci hareketteki proğram bulanıklığını, ara akımlaşmayı gidermekte, orta sınıfların büyüyen gerici ve geriye çekici etkisini kırma noktasında yoğunlaştıracağız. (Ö. müz içerisindeki iç mücadelenin ekseni de budur.)

9)SOSYALİST DEVRİM PROLETARYANIN SİLAHLI AYAKLANMASIYLA GERÇEKLEŞECEKTİR. Devrimin stratejik hedefine ulaşabilmesi, proletaryanın silahlanmasını, silahlanmış proletarya devrimini zorunlu kılar. Bu, proletaryanın mücadelesini teorik, siyasal, ekonomik, kültürel bütün yönlerden örgütleyerek ve günlük mücadeleler içerisinde de proletaryayı devrime hazırlayan MİLİTAN BİR PROLETARYA HAREKETİnin geliştirilmesiyle olacaktır. PROLETARYANIN DEVRİMCİLEŞMESİ, SINIF MİLİTANLIĞININ GELİŞTİRİLMESİ, EKONOMİK VE SİYASAL MÜCADELELERDE YASALLIĞIN SINIRLARINI PARÇALAYAN BİR MÜCADELE HATTININ İZLENMESİ, SİSTEMLE DERİN BİR KARŞITLIK OLUŞTURMANIN VE SOSYALİST DEVRİMİ GERÇEKLEŞTİRMENİN TEMEL VE AYIRD EDİCİ KOŞULLARINDAN BİRİDİR. Ayaklanmayla ilgili revizyonist teoriler, onu gelecekteki bir anla sınırlayarak, günlük çalışmada da mücadelenin devrimci biçimlerle geliştirilmesine ve bu şekilde örgütlenmesine, devrimci çalışma tarzına karşı bir tutum içerisine girip ekonomist reformist, yasalcı bir hat izleyerek, demokratik görevlere de sırt çevirerek “sosyalist devrim”cilikle ilgisi olmayan bir “sosyalist devrim” savunuculuğu yapmış, bu görüş ve tutumlarıyla işçi hareketini reformizme hapsederek sınıf mücadelesinin ve sosyalist devrimci gelişiminin engeli olmuş, yangın söndürücü bir oynamışlardır.

Proleter sınıf mücadelesi, işçi sınıfının örgütlenmesiyle birlikte mücadelede işçi kitle militanlığını geliştirecek biçim ve yöntemlerle sınıf mücadelesinin alt biçimlerinden üst biçimlerine, tek bir eyleme bağlı olmayan genel silahlı ayaklanmaya doğru ilerleyecektir. İşçi sınıfına karşı her düzeyde uygulanan ekonomik ve siyasal teröre, hak gasplarına, yasaklamalara, keyfiliğe, baskı ve aşağılamaya karşı sınıfın özsavunma eylemi olarak EMEĞİN YUMRUĞU işçi sınıfının militan eylemini geliştirmenin günümüzdeki biçimlerinden biridir. İşçi sınıfının genel silahlı ayaklanması, burjuvazinin iktidarını yerle bir etmek ve iktidarı ele geçirmek için gerçekleştireceği mücadelelerin en üst, en şiddetli ve en yığınsal biçimidir.

10)Emperyalizm, üst gelişim aşamasındaki asalak ve çürüyen kapitalizmdir. Bu emperyalizm çağında üretici güçlerin gelişme göstermeyeceği, kapitalist emperyalist sistemin iç gelişim dinamiklerini tümden kaybetmiş olması demek değildir; gelişme hız ve büyümesi üretici güçlerin ulaştığı gelişim düzeyine göre olabileceğin gerisinde olmasının yanı sıra çok daha büyük ölçeklerde gerçekleşen sermaye birikim ve büyümesinin , meta üretim artışının ancak daha büyük ölçeklerde yıkım oluşturarak sürebiliyor oluşu, bununla birlikte ortaya çıkan yıkım ve çürümenin etki ve boyutlarının büyümesi, her alanı ve her düzeyi kapsar hale gelmesi, bünyenin bütününe yayılmış olmasıdır. Büyük miktarlara ulaşmış olan sermayenin büyüyen değerlenme sorunuyla birlikte Marks’ın dediği gibi kendisinin artan ölçüde “iç engeli”(Grundrısse) haline gelişiyle sermayenin doğrudan yıkımıyla da ortaya çıkan büyük ölçekli krizlere yol açmasıdır. Mevcut kapitalist üretim ilişkileriyle üretici güçler çelişkisinde karşıtlığın daha açık hale geldiği kapitalist emperyalizmin bu ileri gelişim aşamasında gelişim eşitsizlik ve dengesizlikleri daha da büyümüş olarak ortaya çıkmaktadır. Emperyalist tekeller ve ülkeler arasındaki ilişkiler ve çelişkiler, yeni biçimler kazanmaya başlamıştır. Emperyalist tekeller ve ülkeler arasındaki sorun ve çelişkiler sadece barışçıl yöntemlerle çözülemez; rekabet ve güç mücadelerindeki artışla birlikte doğrudan ya da dolaylı savaşlar dahil sert çatışmalar kaçınılmazdır. Emperyalist tekeller ve ülkeler arasında ittifak, sömürü ortaklığı, çelişkilerin barışçıl yolla çözümü ilişkilerin bir yönü olmakla birlikte sermaye birikim sürecindeki tıkanma ve krizler, hammadde kaynaklarının ve pazarların ele geçirilmesi mücadelesi, bölgesel ve dünya ölçeğindeki hegemonya mücadeleleri sadece barışçıl yöntemlerle çözülemez, çelişkilerin keskin bir hal alması ve sert çatışmalara da dönüşmesi kaçınılmazdır.(NOT:Lenin, Hilferding ve Kautksky nin düzenli kapitalizm, ultra-emperyalizm teorilerine karşı emperyalist tekeller ve ülkeler arasındaki ilişkileri, barışçıl ve barışçıl olmayan-şiddete dayalı ilişkiler olarak tanımladı. Emperyalist savaşların kaçınılmazlığını; savaşların temelinde özel mülkiyet ve rekabetin yer aldığını bu ortadan kalkmadıkça da savaşların kaçınılmaz olduğunu belirtti. Lenin’in yaklaşımı her durum ve koşulda emperyalistler arasındaki çelişkilerin keskin olduğu, olacağı, aralarında dünyanın geri kalanının ortaklaşa sömürüsünü ve mücadeleleri bastırmayı amaçlayan ve kendi aralarındaki çelişkilerin çözümüne dönük, iş birliği, uzlaşma, anlaşmalar olmayacağı anlamına gelmiyordu ve gelmez. Lenin, rekabet, eşitsiz gelişim, çelişkilerin büyüyüp şiddetlenmesi, savaş yoluyla çözümü ile, barışçıl, uzlaşma ve anlaşmalara dayalı olarak ilişkilerin yürütülmesini birlikte varolan iki eğilim olarak tanımlamıştır. Bazı dönemler biri, bazı dönemler diğeri öne geçer fakat her dönemde ikisi birlikte vardır. Eşitsiz gelişimle birlikte büyüyen rekabet ve keskinleşen çelişkilerin, paylaşılmış olanın yeniden paylaşımının nihai çözüm biçimi savaşlardır. Ama emperyalistler arasındaki ilişkiler ne her zaman aynı düzeyde keskindir, ne de her zaman sadece savaş yoluyla çözülür. Bir sol lafazanlık hastalığı olarak, çelişkileri her zaman keskin ve sadece savaş yoluyla çözülebilir olduğunu ileri sürmek, emperyalistler arasındaki güç dengelerindeki değişmeleri sadece bir yandan görerek yanlış siyasal tahlillere yol açtığı gibi-Amerikanın Irak ı işgali sonrası üçüncü dünya savaşına doğru gidildiği tahlili, “Dünyadaki gidiş” tahlili- sermayenin küresel temellerde ve daha üst düzeyde yoğunlaştığı ve merkezileştiği yeni birikim koşullarında emperyalist tekeller ve ülkeler arasındaki yeni birlik oluşumlarını ve çelişkilerin bunun içerisindeki biçimlenişini de değerlendiremez. Dünya da “üçüncü dünya savaşına doğru gidilmektedir” , Türkiye de de iç savaş için “psikolojik eşik” dahi “aşılmıştır.”! emperyalist ülke ve tekeller arasındaki çelişkilerin ne kadar çok keskin olduğunu, Türkiyedeki rejim krizi çelişkilerinin iç savaşa dönüşmekte olduğunu keskin tahlillerle ileri sürebilirsiniz. Üstelik bu tür keskin tahlillere bizim ö.müzde pek karşı çıkan olmaz.(Ve bu da ML açısından bir zaafa işaret eder.) Fakat bu tür tek yanlı görüşlerle , emperyalistler arasındaki, ülkede de burjuvazi içerisindeki ilişkilerin farklı yön ve boyutlarını hesaba katmadığınızda sizi siyaseten boşa düşürecek, taktik ve stratejide yanılgıya sürükleyecek sonuçlara ulaşmış olursunuz. Her durumda emperyalistler arasındaki, egemen sınıf kesimleri arasındaki çelişkilerin ne kadar keskin olduğunu söylemek değildir, “en devrimci” olmak. ML literatüre göre, sürekli bu şekilde tahlil yapanlar küçük burjuva anarşistler ve ve onlardan birşeyler alan sol lafazanlardır. Ve bugün bu tür analizler,sadece emperyalistler arasındaki çelişkilerin abartılması olarak değil, bu tür abartılı analizlerle onlardan medet uman sol kendiliğindenciliğin görüş açısından yapılmaktadır. ) EMPERYALİST TEKELLER VE ÜLKELER, DÜNYA HEGEMONYASININ ORTAK ÖRGÜTLERİNDE ÇELİŞKİLİ BİRLİK DURUMUNDADIRLAR. ARALARINDAKİ MÜCADELE , BU KURUMLARIN İÇERİSİNDE VE DIŞINDA SÜRMEKTEDİR. Üst tekelci kapitalist birlik oluşumları, küresel hegemonyanın kurumları içerisinde bir arada bulunma, ortaklık ve ittifaklar aralarındaki çelişkileri ortadan kaldırmaz. Sermaye birikim sürecindeki dengesizlikler arttıkça, gelişim eşitsizliklerinin büyümesiyle birlikte bu çelişkiler de büyür. Bu çelişkiler, tek bir kapitalist dünya ekonomisinin, tekeller arası birleşme ve ittifakların gelişimiyle ulus devlet yapısının dışına doğru çıkan biçimler almaktadırlar.

Sermayenin daha büyük ölçeklerdeki büyümesinin, birikim sürecindeki büyüyen tıkanmaların, gelişimdeki eşitsizlik ve dengesizlikteki artmanın ve çok daha büyük ölçeklerde ortaya çıkan krizlerin ortaya çıkarttığı bir diğer sonuç, zenginliğin ve yoksulluğun uçlardaki birikiminin hız kazanması,KAPİTALİST BİRİKİMİN MUTLAK GENEL YASASININ ETKİMESDİNİ ARTIRMIŞ OLMASIdır. Kar oranlarının düşme eğilimine karşı artı değer sömürü oranlarını artırarak(NOT: Kar oranlarının düşme eğilimi yasası da etkimesini artırmıştır. Kapitalistlerin gerçekleştirdiği yeni üretim ve emek organizasyonları, yeni ürünlerin pazara sürülmesi, meta kitlesini artırarak pazarı büyütmek, daha fazla spekülasyon, borçlandırma-faizcilik, yüksek tekel karları vb. yöntemleri olsa ve bunlar düşüş eğilimine karşı yönde etkide bulunsalar da kar oranlarının düşme eğilimi yasasının etkimesi sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesine, sermayenin toplam büyümesine bağlı olarak artmaktadır.) , yeni ürünler ortaya çıkartarak, meta üretimini büyütüp yaygınlaştırarak – toplam meta kitlesini artırarak- aşma yönelimi, sömürünün derinleştirilmesine, en yaşamsal ihtiyaçlara dahi hakim kılınmasına yol açmakta ve sınıf çelişkilerini daha açık ve belirgin hale getirerek büyütmektedir. Bunlarla birlikte artan ve büyük miktarlara ulaşan borç, faiz, borsa spekülasyonları ekonomide olduğu gibi toplumsal, siyasal dengeleri de bozmakta, krizlerle yeni alt üst oluşlara yol açmaktadır; iki, emekçi sımıfların metalar dolayımıyla, borç-kredi sistemleriyle, borsayla kapitalist sisteme kölece bağımlılığını artırırken, insanlar arasındaki tüm ilişkileri metaların yönetir hale gelişiyle toplumun bütününe yayılan ve tüm dokuları kaplayan bir çürüme ortaya çıkmaktadır. (Toplumsal, siyasal, kültürel , ahlaki çürümenin temelinde yatan kapitalist emperyalizmin üst gelişim aşamasındaki ekonomik etkenlerin, sermaye birikim sürecinden kaynaklanan sorun ve çelişkilerin görülmesi ve bu temelde açıklanması, iki, bunların-gelişimdeki artan dengesizleşme ve eşitsizliklerin- sadece emperyalist tekeller ve emperyalist ülkeler arasındaki çelişkiler yönüyle değil çok daha fazla önem kazanmış olarak sınıflar arasında büyüyen çelişki ve karşıtlıklar olarak, proletarya-burjuvazi çelişkisinin uzlaşmaz karşıtlık niteliğinin belirginleşmesi, mevcut kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişiminin artan ölçüde engeli haline gelerek, yeni bir ekonomik toplumsal sistemi-sosyalizmi- zorunlu haline getirişi, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak emperyalizmin aynı zamanda çürrüyen kapitalizm ve sosyalizmin arifesi oluşu yönünden görülmelidir. BU, EMPERYALİZM KARŞITLIĞININ KÜÇÜK BURJUVA ULUSALCI DEĞİL DERİN SINIFSAL VE ANTİKAPİTALİST İÇERİKTE OLUŞUNU BELİRLER. Sadece analizimizin bilimsel komünist olmasını sağlamayacak krizler ve çürüme, toplumsal yıkmın açıklanışı ve çözümleri konularında bizi reformist, anarşist, ezilenci, toplumsalcı her türden küçük burjuva sosyalizminden ayıracaktır. Üst gelişim aşamasında kapitalizmdeki çürümeyi ekonomi dışı bir alandan değil ekonomideki temelleriyle ve ekonomik düzeyde de yıkım biçimiyle ortaya çıkan bazı sonuçlarıyla değil kapitalizmin ekonomik yasalarına dayandırarak ve onların oluşturduğu sınıfsal karşıtlıktaki derinleşmeyle açıklamış olacağız. Kökten bir kapitalizm karşıtlığının ve mücadelemizin dayanacağı temel bu olacaktır. Bu yaklaşm bize, proleter sosyalist mücadelenin gelişeceği, büyüyeceği, 21. yüzyıla damgasını vuracağı ekonomik koşulların ve proleter sınıf mücadelesinin bilimsel temellerini kazandırmaktadır.

Kapitalist emperyalizmin bugünkü üst gelişim aşamasında çürüme, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel bütün alan ve düzeylere yayılmıştır ve birbirlerini etkileyerek derinleştirmektedir. Sermaye birikim süreçlerindeki tıkanma ve krizler, kapitalizmin meta egemenlik düzenindeki genişleme ve derinleşme, metalarla birlikte metaya dayalı ilişkilerdeki artışın tüm ilişkileri bütünüyle belirler, metaların insanları yönetir hale gelişi, ekonomide olduğu gibi siyasal, toplumsal çürümeyi de boyutlandırmaktadır. İNSANIN İNSANLA, İNSANIN DOĞAYLA İLİŞKİLERİN DE, BUNUN ÇOK SAYIDA GÖRÜNGÜSÜ VARDIR. Meta egemenliği derinleştikçe, ilişkiler çok daha fazla metaya dayalı-metalar aracılığıyla kurulur ve metalar tarfından yönetilir – hale gelmektedir ve bu başlı başına ve artan ölçüde, etkisini diğer alanlarada yayan TOPLUMSAL ÇÜRÜME etkenidir. Kapitalist birikimin mutlak genel yasası etkimesini artımıştır. Krizler ve krizlerle birlikte sermayenin daha da vahşileşen birikim politikaları, sömürünün yoğunlaşması, işsizlik, sefalet birikimi toplumsal yıkım ve çürümeyi-düşkünleşmeyi, bilisizliği, saldırganlığı- artırmaktadır. ARTAN YIKMLA BİRLİKTE ARTAN BİR DEĞERSİZLEŞME-TOPLMN VE BİREYLERİN ARTAN DEĞERSİZLEŞMESİ- ORTAYA ÇIKMAKTADIR. İşgücünün çok daha büyük sayılarda metalaştırılması, nispi ve mutlak artı değer sömürüsündeki diğer sömürü biçimlerindeki artış, sömürüye yeni biçimlerin eklenmesi, sıklaşan, büyüyen ve yıkıcılığı artan kriz dalgaları, toplumsal ve bireysel ilişkilerdeki bozulma, burjuva demokrasilerinin toplumsal temellerindeki daralma, burjuvazi içerisinde dahi küçük bir azınlığın iktidarı haline gelmesi, rüşvet, borsa, kredi, polis ve ordu gücüne, kitlelerin manipülasyonuna dayandırılan çürümesi, her biri siyasal eleştirimizin konusu haline getirilmelidir.

DÜNKÜ KOŞULLARDABİRBİRİNDEN DAHA AYRIK OLAN -BURJUVAZİ TARAFINDN DA ÖZELLİKLE BU ŞEKİLDE GÖSTERİLEN- EKONOMİK, SİYASAL VE TOPLUMSAL ALAN VE SORUNLARLA İLGİLİ MÜCADLELER, BUGÜN ÇOK DAHA BÜTÜNLEŞİK VE İÇİÇELİK TAŞMAKTADIR. ALT YAPININ ÜST YAPIYLA İLİŞKİLERİ, ÜST YAPININ KENDİ İÇİNDEKİ İLİŞKİLERİ ÇOK DAHA YOĞUN, İÇİÇE VE GEÇİŞLİ OLARAK ÖNCEKİNDEN FARKLILAŞMIŞTIR. Bugün ekonomik mücadeleler, kriz koşullarında DAHA artmış olarak güçlü bir politik mücadele dinamiği ve vektörüdür. Bugün toplumsal ilişkiler alandaki sorun ve konular, artan ölçüde siyasal mücadelenin konularıdırlar. Bugün insanın insanla, kadının erkekle, insanın doğayla olan ilişkilerinin sorunları ve çözümleri, artan ölçüde politikada olan, kapitalizm koşullarında çözümsüzlüğü daha açık bir şekilde ortaya çıkan, artan ölçüde kapitalizmin yıkılmasıyla çözülebilecek olan konu ve sorunlardır.

Cinsler arasındaki eşitsizliğe, erkeğin kadın üzerindeki baskı ve sömürüsüne son verilmesi, KADININ ÖZGÜRTLÜÜ SORUNU , kapitalizmdeki çözümüyle sınırlarına dayanmış ve ÇAĞIN BÜYÜYEN YANGINI olarak çözümü sosyalizmde olan BAŞLIBAŞINA bir mücadele dinamiği ve vektörüdür. Fakat çözümün sosyalizmde oluşu, cinsler arsındaki eşitsizlik ve erkeğin kadın üzerindeki egemenliği olarak ayrı bir yön içeren bu çelişkinin çözümünde kendi özgül dinamikleri üzerinden örgütlenmesini yadsıyan sadece proleter sınıf mücadelesine bağlayıp toplumsal bir eşitlik yaratarak çözme genellemeci yaklaşımından kesin bir kopuşu gerektirdiği gibi, sorunun aile içerisinde üretilişine karşı özel bir dikkat ve mücadeleyi de gerektirir. (örgüt çevre güçleri içerisinde ve ö. içerisinde fiili tasfiyecilik halinin etkisiyle artmış bir sorun olarakta vardır kadın sorunu.)

Kadın sorunuyla ve aile sorunuyla birlikte büyüyen bir ERKEK SORUNU da vardır. Kapitalizm, bunları birlikte yeni şekillerde kazandırarak birlikte büyütmektedir. Bu erkek sorunu da kadın sorunu ve aile sorunlarının çözümüyle birlikte, hepsi içinde insan ve birey kişilik ve gelişiminin yeni bir temelde tanımlanışı ve çözümüyle birlikte çözülecek sorunlar niteliği kazanmışlardır. Yine bu kapsamda bir başka çelişki, çocukların gelişimi ve eğitimi, çocuk hakları ve kuşaklar arası ilişkiler/çatışmaların çözümü, çocuklara karşı büyüyen toplumsal sorumluluk olarak ve çocuğun, gençlerin aileye ve burjuva sisteme bağımlı olmaktan kurtarılması sorunları olarak vardır. Bu ve benzer nitelikteki çelişkilerin egemen burjuva sınıf ve kültürüne bağlı şekillenme içerisinden ve burjuva sınıf egemenliğini yeniden üreten biçimdeki varoluşunu gözardı etmeden ve bu temelde sınıfsal siyasal mücadeleyi esas alırken sorunların ve çelişkilerin toplumsal yaşam ve ilişkilerin mikro alanlarındaki ortaya çıkışına, aile, arkadaşlık, çevre, semt, okul, ö. içi yaşam-alan çevreciliği, gettolaşma, kankalık gibi- ilişkileri içerisindeki ortaya çıkış biçimlerine karşı mücadele etmekten de geri durulmamalıdır.

Burjuvazi iktidarını kültürel biçimlerle, sosyal iş bölümü formlarına dayalı olarak olarak bizzat bu ilişkilerin içerisinde üretmekte ve egemen kılmaktadır. Burjuvazinin iktidarını bireylerin taa içine, tüm düşünce ve davranışına kadar sokmasını sağlayan bu ilişkiler olmasaydı, burjuvazi sadece siyasal egemenlik biçimiyle, sadece baskı ve zorla asla hakimiyetini sürdüremezdi. Burjuvazinin sınıf egemenliği ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel bütün halkalarıyla içiçe geçer ve burjuvazinin iktidarına dokusal bir sağlamlık ve esneklik kazandırır.

Burjuva sınıf egemenliğindeki derinleşme ve katmanlılaşmaya bağlı olarak önceki dönemlerle kıyaslanmayacak ölçülerde bu egemenlik, yaşam ve ilişkilerin bütün alan ve düzeylerine girmiş, dokulara, hücrelere sızmış hatta ele geçirmiştir. Kendimizden de başlayarak özel-genel, parça-bütün ilişkilerinin gelişkin diyalektik kavrayışıyla sınıf mücadelesinin yeni bir örgütleniş düzeyine çıkılması bunları bir bütün olarak görmeyi, bağlantılandırmayı ve bir eksende toplamayı gerektiriyor. Sınıf mücadelesinin makro alandaki örgütlenişiyle mikro alandaki örgütlenişinde, dışsal kavranışıyla içsel kavranışında da bir yaklaşım değişikliği-onu sadece makro/genel düzeyde ve dışta görmekten çıkacak- gerekiyor. Bunlar içiçedir, birbirini etkiler haldedir ve bir bütündür.

11)Emperyalizm çağı çürüyen kapitalizmi, her alanda ve her düzeyde çelişkileri büyütmekte, daha açık ve belirgin hale getirmekte ve uzlaşmaz karşıt niteliği daha görülür hale getirmektedir. Bu tespit, farklı alan ve düzeyler arasındaki ilişkileri öncekinden daha farklı ele almayı, taşıdıkları politik mücadele dinamiğini görerek ve proletaryanın sosyalizm mücadelesine bağlayarak, iktidar mücadelesinin bir parçası haline getirerek örgütlemeyi gerektirmektedir. BU İSE, SOSYALİST POLİTİKA KAVRAYIŞINDA, POLİTİKANIN İÇERİKLENDİRİLMESİ VE YAPILIŞNDA YENİ BİR YAKLAŞIMI VE YENİ BİR BAKIŞLA HAREKETİ ZORUNLU KILIYOR.GEREK BUGÜNKÜ MÜCADELENİN ÖRGÜTLENİŞİ, GEREKSE SOSYALİZMİN İNŞASINDA BİR KOPUŞ HALKASIDIR. Marks ve Engels serbest rekabetçi kapitalizmin son derece yıkıcı alt üstlerle gerçekleşen ilk gelişim döneminde keskin zekalarıyla tüm bu sorunları -emeğin yabancılaşması, ulus, kadın, aile, kent-çevre sorunu, önceki düşünüş ve değerler sisteminin alt üst oluşunu- görerek keskin saptamalarda bulundular. Fakat sonraki dönemlerde, kapitalizmle karşıtlık oluşturan, devrimi sınıfsal olduğu gibi toplumsal yönden derinleştirecek ve siyasal ufkunu büyütecek bu konu ve sorunlardan uzaklaşıldı. DEMOKRATİK DEVRİMCİLİK VE ONUN DAR ANTİFAŞİST SİYASALLIK DÜZEYİNDEN KAVRANIŞI BUNLARI TÜMÜYLE TOPRAĞIN DERİNLERİNE GÖMDÜ. VARLIKLARI DAHİ UNUTULDU. DERİNLEŞTİRİLİP BOYUTLANDIRILMASI GEREKEN ANTİ KAPİTALİST SINIFSAL ELEŞTİRİDEN UZAKLAŞILDIĞI GİBİ, ML ÇORAKLAŞTIRILDI, DEVRİMCİ SOSYALİST SİYASET ZEMİNİ İYİCE DARALTILDI.

Oysa bu konu ve sorunlar, kapitalizmin üst gelişim aşamasında emperyalizm çağında büyümüş, boyutlanmış ve derinleşmiş olarak ortaya çıkmaktaydı. Marksizm teorik hazinesinde var olan bu konular, feminizm, çevrecilik gibi küçük burjuva akımlarla, anarşistlerce yeniden gündemleştirildi.

Emperyalizm, çürüyen kapitalizmdir. Çürüme ve yıkımlar, sermaye birikim sürecinin ve genel olarak son aşamasındaki kapitalizmin iç çelişki ve gelişimdeki eşitsizlik ve dengesizliklerden kaynaklanmakta, sadece ekonomik alanla da sınırlı kalmadan toplumsal ve siyasal yaşamın her alan ve konusuna, bütününe doğru artan ölçüde yayılıp derileşmektedir. Kapitalizmin mutlak genel yasası etkimesini artırmaktadır. Baskın eğilim budur. DOLAYISIYLA BU KONLAR GİTGİDE ARTAN ÖLÇÜDE POLİİTKANIN GÜNDEMİNE GİRMİŞLERDİR VE DEVRİMCİ POLİTİKANIN DİNAMİKLERİ HALİNE GELMİŞLERDİR. YENİ PARTİ PROĞRAMININ, STRATEJİ VE TAKTİĞİNİN , POİTİKALARIN BUNLARI DA KAPSAMINA ALACAK BİÇİMDE İÇERİKLENDİRİLMESİNİN VE ÇALIŞMALARIN BUNLARI DA İÇEREREK YÜRÜTÜLMESİNİN KONULARIDIR.

12)Komünist partisi, önderlik, kadro yapısı, örgütlenme ve çalışma tarzıyla, iç işleyişi ve kitlelerle ilişki kuruşuyla ruhunu ve felsefesini komünizmin oluşturduğu yeni bir örgütlenme temeline sahip olacaktır.

Bunun, bizim gelişimimiz ve örgütsel gerçekliğimiz içerisindeki gelişimi, bugün bütünüyle bozunma uğramış, çevreselleşmiş dar örgüt önderlik, kadro yapısı, örgütlenme ve çalışma tarzından köklü bir kopuşla birlikte gerçekleşecek olmasıdır. Eskimiş, çürüyen, bugüne yanıt vermeyen yanların kopartılıp atılması ve X’in gelişkin yanlarının da dönüşümüyle gerçekleşecek , sürekliliğini bu şekilde oluşturan bir devrimci kopuş olmadan yeni ve daha gelişkin bir parti görüşüne sıçranamaz. Sadece X le de sınırlı olmayan köklü bir devrimci kopuş, bugün gelişimin birincil koşulu haline gelmiştir. Böyle bir kopuş olmadan ve yeni fikirlere dayanan bir kuruculuk olmadan bir gelişimden söz edilemez.

Bu parti, burjuva sınıf egemenliğinin bugün ulaşmış olduğu düzeyde, proletarya devriminin gelişen yeni koşulları içerisinde proletaryanın devrimci sınıf savaşımını en üst düzeyden örgütleme, sosyalist devrimi gerçekleştirme hedefiyle örgütlenecek, örgütlenme ve varoluşunun temel koşulunu bu oluşturacaktır. Bu yeni tipte parti, burjuva sınıf egemenliğinin bugün aldığı biçimlere, ulaşmış olduğu gelişkinlik durumuna yanıt vermek için, amatörlüğe karşı savaş açmanın yanısıra kaba iş bölümü ve ayrımları ortadan kaldıran, çok yönlü ve içiçe geçişli bir faaliyetin örgütlenebilmesi için teoriyle siyaset, siyasetle örgütlenme, örgütlenmeyle pratik, bir bütün olarak teoriyle pratik ilişkilerinin yüksek düzeyde bir birliğini kuracak olan bir iç örgütlenme ve ilişki sistematiğine sahip olacaktır. Gelişkin bir kolektivizasyonu da gerektiren ve uygulandıkça da geliştirecek olan bu sistem, temel işleyiş ve ilişki biçimiyle 4.4 tür.

13)Devrimci proletarya STRATEJİ VE TAKTİĞİNİ mali sermayenin günümüzdeki üst düzeydeki yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle kurduğu oligarşik hakimiyete, birikim sürecinin sermayenin artan ölçüde kendi iç engeli haline gelmesiyle büyüyen çelişki ve dengesizliklere, bunların kapitalist emperyalist sistem içerisinde artan dengesizleşmeyle birlikte büyüyen gelişim eşitsizliklerinin yol açtığı ve yol açacağı keskin çelişkilere, yeni konu ve sorunlara doğru da genişleyen çelişkilere, kapitalist üretim ilişkilerinin dünya ölçeğinde hakim hale gelişi ve proletarya-burjuvazi çelişkisinin belirleyici temel çelişki niteliği kazanmasına , kapitalist birikimin mtlak genel yasasının etkimesini artırmasıyla sınıf çelişkilerinin keskinleşmesine, tüm bunların tümünden çıkartılan sonuçlarla proletarya devriminin yeni koşullarına uygun olarak belirler. Bu gelişmelerin kimi yönlerindeki zayıflıkları, karşı yöndeki eğilimleri görerek bunları da etkisizleştirecek ve aşacak, kendi zayıflıklarını da giderecek bir strateji ve taktikle mücadelesini örgütler. GİRİLEN DÖNEM PROLETARYA DEVRİMLERİNİN YENİ KOŞULLARINI ORTAYA ÇIKARTTIĞI GİBİ, ÖNCEKİNDEN ÇOK DAHA GÜÇLÜ VE GELİŞKİN OLACAK PROLETARYA DEVRİMLERİNİN SIÇRAMALI GELİŞME VE DALGASAL DEVRİMCİ YÜKSELİŞİNİN YENİ KOŞULLARINI DA ORTAYA ÇIKARTMAKTADIR. KOMÜNİST PARTİ VE DEVRİMCİ PROLETARYA HAREKETİNİN STRATEJİSİNİ BELİRLEYECEK OLAN DA BUDUR. Belirtilenler, bir, proletarya-burjuvazi çelişkisini, sosyalizm-kapitalizm karşıtlığını merkeze koyan net bir proletarya devrimi ve dünya proletarya devrimi stratejisini; çözüm gerektiren ulusal ve demokratik nitelikteki görev ve sorunların çözümünü proletarya devrimine bağlamayı; iki, proletarya devriminin görevlerinin kapsamı büyür, onlara yenileri eklenirken, görev ve hedeflerin tanımlanmasında, örgütlenme ve çalışma tarzında sınıf mücadelesinin her türlü dar kavranışı ve örgütlenişinin üstüne çıkan bir taktiksel zenginliği, üç, stratejiye sıkı sıkıya bağlı yürütülen taktiğin emperyalist kapitalist sistemin büyümekte olan çelişki ve dengesizliklerinin, gelişimdeki eşitsizliklerin, her alana doğru yayılan kapitalist çürümenin ortaya çıkarttığı mücadeleyi büyütme imkanlarını an be an değerlendirecek bir zenginlik ve dinamizme, geçişliliklere sahip olmasını, dört, stratejinin ve taktiğin bu tarihsel döneme uygun olarak emperyalist kapitalizmin güçlenmiş, katmanlılaşarak derinleşmiş hakimiyetine, bu derinleşen hakimiyetin kitleleri sistem içerisine çekip özümlemesinin bütün biçim ve yöntemlerine, proleter sınıf mücadelesinin gelişimiyle artacak ve şiddetlenecek olan saldırganlığına karşı onu etkisizleştirip yenilgiye uğratacak son derece esnek ve son derece savaşçı, inisiyatifi ele alan, iktidar hedefinden bir an bile kopmayan bir strateji ve taktik olması zorunludur. Komünistlerin ve devrimci hareketin yenilgilerle birlikte direnme ve savunma düzeyinde kaldığı, iç çözülmeye uğradığı, varoluşunu ancak bu koşulların içerisinde gerileyerek sürdürebildiği on yıllardır süregelen bir durumdan çıkacak proğram, strateji, taktik ve bunları karşılayacak bir örgütlenmeyle inisiyatifin alınacağı subjektif koşullar oluşturulmalıdır. Beş;Gerek parti, gerek her düzeydeki sınıf örgütlenmesinde subjektif yönün aşırı geriliği ve zayıflığı proleter sınıf mücadelesi ve devrim savaşının geliştirilmesinin başlı başına NESNEL ENGELİdir. VE BU ENGEL, YENİ TİPTE BİR PARTİ ÖRGÜTLENMESİYLE , PROĞRAM, STRATEJİ , ÖRGÜTLENME VE POLİTİKALAR , ÖNDERLİK VE KADRO YAPISINDA, KOŞULU ÖNCEKİNDEN DEVRİMCİ BİR KOPUŞ OLAN KÖKLÜ BİR SIÇRAMA VE DÖNÜŞÜMLE AŞILMAYA BAŞLANMADAN VE AŞILMADIKÇA PROLETARYA MÜCADELESİNİN GELİŞİMİNDEN VE BİR PROLETARYA DEVRİMİNDEN SÖZ EDİLEMEZ. ÇÖZÜM GEREKTİREN BİR NUMARALI SORUN BUDUR.

Tek bir kapitalist dünya ekonomisinin ortaya çıkmasıyla birlikte ortaya çıkan proletarya devrimlerinin dünya ölçeğinde varolan objektif koşulları, sistemdeki gelişim eşitsizlik ve dengesizliklerindeki artış, sermaye birikim süreçlerindeki tıkanma ve artan ölçüde kendisinin iç engeli haline gelişi ve çok daha büyük ölçekli krizlerin yaratacağı yıkım ve sarsıntılarla, sınıf mücadelerinin gelişimiyle ortaya çıkacak ve bir iki ülkeyle de sınırlı kalmayacak devrimci durumlar, bunlara uygun bir strateji ve taktiği, örgütsel konulanış ve güç mevzilendirmesini, hazırlanmayı ve en baştada bu yönde bir GELECEK BİLİNCİ oluşturmayı gerektiriyor. Biz bunu 21. YÜZYILA SOSYALİZMİ YAZMA İddia ve hedefiyle tanımladık. Bu bilinç, proletarya devriminin yeni koşullarına ve proletarya devrimlerinin yeni dalgasal yükseliş dönemine yanıt verecek bir tarihsel inisiyatif ve ataklık, proğramımızda, örgütlenmemizde, strateji ve taktiğimizde, proletaryanın her savaşçısının bilincinde ve ruhunda -yaşanmış yenilgilerin, durgunlukların ezik, sinik, savunmacı, direnmeci, eleştirellikle sınırlı düşünce ve psikolojisinden kurtulmuş olarak- yer etmelidir. GELECEK KOMÜNİZMİNDİR. Bugünkü çalışmanın sorun ve güçlükleri ne olursa olsun bunun bilinci ve özgüveniyle dolu kapitalizme meydan okuyan komünistler olmalıyız.

Devrimci proletaryanın strateji ve taktiği, asla bir devrimi hedeflemeyen reformist kuyrukçu kendiliğindenci strateji ve taktiklerden de, kolay devrim hayalindeki sürekli ve abartılı devrimci durum tespitleri yapan, hareketin gelişim düzeyindeki farklılıkları görmeyen ve bunların sorunlarını çözmeye uzak sol kendiliğindenci strateji ve taktiklerden de ayrıdır. Her ikisini de proletaryayı örgütleme ve mücadeleye sokmanın ve proletarya devriminin önündeki engeller olarak görür.

14)Tüm bu söylenenlerle de bağlantılı olarak, bunların kavranılması ve uygun bir politika ve pratiği örgütleyebilmek için felsefi düşünüşümüzde de bir sıçrama zorunludur. Burjuvazi, kapitalist küreselleşmeye uygun yeni bir dünya kavrayışı oluşturabilmek için pozitivizmine diyalektik ögeler ekledi. Pragmatizmi post modernizmle birleştirdi. Bunları, siyasetin örgütlenmesinden toplumun örgütlenmesine düşünüş ve hareketinin felsefi temeli haline getirdi. Üretim ve emeğin toplumsallaşmasıyla ortaya çıkan yeni durumun devrimci kavranışını önleyebilmek için dinsel idealizmi, tutuculuğu, eklektizmi, belirsizliği yüceltti. Kaotikliği derinleştirdi. Kendi sistemini ve düzenini bunların üzerinden hakim kıldı. Marksist Leninist komünistler ve bilimsel sosyalizmden etkilenen diğer devrimciler ise, diyalektik materyalizmden olguculuğa ve metafizik yöntemlere, maocu basit çelişki kavrayışına doğru gerilediler. Siyasal stratejilerinin, dönem devrimciliğinin felsefi temellerini de bunlar oluşturdu. Hem diyalektik materyalizmden, hem tarihsel materyalizmden uzaklaşıldı. (siyasal devrimciliğin felsefi dayanağı, dar deneycilik, olguculuk, basit çelişki kavrayışı, neden sonuç ilişkilerinin etki-tepki darlığı içerisinde kurulmasıdır. Bizim güçlerimizin büyük çoğunluğu da içinde olmak üzere devrimci harekette düşünüş ve davranışı belirleyen bunlardır. Diyalektik ve tarihsel materyalizm kavrayışı, mücadelede ve yaşamdaki uygulanışı çok geridir.)

Bugünü kavramak ve dönüştürmek için diyalektik materyalizmimiz çok daha fazla DİYALEKTİK materyalizm, tarihsel materyalizmimiz çok daha fazla TARİHSEL materyalizm olmak zorundadır. Ekonomik, olanla siyasal olanın, siyasal olanla toplumsal olanın, toplumsal olanla kültürel olanın, alt yapıyla üst yapının, objektif alanla subjektif alanın, madde ile bilincin, öncü ile kitle ilişkisinin, önderlik kadrolar ilişkisinin, iç siyasetle dış siyasetin, parçayla bütünün, özelle genelin, her birinin diğeriyle daha geçirgen ve içiçe geçişli olan ve karşılıklı etkiyi içeren ilişkilerinin kavranması, farklı alan ve düzeyler arasındaki ilişkilerin kuruluşu, yeni bir süreç kavrayışına çıkmak, strateji ve taktiğin yeni bir ilişkilendirilişini gerçekleştirmek, sosyalist inşanın sorunlarına yeni bir bakış geliştirebilmek, felsefi alanda da bilimsel ve toplumsal gelişimin verilerini bize sunduğu felsefi bir sıçramayı, temelinde bunun yer alacağı bir zihniyet dönüşümünü gerektiriyor. Bu olmadan ne bugünkü ekonomik, toplumsal koşullar anlaşılabilir ne de siyaset zemininde burjuvazinin karşısına güçlü ve onu yenecek biçimde dikilinebilir.(Örneğin, bazı yol.larımız “DİNAMİK TAKTİK ÖNDERLİK” kavramını benimsediler. Evet, bugün gereken dinamik taktik önderliktir. Bunu gerçekleştirecek güçleri oluşturmak bu sorunun ayrı ve ana bir yönü olmak üzere böyle bir felsefi kavrayışa ulaşılmadan değişkenlikleri, iniş ve çıkışları, ani sıçramaları ve farklı yöne akışları içerisinde süreç dinamikleri görülemez, süreçler birbirleriyle ilişkilendirilemez ve bunlara uygun ö.sel konumlanma, zaman ve frekans ayarları da gerçekleştirilemez. “Süre durumlu” hantal bir taktik yaklaşımla çalışmalar sürdürülür. Bunun için dönem, kesit, an ögelerini ayrı ayrı ve içiçe alabilecek bir zaman kavrayışı, çelişkileri dinamik olarak birbirleriyle olan etkilişim ve yer değişimleriyle ve gelişme yönünden kavrayacak, sıçrama potansiyellerini görecek bir süreç kavrayışı ve güçleri gerektiğinde hızla bir yönden bir başka yöne, bir durumdan bir başka duruma geçirtebilecek dinamik bir önderliği, dinamik bir kadro yapısını ve yapısal bir örgütsel esnekliğe sahip olmak gerekir. )

Dünya kaotik bir geçiş dönemindedir. Üretim ve emeğin artan ölçüde toplumsallaşmasına karşın üretim ve emek organizasyonları, sosyal iş bölümü formlarının kapitalist örgütlenişiyle artan ölçüde parçalanmış, ayrım ve çelişkili bir toplumsal yapı vardır. Bilimsel teknolojik devrimsel gelişim, toplumsal gelişim ve ilişkilerin aldığı bugünkü biçimler, küreselleşme yeni bir dünya algısını ve kavrayışını gerektirmektedir. BU GELİŞMELER, HIZ/ ZAMAN/MEKAN PARAMETRELERİNİ DEĞİŞTİRMİŞTİR. Bu gelişmeler, materyalizmi de diyalektiği de geliştirmeyi, nateryalizmle diyalektik ilişkisini, bilinç/madde ilişkisini, çok daha güçlü ve dinamik kurmayı, belirsizlik felsefeleriyle, idealizmle savaşırken kaba belirlenimcilikten uzaklaşmayı belirsizlik felesefeleri kulvarına da girmemeyi gerektiriyor. “HEM, HEM DE” İLE “YA BU, YA BU” ARASINDAKİ İÇSEL BAĞI, İÇ İÇE GEÇİŞLİLİİ, İÇ İÇE GEÇİŞLİLİĞİN FARKLILKLA BİRLİKTE VAR OLUŞUNUVE BU FARKLILIĞIN KARŞITLIK BİÇİMİNİ ALABİLECEK OMASINI DA GÖREN, BUGÜN HALA KAVRANILMAKTAN UZAK OLUNAN VE KAVRANILMADIKÇA DA BUGÜNKÜ DÜNYANIN YENİ TOPLMSAL VE SINIFSAL İLİŞKİ DURUMLARININ KAVRANILAMAYACAĞI, “HEM HEM DE” DİYECEĞİMİZ DURUMLAR OLDUĞU GİBİ “YA BU, YA BU” DİYECEĞİMİZ DURUMLARIN DA OLDYĞUNU UNUTMAYAN, NEDENSELLİK BAĞLARINI ETKİ-TEPKİ İLİŞKİLERİNİN ÖTESİNDEN KAVRAYAN GELİŞKİN BİR DİYAELEKTİK MATERYALİZM KAVRAYIŞI DÜZEYİNE SIÇRAMALIYIZ. Maddenin atom altı-kuantum- bilgisi, genetik gelişimin bilgisi, evrendeki oluşum ve hareketin bilgisi ve bugünün ekonomik, toplumsal, kültürel ilişkilerinin ve sınıf mücadelesinin bilgisi, bilginin genel gelişme düzeyi bize bunun imkanını vermektedir. Diyalektik ve tarihsel materyalizmde KUANTUM FİZİĞİ VE BELİRSİZLİK FELSEFELERİ ile başlattığımız sıçramayı derinleştirmeliyiz.

15) Proletarya devrimi siyasal sınıfsal bir devrim olduğu gibi ekonomik ve toplumsal bir devrimdir de. Proletarya devriminin siyasal sınıfsal olduğu gibi ekonomik ve toplumsal bir devrim de olması, proletaryanın sadece burjuva sınıf iktidarını yıkıp parçalayarak siyasal iktidarı devralmakla yetinmeden varolan kapitalist ekonomik toplumsal, kültürel sistemi yıkıp parçalayarak yerine yeni bir ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel sistem, sosyalist bir toplumsal sistem kurmasıdır. Bunun en özlü tanımı, üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyetine son verilmesiyle iş gücünün meta olmaktan çıkması ve genel olarak meta egemenlik sisteminin sona erdirilmesi ve bu sayılanlar üzerinden yükselen ve burjuvazinin sınıf egemenliğinin araçları olan toplumsal, siyasal ve kültürel bütün kurum ve ilişkilerin yıkılıp parçalanarak derin bir toplumsal dönüşümle bunların sosyalist düzeyde, yeni bir temelde kurulmasıdır.

16)KOMÜNİST DEVRİM ÖNCEKİ HİÇ BİR DEVRİMDE OMAYAN KADAR DERİN BİR TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMÜ ÖNGÖRÜR. Sosyalist devrim, önceki devrimlerdeki sömürücü bir sınıfın yerine bir diğer sömürücü sınıfın geçmesinden ve öncekilerin egemenlik araçlarını devralıp değişikliğe uğratarak kendi sınıf amaçlarına uygun biçimde kullanmasından farklı olarak sömürüyü ve sömürünün her biçimini ortadan kaldırma, işçi sınıfının kendi sınıf egemenliğini, sınıf egemenliğinin aracı olarak devleti, sınıf olarak kendisini de ortadan kaldırma amacı ve hedefi ve özellikleriyle bütün önceki devrimlerden ayrılır ve bu amaç, hedef ve özellikler proletarya devrimine EVRENSEL bir nitelik kazandırır. Proletarya mücadelesinin ve sosyalist devrimin bu ayırdedici özellikleri kavranılmadan, ifadesini komünizmde bulan nihai amaca uygun bir strateji içerisinde yürünmeden proletarya devrimini bütün önceki devrimlerden ayıran bu evrensel nitelik anlaşılamaz.

Proletarya, kendi sınıf egemenliğini de sonlandıracak, komünist partinin gereksizleşeceği, iktidar aracı olarak devletin sönümleneceği, işgücünün meta olmaktan çıkmasıyla birlikte sınıf olarak kendisininde yok olma sürecine gireceği bir devrimi örgütler. Proletarya devrimi, adı “komünizm” olan sınıfların olmadığı, “herkesten yeteneğine göre/herkese ihtiyacına göre” ilkesinin geçerli olacağı yeni bir tarihsel sürecin kapısını açar.

17)PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ VE PROLETER EMOKRASİ; “DEVLET OLMAYAN DEVLET” ;PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNÜN ORGANLARI OLARAK KONSEYLER; BURJUVA DEMOKRATİK PARLAMENTER SİSTEMİN KARŞSINA KOYACAĞIMIZ PROLETER DEMOKRATİK KONSEY/SOVYET SİSTEMİDİR;VPROLETER DEMOKRASİ, KONSEYLER DEMOKRASİSİDİR: Proleter demokrasi en gelişkin burjuva demokrasisinden daha gelişkin bir demokrasidir. Onu burjva demokrasisinden ayrıd eden ve daha gelişkin kılan temel özellikler nelerdir? Bir; proletarya diktatörlüğü, sömürücü bir sınıfın egemenliğine dayanmaz; baskıyı burjuvazi gibi sömürü amacıyla ve onu sürdürmek için değil sömürü düzenini geri getirmek isteyenlere, devrilmiş iktidarı geri almak isteyen burjuvaziye karşı, onun amacına ulaşmasını engellemek için kurar. Bu ilkel komünal toplumdan bu yana tarih boyunca hiç olmayan , proletarya diktatörlüğünü önceki sınıf egemenliklerinden -feodal ve burjuva sınıf diktatörlüklerinden- ayırd eden birinci özelliktir. İki;Proletaryanın sınıf egemenliği ve sınıf egemenliğinin devlet örgütlenmesi olarak proletarya diktatörlüğü burjuva demokrasisi ve burjuva sınıf diktatörlüğünden farklı olarak azınlığın çoğunluk üzerindeki değil çoğunluğun azınlık üzerindeki diktatörlüğüdür. Üç; bu nitelikleri ve örgütlenişiyle devleti, gitgide toplumun üstünde ve ona yabancılaşan bir kurum olmaktan çıkartır. İşçi sınıf devrimiyle birlikte devleti ortaya çıkartan, sınıf egemenliği ve baskı aracı, sömürüyü sürdürme aracı olan koşullar topyekun bir değişikliğe uğramış, devlet, bu haliyle “devlet olmayan devlet”özelliği kazanmıştır. Bir yönetim aygıtı olarak devletin kurumsal örgütlenişi de onun bu niteliğine uygun sınıfın karar ve uygulama ve denetim süreçlerine artan ölçüde dolaysız katılımını ön koşul olarak görür. Önceki yapısıyla ordu ve polis olmayacağı gibi, memurların halkın üzerinde ve ayrıcalıklı konumuna son verir ve onların halkın hizmetinde olacağı ve istenildiğinde geri çağrılabileceği bir işleyişi koyar. Devrimin örgütleniş sürecinden başlayarak ve işçi devrimiyle üst düzeye çıkacak olan işçi sınıfınn özgirişkenliğini artmış olarak, kitle inisiyatifi ve bilincinin doğrudan yönetim yönünde geliştirilmesiyle temsililiğin dolaylı bütün biçimlerine artan ölçüde son vererek yönetimin KONSEYLER VE KOMÜNLER temelinde doğrudanlaştırılmasını hedefler, gerçekleştirir, bunun kurum ve araçlarını geliştirir. ÜRETİM VE YÖNETİM BİRLİĞİNİ SAĞLAR. Bu üç temel özellik, proletarya diktatörlüğünü, burjuva sınıf diktatörlüğünden, proleter demokrasiyi, burjuva demokrasisinden ayırır. Ona, burjuva demokrasisinin en gelişkin olanının -burjuva parlamenter demokratik cumhuriyetin, onun sosyal demokratik biçimlerinin, küçük burjuva demokrasisinin- dahi hiç bir zaman ulaşamayacağı kadar gelişkin bir demokratik nitelik kazandırır. Bunlar ne kadar genel, eşit ve gizli oy sistemleriyle, parti çoğulluğuyla, parti içi demokrasisiyle ne kadar demokratik olursa olsun, ulaşabileceği en ideal biçimlerde dahi meta ilişkilerine dayalı bir sınıf egemenlik sistemi üzerinden yükselir, bunun belirlediği ilişkiler siyasal ilişkiler-para gücü, rüşvet, ayrıcalıklar, örtbas etmeler olarak sürer, temsililik oluşturan mekanizmalar içerisinde bunlar yürütülür. Ayrıca çoğul parti yapılarına ve parlamentoya dayalı bu ilişkiler sistemi burjuva sınıf egemenliğine daha geniş bir temel kazandırdığ gibi, temsililik özelliği, emekçi sınıfların siyasal yaşama doğrudan katılmalarını, kararlarını kendilerinin almalarını önler. İşte işçi demokrasisisin gelişimi ve örgütlenişindeki ayırdedici yön budur; o, emekçi yığınların devrimci eyleminden, olağanüstü girişkenliğinden doğar ve bu özgirişkenlik, bilinçsel gelişimle birlikte yönetsel görevlerde artan ölçüde yer almayla ve kendileriyle ilgili kararları kendilerinin almasıyla yeni bir düzeye çıkar ve süreklileşir. En gelişkini bile olsa hiç bir burjuva parlamenter demokratik cumhuriyet, emekçi sınıfların öz girişkenliklerinin gelişimine ve siyasal yaşama bu şekilde katılmalarına olanak tanımaz. (Son olarak İsviçre’de maliyeti 8 milyar dolar olan bir tünelin açılıp açılmaması halk oyuna sunuldu ve kabul olundu. ama kantonal yönetimlerinde olduğu bu İsviçre de kendinize ait bir evin bodrum katına izin almadan bir çivi dahi çakamazsınız. Çünkü başta Zürih olmak üzere kentin altı banka kasalarıyla doludur. Kentin altına olduğu gibi üstüne, İsviçre demokrasisine de hükmeden de bu bankalar ve uluslararası düzeydeki iki-üç tekelin oligarşisidir. Onların kabul edilmiş hükümranlığıdır.)

Proletarya ve en yakın müttefiklerinin-kent ve kır yoksullarının gerçekleştireceği sosyalist devrim, öncekilerden farklı olarak azınlığın değil çoğunluğun devrimidir. Devlet örgütlenmesi olarak proletarya diktatörlüğü de devrimin bu nitelik ve özelliğine uygun olarak azınlığın değil büyük çoğunluğun devleti, iktidar aracıdır. Proletaryanın sınıf egemenliğinin aracı olarak proletarya diktatörlüğü devlet yapısı, örgütleniş ve işleyişiyle devrimin ve iktidarın bu çoğunluğa dayanan ve sömürücü olmayan niteliğine uygun bir yapı, örgütlenme ve işleyişe sahip olacaktır. Sömürücü sınıflara, kapitalizmi geri getirmek isteyenlere karşı diktatörlük uygulayacak olan proletarya iktidarı, azınlığın değil büyük çoğunluğun iktidarı olma, her türlü baskı ve sömürüyü nihai olarak sonlandırma özellik ve amacına uygun olarak “DEVLET OLMAYAN DEVLET” özelliğini de içerisinde barındıran kendisini sönümlenmeye doğru götürecek bir demokratik yapılanma ve işleyişe sahip olacaktır. Proletaryanın kendisi dahil sınıfların ortadan kalkması süreciyle birlikte, demokrasinin en gelişkin ayni zamanda proletaryanın sınıf egemenliğine dayanan biçimi olarak proleter demokrasinin de sönümlenerek ortadan kalkacağı KOMÜNAL BİR ÖRGÜTLENİŞe sahip yeni bir toplumsal duruma geçilecektir.

Komünizmde işçi sınıfı dahil sınıflar yoktur. Bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenliği, baskı kurması ve baskıyı gerektiren koşullarda yoktur. Toplumsallaşan bir özgürlük temelinde toplumsallaşmış ve güçlü bir özgelişime sahip bireylerin ve komünal toplulukların aralarında kurdukları ilişkilerdir. KOMÜNAL TOPLUMSAL İLİŞKİLER, ÖZWERK VE ÖZYÖNETİMSEL İLİŞKİLERDİR. İhtiyaçlar, ihtiyaçların tanımı ve kavranışı, görev, sorumluluk, haklar kavrayışı, işlerle ilişki kuruş, işlerin yapılışı ve yürütülüş biçimleri, ortak yaşamı düzenleyen kurallar-“ŞEYLERİN YÖNETİMİ” haline getirilerek-, toplumsal üretkenliğin ve bilincin-toplumsal bilincin ve toplumsalaşmış birey bilincinin- ulaştığı gelişme düzeyiyle birlikte topyekun değişmektedir. Bütün bunlar toplumsal ilişkileri de bütünüyle değiştiren önceki biçimiyle bir yönetselliği ve bu nitelikteki organ ve kişileri gerektirmediği gibi, ihtiyaçların belirimine ve gönüllü tercihlere göre kurulan ortak yaşam ilişkilerinde de topluluk ve bireylerin kendini gerçekleştirme ve geliştirmelerinin önünü açan bir toplumsal yapı olacaktır. Toplumsallaşmış bireylerin özgür gelişimini sağlayan, bunun olanaklarını açan bir yapı.

PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ DEVLETİNİN TEMEL KURUMLARI KONSEYLERDİR. PROLETER DEMOKRASİ, KONSEYLERDEMOKRASİSİDİR. KONSEYLER İŞÇİ SINIF İKTİDARININ DOĞRUDAN ARAÇLARIDIR. PROLETER DEVLETİN KONSEYLERE DAYANAN YAPISI , ONUN EN GELİŞKİN BİR BURJUVA DEMOKRASİSİNDEN DAHA GELİŞKİN BİR EDEMOKRATİK ÖRGÜTLENİŞE SAHİP OLDUĞUNU GÖSTERİR. Sosyalist demokrasi ve onun devlet örgütlenmesi, emekçi sınıfların büyük çoğunluğu karşısında burjuvazinin azınlık iktidarı olan en gelişkin burjuva demokrasi biçiminden daha gelişkin kurumsal yapısı ve işleyişiyle temsililik özelliği artan ölçüde kaldırılan, işçilerin karar süreçlerine artan ölçüde katılacakları, idari organlarda ve yönetici görevlerde artan sayılarda yer alacakları, doğrudanlaşan-yasama-yürütme-yargı ilişkilerinin de bu temelde örgütlendiği-, işleyişin şeffaflaştığı ve araç ve mekanizmaları yaratılmış olarak sınıfın doğrudan denetimine açık hale gelmiş bir demokrasinin uygulanmasıdır. PROLETER DEMOKRASİ, BURJUVA DEMOKRASİLERİNİN TEMELİNİ OLUŞTURAN PARLAMENTER SİSTEMDEKİ YÖNETSEL ORGANLARIN 4 YILDA BİR SEÇİMLE BELİRLENDİĞİ TEMSİLİLİK VE DENETLEME SİSTEMİNDEN FARKLI VE ÇOK DAHA GELİŞKİN BİR EMOKRASİ BİÇİMİ OLARAK KİTLELERİN KARAR SÜREÇLERİNE HER DÜZEYDE, ARTAN ÖLÇÜLERDE VE AZAMİ KATILMINI GERÇEKLEŞTİRECEK , BUNU BİR TAKVİME BAĞLI OMAKTAN ÇKARTACAK , DEMOKRATİK İŞLEYİŞ VE DENETİMİN SÜREKLİLEŞMESİNİ VE DOĞRUDANLAŞMASINI SAĞLAYACAK MEKANİZMALARI OLUŞTURAN BİR DEMOKRASİ ŞEKLİDİR.İŞÇİLERİN SADECE SEÇİCİ OLARAK EDEĞİL , SADECE DENETLEYİCİLER OLARAK DA DEĞİL KARAR SÜREÇLERİNE HER DÜZEYDEN DOĞRUDAN KATILIMI VEYÖNETİ ORGANLARDA ARTAN ÖLÇÜLERDE YER ALMALARI, PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNÜ BURJUVA SINIF DİKTATÖRLÜĞÜNDEN,PROLETER DEMOKRASİYİ BURJUVA DEMOKRASİSİNDEN NİTEL OLARAK AYIRIR. BURJUVACEMEOKRASİLERİNDE ÖZEL MÜLKİYET HAKKIYLA BİRLİKTE , BİREY HAK VE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TEMELİNİ OLUŞTURAN SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ-NASIL VE NE ÖLÇÜDE UYGULANDIĞI DA BİR YANA- KULLANIMININ ÖTESİNDE İŞÇİLERİN İDARİ VE YÖNETSEL GÖREVLERDE ARTAN ÖLÇÜLERDE YER ALMALARI VE TEMEL KONULAR DAHİL KARAR SÜREÇLERİNE HER DÜZEYD ARTAN ÖLÇÜLERDE KATILMLARININ GERÇEKLEŞMESİ, BU YÖNDEKİ EĞİTİMLERİ, YÖNETİM VE DENETİMİN DOĞRUDANLAŞMASI, SÖMÜRÜNÜN OMADIĞI BİR TOPLMDA ÜRETEN EMEKÇİLERİN YÖNETİME HER DÜZEYDE KATILIMIYLA ÜRETİM/YÖNETİM BİRLİĞİNİN SAĞLANMASI PROLETER DEMOKRASİNİN AYIRDEDİCİ KARAKTERİDİR. HİÇ BİR BURJUVA DEMOKRASİSİ , EN GELİŞKİN OLANI DAHİ BUNU GERÇELEŞTİREMEZ. (Yerel düzeyde, belediye yönetimleri ve kantonlarda toplumsal katılıma daha açık hale getirilen ve özgül sorunlarda referanduma başvurulan gelişkin burjuva demokrasisi biçimleri -İsviçre, İskandinav ülkeleri- var; bu ülkelerde de iktidar yukarıya doğru merkezileştikçe bu özellik kaybolur ve burjuva sınıf egemenliği, tekellerin egemenliği olarak gerçek yüzüyle ortaya çıkar. Sömürücü sınıfların egemen olduğu ve temel sınıf karşıtlıklarının bulunduğu bir toplumda zaten başka türlüsü mümkün değildir. ) sosyalizmde partisiyle bütünleşmiş ve yönetici sınıf haline gelmiş olan işçi sınıfı temsililiği adım adım ortadan kaldırarak iktidar araçları üzerinde dolaysızlaşan bir hakimiyet kurar. BU SÜREÇ, DEVLETİN, PARTİNİN VE SINIFN ORTADAN KALIKIŞI, ÜRETKEN ÖZGÜR EMEKÇİLERİN KOMÜNAL TOPLUMSAL BİRLİKLER OLARAK OLUŞMASI, ÜRETİM VE YÖNETİM İLİŞKİSİNİN DOLAYIMSIZLAŞMASI SÜRECİDİR. Bu aynı zamanda devlet biçimi olarak proletarya diktatörlüğü ve proleter demokrasinin sönümlenmesinin “şeylerin yönetimine” doğru geçişin süreci ve koşuludur. Yöneten-yönetilen ayrımının, bilinegelen şekliyle bürokrasinin ortadan kalkması, devletin yönetsel bir organ ve bir baskı ve zor aracı olmaktan çıkması “devlet olmayan devlet” haline gelerek sönümlenmesi ancak bu şekilde mümkündür. Tarih boyunca devleti gerektiren koşullar, onun baskı ve zor aygıtı olarak ortaya çıkmasına yol açan koşullar, sınıfların ortadan kalkmasıyla ortadan kalkmıştır.Devletin ekonomik, toplumsal, idari vd. işlevleri ve bunları yerine getiren kurumların çoğu gereksizleşmiş, yalınlaşmıştır. Toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi için gerekli işler, toplumun üstünde ve ona yabancılaşmış bir güç haline gelmeyecek, bu tür kurumlar ve bürokrasi olmayacak biçimde düzenlenebilir hale gelmiştir.

Yönetim ancak bu şekilde ve böyle bir süreçten geçerek temsililiğin giderek ortadan kalkışıyla, üreten/yöneten birliğinin sağlanmasıyla, devleti ortaya çıkartan ve büyüten bir sınıf egemenliğinin aracı ve toplumun üzerinde bir güç haline getiren koşulların ortadan kaldırılmasıyla doğrudanlaşır, özyönetimleşir, devlet olmaktan çıkar. Siyasal eşitliğin, toplumsal özgürlüğün ve birey gelişim ve özgürlüğünün siyasal alandaki-zorunluluk bağlarından kurtulmuş olarak özgürleşmenin- en önemli ve gerçek ölçütü de budur. Proletarya diktatörlüğü devlet örgütlenmesi içerisinde konseylerin belirleyici önemi buradan gelmektedir. Emekçi kitlelerin yönetime en dolaysız katıldıkları, söz ve karar sahibi oldukları organlar konseylerdir. (Örneğin, sınıfın kitlesel örgütü olmakla birlikte sendikalar bu nitelikte değillerdir.) PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNE “DEVLET OLMAYAN DEVLET”ÖZELLİĞİNİ VEREN, ONU ÖNCEKİ BNÜTÜN DEVLET BİÇİMLEİRNDEN AYIRAN TEMEL ORGANLAR KONSEYLERDİR. Bu organların varlığı, yaşaması ve işlevlerini yerine getirebilmeleri proletarya devletinin farklı niteliğinin korunması yönünden olduğu gibi komünizme doğru ilerleyebilmek için de zorunludurlar.

Proletarya diktatörlüğü sadece devrilen sömürücü sınıflara ve kapitalizmi geri getirmek isteyenlere karşı baskı ve şiddetin aracı değildir; onun temel işlevlerinden birisi bu olmakla birlikte başta gelen işlevi sosyalizmin inşasıdır. Sosyalizmin temel taşlarından biriside proleter demokrasinin geliştirilmesidir. (Proletarya diktatörlüğünün işlevinin tek yanlı ve amacından da kopartılmış olarak tanımlanması ve bu şekilde gösterilmesi en başta burjuvazinin ve oportünizmin açık ve demagojik saldırıları nedeniyledir. İşçi sınıfı iktidarı olarak proletarya diktatörlüğünün zayıflatılması amaç ve hedefini taşır. Öte yandan, iç ve dış tarihsel ekonomik, toplumsal, siyasal koşullar, proletarya diktatörlüğünün baskı aygıtı yönünün güçlendirilmesini gerektirdi. Yine bu toplam koşullar, kitlelerin bilinç düzeyi, yönetsel, idari ve teknik tecrübe yetersizlikleri, proletaryanın idari ve yönetsel görevlerde yer almasının, yönetime katılım ve denetimin doğrudanlaşmasının adımlarını yavaşlatıcı oldu. Bunlar, hem ordu, polis, hem de idari bürokrasinin güçlenmesine yol açarken bunların negatif tesirini dengeleyici, denetleyicilikle de sınırlı olmayan mekanizmalar oluşturmak, devletten devletsizliğe doğru geçişi örgütleyecek karşı yöndeki kurum, yöntem ve ilişkilerin geliştirilmesi, proleter demokrasinin bu yönde derinleştirilmesinin adımları hemen hiç atılmadı. Atılan bir iki adım ise ya başlangıç noktasında kaldı, ya da bir durumla sınırlı kaldı. OYSA BU KONU, TEKEİL VE YNA ÖNLEMLER OLMANIN ÖTESİNDE PARTİ, DEVLET, SINIF, YIĞINLAR İLİŞKİSİNİN KOMÜNİZM STRATEJİSİ İÇERİİSNDEN YENİ BİR ELE ALINIŞINI GEREKTİRİYORDU. (Lenin’in daha başlarda bunun ön arayışlarına girdiğini biliyoruz.) Modern revizyonist sapmaya maddi toplumsal temel oluşturan güçlerde böyle bir zemin üzerinde güçlenmiş olarak ortaya çıktılar. Devletin örgütlenmesi ve işlerin yapılış tarzıylada giderek zayıflaması gereken bürokrasi, güçlendi. Savaşın bitimiyle iç ve dış koşullardaki değişimin ortaya çıkardığı yeni iklimde, kitlelerin ihtiyaçlarını da istismar ederek bu bürokrasi çok kısa sürede parti ve devlet yönetimini ikisini de birlikte ele geçirdi.Güçlenen bürokrasi, nomenklatura oluşturdu ve burjuva bir sınıf niteliği kazandı. Sonuç olarak, proletarya diktatörlüğünün ve demokrasisinin geniş sınıfsal temelleri ve kurucu nitelikleri kopmaz bir bütünlük içerisinde tanımlanmalı, devlet biçimi olarak bilinegelen bürokrasiyi ortadan kaldıracak örgütlenme ve işleyiş farkı, ortaya konulmalı onun salt baskı aygıtı gibi gösterilmesine karşı mücadele edilmelidir. Görev ve işlevleriyle, yapısı, örgütlenişi ve işlerin yerine getirilişi biçim ve yöntemleri yeniden tanımlanmalıdır. Toplumsal gelişimle birey gelişimi, toplumsal özgürlükle bireylerin özgürlüğü ilişkisi birbiriyle karşıtlaşan değil birbirini geliştiren bir ilişki olarak ve birey gelişim ve özgürlüğünü genel toplumsal gelişim ve özgürleşmenin otımatik uzantısı gibi gören bir şekilde değil iç çelişki ve sorunlarını çözücü bir yaklaşımla ele alınmalıdır.

Proletarya diktatörlüğü gereken yer ve zamanda devrilen sömürücü sınıflara ve kapitalizmi geri getirmek isteyenlere, emperyalistlere karşı devrimci şiddeti tereddütsüz uygular. Bunu uygulamanın güçlü araçlarına da sahip olacaktır. Bu noktada burjuvazinin, oportünizmin proletarya diktatörlüğüne karşı saldırıları karşısında dimdik duracağız. Fakat proletarya diktatörlüğünün tarihsel tecrübesini, modern revizyonist bürokratik burjuva bir iktidara yol açan gelişmeler üzerinden eleştirel bir şekilde ele alacağız. Devrim ve sınıf iktidarı değişimiyle önceki devlet yapısını alıp kimi yönlerden değiştirmekle yetinmeyen, onu parça parça eden, niteliksel farkını kurumsal yapı ve örgütlenişinin, işleyişinin tümüne yayan ve onlara devleti tümden gereksizleştirecek, sönümlendirecek bir içerik kazandırarak ilerleyen ve düşmanları karşısında da asıl gücünü devletsizleşmeye geçebilen bir toplumsal yapıyı ortaya çıkartmanın oluşturduğu bir düşünüşle hareket edeceğiz. Proletarya diktatörlüğünün sosyalizmin inşasının bütün yönlerindeki kurucu işlevlerini, proleter demokrasinin gelişkin karakterini- toplumsal özgürlük yönüyle olduğu gibi bireysel gelişim ve özgürlük yönüyle de burjuva demokrasisine göre çok daha ileri oluşunu- gösterecek, görevlerinin kapsamı, yapılış, iç işleyiş ve ilişkiler yönüyle, proletaryanın kolektif emekçi olarak kazandığı özelliklerle de ilşkilendirerek değerlendireceğiz. Burjuva demokrasisinin üstünlüğüne ilişkin inananları sadece burjuvalar olmayan, porletarya diktatörlüğünün örgütlenmesindeki zayıflıkların ve burjuva revizyonist diktatörlüklerin bıraktığı kötü izlerle proletaryaya, aydınlara, devrimcilere kadar yayılmış olan bu görüşü yıkacağız. Burjuva demokrasisinin karşısına proleter demokrasi çıkartılmadan, proleter demokrasinin burjuva deemokrasilerine üstünlüğü gösterilmeden etkili bir sosyalizm propagandası gerçekleştirilemez ve kitleler sosyalizme çekilemez. Bugün kriz ve yıkımlar bile yaratsa en iyi olanın birey özgürlüklerini sağlayan, isteyenin istediğini yapma hakkının bulunduğu burjuva demokrasilerinin olduğu biçiminde yaygın bir görüş vardır. Bu görüşü çürütmek ve yıkmak içinde proleter demokrasinin çok daha gelişkin ve kendilerinin iktidar olacağı bir demokrasi şekli olduğunu emekçilere anlatmalı ve bunu kanıtlamalıyız.)

Devlet biçimi olarak, yeni tipte bir devletin inşası da sosyalist inşanın bir parçasıdır ve bu devlet, en gelişkin burjuva demokratik devletten daha geniş bir toplumsal temele dayanan, artan ölçüde doğrudanlaşan yönetim ve işleyişe sahip olan proleter demokratik devlettir. ÖRGÜTLENİŞ BİÇİMİYLE PROLETER DEMOKRASİ, KONSEYLER DEMOKRASİSİDİR. FABRİKA, İŞ YERLERİ, OKUL, MAHALLE, BÖLGE VE KENT DÜZEYİNDE DELEGELER SİSTEMİNE DAYALI OLARAK OLUŞACAK VE YIĞIN İNİSİYATİFİNDEN DOĞAN KİTLESEL DEMOKRASİ, SORUNLARIN VE İHTİYAÇLARIN BELİRLENMESİ, ÇÖÜZÜMÜ VE YERİEN GETİRİLMESİNDE ASLİ KUURMLAR OLARAK VAROLACAKLARDIR. BİNLERCE KONSEY, PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ DEVLETİNİN TMELİNİ VE GÖVDESİNİ OLUŞTURUR. MECLİS, HÜKÜMET GİBİ ÜST TEMSİLİ KURUMLAR BUNLARIN YERİNE İKAME EDİLEMEZ. KONSEYLER, İŞÇİ KİTLELERİNİN İŞLERİN YERİNE GETİRLESİ VE DENETİMİNE, KARAR SÜREÇLERİNE KATILMLARININ GERÇEKLEŞECEĞİ, PROETER DEMOKRASİNİN YIĞNSALLIĞINI, BURJUVA DEMOKRASİLERİNDEN YAPI VE İŞLEYİŞ OLARAK FARKINI EN AÇIK OLARAK GÖSTEREN TEMEL KURUMLARDIR. HİÇ BİR ŞEKİLDE ORTADAN KALDIRLIAMAZLAR, YETKİ VE SORUMLULKLARI DEVRALINAMAZ. Sosyalizmin inşa sorunlarının yerel ve merkezi düzeyde ele alınmasında, makro ve mikro plan uygulamalarında doğru belirlemeler yapılması ve işlerin yerine getirilmesinde canlı, kitlelerin katılımını canlı kılan ve onları özneleştirecek bir işleyiş, aşırı merkeziyetçiliğin önlenmesi, tek yanlı hiyerarşiyi önlemek ve giderek ortadan kalıdırmak ancak rolleri ve işlevleri giderek artan , sadece yerel konu ve sorunların değil temel nitelikteki konu ve sorunlarında karar vericileri ve uygulayıcıları olacak olan KONSEYLER, PROLETER DEMOKRASİNİN TEMEL TAŞLARIDIR. Konseyler olmadan bir proletarya diktatörlüğü devletinden ve proletarya demokrasisinden söz edilemez. Konseyler örgütlenmesiyle süreklileşen, idari ve yönetsel konularda doğrudan ve devredilemez biçimde söz ve karar sahibi olma hakkına sahip proleteryanın demokratik devleti, burjuva demokrasilerinin üst temsili kurumlarına, 4-5 yılda bir yapılan seçimlere havale edilmiş vesayete dayalı demokrasisinin karşısında kesin bir üstünlüğe sahiptir. Proletarya diktatörlüğüne “devlet olmayan devlet” olma niteliğini kazandıran bu konseytik örgütlenmedir. Bir devlet örgütlenme şekli olarak proletarya diktatörlüğü devleti, devletin toplumun dışında ve üstünde bir güç olması durumuna, yöneten-yönetilen ayrımına son vermeyi, nihayetinde devleti tümden ortadan kaldırmayı hedefler ve buna göre örgütlenir.

İç ve dış tehdite, saldırılara karşı koyacak , sosyalizmin güvenliğini sağlayacak ordu, iç güvenlik, yasalar vb. olacaktır fakat sosyalizmin devlet örgütlenmesi olarak GÜCÜ SADECE VE ASIL OLARAK bunlardan gelmemektedir; sosyalizmin devlet örgütlenmesi olarak asıl gücünü kazandıracak olan, her türlü baskı ve sömürüyü nihai olarak sonlandırma amaç ve hedefine sahip büyük çoğunluk temeline ve desteğine dayanmış, örgütleniş, yapı ve işleyişiyle işçi sınıfıyla bütünleşen, ekonomik, toplumsal, kültürel dönüşüme öncülük eden, kurucu nitelikte yeni tipteki proleter demokratik devlet örgütlenmesidir. Bu yeni tipte devletin örgütlenme ve çalışmalarının ASLİ KARAKTERİNİ VE GELİŞİM YÖNÜNÜ baskı ve şiddetin uygulanması oluşturmaz; dayandığı ve temsil ettiği sınıf temelinin genişliğine uygun olarak doğrudanlaşan demokratik bir örgütleniş ve işleyişle sosyalist inşanın her alan ve düzeyde kuruluşunu gerçekleştirmek, her türlü sömürüyü ve baskıyı nihai olarak sonlandırmak, kendisini var eden koşullarla birlikte kendisini ortadan kaldırmanın koşullarını oluşturmak, onu karakterize eden ve asli işlevini oluşturan bunlardır. İdari işlerin basitleşmesi, bürokratik işlerin daha kolay yapılabilir hale gelmesi ve kitlelerin bilinç düzeyinin gelişmesi ve yönetsel görevlerinde sınırlı bir azınlığın işi olmaktan kurtulmasıyla devlet erimeye, yokolmaya yüz tutacaktır.

Geri çağırma, memurların ücretinin ortalama işçi ücreti düzeyinde olması gibi yöntemler, işçilerden oluşan-Lenin’in düşündüğü işçi-köylü müfettişleri gibi- denetleyici kurumlar bürokrasi üzerinde denetimi sağlayan ve sınırlandıran işlevlere sahiptirler. Burjuva demokrasilerinde bunların hiç biri yoktur ve tam tersi söz konusudur. En önemli ve ayırdedici olanı ise, proletarya diktatörlüğü devletinin komün tipi, Ekim Devrimiyle de sovyetik örgütlenmesidir. Proletarya devleti ve demokrasisisinde ayırdedici olan üretim ve yönetim birliğini gerçekleştirmek, kararların alınış ve uygulanışının azami ve artan ölçüde birbirine yaklaşması, birlik oluşturması, üretenlerin ve yönetenlerin, kararları alan ve uygulayanların bir olmasının sağlanmasıdır. Devletin zorunlu hiyerarşik örgütlenmesi ve üstlenilen görev ve yetkilerle bu hiyerarşinin taşıyıcısı olan bürokrasiyle sürdürülen görevler, işlerin yerine getirilişi, bunu azaltacak, gereksizleştirerek giderek ortadan kaldıracak, yeni bir biçime doğru ancak bu şekilde evriltilebilir. Devlet memurlarının sıradan görevliler ve halkın hizmetkarları olması yönündeki Paris komününün büyük devrimci adımı, ancak devlet işlevlerinin farklılaşması ve pek çoğunun ortadan kalkması, “devlet devlet olmayan devlet” biçimiyle yürütülür hale gelmesi ve “şeylerin yönetimine” geçişle mümkün olacak ve aşılacaktır da. devlet ve bürokrasi ortadan kaldırılmadıkça, işlerin yürütülüşü farklı bir niteliğe bürünmedikçe hiyerarşi ve bürokrasiyle birlikte statü, ayrıcalıklar, yetki ve güç kullanımı, baskı ve sınıflaşma tehlikesi ve tehditi vardır. Aşırı merkeziyetçi bir devlet örgütlenmesi söz konusuysa bu tehlike çok daha fazladır. Bu söylenenler bir anda ve kısa zamanda olmayacaktır, devrilmiş burjuvazi, mülkiyetçi küçük burjuvazi, proletaryanın geri kesimlerine kadar uzanan karşı çıkış ve dirençler, kapitalist emperyalist ülkelerin kuşatma ve saldırıları, kitlelerin bilinç düzeylerinin geriliği, yönetsel, idari işlere uzaklığı, uzmanlara olan gereksinim, kültür ve alışkanlıklar gibi aşılması gereken yüzlerce engel vardır fakat aslolan stratejik bir netliğe sahip olmak, devletin yapı, örgütleniş ve işleyişinin de baştan itibaren buna uygun olması ve bu yönde ısrarla geliştirilmesidir. Çelişkinin devrimci yönde çözümünü geliştirmektir. Başka türlü komünizme gidilemez, geriye dönüşlerde önlenemez olur.

Tüm bu tarihsel sürecin önderi ve örgütleyicisi olarak parti, aynı zamanda kendisini gereksizleştirme ve sönülendirme sürecinin de örgütleyicisi olmalıdır. Sorunların parti tarafından tanım ve çözümünden kitlelerin bilinç düzeyini yükselterek kitleler tarafından çözümüne doğru ilerlemeli, yeni tipte bir devlet olan proletarya diktatörlüğünün temel taşı olan kitlelere yönetme gücü kazandıran kurumlarını -en başta konseyleri- yaşatmayı ve geliştirmeyi vaz geçilmez saymalıdır.

Parti-devlet-sınıf ilişkilerinin, siyasal yaşam ve ilişkilerin yeni bir temelde örgütlenmesi, ekonomi, toplumsal yaşam, kültürel gelişim alanlarında sağlanacak üstünlükler, toplusal gelişimle birey gelişiminin, toplumsal özgürlüklerle bireysel özgürlüklerin yeni bir temelde alınışıyla sosyalizmin kapitalizme her alanda üstünlüğü sosyalizmin asıl gücünü oluşturacaktır. Sosyalizmi var etmenin ve yaşatmanın asıl ve yegane yolu-kapitalist özel mülkiyet, meta egemenliği, rekabet ve üretim anarşisine son verecek ekonominin örgütlenişiyle birlikte- budur. Sosyalizmin kapitalizmden devraldığı ve çözümü kolay olmayan sorunların güçlükleri ve kapitalist-emperyalist iç ve dış tehdit karşısında kendi içinden korkan ve savunmacı ve sürekli devleti bu yönden güçlendiren bir sosyalizm olmaktan çıkabilmesi de bir bütün olarak sosyalist inşanın yeni bir bakışla ele alınmasına bağlıdır.( Yoksa iş, Proletarya diktatörlüğünün asli işlevinden uzaklaşmasına ve kopmasına, sürekli olarak baskı ve savunma aygıtlarının güçlendirilmesinin öne geçmesine, sosyalizmin bu şekilde savunulmasına, polis devletine dönüşmeye, “demir perde” çekmeye, turistlerden dahi korkmaya kadar geliyor! Kapitalistler sosyalizmden korksun, burjuva demokrasileri proletarya demokrasisinden korksun, kapitalistler “demir perde” çeksin! Ki onlar, 1930 lar ve ’40 larda, savaş sonrasında bu korkuyu yaşadılar. Anti-stalinizm, Mc carthizm bu korkunun saldırganlığa dönüşmesiydi. Her taşın altında komünist aranıyordu. Fakat biz bunu sadece o yıllardaki sosyalizmin ekonomik başarıları, anti-faşist savaşta Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliğinin başarısının dünya halklarında yarattığı etki ile değil sosyalist demokrasinin burjuva demokrasisine, sosyalist toplumsal kültürel yaşamın, toplumsal ve bireysel özgürlükler ve birey gelişiminin burjuva toplumsal yaşam ve birey gelişim ve özelliklerine olan üstünlüğüyle de ortaya çıkartabilmeliyiz.(Önceki tarihsel tecrübeye bu yönden eleştirel bakmamız gerekiyor. Önceki tarihsel tecrübeye, Sovyetler Birliği deneyimine eleştirel bakmanın ötesinde bugün en gelişmiş burjuva demokrasilerinden daha demokratik bir siyasal toplumsal sistem olan proleter demokrasinin, Paris komünü ve Ekim devrimiyle yeni tipte bir devlet olan proletarya diktatörlüğünün temelini oluşturan “komün” ve “sovyet” biçimini doğru kavramak ve devletin sönümlenmesi süreciyle ilişkilendirmek açıısndan bunu yapmalıyız. Akıllara takılacağı için şunu da belirteyim, Ekim devrimi sonrasında ortaya çıkan İşçi Muhalefeti, anarko-sendikalizmin görüşleri doğru muydu? Hayır, bu görüşler, partinin önder ve yönetici rolünü yadsıyan, zayıflatan tarihsel koşullarla birlikte sorunu ele almayan kendiliğindenci görüşlerdi. Eğer onlar uygulansaydı sosyalizmin ömrü çok çok daha kısa olurdu. Sorunun düğüm noktasını sadece ayaklanma döneminin organları olmanın ötesinde sovyetler sistemini içerdikleriyle nasıl yaşatılıp geliştirilebileceği oluşturuyor.) İşte o zaman sosyalizm onların büyüyen kabusu olacaktır. Ve bizim karşımıza çürüyen bir sistemin burjuva demokrasisi ve birey özgürlüğünün her şeye rağmen en iyisi olduğu demagojisiyle çıkamayacaklardır. “Tarihin sonu” tezleriyle, “liberal demokrasi” şakşakçılığıyla çıkamayacaklardır. Sosyalizm, sömürü ve baskıyı bütün biçimleriyle ortadan kaldırmayı amaçlayan, toplumsal ve bireysel özgürlük ve gelişimin önünü her yönden açan, ekonomik köleliği olduğu gibi siyasal, toplumsal baskı ve köleleliği, nesneleşmeyi, şeyleşme ve hiçleşmeyi, sadece emeğin yabancılaşmasını değil toplumsal yaşam ve ilişkiler alanındaki yabancılaşmaları da ortadan kaldıracak, komünizmin özgürlük dünyasına doğru ilerlemenin yolunu açan, onun büyük ön adımını oluşturan toplumsal sistemin adıdır. Sosyalizm, komünizmden ayrı bir toplmsal sistem değilldir, komünizmin alt aşamasıdır.)

18) Dolayısıyla, sosyalizmle birlikte girilen yeni tarihsel dönemde bir sönümlenme sürecine girmiş olarak devlet, parti, din, ulus, aile hepsi ortadan kalkacaktır. (Kuşkusuz bunların her birinin sönümlenmesi ve ortadan kalkışı kısa sürede ve eş zamanlı olmayacak) İlişkilerin komünal düzeyde ve bireyler arasında kurulduğu bir erke dayanmayan “şeylerin yönetimi”nin gerçekleştiği yeni bir toplumsal sistem komünizm çıkacaktır ortaya. Sosyalist devrime güçlü bir devrimci dönüşümle gerçekleşecek toplumsal derinliğini kazandıracak olan da budur. Bunun örgütlenmesidir.

İşte bu komünizmin toplumsal düzeni, ilişkiler sistemi, sosyalizmi yeni bir aşama haline getiren görüşlerden kopularak proğram ve günlük çalışmanın yürütülüşü içerisinde tanımlı hale getirilmelidir. Sermayenin tekelci hakimiyetine dayalı, özel mülkiyetçi ve rekabetçi kapitalist sistemin, meta egemenliğiyle ve metaya dayalı ilişkilerle yürütülen bu egemenlik sisteminin yıkılmasının sadece ekonomik değil, sadece dar biçimiyle siyasal değil bir bütün olarak ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel ilişkiler sisteminde hangi değişiklikleri ortaya çıkartacağı, yerlerine nelerin geçeceği ve bunun nasıl gerçekleşeceği günlük yaşamda nasıl olacağı, günlük çalışmalara indirilmiş bir şekilde tanımlanmalıdır. Anti emperyalizm yaparken ulusçuluk ve ulusal kurtuluşçulukla sınırlı devrimciliğin eleştirisinden ve sadece sınırların değil kafalardaki çitlerin de olmadığı bir dünyanın savunusundan, din ve mezhep özgürlüğünü savunurken dinin eleştirisinden, kadın sorununu ortaya koyarken, emekçi aile yaşamının demokratikleştirilmesi için mücadele ederken bir özel mülkiyet çekirdeği olan ve bu niteliğiyle kapitalizme temel oluşturan ailenin eleştirisinden, faşizm karşısında demokratik hak ve özgürlükleri savunurken burjuva demokrasisinin eleştirisinden, proletarya diktatörlüğünü savunurken onun sadece devrilen sömürücü sınıflara ve kapitalizmi geri getirmek isteyenlere karşı bir baskı ve şiddet aracı olarak değil en gelişkin burjuva demokrasisinden daha gelişkin ve çoğunluğun egemenliğine dayanan, buna göre örgütlenmiş ve işleyişi olan, işçilerin yönetime, karar süreçlerine ve işlerin yönetimine ve denetimine katılımının artan ölçüde doğrudanlaştırıldığı öncekilerden tümüyle farklı “devlet olmayan devlet” olduğunu açıklamaktan ve sömürünün, sınıfların ve devletin olmayacağı bir toplumsal düzenin propagandasından vaz geçmemeliyiz. Faşizmin karşısında militan devrimciler olarak ve tüm varlığımızla savaşırken kapitalizmin meta egemenlik düzeni ve ilişkileri içerisinde, burjuva demokrasilerinde eriyen olmaktan çıkıp, sosyalist devrim, sosyalist demokrasi, sosyalist bir yaşamla, komünist özgürlükçü bir düşünüşle derinleşen bir kapitalizm eleştirisi ve komünizm perspektifi içerisinde alternatif oluşturarak bu sistemin dimdik karşısına dikilmeliyiz.

Bizim adımızda komünist olduğuımuz yazar, öyleyse komünist gibi düşünmeli, komünist gibi yaşamalı, komünist gibi davranmalıyız.Bizi belirleyen ne anti faşist olmamız ne anti emperyalist olmamızdır. Demokratik devrimciliği de , slogana indirilmiş sosyalist devrimciliği de, hiç bir albenisi olmayan sosyalizm savunuculuğunu da aşmalıyız. Kapitalizm eleştirilerimiz köktencileşmeli, cephedenleşmeli, yıkıcılaşmalıdır. Kapitalizmi sadece siyasal sistem olarak değil, sadece ekonomik bir sistem olarak değil kapitalizmle birlikte ortaya çıkan ya da önceden var olup burjuvazinin kenDi ihtiyaçlarına göre yeniden biçmlendirdiği sosyal iş bölümü biçmlerini de yıkmalı, parçalamalı ve yerlerine komünizme doğru ilerleyecek komünizmin ögelerini taşıyan sosyalist toplumsal formlar, ilişki biçimlerini geçirmeliyiz. SOSYALİZM GÖRÜŞLEİRMİZ DEVRALINMIŞ OLANIN SINIRLILIKLARI VE GERİYE ÇEKİCİLİĞİYLE TANIMLI OLMAKTAN ÇKMALI, KOMÜNİZM PROĞRAM VE STRATEJİSİNE UYGUN DERİN BİR DEVRİMCİ İÇERİKLE KURUCULAŞMALIDIR.

Kapitalizm bir ücretli kölelik düzenidir. Kapitalizm işgücünü de meta kılan özelliğiyle bir meta egemenlik düzenidir. Bu egemenliğin yaşamın bütün alanlarına nasıl hakim kılındığını ve yaşamlarımızın nasıl hücreleştirildiğini, nelerden nasıl yoksun bırakıldığımızı, kendi ellerimizle boynumuza taktığımız zincirleri, ücretli köleliğimize, hücreleştirilmiş yaşamlarımıza karşın nasıl bir özgürlük yanılsaması yaratıldığını anlatmalıyız. Sadece üretim süreci içerisinde ortaya çıkan emeğin yabancılaşmasını değil meta egemenlik düzeninin toplumsal ve bireysel ilişkilerin kuruluşunda, kentsel yaşamda ve bütün alanlarda ortaya çıkarttığı yabancılaşmayı, ilişkilerin şeyleşmesinin ve kişilerin nesneleşmesinin güçlü bir eleştirisine girişmeliyiz.

Kapitalizmde özgürlük ölçüsü, kapitalist özel mülkiyete -sermayeye- sahip olmak, daha fazlasına sahip olmak, daha çok miktarda metayı tüketebilmektir. Bunun sonucu egemen hale gelen, kişileri yöneten metalardır ve insanlararasındaki ilişkiler metalar aracılığıyla, dolayımıyla kurulur hale gelir. Komünizmin özgürlük ölçüsü ise, kapitalist özel mülkiyete, meta üretim ve egemenlik düzenine son vermek, ürünleri, meta olmaktan ve bizi yönetir olmaktan çıkartıp ihtiyaçları karşılamanın ve amaç ve hedeflere ulaşmanın araçları haline getirmekmektir. Meta üretim sistemine son vermek, metalarla tanımlı sınırlı üretim ve üretkenlik kavrayışının üstüne çkmaktır. İki; üretim ve yönetim birliğinin fabrikadan devlete her düzeyde gerçekleştirilmesidir. Meta egemenlik düzeni sona erdirilmedikçe ve ilişkilerin metalar aracılığıyla kurulmasından kurtulunmadıkça, yeni bir üretim ve üretkenlik kavrayışına dayalı olarak üretim ve yönetim birliği her düzeyde kurulmadıkça toplumun ve bireylerin özgür gelişiminden söz edemeyiz. Toplum olsun, tek tek bireyler olsun bu çelişkiler çözüldükçe özgürleşirler. Toplumun ve bireylerin özgür gelişiminin koşulu bu çelişkilerin ileriye doğru çözümüdür.

Birey toplumsallaşarak gelişir. Birey, toplumsallaşarak özgürleşir. Alt, parça işlevlerden birini yerine getiren kolektif emekçi olarak birey, toplumsal üretimin ve işlerin bütününün bilgisine sahip olduğu, onlara ilişkin katkı ve katılım gösterdiği, üretim ve yönetim birliği sağlandığı, toplumsal üretim ve gelişimin ürünlerinden azami ölçüde yararlandığı ölçüde gelişir ve özgürleşir. Sosyalizmin birey gelişimine ilişkin temel yaklaşımı budur fakat, bu diyalektik tek yanlı ve düz bir şekilde işlemez. Toplumların gelişimi de bireylerin gelişimine sıkı sıkıya bağlıdır. Bağımsız birey gelişim ve özneleşmesine, kişilerin kendini gerçekleştirmesine olanak yaratmayan bir toplumsal sistemin gelişme dinamikleri zayıflayacağı gibi sosyalizmin komünizme doğru olacak gelişimi açısından da temel bir sorun çözülmemiş olarak kalır. Sadece genel bir toplumsal eşitlik ve genel bir toplumsal özgürlük sağlanarak sosyalizm gerçekleştirilemez ve komünizme ilerlenemez. Parti ve devlet yapı ve işleyişinde köklü bir değişiklik gerçekleştirmeden, yönetsel ve idari işlerin giderek doğrudanlaşacağı, özyönetimleşeceği, baskıya dayalı olmaktan çıkacağı bir işleyişe doğru gidilmeden, gelişkin ve özneleşmiş bireyler olmadan komünal bir sistem, komünizm olamaz. Bir tür ilk çağların ilkel komünalliğine benzer bir sistem olur-kültür, ilişki ve örgütleniş olarak- ki bu da kısa sürede çözülür. Sınıfsal ve toplumsal özgürlük ve gelişim sorunlarını ele alışımız, sadece ücretli kölelik düzenini ve meta egemenlik sistemini sonlandırmakla sınırlı olmayacaktır. bunu siyasal ve toplumsal yaşamın bütün alanlarına yayacağız va hakim kılacağız. Toplumsal özgürlükle ilgili görüşlerimiz, genel toplumsal özgürlüğün ölçüsünü bireylerin gelişiminde gören marksist yaklaşım içerisinden olmalıdır.

Komünizmin ilkesi “herkesin ihtiyacına göre” dir. Komünizmde “İHTİYAÇ” tanımı zorunlu gereksinimler, maddi doyumu içerir ihtiyaçlar olmanın çok ötesinde bir anlama sahiptir. Üretim teknolojilerinin gelişimiyle maddi ürün bolluğuna ulaşılacağı gibi, çalışma süreleri de çok kısalacaktır. Çalışma bir zorunluluk olmaktan giderek çıkacak ve bir gereksinim olma özelliği kazanacak, dülayısyla üretimin de çalışmanın da önceki anlamları ve kapsamları topyekun değişecektir. İhtiyaçların tanım ve kapsamı da değişecektir. Komünlerin ve bireylerin istek, yetenek, tercih ve aryışlarına göre değişik ve değişebilen kendilerini “ÖZGÜRLÜK ALEMİ” içerisinde gerçekleştirebilme ve gelişebilmelerini olanaklı kılacak “İHİTYAÇLAR”dır.

Bu konuların her biri elbette sönümlenme ilişkisi içerisinde, sosyalizmde alacağı biçimlerle anarşizmin indirgemeciliğine düşmeden bulunulan evredeki karşı karşıya olunan sorunların çözümüyle fakat komünizm stratejisi ve perspektifleri içerisinden ve bir an bile bunlardan kopmadan yürünerek, salt geleceğe ait bir sorun değil bugünün sorunu olarakta görülerek değerlendirilmelidir….

19)PROLETARYA DEVRİİNİ YENİ TARİHSEL KOŞULLARIN İÇERİSİNDEN KAVRAMAK VE DEVRİMCİ REEL POLİİTKA YAPIŞTAN KOPMAK

Üstte söylediklerimizle birlikte çıkartılacak sonuç, temel bir kopuş halkası, konjonktürel devrimcilikten, devrimci reel politikerlikten komünist devrimciliğe geçmektir. Tarihsel koşullar, dönem ve kesitlerin sınırlandırıcılıklarının teori, politika ve örgütsel çalışmayı belirler hale gelmesi günlük çalışmayla nihai amaç bağının, devrimin içerisinde bulunduğu anın, kesitin, dönemin, aşamanın görevleriyle nihai amaç ilişkisinin kopmasına ve kopartılmasına birincilere doğru daralınır ve gerilenirken diğerinin ötelenmesi ve hepten unutulmasına doğru bir seyir izlemiştir. Bir anın ya da kesitin görevleriyle, dönemin görevleriyle devrimin içerisinde bulunduğu aşamanın görevleri, devrimin içerisinde bulunduğu aşamanın görevleriyle bir sonraki aşamanın görevleri ve nihai amaç-komünizmin görevleri arasındaki ilişkiler, öteleme ve katı aşamalılık ilişkisiyle birbirinden kopartılmıştır.

Sadece ekonomik mücadele ve reformizmle, revizyonist reformizmle sınırlı kendiliğindencilik değil aşamalı devrim anlayışı ve kesintisizlik ilişkisinin kopartılması ya da sadece bir yandan kurulmasının ortaya çıkarttığı bir kendiliğindencilik türü-devrimci reformizm- çıkmıştır ortaya. Sadece konjonktürelliğin değil -içerisinde bulunulan kesit ve dönemin değil- içerisinde bulunulan devrim aşamasının da sınırlandırdığı, devrimin o aşama ve o anda çözmekle karşı karşıya olduğu sorun ve görevlerin her şeyi belirleyip tümüyle egemen olduğu ve süreçsel gelişimin kesintiye uğradığı bir durum doğmuştur.

Bunun sonucu asgari ve azami proğramda da somutlanmış olarak demokratik devrim sosyalist devrim ilişkisi, kaba aşamalılık ilişkisi olarak iki, kesintisizlik ilişkisinin tek bir yandan demokratik devrim yönünden- kurulması olarak, keza sosyalizm -komünizm ilişkisinin komünizmden ayrı bir aşama haline getiren sosyalizm yönünden kurulması biçiminde stratejik ufku daraltan ve ona ulaşılmasını öteleyen ve engelleyen bir yaklaşım egemen olmuştur.

Önceki sosyalizm deneyimlerinde bunları ortaya çıkartan tarihsel ve konjonktürel sınırlılıklar ve zorunluluklar içerisinde fiilleşen durumun teorileşmesi vardır. Nesnel duruma, koşulların, zorunlukların sınırlandırıcılığına bağlı olarak ortaya çıkan bu teorileşme, teorileştirme , teorik ufkun gelişimini sınırlandırdığı gibi amacı ve hedefi komünizm olan bir strateji içerisinde yürümektende giderek uzaklaştırmıştır. komünizmi bir ütopya larak görmenin ilerisine geçilememesinin de güçlü ve derin bir kapitalizm eleştirisi yapamamanın da, sosyalizmin kapitalizme olan üstünlüğünü dünle sınırlı ve iki üç konunun ötesine geçerek anlatamamanın da temel nedeni budur. (Sosyalizmin ve ona doğru ilerleyen demokratik halk devrimlerinin geri ülkelerde gerçekleşmesi, kapitalizmin daha gelişkin olduğu ülkelerde olmayışı nedeniyle büyük bir devrimci tarihsel inisiyatifle gerçekleşen bu devrimleri sorunları daha geri düzeyden ele alıp çözmekle karşı karşıya bırakmıştır. Ekim devrimi başta olmak üzere bunun devrimci anlamı ve değeri, kazandırdıklarıyla birlikte büyüktür. Büyük bir gelişimde göstermişlerdir. fakat sosyo ekonomik, siyasal ve kültürel gelişim düzeyleri, tarihsel koşullar onları sınırlandırmış ve bir engel olarak karşılarına çıkmıştır. Sorunları daha geri düzeylerden almak ve bunlara çözüm üretmekle karşı karşıya kalmışlardır. Lenin ve Stalin dönemlerinde komünist partisi önderliğindeki Sovyetler Birliğinde muazzam bir gelişme gösterildiği de açıktır. Fakat bunlardan yola çıkarak bu sosyalizmlerin reel politiker bir savunuculuğunu yapmak ve o sınırların içerisinde düşünmeye devam etmek yanlıştır, sorunların çözümüne dönük daha ileri bir bakış geliştirilmesini de önler. Geriye dönüşlerin yarı idealist açıklamalarının ilerisine de geçilemez. Kaldı ki, bugün dünya ölçeğinde ve bir çok ülkede çok daha gelişkin bir kapitalizm, dolayısıyla proletarya devrimleri için elverişli ve sosyalizmin maddi toplumsal ön koşullarını bağrında çok daha fazla barındıran bir kapitaliz var. Bugün felsefi olarakta tarihsel süreçlerin ele alınışında bizi inkarcılığa ve olumsuz bir tarih yargılayıcılığına düşürmeyecek nedensellik bağlarını farklı kurabileceğimiz, devrimlerin muuazam kazanım ve öğreticiliğiyle birlikte geriye dönüşleri de daha iyi açıklayabileceğimiz daha gelişkin bir diyalektik materyalist kavrayışa sahibiz.)

Bugünkü diyalektik kavrayışımız, güncel olanla nihai olan ilişkisini, içerisinde bulunulan aşamanın görevleriyle nihai amaç ilişkisini yeni bir süreç kavrayışı içerisinden ele almanın imkanlarını ve tarihsel tecrübeyi bu gözle değerlendirme imkanını vermektedir.

PROĞRAM VE STRATEJİK GÖRÜŞÜMÜZÜN TEMEL KOPUŞ HALKASI, NİHAİ AMACIN ÜTOPYLAŞTORILMASI VE SLOGANA İNDİRİLMESİNDEN ONU KURTARMAK, KOMÜNİZMİN OLANAKLARININ VARLIĞINI DOĞRUDAN VE SOMUT PROĞRAM KONUSU HALİNE GETİRMEKTİR. İKİ, NİHAİ AMAÇLA GÜNLÜK ÇALIŞMA, İÇERİSNDE BULUNULAN GÜNÜN, KESİTİN, DÖNEMİN, AŞAMANIN GÖREV VE SORUNLARINN ÇÖZÜMÜ ARASINDA CANLI VE DİNAMİK, NİHAİ AMACÜN ÖGELERİNİN BUNLARIN İÇERİSİNE GİRDİĞİ SÜREKLİLEŞMİŞ BİR BAĞ KURULMALIDIR. ÇIKŞINI KOMÜNİZMDEN ALAN GÜÇLÜ VE DERİNLEŞEN BİR KAPİTALİZM ELEŞTİRİSİYLE KAPİTLAİZMİN KARŞISINA SOSYALİZMİ CEPHEDEN CANLI VE AKTÜEL OLARAK DİMEKTİR. BUNLARI GÜNLÜK ÇALIŞMANIN KONULARI, GÜNDEMLERİ HALİNE GEİTRMEKTİR. (Deprem broşürü, Belediyelerin sosyalist yönetim ve işleyişine ilişkin proğram önerileri, “Üretiyorum”un felsefesi bu anlamda “uzağı yakın kılma”nın canlı sosyalizm propagandasının örnekleridir.) Bu olmadan devrimci reformizmden kurtulunamaz. Bu olmadan komünist devrimcilikten söz edilemez. Bu olmadan kapitalizmin karşısına sosyalizm çıkartılamaz. Bu olmadan proğram ve tüzük bütünlüğü, amaç-araç ve yöntem bütünlüğü kurulamaz. Bu olmadan, yeni bir parti ve tüzük düşüncesine çıkılamaz.

Kısaca tekrarlarsak, kesintisizlik ilişkisi sadece bir yandan kurulmamalıdır; proğramatik ve stratejik yaklaşımı merkeze koyarak onlardan gelen ve verili durumdakini an, kesit, dönem, aşamadakini onlara doğru götüren bir biçimde kurulmalıdır. Bu her düzeydeki daralmayı ve geriye doğru kırılmayı, içinde bulunulan durumun tümüyle belirler hale gelmesini aşmayı sağlayacaktır. Devrimci reel politikerliğe karşı bir sigorta oluşturacaktır. Kuşkusuz bu verili olanın, anın, kesitin, dönemin ve aşamanın görev ve sorunlarının çözümünün belirleyiciliği, sosyo ekonomik durumun, siyasal toplumsal koşulların,sınıfların durumlarının, bilinç düzeyinin, kültür ve alışkanlıkların, o an, o kesit, o dönem, o aşamayla ilgili sorunların ve beklentilerin sınırlandırıcılığına ve duvarlarına çarpacaktır. Onları yok saymadan ve bu çelişkileri çözerek ilerlememiz gerekecektir.(Bizi anarşistlerden ayıran ve ayıracak olanda budur.) Fakat biz onları çözerken ufkumuz sadece gelecek ufkumuz değil, o görevleri tanımlama ve çözme ufkumuz biçim ve yöntemlerimize de inmiş olarak, bunu gerçekleştireceğiz.

Bunu gerçekleştirdiğimiz ölçüde günlük çalışmaya, an, kesit, dönem ve aşamalara komünizmin nüvelerini ve artan ölçüde ögelerini sokabildiğimiz ölçüde, proğram, siyasetler, talepler, örgütlenme, çalışma tarzı, içe ve dışa doğru işleyiş ve ilişkilerin kuruluşu her birini bu bakış açısı içerisinden ele almayı başardığımızda ancak biz tutarlı ve nihai amaca doğru yürüyen, somut adımlar atan komünist devrimciler oluruz. Devrimci reformizme dönüşen reel devrimcilikten ancak bu şekilde kurtulunur. Anti emperyalist demokratik halk devriminin ulusalcı bir demokratik kapitalizm olarak kalmayıp sosyalist bir dönüşüm gerçekleştirebilmesi de, sosyalist devrimin sosyalist devrim olarak kalmayıp komünist devrim olabilmesi, sosyalizmin yeni bir ara aşama biçiminde ortaya çıkmasının aşılabilmesi de ancak yeni bir yaklaşımla olabilir.

Bu bakış bize, güncel ve dönemsel görevler içerisinde canlı bir sosyalizm propagandasının yapılabilmesini sosyalist siyasal iktidarın-proletarya diktatörlüğünün- siyasal işlevlerinin, sosyalist demokrasinin sadece varolan iktidarı korumaya dönük baskıcı karakteriyle değil devleti gereksizleştirip sönümlenmeye, komünizme doğru götürecek demokrasiyi örgütleyici karakteriyle tanımlanmasını, keza siyasal işlevlerin ekonomik ve toplumsal, kültürel işlevlerle birlikte, sosyalist demokrasinin ekonomik ve toplumsal içeriği ve bunları geliştiriciliğiyle, yeni tipteki devlet örgütlenmesiyle, komünizme doğru olan kurucu niteliğiyle tanımlanmasını ve burjuva demokrasisiyle olan karşıtlığının bu temellerde ortaya konulması imkanını kazandırır.

Bu bakış bize kapitalizmin ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel örgütlenme ve ilişki biçimlerinin karşısına sosyalist alternatifleri dolaysızca koyabilmeyi, örneğin kapitalizmin çözmekte olduğu, yeni biçimler kazandırarak yeniden ürettiği din, ulus, aile, gibi kurumlara karşı komünist bir eleştirelliği kazandırır. Dolayısıyla örneğin ulus konusunda ulusalcı bir antiemperyalizme doğru gerileyerek bu temelde siyaset yapmaktan antikapitalist yönde derinleşen bir antiemperyalizme, ulusçuluğu, ulusal devlet sınırlarını, kafalardaki ulusal çitleri yıkıp geçecek bir proletarya enternasyonalizmiyle dünya devrimi-komünizm yönünde ilerlemeye götürür. Din karşısında eleştirel bir tutum almaya yöneltir ve liberal özgürlükçülerle yanyana türban savunuculuğundan kurtarır. Aileye dönük eleştirellik kadın özgürlüğü sorununun ve çocukların özgürlüğünün ve de erkeğinde özgürlüğünün daha doğru kavranmasını sağlar ve sorunun sadece sınıf ve sosyalizm sorununa genel düzeyde bağlamakla yetinilmemesi gerektiğini gösterir. Kapitalizmin çekirdek aileyi dahi çözdüğü bir aşamada kutsal aile savunuculuğu yapılması gibi geri düşüncelere prim vermemeyi de öğretir. Üretim ve emeğin kapitalist örgütlenme biçimlerine karşı kolektif emekçi niteliği kazanmış bir işçi sınıfının, üretim ve emeği, tarz, yöntem ve ilişkileriyle de sosyalist bir temelde örgütlemesinin alternatif plan ve modelini ortaya koyma ve bunun üzerinden konuşma imkanını kazandırır. Üretimi kapitalizmde metalar olarak tanımlanan zorunlu ve temel ihtiyaçları karşılayacak maddi ürünlerden ibaret bir üretim olmaktan çıkartığı gibi, işe de yenıi bir tanm getirir. sosyalizmin ekonomik inşasının sadece merkezi ekonomik plan olmadığını, üretim ve emek organizasyonlarının, makine-insan ilişkisinin yeni bir ele alnışı da olduğunu gösterir. İnsanı makinenin, proje ve planın uzantısı haline getiren üretim örgütleyiş biçimine karşı makineyi, proje ve planları emekçiye tabi kılan, sorunların tespiti, çözümü ve kararların alınışında parça bir işlevi yerine getirirken dahi bunların tümünün bilgisine sahip kolektif emekçi özneleşmesini geliştirici bir üretim ve emek örgütlenmesini gerçekleştirir.

Sosyalist üretim, sadece iktisadi üretimden ibaret olmayıp toplumsal yaşamın sosyalist üretimi ve yeniden üretimi, toplumsal ilişkilerin ve toplum birey-birey toplum ilişkilerinin süreklileşmiş bir üretimidir.

Doğaya ait ve onun bilinçli parçası olarak sosyalist insan ve sosyalist toplum, insan-doğa ilişkilerini ekosistem bütünlüğü içerisinde, ortakyaşarlık kuralına uygun olarak kurar. Toplumla birey ve bireyler arasındaki ilişkilerin kaba toplumsal eşitlemeci ve düz – sosyalizmin yıkılması ve kapitalizmin burjuva demokrasisinin sosyalizme sosyalist demokrasiye üstün gösterilmesinin nedenlerinden birisi olan konuda- kuruluşundan toplumsal ve bireysel özgürlüğün karşılıklı gelişim ilişkisinin ve bunun dinamik geliştiriciliğinin sorunlarına daha fazla kafa yoran ve GENEL TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜĞÜ BİREYİN ÖZGÜR GELİİMİNDE GÖREN çözümü geliştirici bir sosyalizm olacaktır.

Bu yaklaşım bize, partinin örgütlenmesi, tüzüğün felsefesi ve ruhu , örgütlenmenin ilke ve kuralları, iç işleyiş ve ilişkiler sisteminin, evet, yine verili durumun siyasal toplumsal durumun, mücadele koşullarının, kültürel şekillenişin, alışkanlıkların, kadroların, sınıfın ve kitlelerin bilinç düzeyindeki geriliğin oluşturduğu zorunluluklar ve geriye çekicilikleriyle birlikte-bunları yok saymayarak, küçük burjuva demokratizmine ve anarşizmine düşülmeden- fakat tüm bunlara karşın iç işleyiş ve ilişkilerin kolektivizmi geliştirici yönde, önderlik tarzı, organlar arasındaki ilişki tarzını, görevler ve haklar ilişkisini, yoldaşlık ilişkilerini yeni bir temelde ele alma, yeni bir kadro zihniyeti oluşturma, komünist kadro nitelik ve özeliklerini yeniden tanımlama imkanını kazandırır. Sosyalist bir devrimim komünist bir devrim olabimesi imkanını kazandırır.

Proletarya diktatörlüğünün zorunluluğuyla devletin sönümlenme ilişkisinin içiçe örgütlenebilmesi, meta egemenliğini sınırlandırılmasıyla metalara dayalı ilişkilerin tümden ortadan kaldırılması ilişkisi ve sürecinin daha dinamik kurulması, sosyalist inşada siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel inşanın konu ve sorunlarının çözümünün bir bütünlük ve içiçelik içerisinde ele alınması vb.le olacaktır-

PROĞRAMIMIZI, KAPİTALİST EMPERYALİZMİN BUGÜN GELMİŞ OLDUĞU DÜZEYDEN, PROLETARYA DEVRİMİNİN YENİ KOŞULLARI İÇERİSİNDEN, İHİTYAÇLARDAKİ FARKLILAŞMALARI GÖREREK TANIMLAMALI VE BUNA GÖRE OLUŞTURMALIYIZ. ÖNCEKİ PROĞRAMLAR, BUGÜNKÜ KŞULLARA YANIT VERMEMEKTEDİRLER VE BİR ÇEKİM GÜCÜNE SAHİP DEĞİLLERDİR. Aşamalandırılmış bir sosyalizm proğramının da ilerisine geçecek somut ve canlı bir azami proğram, komünizmin proğramını ortaya çıkartmalı, bunun bugünkü ekonomik, toplumsal gelişme düzeyindeki nesnel imkanlarını gösteren, günlük çalışmayı bu azami proğramla süreklileşmiş bir bağ içerisinde yürüten, bunu bütün çalışmalarının merkezine koyan bir yaklaşım ve pratikleştirme içinde olmalıyız. Gerek proğram, gerek politikalar düzeyinde çalışmanın bu şekilde yürütülmesinin maddi toplumsal koşulları ve karşılığı bugün – yüz, elli yıl öncesine, hatta ’80ler öncesine göre- çok çok daha fazla vardır. Bugünkü koşullarda proletarya, parçalanmış ve ayrıntılandırılmış olmasıyla bir yönden daha sorunlu ve çelişkili olsa da çok daha ileri ve ulusal sınırları da aşmış iş bölümü koşulları içerisinde kolektif emekçi olarak vardır. Üretim ve emeği sosyalist biçimlerle örgütleyebilecek bir toplumsallaşma düzeyi vardır. ’80ler öncesinde bir dünya proletarya devriminden söz etmek pek mümkün değildi, ancak ufki bir hedef olarak söz edilebilirdi. Bugün yine ükeler, bölgeler arasında gelişim eşitsizliklerine dayalı farklar ve bir dizi başka farklılıklar var fakat kapitalist üretim ilişkileri dünya düzeyinde egemen hale geldi ve burjuvazi-proletarya çelişkisi dünya düzeyinde hakim çelişki durumunda. Kapitalist küreselleşme, tekellerin dünya ölçeğindeki hakimiyeti, bunun emperyalist kapitalist devletler, kurumlar arasındaki ilişkilerle örgütlenişi karşı dinamikleri de harekete geçiriyor ve sınıf mücadeleleride küreseleşme yönünde bir eğilim gösteriyor. Bundan dolayı artık proletaryanın dünya devriminden, DÜNYA SOSYALİST DEVRİMİnden söz edebiliriz ve etmeliyiz. Davos, G-8, G-20 , Nato ya karşı mücadelelerin bir etki-tepki mücadelesi ve protesto olmaktan, antiemperyalizm sınırlılığından ve parçada kalan anti kapitalist tepkiler olmaktan ve de toplumsalcılıktan kurtarılması, ancak dünya proleter sosyalist devrimi proğram ve stratejisi içerisinde ilerlenerek ve proletarya enternasyonalizmine de buna uygun bir bakış kazandırarak ve bunun ilişkilerini ve örgütlenmesini kurmakta odaklanarak olacaktır. Ve buralarda bayrağımızda yükselecek sloganlar “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin” Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halklar Birleşin” ve “Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi” olmalıdır.

Bunlarla birlikte proleter sosyalist devrimin kendisi dahil sınıfları, siyasal partileri, devleti ortadan kaldıracak, sömürüyü ve her çeşidiyle baskıyı nihai olarak ortadan kaldıracak evrensel niteliğine ilişkin söylenecekleri daha gür bir sesle söylemeliyiz.

-SİYASAL MÜCADELENİN KAPSAM VE İÇERİĞİNİN DEĞİŞMESİYLE TEMEL SLOGANLARDAKİ DEĞİŞME

Anti-emperyalist demokratik halk devrimi stratejisi içerisinde siyasal mücadelenin kapsamını faşizm varsa faşist diktatörlüğe(faşizm yoksa anti-demokratik gerici burjuva diktatörlüğüne) karşı mücadele/demokratik siyasal özgürlük mücadelesi , feodalizme/feodal kalıntılara karşı mücadele, emperyalizme karşı demokratik bağımsızlık mücadelesi, çözümlenmemiş ulusal sorunlar varsa ezilen ulusun ulusal kurtuluş ve tam hak eşitliği için mücadele, dinsel ve mezhepsel baskılara karşı mücadele, kadının feodal ezilmişliğine karşı mücadele konularını kapsar ve demokratik bir halk devrimi ve iktidarıyla bu sorunların çözümü hedeflenir. Siyasal mücadelenin kapsam ve içeriğini belirleyen ve temellerini oluşturan bu konu ve sorunlar, tümüyle ortadan kalkmamış olmakla birlikte kapitalizmin gelişimiyle ve neo liberal burjuva demokratik bir gelişim içerisinde önceki belirleyiciliklerini kaybetmişlerdir. Burjuva demokratik kapsamda neoliberal biçimlerle yeni oluşan sınıfsal toplumsal dengelerle geri düzey ve biçimlerle çözülmüşlerdir geri kalanı ise, kapitalizmin gelişimiyle de birlikte-temel sınıf ilişkilerinin değişimi sonucu- sosyalist demokratik bir çözüm kapsamında çözülecek sorunlar olarak değişime uğramış yeni bir nitelik kazanmışlardır.

Dünkü koşullarda siyasal mücadelemizin en temel ve belirleyici konusu faşizme karşı mücadele ve faşist diktatörlüğü yıkma mücadelesiydi. ’90 ların başlarından itibaren siyasal gündemin de merkezine oturan Kürt ulusal sorunu da bunun temel parçalarından birisiydi. Faşizme karşı mücadele, kapsamı itibariyle demokratik bir mücadeleydi ve devletin faşist temelde örgütlenmesiyle faşist diktatörlük biçimini almış burjuva sınıf iktidarını yıkmayı yerine bir devrimle proletaryanın önder ve yönetici güç olduğu demokratik halk diktatörlüğünü-devletini- geçirmeyi hedefliyordu. Kahrolsun faşist diktatörlük, faşizme ölüm/halka özgürlük gibi temel sloganlarda (stratejik, devrim sloganları) bu görüşümüzün ifadeleriydi. (Faşist diktatörlüğün çözülmesiyle bu sloganlar geçerliliğini yitirdi.) Ülkemizde siyasal özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en temel, en kilit sorunu da buydu: Siyasal özgürlüklerin kazanılması ve faşist diktatörlüğün bir devrimle yıkılarak demokratik halk iktidarının kurulması. Bugün- gelişimini, nedenlerini üst