Zafer Kırbıyık yoldaşı 26 Eylül 1999’daki Ulucanlar katliamında kaybettik
26 Eylül 1999‘da, Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi‘nde, namı diğer Ulucanlar‘da… Deniz‘lerin idamına tanık olan Ulucanlar’da Habip Gül, Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Mahir Emsalsiz, İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençaslan, Halil Türker, Aziz Dönmez, Ahmet Savran vahşice katledildiler. Zafer Kırbıyık yoldaş da aralarındaydı.
Abartmadan söylemek gerekirse Zafer’de maddileşen sınırsızlıktır. Hata, zaaf ve yetmezlikleriyle her yeni devrimci gibi bir insandı. Futbol oynarken kızıp kısa da sürse küsecek ve sonra da -ne yaparsanız yapın- silemeyeceğiniz gülümsemesiyle aydınlanmış yüzüyle çıkacaktır karşınıza. Böyle durumlarda, çocuksu saflığın yaşandığı kesitlerde “Özür dilerim yoldaş” diye başlardı tüm konuşmalara. Ne her seferinde hatalı olan oydu, ne de hatalı olmayı içselleştirmiş bir kendine güvensizlikle malüldü. Evet gençti, tecrübesizdi ama komünist bir savaşçı, bir profesyonel kadro, kitle hareketinin öncü militanı olmayı kafasına yazmış, bilincine kazımış bir devrimciydi. O anlarda işte bu amacını gerçekleştirmeye çalıştığını ve bir yandan kendiyle hesaplaşırken diğer taraftan da sizde varolup hem sizin hem de kendisinin gelişimini engelleyen sınırlara saldırdığını anlardınız.
Bu bir kişilik özelliğiydi onda. Planlanarak yapılan bir şey değildi. İster illegal afişlerin şehrin bağlantı merkezlerine yapımının getirdiği riskler karşısındaki yeni yöntemler bulmaya çabalamaktaki tedbirliliğinde olsun ister tüm risklere karşın yapılması kararı alınan bir eyleme tüm benliğiyle ileri atılıp gönüllü oluşunda olsun varolan olanakların sınırlarına teslim olup olunmadığıydı kriteri. Çok da bilince çıkarılmış bir davranış tarzı değilse de böyle olması gerektiğini hissediyordu. Çünkü okuduğu romanların komünist karakterleri, Adressiz Sorgular‘ın anlattığı öncülleri öyle insanlardı. Onun olmak istediği birey böyle bir özneydi. Sınırlar, parçalaması/yıkıp geçmesi gereken ve kelimenin gerçek anlamında yıktığı sınırlar; bu özneyle arasındaydı.
Zafer bu sınırları ne Süresiz Açlık Grevi Direnişi sırasında ne de Ulucanlar Katliam Operasyonu kesitinde aştı. O, her günkü “sıradan” yaşamın insanı farkedemeden törpüleyip yutan günleri içinde gerçekleştirdi bu sıçramayı. Faul, gol, skor, vs. kavgası yaparken de, sonrasında sohbetler sırasında da aslında çatıştığı sıradanlıktı. Yaşamı idare etme, olduğu kadarla yetinme, hayal etmeme, ötesini düşünmeme, “sorun çıkmaması” adına taviz vermek şeklindeki gelenekselleşmiş, kanıksanmış sınırlara hapsolmuş sıradanlıktı savaştığı ve parçaladığı sınırlar.
Eğer bu savaşımın içinde olmasaydı ve başarılı olmasaydı, ne koğuştaki ne havalandırmada kurşun sağanağı altındaki ne de hamamda kan gölü içinde direnerek ölümsüzleşen Zafer olabilirdi.