Devrim düşü canlı, idealleriyle ilişkisi güçlü, kendi yetenek ve potansiyellerini bu kavganın harcı kılmakta ısrarcı ve sınırsız derecede verici kişiliğiyle tanıdığı, dokunduğu herkeste iz bırakmayı başarmış. O yüzden komşularından çalıştığı işyerlerine kadar sayısız dostu, arkadaşı yoldaşı olmuş. Ve dokunduğu bu insanlar onu çocuklarının ismini Zeynep koyarak ölümsüzleştirmiş.
Zeynep Poyraz bu dünyadan, bu dünyayı değiştirmek için yürütülen sınıf mücadelesinden soy ismi gibi esip geçen, iz bırakan genç bir komünist.
Hani o sabahın köründe çıkıp akşam eve gelen, çocuklarıyla istediği gibi vakit geçiremeyen ve ömrü boyunca bunun acısını ince bir sızı gibi yüreğinde taşıyan proleter anne ve babaların çocukları gibi o da ablası ve kardeşiyle kendi kendilerini büyütmüş çocuklardan.
Cemal Baba, o ince sızıyı halen içinde taşıyor. Zeynep’i anlatmasını istediğimizde “Çok tanıyamadım ki, ablası benden daha iyi tanır” cümlesi dökülüyor ağzından. Ardından bir işçinin bu düzendeki o kahredici yaşamını, “Sabahın köründe kalkıp gecenin bir yarısında gelirdik, çoluk çocuk uyuyor. Çok tanıyamadım çocuklarımı, nasıl tanıyayım bu koşullarda” cümleleriyle özetliyor. Onlarla zaman geçirme özlemini “O zamanlar sıkıyönetim ilan edilsin de evde kalalım, biraz çocuğumuzla zaman geçirelim diye bile düşünüyorduk. Biraz rahata erdik bu sefer de onları yitirdik -Zeynep dışında bir de oğlunu yitirmiş” gibi çarpıcı sözlerle dile getiriyor. Bu duruma halen hayıflandığını, içten içe nasıl kahrettiğini ise “Ne yapabilirdik ki, her şeye sıfırdan başlamıştık, çalışmak zorundaydık” cümlelerine döküyor.
Evlatlarının anlamlı hayatları olsun diye harcadığı bu çabada ona en fazla dokunanın bu olduğu belli.
Oturduğu sandalyede aslında tüm bir geçmiş, Zeynep’le olan tüm anılar gözlerinin önünden yeniden akıp gidiyormuş gibi düşünceli. Bir işçi romanının kahramanlarından farkı yok aslında yaşamının. Yıllarca Profilo’da ter dökmüş, direnişlerin örgütlenmesinde sınırsız çaba harcamış, evini, tüm varlığını yoldaşlaştığı sınıf devrimcilerine sakınmasızca açmış roman kahramanlarının vücut bulmuş hali kendisi.
‘Zeynep’i de götüreceğim, onu zaten tutamayız, gider’
Bakmayın siz “tanıyamadım” demesine. Zeynep’ini oldukça iyi tanıdığını Gazi Direnişi günlerinde hissettiklerini ve aklından geçenleri ifade ederken özetliyor. Ele avuca sığmaz bir sınıf devrimcisi olan Zeynep’in bu direnişte canını sakınmadan ortaya koyacağını adeta sezinliyor. Hep yanında olmak istemesi, ortalıkta görünmediğinde tedirgin olması bundan…
Gazi katliamı ve direnişine nasıl gittiklerini, o anlarda neler hissettiğini ve Zeynep konusunda nasıl bir tedirginlik yaşadığını o anları hâlâ yaşıyormuşçasına canlı anlatıyor Cemal baba. Mimikleri, iç çekmeleri, duraksamalarıyla o günlere yeniden gidiyor.
“Gece saat 11 gibi işten geldik, yemek yedik. Zeynep Gazi’de olayların başladığını söyleyerek, oraya gidelim dedi. Sen gelme ben giderim dedim. Ben çocuk değilim ben de geliyorum dedi. Onu ikna edemeyeceğimi biliyordum, kabul ettim. Komşulara da haber verdik ve hep birlikte Gazi’ye doğru yola çıktık. Alibeyköy girişinde devasa bir kitle toplanmıştı. Zeynep oraya katılmak istedi, Gazi’ye gidelim denilince kabul etti. Saat 1 civarında Karayolları tarafından Gazi’ye ulaştık. Kitle sel gibi karakola doğru yürüyordu, bir halk isyanıydı bu. Biz de katıldık. Bir ara Zeynep’i kaybettim” diyor iç çekerek.
Kızını tanıdığı için tedirgin oluyor. Sonra yeniden buluyor ve dikkatli olmasını, kendilerinden ayrılmamasını istiyor. Zeynep yoldaşlarını buluyor. Halaylar çekiliyor, marşlar söyleniyor. Babanın gözü sürekli Zeynep’in üzerinde, onu her kaybettiğinde tedirginlik yaşıyor. Zeynep babasının koluna girerek, onu yatıştırmaya, rahatlatmaya çalışıyor. Sonra sabaha doğru eve dönüyorlar.
Cemal Baba, “Uyku tutmadı beni” diyor Türkmen anneye. “Ben gidiyorum Zeynep’i de götüreceğim, onu zaten tutamayız, gider” diyor. Türkmen Anne de, “Zeynep yorgun, bırak dinlensin ben geleyim seninle” diye yanıtlıyor. “Biz gittik” diye devam ediyor “ve beklediğim gibi Zeynep evde duramamış, çıkıp Gazi’ye gitmiş. Vurulma haberini telefonla verdiler” diyerek susuyor.
O anda bile acaba kendisiyle götürmüş olsaydı Zeynep bugün yaşıyor ulur muydu diye düşündüğü belli. Diğer taraftan da Zeynep’in zaptedilemezliği, sakınmasızlığı geçiyor aklından.
Zeynep’in ailesi herhangi bir işçi ailesi değil
Yoksul hayatlarını emek güçlerini satarak sürdürmeye çalışan bu işçi ailesinde şekillenen, kardeşleriyle birlikte kendi kendilerini büyüten Zeynep, bu ailenin demokratik ortamında kişilik kazanmış genç bir kadın. Herhangi bir işçi ailesi değil ailesi. Köklerinde Kürt ve Alevi olmanın yarattığı ezilmişlik ve buna karşı kuşaktan kuşağa aktarılan direnişle beslenmiş olmak var. Ulusal-mezhepsel ezilmişlik ve direnişçiliğin, sınıf sömürüsü ve bu sömürüye karşı mücadeleyle birleştiğinde nasıl bir dinamiğe dönüştüğünü kestirmekse zor değil. Zeynep bu 3 dinamiği de çocukluğundan itibaren hissederek, anlayarak, sezinleyerek şekillenmiş. Komünist bir devrimci olmak onun bu dinamikleri üzerinden inşa edilmiş.
Sayısız Zeynep var…
Çocukluk yıllarında başlayan politik duruşu, sınıf devrimcileriyle buluştuğunda kabına sığmaz bir enerji ve üretkenliğe dönüşmüş. Devrim düşü canlı, idealleriyle ilişkisi güçlü, kendi yetenek ve potansiyellerini bu kavganın harcı kılmakta ısrarcı ve sınırsız derecede verici kişiliğiyle tanıdığı, dokunduğu herkeste iz bırakmayı başarmış. Komşularından çalıştığı işyerlerine kadar sayısız dostu, arkadaşı, yoldaşı olmuş. Ve dokunduğu bu insanlar onu çocuklarının ismini Zeynep koyarak ölümsüzleştirmiş. Ailesinin en büyük mutluluklarından ve gurur kaynaklarından biri bu… Zeynep’in bir şekilde temas ettiği herkesin çocuklarının, yakınlarının isminde yaşıyor olması…
Fatih’lerle büyümek…
Mahallesinde kadınlar ve gençlerle kitle çalışması yapan, tiyatro oyunları organize edip sergileyen (Gazi Katliamı’nın yaşandığı 12 Mart’ta Gorki’nin Anası’nın gösterimini yapmışlar), konfeksiyon atölyelerinde sendika örgütçüsü olan, TDH’nın hemen tüm bileşenleri nazarında saygınlık edinen, işçi direnişlerine militanlığını katan, antifaşist mücadelede gözünü budaktan esirgemeyen Zeynep, daha çocuk yaşta Mehmet Fatih Öktülmüş ve diğer yoldaşlarla iç içe olmuş. Kardeşiyle birlikte Fatih’in kucağına oturup sohbet etmiş, ondan ağaç dalından ok yapmayı ve başka bazı oyunlar öğrenmiş. Fatih ve işçi sınıfı devrimcilerinin ailenin hayatına girmesiyle birlikte Zeynep de aslında ta o yaşlarda örgütlenmiş.
Fatih ve yoldaşların ailenin yaşamına girmeleri, Cemal Babanın Profilo’da çalışırken MHP’li bir işçiyle yaşadığı gerilim ve başka MHP’lilerle birlikte takibe alınmasıyla başlamış. Sendika yönetimi o sivil faşisti uyarırken, Fatih ve yoldaşlar da yaklaşık 2 hafta boyunca onu fabrikadan eve evden fabrikaya getirip götürmüş. O tarihten sonra komünistlerle ekmeklerini, yatacak yerlerini yüksek bir gönüllülükle paylaşmışlar. Bu ilişki gündelik yaşamın içinden derinleşmiş. Karşılıklı bir etkileşimle kendisini üretmiş, yaşamı örgütlemiş, yeni alışkanlık ve değer yargıları, ölçütler kazandırmış. Zeynep bu koşulları soluyarak kişilik ve ruh kazanmış bir komünist.
Şaban Budak yoldaşın ölümsüzleşmesi bir sıçrama noktası
Fatih ismini anarken bu isme halen büyük bir sıcaklık ve sevgi yükleyen böyle bir ailede büyüyen Zeynep’in hayatında daha sonra başka yoldaşları da derin izler bırakmış. Şaban Budak yoldaş bunların başta geleni.
Bir süre Zeynep’le aynı evde kalan, ailenin büyük bir sevgiyle bağrına bastığı Şaban yoldaşın ölümsüzlük haberi Zeynep’in yaşamının başka bir dönüm noktası olmuş. Adana’da cenazesine katılıp işkencelerden geçirildikten sonra İstanbul’a başka bir Zeynep olarak dönmüş. O tarihten sonra örgütlü yaşamında da sıçramalı bir dönüşüm yaşanmış.
Sanki Şaban yoldaşın yapmak isteyip de yapamadığı her şeyi gerçekleştirmesi gerekiyormuş gibi bir dönüşüm bu. Şaban yoldaş yerine de mücadele etme, değişme ve dönüştürme çabası olarak tanımlanabilecek bu sıçrama, Zeynep’in komünist gelişiminde önemli bir mihenk taşı olmuş.
Zeynep’le hem bir anne hem arkadaş ve dost olan ablası da o süreci böyle tarif ediyor.
Zeynep’in hayattaki duruşu vasiyet oluyor
Aralarında çok bir yaş farkı olmamasına rağmen anne ve babanın çalışıyor olması nedeniyle kardeşlerinin sorumluluğunu da alan ablası Kibar, onun hayatındaki duruşunu vasiyet kabul edecek bir dirayetle bahsediyor Zeynep’ten. Sanki Zeynep hep yaşıyormuş gibi canlı bir anılar dağarcığı var bu anlatımlarda.
Konuşmanın birkaç yerinde Zeynep’in ölüm ve yaşam konusundaki duruşundan ve bu duruşun kendisi için nasıl bir anlam taşıdığından bahsediyor: “Ölümden de hiç korkmadı. Mesela abimi de kaybettik, aklıma onun ölümü hiç düşünmediği gelir, hüzünlenirim. Ama Zeynep için ölüm çok olabilir bir şeydi. Ölümden korkmadı. Tedirgin olur insan ama onda hiç öyle bir şey yoktu. Ölümle ‘10 sene yaşarım ama o sürede de varlığımı hissettirerek yaşarım. Yaşamak bir şeyler yapmaktır. Nefes alıp vermek yaşamak değildir’ gibi bir ilişki kurardı. Gündelik hayatta da sık sık ‘Yaşamak direnmektir’ derdi. O yüzden onu kaybettiğimiz anda bile metanetimizi koruduk. Kendimizi koyvermedik.
Biz biliyorduk ki Zeynep erken ölecek. Bari şu anda o nasıl istiyorsa öyle uğurlayalım. Onun o enerjisini hayata bakış açısını bildiğimiz için bu bize güç verdi. ‘Ardımdan ağlamayın ne yapılması gerekiyorsa onu yapın derdi’. ‘Zeynep öyle isterdi’ diye Gazi’ye defnettik. İnsanları ayrı ayrı yere göndermek için hazırlanmıştı devlet. Biz o halimizle bile bunun önüne geçmeye, aileleri toparlamaya çalıştık. Çok uzun yaşamanın çok anlamlı olmadığını önemli olanın nasıl yaşadığın olduğunu söylemişti.”
Zeynep’in cenaze törenini bile onun gözleriyle bakarak yaşamış ablası. Cenaze aracının en öne geçmesi, yoldaşlarının ona yaraşır bir tören örgütlemesi, halkın kitlesel ve öfkeli katılımı … her şeyi Zeynep’in gözleriyle izleyip, gurur duymuş.
Zeynep, iz bıraktıklarının çocuklarının isminde yaşıyor
Zeynep’i halen büyük bir canlılıkla yüreğinde taşıyan ablası “yaşasaydı ne olurdu?” gibi soruları da defterinden çıkarmış. Yaşadıkları ve bıraktığı izlerle kalmış onda Zeynep ve bu izleri ilk zamanki canlılığıyla taşıyacak kadar çok sevmiş/seviyor.
Heyecanla anlatıyor Zeynep’in tek yönlü bir devrimci olmadığını. “Şiir de yazardı, tiyatro da yapar, folklor de oynardı. İnsanlara ulaşabileceği her konuda kendisini geliştirir her kanala girmeye çalışırdı. Mahallenin gençlerini evde toplayıp eğitim çalışması yapar, sahilde tüm siyasetlerle birlikte kamp örgütler, oranın temel dinamiği de olurdu. Herkes severdi Zeynep’i, onu kaybettiğimizde herkes çok şey kaybettiğini hissetti. O kadar canlı, güçlü bir yeri vardı ki hayatlarında, o gittikten sonra bazıları mücadelede dayanaklarını-enerjilerini kaybetmiş gibi buralardan çekip yurt dışına gitti. Zeynep’i çocuklarının isminde yaşattılar” diyor.
Gazi’de kurşunlara hedef olması tesadüf değildi
Zeynep’in devrim tutkusundan bahsederken halen heyecanlanıyor. “’Onu kaybettiğimde acaba yapmak istediği özel şeyler var mıydı?’ diye sorduğum olmadı mı, oldu elbette. Ama biliyorum ki Zeynep başka türlü olmazdı. Devrim inancı çok canlıydı. ‘Ben devrimi göreceğim’ derdi. Bu ülkede devrimin koşulları yok denildiğinde kızardı. Buna gerçekten inanırdı ve inandığı gibi yaşayıp öldü. Gazi’de kurşunlara hedef olması da tesadüf değildi. Annem-babam eve getiriyor, ama o ne yapıp edip yeniden oraya gidiyor. Devrim onun için somut bir gerçekti ve uğruna her şeyi yapabilecek bir gözüpeklikle sahipleniyordu bu gerçeği” sözleriyle tasvir ediyor bu tutkusunu.
Ablası Gazi Katliamı ve direnişi yaşandığında şehir dışındaymış. Zeynep’i çok iyi tanıdığı için ne yapıp edip İstanbul’a dönmüş. Onun Gazi’de ölümsüzleşeceğini hisseder bir acelecilikle İstanbul’a vardığında Zeynep’i evde bulamamış. “Çocukluğundan beri çok girişken, özgüvenli ve fiziki gücü de yerindeydi” dediği Zeynep, her zaman yaptığı gibi dolaptaki elbiselerini arkadaşlarına dağıtarak Gazi’ye koşmuş. Evi bu halde ve bomboş bulan abla, onun barikatların en önünde kendini sakınmadan yer alacağını bildiği için daha o vurulmadan, vurulduğunu hissetmiş ve öylece oturup kalmış.
Ortaokulda devrimci olmak…
Zeynep’in çocukluk yıllarına gidiyor ondaki karakteristik özelliklerin altını çizmek için. Onun ortaokulda bile çok aktif olduğunu hatta bu haliyle gerici öğretmenlerin hedefi haline geldiğini belirtiyor. Sporla da yakından ilgili olan hatta o dönemde İstanbul atletizm yarışmasında 7’inciliği bulunan Zeynep’in okul sıralarındaki politik duruşunun bu öğretmenleri nasıl rahatsız ettiğini bir olayla örnekliyor. “Öğretmenler odasında onu spor aktivitelerine yönlendirin ki okuyup liseye gelemesin, gelirse de üniversiteye giremesin. Çünkü gelecekte çok tehlikeli bir komünist olacak demişler. Hataylı bir İngilizce öğretmenimiz vardı. O bizi çekerek bunu söyledi ve ‘okumalısın’ dedi. Yıllar sonra başka bir öğretmen o odada öğretmenlerin yumruklaştığını anlattı” diye aktarıyor bu örneği.
Zeynep’in insanlara verdiği sözlere bağlı olduğunu, yıllar sonra okulu dışardan bitirerek üniversite sınavlarını kazandığını hatta yoldaşlarına da yardımı olsun diye hukuk fakültesine gitmeye çalıştığını, ölümünden sonra sınavı kazandığını öğrendiklerini anlatıyor.
Zeynep bir sınıf örgütçüsü, militanı…
1990 yılındaki Coca Cola direnişinde grev kırıcılığına karşı yoldaşlarıyla birlikte militan eylemler örgütleyen Zeynep, işçi sınıfıyla sadece bu dışardan destek ve örgütlenme çabasıyla ilişkilenmemiş. Konfeksiyon atölyeleri onun yoğun mesai harcadığı, hem bizzat çalışarak hem dışardan giderek işçileri örgütlemeye çalıştığı mekanlar olmuş. O kadar ki, Çağlayan’da birkaç fabrika, onu arayıp bulmak isteyenlerin ilk başvuracağı adresler haline gelmiş. DİSK’e bağlı Dev Tekstil’in örgütlenme sürecinde gecesini gündüzüne katarak yer almış. O sendikanın her putrelinde her tuğlasında Zeynep’in genç heyecanı, emekçi karakteri, sabrı ve kabına sığmazlığı iz bırakmış.
Yardımseverlik ekmek ve su kadar doğal bir ihtiyaç onun için
Çocukluğundan beri komünistlerle iç içe olan, ailesinden paylaşmayı öğrenen Zeynep’in ekmeğini bölüşmesi ya da olanaklarını ihtiyacı olanlara sunmasından daha doğal ne olabilir ki? Hem Türkmen anne hem ablası ve babasının anlatımlarında onun bu özelliği sık sık dile getiriliyor.
Zeynep genç yaşına rağmen birçok işte çalışmış, her yerde yardımseverliğiyle öne çıkmış biri. Mahallesinde, emekçi evlerinde de öyle…
Kasiyer olarak çalıştığı markette yoksul insanların aldıklarını kasadan geçirmemesi ve o yoksulluk karşısında işten atılmayı göze alarak elinden gelen her türlü kolaylığı sağlaması mı dersiniz, çalıştığı atölyede arkadaşlarına yardım etmesi mi… Giysilerini, parasını ihtiyacı olanlarla paylaşması mı, kendisinde yokken derme çatma bir konduda oturan bir ailenin evinin yapılmasına katkı sunması mı?
Daha birçok örnek var anlatılan. Ailesi onun bu özelliğini gurur duyarak ve sevecenlikle anlatıyor.
Gamzeleriyle gülen, güldüğünde gözleri hafif kısılarak parlayan Zeynep, bu paylaşımcılığı, yardımseverliği ve içtenliğiyle dokunduğu herkeste sadece iz bırakmamış. O iz, onların çocuklarına yakınlarına isim olarak hayatın içinde somutlanmış, taşınmış.
“İçimizden bir türlü uğurlayamadığımız” her gidenin ardından sahip olduğu özelliklerle birlikte düşünerek “şimdi olsaydı ne yapardı?” diye düşünürüz. Onların o dinamikleriyle birlikte olay ve süreçlere nasıl bakacakları ve en önemlisi de nasıl bir tutum ve pratik içinde olacaklarını hayal ederiz, bize yol göstermelerini isteriz. Gösterirler de…
Zeynep’in çok yönlülüğü, bitmeyen enerjisi, devrim tutkusu, emekçi karakteri, örgütçülüğü, paylaşımcılığı mizaç edinmiş yapısıyla bugünün mücadele ihtiyaçlarına halen yol gösterdiği, önümüzü açtığı gibi. Onu bu özellikleriyle çoğaltıp, yaşatacağız, söz…