Köklerinde direniş olan örgütüme güveniyorum

Bizleri bu karanlık günlerden kurtaracak olan kendi açtığımız yol olacaktır. Elbette kolay olmayacak, milim milim emek vererek ve sabrederek ilerleyeceğiz.

Hiç de demokrat bir aile yapısına sahip değildik. Ne var ki, aileden geliyordu her şey.

Anneannem söylenirdi hep “Solcular yok mu? İki çocuğumu yaktılar, ah” diye iç geçirirdi. ’80’de mahallede Kurtuluş hareketi güçlü ve bizimkilerin de onlarla iletişimi var. Elinde dergi gördü diye jandarma yakalar dayıyı, gözaltına alır, birkaç ay hapis sonrasında salınır. Tabii bir anne için önemli şeyler, dayım içinse değil. Ayrı mevzu ama, şimdilerde CHP militanı…

Tutucudur ailemiz, dışarıya demokrat görünür ama bizlere karşı öyle değildir. Geç vakitte bir eve git bakalım başına neler gelir. Ama dindar, bağnaz değillerdir.

İlk devrimcilik hayallerim liseli yıllarıma dayanır. Bizim lisede Dev-Lis güçlüydü, hatta okul onlarındı. Doğal olarak arkadaş çevremiz de onlardı. Gider gelirdik. Ama öyle ciddi örgütleme faaliyetleri vs. değildi; sadece 1 Mayıs, 6 Kasım, 30 Mart, 6 Mayıs’larda etkinlerdi, hepsi bu kadar.

Asıl hikaye bir işçi direnişiyle başladı. Ömrümün 10 senesi geçti yolculuğa başlayalı. Zor, çetin. Ama iyi, ama acılarla dolu. O dönem bizim yoldaşlar, direniş çadırlarında kalıyorlar. Hizip yeni yaşanmış, alelacele bir büro açılmış. Daha gazetemiz çıkmadan, işçilere yönelik olarak çıkan bildiriler doldurmuş rafları…

Tabii ben bunları anlatıyorum ama gördüğümden değil. Bizimkiler (yoldaşlar) eve geldiğinde online oyun manyağı tostoparlak bir çocuktum. Lise 3’te idim zannedersem. O zamanlar güzellik yarışması yayınlanıyor TV’de. İnsanlar gelmiş, onlarla oturmazsak ‘çene dayağı’ yeriz korkusundan kalktık yanlarına gittik. Bir yoldaş ‘Şunun suratına bak hele’ falan diyor. Komik anılar ama olay başka yerde. Anadolu’daki köy kızlarından bahsediyor, onların ellerinden… Asıl güzelin onlar olduğundan vs. dikkatimi çekmiş.

İlk tanışma bu şekilde oluyor. Daha sonraları direniş alanına gidiyorum. Ama bilmiyorum kimin kim olduğunu, trilyon tane insan var. Türkiye Sol’undan insanlar var. Birileri bir yerlere çıkıyor ajitasyon çekiyor, iktidara çağırıyor işçileri. Öteki kendi kitlesiyle miting yapıyor vs. Ama sıkıntı şu ki, kimse ne ajitasyonu dinliyor ne de mitinge gidiyor.

“Büroya gidelim” dediler. Gittik. Tek göz bir yer. Ama işçilerle toplantılar vs. yapılıyor. Hiç anlamıyorum. Direniş bitti. Bana “Büroyu açar mısın” dediler. Tarihi hatırlamıyorum. “Olur” dedim. Birileri bana sorumluluk vermiş. Hoşuma gitti. Gittim açtım büroyu. Haddim ise o gün bugündür bu yapının emekçisi sayarım kendimi.

Güçlü olduğumuz zamanlar da oldu elbette. Gençlik yayını çıkardığımız, okullarda aktif faaliyet yürüttüğümüz zamanlarımız oldu. Ancak biz bunu okullarda popülerleştiremedik. Simgeleştik bazı yerellerde. Parmak ile gösterilir olduk. Hareketimizin olmadığı yerlerde, uzun yıllar boyunca uğramadığımız muhitlerde yaptığımız hareketler bizlere iyi sonuçlar getirdi.

Lakin popülerleşmeye çalışmaktan ileriye dönük doğru bir çizgi koyamadık kendimize. Ben gençlikle ilgili söylüyorum bunları. Çünkü hizbin yaptığı şey gençliği koparmak olmuştu bizden, gerçi onlarda kalmadı, ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Doğal olarak bir şeyleri yoktan var etmeye çalıştık ama nasıl yapılacağını bilmiyorduk, sonunda da birçoğunu kaybettik. Kala kala bir isim kaldı geriye, ama sorun değil baştan başlarız ve daha iyisini yaparız. Ben bu konuda hareketime güveniyorum.

Dediğim gibi mahalle gençliğiyim ben. Dan-dun konuşan ve kavgacı bir insan olduğumu söylüyorlar. Beni örgütleyen şey “Adressiz Sorgular” olmuştur. Bir çırpıda okunan o kitap benim devlete ve kapitalizme karşı düşmanlığımı perçinleyen ilk şeydir. Onun üzerine gitmek istedim hep. Bizler de bunu yapabilirdik. Sonraları öğrendim. Gerçekten direnenler de varmış işkenceye karşı. Saf salak bir çocuk gibi anlamamışım bunu ama öyleymiş.

Harekete duyduğum güven birinci olarak buradan geldi. Sonuçta köklerinde direniş var, ikincisi ise sınıfta ısrar oldu. Ve sürekli kendini aştı. Program yazıldı ilk defa. Partinin işleyişi üzerine kitaplar basıldı. Sanat alanında partili sanat için yapılması gerekenler ortaya kondu ve çeşitli yerlerde festivaller düzenlendi ve biz popülerleştik.

İlk kırılmayı Ethem yoldaşı toprağa verdiğimiz zamanlarda yaşadığımızı düşünüyorum. Olmayada bilir, duygusal da yaklaşıyor olabilirim. İkinci büyük darbemizi ise 10 Ekim Katliamı’nda aldık. Maviş yoldaşımızın ve İsmail abimizin emanetlerini silah haline getirerek kendi yerelimizde yaşadığımız içe kapanıklığı bir türlü aşamadık. Çözümler üretemedik.

Tabii bu süreçte tek suçlu biz değildik. Çeşitli şehirlerde saldırılar oluyor, insanlar ölüyordu. Bunlar yetmezmiş gibi devletin acımasız saldırıları da vardı. Ama Adressiz Sorgular gibi düşünemedik. ‘Kendi can derdime düştüm’ diye bir özeleştiri verebilirim.

Sonunda bu bunalım ortamından çıkmanın yolunu yereldeki kurumu kapatarak bulduk. Ama sokaklar bizi bekliyordu. İşçi sınıfı kaynayan kazan gibi taşmaya başlamıştı bile bu duruma el atacak, ona yol yordam gösterecek bir partiye gerek vardı.

Yoldaşlar, bizleri bu karanlık günlerden kurtaracak olan kendi açtığımız yol olacaktır. Elbette kolay olmayacak milim milim emek vererek ve sabrederek ilerleyeceğiz.

Kazanan işçi sınıfı olacaktır!

Kazanan biz olacağız!