Yoldaşlarını kaçırmak için Hacıbayram Karakolu’na 18 Nisan 1979’da düzenlenen baskında vuruldu
Azmi Akan yoldaş TİKB’nin ilk üyelerinden ve ilk ölümsüzleşeni. 1977 yılı Adana’sı, Yaşar Kemal’in deyimiyle dünyanın en büyük köyü. Bugün dikilen gökdelenlerin ve modern caddelerin esamesinin okunmadığı, çamurdan geçilmeyen yolları olan ‘şehir’de, bir de “öteki Adana”yı düşünün. Yoksulluktan dökülen kenar semtlerini komünist çalışmaya profesyonel olarak katılıncaya dek ömründe hiç görmemişti Azmi (İsmail) yoldaş. Kapitalistleşmeye karar verip Çukurova’ya yerleşmiş, Urfalı toprakağası bir babanın tek erkek çocuğuydu. Burjuva-aristokrat kültürle yetiştirilmişti. Azmi yoldaşı, güçlü devrim dalgasının, orta ve zengin kesimlerden emekçilerin saflarına fırlattığı, zorlu süreçlerde de çekip aldığı med-cezir devrimciliğinden ayıran; katıldığı sınıfın özellikleri ile de bütünleşmesiydi. Onda, burjuva yaşamın bütün nimetlerini görmenin ve bilinçli bir tercihle proletaryanın özgürlük dünyasını seçmenin oturmuşluğu vardı. Hiç bilmediği emekçilerin dünyası ile kaynaşmakta zorlanmıyordu. Çalışma yürüttüğü gecekondularda su yoktu. Bahçeye çıkartılıp, yıkaması için eline su döküldüğündeki şaşkınlığını, onu tanıyan ve alttan alta gülümseyen yoldaşları anlardı ancak. Bu bir tabiyet, uyum, olması gereken ilişkisi değildi. Değildi çünkü, yaptığı her işe, emekçi karakteri yansırdı. Arkasından yüzbinleri götürebilen küçük burjuva örgütlerle değil, örgüt olarak henüz varlığı bile tartışılır bir avuç komünistle yürüme kararlılığı, bilimsel sosyalizm öğretisiyle, ancak bu insanlarla yürünebileceği inancından geliyordu.
Burjuva yaşamın izlerine, ancak kazandırdığı yetenekleri örgüt işlerinde kullanırken rastlardınız. Özel av partileri ailenin zevkleri arasındaydı. Bu yüzden attığını vuran keskin bir nişancıydı. Yoldaşlarının bu konudaki eğitiminden sorumluydu. Onun silahtan da önce verdiği eğitim; bir komünistin asla yitirmemesi gereken, yoldaşlarına karşı sevgi dolu oluşu, incelikleri, gerçekten de “yoldaşlarının içinden bir bulut geçse anlayan” insancıllığıydı. En sıkı işlere dahi, komünist duygu-düşünce diyalektiğinin güzelliğini düşürürdü Azmi yoldaş. Silah talim yerleri önceden tespit edilirdi. O maviyle yeşilin buluştuğu yerleri arar bulurdu. Klasik müzik dinlettirerek gider, manzaranın en güzel olduğu yerde frene basardı. “Bu manzarayı kaçırmayın yoldaşlar!” Yine, yoldaşlarının en küçük rahatsızlığı onun ilgi alanıydı. Rahatsız olan yoldaşla birlikte acı çekerdi adeta. Bunda aldığı eğitimin de payı vardı kuşkusuz (Tıp okumuştu). Güçlü insan sevgisi ve haksızlıklara tahamülsüzlük olarak adım attığı devrimciliğini, bilimsel sosyalizmi araştırarak komünistleşmeye sıçratabilmesinde, bu özellikleri manivela olmuştu.
Burjuvazi ona bu yetenekleri kazandırdığına çok hayıflanmıştı. Şehit düştüğünde, hem de yoldaşlarını kurtarmak için karakol baskınında şehit düştüğünde; burjuva basın “Musiki cemiyeti başkanının oğlu terörist çıktı”, “Terör temiz ailelere bulaşıyor” sözlerini tiraj için yazmıyordu. “Devrimin soluğu ensemize kadar geldi” korkusu da sinmişti haberlerine.
THKO‘dan yeni ayrıldığımız bir süreçte, Adana bölgesi Fatih yoldaşın etkisiyle tümden muhalefete geçmişti. Oportünist THKO önderleri ne yapacaklarını şaşırmışlar, Aydınlıkvari ‘Fatih mit ajanıydı’ iğrençliğine vardırmışlardı işi. THKO’ya muhalefet gerekçeleri herbirinin ayrı ayrı bu insanların bazıları THKO’ya geri dönmüş, bazıları tümden uzaklaşmıştı. Daha sonra; ‘Okuyalım araştıralım, sonra örgütlenelim’ci mücadele kaçkını Troçkistler çıkmıştı içimizden. Bölgede gerçek anlamda bir avuç kalmıştık. AEP‘in üç dünya teorisini reddetmesi, Mao Zedung düşüncesine bayrak açışıyla ilgili iki yazı ve ML klasikler eğitim çalışmalarımızın malzemeleriydi. Teoriye ilginin zayıflığı, dar pratikçiliğin revaçta olduğu süreçte; içimizde en çok okuyan araştıranlardan birisiydi Azmi yoldaş.
Adımıza önce “Muhalefet”, legal derginin çıkmasıyla birlikte “DP’ciler” denmesi, oportünistlerin “örgüt değilsiniz, programınız tüzüğünüz bile yok, devrimci bir grupsunuz” yaklaşımlarıyla görmezden gelme çabaları canımızı sıkıyordu. Görmezden gelebiliyorlardı sadece. Bu bir avuç insan, bölgedeki sınıf mücadelesinin her adımında koşturuyorduk. Diğer yapılar içerisinde bir saygınlığımız da vardı. “Bunlar örgüt olur…” diye de bekliyorlardı.
Genel ML sloganları duvarlara yazmakla işe başladık. Tek bütçemiz çalışan birkaç işçi ve memur yoldaşın maaşlarıydı. Paktaş’ta çalışan işçi yoldaşların, ayaklarına sararak fabrikadan çıkardıkları özel ve pahalı bir ipeği çıtalara çakarak ilkel baskı makinamızı da (serigraf) kurmuştuk. Ucuz olan teksir kağıtlarına bildirilerimizi basıp dağıtıyorduk. Afişlerimizi çimento torbası kağıtlarına, yağlı boya ile yazarak oluşturduk. Oldukça yoksul, çoğu tek odalı evlerimizde yarı aç yarı tok yaşıyorduk. Günlerce uyumadığımız oluyordu. Ve çoğumuz TDH kadrolarının birçoğu gibi, çocuk denecek kadar genç yaşlardaydık. Çok daraldığımızda, bölgenin meşhur küfürlerinden bir ikisini sallamak tek lüksümüzdü. Hiçbir şey neşemizi ve moralimizi bozmuyordu. Bu işler içerisinde, oldukça uzun boyu, çevik-atletik yapısıyla Azmi yoldaşın koşturmadığı şey yoktu. Daha çok arabayla veya yaya olarak pratik işlerin güvenlikçisiydi. “Afiş gibi pul, çarşaf gibi afiş” diye kızdığı ellerimizle yaptığımız pul ve afişleri yapıştırır, bir işçi servisinde konuşma yapar veya fabrika önlerinde bildiri dağıtırdı. Eline aldığı işi, çözmeden döndüğü de pek görülmemiştir. Önceleri ismi olmayan, İMT’den sonra “TİKB’nin düldülü” dediği arabasıyla, en basitinden en risklisine hangi işleri kotardığına bir Adana’nın sokakları şahittir, bir de yoldaşları… Bütün bu yoklukların, yoksullukların içinde Azmi yoldaş, sürekli gülen yüzü, zekasını yansıtan ince esprileri, insana güven veren sakin yapısıyla girdiği ortamları aydınlatırdı.
Çalışmalarımızın odağında tutkuluyla sarıldığımız sınıf çalışması vardı. Bu proletaryanın devrimde önder rolünü kavramaktan ziyade, Fatih yoldaşın doğal önderliğiyle bölgede kök salmıştı. Fatih yoldaş THKO döneminde öğretmen ve değişik mesleklerde çalışanların hepsinin fabrikalarda iş bulmasını söylemiş. İşsizlik bu günkü gibi yoğun olmadığı için; “Annem hasta, çocuklarıma bakamıyorum” gibi gerekçeler uydurup, ilkokul diploması uyduran herkes fabrikalarda çalışmaya başlamış. Yüksekokulda okuyanları fabrikalara yaklaştırmıyorlardı, çünkü bunlar genellikle devrimciler oluyordu. Bu gelenek olarak bize kadar gelmişti. Birkaç işçi yoldaş dışında çoğumuz öğrenci gençlik kökenliydik; sınıf çalışmasından da bihaberdik. İşçi deposu bu kentte bütün fabrikalara dalmaya çalışıyorduk. Her siyasal gelişmede bildirilerimizi kapıp fabrika önlerinde gitmek, işçi servislerinde konuşmalarla birlikte bildiri dağıtmak, sendikalarda işçilerle sohbetler geliştirmek, direniş dönemlerinde fabrikalarda yatıp kalkmak doğal reflekslerimizdi. Bu faaliyetler, küçük burjuva örgütlerin “Burası bizim bölgemiz giremezsiniz” direncine, fiili saldırılarına, yer yer karşılıklı silah çekmelere rağmen sürüyordu. Acemi de olsa hiçbir emek boşa gitmez!
İlerleyen dönemlerde gözaltına alınan iki Paktaş işçisini, şartelleri indirterek devletin elinden almayı başaran bir direniş örgütleyebildik. Biraz öğrencivari de olsa, yine aynı fabrikanın yemekhanesinde 15-16 Haziran Direnişi şehitleri için saygı duruşu ve bir anma yapabildik. Bir iki fabrikanın işyeri temsilcisi ve doğal önderi işçiler zamanla yoldaşımız oldular. Azmi yoldaş yoldaşlarıyla birlikte, işçi çalışmalarını semt ayağıyla örmeye çalışırdı. İşçi kahvehanelerinde onlarla tavla oynar, yoksul evlerine misafir olur, yaşamlarının içersinden tanıyıp dost arkadaş olurdu. Feodal kültürün etkisindeki bölgede kadın işçilerin, genç kızların oturup bir erkeğe sırlarını dökmeleri nadirdir. Ama İsmail ağabeyilerine doktorlara, hatta eşlerine bile anlatamadıkları sağlık problemlerini açarlardı. Genç kızların sevgililerini ilk İsmail ağabeyileri duyardı. Ona fikir sorulurdu. Yaşamın içersinden yakalanan bu dostluklar bazan “Çok korkuyorum İsmail ağabey ama yine de sizinle afişe çıkacağım, sizi yalnız bırakamam” ilişkisine dönüşürdü. Bazen koluna giren bir işçiyle, başka işçilerin evine misafir olmaya. Sınıf çalışması damarı bir kültür olarak yerleşmişti. 12 Eylül askeri faşist cuntası geldikten sonra da, panzerlerle köşe kapmaca oynaya oynaya işçilere ulaşmayı sürdürdük.
Bilenlerimiz bilir, bilmeyenlerimiz de dinlemiştir; yaptığı işleri bir başkasına hissettirmeden duramayan havacılığın, çevreciliğin en yoğun yaşandığı yerdi Adana. Dönemin ve örgütümüzün içinde bulunduğu zayıflıkları, bölgenin “özel mi özel” kültürü derinleştiriyor, örgüt kültürünün yerleşmesini zorlaştırıyordu. Çukurova’nın delikanlılık kültürünün vermiş olduğu gözü karalık, sıcaklık, paylaşım, fedakarlık, sadakat, birbirine bağlılık en güçlü ve en zayıf damarıydı. Zayıftı, bunlar yoldaşlık ilişkisi sanılıyordu. Güçlüydü, dıştan gelen saldırıları geriletmek bir yana, daha bir kenetlenme sağlıyor, hırslandırıyordu. Azmi yoldaş bölgenin olumsuzlukları içerisinde nadide çiçek gibi dururdu. Yine duruşuyla öğreticiydi. Öyle ki, en sıkı havacılar bile onun mütevaziliği karşısında kendine çekidüzen verme ihtiyacı hissederdi.
Azmi yoldaş, bir evde çıkan çatışmada yakalanan dört yoldaşını kaçırmak için Hacıbayram Karakolu’na düzenlenen baskında şehit düştü. Fatih yoldaş, “Biz bir yeraltı hastanesini mutlaka kurmalıyız” derdi. Kimbilir şehit düşmeseydi kurucularından birisi belki de Azmi yoldaş olacaktı. Bir yeraltı hastanemiz yoktu! Ağır yaralanan Azmi yoldaşı yoldaşları, ‘belki müdahale edilir, kurtulur’ umuduyla bir hastanenin önüne bırakmak zorunda kalmışlardı. Yaşını kendisine sormak kimsenin aklına gelmemiştir. Gazeteler 24 yaşında yazıyordu.
Bu acıyı ilk kez yaşıyordu örgütümüz. Aramızdan birinin her an şehit düşebileceğini bilmemize rağmen, yine de bir gün ölümün bizi ayırabileceği gerçeğini hiç düşünmemiştik. Sanki biz hep öyle şen, deli dolu, birbirini birkaç gün görmeyince delice özleyen yoldaşlar olarak kalacaktık. Ne biçim bir ayrılıktı bu?!.
Azmi’siz bir Adana’ya hiç hazır değildik. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Her köşe başından Azmi’nin arabası çıkagelecek sanıyorduk. Azmi yoldaşın öğrettikleriyle, bu kez onun bildirileri dağıtılıyor, afişleri yapılıyor, anması düzenleniyordu. Başka bir yoldaşı arabayla koşuşturuyordu. Azmi’lerle çoğaldı TİKB. Çalışma yürüttüğü ve mezarının da bulunduğu Anadolu Mahallesi‘nin giriş caddesi, o günden sonra Azmi Akan Caddesi oldu.
“Azmi Akan” için bir yorum
Yorumlar kapatıldı.