Ölümü Yenenleri Kimse Yenemez

Son sözü direnenler söyler..

Ölümü Yenenleri Kimse Yenemez, faşist rejimin tecride dayalı tabutluk cezaevlerini açma girişimine karşı 1996 Mayıs’ında tüm cezaevlerini kapsayan genel direnişi bütün kadro ve taraftarlarıyla son gününe kadar süresiz açlık grevi (SAG) olarak sürdüren TİKB tutsaklarının ve kimi ailelerin o günlere dair anlatımlarını içeren bir kitaptır. 

1997 Şubat’ında yayınlanan kitabın önsözünü aşağıda bulacaksınız:

SON SÖZÜ DİRENENLER SÖYLER…

Okuyacağınız henüz tamamlanmamış bir Direniş Güncesi. Faşist diktatörlüğün bir saldırıyla teslim almaya çalışıp destansı bir direnişle yenilerek geriye çekilmek zorunda kaldığı Mayıs-Temmuz Genel Direnişi Güncesi. Çok yoğun yaşanılan bir dönemde, olayların üzerimizdeki etkilerini; düşünce ve duyguların iç içe geçtiği süreçlerin anlatımında en uygun biçimlerden birisi olarak görünüyor günce. Sürecin politik değerlendirmesini ayrıca yapacağımız düşünülürse, çok yönlü ve oylumlu bir verişe bir ölçüde bu içimle ulaşabilirdik. Önemli bir tarihsel olayı kalıcılaştırmakta ve kitlelere maletmekte biçim zenginliğinin yaratılması, yazın türlerinin ve bugün kullanılan müziğin yanı sıra, resim ve sinemanın değerlendirilmesini, farklı açılım alanlarının yaratılmasını gerektirmektedir. Direnişin ilerki aşamalarında atılmış olan, propagandif alanı genişletici adımlar (radyo, basın, TV ve daha çeşitli ilişki ve kanallar yaratma) sürdürüldüğü gibi, sanat ve kültür alanında yeni açılımlarla da geliştirilmelidir. Kitlesel hareketin genişlediği, devrimci harekete ilgisi farklı olay, konu ve yönlerde oluşan kişi ve çevrelerin arttığı bir dönemde, onlara her yönden seslenecek ve kucaklayacak biçim ve araçların bulunup çıkarılması ve kullanılması gerekmektedir. Bunlar, devrimci propagandif etkinliğimizi büyütücü olacaktır. Zengin biçimlerin kullanılması, birbirini besleyerek ve bütünleyerek aynı zamanda ona bir derinlik de kazandırır. Devrimci propagandif etkinliğin bu şekilde çok yönlü geliştirilmesi, manyetik etkiyi büyütücü yönelimleri ve ilişkilerimizi çoğaltıcı olacaktır.

Özellikle sanatsal alanda ilerlenirken, o sıkça karşılaşılan basit yansıtma biçimlerinden kurtulunmalıdır. Kalıcı ve güçlü bir etki, o olay veya kesit, estetize edildiğinde sağlanır. Bu da önümüze, yaratıcılığımızı geliştirici yeni alanlar açmaktadır.

Büyük tarihsel-toplumsal hareketler, önce, büyük direnişlerle kendilerini ortaya koyarlar… Bu örgütler için de geçerlidir. Örgütler olun, sonrasında devrime yol açan, bu yönde ilerleyen büyük tarihsel toplumsal hareketler olsun, güçlerini ve eylem kararlılıkların, yenilmezliklerini öncelikle direnişlerde sergilerler. Üstün karşı devrim karşısındaki bu duruşları, o kesitte kuvvet dengelerinden dolayı eylemleri yenilgiyle sonuçlansa bile, sonraki zaferi muştular Embriyonik olarak zaferlerin tüm unsurları, o güçlü direnişin içerisinde yer almaktadır. Direnişin gücü ve kararlılığıyla içerilmiş bu öğeler, ilerleyen süreçlerde inisiyatifin devrim yönünde geliştirilmesinde, tarihsel devrimci akışın sağlanmasında çıkışı oluştururlar.

Büyük direnişlerin önemi buradan gelmektedir. Mayıs-Temmuz Genel Direnişi, sınıf savaşımının devrimci açılımının geleceğe taşınacak ipuçlarını verdiği, onlar için kanallar yarattığı gibi, örgütümüzün gücü ve süreçteki yer alışı konusunda tarihsel bir saptamada da bulunmaktadır. Bu, örgütümüzün proleter sınıf savaşımının ve anti faşist kavganın içerisine girilen döneminde, kendisinden hiçbir şey esirgemeden sürecin önderi olmaya olan adaylığını pekiştirerek göstermiş olmasıdır. TİKB‘siz tarih yazılmayacaktır. Ama sorun sadece bu da değildir. TİKB, güçlü geleneklerle örülmüş sağlam örgütsel yapısı ve gelişkin taktiğiyle her büyük mücadeleye önderlik etmeye aday ve hazırlıklıdır. Politik sınıf savaşımının gündem oluşturan her konusunda kendisini burjuvazinin gündemiyle sınırlandırmadan alternatif politika ve taktik oluşturup güçlerini buna göre en ileri düzeyden mevzilendirerek savaşma ve yenme azmi ve kararlılığını bir kez daha ilan etmektedir bu eylemdeki duruşuyla.

Direnişçi sağlamlığa sahip bir örgüt, kendisinde olanı kitlelere taşıma, özsel değerlerini onlara maletme sorunu ve sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bu kendi çizgisi doğrultusunda yığınsal bir devrimci örgütlülük geliştirme ve onun sürekli yön verip geliştireceği politik bir kitle hareketinin yaratılması, kendi duruş ve savaşma özelliklerin kitlelere özümsetme sorunudur. Ancak bu gerçekleştiğinde bir değer taşır. Bu yönden de Mayıs-Temmuz Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu Direnişi, yarattığı politik etki ve ileriye dönük devrimci kazanımlarıyla, devrimci harekete ve örgütümüze yeni açılım olanakları sunmaktadır. Sağlam duruşuyla bir iktidar gücü oluşturduğunu, bunu gerçekleştirecek güç ve potansiyellere sahip olduğunu ortaya koyan komünist ve devrimci irade, direnişçilik çizgisi ile sınırlı kalmayıp, politik inisiyatif ve atılımla kitlesel devrimci eylemi örgütleyip karşı devrimin kale burçlarına yıkıcı saldırılar gerçekleştirmeyi başarmalıdır. Bu önümüze son derece belirleyici görevler koymaktadır. Mayıs-Temmuz SAG ve ÖO Genel Direnişi, kitlesel hareketin yeni bir yükseliş dönemine denk düşmesiyle açılım olanakları yaratmış, bazı ipuçları yakalamamızı sağlamıştır. Bunlar nasıl karşılanacak, nasıl değerlendirilecektir? Politik devrimci atılım için daha geniş ve güçlü bir örgütlülük zemininin oluşturulmasının şartıdır bu en başta. Pek çok bileşeni ve değişkeni olan bir süreci ancak gerçek nitelikleriyle parti düzeyinde ve parti tarzı mücadeleyle kucaklayabiliriz. Derinlemesine ve genişlemesine pek çok olanak sunan bu süreç, hem onları öncesinden belli düzeyde kucaklamış hem de örgütlülük düzeyiyle; niteliği, geniş ve çok yönlü kapsayıcılıyla bu potansiyelleri ileriye doğru taşıyabilecek partileşme düzeyi ve parti tarzı mücadele görevini açığa çıkarmıştır. Bugün bu direnişin, dün önem taşıyan bir başka olayın, yarın bir başkasının karşımıza çıkardığı acil gündem maddesi haline gelmiş ama doğru tarzda çözülmesi gereken sorun budur.

Direnişte yer alan yoldaşlarımız ve diğer devrimciler büyük bir mücadeleden çıktılar. Belli tarihsel kesitlerde ortaya çıkan her büyük mücadele; derin toplumsal değişikliklerin habercisi olan gelişmeler veya kendileri, kişilerin yaşamında da büyük değişikliklere yol açar. Bu farklılaşma, kişisel yaşamda da hemen tüm sonuçlarıyla bir dönüşümle ortaya çıkmasa da ipuçlarını verir. Başlangıçta, henüz her şeyin anılarının taze olduğu bir önceki süreçten yeni çıkılmış olunan kesitte tüm unsurlarıyla bilince çıkartılmasından çok hissedilir. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve olmaması gerektiği hissidir bu. Bu bir his olmaktan çıkarılıp bilinçsel bir sıçrama haline getirildiğinde, yaşamda buna uygun bir biçimlendirilmeye doğru gidiliyorsa bir anlam ifade edecektir. Büyük bir devrimci eylemin yeni süreçte ancak kendimizi de dönüştürücü adımların atılmasıyla sağlanacaktır. Derin devrimci bağlılık duygularıyla dolu olduğumuz bugünlerde, şehitlerimize verdiğimiz sözün yerine getirilmesi de ancak bu şekilde olabilir. Bunun dışındaki her türlü duygusallık ne kadar insani, ne kadar içten olursa olsun eriyip gitmeye mahkumdur ve değeri yoktur.

Büyük mücadeleden çıkıldığında başlangıçta yer alan dönüşüm hissi, kimi yoldaşlarımız için örgütün hedefleri doğrultusunda yeni bir atılımın, kendisini görevlerle daha ileri düzeyden birleştirmenin bilinçli adına çevrilmektedir. Kuşkusuz bu direnişte yer alan diğer devrimcilerin bir bölümü için de geçerlidir. Ama bu herkes için böyle olabilecek midir? Yüklü devrimci duygularla dolu olmak, bunun için yeter mi? Örgütümüzün sağlam geleneği ve gelişkin taktiğinin sonucu olan direnişçi atılım, yeni süreçte doğru biçimlenmesini bulacak mıdır? Üzerinde durduğumuz toplumsal devrimci olaylara özgü diyalektik gelişim, kişilerin iç gelişim ve dönüşümünde de geçerlidir. Fakat ilkinde nasıl bir örgütsel müdahale gerekiyorsa, burada da kendimize dönük bilinçli bir iç müdahale gereklidir.

Direnişte yer alan genç yoldaşlarımız, bu değişim ve dönüşümün unsurlarını direniş süreci içerisinde kendi içlerinde yakaladılar. Bazı ipuçları, bazı halkalar ele geçirildi. Devrim için, sosyalizm için kendini adamanın iç engelleriyle çarpışarak ilerlediler bu süreçte. Belki sorulmamış bir soru, belki daha önce karşılarına aşamadıkları ya da aşıp aşamayacaklarından emin olmadıkları bir duvar olarak çıkan engelleri bir bir küçülttüler, mesafeler kısaldı. Ölüm, sadece şehit düşen yoldaşlarımız tarafından yenilmedi, onların öncülüğünde diğer yoldaşlarımız tarafından da yenildi. Osman’ın, “Ölüm ne ki!..” diye ifade ettiği militan komünist ruh hepsine hakim oldu bu süreçte ve bilinçleri sarmaladı.

İdealleri için ölmeyi, örgüt için ölmeyi doğallaştırabilen bir örgüt, devrimi gerçekleştirebilir. Bir politikanın-taktiğin kazanması için kendini adayabilmek… Bu bazen bir savaşta, düşmanın ilerlemesini birkaç saat geciktirmek için bir köprü başının son ana kadar tutulmasıdır bazen yine bir savaşta ağır mitralyöz ateşine karşı ilk saldırıya kalkıp göğsünden vurulup düşmektir. Bunlar olmadan savaşlar kazanılamaz. Mayıs-Temmuz Direnişi’nde politik savaşımın gelişiminde aldığı biçim, geldiği aşama, ancak şehitler verilerek kazanılacağını, bunun şart olduğunu gösteriyordu. Bunlar hepimizin, tüm direnişçilerimizin de önünde yürüyen, ölümü yenmeye en yakın durumda olan yoldaşlarımızla konuşulduğunda onlar sade, doğal bir gönüllülükle koydular adını yürüdükleri yolun.

Hücre hücre ölümün üzerine yürünürken gösterilen özveri ve kararlılık, şimdi çok daha büyümüş, onları üstlenmiş olmaktan övünç duyacağımız görevlerin yerine getirilmesinde gösterilmelidir. Sınıf savaşımının kapsamlı ve çelişik sorunlarını çözmek, onlar üzerinde öncü bir hakimiyet kurmanın güçlükleri ortadadır. Direnişte devrimciliği doruklarda yaşayan yoldaşlarımız, şimdi o doruğu, bulunulan ortamda yaşamı her yönden devrimcileştirmek, eksik olunan, geri olan yönlerimizi o doruğa yaklaştırmak, örgütün politik devrimci atılımı için bir sıçrama ve dönüşüm için değerlendirmelidirler. Ancak bunu yaptıklarında süreçte öncü bir unsur olarak yer alabilirler. Bu halka sıkıca kavranılmalıdır.

Şubat 1997