TİKB’nin HBDH’ne yönelik genel yaklaşımı
Şu an muhtemelen nihai bir sonuca bağlanmak üzere olan bu girişimden -asıl olarak bizim yetersizliklerimizden kaynaklanan nedenlerle- geç haberimiz oldu. Şimdi de yine bizi aşan nedenlerden dolayı sizlerle doğrudan temas kurarak görüşlerimizi aktaracak yetkili temsilcilerimizi düzenlenecek final toplantısına gönderemiyoruz. Konuya dair genel yaklaşımımızı bu nedenle yazılı olarak kısaca iletmeye çalışacağız.
Yayınlarımızı takip eden dostlarımız, sadece seçim dönemlerinde seçim politikalarıyla sınırlı kalmamakla birlikte özellikle 7 Haziran öncesi ve sonrasında, Türkiye’de hüküm suren neoliberal faşizmin gücün daha fazla yoğunlaşıp tek adamın elinde merkezîleştiği Hitlerci dogrultuda tahkiminin beraberinde getireceği yıkıcı sonuç ve tehlikelere karşı Türkiye solu ve Kürt özgürlük hareketi arasında devrimci bir güç ve eylem birliğinin zorunlulugu, aciliyeti ve tarihsel önemi üzerinde ısrarla durduğumuzu görmüşlerdir. Neoliberal kapitalizmin sistem olarak tıkanıp yerine yeni bir birikim modeli ve sistemi de henüz koyamadığı genel krizin hem bir sonucu hem de bir bileşeni olarak dünyada da Türkiye’de de durumu bu yönüyle “1930’ların başına” benzettiğimiz ve ‘komünist’ olduğunu iddia edenler basta olmak üzere bütün samimi devrimciler ve solcuların, o yıllarda özellikle Almanya’da düştükleri tek yanlılık ve yanılgıları günümüz koşullarında bir kez daha tekrarlamamalarının altını da ısrarla çizdiğimiz de biliniyor olmalıdır.
Dolayısıyla sizlerin inisiyatifi, çaba ve emekleriyle olgunlaşıp sonuçlanma aşamasına gelmiş olan bu girişimi, bugünün somut tarihsel koşullarında her şeyden önce ‘ortak aklın’ gereği devrimci bir sorumluluğun yerine getirilmesi olarak görüyor ve selamlıyoruz.
Değerli dostlar, siper yoldaşlarımız,
Aramızdaki ideolojik farklılıkların yani sıra bazı konulardaki kaygılarımıza rağmen bu oluşum içinde yer almayı sadece yukarda işaret ettiğimiz Türkiye’deki güncel durum ve gidişle sınırlı bir yaklaşımla ele almıyoruz. Gerçi bugün tek başına bu bile, bu coğrafyadaki bütün samimi devrimciler ve ilericiler arasında devrimci militan bir güç ve eylem birliğini dayatan bir etken olmakla birlikte, TİKB olarak kendi adımıza bu oluşuma bu ‘güncelliği’ de içeren ama onu da aşan iki tarihsel etkenden dolayı uzak ve kayıtsız kalamayacağımız sonucuna vardık.
Bu stratejik nedenlerin başında, Türkiye ve Kürdistan’ın da bir parçası olduğu Ortadoğu bölgesinde yerleşik bütün düzen ve dengelerin yeniden şekillendiği tarihsel bir sürecin yaşanıyor olması geliyor. Bu yönüyle sorun (ve karsı karsıya olduğumuz sorumluluklar) sadece Kürtlerin statü elde etmeleri, bu bağlamda Türkiye içindeki mücadeleyle sınırlı değil. Kapitalizmin dünya çapındaki hegemonyasına karşı çekim gücü yüksek, daha sağlam ve anlamlı sonuçlar elde edebilmek için -devrim ve sosyalizmin tek ülkede de zafere ulaşabilme olasılık ve olanaklarını reddetmemekle birlikte-en azından birleşik bölgesel bir devrim perspektifine sahip olan hiçbir devrimci güç, bu tarihsel altüst oluş sürecine seyirci kalamaz. Sadece “uzaktan” öğüt ve vaaz vermekle, sadece genel bir devrim ve sosyalizm propagandası ve ajitasyonu yapmakla yetinemez. Hangi bahanenin arkasına saklanırsa saklansın bunlar sonuç olarak tarihin oluşumunu bir kenardan seyreden kendiliğindenliğin günümüzdeki en sinsi biçimleridir. 40 yıla yaklaşan pratiği ve ödediği bedeller sonucu bugün bölgesel bir güç haline gelmiş olan Kürt özgürlük hareketiyle Türkiye solunun bileşenleri olarak bugün aramızda oluşan bu birlikteliğin Türkiye ayağını oluşturan devrimci sol güçler olarak keşke bu kadar zayıf ve etkisiz olmasaydık da bölgede ilişki kurulabilecek diğer uluslardan bütün ilerici, devrimci, olduğu kadarıyla sosyalist güçleri kapsayan daha geniş bir birliktelik peşinde koşabilseydik. Gerçi bu konuda tren kaçmış, iş işten geçmiş degil. Oluşturacağımız birliktelik, acil ve öncelikli olarak elbette Türkiye cephesindeki zayıflığın giderilmesini başa yazmakla birlikte hedeflemesi gereken yönelimlerden biri olarak bu perspektifi de yitirmemelidir.
Bu oluşuma katılmamızın belirleyici nedenlerinden ikincisi ise, birinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası Ortadoğu’da büyük bir tarihsel haksızlığa uğrayan halkların başında gelen Kürtlerin, yüz yıl sonra kendi kaderlerini tayin hakki kapsamında bir statü elde etme fırsatını yakalamış olmalarıdır. Bu sadece bölgedeki gelişmelerin nesnel bir sonucu olmayıp Kürt halkının özellikle de PKK -ve farklı parçalardaki müttefikleri- öncülüğünde yürüttükleri mücadelenin sağladığı tarihsel bir kazanımdır. Kürtlerin uğradıkları tarihsel haksızlık ve bunun neden olduğu sonuçlar ortadayken, dünyanın ve bölgenin bugünkü koşullarında hala Kürtlerle yan yana gelmekten şu ya da bu bahaneyle uzak duran hiçbir hareket ve yaklaşım devrimci ve enternasyonalist olarak kabul edilemez.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu gerekçelerden hareketle katılıp içinde yer almaya karar veriş olmamız bu ittifak ilişkisinin işleyişi ve geleceği açısından kimi kaygılarımızın, dikkate alınmasını diledigimiz kimi uyarılarımızın olmadığı anlamına gelmez.
Devrimci dostlarımız tarafından yanlış anlaşılmayacağımıza güvenerek bunları da genel hatlarıyla şu başlıklar altında toplayabiliriz:
1) Aradaki büyük güç dengesizliklerinden dolayı Kürt özgürlük hareketi ile girilecek bir ittifak ilişkisi -niyetler ne olursa olsun- eşitler arasında bir ilişki olmayacak, bu dengesizlik özellikle ciddi görüş farklılıklarının ortaya çıktığı durum ve konularda ‘birliktelik’ kavramı ve hukukuyla bağdaşmayacak emrivakilerle karşılaşma riskini içinde taşıyacaktır.
Gerçi Kürt özgürlük hareketinin merkezi organ ve kadrolarının -özellikle de 2000’li yıllar sonrası- yaklaşım ve pratiklerinde muhataplarının bağımsızlıklarına ve farklı fikirlerine saygılı, eşitliğe özen gösteren bir yaklaşım sergiledikleri görülmekle birlikte bu tür ilişkilerde geçmişte yasanmış olumsuz örneklerin deneyimleri de göz önünde bulundurulmak zorundadır.
Bu bağlamda, bu devrimci girişimin yaşayıp sürebilmesi için, maddi hesap ve çıkara dayalı faydacı ilişkilerden farklı olarak devrimci bir ittifak ilişkisinin her şeyden önce ‘eşitler arasında bir ilişki’ olduğunu unutmamakla birlikte aradaki güç dengesizliğini de göz ardı etmeyen bir gerçekçilikle hareket edilmelidir. Kurulacak ilişkinin maddi güç yönüyle ‘zayıf’ tarafını oluşturan bizler kendi cephemizden aramızdaki eşitliğin içerdiği eşitsizlikleri göz ardı eden bir “rahatlık” sergilemekten kaçınırken Kürt özgürlük hareketi de bunun tam tersi yönde bir özen ve dikkat göstermelidir. Öyle ki, daha bu oluşum süreci henüz tamamlanmamışken onun birleşik bir kongre ya da konferans sonucu ilan edileceği söylenirken C. Bayık’ın bunu çok önceden deklare edip ifşa etmesi dahi diğer iradeleri baştan önemsizleştirip hiçe saymanın küçük ama uyarıcı olması gereken bir örneğidir.
Dolayısıyla, meseleyi bürokratik-biçimci bir takım ayrıntılara boğmadan bu oluşumun işlerliği baştan herkes için bağlayıcı, kesin ve net bazı temel ilkelere bağlanmalıdır.
2)Pratik kolaylık ve vurgu anlamında isim olarak kullanılması problem değil ama bu oluşumun “cephe” olarak tanımlanması, bize göre, mevcut realiteye denk düşmeyen iddialı bir yaklaşım olur. Günümüz koşullarında bu oluşum, en azından bir başlangıç olarak Türkiye cephesinde yerlerde sürünen militan eylem açığını kapatmayı hedefleyen bir ‘eylem birliği’ olarak düşünülüp buna uygun bir program ve hedefler bütünlüğünü önüne koymalıdır.
Bu yönüyle bu oluşum hem Batı cephesinde güç birliği yaparak bu tür eylemler organize edip gerçekleştirmeli hem de bu yönüyle yönlendirici bir kurmay merkez olarak iş görmelidir. Ayrıca ağızdan dolma tüfek gibi bir-iki eylemden sonra uykuya yatan ve sıradanlaşan bir kabuğa dönüşmemesi de şimdiden bir biçimde taahhüt altına alınmalıdır.
3) Özgürlük hareketinin Kürt sorununda çözümün bundan sonraki “asgari sınırı” haline getirdiği “demokratik özerklik” talebini; 1) Kürt halkının kendi statüsü ve geleceği hakkında karar verme hakkına duyduğumuz saygıdan dolayı, 2) Türkiye’deki faşist rejimin bugün gücün daha fazla merkezîleşip tek adamın (führerin) elinde toplandığı Hitlerci bir “tek adam” diktatörlüğü şeklinde tahkim edilmeye çalışılan taşlaşmış bürokratik merkeziyetçi yapısı karsısında onun yapı taşlarını yerinden oynatıp bütün dengelerini sarsacak ‘demokratik’ bir karaktere sahip olmasından hareketle destekliyoruz.
Fakat bu desteğimiz, “demokratik özerklik” temelinde bir çözümü Kürt ulusal sorununun tam ve kalıcı bir çözümü olarak gördüğümüz anlamına gelmediği gibi; Abdullah Öcalan’ın “Ortadoğu’daki mevcut devletleri , sınırları ve mülkiyet haklarını hedef almadan, bölge devletlerinin içinde yer aldıkları emperyalist birlik ve koalisyonlarla çatışmaya girmeden” kurulabileceğini iddia ettiği “demokratik özerklik” ve “demokratik konfederalizm” projesini doğru görüp paylaştığımız anlamına da gelmemektedir.
Dolayısıyla bu oluşumun talep ve hedeflerinin formülasyonu sırasında “demokratik özerklik” ekseninde bir programatik hedef belirlemesi yapılmamalıdır.
Emperyalizmden kurtuluş ve faşizmin yıkılması gibi demokratik karaktere sahip diğer sorunlar gibi ulusal sorunun eksiksiz ve kalıcı çözümünü de günümüzde artık doğrudan burjuvazinin sınıf egemenliğini ve kapitalist özel mülkiyet rejimini hedefleyen sosyalist bir devrimde gören komünistler olarak bu konudaki ideolojik farklılıklarımız büyük ve derindir, dolayısıyla bu temeldeki eleştirilerimizi koruduğumuz bilinmelidir.
4) Bize çok güç, zaman ve prestij kaybettiren geçmiş süreçlerimiz ve hala aşamadığımız eşiklerimiz nedeniyle bu oluşumda daha bir süre pratik katkı ve etkinliğimiz başkalarına göre daha zayıf ve sınırlı olabilir. Ancak katılma gerekçemizi oluşturan iki stratejik nedene bağlı olarak bu oluşum içinde yer almayı – kendisini “solda” tanımlayan birçok çevrenin dahi Kürtlerle yanyana görünmemek için bin dereden su getirdiği günümüz koşullarında- siyasi manevi anlamı ‘büyük’ tarihsel bir sorumluluk olarak görüyoruz.
Öte yandan bu oluşumun öncelikle misyon edinmesi gerektiğini düşündüğümüz militan pratiklere gücümüz ve olanaklarımız ölçüsünde katılıp bunlarda görev almanın yanı sıra bu ittifakta somutlanan devrimci enternasyonalist ruhu ve kardeşleşme yönelimini özellikle isçi sınıfı ve sınıf hareketi içine taşıma yönünde özel bir çaba ve yoğunlaşma içine gireceğimizin, bunu özel bir misyon olarak göreceğimizin bilinmesini isteriz.
Ortadoğu’daki süreçlerin devrimci gelişimi açısından umut verici bir adım olarak gördüğümüzün bu girişimin sonuçlarıyla da umutlarımızı gerçeğe dönüştürmesi dileğiyle bütün katılımcı siper yoldaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyoruz…